Mayıs 2012, Sayı:160
Ece Ayhan’ı 12 Temmuz 2002’de İzmir’de yitirişimizin üstünden on yıl geçmiş.
Onunla 1991’de –Ankara Caddesi’ndeki bir yanı İstanbul Valiliği’ne bir yanı Babıali Yokuşu’na bakan– Korsan Yayın ofisinde tanıştım. Büfeden aldığımız turşulu ekmekarası döneri su bardağında çayla yutup Poesium kavgası verdiği(miz) günlerdi. Gazeteler, haftalık haber dergileri peşindeydi; Sombahar dergisi onun kamp merkeziydi...
Çanakkaleli Melahat’a İki El Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi kitabını yayımladık. Metin Altıok’un Süveyda’sını, Güven Turan’ın Bir Albümde Dört Mevsim’ini, Haydar Ergülen’in Sokak Prensesi’ni de o yıl basmıştık. Unutmuyorum, çünkü dizgi, düzelti, grafik, film, montaj, kâğıt, iç baskı, kapak baskı, mücellit, dağıtım vs bütün işlerine koşturduğum ilk kitaplardı bunlar. Sabahtan akşama dek şiirlerle, şairlerle yaşayıp akşamları odacığında öyküler yazmaya çalışan melankolik bir gençtim. Gene unutmuyorum, şairlerin arasında kalmaktan yakınırdım sürekli “kızların içinde kızılcık bebek” gibi; hiç öykücü arkadaşım yoktu ya...
Gözüm hep üstündeydi Ece’nin. Konuşmasını dinlerken jestlerini, mimiklerini atlamadan izlemeye çalıştığım ender kişilerden biriydi. O yaşta bir genç için onu dinleyip anlamaya çalışmak, labirentin göbeğine düşmek demekti: Okunacak yüzlerce kitap demekti, daha bir sürü şey demekti... Büyük bir kare bulmacaydı: Kıyıda köşede sürekli boş kare kalır, büyük soruların yanıtını bulmak güçleşirdi. Daha önce ağzından dinlediğim bir mevzuyu bu kez farklı isimler katarak anlattığı olur, kafam karışır ama araya girip o düzeltici soruları sorma fırsatı, cesareti bulamazdım.
Onunla, belki de son söyleşilerden birini bu dergide yapmıştık (Sayı: 45, Ocak-Şubat 2001). Çamlıca’daki Huzurevi’nde 2000 yılının Kasım’ında kapalı bir Cumartesi öğleden sonrasıydı... O gün, deyim yerindeyse leb demeden leblebiyi anladığımı görünce, on yıl boyunca onu dolu dolu okuyup dinlemiş olmanın kolaylığını ilk kez yaşayıp safça da sevinmiştim.
Diyeceğim, onu anlamak da, onu okumak da, onunla yaşamak da, onu sevmek de gücün gücü bir işti. Bilenler bilir ki en çok yakınlarına yüklenirdi ve yeri gelir yük olurdu. Üstesinden gelmeye çalışmak düpedüz sarpa sarmaktı. Kendisi zoru seçmişti, çevresini de o zora koştu.
Şimdi çok uzakta ama sanki daha çok sevilmekte.
Murat Yalçın
İçindekiler:
Ahmet Soysal - Ece Ayhan, Şair
Mahmut Temizyürek - Ece Ayhan: Etik kışkırtıcısı
Necmi Zekâ - Ece Ayhan’ın Melanet Tiyatrosu –Ece çocuk vartasını Benjamin ile okumak–
Efe Murad - Ece Ayhan: Büyük Ahlaki Gösteri
Ali Özgür Özkarcı - Arif Çağlar İçin “Gecikmiş” Bir Mektup
Tunç Tayanç - Seçilmiş Hikâyeler Dergisi ve E. Ayhan Çağlar ya da Ece Ayhan...
Ece Ayhan’dan Orhan Duru’ya Dört El Mektup
Ece Ayhan - Dergilerde Kalmış Öykülerden
Mustafa Ziyalan – Tutsak, Döngü, Dar
Cevdet Karal – Gözler, Biri Yine Sen, Unutuş Öldürmüyor Hiçbir Şeyi, Neydi Geçen Başımdan
Mehmet Can Doğan - Tadilat Nedeniyle Kapalıyız, % 70’e Varan İndirim, Sigara İçmek Öldürür
Aslı Serin - arzsız
Gürgenç Korkmazel - Punk
Şenay Eroğlu Aksoy - Karanlığın Sırrı
Pelin Buzluk - Sirk
Bilgehan Tufan - Saydam Çocuklar Parkı
Tevekkül Mehreliyev (T) - Dört Öykü
F. Ceren Yalçın - Değirmenci
Jaimy Gordon - “Mesele, gerçek edebiyatın az okur kitlesi ile de yaşatılmasıdır” Söyleşi: Alev Önder
Michel Tournier - Dört Deneme
Murat Nemet-Nejat - Eda: Allah yahut Allahsızlık, Modern Türk Şiiri Üzerine Düşünceler
Senem Gökel - Louis Salvator’un Kıbrıs’ı Ziyareti - IV
Sevgi Ünal - Thalassa Thalassa Thalassa
Şenay Eroğlu Aksoy - “Okuru ikna eden ilk cümlelerdir” Söyleşi: Pelin Buzluk
Önay Sözer - Onat Kutlar’ın “Düşünce”si
Hüseyin Kıran - Dönüş: Dokuz Öykü İçin Kısa Bir İnceleme
Barış Acar - Biçimin Tarihini Yazmak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder