Aslında pek ses çıkarmak istemiyordum fakat artık dayanamadım. Mustafa Şerif Onaran'ın bugünkü Cumhuriyet Kitap Dergisi'ndeki (1001. sayısındaki) yazısının başlığı da içeriği de ilginç; "Dergi Çıkarmak Sorumluluğu".
Şerif Bey, sözkonusu yazısında son derece fason bir dille, neredeyse Doğan Hızlan'ı bile aratacak çeşitli kliklerle ve genellemelerle günümüzde edebiyat dergiciliğinin yüklendiği sorumluluklardan filan bahsetmiş... Geçmişten birkaç örnek vermiş, geçmişte yayımlanan bazı "gerçekten önemli" dergiler ile günümüzde yayımlanan "gerçekten önemsiz" dergileri yapay bir şekilde ilişkilendirmiş... Günümüzde yayımlanan bazı dergileri hiç olmadıkları kadar işlevsel ve tutarlı olarak göstermiş... Derinlik ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü dergiye "derin ve işlevsel" demiş filan... Kısacası, "bunlar iyi dergilerdir" diyerek bir "liste" çıkarmış. Sonra da bu gülpembe tablonun ve listenin ardından, bakanlıklara ve yetkililere seslenmiş; bu iyi dergilerin, bu iyi listenin desteklenmesi yolunda, sorumluluğun paylaşılması yolunda fikirler ve öneriler sunmuş vs vs...
Benzer tavırlarla, benzer retorik numaralarıyla bu sene yayımlanan birçok antolojide, köşe ve değerlendirme yazısında da karşılaştım. İçsizlik, temelsizlik, işlevsizlik, sezgi yoksunluğu, bilgi yoksunluğu -ve hatta geyik muhabbeti- mertebesinden yayın yapan dergiler ile bu dergilerin bünyesinde yazan ve "bir voleybol takımı gibi dönen, pozisyon değiştiren" birtakım mükerrer isimleri yere-göğe sığdıramamak ya da manüpilasyon aracılığıyla yapay ortam yaratmak numaraları filan... Bu sene böyle şeylerle her yerde karşılaştım. Artık tüm bunları, tüm bu eleştirmen yaftalı üleştirmenlerin sözlerini "Dezenformasyon" olarak tanımlamamızın bir sakıncası yok sanırım.
Ve sanıyorum, "Edebiyat Dergilerimiz, Yazarlarımız ve Şairlerimiz Süper. Ama Bu Süper Ortamın Okuyucusu Yok Denecek Kadar Az. Bu Nedenle Sizden Destek Bekliyoruz!" kalıbı 2009 yılının mottosu olacak... Böylesine bir mottonun "Büyük Başkan Bizi Diskoya Götür!" söylemiyle "farksız" olduğu o kadar açık ki! Bu farksızlığın varlığını kabul etmemek için "kör numarası" yapmak lazım. Sözkonusu farksızlıktan rahatsız olmayıp, tepki vermeyenler de "dilsiz taklidi" yapmak zorundalar.
Her iki tür taklitçiliği de "edebiyatın onuru" üstbaşlığının altında inceleyemeyiz.
Bugünün garabet ortamında, "sorumlu" diye işaret edilen birçok dergi, aslında mezarlığa dönüşmüş bir dirsek temas noktası, bir kuytu değil midir? Bugünün garabet ortamında, şair-yazar olmayan birçok heveskâr zorla, haketmediği ve belki de istemediği halde şairmiş-yazarmış gibi, çok önemli ve farklıymış gibi "piyasa"ya sunulmuyor mu? Geçmişteki bazı sıkı adamların bazı sıkı eserleri ve mücadeleleri üzerinden, adeta etikete dönmüş bazı edebiyat dergilerinin ismi/markası üzerinden yeterince "yapay saygınlık, muhatapsız etkinlik, müstahkem mevki, üleştiri antolojisi, kartvizit, ödül, jüri üyeliği şapkası, mikrofon yanı masa kartı" cukkalanmadı mı? Bu kadar "uydu", bu kadar "tüp bebek", bu kadar "fırdöndü" yetmiyor mu edebiyata?
Edebiyatımıza hız, açılım ve karakter kazandıracak "sahici" niteliğin bir bakanlık desteği ya da "evkaf nezareti" değil de "BAĞIMSIZLIK, KALB ve VİCDAN" olduğu hâlâ anlaşılmadı mı? Bunun sezilmesi, kavranması bu kadar mı zor? Üç-beş tane bağımsız, kalb ve vicdan sahibi adamın birtakım "ilke"ler ve bir "liyakat dengesi" etrafında buluşup, araştırma yapıp, çalışıp, haklılığın inadını yüklenip, her şeyden önemlisi fasonluğa ve haysiyetsizliğe karşı mücadele edip, "sıkı veya sahici edebiyat" icra etmesi bu kadar mı zor?
Ben, bugünün edebiyat aktörlerini ve edebiyat kâhyalarını düşündüğümde, bugünün garabet ortamına ve sözkonusu ortamın tipolojik özelliklerine baktığımda sadece ve sadece şunu görüyorum: "Örgütlenmiş Bir Sorumsuzluk"...
Merkezde, taşrada (daha doğrusu merkezin taşrasında ve taşranın merkezinde) ne yazık ki durum bundan ibarettir. Gerisi de laf-ı güzâftır.
Zafer Yalçınpınar
Kaynak:
Puşt Ahali Edebiyat Platformu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder