Fayrap dergisi Yayın Yönetmeni Hakan Arslanbenzer`i konuk ediyoruz. Arslanbenzer`le Fayrap`ı, daha önce yayınladığı dergileri ve kültür hayatımızı konuştuk.
Kendinizi şöyle anlatıyorsunuz: “Memleketten geldim. İsyan ettim. Yazı yazdım, dergi çıkardım. İsmet Özel’le tanıştım.” Edebiyatın içinde olmak, ayakta kalmak için derginin içinde, mutfağında olmak şart mıdır?
Edebiyatın içinde olmak için yazmak yeterlidir herhalde. Ama edebiyatı değiştirmek istiyorsanız mutlaka bundan fazlasını yapmanız lazım. Edebiyat siyaseti dergiyle olur. Çünkü dergi başka insanlarla bir olup kolektif şekilde hareket etmek demek. Mevcut içinde kendine bir yer bulmaktan memnuniyet duyacak insanlar bireysel davranabilirler. Ama bireysel davranıyorlarsa mevcuttan da şikâyet etmemeliler. Mevcudu değiştirmek isteyenlerse kendilerini doğal olarak siyasetin yani edebiyat hareketlerinin içinde bulacaklardır.
Çıkardığınız her dergiyi sahipleniyor, önemsiyor, hem şahsî tarihinizde hem de edebiyat tarihinde önemli bir yere koyuyorsunuz. Şehrengiz’den Fayrap’a gelen süreç bir istikrar mıdır yoksa farklı edebî çizgilerin denenmesi midir?
Şehrengiz bizim tarih öncemiz sayılır. Tarihimiz net olarak Atlılar’ın çıkışıyla başlar. Atlılar orijinal bir yayın ve hareketti. İlkeleri, kesin hedefleri, emir ve yasakları vardı. Mesela deneme yayımlamazdık, sadece eleştiri yazılarına yer verirdik. Epik şiiri lirik şiirin önüne koyardık. Dergi kadrosu esas eserlerini Atlılar’da yayımlar, diğer dergilere sadece Atlılar’da yayımlanmayacak şeyler gönderilirdi. Bu tavır bir yoğunlaşmayı getirdi ve yeni bir karakterin ortaya çıkmasını sağladı. Atlılar’da bu karakterin ortaya çıkmasında emeği olan birçok arkadaşın sürecin dışında kalması ilginçtir; üzerinde düşünmeye layıktır. Fayrap, Atlılar’ın devamı oldu tabii, ama tekrarı değil. Neo-Epik Şiirden popülist kültür doğdu. Edebiyatla düşünce arasındaki gerilimli mesafe azaldı.
FAYRAP: HALKIN RUHU
Fayrap, on yedi sayı, “Türkiye’nin edebiyat dergisi” şiarıyla çıktı, onsekizinci sayıdan itibaren de “Popülist edebiyat dergisi” şiarıyla çıkıyor. Edebiyatı halka karşı bir sorumluluk olarak mı görmeye başladınız?
Edebiyatı kişisel bir şey olarak gördüğüm zamanlar da oldu. Fakat temelde her zaman halkın emekleri neticesinde okur yazar olduğumu biliyordum. 1971’liyim, bu şekilde yetiştirildim. Ailem de öğretmenlerim de daima halkçılığı yüklemişlerdir bana. 90’larda elitist bir hava hâkim olmaya başladı. 2000’lerin ortasında bunun halkı aşağılamaya dönüştüğünü, entelektüellerin halktan arındırılmış bir Türkiye tasavvur etmeye başladıklarını fark edince ve elbette gençlerin halk ve halkçılık konusunda hem bilgilerinin hem sezgilerinin azaldığını görünce popülizmi öne çıkarmak farz oldu.
“Halkın ruhu” başlıklı şiir ve “Popülizmin Amentüsü’ başlıklı yazı yazdınız. Halkın ruhu sizin ruhunuz mudur?
O şiirde halkın entelektüel bir ruha sahip olmamasından yola çıkıyorum. Elitizmin sebeb-i mevcudiyeti budur zaten. Halkın modern anlamı içinde bir ruhu olmayabilir. Bunu ben de kabul ederim. Fakat elit ruhun da asılsız, köksüz olduğu kanaatindeyim. Şiirde kendi elitist tarafımla hesaplaşma eğilimindeyim sanırım. Halkın bir ruhu yok ama sen kimsin, halkla aynı maddeden değil misin? Bu tefekkürün neticesinde senin dediğin şey çıkabilir. Bir halkın ruhu halkçı yazar olabilir. Mantıklı olan bu.
SİYASET VE EDEBİYAT
“Siyasî edebiyat ne derece mümkündür?” veya “Edebiyat ve ideoloji” gibi meseleler yine gündemde. “Her şiir özünde belli derecede siyaseti, düşünceyi barındırır” cümlesinin sahibi olarak, bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Modern literatürde birçok kişi yazılan söylenen her şeyin doğrudan siyasi bir görüntüye sahip olmasa bile siyasi bir bağlama sahip olduğunu gösterdi. Özellikle 1960’larda tüm dünyada bunun altı kalın çizgilerle çizilmişti. Ben üniversitede okurken, 90’ların başında “Her şey siyasettir” sözü yeniden dile getirilir olmuştu. Benim kafam böyle bir mantıkla işliyor. Her şey siyasettir kaziyesi her düşüncemin temelini oluşturuyor. Liseyi bitirip üniversiteyi kazandığımız yazın sonunda arkadaşlarla bir veda yemeği yemiştik. Her arkadaş üniversite ve sonrası için planlarını anlatıyordu. Bir kız arkadaş “Ben siyaset yapmayı düşünmüyorum” dedi. Ben de ona bu da bir siyasettir dedim. O da haklısın, demek ki ben hayatım boyu siyasetsizlik siyasetinin içinde olacağım gibi şeyler söyledi. Sonra da Amerika’ya yerleşti. Bana öyle geliyor ki belli bir siyasete katılmıyorsanız, başka bir siyasetin gölgesinden yararlanmak istiyorsunuzdur. Türkiye’de yapılan her iş siyasi olmak zorunda. Çünkü tarih sahnesinde hak ettiğimiz yerde olmadığımızı hissediyoruz.
Bir de tabii, Türk şiirinin nabzının ideolojik kesimlerin üstünü örttüğü günlük hayatın içinde atması meselesi var.
İdeolojik grupların siyaseti asıl büyük hayat kavgası ve bu kavgadaki siyasetin karşısında güdük kalıyor. İdeolojik çevreler kelimeler için kavga veriyor. Aslolan uygulamadır, gerçektir. Allah bir diyen hiç kimse başkalarına zulmetmez, kimsenin zulmüne de boyun eğmezdi yoksa. Gerçekte Allah bir’i yaşamak o kadar kolay değil. Ben Müslümanlığın ideolojik grupların güdük söylemleri içinde değil, halkın günlük yaşayışı içinde, mesela adalet kaygısında yaşadığını düşünüyorum. Sıradan birine sıradan bir konuda bile adaletli davranması gerektiğini hatırlattığınızda eli ayağı birbirine dolanıyor. Adalet her an gerçekleşmese bile sürekli bir beklenti olarak halkın içinde yaşıyor. Halk her an adalet talep ediyor. İdeolojik gruplarsa fırsat kolluyor.
DÜNYANIN DEĞİŞTİĞİNİ GÖRMEK İSTİYORUM
“Yazılarımın konusu mücadeledir, yazmamın kendisi de ilk günden beri mücadele olmuştur” diyorsunuz. “Zulme uğramış şair” fikri bu mücadele azminizi de destekliyor. Diğer yandan da edebiyat dünyasında önemli karşılığınız var. Bundan sonra, mücadelenizin seyri nasıl devam edecektir?
Mücadele belli bir yere gelmek için değil; bu yüzden de karşılık bulmak beni gevşetmez. Ben dünyanın değiştiğini görmek isteyenlerdenim. Bir tarafta büyük güçlerin kendilerini ilah görerek istedikleri oyunu oynadıkları, diğer yandan bu güçlerin doğrudan ya da dolaylı olarak besledikleri siyaset ve sanat erbabının zulmü haklı gösterecek siyaset ve uyuşturucu sanat yaptığı bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum. Biz azınlıktayız. Çoğunlukla birlikteyiz ama parasal iktidar ve yardakçısı sanat karşısında azınlıktayız. Büyük güç sadece maddi varlıklarla değil kültürel ürünler ve normlarla da okuryazar insanları iğfal ediyor. Kendi muhaliflerini bile istediği gibi yönlendiriyor. Muvafık veya muhalif olmak bir anlam ifade etmiyor; ikisi de aynı trenin farklı vagonlarında hepsi bu. Bunun için bu mücadele bitmez. Davayı kazansak bile bitmez. Bir şey kazandığımızda şöhretimiz ve nefsimiz çıkıyor çünkü karşımıza. Ben oldum diyen ölmüştür.
“Vazife ve dava bilinci” gibi kavramları önemsiyor, edebiyatın bunlar üzerine bina edilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz? Sizin kuşağın önemli isimlerinde aynı düşünce ve kaygı fazlasıyla var. Edebiyat hangi davaya sahip çıkmalıdır?
Dava insanca yaşamak davasıdır. Ve bu da Müslümanca yaşamak, Müslüman olmayanlar da hakkaniyetli bir ilişki kurmak demek. Edebiyatta davanın ilk gereği haksızlığın izalesi, hakkın teslimidir. Sağcılar da solcular da Mehmet Akif şair değil, manzumecidir diyorlar. Çünkü Akif şair dersek etik-estetik ayrımı ortadan kalkacak; şairin ahlakı başka şiiri başka olmayacak. Ayrıca Osmanlılarla çağdaş olacağız, Türk şiirinin kopuk halkası (Tanzimat-Meşrutiyet) tamir edilmiş olacak. Tanzimat ve Meşrutiyet bizim kayıp halkamızdır. Oysa bize vazifeyi de davayı da öğreten dönem bu dönemdir. O dönemin Namık Kemal gibi, Şair Eşref gibi, Fikret ve Akif gibi yazarları da siyasi ve ahlaki dava ile edebiyatı bir bütün olarak görmüşlerdir. Edebiyat dille yapılıyor, dil ise bir halkın anlaşma dili. Edebiyatın sahip çıkacağı dava o dille ifade edilen, edilebilecek her derdin, her sıkıntının davasıdır. Yazık ki bugünkü edebiyat önemli oranda eğlencedir; geri kalan kısmıysa meselelerimizi adlandırma konusunda henüz başlangıç aşamasındadır. Eğlencenin zararı yok ama her şey eğlence olunca zulüm gözden kaçabiliyor.
BU MEMLEKETİN EVLADI OLMAK YETERLİ
Sürekli olarak dergilerinizde genç kalemlere şahit oluyoruz. Bunun yanında sizin dillendirdiğiniz şiir anlayışına uygun yazan belli bir şair topluluğu var. Edebiyata her zaman taze kan kazandırmak, diğer yanda da şiir anlayışınızı şairlerle güçlendirmek düşüncesi sizi nasıl etkiliyor?
Yeni bir şiire, yeni bir şaire duyduğum heyecan eskiden nasılsa şimdi de öyle. Kendi yaşıtlarımın ilk şiirlerini nasıl karşıladıysam 1992-93 doğumluların Fayrap’a gelen veya başka dergilerde çıkan şiirlerine karşı da aynı iyimser ve iyicil bakışa sahibim. Şiir hep bu şekilde, çoğu şeyden habersiz insanların şiire doğuşuyla tazeleniyor, değişiyor. Biz Fayrap, popülist kültür ve Neo-Epik Şiir olarak şiirde, düşünce ve kültürde bir partiyiz. Eskiye oranla daha popüler ve esas olarak da daha popülist bir parti olduk. Kapımız eskiden aralıktı, şimdi tamamen açık. Bizimle çalışmak için partinin askeri olmak da şart değil artık. Belli siyasi, estetik ve ahlaki dikkatlere sahipseniz rahatlıkla Fayrap’ta yazabilirsiniz. Popülist Kültür Derneği’ne üye olmak ve dernek faaliyetlerine katılmak içinse hiçbir ön şart yok. Bu memleketin evladı olmak yeterli.
“İslâmcılar bir kültür sınavından geçiyor” diyorsunuz. Bu sınavın şifrelerini biraz açar mısınız?
Kültür dediğimiz şeyi bugüne kadar İslamcılar iktidar seviyesinden yürütmediler. Her zaman maruz kalan ve sistem dışında hareket eden, bu nedenle de ulusal çapta ve dünya çapında kültürel sonuçlar ve çözümler yaratmada engellerle karşılaşan bir topluluktuk. Tek bir cemaat gibi algılıyorduk kendimizi ve hem Türkiye’deki iktidar ve devletin hem uluslararası düzenin yarattığı sıkıntıları aşmakta zorlanıyorduk. Bugün İslamcılığın çok fazla avantajı var. Birçok anlamda suyun başında İslamcılar var. Ulusal kültürü yönlendirme vazifesi İslamcılarda. Daha önce solcular ve milliyetçiler bu sınavı bence çok iyi veremedi. Kendi aralarındaki kavgayı tüm resmi, yarı resmi ve gayri resmi kuruluşlar ve faaliyetler düzeyinde yaşadılar, yaşattılar. İslamcılar daha yumuşak ve paylaşımcı görünüyor ama bunun eziklikten mi yoksa zihin açıklığından mı kaynaklandığı henüz tam belli olmuyor. Kültür politikaları ekonomi idaresine veya kamu idaresine benzemez. Paylaşımcı, diyalogcu gösteriş de yetmeyebilir. Hem samimiyet hem gayret gerekiyor. İslamcıların bugüne kadar oluşan mirası ellerinin tersiyle itmemeleri Türk halkı için büyük bir kazanç. Ama kurucu irade göremiyorum İslamcılarda. Popülerliğe kafayı fazla takıyorlar. Bir gün küçük bir deney yapıp 10 tane İslamcı arkadaşa 25 tane klasik yazın dedim ve 10 farklı liste ortaya çıktı. Ve listelerin hiçbirinde Kur’an-ı Kerîm ve Sahih-i Buhari yoktu. Bu çok ilginç bir durum. Okumadıklarından değil. Ama bizim klasiklerimiz nedir gibi bir soruyu tam olarak sormamışlar, sormamışız kendimize. Yeni bir sınav bu bence.
ATLILAR’LA FAYRAP’IN FARKI
“Atlılar’ın tam olarak bir hayat önerisi sunamadığı” fikrini siz dilendiriyorsunuz. Fayrap’ın sunduğu hayat önerisi edebiyat ve siyaset çevreleri ile toplumda nasıl bir karşılık bulmuştur?
“Toplum” biraz fazla geniş. 72 milyon insanı hedeflemek bir hayal. Ama belli sayıda okumayı yazmayı seven genç okuyucuda ve edebiyat camiasında bir karakter ve davranış tarzı olarak Fayrap’ın, Popülist Kültür ve Neo-Epik Şiirin bir karşılığı var. Okuma biçimi bunlardan biri. Modern ve Müslüman olmak diyebilirim buna. Bunun Atlılar’daki deneyi sosyal olarak başarısız oldu. Fayrap ise bu anlamda gözenekleri daha açık bir yayın. Atlılar kütüphaneden telgraf çeken bir yayındı adeta. Fayrap ayak üstü durup sizinle konuşuyor.
Fayrap, şiirin, edebiyatın ateşini yükseltmeye hangi anlayış ve ilkelerle devam edecek?
Mevcut edebiyatı eleştirel bir gözle izlemek yaptığımız, yapmaya devam edeceğimiz bir şey. Buna popülist kültür yazılarını eklemek istiyoruz. Birkaç sayıdır da bunun provalarını yaptık. Bunlar daha geniş bir alana bakarak zeka ve adaletin gerektirdiği noktaları görmeye çalıştığımız yazılar. Edebiyat, tarih, psikoloji, sosyoloji, popüler kültür, hatta sokak kültürü gibi sahalarda akademi dışı sıcakkanlı bir düşünce yaratmak istiyoruz. Sıfırdan başlamıyoruz çok şükür. Ama okuyan herkesin anlayabileceği ve hak vereceği, kendi kişisel meraklarını geliştirebileceği yazılar oluyor bunlar. Şimdiye kadar çok olumlu tepkiler aldık. Bunu devam ettirip mücadelemizi müdahaleye dönüştürmek istiyoruz.
Söyleşi: Osman Toprak
www.dunyayayenisoz.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder