2009-04-01

"Türk Edebiyatı" dergisinde Turgut Cansever

Sevgili Türk Edebiyatı okuyucuları,

Büyük mimar ve düşünce adamı Turgut Cansever’i 22 Şubat Pazar günü kaybettik ve ertesi gün Fatih Camii’nde cenaze namazını kıldıktan sonra Edirnekapı’da toprağa verdik. Kendisini son olarak Kurban Bayramı’nın üçüncü günü evinde ziyaret etmiştim; bir daha kalkmamak üzere yatağa mahkûm olmuştu ve ilaç verilerek sürekli uyutuluyordu. Bir ara uyandığında yanına geçtim; tanımıştı beni, duyulur duyulmaz bir sesle, “Sizinle buluşup konuşacaktık, yapacak çok işlerimiz vardı!” dedi. Belli ki zihni hâlâ aynı berraklıkta çalışıyor ve hayatını adadığı meseleler üzerinde kafa yormaya devam ediyordu.

Kaybettiğimiz, sadece büyük bir mimar, şehirci ve düşünce adamı değil, doğru bildiği yolda kavgasına tek başına devam edecek cesarete sahip, yaptığı işi ciddiye alan ve başladığı her işi aynı titizlik ve ciddiyetle bitirmek isteyen bir karakter âbidesiydi. Sıradanlığa tahammülü yoktu. Her şart ve ortamda düşüncelerini büyük bir cesaret ve kararlılıkla savunurdu. Çok yönlü bir sanatkârdı; gençliğinde resim yapmış, ney üflemişti. İkisinde de çok başarılı olduğuna, kendisini o yıllarda tanıyanlar şahitlik ediyor. Sanat tarihi doktorası yapmış belki de ilk ve tek mimardı. Tasavvuf ve felsefeyle ilgilenir, sürekli okurdu. Onun mimarlığı, mimarlığı çok aşar ve üzerinde yıllarca düşünülmüş bir felsefeye dayanırdı.

Cansever Hoca, kaynağını çok aradığı bir hadis-i şerife dayanarak sanatın asıl vazifesinin dünyayı güzelleştirmek olduğunu söyler, estetiğini ve mimari felsefesini bu görüşe dayandırırdı. İçinde mutlu bir hayat sürebileceğimiz güzel dünyanın, avutucu eğlencelerle değil, şehirleri ve konutları insanın “eşref-i mahlûkat” olduğu göz önüne alınarak yeniden inşa etmek suretiyle kurulabileceğine inanmıştı. Konutun insanları sadece yağmur ve soğuktan koruyan barınaklar olarak görüldüğü, insanın güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hakkı ve sorumluluğu kabul edilmediği sürece, asıl mânâsında beşerî ve güzel bir çevre meydana getirmek mümkün değildi.

Teknokratlar, insanın karar verme ve seçme haklarını bir kenara iterek her şeyi çözeceğine inandıkları makinelerin imkânlarına göre konut üretimini öngörmüşlerdir. Cansever Hoca’ya göre, insanları bir çeşit esir sayan ve dev apartman bloklarına tıkıştırarak kolektivite ile şuurlu ilişkilerini imkânsızlaştıran bu merkeziyetçi teknokrat despotizmi bütünüyle ahlak dışıydı. En yoksul insanların da, özel bilgi ve yeteneklerle geliştirilmiş güzel bir çevrede yaşamaya hakları vardı. Osmanlı tecrübesi bunun başarılabileceğini açık bir biçimde gösteriyordu.

Türk Edebiyatı olarak, bu büyük kaybı birkaç yazı ve haberle geçiştiremezdik; bir özel sayı hazırlamayı görev kabul ettik ve hemen işe koyulduk. Benim elimde aile köklerini, çocukluğunu ve ilk gençliğini anlattığı yayımlanmamış bir röportaj vardı. M. Selim Gökçe de babası Dr. Hasan Ferit Cansever’in hayatı ve mücadelesini anlattığı bir yazıyla eksiklerimizi tamamladı. Eskilerden Sedat Çetintaş’ın genç ressam Turgut Cansever hakkında yazdığı, 1937 yılında yayımlanan yazısı da ilginizi çekecek. Bu yazının yer aldığı sayfalarda, Cansever’in henüz bir lise öğrencisiyken yaptığı resimlerin profesyonel bir ressamın fırçasından çıkmışçasına başarılı olduğunu göreceksiniz.

Mustafa Armağan, uzun yıllar yakın çevresinde yer aldığı ve çeşitli dergilerdeki yazılarını ve röportajlarını toplayarak kitaplaştırdığı Turgut Hoca’yı nasıl tanıdığını anlattıktan sonra şahsiyetini ve fikirlerini tahlil etti. Yusuf Kaplan’ın “Bir Medeniyet Mimarı: Turgut Cansever” ve Mustafa Özel’in “Tevhid, Mimari ve Yönetim” başlıklarını taşıyan derinlikli yazılarına özellikle dikkatinizi çekiyorum.

Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin de, Turgut Bey’in yakın çevresinde yer alıyordu. Hatta Çocuk Vakfı binasının projesini ona çizdirmişti. Münasebetleri devam ettirdiği sürece günlük tutan Şirin’in bu günlüklerinden bazı bölümleri de bu sayımızda okuyacak, özellikle 17 Ağustos depreminin ardından yazdıklarında, Hoca’nın İstanbul’u bekleyen deprem tehlikesine karşı çözüm yolları bulmak için nasıl çırpındığını öğreneceksiniz.

Turgut Bey’in önemli projelerinden biri de Sivas Kaleardı Mahallesi Projesi’ydi. Yazık ki uygulanamayan bu projenin nasıl oluştuğunu ve Hoca’nın Sivas günlerini de Sivas’ta yaşayan dostumuz Berat Demirci yazdı. Ben de Beyazıt Meydanı’nın hikâyesini ve Hoca’nın Beyazıt Meydanı Projesi’nin başına gelenleri yazdım. Mimar Semih Akşeker ve Dursun Ali Tokel de bu sayımıza Cansever’e adanmış önemli yazılarla katkıda bulundular.

Tabii, Turgut Bey’in eşi Nilüfer Hanımefendi’yle kızı Emine Öğün Hanımefendi’ye teşekkür borçluyuz. Özel sayımızın görsel bakımdan zengin olması için aile albümlerinden faydalanmamıza izin verdiler. Onlar sayesinde özel sayımız aynı zamanda bir Turgut Cansever Albümü niteliği taşımaktadır.

Son olarak Süleyman Faruk Göncüoğlu ve Yusuf Çağlar’ın yazılarına dikkatlerinizi çekmek istiyorum.

Kırkambar’ımızın yine çok dolu olduğunu göreceksiniz.

Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.

Muhabbetle, efendim.

Beşir Ayvazoğlu

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com