"Gerçek Hayat"
2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesinde skandallar bitmiyor. Yolsuzluk iddialarını duymazdan gelsek bile, bütçenin har vurup harman savrulduğu yapılan etkinliklerle gözümüzden kaçmıyor. Ajansın başına getirilen Nuri Çolakoğlu ve arkadaşlarının istifası bir yana, aydınlarımız teker teker Avrupalılık tariflerini sıralamaya başladılar. Fakat bizim itirazımızın en çok yükseldiği nokta Avrupalılıktan ne anladığımız değil, neden bu berbat kostümü giymek zorunda kaldığımız. Hem de muhafazakar bir elin zorlaması ile!
Faruk Yücel
Türkan Saylan'ı yarım yamalak okumak, Ergenekon'u yalan yanlış okumaktır.Türkan Saylan’ın bir ‘iyilik meleği’ olduğuna dair inancınız abartılıysa, ‘meleğinizin’ hata yapabileceğine inanmazsınız. Misyonerlik yapmış olabileceğini aklınız almaz, “Kilise’den yardım aldık” dediğinde bile kılıf uydurursunuz. Terör örgütüne yardım ettiğine kulaklarınız da vicdanınız da inanmaz. Bunları ispatlayabilecek hiçbir dayanağınız olmadığını fark ettiğinizde, Türkan Saylan’ın başına bağladığı boneyi gösterip, “Ama o kanser hastası ve oldukça yaşlı bir kadın” dersiniz. Konu değişir. Ergenekon, vitrinine ‘vicdan mankeni’ konulmuş, birileri nefes almıştır. Sayenizde! Atı alan (At Kız-Türkan Saylan) Üsküdar’ı geçecektir. (Üstelik Üsküdar, çokça dincinin(!) yaşadığı bir ilçedir)
Ümmühan Atak
Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne: Profesörler darbelerin süsü
Ergenekon davasının 12. dalgası üniversitelerimizi gündeme getirdi. Bilimsel çalışmalarından ziyade “rejime” sahip çıkmayı, durumdan vazife çıkarmayı öne alan üniversitelerimiz hakkında Prof. Dr. Mümtaz’er Türköne ile söyleşirken konu Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasına ve o konuşmadaki cemaat vurgusuna ve yine son günlere damgasını vuran DTP operasyonuna geldi.
Türklerle Araplar birleşmeli
Londra’da yayın yapan Kudüs El Arabiya Gazetesi’nin yazarlarından olan Eymen Halid, tıpkı Lübnanlı Gazeteci Muhammed Nureddin gibi Türkiye’nin Arap Dünyası’ndaki gönüllü elçilerinden. Türklerle Arapların birleşmesi fikrinin ateşli savunucularından biri olan Halid, ayrıca Osmanlı’ya büyük önem veren Arap Gazetecilerin önde gelenleri arasında sayılıyor. Eymen Halid hem Arapların Osmanlı hakkında ne düşündüklerini; hem de Türkiye’nin dışardan nasıl görüldüğünü Adem Özköse’ye anlattı.
2009-04-24
"Özgün Düşünce" dergisinde sol, sosyalizm, İslamî sol dosyası
İlk sayısıyla çeşitli çevrelerde büyük yankı uyandıran üç aylık İslami Düşünce Dergisi Özgün Düşünce, 2. sayısını ‘Sol, Sosyalizm, İslami Sol’ ana başlığıyla yine dikkatleri üzerine çekti.
Girişi yazısında ‘Aydınlanma’ kavramının tarih okuması olduğu kadar aynı zamanda bir gelecek okuması da olduğunu belirten Özgün Düşünce, Wallerstein’in dünyaya miras bırakılan üç önemli siyasal sistemin -muhafazakârlık, liberalizm ve sosyalizm-, üç perspektifin de cumhuriyetçi bir yönetim biçiminde uzlaşsa da demokratik ve monarşik dizgeler arasındaki savrulmalar, daha uzun süre tartışılacağını vurguluyor.
I. Enternasyonal devriminde anarşistlerin dışlanması, II. Enternasyonal devrimle Marksist ‘devrim’ yanlıların kazanmasıyla, sosyalizmin gidişatının belirginleştiğini ve bu süreçte 1917 devriminin bir anlamda ‘aydınlanma’nın radikalleştirilmiş bir biçimi olduğunu belirtilirken, sosyalizmin Avrupa’da dışlandığı, otokrat bir modele tıkandığı, liberalizm ve muhafazakârlığınsa alternatifler haline geldiği belirtiliyor. Soğuk savaş dönemindeki bu muvazaalı hegemonya çatışası içerisinde, İran’ı bölgesel bir kapitalist güç olarak görmek mümkünken, Cezayir’den Irak’a kadar yayılan Arap politikasında ise Müslümanların Mısır merkezli Nasırcı bir Arap sosyalizmi bloğu oluşturulma çabası içinde olduğu ifade ediliyor.
Nasıl ki Fransız ve Rus Devrimlerinden sonraki dünyaları, bu devrimleri dikkate almaksızın okumak ve anlamak mümkün değilse, 1979 sonrası dünyası da, İslam Devrimi dikkate alınmaksızın anlaşılamayacağı ifade edilirken, 1968 kuğunun son şarkısı olarak nitelendiriliyor.
Özgün Düşünce’nin bu sayısında İslamcılıkla sol arasındaki ilişkiler kadar, sol, sosyalizm ve İslami sol gibi kavramlar üzerinde durmaya, bu kavramları irdelemeye ve bu kavramları bugün gelmiş olduğumuz noktadan ‘okumaya’ çalışılıyor. Öte taraftan İslamcılığa ilişkin açmış olunan tartışmalar, bu sayıda da devam ediyor.
İkinci sayısıyla Özgün Düşünce İslamî Hareket(ler) boyunca ortaya konulan değerler, devinimler, modernizmin getirdiklerine dair yeryüzünün bir umudu, sancısı olma vasfını da taşıyor. Bu değerler silsilesine; değer üretmede “kutsalın ve geleneğin” rolünü üslenerek pozitivizmde tebarüz eden yeni paganlığın saldırısına karşı, ilahi vahyin tüm çağlara hitap eden sesini dillendirmeye çalışıyor.
Sorumlu olan ‘ben’in özne mi yoksa fert mi olarak tanımlanması gerektiği; bireylik ve bireycilik ayrımı ve Batı bireyliği ile İslam şahsiyetçiliğinin ayrımları kadar, kişiselliğin temsilinin ahlaki, toplumsal ya da ontolojik bir düzlemde kabul edileceği de tartışmaya açık.
İkinci sayısında Sol, Sosyalizm ve İslami Sol kavramlarını irdeleyen bu dergiyi, okuyucunun ellerine bırakıyoruz, Allah ellerimizi bırakmasın.
Ümit AKTAŞ
İslamcılık ve Sol/Sosyalizm Ekseninde, Türkiye’de Sosyopolitik Değişim Üzerine Bir Analiz
Abdülaziz TANTİK
İslam ve Sosyalizm
Mehmet KAR
Türk Solunun ‘Birikim’i
Abdulaziz KIRANŞAL
‘İslami Sol’un Kur’an Perspektifi
Mustafa YILDIZ
Bir İslamcının ‘Kapitalizm ve Sosyalizm’ Hakkındaki Düşünceleri
Ümit AKTAŞ
İslami Sol, Tecdid ve Kavramsal/Sembolik Üretim
Asım ÖZ
Türkiye’de Sol, Edebi Kamuda Toplumcu Gerçekçilik Yazınsal gerçekçilik Gerilimlerine Genel Bir Bakış
Ali BULAÇ
Birey Üzerine!
Menderes ÇINAR
Türk İslamcılığı: İslamcı Pragmatizmden Demokratik Pragmatizme
Cihan AKTAŞ
Kadın Yazarlarda Göç ve Kimlik
Ahmet Sait AKÇAY
Bir Kimlik Sorunsalı Olarak Hidayet
Mehmet TURGUT
Tezkire ve İslamiyat Dergilerindeki Sol İslam Tartışmaları Hakkında Bir Değerlendirme
Abdulgaffur IŞIK
Bir Adalet ve Özgürlük Sistemi Ya da İslam’ın Kapitalizm İle Çatışması
Emrah ATİLLA
Panorama: Kerim Devletten Kurt Devletine
Yunus Emre Tozal
"Örgütlenmiş Sorumsuzluk"
Aslında pek ses çıkarmak istemiyordum fakat artık dayanamadım. Mustafa Şerif Onaran'ın bugünkü Cumhuriyet Kitap Dergisi'ndeki (1001. sayısındaki) yazısının başlığı da içeriği de ilginç; "Dergi Çıkarmak Sorumluluğu".
Şerif Bey, sözkonusu yazısında son derece fason bir dille, neredeyse Doğan Hızlan'ı bile aratacak çeşitli kliklerle ve genellemelerle günümüzde edebiyat dergiciliğinin yüklendiği sorumluluklardan filan bahsetmiş... Geçmişten birkaç örnek vermiş, geçmişte yayımlanan bazı "gerçekten önemli" dergiler ile günümüzde yayımlanan "gerçekten önemsiz" dergileri yapay bir şekilde ilişkilendirmiş... Günümüzde yayımlanan bazı dergileri hiç olmadıkları kadar işlevsel ve tutarlı olarak göstermiş... Derinlik ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü dergiye "derin ve işlevsel" demiş filan... Kısacası, "bunlar iyi dergilerdir" diyerek bir "liste" çıkarmış. Sonra da bu gülpembe tablonun ve listenin ardından, bakanlıklara ve yetkililere seslenmiş; bu iyi dergilerin, bu iyi listenin desteklenmesi yolunda, sorumluluğun paylaşılması yolunda fikirler ve öneriler sunmuş vs vs...
Benzer tavırlarla, benzer retorik numaralarıyla bu sene yayımlanan birçok antolojide, köşe ve değerlendirme yazısında da karşılaştım. İçsizlik, temelsizlik, işlevsizlik, sezgi yoksunluğu, bilgi yoksunluğu -ve hatta geyik muhabbeti- mertebesinden yayın yapan dergiler ile bu dergilerin bünyesinde yazan ve "bir voleybol takımı gibi dönen, pozisyon değiştiren" birtakım mükerrer isimleri yere-göğe sığdıramamak ya da manüpilasyon aracılığıyla yapay ortam yaratmak numaraları filan... Bu sene böyle şeylerle her yerde karşılaştım. Artık tüm bunları, tüm bu eleştirmen yaftalı üleştirmenlerin sözlerini "Dezenformasyon" olarak tanımlamamızın bir sakıncası yok sanırım.
Ve sanıyorum, "Edebiyat Dergilerimiz, Yazarlarımız ve Şairlerimiz Süper. Ama Bu Süper Ortamın Okuyucusu Yok Denecek Kadar Az. Bu Nedenle Sizden Destek Bekliyoruz!" kalıbı 2009 yılının mottosu olacak... Böylesine bir mottonun "Büyük Başkan Bizi Diskoya Götür!" söylemiyle "farksız" olduğu o kadar açık ki! Bu farksızlığın varlığını kabul etmemek için "kör numarası" yapmak lazım. Sözkonusu farksızlıktan rahatsız olmayıp, tepki vermeyenler de "dilsiz taklidi" yapmak zorundalar.
Her iki tür taklitçiliği de "edebiyatın onuru" üstbaşlığının altında inceleyemeyiz.
Bugünün garabet ortamında, "sorumlu" diye işaret edilen birçok dergi, aslında mezarlığa dönüşmüş bir dirsek temas noktası, bir kuytu değil midir? Bugünün garabet ortamında, şair-yazar olmayan birçok heveskâr zorla, haketmediği ve belki de istemediği halde şairmiş-yazarmış gibi, çok önemli ve farklıymış gibi "piyasa"ya sunulmuyor mu? Geçmişteki bazı sıkı adamların bazı sıkı eserleri ve mücadeleleri üzerinden, adeta etikete dönmüş bazı edebiyat dergilerinin ismi/markası üzerinden yeterince "yapay saygınlık, muhatapsız etkinlik, müstahkem mevki, üleştiri antolojisi, kartvizit, ödül, jüri üyeliği şapkası, mikrofon yanı masa kartı" cukkalanmadı mı? Bu kadar "uydu", bu kadar "tüp bebek", bu kadar "fırdöndü" yetmiyor mu edebiyata?
Edebiyatımıza hız, açılım ve karakter kazandıracak "sahici" niteliğin bir bakanlık desteği ya da "evkaf nezareti" değil de "BAĞIMSIZLIK, KALB ve VİCDAN" olduğu hâlâ anlaşılmadı mı? Bunun sezilmesi, kavranması bu kadar mı zor? Üç-beş tane bağımsız, kalb ve vicdan sahibi adamın birtakım "ilke"ler ve bir "liyakat dengesi" etrafında buluşup, araştırma yapıp, çalışıp, haklılığın inadını yüklenip, her şeyden önemlisi fasonluğa ve haysiyetsizliğe karşı mücadele edip, "sıkı veya sahici edebiyat" icra etmesi bu kadar mı zor?
Ben, bugünün edebiyat aktörlerini ve edebiyat kâhyalarını düşündüğümde, bugünün garabet ortamına ve sözkonusu ortamın tipolojik özelliklerine baktığımda sadece ve sadece şunu görüyorum: "Örgütlenmiş Bir Sorumsuzluk"...
Merkezde, taşrada (daha doğrusu merkezin taşrasında ve taşranın merkezinde) ne yazık ki durum bundan ibarettir. Gerisi de laf-ı güzâftır.
Zafer Yalçınpınar
Kaynak:
Puşt Ahali Edebiyat Platformu
Şerif Bey, sözkonusu yazısında son derece fason bir dille, neredeyse Doğan Hızlan'ı bile aratacak çeşitli kliklerle ve genellemelerle günümüzde edebiyat dergiciliğinin yüklendiği sorumluluklardan filan bahsetmiş... Geçmişten birkaç örnek vermiş, geçmişte yayımlanan bazı "gerçekten önemli" dergiler ile günümüzde yayımlanan "gerçekten önemsiz" dergileri yapay bir şekilde ilişkilendirmiş... Günümüzde yayımlanan bazı dergileri hiç olmadıkları kadar işlevsel ve tutarlı olarak göstermiş... Derinlik ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü dergiye "derin ve işlevsel" demiş filan... Kısacası, "bunlar iyi dergilerdir" diyerek bir "liste" çıkarmış. Sonra da bu gülpembe tablonun ve listenin ardından, bakanlıklara ve yetkililere seslenmiş; bu iyi dergilerin, bu iyi listenin desteklenmesi yolunda, sorumluluğun paylaşılması yolunda fikirler ve öneriler sunmuş vs vs...
Benzer tavırlarla, benzer retorik numaralarıyla bu sene yayımlanan birçok antolojide, köşe ve değerlendirme yazısında da karşılaştım. İçsizlik, temelsizlik, işlevsizlik, sezgi yoksunluğu, bilgi yoksunluğu -ve hatta geyik muhabbeti- mertebesinden yayın yapan dergiler ile bu dergilerin bünyesinde yazan ve "bir voleybol takımı gibi dönen, pozisyon değiştiren" birtakım mükerrer isimleri yere-göğe sığdıramamak ya da manüpilasyon aracılığıyla yapay ortam yaratmak numaraları filan... Bu sene böyle şeylerle her yerde karşılaştım. Artık tüm bunları, tüm bu eleştirmen yaftalı üleştirmenlerin sözlerini "Dezenformasyon" olarak tanımlamamızın bir sakıncası yok sanırım.
Ve sanıyorum, "Edebiyat Dergilerimiz, Yazarlarımız ve Şairlerimiz Süper. Ama Bu Süper Ortamın Okuyucusu Yok Denecek Kadar Az. Bu Nedenle Sizden Destek Bekliyoruz!" kalıbı 2009 yılının mottosu olacak... Böylesine bir mottonun "Büyük Başkan Bizi Diskoya Götür!" söylemiyle "farksız" olduğu o kadar açık ki! Bu farksızlığın varlığını kabul etmemek için "kör numarası" yapmak lazım. Sözkonusu farksızlıktan rahatsız olmayıp, tepki vermeyenler de "dilsiz taklidi" yapmak zorundalar.
Her iki tür taklitçiliği de "edebiyatın onuru" üstbaşlığının altında inceleyemeyiz.
Bugünün garabet ortamında, "sorumlu" diye işaret edilen birçok dergi, aslında mezarlığa dönüşmüş bir dirsek temas noktası, bir kuytu değil midir? Bugünün garabet ortamında, şair-yazar olmayan birçok heveskâr zorla, haketmediği ve belki de istemediği halde şairmiş-yazarmış gibi, çok önemli ve farklıymış gibi "piyasa"ya sunulmuyor mu? Geçmişteki bazı sıkı adamların bazı sıkı eserleri ve mücadeleleri üzerinden, adeta etikete dönmüş bazı edebiyat dergilerinin ismi/markası üzerinden yeterince "yapay saygınlık, muhatapsız etkinlik, müstahkem mevki, üleştiri antolojisi, kartvizit, ödül, jüri üyeliği şapkası, mikrofon yanı masa kartı" cukkalanmadı mı? Bu kadar "uydu", bu kadar "tüp bebek", bu kadar "fırdöndü" yetmiyor mu edebiyata?
Edebiyatımıza hız, açılım ve karakter kazandıracak "sahici" niteliğin bir bakanlık desteği ya da "evkaf nezareti" değil de "BAĞIMSIZLIK, KALB ve VİCDAN" olduğu hâlâ anlaşılmadı mı? Bunun sezilmesi, kavranması bu kadar mı zor? Üç-beş tane bağımsız, kalb ve vicdan sahibi adamın birtakım "ilke"ler ve bir "liyakat dengesi" etrafında buluşup, araştırma yapıp, çalışıp, haklılığın inadını yüklenip, her şeyden önemlisi fasonluğa ve haysiyetsizliğe karşı mücadele edip, "sıkı veya sahici edebiyat" icra etmesi bu kadar mı zor?
Ben, bugünün edebiyat aktörlerini ve edebiyat kâhyalarını düşündüğümde, bugünün garabet ortamına ve sözkonusu ortamın tipolojik özelliklerine baktığımda sadece ve sadece şunu görüyorum: "Örgütlenmiş Bir Sorumsuzluk"...
Merkezde, taşrada (daha doğrusu merkezin taşrasında ve taşranın merkezinde) ne yazık ki durum bundan ibarettir. Gerisi de laf-ı güzâftır.
Zafer Yalçınpınar
Kaynak:
Puşt Ahali Edebiyat Platformu
2009-04-23
"Kuşluk Vakti" dergisi
Kuşluk Vakti’nin Nisan Sayısı Okuyucularla Buluştu..!
Merhabalar,
Güzel günlerdeyiz vesselam. Günlük güneşlik şarkıları ile bahar aldı başını gidiyor. Hem de peşi sıra koşturan sevdalıları ile.
Doğrusu ben de baharla birlikte koşturanlardanım; ancak benimkisi gönül koşusu. Dostların sayısını biraz daha arttırma ve sonrasında bu dostlara ulaşma koşusu.
Böylesine bir koşu için en uygun zamanlardan birisidir nisan kulvarı. Dostlara koşmanın şiircesi.
Bir dostumun ‘’Adın bahar olsun senin, aylarındansa nisan.’’şeklindeki dilek ve temennisini bir dua gibi basarım bağrıma. İçerisinde nisan bulunduran mevsim benim mevsimimdir ve benim baharımdır. Oldum olası sevemedim mesela eylülü ustalara inat.
Benim ayım nisandır. Nisandır içerisinde yağmur duaları bulunduran ay. Çünkü bir duanın kabulü gibi düşer can evime kırkikindiler.
Öyle ya! Nisan çokça da kırkikindi demektir. Nisanda kırk gün kırk ikindi düşen, 10–15 dakikalık kısa yağmurların adıdır kırkikindi. Kırk gün ve kırk ikindi süren mutluluk.
Kırk gün kırk gece düğünlerini andırır adeta. Muştuyla gelir, bolluk ve bereketiyle. Bir yıllık rızkı yaradanın izniyle dağıtır ve gider.
Erişilen yıldaki bolluk ve bereketin adıdır nisan yağmurları.
Unutulmaya yüz tutmuş bu yağmurları bizlere hatırlatan ustalara şükran borçluyuz. Özellikle de geçtiğimiz yıl sadece aramızdan ayrılan ancak gönlümüzden hiçbir zaman ayrılmayacak olan Erdem Beyazıt ustaya.
Bir dostum ‘’Mevsimlerin kuşluğu ilkbahardır, ayların kuşluğu mart.’’ şeklinde övse de martı, ön plana çıkarsa da benim ayım nisandır. En çok nisanı severim ben aylardan.
Nisan iyidir dostlarım.
Böylesine güzel bir ayda yeni bir sayı ile yine gönlünüzün kıyılarına tutunduk. Bizlere siz dostlarımızla halleşme fırsatı verdiğiniz için hepinize yürekten teşekkürler.
Yağmurlarınız kırkikindi ayınız nisan olsun…
Salih Güzel
Nisan sayısının içeriği özetle şöyle:
Yazıyorum Çünkü’nün Konuğu:
* Sibel Erarslan / Beyaz Kağıt ve Yalnızlık
Şiir:
* Mustafa Oğuz / İşte Nisan
* Yusuf Gündüz / Kaybolan Yerlerimiz
* Mustafa Uçurum / Eksik Yanı Kalmasın Aşkın
* Ali Sözer / Küçük Kızlar
* Salih Güzel / Yağmura Ve Rüzgara Dair / Kız Söylevi
Deneme:
* Mustafa Oğuz / İkinci Yeni Ne Kadar Yeni ve Asıl Yenilikçi Şairlerimiz
* İskender Şehsuvaroğlu / Metni Tay Tay Durdurmak
* Nevzat Akyar / Çıban
* Muhsine Arzu / Perdelenemez Bir Hüzün: Aşkın Cümle Kapısı
* Mustafa Ökkeş Evren / İlk Olmak, Paradil mi Paradoks mu, Muhteşem Sessizlik, Mezar Kazıcı ve Kefen.
Hikaye:
* Recep Şükrü Gümgör / Sen Bağdat’a git evlat!
Günlük:
* Tayyib Atmaca / Ebem Kuşağının Altında’n sesleniyor okuyucularının gönlüne.
Söyleşi:
* M. Zahir Ertekin, hayat, aşk, ölüm, ve edebiyat kıskacında bir şair ile konuştu. Mustafa Özçelik ile.
Kitap / Eleştiri:
* Ali Şîr Kuşçu, gönlümüzün kıyılarına vurmuş bir kitaba değinmiş nisan sayısında. Elif Şafak’ın Aşk’ına. Aşk kitabına.
Merhabalar,
Güzel günlerdeyiz vesselam. Günlük güneşlik şarkıları ile bahar aldı başını gidiyor. Hem de peşi sıra koşturan sevdalıları ile.
Doğrusu ben de baharla birlikte koşturanlardanım; ancak benimkisi gönül koşusu. Dostların sayısını biraz daha arttırma ve sonrasında bu dostlara ulaşma koşusu.
Böylesine bir koşu için en uygun zamanlardan birisidir nisan kulvarı. Dostlara koşmanın şiircesi.
Bir dostumun ‘’Adın bahar olsun senin, aylarındansa nisan.’’şeklindeki dilek ve temennisini bir dua gibi basarım bağrıma. İçerisinde nisan bulunduran mevsim benim mevsimimdir ve benim baharımdır. Oldum olası sevemedim mesela eylülü ustalara inat.
Benim ayım nisandır. Nisandır içerisinde yağmur duaları bulunduran ay. Çünkü bir duanın kabulü gibi düşer can evime kırkikindiler.
Öyle ya! Nisan çokça da kırkikindi demektir. Nisanda kırk gün kırk ikindi düşen, 10–15 dakikalık kısa yağmurların adıdır kırkikindi. Kırk gün ve kırk ikindi süren mutluluk.
Kırk gün kırk gece düğünlerini andırır adeta. Muştuyla gelir, bolluk ve bereketiyle. Bir yıllık rızkı yaradanın izniyle dağıtır ve gider.
Erişilen yıldaki bolluk ve bereketin adıdır nisan yağmurları.
Unutulmaya yüz tutmuş bu yağmurları bizlere hatırlatan ustalara şükran borçluyuz. Özellikle de geçtiğimiz yıl sadece aramızdan ayrılan ancak gönlümüzden hiçbir zaman ayrılmayacak olan Erdem Beyazıt ustaya.
Bir dostum ‘’Mevsimlerin kuşluğu ilkbahardır, ayların kuşluğu mart.’’ şeklinde övse de martı, ön plana çıkarsa da benim ayım nisandır. En çok nisanı severim ben aylardan.
Nisan iyidir dostlarım.
Böylesine güzel bir ayda yeni bir sayı ile yine gönlünüzün kıyılarına tutunduk. Bizlere siz dostlarımızla halleşme fırsatı verdiğiniz için hepinize yürekten teşekkürler.
Yağmurlarınız kırkikindi ayınız nisan olsun…
Salih Güzel
Nisan sayısının içeriği özetle şöyle:
Yazıyorum Çünkü’nün Konuğu:
* Sibel Erarslan / Beyaz Kağıt ve Yalnızlık
Şiir:
* Mustafa Oğuz / İşte Nisan
* Yusuf Gündüz / Kaybolan Yerlerimiz
* Mustafa Uçurum / Eksik Yanı Kalmasın Aşkın
* Ali Sözer / Küçük Kızlar
* Salih Güzel / Yağmura Ve Rüzgara Dair / Kız Söylevi
Deneme:
* Mustafa Oğuz / İkinci Yeni Ne Kadar Yeni ve Asıl Yenilikçi Şairlerimiz
* İskender Şehsuvaroğlu / Metni Tay Tay Durdurmak
* Nevzat Akyar / Çıban
* Muhsine Arzu / Perdelenemez Bir Hüzün: Aşkın Cümle Kapısı
* Mustafa Ökkeş Evren / İlk Olmak, Paradil mi Paradoks mu, Muhteşem Sessizlik, Mezar Kazıcı ve Kefen.
Hikaye:
* Recep Şükrü Gümgör / Sen Bağdat’a git evlat!
Günlük:
* Tayyib Atmaca / Ebem Kuşağının Altında’n sesleniyor okuyucularının gönlüne.
Söyleşi:
* M. Zahir Ertekin, hayat, aşk, ölüm, ve edebiyat kıskacında bir şair ile konuştu. Mustafa Özçelik ile.
Kitap / Eleştiri:
* Ali Şîr Kuşçu, gönlümüzün kıyılarına vurmuş bir kitaba değinmiş nisan sayısında. Elif Şafak’ın Aşk’ına. Aşk kitabına.
Rumeli özel sayısı
Çıkmakta olan kahraman dergilerimiz hâlâ okurları için her sayısında yeni güzellikler getiriyorlar. Kültür dergisi, 14 sayıdır hacimli ve derinlikli dosyalarıyla sabır ve ısrarla yayın hayatına devam ediyor.
Kültür hem derginin adı hem de alanı olarak temayüz ediyor. Kültür dairesine giren her konu önem ve ilgi sırasına göre dergide işleniyor. Derginin hazırlanmasında dikkati çeken emek nihayet iki ödülle teslim edildi. Esasen bütün yayınların bilhassa süreli yayınların emeğini takdir ve teslim eden okurdur. Okurun ilgisini ve beğenisi kazanan her yayın ömrünü ve niteliğini her yeni sayıda biraz daha arttırır. Kültür dergisine ödül, TYB ve ESKADER'den geldi, bu ödüllerin nice heyecanlı ve güzel sayıların hazırlanmasına vesile olmasını diliyoruz.
Kültür dergisinin 14. sayısı Rumeli özel sayısı olarak hazırlanmış (Dergi tel: 0212 491 04 27). Rumeli'nin biraz da bizim gündemimize bir televizyon kanalında yayınlanan "Elveda Rumeli" dizisiyle girdiği görüşü ve kanaati yaygın.
Rumeli, belki bu yıllarda bir dizi ile girmiştir ama İstanbul'dan yıllarca önce daha Beyliğin ilk kuruluş günlerinde bizlerin vatanı olmuştur. İstanbul ancak Evlâd-ı Fatihân'ın gazalarla, fetihlerle Rum eli'ni bir Türk eli yapmasıyla fakat adını yine aynen muhafaza etmesiyle fetholunabilmiştir. Rumeli bizim tarihimizde Osmanlı'nın son çalkantılı ve buhranlı dönemindeki isyanlarıyla, savaşlarıyla da hatırlanmaktadır. Elveda denilmesi de bir bir isyan eden ve bağımsızlık isteyen unsurların bölgeyi Evlâd-ı Fatihân neslinden arındırma faaliyetlerini hatırlattığı içindir.
Edirne'nin dışı her ne kadar resmiyette sınırlarımızın dışı olarak gözükse de Bosna'ya kadar bütün şehirler, topraklar hâlâ Osmanlı'nın ve İslâm'ın barışıyla, rahmetiyle, maneviyatıyla, kimliğiyle, adaletiyle, duasıyla ayakta durmaktadır. Edirne, Müslüman olan bu şehirler silsilesinin ancak bir halkasıdır. Bu halkayı Yahya Kemal, Bursa'dan Şardağı'ndan Üsküp'e bağlamıştır.
Avrupa'dan İslâm'ı atmanın, Osmanlı'nın fethettiği bütün Avrupa topraklarından, şehirlerinden, -nihaisi İstanbul olmak üzere- Müslümanları uzaklaştırmanın hesabını yapan güçler bu amaçlarına Birinci ve İkinci Balkan savaşlarında bir nebze olsun yaklaşmışlar, en azından her gayr-ı Müslim unsura kendi devletini kurma imkânını vermişlerdir.
Hadiselerin, şehirlerin siyasî tarihten okunan, görülen yüzü kadar kültür ve medeniyet tarihinden de okunması, görülmesi gereken yüzleri ve tarafları vardır. Bugünkü Balkanlar hakkında, -siyasî düzenlerinden, misyonerlik faaliyetlerine kadar- kendisi de bir Bosnalı sayılan sayfamızın yazarı Ayhan Demir, ayrıntılı bilgiler vermekte, kapsamlı analizler, değerlendirmelerle bizleri Balkanlar konusunda aydınlatmaktadır.
Kültür dergisi her iki yönü de dikkate alarak hazırlamış Rumeli dosyasını. Kapsamlı bir Rumeli gezisine çıkmanın, bilgiyle beraber duyguyu da kuşanmanın derdine düşmüşler.
Ali Nami Yazır'ın "Osmanlı'yı Rumeli'ye Yönelten Saikler" başlıklı yazısı, bizleri yeniden Ertuğrul Gazilere, Osman Gazilere, Orhan Gazilere götürmektedir. Yazır yazısına şu paragrafla son veriyor: "Tarihe ait bir hakikattir, Türk ne zaman Batı'ya yönelse hep kazanmıştır. Müslümanların tarih boyunca hep kafire karşı yürüyerek büyüyüp genişlediklerinin farkında olan Osmanoğullarının Batı'ya yürüyüşlerinde Türklüğün tarihi yolculuğunu görmek mümkün." Elbette bu satırlarda ve fetihler devrinde Osmanlı siyaseti Batı'ya yönelmek deyince gaza ve fetih şuurunu anlıyordu. Gerileme ve çökme dönemimizle birlikte bugün Batı'ya yönelme deyince oradan gelecek emirleri, tavsiyeleri, nasihatleri ve hatta denetimleri anlıyoruz.
Dr. Fatih M. Şeker'in yazısı ise maziye dair hatırlatmalar ve istikbale ait ümitlerle doludur. Süleyman Paşanın Rumeli'ye geçişini anlatan; "Velayet gösterip suya seccade salmışsın / Yakasın Rumeli'nin dest-i takva ile almışsın." beyti fetihlerdeki manayı ve maneviyat iklimini yansıtmaktadır. Böyle kutlu bir gaye ve kutlu bir menkıbe ile başlayan yolculuk nihayet acı ve buhranlı dönemlerle son bulmuştur. Fakat son bulmayan nihayet yeniden yeşeren ümitlerimiz; "Bir kez darü'l-İslâm olan bir yer artık kıyamete kadar öyledir." hükmüyle teselli bulmaktadır.
Dergiye, Fatih Birgül, "Balkanlar Aynasında Kendini Kavrayan Türkiye"; Ahmet Kavas, "Modern Devletlerin Yüreğini Ağzına Getiren Kelime: Balkanlaşma"; Semavi Eyice, "Bulgaristan'da Osmanlı Mimari Hatıralarında Bir Gezinti"; Ertuğrul Saltuk, "Manastır"; Şemseddin Şeker, "Selanik" ile Zeki Bulduk, "Balkanları Hatırlatan Adam: Aliya" yazılarıyla katkıda bulunmuşlar.
Balkanları, Rumeli'ni yeniden tarihiyle, edebiyatıyla, kültürüyle, şehirleriyle, hattatlarıyla, devlet adamlarıyla, Bektaşileriyle gündemimize alan ve neyi kaybettiğimizi hatırlamaya yardımcı olan Kültür'ü bahar tazeliyle karşılıyoruz.
Osman Toprak
Kaynak:
Millî Gazete
20 Nisan 2009
Kültür hem derginin adı hem de alanı olarak temayüz ediyor. Kültür dairesine giren her konu önem ve ilgi sırasına göre dergide işleniyor. Derginin hazırlanmasında dikkati çeken emek nihayet iki ödülle teslim edildi. Esasen bütün yayınların bilhassa süreli yayınların emeğini takdir ve teslim eden okurdur. Okurun ilgisini ve beğenisi kazanan her yayın ömrünü ve niteliğini her yeni sayıda biraz daha arttırır. Kültür dergisine ödül, TYB ve ESKADER'den geldi, bu ödüllerin nice heyecanlı ve güzel sayıların hazırlanmasına vesile olmasını diliyoruz.
Kültür dergisinin 14. sayısı Rumeli özel sayısı olarak hazırlanmış (Dergi tel: 0212 491 04 27). Rumeli'nin biraz da bizim gündemimize bir televizyon kanalında yayınlanan "Elveda Rumeli" dizisiyle girdiği görüşü ve kanaati yaygın.
Rumeli, belki bu yıllarda bir dizi ile girmiştir ama İstanbul'dan yıllarca önce daha Beyliğin ilk kuruluş günlerinde bizlerin vatanı olmuştur. İstanbul ancak Evlâd-ı Fatihân'ın gazalarla, fetihlerle Rum eli'ni bir Türk eli yapmasıyla fakat adını yine aynen muhafaza etmesiyle fetholunabilmiştir. Rumeli bizim tarihimizde Osmanlı'nın son çalkantılı ve buhranlı dönemindeki isyanlarıyla, savaşlarıyla da hatırlanmaktadır. Elveda denilmesi de bir bir isyan eden ve bağımsızlık isteyen unsurların bölgeyi Evlâd-ı Fatihân neslinden arındırma faaliyetlerini hatırlattığı içindir.
Edirne'nin dışı her ne kadar resmiyette sınırlarımızın dışı olarak gözükse de Bosna'ya kadar bütün şehirler, topraklar hâlâ Osmanlı'nın ve İslâm'ın barışıyla, rahmetiyle, maneviyatıyla, kimliğiyle, adaletiyle, duasıyla ayakta durmaktadır. Edirne, Müslüman olan bu şehirler silsilesinin ancak bir halkasıdır. Bu halkayı Yahya Kemal, Bursa'dan Şardağı'ndan Üsküp'e bağlamıştır.
Avrupa'dan İslâm'ı atmanın, Osmanlı'nın fethettiği bütün Avrupa topraklarından, şehirlerinden, -nihaisi İstanbul olmak üzere- Müslümanları uzaklaştırmanın hesabını yapan güçler bu amaçlarına Birinci ve İkinci Balkan savaşlarında bir nebze olsun yaklaşmışlar, en azından her gayr-ı Müslim unsura kendi devletini kurma imkânını vermişlerdir.
Hadiselerin, şehirlerin siyasî tarihten okunan, görülen yüzü kadar kültür ve medeniyet tarihinden de okunması, görülmesi gereken yüzleri ve tarafları vardır. Bugünkü Balkanlar hakkında, -siyasî düzenlerinden, misyonerlik faaliyetlerine kadar- kendisi de bir Bosnalı sayılan sayfamızın yazarı Ayhan Demir, ayrıntılı bilgiler vermekte, kapsamlı analizler, değerlendirmelerle bizleri Balkanlar konusunda aydınlatmaktadır.
Kültür dergisi her iki yönü de dikkate alarak hazırlamış Rumeli dosyasını. Kapsamlı bir Rumeli gezisine çıkmanın, bilgiyle beraber duyguyu da kuşanmanın derdine düşmüşler.
Ali Nami Yazır'ın "Osmanlı'yı Rumeli'ye Yönelten Saikler" başlıklı yazısı, bizleri yeniden Ertuğrul Gazilere, Osman Gazilere, Orhan Gazilere götürmektedir. Yazır yazısına şu paragrafla son veriyor: "Tarihe ait bir hakikattir, Türk ne zaman Batı'ya yönelse hep kazanmıştır. Müslümanların tarih boyunca hep kafire karşı yürüyerek büyüyüp genişlediklerinin farkında olan Osmanoğullarının Batı'ya yürüyüşlerinde Türklüğün tarihi yolculuğunu görmek mümkün." Elbette bu satırlarda ve fetihler devrinde Osmanlı siyaseti Batı'ya yönelmek deyince gaza ve fetih şuurunu anlıyordu. Gerileme ve çökme dönemimizle birlikte bugün Batı'ya yönelme deyince oradan gelecek emirleri, tavsiyeleri, nasihatleri ve hatta denetimleri anlıyoruz.
Dr. Fatih M. Şeker'in yazısı ise maziye dair hatırlatmalar ve istikbale ait ümitlerle doludur. Süleyman Paşanın Rumeli'ye geçişini anlatan; "Velayet gösterip suya seccade salmışsın / Yakasın Rumeli'nin dest-i takva ile almışsın." beyti fetihlerdeki manayı ve maneviyat iklimini yansıtmaktadır. Böyle kutlu bir gaye ve kutlu bir menkıbe ile başlayan yolculuk nihayet acı ve buhranlı dönemlerle son bulmuştur. Fakat son bulmayan nihayet yeniden yeşeren ümitlerimiz; "Bir kez darü'l-İslâm olan bir yer artık kıyamete kadar öyledir." hükmüyle teselli bulmaktadır.
Dergiye, Fatih Birgül, "Balkanlar Aynasında Kendini Kavrayan Türkiye"; Ahmet Kavas, "Modern Devletlerin Yüreğini Ağzına Getiren Kelime: Balkanlaşma"; Semavi Eyice, "Bulgaristan'da Osmanlı Mimari Hatıralarında Bir Gezinti"; Ertuğrul Saltuk, "Manastır"; Şemseddin Şeker, "Selanik" ile Zeki Bulduk, "Balkanları Hatırlatan Adam: Aliya" yazılarıyla katkıda bulunmuşlar.
Balkanları, Rumeli'ni yeniden tarihiyle, edebiyatıyla, kültürüyle, şehirleriyle, hattatlarıyla, devlet adamlarıyla, Bektaşileriyle gündemimize alan ve neyi kaybettiğimizi hatırlamaya yardımcı olan Kültür'ü bahar tazeliyle karşılıyoruz.
Osman Toprak
Kaynak:
Millî Gazete
20 Nisan 2009
"Yedi İklim" yeniliklere ve yenilenmeye açık
Yedi İklim dergisi bugün önemli bir alanı dolduruyor. Başından beri derginin yönetimini ve bütün yükünü üstlenen sevgili Ali Haydar Haksal ile 22. yılını dolduran Yedi İklim'i konuştuk.
Yedi İklim dergisi bugün önemli bir alanı dolduruyor. Türkiye'nin ve aynı zamanda dünyanın hızlı dönüşüm yaşamaya başladığı 1980'lerin ikinci yarısında çıkmaya başlayan dergi, bugüne kadar sayfalarında birçok önemli şair, yazar ve düşünce adamını barındırdı. Genç kuşak isimlerin kendilerine yol aramalarına imkân tanıdı ve bu anlamda bir okul oldu. Yedi İklim salt bir edebiyat dergisi olmasının yanında aynı zamanda edebiyata ilişkin yaklaşımında temel aldığı kaygılar açısından da ayrışan bir söyleme sahip. Bunu daha çok içerisinde varolduğu medeniyete ilişkin duyarlılığı ile açıklamak mümkün. Başından beri derginin yönetimini ve bütün yükünü üstlenen sevgili Ali Haydar Haksal ile 22. yılını dolduran Yedi İklim'i konuştuk... (S.K.)
* Yedi İklim, sayfalarında özellikle 80 sonrasının şiirine katkıda bulunan birçok ismi yetiştirmesi bakımından önemli bir dergi. 80 sonrası edebiyatımız ve şiirimiz açısından sizce Yedi İklim nasıl bir açılım, nasıl bir adres oldu?
Yedi İklim dergisi son dönemin şiir merkezi. Bunu bugün daha iyi görüyoruz. Bunda derginin merkezinde yer alan 70 sonrası önemli şairlerin merkezde durmasıyla bu gerçekleşti. Kâmil Eşfak Berki, Ali Günvar, Necat Çavuş, Cevdet Karal, Ali Göçer, Hasan Selami Binay, Zafer Acar şiirleriyle ve emekleriyle dönemsel olarak önemli katkıda bulundular. Bu, şiirimizi ve düşüncemizi merkeze alan bir bakış sağladı. Sahih bir bakış. Büyük şair ve düşünürlerimizi de merkezde tuttu. Seksen sonrası şiire ve şairlere bir bütün olarak bakmada yarar var. Bugün, büyük ölçüde, edebiyat dünyasında yer alan şairlerin, bir biçimde Yedi İklim'e uğradıkları, burada soluklandıkları bilinen bir gerçek. İzninizle onların isimlerini sıralamayayım. Seksen öncesinden mayalanan şairler için bunu söylemiyoruz. Buna hakkımız yok. Yedi İklim dergisi 1987'den itibaren yayın hayatına girdi, bir aradan sonra 1992'den itibaren yayımını ısrarla sürdürüyor. Bu tarihlerde yazmaya başlayan kimi şairlerin asıl adresi Yedi İklim dergisi oldu. Daha sonra bu şairlerin bir kısmının edebiyat dergileri çıkardıkları, şiir kitapları yayımladıkları biliniyor. Kendi içinde hemen her devrede yeni isimlerle çıkıyor. Sürekli şairlerini yenileyen ve çeşitlendiren bir adres. Israrla kendimizi medeniyet düşüncemizin doğrultusunda olan dergi, bunları çıkaran büyük sanatçı, şair ve düşünürlerin izleğinde olan bir dergi olarak durduğumuz biliniyor. Özel sayıları, özel bölümleri, dosyaları bunun bir göstergesi. Bu izlek büyük bir sanat ve düşünce, şiir birikimine sahip. Doğurgan, besleyici ve açımlayıcı.
* Bir dönem derginizde ürünleri yayınlanan isimlerin kitaplarını da bastınız. Sonra bu süreç durdu. Dergilerin, bünyelerinde taşıdıkları isimlerin kitaplarını basması kuşkusuz önemli bir yayın anlayışı. Yedi İklim, önümüzdeki dönemde yeniden kitap basacak mı?
Evet, birçok arkadaşımızın ve usta şairlerimizin şiir kitabını bastık. Bunlar sırasıyla, Mehmet Âkif İnan, Necat Çavuş, Ali Göçer, Hüseyin Atlansoy, Adem Turan, Şaban Abak, Yüksel Peker, Hasan Selami Binay, Ahmet Murat, Murat Menteş, Mehmet Uçar, Ali Günvar, Zafer Acar aklıma gelenler. Bunun dışında uzun zaman şiirleri bizde yayımlanan kimi arkadaşlarımız da başka yayınevlerinden şiirlerini kitaplaştırdılar.
Dergicilik ile yayıncılık ayrı alanlar. Birbirini besliyorlar ama bir edebiyat dergisini yeterince besleyen bir imkân oluşturmuyor. Yeri gelmişken merhum Zarifoğlu'nun bir öğüdünü anımsatayım. "Abonelerden gelen parayı dergi için kullanmamızı, derginin imkânlarını kitaba harcamamamızı" söylemişti. Bunu zaman içinde fark ettik. Başlangıçta bunu dikkate almadık, dergiyi tavsattık. Sonraki dönem buna özellikle dikkat ettik. Derginin yayımı adına kitap yayımına ara vermek zorunda kaldık.
Gönlümüz kitap yayımlamayı arzu ediyor. Şimdilik cesaret edemiyoruz. Yayımladığımız kitapları dergiyle birlikte okurlarımıza bedava dağıttık. Bir kitabı yayımlasak pazarlama ve satma sorunu var. Bir kitabı basıyorsunuz, elinizde kalıyor. Edebiyat ortamının en zor dönemi. Şiir kitapları artık 500 adet basılıyor, onlar da satmıyor. Yayımcılar da nazlanıyorlar haklı olarak.
* Bazı dergiler aynı zamanda o dergiyi çıkartan isim ile özdeşleşiyor. Yedi İklim de böyle bir dergi. Ali Haydar Haksal ile Yedi İklim arasındaki ilişkiyi nasıl ele almak gerekli?
Yedi İklim dergisinin bir başına Ali Haydar Haksal ile tanımlanması çok da doğru değil. Sahiplik ve sorumluluk açısından adımın önde olması ekonomik zorluklarını ve yükümlülüklerimi taşımamdan ötürüdür. Bu dergi başlangıcından beri bir ekiple çıkıyor. İlk döneminde, Âlim Kahraman, Osman Bayraktar, Mustafa Çelik, Ali Göçer, Hasan Aycın, İlhan Kutluer, İbrahim Usul, Ahmet Nedim Çeker ve ben vardık. Sonraki dönemlerde değişiklikler oldu Kâmil Eşfak Berki'nin bu süreçte önemli katkıları oldu. Bir dönem beni yalnız bırakmadı. Hasan Selami Binay, Ali Günvar, Cevdet Karal'ın da önemli katkıları oldu. Başlangıçta, Osman Bayraktar vardı, beraberliğimiz sürüyor. Bu dönemde Kâmil Eşfak Berki, Osman Bayraktar, Zafer Acar, Yunus Emre Özsaray, İsmail Demirel, Halil Eser ve ben varız. Dergimiz çok sayıda şair yetiştirmiş olmasına rağmen, şiirin merkezinde, şiir seçicileri usta şairler oldu. Benim çok kısa bir dönem böyle bir görevim oldu. Mümkün olduğu kadar şiir konusunda dışarıda kalmayı yeğledim. Öykü konusunda ta baştan beri benim sorumluluğumda. Anadolu'da bulunan kimi arkadaşlar da dolaylı derginin içindedirler. Yakup Şafak, Yasin Doğru, Fatma Rana Çerçi gibi. Diğer ürünleri de arkadaşlarla birlikte karar veriyoruz. Dergiyi başarılı ve var kılan bu önemli beraberliklerdir. Dergi 22. yılını sürdürüyor.
*Yeni bir yayın dönemi başlatıp kapak tasarımı dahil olmak üzere derginiz daha dinamik bir yayın anlayışına evrildi. Bu değişikliği nasıl anlamamız gerekli. Yedi İklim'in bu yeni dönemini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başlangıcından beri Yedi İklim yeniliklerine ve yenilenmeye açık bir dergi. İlk çıkışı da öyle oldu. Klâsik dergicilik anlayışımızın dışında başladı yayımına. 1987 yılının kapak ve tasarımları dönemin dergiciliğinde bir yenilikti. Bu Marmara grafikte Hasan Aycın, Osman Bayraktar, İbrahim Usul gibi arkadaşlarımızın katkısıyla gerçekleşti. Bunu zaman zaman yenileyerek getirdik. Ekim 2006 tarihinden itibaren olan değişimi sevgili şair Cevdet Karal'a borçluyuz. Bir şair, aynı zamanda iyi bir reklam ve graik ustası. Onun tasarımını yadırgayanlar oldu. Değişiklik döneminde ben dergiye hiç müdahil olmadım. Bütün sorumluluğu ona bıraktım. Hatta bir ara bana sitemde bulundu "Beni yalnız bıraktın" diye. Bu tercihim bilinçliydi. Yedi İklim dergisi Ali Haydar Haksal'ın tasallutunda değil, o, derginin üzerine çöreklenmiş de değil. Birlikte olduğum arkadaşlarımın düşüncelerine ve fikirlerine önem veririm. Kimi konulara hemen hiç karışmam. Kendimi hiçbir zaman öncelemem. Dikkatle incelenirse bu fark edilir. Tasarımını mümkün olduğu kadar bozmadık. Onun bir iddiası var, buna sahip çıktık. Logoyu dergi kapağının merkezine oturtmasının bir neden ve gerekçesi var.
Bu dergi sürekli olarak bir gönül ürünüdür. Gönüllülerin tasarımları, çabaları yön veriyor. Bu değişikliğin birçok anlamı ve karşılığı var. Edebiyatın merkezinde durma çabası, bir edebiyat, medeniyet, düşünce ve sanat dergisi olması duygusu eksik ya da tam hep var. Temel vurgumuz nitelik, estetik ve ahlâk. Sanatçı hissediş de en önemli yanı. Cesur bir dergi Yedi İklim. Kimi riskleri göz önüne alarak genç yetenekleri sahaya sürüyor. 14 yaşındaki birini de yetmiş yaşındaki bir değeri de önemsiyor. Kadirbilirlik ve cesaret önemli.
*Yıl içerisinde birkaç dosya belirleyip, bu konuları bütünlük içinde sunuyorsunuz. Bu dosya konularını belirlerken Yedi İklim'in önceliği neler oluyor?
Yedi İklim dergisinin 2. dönemi dosyalar, özel sayılar, özel bölümlerle anılması doğal. Arkadaşlarımızla bir dergiyi, genç okuru salt ürün ile değil, düşünce, medeniyet birikimimizle beslemek istedik. Bu konuda bir öncülüğe ve önceliğe sahip. Başta, sağlığında Üstat Sezai Karakoç ile ilgili bir özel sayı yapma düşüncesi önemliydi. Nedendir bilinmez Üstat ile ilgili bırakın özel sayı yapmayı, yazı yazmayı kimse doğru dürüst düşünmedi. O döneme kadar Ebubekir Eroğlu ile Şakir Diclehan'ın kitaplık çalışmaları vardı. Bu, bir başlangıç oldu. Bu konuda Yedi İklim'in öncelikleri var. Düşünce geleneğimiz, medeniyet düşüncemiz, kültür havzalarımız, kavramlarımız bizim konularımız oldu. Bir edebiyat dergisinin Peygamber Efendimiz ile ilgili bir özel sayı yapması bir yenilik ve öncelik. Mevlâna, Nasreddin Hoca, Oruç Özel sayısı konuları gibi. Mehmed Âkif Ersoy, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Âkif İnan, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Yahya Kemal özel sayıları önemli. Kültür havzaları dedik. Endülüs, Saraybosna, Cezayir, Bağdat-Şam, Kudüs-i Şerif, Çağdaş Azerbaycan edebiyatı sayılarını buna ekleyebiliriz. Özel Bölümlü sayılarımız, Prof. Dr. Orhan Okay, Prof Dr. Kaya Bilgegil, Arif Ay, Ramazan Dikmen, Ebubekir Eroğlu, Kâmil Eşfak Berki, Hasan Aycın, Cemal Şakar, Ali Göçer, Ahmet Nedim Çeker gibi. Bir de Kültür şehirlerimizle ilgili sayılarımız oldu. Edirne, Erzurum, Sivas, Kütahya, İzmir, Ankara, Bursa, Diyarbakır. Yakın zamanda "imge" konusunu küçük de olsa bir bölüm olarak sunduk. Sıraladığım konular önceliğimizi ve tutumuzu gösteriyor.
* Derginiz aynı zamanda "İslamcı" dünya görüşünün de uzantısı olan bir zeminden seslendi. Siz, İslamcılık, edebiyat, şiir, düşünce ilişkisi bakımından Yedi İklim'i nerede görüyorsunuz?
İslâm düşüncesi, medeniyeti ve kültürü önceliğimiz. Bunu edebiyat ve düşünce bütünlüğünde görüyor, sürdürüyoruz. Çıkışımızdan beri bir doğrultu vurgumuz var. Bunda ısrar ediyor ve titizleniyor.
* Bugün günümüz Türk edebiyatı karşısında derginiz, neyi özellikle asıl meselesi olarak algılıyor ve bunu sayfalarına nasıl taşıyor?
Edebiyatın kendisi başlı başına bir mesele. Edebiyat, Düşünce, Medeniyet. Klâsik kültürümüzü merkeze alarak modern bir edebiyatın içinde olmak. Özgün ve titiz olmak. Söylenmiş olandan mümkün olduğunca uzak durmak. Genç bir kuşağa öncülük etmek, ürünleriyle ve çalışmalarıyla referans olmak. Fikirsizliğin bir ideoloji olduğu bir zamanda bir fikir ve düşünce özünde durmak bunu sağlamak. Geleceğe kalıcı eserler bırakmak.
* Bir dergicilik geleneğinden bahis açarsak Yedi İklim kendisini hangi dergilerin manevi mirasçısı olarak görüyor. Ya da böyle bir ilişki kuruyor musunuz?
Dergicilik hayatımıza girdiğinden beri düşünce doğrultumuzu belirleyen dergilerin izleğinde olmaya özen gösterdik. Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yönelişler gibi. Diğer dergilerden beslenmeyi de ihmal etmiyoruz. Ama asıl izleğim sıraladıklarım. Konularımız da ne yaptığımızı nerede durduğumuzu gösteriyor.
Söyleşi: Selçuk Küpçük
Kaynak:
Millî Gazete
19 Nisan 2009
Yedi İklim dergisi bugün önemli bir alanı dolduruyor. Türkiye'nin ve aynı zamanda dünyanın hızlı dönüşüm yaşamaya başladığı 1980'lerin ikinci yarısında çıkmaya başlayan dergi, bugüne kadar sayfalarında birçok önemli şair, yazar ve düşünce adamını barındırdı. Genç kuşak isimlerin kendilerine yol aramalarına imkân tanıdı ve bu anlamda bir okul oldu. Yedi İklim salt bir edebiyat dergisi olmasının yanında aynı zamanda edebiyata ilişkin yaklaşımında temel aldığı kaygılar açısından da ayrışan bir söyleme sahip. Bunu daha çok içerisinde varolduğu medeniyete ilişkin duyarlılığı ile açıklamak mümkün. Başından beri derginin yönetimini ve bütün yükünü üstlenen sevgili Ali Haydar Haksal ile 22. yılını dolduran Yedi İklim'i konuştuk... (S.K.)
* Yedi İklim, sayfalarında özellikle 80 sonrasının şiirine katkıda bulunan birçok ismi yetiştirmesi bakımından önemli bir dergi. 80 sonrası edebiyatımız ve şiirimiz açısından sizce Yedi İklim nasıl bir açılım, nasıl bir adres oldu?
Yedi İklim dergisi son dönemin şiir merkezi. Bunu bugün daha iyi görüyoruz. Bunda derginin merkezinde yer alan 70 sonrası önemli şairlerin merkezde durmasıyla bu gerçekleşti. Kâmil Eşfak Berki, Ali Günvar, Necat Çavuş, Cevdet Karal, Ali Göçer, Hasan Selami Binay, Zafer Acar şiirleriyle ve emekleriyle dönemsel olarak önemli katkıda bulundular. Bu, şiirimizi ve düşüncemizi merkeze alan bir bakış sağladı. Sahih bir bakış. Büyük şair ve düşünürlerimizi de merkezde tuttu. Seksen sonrası şiire ve şairlere bir bütün olarak bakmada yarar var. Bugün, büyük ölçüde, edebiyat dünyasında yer alan şairlerin, bir biçimde Yedi İklim'e uğradıkları, burada soluklandıkları bilinen bir gerçek. İzninizle onların isimlerini sıralamayayım. Seksen öncesinden mayalanan şairler için bunu söylemiyoruz. Buna hakkımız yok. Yedi İklim dergisi 1987'den itibaren yayın hayatına girdi, bir aradan sonra 1992'den itibaren yayımını ısrarla sürdürüyor. Bu tarihlerde yazmaya başlayan kimi şairlerin asıl adresi Yedi İklim dergisi oldu. Daha sonra bu şairlerin bir kısmının edebiyat dergileri çıkardıkları, şiir kitapları yayımladıkları biliniyor. Kendi içinde hemen her devrede yeni isimlerle çıkıyor. Sürekli şairlerini yenileyen ve çeşitlendiren bir adres. Israrla kendimizi medeniyet düşüncemizin doğrultusunda olan dergi, bunları çıkaran büyük sanatçı, şair ve düşünürlerin izleğinde olan bir dergi olarak durduğumuz biliniyor. Özel sayıları, özel bölümleri, dosyaları bunun bir göstergesi. Bu izlek büyük bir sanat ve düşünce, şiir birikimine sahip. Doğurgan, besleyici ve açımlayıcı.
* Bir dönem derginizde ürünleri yayınlanan isimlerin kitaplarını da bastınız. Sonra bu süreç durdu. Dergilerin, bünyelerinde taşıdıkları isimlerin kitaplarını basması kuşkusuz önemli bir yayın anlayışı. Yedi İklim, önümüzdeki dönemde yeniden kitap basacak mı?
Evet, birçok arkadaşımızın ve usta şairlerimizin şiir kitabını bastık. Bunlar sırasıyla, Mehmet Âkif İnan, Necat Çavuş, Ali Göçer, Hüseyin Atlansoy, Adem Turan, Şaban Abak, Yüksel Peker, Hasan Selami Binay, Ahmet Murat, Murat Menteş, Mehmet Uçar, Ali Günvar, Zafer Acar aklıma gelenler. Bunun dışında uzun zaman şiirleri bizde yayımlanan kimi arkadaşlarımız da başka yayınevlerinden şiirlerini kitaplaştırdılar.
Dergicilik ile yayıncılık ayrı alanlar. Birbirini besliyorlar ama bir edebiyat dergisini yeterince besleyen bir imkân oluşturmuyor. Yeri gelmişken merhum Zarifoğlu'nun bir öğüdünü anımsatayım. "Abonelerden gelen parayı dergi için kullanmamızı, derginin imkânlarını kitaba harcamamamızı" söylemişti. Bunu zaman içinde fark ettik. Başlangıçta bunu dikkate almadık, dergiyi tavsattık. Sonraki dönem buna özellikle dikkat ettik. Derginin yayımı adına kitap yayımına ara vermek zorunda kaldık.
Gönlümüz kitap yayımlamayı arzu ediyor. Şimdilik cesaret edemiyoruz. Yayımladığımız kitapları dergiyle birlikte okurlarımıza bedava dağıttık. Bir kitabı yayımlasak pazarlama ve satma sorunu var. Bir kitabı basıyorsunuz, elinizde kalıyor. Edebiyat ortamının en zor dönemi. Şiir kitapları artık 500 adet basılıyor, onlar da satmıyor. Yayımcılar da nazlanıyorlar haklı olarak.
* Bazı dergiler aynı zamanda o dergiyi çıkartan isim ile özdeşleşiyor. Yedi İklim de böyle bir dergi. Ali Haydar Haksal ile Yedi İklim arasındaki ilişkiyi nasıl ele almak gerekli?
Yedi İklim dergisinin bir başına Ali Haydar Haksal ile tanımlanması çok da doğru değil. Sahiplik ve sorumluluk açısından adımın önde olması ekonomik zorluklarını ve yükümlülüklerimi taşımamdan ötürüdür. Bu dergi başlangıcından beri bir ekiple çıkıyor. İlk döneminde, Âlim Kahraman, Osman Bayraktar, Mustafa Çelik, Ali Göçer, Hasan Aycın, İlhan Kutluer, İbrahim Usul, Ahmet Nedim Çeker ve ben vardık. Sonraki dönemlerde değişiklikler oldu Kâmil Eşfak Berki'nin bu süreçte önemli katkıları oldu. Bir dönem beni yalnız bırakmadı. Hasan Selami Binay, Ali Günvar, Cevdet Karal'ın da önemli katkıları oldu. Başlangıçta, Osman Bayraktar vardı, beraberliğimiz sürüyor. Bu dönemde Kâmil Eşfak Berki, Osman Bayraktar, Zafer Acar, Yunus Emre Özsaray, İsmail Demirel, Halil Eser ve ben varız. Dergimiz çok sayıda şair yetiştirmiş olmasına rağmen, şiirin merkezinde, şiir seçicileri usta şairler oldu. Benim çok kısa bir dönem böyle bir görevim oldu. Mümkün olduğu kadar şiir konusunda dışarıda kalmayı yeğledim. Öykü konusunda ta baştan beri benim sorumluluğumda. Anadolu'da bulunan kimi arkadaşlar da dolaylı derginin içindedirler. Yakup Şafak, Yasin Doğru, Fatma Rana Çerçi gibi. Diğer ürünleri de arkadaşlarla birlikte karar veriyoruz. Dergiyi başarılı ve var kılan bu önemli beraberliklerdir. Dergi 22. yılını sürdürüyor.
*Yeni bir yayın dönemi başlatıp kapak tasarımı dahil olmak üzere derginiz daha dinamik bir yayın anlayışına evrildi. Bu değişikliği nasıl anlamamız gerekli. Yedi İklim'in bu yeni dönemini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Başlangıcından beri Yedi İklim yeniliklerine ve yenilenmeye açık bir dergi. İlk çıkışı da öyle oldu. Klâsik dergicilik anlayışımızın dışında başladı yayımına. 1987 yılının kapak ve tasarımları dönemin dergiciliğinde bir yenilikti. Bu Marmara grafikte Hasan Aycın, Osman Bayraktar, İbrahim Usul gibi arkadaşlarımızın katkısıyla gerçekleşti. Bunu zaman zaman yenileyerek getirdik. Ekim 2006 tarihinden itibaren olan değişimi sevgili şair Cevdet Karal'a borçluyuz. Bir şair, aynı zamanda iyi bir reklam ve graik ustası. Onun tasarımını yadırgayanlar oldu. Değişiklik döneminde ben dergiye hiç müdahil olmadım. Bütün sorumluluğu ona bıraktım. Hatta bir ara bana sitemde bulundu "Beni yalnız bıraktın" diye. Bu tercihim bilinçliydi. Yedi İklim dergisi Ali Haydar Haksal'ın tasallutunda değil, o, derginin üzerine çöreklenmiş de değil. Birlikte olduğum arkadaşlarımın düşüncelerine ve fikirlerine önem veririm. Kimi konulara hemen hiç karışmam. Kendimi hiçbir zaman öncelemem. Dikkatle incelenirse bu fark edilir. Tasarımını mümkün olduğu kadar bozmadık. Onun bir iddiası var, buna sahip çıktık. Logoyu dergi kapağının merkezine oturtmasının bir neden ve gerekçesi var.
Bu dergi sürekli olarak bir gönül ürünüdür. Gönüllülerin tasarımları, çabaları yön veriyor. Bu değişikliğin birçok anlamı ve karşılığı var. Edebiyatın merkezinde durma çabası, bir edebiyat, medeniyet, düşünce ve sanat dergisi olması duygusu eksik ya da tam hep var. Temel vurgumuz nitelik, estetik ve ahlâk. Sanatçı hissediş de en önemli yanı. Cesur bir dergi Yedi İklim. Kimi riskleri göz önüne alarak genç yetenekleri sahaya sürüyor. 14 yaşındaki birini de yetmiş yaşındaki bir değeri de önemsiyor. Kadirbilirlik ve cesaret önemli.
*Yıl içerisinde birkaç dosya belirleyip, bu konuları bütünlük içinde sunuyorsunuz. Bu dosya konularını belirlerken Yedi İklim'in önceliği neler oluyor?
Yedi İklim dergisinin 2. dönemi dosyalar, özel sayılar, özel bölümlerle anılması doğal. Arkadaşlarımızla bir dergiyi, genç okuru salt ürün ile değil, düşünce, medeniyet birikimimizle beslemek istedik. Bu konuda bir öncülüğe ve önceliğe sahip. Başta, sağlığında Üstat Sezai Karakoç ile ilgili bir özel sayı yapma düşüncesi önemliydi. Nedendir bilinmez Üstat ile ilgili bırakın özel sayı yapmayı, yazı yazmayı kimse doğru dürüst düşünmedi. O döneme kadar Ebubekir Eroğlu ile Şakir Diclehan'ın kitaplık çalışmaları vardı. Bu, bir başlangıç oldu. Bu konuda Yedi İklim'in öncelikleri var. Düşünce geleneğimiz, medeniyet düşüncemiz, kültür havzalarımız, kavramlarımız bizim konularımız oldu. Bir edebiyat dergisinin Peygamber Efendimiz ile ilgili bir özel sayı yapması bir yenilik ve öncelik. Mevlâna, Nasreddin Hoca, Oruç Özel sayısı konuları gibi. Mehmed Âkif Ersoy, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, Âkif İnan, Alaeddin Özdenören, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Yahya Kemal özel sayıları önemli. Kültür havzaları dedik. Endülüs, Saraybosna, Cezayir, Bağdat-Şam, Kudüs-i Şerif, Çağdaş Azerbaycan edebiyatı sayılarını buna ekleyebiliriz. Özel Bölümlü sayılarımız, Prof. Dr. Orhan Okay, Prof Dr. Kaya Bilgegil, Arif Ay, Ramazan Dikmen, Ebubekir Eroğlu, Kâmil Eşfak Berki, Hasan Aycın, Cemal Şakar, Ali Göçer, Ahmet Nedim Çeker gibi. Bir de Kültür şehirlerimizle ilgili sayılarımız oldu. Edirne, Erzurum, Sivas, Kütahya, İzmir, Ankara, Bursa, Diyarbakır. Yakın zamanda "imge" konusunu küçük de olsa bir bölüm olarak sunduk. Sıraladığım konular önceliğimizi ve tutumuzu gösteriyor.
* Derginiz aynı zamanda "İslamcı" dünya görüşünün de uzantısı olan bir zeminden seslendi. Siz, İslamcılık, edebiyat, şiir, düşünce ilişkisi bakımından Yedi İklim'i nerede görüyorsunuz?
İslâm düşüncesi, medeniyeti ve kültürü önceliğimiz. Bunu edebiyat ve düşünce bütünlüğünde görüyor, sürdürüyoruz. Çıkışımızdan beri bir doğrultu vurgumuz var. Bunda ısrar ediyor ve titizleniyor.
* Bugün günümüz Türk edebiyatı karşısında derginiz, neyi özellikle asıl meselesi olarak algılıyor ve bunu sayfalarına nasıl taşıyor?
Edebiyatın kendisi başlı başına bir mesele. Edebiyat, Düşünce, Medeniyet. Klâsik kültürümüzü merkeze alarak modern bir edebiyatın içinde olmak. Özgün ve titiz olmak. Söylenmiş olandan mümkün olduğunca uzak durmak. Genç bir kuşağa öncülük etmek, ürünleriyle ve çalışmalarıyla referans olmak. Fikirsizliğin bir ideoloji olduğu bir zamanda bir fikir ve düşünce özünde durmak bunu sağlamak. Geleceğe kalıcı eserler bırakmak.
* Bir dergicilik geleneğinden bahis açarsak Yedi İklim kendisini hangi dergilerin manevi mirasçısı olarak görüyor. Ya da böyle bir ilişki kuruyor musunuz?
Dergicilik hayatımıza girdiğinden beri düşünce doğrultumuzu belirleyen dergilerin izleğinde olmaya özen gösterdik. Sırat-ı Müstakim, Sebilürreşad, Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Yönelişler gibi. Diğer dergilerden beslenmeyi de ihmal etmiyoruz. Ama asıl izleğim sıraladıklarım. Konularımız da ne yaptığımızı nerede durduğumuzu gösteriyor.
Söyleşi: Selçuk Küpçük
Kaynak:
Millî Gazete
19 Nisan 2009
İkindi Yağmuru’nda
İlyas Şanver'in genel yayın yönetmenliğini yaptığı iki aylık kültür, edebiyat ve kitap dergisi İkindi Yağmuru 19. (Mart-Nisan 2009) sayısıyla okuruna merhaba dedi. Dergi, usta şair Sedat Umran'ın Ölümle Kolkola şiiriyle açılıyor. Edebiyatımızın en yaşlı şairi olan ustaya 'eyvallah' diyoruz.
Arkasından, İkibin Kuşağı'nın en önemli şairi Cafer Keklikçi'nin Cool isimli şiiri geliyor. Keklikçi, savunduğu "sosyal gerçekçi şiir" tezinin örneğini vermiş Cool'la. Cool "zamanı bırakıyorum pencerelerden/ ceketini alıp gitmesin diye huzurumuz" dizeleriyle başlıyor. Öfkeli, ironik ve meydan okuyan şu dizelerle devam ediyor; "bazılarınız bana keyif veriyor çok eğlencelisiniz / isterseniz biraz göbek atın olmadı kaş çatın daha da olmazsa / daha da olmazsa nedir ulan sizlerden çektiğim / nedir ulan bu fren yapıp durmanız körü körüne". Şiir; "kim anlar bir sokağın anladığı kadar benden / kimse anlamaz beyefendi biraz sakin olun" final dizeleriyle sona eriyor. Keklikçi bir konuşmasında, "Türk şiirinde öfke arttı" demişti, bu şiir bu yargısını doğruluyor. Ünsal Ünlü'nün Onmaz Meseller Firarisi şiiri yalın, beş dizelik kıtalardan oluşmuş temiz bir şiir. Kendini okutuyor. Said Ercan'ın Gel ki Beklemek Olsun isimli şiiri sadelik ve şairin kökenini göstermesi bakımından dikkate değer.
Çetin Şahin'in yayıncılık üzerine yazdığı deneme sorunlu bir bakış açısına sahip. Şahin'e biraz daha dikkatli olmasını temenni ediyoruz. Bir yayınevinin kötü örneklerini gösterip onlarca iyi örneğini görmemek bir nevi 'körlük' oluyor. Türkiye'de yayıncılık zaten zor bir alandır, bunu göz önünde bulundurması gerekiyor. Gereklidir diye düşünüyoruz.
Söyleşi kısmında ise bu sayıda; Türk edebiyatının en önemli (alanında tek de diyebiliriz) monografi yazarı Beşir Ayvazoğlu ile yapılan söyleşi "dilimiz" açısından büyük önem arz etmektedir. Mutlaka okunması gerek bir söyleşi. Ayvazoğlu bir yerde şöyle diyor; "Dilinizi geliştireceksiniz, yeni gelişmeleri anında karşılayabilecek bir dil zenginliğine sahip olacaksınız yoksa işgal edilirsiniz. Bizim dünyaya sunabilecek o kadar büyük, zengin bir kültürümüz var ki. Ama bu kültürü küreselleşmenin bize sunduğu araçlarla küreselleştirmenin yollarını bulacaksınız. Yani küreselleşmeye karşı yapılacak şey, kendi kültürümüzün şifrelerini çözüp ruhuna nüfuz etmek suretiyle çağın diline aktararak küreselleşmek. Başka çare yok." Katılmamamız mümkün değil.
Azerbaycan'ın büyük şairi Bahtiyar Vahabzade hakkında Prof. Dr. Nurullah Çetin adeta bir kahramanlık öyküsü kaleme almış. Çetin, Vahabzade'nin şiirlerini inceleseydi daha 'yararlı' bir yazı olurdu. Söz konusu yazı akademisyen bir kalemden beklenemeyecek kadar 'avamî'dir. Yer yer şiirlerinden örnek gösterse de Vahabzade'nin şiirine bakış açısının kalkış noktası sorunludur. İdeolojik bakış, çoğu zaman gerçeği perdelemektedir. Çetin, fazla ideolojik vurgusuyla Vahabzade şiirinin 'ne olduğunu' bize (okura) aktaramamıştır. Ama yine de, dergide dikkatimizi çeken en önemli yazılardan birisidir.
İsmet Özel'in geçtiğimiz yıl aralık ayında yayımlanan Of Not Being A Jev-İlaveler ve Vaat Edilmiş Bir Şiir isimli kitabından hareketle Özel şiirine bakan Ünsal Ünlü'nün yerinde tespitleri var. Ünlü'nün eleştirel denemesi İsmet Özel'in artısı ve eksisini açıkça belirtmesinden dolayı mutlaka okunup değerlendirilmesi gereken bir yazıdır. Ünlü yazısını şöyle bitiriyor; "İçsel ve dışsal ses döngüsü şiirinin önemli bir unsuru olarak hep var oldu Özel'de. Ancak, bu son kitabındaki şiirlerinde bu ses birbirine çarpıp dağılarak zayıflamıştır. Alıştığımız o gür ses o kadar büyüktü ki, zayıfladığı hemen fark ediliyor." Tespitlerine katılıyoruz. Yakup Öztürk'ün arkadaşlarıyla Güneydoğu'ya yaptıkları geziyi anlatan yazısı kısa, vurucu ve tatlı bir metin olarak dikkatimizi çekiyor. İkindi Yağmuru dergisinin içeriğini böyle tek tek anlatırsak yazımız çok uzayacak. Kısacası; içi dolu dolu bir dergi İkindi Yağmuru. Yalnız, bu sayının kapağı pek hoş olmamış. Bir edebiyat dergisi kapağı, parti broşürü kapağı gibi Türk bayrağı konularak yapılmamalı. Dergi ekibi bu eleştirilerimizi dikkate alır mı bilemeyiz ama kapak estetik olmamış. Şık değil yani. Siz bu kapağa aldanmayın, önceki sayılarda çok hoştu kapağı. Bu seferlik böyle. İçine bakalım, içeriğine... İkindi Yağmuru alıp okumamız ve kütüphanemize koymamız gereken bir dergi.
İrtibat:
(216) 553 33 73
Arkasından, İkibin Kuşağı'nın en önemli şairi Cafer Keklikçi'nin Cool isimli şiiri geliyor. Keklikçi, savunduğu "sosyal gerçekçi şiir" tezinin örneğini vermiş Cool'la. Cool "zamanı bırakıyorum pencerelerden/ ceketini alıp gitmesin diye huzurumuz" dizeleriyle başlıyor. Öfkeli, ironik ve meydan okuyan şu dizelerle devam ediyor; "bazılarınız bana keyif veriyor çok eğlencelisiniz / isterseniz biraz göbek atın olmadı kaş çatın daha da olmazsa / daha da olmazsa nedir ulan sizlerden çektiğim / nedir ulan bu fren yapıp durmanız körü körüne". Şiir; "kim anlar bir sokağın anladığı kadar benden / kimse anlamaz beyefendi biraz sakin olun" final dizeleriyle sona eriyor. Keklikçi bir konuşmasında, "Türk şiirinde öfke arttı" demişti, bu şiir bu yargısını doğruluyor. Ünsal Ünlü'nün Onmaz Meseller Firarisi şiiri yalın, beş dizelik kıtalardan oluşmuş temiz bir şiir. Kendini okutuyor. Said Ercan'ın Gel ki Beklemek Olsun isimli şiiri sadelik ve şairin kökenini göstermesi bakımından dikkate değer.
Çetin Şahin'in yayıncılık üzerine yazdığı deneme sorunlu bir bakış açısına sahip. Şahin'e biraz daha dikkatli olmasını temenni ediyoruz. Bir yayınevinin kötü örneklerini gösterip onlarca iyi örneğini görmemek bir nevi 'körlük' oluyor. Türkiye'de yayıncılık zaten zor bir alandır, bunu göz önünde bulundurması gerekiyor. Gereklidir diye düşünüyoruz.
Söyleşi kısmında ise bu sayıda; Türk edebiyatının en önemli (alanında tek de diyebiliriz) monografi yazarı Beşir Ayvazoğlu ile yapılan söyleşi "dilimiz" açısından büyük önem arz etmektedir. Mutlaka okunması gerek bir söyleşi. Ayvazoğlu bir yerde şöyle diyor; "Dilinizi geliştireceksiniz, yeni gelişmeleri anında karşılayabilecek bir dil zenginliğine sahip olacaksınız yoksa işgal edilirsiniz. Bizim dünyaya sunabilecek o kadar büyük, zengin bir kültürümüz var ki. Ama bu kültürü küreselleşmenin bize sunduğu araçlarla küreselleştirmenin yollarını bulacaksınız. Yani küreselleşmeye karşı yapılacak şey, kendi kültürümüzün şifrelerini çözüp ruhuna nüfuz etmek suretiyle çağın diline aktararak küreselleşmek. Başka çare yok." Katılmamamız mümkün değil.
Azerbaycan'ın büyük şairi Bahtiyar Vahabzade hakkında Prof. Dr. Nurullah Çetin adeta bir kahramanlık öyküsü kaleme almış. Çetin, Vahabzade'nin şiirlerini inceleseydi daha 'yararlı' bir yazı olurdu. Söz konusu yazı akademisyen bir kalemden beklenemeyecek kadar 'avamî'dir. Yer yer şiirlerinden örnek gösterse de Vahabzade'nin şiirine bakış açısının kalkış noktası sorunludur. İdeolojik bakış, çoğu zaman gerçeği perdelemektedir. Çetin, fazla ideolojik vurgusuyla Vahabzade şiirinin 'ne olduğunu' bize (okura) aktaramamıştır. Ama yine de, dergide dikkatimizi çeken en önemli yazılardan birisidir.
İsmet Özel'in geçtiğimiz yıl aralık ayında yayımlanan Of Not Being A Jev-İlaveler ve Vaat Edilmiş Bir Şiir isimli kitabından hareketle Özel şiirine bakan Ünsal Ünlü'nün yerinde tespitleri var. Ünlü'nün eleştirel denemesi İsmet Özel'in artısı ve eksisini açıkça belirtmesinden dolayı mutlaka okunup değerlendirilmesi gereken bir yazıdır. Ünlü yazısını şöyle bitiriyor; "İçsel ve dışsal ses döngüsü şiirinin önemli bir unsuru olarak hep var oldu Özel'de. Ancak, bu son kitabındaki şiirlerinde bu ses birbirine çarpıp dağılarak zayıflamıştır. Alıştığımız o gür ses o kadar büyüktü ki, zayıfladığı hemen fark ediliyor." Tespitlerine katılıyoruz. Yakup Öztürk'ün arkadaşlarıyla Güneydoğu'ya yaptıkları geziyi anlatan yazısı kısa, vurucu ve tatlı bir metin olarak dikkatimizi çekiyor. İkindi Yağmuru dergisinin içeriğini böyle tek tek anlatırsak yazımız çok uzayacak. Kısacası; içi dolu dolu bir dergi İkindi Yağmuru. Yalnız, bu sayının kapağı pek hoş olmamış. Bir edebiyat dergisi kapağı, parti broşürü kapağı gibi Türk bayrağı konularak yapılmamalı. Dergi ekibi bu eleştirilerimizi dikkate alır mı bilemeyiz ama kapak estetik olmamış. Şık değil yani. Siz bu kapağa aldanmayın, önceki sayılarda çok hoştu kapağı. Bu seferlik böyle. İçine bakalım, içeriğine... İkindi Yağmuru alıp okumamız ve kütüphanemize koymamız gereken bir dergi.
İrtibat:
(216) 553 33 73
2009-04-19
Yolcu Dergisi’nin 53. Yürüyüşü: "Kalk ve Uyar"
Birkaç yıldır tek başına omuzladığı Yolcu Dergisi’ni Türkiye dergisi haline getirmiş ve bu gün 53. sayısına ulaştırmış Ferhat KALENDER, alışılageldiği üzere Seyir Defteri’nden sesleniyor okurlarına; “Söz ve dahi kutlu ve dirayetli söz; irfanı arayan ve hikmeti önceleyen söz, tarihin, coğrafyaların ve insanların ötesinde yürüyüp giden ve kendini çoğaltan bir şeydir. Belki de bu derginin böylesine karşılık bulmasının en önemli nedenlerinden biri de budur; bizi var edene verdiğimiz ahitten ötesi zamanın anlamsızlaştığıdır demiştik. İlk sayımızdan itibaren üstümüzde ve insanlığın üzerinde her türlü tahakkümü, saldırıyı kim ve ne adına olursa olsun; hangi dünyevi değerler adına yapılsın kesin bir dille ve ilelebet bir ahitle reddetmek; Lailaheillallah! Bu sözü yaşamımızın vazgeçilmezi ve yol göstericisi yapmak!”
Kendisi ne kadar farkındadır bilemeyiz ama Ferhat Kalender’in Seyir Defteri’nde, her biri birer manifesto özelliğinde olan yazıları ilgiyle takip ediliyor. Bu yazılar bir medeniyet üslubunu da ortaya koyuyor. Okurlarına yenildik ama hala yaşıyoruz ve umutla korku arasında bir mevsimi soluyoruz mesajı veren ve bu bağlamda onları dinç ve diri tutmaya, duyarlı olmaya çağıran akıcı aynı seviyede öfkeli bir üslup.
Derginin değişmez köşelerini de kendisinin düzenlediğini biliyoruz. Örneğin son sayfanın alt köşesinde açtığı dipnot bölümü bir yıl öncesine kadar –sanırım ekip dağılmadan önce – derginin mutfağından ve çevresinden tatlı anekdotlarla doluydu. Son birkaç sayıdır Peygamberimizin hayatından kimsenin pek bilmediği ilginç kesitler sunuyor. Sanırım Kalender, birçok okurun dergiyi dipnottan başlayarak okumaya başladığının farkında. Bunun yanında yine Yenilgi adını verilen sayfada ‘Çete/le’ isimli bölümü de kendisi kaleme alıyor. Çetele’yi okuyunca sanki gitttikçe kabaran bir dalganın üzerindeymişsiniz gibi bir hal alıyorsunuz; “Seni seviyoruz bahar! Ölümü öldüreni hatırlatıyorsun bize. Kimmiş yaşatan ve öldüren. Kimdir yarınımızın sahibi! Kaç ihanet çemberinden geçerek geldik bugüne. Kaç zemheri gördük. Kaç pusu atlattık? Kaç kere vurdular en masum yerimizden bizi. Ama bildik su yeniden yürüyor yeryüzünün damarlarına. Genişliyor yüreklerimiz. Bir şiir inceliğinde süzülüyoruz sevdiklerimizin umutlarına. Sevdiklerimizle birlikte olmak ne güzel. Omuz omuza baharlaşmak!” Ve “İstikamet.” Kadim bilgelerden devşirilen işaret taşlarının yer aldığı köşe. 53. sayısının dervişi, Atâullah El-İskenderî, Hikemü’l-Atâiyye’den sesleniyor; “İnsana ulaşacak manevi yardımları en çok kibir engeller. Çünkü yağmur sularının dağ başlarında değil, alçak vadilerde biriktiği görülür. Kibirli insanların kalpleri de dağ başlarına benzer. Rahmet onların kalplerinden akar da alçak gönüllü kalplere toplanır.”
Yolcu, okurunu kendi sayfaları arasında yolculuğa çıkardığında, okurun karşılaşacağı imzalar ve ürünleri şunlar:
Ömer İdris Akdin, “Ayaza Gelen” isimli küçük öyküsünde; “Soluğu kesilse ateşin suya çarpan gölgemiz kesilse/ gün kesilse ortasından ihanet kesilse. / Belki yarin efkar basmış yüzüne düşen cemredir / halimiz elhamdülillah.” Cümlelerini yüreğimize serpiyor. Yaşar Bedri, Gazze için yazdığı ‘Lamekan’ alt başlıklı şiiriyle sayfalarda yer alıyor. Selçuk Küpçük 12 Eylül sonrası hesaplaşmasının 3. bölümünde, suçu ispatlanmadan idam edilenler üzerine çok düşünülmesi gereken bir yazı kaleme almış. Bu ibretlik yazının ve öncekilerin dikkatle takip edilmesi gerekiyor. İsrail’in bizler ve dünya tarafından hangi biçimlerde algılandığı üzerini önemli yazı Hüseyin GÜÇ tarafından kaleme alınmış. Yazı “İsrail'in dünyamızdaki yeni yeri, onun yükselişinin de bittiği yerdir.” Cümlesinin etrafında yol alıyor. Yine aykırı ve uslanmaz yazar Bülent Akyürek “Türklerde oymacılık ve oymacılığın gündelik hayata yansıması” başlıklı yazısında, piyasalaşmış üslubu ve ürünleri yerden yere vuruyor. Şairliği ön plana çıkan Mehmet Aycı, küçük bir denemesiyle katılıyor 53.
kervana; “Gece yürüyüşü.” Yakın bir dönemde vefat eden bilge mimar Turgut Cansever üzerine Cem Gençoğlu’nun kaleme aldığı “Ardında bilinç bırakan adam” isimle deneme okunmaya değer. “Lezzetli Bir Cinayet” isimli yazı başlangıçta bir cinayet tasarımı olarak gelişiyor ama Sedat Arlı’nın öyküye sonlara doğru aldırdığı biçimi artık dergiden okumalısınız. Orta sayfa sohbeti hikayeci Recep Şükrü Güngör’e ayrılmış. Zahir Ertekin tarafından yapılan söyleşinin spot cümlesi; “Yazar tavrı olan adamdır!” Bunların yanında elbette birçok şair ve yazar derginin sayfaları arasında sizlerle buluşmayı bekliyor.
53. sayıda yer alan diğer yolcular şunlar; Ogün Kaymak, Mehmet Şamil, Gökhan Akçiçek, İbrahim Yiğit, Eyyüp Akyüz, İrfan Yıldız, İrfan İşgören, Eda Aktaş, Birgül Polat, Suavi Kemal Yazgıç, Ümran Yaka, Yavuz Albayrak, Yahya Kurtkaya, Seyyit Köse, Hüseyin Yılmaz, Yaşar Müntehir, Gül Çiğdem, Mustafa Uçurum, Rabia Bulut, Bünyamin Doğruer, Bilal Can.
Feriha Nur Tekin
2009-04-18
3K Nisan Sayısı Çıktı !
Ve biz kararlı adımlarla kendimizden emin bir halde yolumuza devam ediyoruz. Sizden zoraki ayrıldığımız süre içerisinde yeni sayımızın çalışmalarını hızla sürdürürken Gazze’den gelen acı haberlerle yıkılıp kaldık. Yüce Yaratıcımız; bizleri gafletten, kardeşlerimizi ise bu zulüm ve kırımdan muhafaza eyleye!
Sözün kanatlanarak uçtuğu, yazınınsa sabit kadem kaldığı şu bezirganda, iyicil duyguların hepten de yok olmadığını gösterebilmenin kıvancıyla gönencini kuşanaraktan çıkmak istedik karşınıza.
Kaliteden ödün verenlerin kantitenin sahte limanlarına iltica ettiğini, orada nitelikten vazgeçerek niceliği büyüttüklerini, onat keyfiyetler dururken sökel kemiyetlerde karar kıldığını gördükçe büsbütün kahroluyor insan.
Ne ki tecimevimiz böyle… Kolaydan, tüketimden, elverişsizden taraf…
Bakmayın susuk kaldığımıza. Aslında avazı çıktığı kadar bağıranlar biziz.
Duygularımızla düşüncelerimiz, umutlarımızla hedeflerimiz, hayallerimizle ideallerimiz sahifelerin mürekkep kokan satırlarında kendilerini cascavlak ele verirken; onlardan ayrıca bağırmalarını beklemek takdir edersiniz ki beyhude sanrıdır.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi; bizimkisi bir serüven…
Ne başı belli ne sonu… Karşımıza çıkacaklardan inanın biz de habersiziz.
Yazgının kimi keskin, kimi naif yazılıkları karşısında; eli kalem tutan, beyni diri, kalbi müzeyyen dostlarımızla çıktığımız bu yolculukta onca mihnetle zahmete karşın hiç mi hiç hayıflanmadık…
Elinizde tutup kucakladığınız bu bebek artık emekliyor. İlgi ve sevginizle daha nice güzel günlere erişmenin hayali içinde yeltekleşiyor habire.
Umulur ki bir gün; kendi başına adımlayabilsin, hatta yürüyebilsin ve hatta koşabilsin…
Neden olmasın…
Zaman sarkacındaki unutuşlarını hatırlayabilmek adına kah ibrahimî arayışın, ümitsizlik anaforlarındaki boğumlarını önleyebilmek için kah eyyubî sabrın, zulme uğrayanların coğrafyasını yeşertebilmek umuduyla kah davudî sesin öncülüğünü yapmaya gayret ettik şimdiye dek.
Almanaklarınızda güncellenen manifestolarımızın karakteristik özelliklerine azami kertede çaba gösterdik…
Bunda sonrası kaderin… Ve gelecek, bugüne kadar kimseye ödün vermediği gibi yarınlarda da vermeyecek…
Burgaçlarımızın orijininde insan var. Onu layıkıyla, hakkıyla çözebilmek ciddi anlamda bir sorun… Her şeye rağmen -dün ve bugün olduğu gibi istikbalde de- eyyamcılığa ve adamsendeciliğe pirim tanımadan kendi yağımızla kavrulmayı sadece ve sadece O’ndan niyaz edeceğiz… Öte yandan klişeleşen tabirlerimizden olsa da nefesimiz elverdiği müddetçe haykırmayı sürdüreceğiz:
“O’nun adıyla başladık, O’nun aşkıyla ilerliyor, izniyle yine ve yeniden O’nu yazmaya devam edeceğiz!”
Dergimizin muhtevasına girmedik bu sayıda. Zira bir önceki sayfanın fihristik dilini yeterli gördük. Varsın uçsun söz, akıl heybemizde kalan yazı, bize yâr ve yârândır…
Yeni bir sayıda gene buluşabilmenin umuduyla esen ve esin kalınız…
Sözün kanatlanarak uçtuğu, yazınınsa sabit kadem kaldığı şu bezirganda, iyicil duyguların hepten de yok olmadığını gösterebilmenin kıvancıyla gönencini kuşanaraktan çıkmak istedik karşınıza.
Kaliteden ödün verenlerin kantitenin sahte limanlarına iltica ettiğini, orada nitelikten vazgeçerek niceliği büyüttüklerini, onat keyfiyetler dururken sökel kemiyetlerde karar kıldığını gördükçe büsbütün kahroluyor insan.
Ne ki tecimevimiz böyle… Kolaydan, tüketimden, elverişsizden taraf…
Bakmayın susuk kaldığımıza. Aslında avazı çıktığı kadar bağıranlar biziz.
Duygularımızla düşüncelerimiz, umutlarımızla hedeflerimiz, hayallerimizle ideallerimiz sahifelerin mürekkep kokan satırlarında kendilerini cascavlak ele verirken; onlardan ayrıca bağırmalarını beklemek takdir edersiniz ki beyhude sanrıdır.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi; bizimkisi bir serüven…
Ne başı belli ne sonu… Karşımıza çıkacaklardan inanın biz de habersiziz.
Yazgının kimi keskin, kimi naif yazılıkları karşısında; eli kalem tutan, beyni diri, kalbi müzeyyen dostlarımızla çıktığımız bu yolculukta onca mihnetle zahmete karşın hiç mi hiç hayıflanmadık…
Elinizde tutup kucakladığınız bu bebek artık emekliyor. İlgi ve sevginizle daha nice güzel günlere erişmenin hayali içinde yeltekleşiyor habire.
Umulur ki bir gün; kendi başına adımlayabilsin, hatta yürüyebilsin ve hatta koşabilsin…
Neden olmasın…
Zaman sarkacındaki unutuşlarını hatırlayabilmek adına kah ibrahimî arayışın, ümitsizlik anaforlarındaki boğumlarını önleyebilmek için kah eyyubî sabrın, zulme uğrayanların coğrafyasını yeşertebilmek umuduyla kah davudî sesin öncülüğünü yapmaya gayret ettik şimdiye dek.
Almanaklarınızda güncellenen manifestolarımızın karakteristik özelliklerine azami kertede çaba gösterdik…
Bunda sonrası kaderin… Ve gelecek, bugüne kadar kimseye ödün vermediği gibi yarınlarda da vermeyecek…
Burgaçlarımızın orijininde insan var. Onu layıkıyla, hakkıyla çözebilmek ciddi anlamda bir sorun… Her şeye rağmen -dün ve bugün olduğu gibi istikbalde de- eyyamcılığa ve adamsendeciliğe pirim tanımadan kendi yağımızla kavrulmayı sadece ve sadece O’ndan niyaz edeceğiz… Öte yandan klişeleşen tabirlerimizden olsa da nefesimiz elverdiği müddetçe haykırmayı sürdüreceğiz:
“O’nun adıyla başladık, O’nun aşkıyla ilerliyor, izniyle yine ve yeniden O’nu yazmaya devam edeceğiz!”
Dergimizin muhtevasına girmedik bu sayıda. Zira bir önceki sayfanın fihristik dilini yeterli gördük. Varsın uçsun söz, akıl heybemizde kalan yazı, bize yâr ve yârândır…
Yeni bir sayıda gene buluşabilmenin umuduyla esen ve esin kalınız…
"İkindi Yağmuru" dergisi
İkindi Yağmuru Kültür Edebiyat Kitap dergisi 19. sayısıyla yayında
İkindi Yağmuru dergisi 18 sayı boyunca sürdürdüğü Kültür-Edebiyat-Sanat olan ilgi alanında değişiklik yaparak 19. sayısından itibaren Kültür-Edebiyat-Kitap olarak belirledi. Bu değişiklikle birlikte 48 sayfa olan dergi hacmi 64 sayfaya çıkarıldı. İkindi Yağmuru’nda Kitap eleştirilerine bu sayıdan itibaren daha çok yer vereceklerini belirten derginin yayın yönetmeni İlyas Şanver, kitaplara verilen emek kadar son dönemde nicelik olarak artan kitapların niteliğine de katkıda bulunmanın önemine işaret ediyor. Edebiyat dergiciliğinin çıkmazlarından biri olan ekonomik belirleyicilik bu günlerde kendisini daha bir hissettirirken dergi sayfalarının arttırılmasının okuyucuların da takdirlerine sunduklarını belirtiyor Şanver.
Derginin bu sayısında;
Sedat Umran, Cafer Keklikçi, Ünsal Ünlü, Rasim Demirtaş, Mustafa Atiker, Can Şen ve Said Ercan sayıda şiirleriyle yer alan şairler.
Şubat ayında vefat eden dünyaca ünlü Azeri şair ve yazar Bahtiyar Vahapzade bir incelemeyle anılıyor.
Son zamanlarda edebiyat ortamlarında tartışmaların odağında yer alan Türk şiirinin ustalarından İsmet Özel’in yayınlanan son kitabı ‘Of not Being A jew ilâveler ve vaat edilmiş Bir Şiir’ bağlamında Ünsal Ünlü “Türk Şiirinde Elli Yıllık Hâsıla: İsmet Özel” başlıklı yazısıyla değerlendirmelerde bulunuyor.
Yazar Beşir Ayvazoğlu’yla yapılan söyleşi de dergide öne çıkan konulardan.
Dergide yer alan yazı ve konular;
Ölümle Kolkola / Sedat Umran (Şiir)
Cool / Cafer Keklikçi (Şiir)
Onmaz Meseller Firarisi / Ünsal Ünlü (Şiir)
Koleksiyon / Rasim Demirtaş (Şiir)
Müzik III / Mustafa Atiker (Şiir)
Tohumun Çilesi / Can Şen (Şiir)
Gel ki, beklemek olsun / Said Ercan (Şiir)
Yayıncılık ve Nitelikli Yayıncılık Üzerine / Çetin Şahin (Deneme)
Batı Tefekkürünün Hafakanlı Kumaşı: Sokrates / Serkan Bilge (Deneme)
Bu Hikâye Kötü Olacak / Adnan Büyükbaş (Hikâye)
Salâ / H. Hüseyin Göktaş (Hikâye)
Film III / Remzi Şimşek (Hikâye)
Bahtiyar Vahapzade Vatan-ı Aslisine Döndü / Prof. Dr. Nurullah Çetin (İnceleme)
Adem Turan Şiiri Üzerine / Mustafa Celep (İnceleme)
Beşir Ayvazoğlu: " Dil, toplumun ideallerini yansıtır.” (Söyleşi)
Konuşan: Sanem Ataman
Türk Şiirinde Elli Yıllık Hâsıla: İsmet Özel / Ünsal Ünlü (Eleştiri)
Güneşteki Adamlar / İsmail Demirel (Kitap-Eleştiri)
Kazım Karabekir’in Defter-i Hayatı / Kâmil Büyüker (Kitap-Eleştiri)
Şafak Vakti / Huşeng İbtihac
Farsça Aslından Çeviren: Turgay Şafak (Çeviri Şiir)
İrfan Yıldız (Fotoğraf)
Sigaraya Dair / Semih Atiş – Remzi Şimşek (Sinema)
Sana Buranın Tarihini Anlatayım / Yakup Öztürk (Gezi)
İrtibat:
İkindi Yağmuru Dergisi ( Zen Kitabevi)
Sultantepe Mahallesi Şeyh Camii Sokak 38 /A Üsküdar / İstanbul
ikindiyagmuru@gmail.com
(216) 553 33 73
Değirmen Dergisi 17. Sayı Kapak Konusu: Mahalle
Hasbihal
Gerçek hayatla- medya hayat arasındaki farkı tebarüz ettirmeliyiz.
Bizler hayata gözlerini ‘mahalle’de açmış ve o mahalleyi muhalleştirmiş-
kaybetmiş bir nesiliz. Sosyal bir müessese, tarihi bir müessese
olarak tebarüz etmiş mahalleyi (Osmanlı-İran) çok zaman evvel yitirdik.
Bugün şehirlerimizde o mahallerden- mahallelerden bulmak artık imkânsız
hale gelmiştir. Bursa’da Muradiye civarında bambaşka bir havayı
teneffüs etmek mümkün ve fakat Orhan Gazi kabrinden o muhteşem
ovaya baktığınız vakit, tenekeden–betondan hayatın tıngırtıları acıtır canınızı.
Gerisi getto sitelerin büyük şehirlerimizi dikey biçtiği bir mimari:
Soğuk, yalıtıcı, yalnızlaştırıcı…
Osmanlı bürokrasisinin yahut din ve ilim camiasının hafif temasının
olduğu kimi büyük şehirlerimizde de kısmen huzur nakli mümkün.
Ama artık TOKİ’nin ulaşamadığı bir yer de kalmadı gibi. Gece konuşlanmalarına
başka türlü de mani olunamazdı. Tüm bu tarihi ve içtimai
tadilat sürüp giderken zayi mülkümüzün terekesi hususunda kavgalar
edildiğine şahit olmaktayız. Politik çevrelerden ilim zümrelerine, oradan
medya plazalara ve curcunalı sokağa varıncaya dek hemen herkes zayi
mülkümüzün ganimet kavgasını vermede. Hemen herkes yanına bir
‘baskı’ kelimesi kuşanıp ‘mahalle’mize tokat atmaktadır. Biz de, mahcup
gözlerle dönüp ‘mahalle’mize bakmak istedik.
Kapak Dosyası: Mahalle
Osmanlı’da Mahalle- Murat DEMİRCİ
The Other Mahalle- Mehmet DOĞAN
Ortadoğu’da Bir Mahalle: GAZZE- Ahmet SAKARTEPE
Mahalle Baskısı mı? Gelenek-Görenekler mi?- Göktan AY
“Sen Bizim Mahalleden Geçersin!”- Fahri TUNA
Korkularımızı İdeolojikleştirmek- Hanifi ŞAHİN
Bir Varoluş Mekânı Olarak Mahalle ve Ötekileştirme- Yusuf YAVUZYILMAZ
Hz. Peygamber Döneminde Medine’de Yerleşim- Abdulvahap ÖZSOY
Bir Medeniyet Projesi Olarak FETA- Mahalle İklimi- Menderes DAŞKIRAN
Dün Dünde Kaldı- Sebahattin KARAKOÇ
XXI. Yüzyılda Mahalle’nin Görünümü- Rüstem BUDAK
Yepisyeni Globalköy Mahallesi…- Said COŞAR
Şiirler:
L Çay Molası- Mehmet DOĞAN
Serzeniş – Ziyapaşa AKYÜREK
Nale(inleyiş)- Abdulkadir AKDEMİR
Fatih Sultan Mehmet- Özer BURGAZ
Yasaklı Kırmızı- Yalçın BEHÇET YEYMEK
Beyaz Düşerken- Nef- i PEDRİ
Başlıksız- Sevin ATLAER
Makaleler:
Popüler Kültür ve Eğitim- Rıdvan ŞİMŞEK
Beynelmilel Dakikalar- Ali ÖZTÜRK
David Hume ve Nedensellik- Recep AYDIN
Sekulerleşmenin Refleks Noktaları- Zekeriya MENAK
Türk Şiirinde Anlam Arayışları:Mehmed Akif’in Duygu ve Fikir Dünyasında Kısa
Bir Yolculuk- Selim GÜNDÜZALP
Geleneği Devam Eden Sanatlar- Ersan PERÇEM
Gezi Notları:
Billur Bir Avize Bursa’da Zaman- Nihat MALKOÇ
Harmanlama-1- Asiye YÜCEL
Denemeler:
Kara Kutu Cadı Kazanı- Eda KESİCİ
Çağına Sorular Soran Çocuk- Veli KARANFİL
İnsan ile Şii’rin Hikâyesi- - İsmail SÜPHANDAĞI
Hikayeler:
Söylenemeyen Kelimeler- Murat TAŞ
Göründüğü Gibi Yaşanmalı Hayatlar- Muzaffer TANSU
Değirmenden Mektuplar- Mehmet DOĞAN
İrtibat:
0505 647 03 25
degirmendergi@gmail.com
web: www.degirmendergi.com
2009-04-11
Yerli duyuş ve düşüncenin kadim atardamarına yaslanıyoruz
MÜRSEL SÖNMEZ'in yayın yönetmenliğinde ilerleyen BİR NOKTA dergisi kendisi ile aynı dönem çıkmaya başlayan birçok dergiden yolculuğunu sekteye uğratmaması açısından ayrışıyor. BİR NOKTA aynı zamanda belli isimlerin ürünlerini sürekli yayınlayarak merkez bir ekibinin de varolduğunu gösteriyor. Başlangıcından bugüne birkaç kez tasarım ve ebatlarını yenileyen dergi aynı zamanda müelliflerinin kitaplarını da basması açısından önemli bir yayın anlayışına sahip. MÜRSEL SÖNMEZ ile dergiyi, dergiciliği ve edebiyat sorunlarını konuşarak BİR NOKTA'yı daha yakından tanımaya çalıştık.
"Bir Nokta" ismine yüklediğiniz anlam nedir?
" Bir Nokta" ismi salt noktayı imlemekle birlikte, ontolojik bir vurgu olarak da tercih edilmiştir. Bu vurgu dikey ve yatay, soyut ve somut "zuhur"a, oluşa ve olduruşa teklik/tevhid/birlik/birleme açısından bakıldığının da göstergesidir. Nokta yazının ilk "ân"ıdır. Mutlak birlik açımlanır ve yorumlanırken nokta istiaresine başvurulmuş, varlıkla hareket böyle izah edilmiştir. Özellikle sûfiler arasında revaç bulmuş olan bu izah Hz. Ali'nin "Kur-an Fatiha'da, Fatiha Besmele'de, Besmele başlangıç harfi olan Be'de, Be ise altındaki noktada toplanmıştır." sözünden kaynaklanmaktadır. Varlığı, varoluşu, dünyayı, insanı, toplumu, inançsal, düşünsel ve eylemsel olarak tek ve en doğru çizgide buluşturma; bireyi ve toplumu anlamsızlığın ve saçmanın cenderesinden kurtararak dünya ve evrenle ahenk içinde ve mutlu kılan öğreti, bu "Bir nokta" ile çağrıştırılmak istenmektedir. Bütüncül bağlamda insan olma sorumluluğunun da vurgusu amaçlanmakta, sanat ve edebiyat da bu bütüncüllük içinde öz anlam yerine oturtulmaktadır.Düşünce, inanış ve ilkelerde kararlı olmak çok önemli
Derginiz önce tabloid boyda ve 4 sayfa olarak çıktı. Ardından normal dergi ebatlarına çekilip sayfa sayısını artırdı. Bir süredir de boyutunuzu yeniden değiştirip, büyüttünüz. Bu şekil değişikliklerinin gerekçeleri nelerdi?
Tabloid boy, Nuri Pakdil'in çıkardığı Türk edebiyatının yüzakı olan Edebiyat Dergisi'nin boyutu idi. İlk adımda bu boyutu tercih ettik. Bu aynı zamanda hem yalınlık hem de maddi külfetin azlığını sağlıyordu. Halen derginin o hali bana sevimli gelir. Biçimsel değişim ise arkadaşlarımızla yaptığımız toplantılarda çoğunluk kararı sonucunda gerçekleşmiştir. Düşünce, inanış ve ilkelerde kararlı olmak önemli, biçimsel değişikliğe açık olmak ise "ilerici"liğimize uygun bir davranış.
Bir Nokta'nın ilk sayısından itibaren belli bir şair, yazar kadrosu olduğu gözleniyor. Bu ilişkiler nasıl kuruldu ve gelişti. Bu anlamda derginiz bir kadro dergisi midir?
Bir Nokta'nın yaslandığı yazınsal bir gelenek var. Yerli duyuş ve düşüncenin kadim atardamarına yaslanıyoruz elbette. Enikonu birbirimizden devraldığımız çok şey var, hem tarihimizden hem de çağdaşlarımızdan. Bizim Kardelen dergisinden gelen bir de özel arkadaşlık ve dostluk ortamımız var. Bu arkadaş topluluğu, yukarıda sözünü ettiğimiz hayatı ve sanatı "mutlak hakikat" ve "birlik/teklik" açısından anlama ve algılama ortak düzleminde buluşuyor. Buradan hareketle de sanatlarını icra ediyorlar ve aynı duyarlılık zeminin verimlerini ortaya koyuyorlar. Doğaldır ki bu da dergi halinde tecelli ve zuhur ediyor. Kadro tanımınız da bu açıdan doğru. Bunun böyle olması başka isimlere kapalılık anlamına gelmiyor ebette. Temel ilke ve kalkış noktasında mutabık kalınan insanlarla oluşan bir de geniş kadroya sahip. Edebiyatı ve sanatı " istidad-ı ezelimizin bizi icbar ettiği bir temel nitelik, bir kulluk yapma biçimi ve olgusu olarak görüyoruz.. Bunu da; insanların atomize olduğu, ilişkilerin koptuğu, özellikle sanatçıların birbirleriyle bir araya gelemedikleri ve birlikte bir şeyler yapmayı başaramadıkları bir ortamda gerçekleştirmeye çabalıyoruz. " Biricik"liğimizi koruyarak bir arada olmaya çalışıyoruz. Fethi Gemuhluoğlu' nun bir sözü var " Herkesi usta bil, usta bil ama, bil ki usta sensin". Kişi ve dergi olarak bu söz hattındayız.
Aynı zamanda derginizde ürünleri yayınlanan isimlerin kitaplarını da basıyorsunuz. Bir Nokta'nın kitap yayıncılığı anlamında yayın anlayışı nedir?
Kitap, dergide yayımlanan ürünlerin evi. Okumanın gittikçe azaldığı çok çeşitli oyuncakların (gaflet figürlerinin) insanın dünyasını daralttığı bir zaman diliminde her şeye karşın yazarlarımızın ve şairlerimizin yapıtlarını kitaplaştırmayı da sürdüreceğiz. Yayın anlayışı olarak da, dergi için ne söylüyorsak odur. Birbirinden ayrı mecralar olarak değerlendirmiyoruz. Hayatı algılamamız doğrultusundaki temel ilkelerle hareket etmeye çalışıyor, isim yapmak ve edebiyat iktidarı gibi kaygılardan uzak duruyoruz. Nasılsa iyi ya da kötü yapıp etmelerimiz kayıt altına alınıyor ve büyük sorgu gününde karşımıza çıkacak. Dağıtım ve duyuru sorunları elbette var. Buna karşın iyi şeylerin yerini bulacağına dair de inancımız tam. "Balıklı kurşun kalem" egemen popüler kültürsüzlüğü enikonu yenecek. Biz, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyruğuna uymakla yükümlüyüz.Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi, esin kaynağımızdır
"Edebiyat" dergisinin önemli ismi Nuri Pakdil ile Bir Nokta'nın kurduğu manevi bir bağdan söz edebilir miyiz? Bu bağı besleyen gerekçeleriniz nelerdir?
Edebiyat dergisi ve Nuri Pakdil isimlerinin bizim için çok önemli olduğu doğru ama kendimizi onun devamı ya da bir açılımı gibi görmek edebe muğayir düşebilir. Ülkemiz ve yeryüzü geneli için çağdaş bir dille ve duyarlılıkla yeni ufuklar açan Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi, esin kaynağımızdır diyebiliriz. Bununla beraber, önce de belirttiğimiz gibi edebiyat yapıyor olmak bağlamında bütün bir edebiyat birikimiyle ve özelde ise yerli sanat ve düşün çizgisinde yürüdüğümüzü de söyleyebiliriz. Daha doğrusu bu yönde emeklediğimizi, emek verdiğimizi.
İktisadi, siyasi, bilimsel ve sanatsal olarak tıkanan insanın ve insanlığın umut ufkunu bizim geleneğimizde ifadesini bulmuş olan ve bizim de dillendirmeye çalıştığımız zaman aşımına uğramamış yasalar ve doğrular açacaktır. İnsan varlık konumlamasını sahih bir temele dayandırarak yürürse yeryüzü yaşanılası bir yer olacak, sanat ve edebiyatın satır aralarından hiçci ve kötücül bir duman değil, varoluş cümbüşünün soylu hüznü ile yaşama sevincinin tatlı meltemi esecektir.
Türk edebiyatı, Dünya için ve özellikle de Ortadoğu için bir umut
Bir Nokta'nın günümüz Türk edebiyatı ve şiiri karşısındaki tutumu ve tavrı nasıldır? Sizce edebiyat dünyamızın temel meseleleri nelerdir?
Türk edebiyatı ve Türkiye, Dünya için ve özellikle de Ortadoğu için bir umuttur. Biz ve edebiyata emek veren herkes bu umudun parçasıyız. Büyüteç altına aldığımızda çok sayıda sorunu görmek mümkün. Edebiyat tür ve yapı olarak değişime uğramadan yolunu sürdürmelidir. Postmodern bulanıklık edebiyat türlerinin sınırlarını tahrib etme çabasındadır. Bütün sınırları kaldırıp, gerçeği bilinmezcilik'in kafesine tıkayıp, kendi yapma gerçeklerini dayatan yeni dünya düzeninin sanattaki bu saptırıcılığına karşı edebiyatın masum, duru ve ilhama dayalı yapısını korumak gerekiyor. Her insanda tecelli eden hakikat, "mutlak hakikat"in an be an yaratmada oluşunun bir şulesidir. Hakikatin kaynağı, özü, zâten kavranabilir değildir. Kavranabilen kısım ise lutfen idraklere bağışlanmıştır. Edebiyat yapıtı da idrake kapı aralamaya memurdur ve kendi mecraında kendisi olarak yolunu sürdürmeye mecburdur. Şiir ve diğer edebi türler görsel şiir vs. gibi yanılgılardan uzak durmalıdır. Devamında ise sanatçının öz niteliğini arttırması ilham edenle rabıtasını güçlendirmesi ve "asgari velayet" halini benliğinde teşekkül ettirmesi gerekmektedir. Varoluşun mayası olan muhabbet "yaradana yakın" ve "gürbüz sözcükler"le hem sanatçıyı ol'duracak hem de muhatabı olan topluma o muhabbeti taşıyacaktır. Bu temel bilincin oluşması önemlidir. Gerisi peşinden gelecek, üretilen, tüketen bir güve değil çoğaltan bir tohum olacaktır. Edebiyatımız, sahiciliğe yakınlığı oranında yankı bulup yaşayacaktır. İnsan tümüyle yok olmadığı sürece söz de söyleyen de dolayısıyla edebiyat da var olacaktır. Yetkin ve olgun, evrensel çapta yankı uyandıracak yapıtları bilinci ve yüreği bu çapı idrak edenler meydana getireceklerdir. Önemli olan bu düşünsel bilincin oluşmasıdır. Bu bilinç sanatsal verim olarak kendisini gösterecektir. 'Mütebâkisi' hendese ve riyaziye mevzuudur, ki, bu dedikoduyla kim uğraşırsa uğraşsın. "Hakk yerini bulur". Bize düşen emek vermektir -emek bizim asal kavramlarımızdan biridir- ki " İnsan için ancak çalıştığı vardır".
Derginiz hangi boşluğu dolduruyor ve varoluş gerekçeleri nelerdir?
Diğer soruları yanıtlarken bu soru da karşılığını bulmuş oldu. Ayrıca, "yeni bir aydın ahlakı"nı -ki bu BÜYÜK bir boşluktur- ikame etme çabasındayız. İyi ve güzel olan her şeyi kimden zuhur ederse etsin öpüp başımıza koymak, değerlerini takdir etmek, bizden zuhur eden iyi ve güzeli ise iyiliğin ve güzelliğin asıl sahibine iade etmek ilkesini bu ahlakın temel ilkesi olarak söyleyebiliriz. Hazır yeri gelmiş ve ahlaktan söz etmişken "etik" sözcüğünü çöpe atıp ya da kime aitse ona iade edip kurtulalım. Bizim edebiyat dünyasında gördüğümüz ve doldurmaya çalıştığımız asıl boşluk budur. "Doldurmaya çalışmak"ı iddia olarak değil dua olarak görünüz. Dahası Bir Nokta'nın "kendisine tecelli zemini aramadan" ortaya koyduğu uğraş hangi boşluğu doldurduğunu zaman da gösterecektir.
Söyleşi: Selçuk Küpçük
Kaynak: Millî Gazete, 11 Nisan 2009
"Bir Nokta" ismine yüklediğiniz anlam nedir?
" Bir Nokta" ismi salt noktayı imlemekle birlikte, ontolojik bir vurgu olarak da tercih edilmiştir. Bu vurgu dikey ve yatay, soyut ve somut "zuhur"a, oluşa ve olduruşa teklik/tevhid/birlik/birleme açısından bakıldığının da göstergesidir. Nokta yazının ilk "ân"ıdır. Mutlak birlik açımlanır ve yorumlanırken nokta istiaresine başvurulmuş, varlıkla hareket böyle izah edilmiştir. Özellikle sûfiler arasında revaç bulmuş olan bu izah Hz. Ali'nin "Kur-an Fatiha'da, Fatiha Besmele'de, Besmele başlangıç harfi olan Be'de, Be ise altındaki noktada toplanmıştır." sözünden kaynaklanmaktadır. Varlığı, varoluşu, dünyayı, insanı, toplumu, inançsal, düşünsel ve eylemsel olarak tek ve en doğru çizgide buluşturma; bireyi ve toplumu anlamsızlığın ve saçmanın cenderesinden kurtararak dünya ve evrenle ahenk içinde ve mutlu kılan öğreti, bu "Bir nokta" ile çağrıştırılmak istenmektedir. Bütüncül bağlamda insan olma sorumluluğunun da vurgusu amaçlanmakta, sanat ve edebiyat da bu bütüncüllük içinde öz anlam yerine oturtulmaktadır.Düşünce, inanış ve ilkelerde kararlı olmak çok önemli
Derginiz önce tabloid boyda ve 4 sayfa olarak çıktı. Ardından normal dergi ebatlarına çekilip sayfa sayısını artırdı. Bir süredir de boyutunuzu yeniden değiştirip, büyüttünüz. Bu şekil değişikliklerinin gerekçeleri nelerdi?
Tabloid boy, Nuri Pakdil'in çıkardığı Türk edebiyatının yüzakı olan Edebiyat Dergisi'nin boyutu idi. İlk adımda bu boyutu tercih ettik. Bu aynı zamanda hem yalınlık hem de maddi külfetin azlığını sağlıyordu. Halen derginin o hali bana sevimli gelir. Biçimsel değişim ise arkadaşlarımızla yaptığımız toplantılarda çoğunluk kararı sonucunda gerçekleşmiştir. Düşünce, inanış ve ilkelerde kararlı olmak önemli, biçimsel değişikliğe açık olmak ise "ilerici"liğimize uygun bir davranış.
Bir Nokta'nın ilk sayısından itibaren belli bir şair, yazar kadrosu olduğu gözleniyor. Bu ilişkiler nasıl kuruldu ve gelişti. Bu anlamda derginiz bir kadro dergisi midir?
Bir Nokta'nın yaslandığı yazınsal bir gelenek var. Yerli duyuş ve düşüncenin kadim atardamarına yaslanıyoruz elbette. Enikonu birbirimizden devraldığımız çok şey var, hem tarihimizden hem de çağdaşlarımızdan. Bizim Kardelen dergisinden gelen bir de özel arkadaşlık ve dostluk ortamımız var. Bu arkadaş topluluğu, yukarıda sözünü ettiğimiz hayatı ve sanatı "mutlak hakikat" ve "birlik/teklik" açısından anlama ve algılama ortak düzleminde buluşuyor. Buradan hareketle de sanatlarını icra ediyorlar ve aynı duyarlılık zeminin verimlerini ortaya koyuyorlar. Doğaldır ki bu da dergi halinde tecelli ve zuhur ediyor. Kadro tanımınız da bu açıdan doğru. Bunun böyle olması başka isimlere kapalılık anlamına gelmiyor ebette. Temel ilke ve kalkış noktasında mutabık kalınan insanlarla oluşan bir de geniş kadroya sahip. Edebiyatı ve sanatı " istidad-ı ezelimizin bizi icbar ettiği bir temel nitelik, bir kulluk yapma biçimi ve olgusu olarak görüyoruz.. Bunu da; insanların atomize olduğu, ilişkilerin koptuğu, özellikle sanatçıların birbirleriyle bir araya gelemedikleri ve birlikte bir şeyler yapmayı başaramadıkları bir ortamda gerçekleştirmeye çabalıyoruz. " Biricik"liğimizi koruyarak bir arada olmaya çalışıyoruz. Fethi Gemuhluoğlu' nun bir sözü var " Herkesi usta bil, usta bil ama, bil ki usta sensin". Kişi ve dergi olarak bu söz hattındayız.
Aynı zamanda derginizde ürünleri yayınlanan isimlerin kitaplarını da basıyorsunuz. Bir Nokta'nın kitap yayıncılığı anlamında yayın anlayışı nedir?
Kitap, dergide yayımlanan ürünlerin evi. Okumanın gittikçe azaldığı çok çeşitli oyuncakların (gaflet figürlerinin) insanın dünyasını daralttığı bir zaman diliminde her şeye karşın yazarlarımızın ve şairlerimizin yapıtlarını kitaplaştırmayı da sürdüreceğiz. Yayın anlayışı olarak da, dergi için ne söylüyorsak odur. Birbirinden ayrı mecralar olarak değerlendirmiyoruz. Hayatı algılamamız doğrultusundaki temel ilkelerle hareket etmeye çalışıyor, isim yapmak ve edebiyat iktidarı gibi kaygılardan uzak duruyoruz. Nasılsa iyi ya da kötü yapıp etmelerimiz kayıt altına alınıyor ve büyük sorgu gününde karşımıza çıkacak. Dağıtım ve duyuru sorunları elbette var. Buna karşın iyi şeylerin yerini bulacağına dair de inancımız tam. "Balıklı kurşun kalem" egemen popüler kültürsüzlüğü enikonu yenecek. Biz, "Emrolunduğun gibi dosdoğru ol" buyruğuna uymakla yükümlüyüz.Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi, esin kaynağımızdır
"Edebiyat" dergisinin önemli ismi Nuri Pakdil ile Bir Nokta'nın kurduğu manevi bir bağdan söz edebilir miyiz? Bu bağı besleyen gerekçeleriniz nelerdir?
Edebiyat dergisi ve Nuri Pakdil isimlerinin bizim için çok önemli olduğu doğru ama kendimizi onun devamı ya da bir açılımı gibi görmek edebe muğayir düşebilir. Ülkemiz ve yeryüzü geneli için çağdaş bir dille ve duyarlılıkla yeni ufuklar açan Nuri Pakdil ve Edebiyat dergisi, esin kaynağımızdır diyebiliriz. Bununla beraber, önce de belirttiğimiz gibi edebiyat yapıyor olmak bağlamında bütün bir edebiyat birikimiyle ve özelde ise yerli sanat ve düşün çizgisinde yürüdüğümüzü de söyleyebiliriz. Daha doğrusu bu yönde emeklediğimizi, emek verdiğimizi.
İktisadi, siyasi, bilimsel ve sanatsal olarak tıkanan insanın ve insanlığın umut ufkunu bizim geleneğimizde ifadesini bulmuş olan ve bizim de dillendirmeye çalıştığımız zaman aşımına uğramamış yasalar ve doğrular açacaktır. İnsan varlık konumlamasını sahih bir temele dayandırarak yürürse yeryüzü yaşanılası bir yer olacak, sanat ve edebiyatın satır aralarından hiçci ve kötücül bir duman değil, varoluş cümbüşünün soylu hüznü ile yaşama sevincinin tatlı meltemi esecektir.
Türk edebiyatı, Dünya için ve özellikle de Ortadoğu için bir umut
Bir Nokta'nın günümüz Türk edebiyatı ve şiiri karşısındaki tutumu ve tavrı nasıldır? Sizce edebiyat dünyamızın temel meseleleri nelerdir?
Türk edebiyatı ve Türkiye, Dünya için ve özellikle de Ortadoğu için bir umuttur. Biz ve edebiyata emek veren herkes bu umudun parçasıyız. Büyüteç altına aldığımızda çok sayıda sorunu görmek mümkün. Edebiyat tür ve yapı olarak değişime uğramadan yolunu sürdürmelidir. Postmodern bulanıklık edebiyat türlerinin sınırlarını tahrib etme çabasındadır. Bütün sınırları kaldırıp, gerçeği bilinmezcilik'in kafesine tıkayıp, kendi yapma gerçeklerini dayatan yeni dünya düzeninin sanattaki bu saptırıcılığına karşı edebiyatın masum, duru ve ilhama dayalı yapısını korumak gerekiyor. Her insanda tecelli eden hakikat, "mutlak hakikat"in an be an yaratmada oluşunun bir şulesidir. Hakikatin kaynağı, özü, zâten kavranabilir değildir. Kavranabilen kısım ise lutfen idraklere bağışlanmıştır. Edebiyat yapıtı da idrake kapı aralamaya memurdur ve kendi mecraında kendisi olarak yolunu sürdürmeye mecburdur. Şiir ve diğer edebi türler görsel şiir vs. gibi yanılgılardan uzak durmalıdır. Devamında ise sanatçının öz niteliğini arttırması ilham edenle rabıtasını güçlendirmesi ve "asgari velayet" halini benliğinde teşekkül ettirmesi gerekmektedir. Varoluşun mayası olan muhabbet "yaradana yakın" ve "gürbüz sözcükler"le hem sanatçıyı ol'duracak hem de muhatabı olan topluma o muhabbeti taşıyacaktır. Bu temel bilincin oluşması önemlidir. Gerisi peşinden gelecek, üretilen, tüketen bir güve değil çoğaltan bir tohum olacaktır. Edebiyatımız, sahiciliğe yakınlığı oranında yankı bulup yaşayacaktır. İnsan tümüyle yok olmadığı sürece söz de söyleyen de dolayısıyla edebiyat da var olacaktır. Yetkin ve olgun, evrensel çapta yankı uyandıracak yapıtları bilinci ve yüreği bu çapı idrak edenler meydana getireceklerdir. Önemli olan bu düşünsel bilincin oluşmasıdır. Bu bilinç sanatsal verim olarak kendisini gösterecektir. 'Mütebâkisi' hendese ve riyaziye mevzuudur, ki, bu dedikoduyla kim uğraşırsa uğraşsın. "Hakk yerini bulur". Bize düşen emek vermektir -emek bizim asal kavramlarımızdan biridir- ki " İnsan için ancak çalıştığı vardır".
Derginiz hangi boşluğu dolduruyor ve varoluş gerekçeleri nelerdir?
Diğer soruları yanıtlarken bu soru da karşılığını bulmuş oldu. Ayrıca, "yeni bir aydın ahlakı"nı -ki bu BÜYÜK bir boşluktur- ikame etme çabasındayız. İyi ve güzel olan her şeyi kimden zuhur ederse etsin öpüp başımıza koymak, değerlerini takdir etmek, bizden zuhur eden iyi ve güzeli ise iyiliğin ve güzelliğin asıl sahibine iade etmek ilkesini bu ahlakın temel ilkesi olarak söyleyebiliriz. Hazır yeri gelmiş ve ahlaktan söz etmişken "etik" sözcüğünü çöpe atıp ya da kime aitse ona iade edip kurtulalım. Bizim edebiyat dünyasında gördüğümüz ve doldurmaya çalıştığımız asıl boşluk budur. "Doldurmaya çalışmak"ı iddia olarak değil dua olarak görünüz. Dahası Bir Nokta'nın "kendisine tecelli zemini aramadan" ortaya koyduğu uğraş hangi boşluğu doldurduğunu zaman da gösterecektir.
Söyleşi: Selçuk Küpçük
Kaynak: Millî Gazete, 11 Nisan 2009
"Dergâh" dergisi
Mustafa Kutlu yönetiminde istikrarlı bir şekilde yayın hayatına devam eden Dergâh dergisi, 230. sayısında da nitelikli çalışmalara ev sahipliği yapıyor.
İbrahim Tenekeci'nin "Gizli Yazışmalar" başlıklı şiiriyle açılan sayfalar; Ahmet Murat, Ramazan Teknikel, Atakan Özen, Sedat Turan, Fatma Çolak, Mehmet Şahinkoç, Ünsal Ünlü ve Mustafa Köneçoğlu'nun şiirleriyle devam ediyor. Sibel Eraslan ve Kâmil Yeşil, hikâye hanesini dolduran isimler.
Derkenar sütunlarında ise Prof. Dr. Mustafa Kara ve Mustafa Akar var. Sayın Kara, "Alimin ölümü / Alemin ölümü" başlığı altında, Mimar Turgut Cansever'in vefatına iki tarih birden düşüyor. Akar ise Ali Emre'nin son şiir kitabı Onarılmış Yas Bitiği'ni inceliyor. Mehmet Erdoğan, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eleştirmen yönünü ele aldığı yazılarına bu sayıda da devam ediyor. "Bir hayat tarzı olarak eleştiri" başlığını taşıyan yazısı, Tanpınar hakkında önemli bilgiler veriyor. Erdoğan'ın bu yazıları, pek yayında Dergâh Yayınları tarafından kitaplaştırılacak. Orta Sayfa Sohbeti'nin bu ayki konuğu, ünlü sahaflardan Emin Nedret İşli. Sayın İşli, hem kendi sahaflık macerası, hem de ülkemizde bu mesleğin son durumu hakkında değerli bilgiler veriyor. Hüseyin Vassaf'ın Bir Eski Zaman Efendisi: İbnülemin Mahmud Kemâl kitabı, Prof. Dr. İsmail Kara ve Fatih M. Şeker'in gayretleriyle, geçtiğimiz günlerde Dergâh Yayınları'ndan çıkmıştı. Prof. Dr. Mustafa Kara, vefatının sekseninci yılı dolayısıyla, Hüseyin Vassaf'ın hayatını, eserlerini ve çalışma yöntemini ele alan bir yazı yazdı. Modern Şiirin Kodları ana başlıklı yazılarına devam eden Furkan Çalışkan, bu sayıda Cahit Zarifoğlu'nun "Meç" şiirinden yola çıkarak, "Modern şiirde nesne ve hareket" konusuna değiniyor. Evren Kuçlu da, Hakan Şarkdemir'in Kahramanın Dönüşü kitabına "Türlerin yeni kahramanı" penceresinden bakıyor. Yusuf Turan Günaydın ise İmam-ı Rabbani'nin Necdet Tosun tarafından tercüme edilen üç eserini birden tanıtıyor. Bir diğer kitap tanıtımı da Vefa Taşdelen'e ait. Taşdelen, Muhsin Macit'in Filmin Ağlanacak Yeri adlı deneme kitabına değiniyor.
İbrahim Tenekeci'nin "Gizli Yazışmalar" başlıklı şiiriyle açılan sayfalar; Ahmet Murat, Ramazan Teknikel, Atakan Özen, Sedat Turan, Fatma Çolak, Mehmet Şahinkoç, Ünsal Ünlü ve Mustafa Köneçoğlu'nun şiirleriyle devam ediyor. Sibel Eraslan ve Kâmil Yeşil, hikâye hanesini dolduran isimler.
Derkenar sütunlarında ise Prof. Dr. Mustafa Kara ve Mustafa Akar var. Sayın Kara, "Alimin ölümü / Alemin ölümü" başlığı altında, Mimar Turgut Cansever'in vefatına iki tarih birden düşüyor. Akar ise Ali Emre'nin son şiir kitabı Onarılmış Yas Bitiği'ni inceliyor. Mehmet Erdoğan, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eleştirmen yönünü ele aldığı yazılarına bu sayıda da devam ediyor. "Bir hayat tarzı olarak eleştiri" başlığını taşıyan yazısı, Tanpınar hakkında önemli bilgiler veriyor. Erdoğan'ın bu yazıları, pek yayında Dergâh Yayınları tarafından kitaplaştırılacak. Orta Sayfa Sohbeti'nin bu ayki konuğu, ünlü sahaflardan Emin Nedret İşli. Sayın İşli, hem kendi sahaflık macerası, hem de ülkemizde bu mesleğin son durumu hakkında değerli bilgiler veriyor. Hüseyin Vassaf'ın Bir Eski Zaman Efendisi: İbnülemin Mahmud Kemâl kitabı, Prof. Dr. İsmail Kara ve Fatih M. Şeker'in gayretleriyle, geçtiğimiz günlerde Dergâh Yayınları'ndan çıkmıştı. Prof. Dr. Mustafa Kara, vefatının sekseninci yılı dolayısıyla, Hüseyin Vassaf'ın hayatını, eserlerini ve çalışma yöntemini ele alan bir yazı yazdı. Modern Şiirin Kodları ana başlıklı yazılarına devam eden Furkan Çalışkan, bu sayıda Cahit Zarifoğlu'nun "Meç" şiirinden yola çıkarak, "Modern şiirde nesne ve hareket" konusuna değiniyor. Evren Kuçlu da, Hakan Şarkdemir'in Kahramanın Dönüşü kitabına "Türlerin yeni kahramanı" penceresinden bakıyor. Yusuf Turan Günaydın ise İmam-ı Rabbani'nin Necdet Tosun tarafından tercüme edilen üç eserini birden tanıtıyor. Bir diğer kitap tanıtımı da Vefa Taşdelen'e ait. Taşdelen, Muhsin Macit'in Filmin Ağlanacak Yeri adlı deneme kitabına değiniyor.
2009-04-05
Bu kez bir dergi kapağı !
Vedat Günyol o zamanlar Fransızca öğretmenimizdi. Aynı zamanda Yeni Ufuklar dergisinin ‘bu sayıyı hazırlayan'ıydı. Şimdi 167. sayı, Nisan 1966 tarihli derginin sayfalarını karıştırıyorum. Onca zaman geçmiş, ama Yeni Ufuklar'ın 167. sayısı tazeliğini, diriliğini koruyor.
Hayata hazırlanıyorduk; Atatürk Erkek Lisesi onuncu sınıf, sonra lise son; hepimizin özlemleri, hayalleri, ülküleri vardı. Ben, ille yazar olmak istiyordum. Yazar olmak şimdi artık ülkü, özlem olduğu kadar bir ‘karar’dı.
Fakat nasıl yazar olunacağını bilmiyordum. Üç dört tane roman(!) yazmıştım; kimse yayımlamamıştı. Romancı Mozart rolünde ordan oraya savruluyordum. Umutla gittiğim yayınevlerinden gönlü kırık dönüyordum.
Vedat Günyol o zamanlar Fransızca öğretmenimizdi. Her hafta üç gün iki ders saati birlikteydik. Vedat bey, aynı zamanda Yeni Ufuklar dergisinin ‘bu sayıyı hazırlayan’ıydı. Hocamız alçakgönüllülüğünden, ‘genel yayın yönetmeni’ türünden adlandırmalardan uzak durmuştu. Yeni Ufuklar’ı her ay alıp okuyordum.
Şimdi 167. sayı, Nisan 1966 tarihli Yeni Ufuklar’ın sayfalarını karıştırıyorum. 2009 Nisan’ına bir-iki gün kala. Kırk yıldan aşkın. Onca zaman geçmiş, ama Yeni Ufuklar’ın 167. sayısı tazeliğini, diriliğini koruyor.
Bu, ‘aylık sanat, düşünce’ dergisi bir öğretmenin dar olanaklarıyla yayımlanırdı. Tutkun aboneleri olmasa, belki ayakta kalamazdı. O dar olanaklara rağmen, Günyol, her yazıya telif öderdi.
İlk yazı Nermi Uygur’dan, ‘Yokülke’: “Bakıyorum, günümüzde herkes gerçekçi. Alışverişe hazırlanan ev kadını, iş oylumunu genişletmeyi tasarlayan tüccar, okullara yeni bir kılık vermek isteyen eğitim bakanı, komşularla bağlantıların gözden geçirilmesini savunan politikacı, yeni bitirdiği romanı radyo dinleyicilerine sunan yazar, düşünme tutumunu özetleyen filozof -herkes, herkes gerçekçi bugün.”
‘Yokülke’ unutamadığım bir denemedir. Nermi Uygur, herkesin gerçekçi geçinerek, geleceği mutlu kılabilecek düşlerden arınmışlığına... düşsüz insanlara veryansın eder. Kimi satırlarda çok ince bir ironi, kimi satırlarda yazıklanış. Ütopya karşılığı olarak önermiştir yokülkeyi.
10 yıl sonra, Her Gece Bodrum’u yazarken, asla ütopya dememiş, yokülkeyi çok daha şiirsel bularak tercih etmiştim. Nermi Uygur arı Türkçenin ustasıydı. ‘Yokülke’, bence, onun en güzel denemesidir.
‘Yokülke’den sonra Jacques Prevert’in şiiri: ‘Yitirilmiş Zaman’. Nedim Gürsel hatırlıyor mu bilemem, ama o çevirmiş, çiçeği burnunda bir genç yazar adayı. Ve gerçekten özenli bir çeviri.
Ferit Edgü’nün yazısına gelince, olağanüstü önemli. ‘Bir Adım ileri Bir Adım Geri’de, yazarlara yönelik bir dâvadan yola çıkan Ferit Edgü, o günlerin Sovyetler Birliği’ne özgürlük kısıtlayıcı ülke yorumunu getiriyor. Düşünce hayatımız, hele sol kesim göz önünde tutulursa; çok erken ve çok cesur bir teşhis. Son bölümü alıntılamak ihtiyacı içindeyim: “İnanıyorum ki Daniel de, Siniyavaki de, Sibirya’da da olsalar yazmalarına devam edeceklerdir. Ve çok geçmeden onların da, Mandelstamm gibi, Akhmatova gibi, Olyeşa gibi, yazdıklarının kendi ülkelerinde, kendi anadillerinde yayınlandıklarını, alkışlandıklarını göreceğiz.”
Derken şu Anna Ahmatova tespiti: “... onların bugün çektikleri çileyi uzun yıllar, çok daha ağır koşullarda çekmiş, altın yürekli ozan...”
Mehmet Seyda -günümüzde yazık ki çok az anımsanıyor- romanlarının esin kaynaklarını dile getirmiş, Yeni Ufuklar’da. Yıkımlı bir zaman diliminde öldürülecek olan Cavit Orhan Tütengil, Seyda’nın eserindeki ‘büyük aile’ sorunu üzerinde durmuş. Yazınsal verileri gözardı etmeyen, sosyolojik yanı ağır basan bir eleştiri... Toplumbilimcilerin romana, öyküye değer verdikleri günlermiş...
Öne çıkan söyleşi: Mübeccel İzmirli, Yanık Saraylar üzerine, Sevim Burak’la konuşmuş. Konuşmuş dediğime bakmayın; bu söyleşiyi de unutamam. Sevim Burak harikûlâde şeyler söyler orada. Öykülerindeki biçim arayışının sebepleri üzerinde durur. Kafka’ya bağlılığı belirtir, bir yazardan, bir eserden esinlenme meselesine bambaşka yorum getirerek: “... Kafka’yı unutmam, kaybetmem -belki iyice geriye dönmem (kendi uygarlığımı bulmam) düz bir iskemlede oturmam ve hiçbir şey yapmadan günlerce Dolmabahçe Sarayı’na bakmam gerekir.”
Hepsi daha dün gibi !
Selim İleri
Kaynak:
"Radikal" Kitapeki
03/04/2009
Hayata hazırlanıyorduk; Atatürk Erkek Lisesi onuncu sınıf, sonra lise son; hepimizin özlemleri, hayalleri, ülküleri vardı. Ben, ille yazar olmak istiyordum. Yazar olmak şimdi artık ülkü, özlem olduğu kadar bir ‘karar’dı.
Fakat nasıl yazar olunacağını bilmiyordum. Üç dört tane roman(!) yazmıştım; kimse yayımlamamıştı. Romancı Mozart rolünde ordan oraya savruluyordum. Umutla gittiğim yayınevlerinden gönlü kırık dönüyordum.
Vedat Günyol o zamanlar Fransızca öğretmenimizdi. Her hafta üç gün iki ders saati birlikteydik. Vedat bey, aynı zamanda Yeni Ufuklar dergisinin ‘bu sayıyı hazırlayan’ıydı. Hocamız alçakgönüllülüğünden, ‘genel yayın yönetmeni’ türünden adlandırmalardan uzak durmuştu. Yeni Ufuklar’ı her ay alıp okuyordum.
Şimdi 167. sayı, Nisan 1966 tarihli Yeni Ufuklar’ın sayfalarını karıştırıyorum. 2009 Nisan’ına bir-iki gün kala. Kırk yıldan aşkın. Onca zaman geçmiş, ama Yeni Ufuklar’ın 167. sayısı tazeliğini, diriliğini koruyor.
Bu, ‘aylık sanat, düşünce’ dergisi bir öğretmenin dar olanaklarıyla yayımlanırdı. Tutkun aboneleri olmasa, belki ayakta kalamazdı. O dar olanaklara rağmen, Günyol, her yazıya telif öderdi.
İlk yazı Nermi Uygur’dan, ‘Yokülke’: “Bakıyorum, günümüzde herkes gerçekçi. Alışverişe hazırlanan ev kadını, iş oylumunu genişletmeyi tasarlayan tüccar, okullara yeni bir kılık vermek isteyen eğitim bakanı, komşularla bağlantıların gözden geçirilmesini savunan politikacı, yeni bitirdiği romanı radyo dinleyicilerine sunan yazar, düşünme tutumunu özetleyen filozof -herkes, herkes gerçekçi bugün.”
‘Yokülke’ unutamadığım bir denemedir. Nermi Uygur, herkesin gerçekçi geçinerek, geleceği mutlu kılabilecek düşlerden arınmışlığına... düşsüz insanlara veryansın eder. Kimi satırlarda çok ince bir ironi, kimi satırlarda yazıklanış. Ütopya karşılığı olarak önermiştir yokülkeyi.
10 yıl sonra, Her Gece Bodrum’u yazarken, asla ütopya dememiş, yokülkeyi çok daha şiirsel bularak tercih etmiştim. Nermi Uygur arı Türkçenin ustasıydı. ‘Yokülke’, bence, onun en güzel denemesidir.
‘Yokülke’den sonra Jacques Prevert’in şiiri: ‘Yitirilmiş Zaman’. Nedim Gürsel hatırlıyor mu bilemem, ama o çevirmiş, çiçeği burnunda bir genç yazar adayı. Ve gerçekten özenli bir çeviri.
Ferit Edgü’nün yazısına gelince, olağanüstü önemli. ‘Bir Adım ileri Bir Adım Geri’de, yazarlara yönelik bir dâvadan yola çıkan Ferit Edgü, o günlerin Sovyetler Birliği’ne özgürlük kısıtlayıcı ülke yorumunu getiriyor. Düşünce hayatımız, hele sol kesim göz önünde tutulursa; çok erken ve çok cesur bir teşhis. Son bölümü alıntılamak ihtiyacı içindeyim: “İnanıyorum ki Daniel de, Siniyavaki de, Sibirya’da da olsalar yazmalarına devam edeceklerdir. Ve çok geçmeden onların da, Mandelstamm gibi, Akhmatova gibi, Olyeşa gibi, yazdıklarının kendi ülkelerinde, kendi anadillerinde yayınlandıklarını, alkışlandıklarını göreceğiz.”
Derken şu Anna Ahmatova tespiti: “... onların bugün çektikleri çileyi uzun yıllar, çok daha ağır koşullarda çekmiş, altın yürekli ozan...”
Mehmet Seyda -günümüzde yazık ki çok az anımsanıyor- romanlarının esin kaynaklarını dile getirmiş, Yeni Ufuklar’da. Yıkımlı bir zaman diliminde öldürülecek olan Cavit Orhan Tütengil, Seyda’nın eserindeki ‘büyük aile’ sorunu üzerinde durmuş. Yazınsal verileri gözardı etmeyen, sosyolojik yanı ağır basan bir eleştiri... Toplumbilimcilerin romana, öyküye değer verdikleri günlermiş...
Öne çıkan söyleşi: Mübeccel İzmirli, Yanık Saraylar üzerine, Sevim Burak’la konuşmuş. Konuşmuş dediğime bakmayın; bu söyleşiyi de unutamam. Sevim Burak harikûlâde şeyler söyler orada. Öykülerindeki biçim arayışının sebepleri üzerinde durur. Kafka’ya bağlılığı belirtir, bir yazardan, bir eserden esinlenme meselesine bambaşka yorum getirerek: “... Kafka’yı unutmam, kaybetmem -belki iyice geriye dönmem (kendi uygarlığımı bulmam) düz bir iskemlede oturmam ve hiçbir şey yapmadan günlerce Dolmabahçe Sarayı’na bakmam gerekir.”
Hepsi daha dün gibi !
Selim İleri
Kaynak:
"Radikal" Kitapeki
03/04/2009
"Sincan İstasyonu" dergisi
Nisan 2009, Sayı: 20
İ ç i n d e k i l e r :
Akif Kurtuluş *Hüseyin Ferhad * Ahmet Telli * Sina Akyol * Müjde Bilir * Ali Karagöz * İlyas Tunç * Yaşar Dalgıçoğlu * Tuncer Uçarol * Umut Yaşar Abat * Veysel Çolak * Nikolay Miskiy * Özlem Çiçek * Hüseyin Peker * Yasin Erol * Turan Karataş * Mehmet Akif Gülal * Şahin Taş * Fergun Özelli * Adnan Algın * Abdurrahman Şenel * Bekir Doğanay * Abdülkadir Budak
Şiirin ağzı bozuldu mu? *Kalp: O Küçük oyuncak Tren * Yaşamak yara almaktır * Şiirden, şiir bilgisine * Et ve Kılçık * Ölüler çok yaşasın, ama… * Hikâyeciler bir şehri nasıl anlatır? * Dergiler apar topar * Bir şairin yalın, destansı sesi * Günsüz günlükler * Şiir ve öteki türler * “Oradaydım” * Sen hiç kendin olmadın * Bir gözlem, bir duygu * Doğuştan şair * Eleştirmek mi, pataklamak mı? * Şiir yazan ruh rahat olabailir mi? Dıranas kaç şiirlik şairdi? * Edebiyat dünyasında ne var, ne yok?
İrtibat:
Atatürk Cad. İrem İşhanı No: 2/18
Sincan/Ankara
(0312) 283 82 66
(0536) 462 21 70
P.K.6 Sincan/Ankara
İ ç i n d e k i l e r :
Akif Kurtuluş *Hüseyin Ferhad * Ahmet Telli * Sina Akyol * Müjde Bilir * Ali Karagöz * İlyas Tunç * Yaşar Dalgıçoğlu * Tuncer Uçarol * Umut Yaşar Abat * Veysel Çolak * Nikolay Miskiy * Özlem Çiçek * Hüseyin Peker * Yasin Erol * Turan Karataş * Mehmet Akif Gülal * Şahin Taş * Fergun Özelli * Adnan Algın * Abdurrahman Şenel * Bekir Doğanay * Abdülkadir Budak
Şiirin ağzı bozuldu mu? *Kalp: O Küçük oyuncak Tren * Yaşamak yara almaktır * Şiirden, şiir bilgisine * Et ve Kılçık * Ölüler çok yaşasın, ama… * Hikâyeciler bir şehri nasıl anlatır? * Dergiler apar topar * Bir şairin yalın, destansı sesi * Günsüz günlükler * Şiir ve öteki türler * “Oradaydım” * Sen hiç kendin olmadın * Bir gözlem, bir duygu * Doğuştan şair * Eleştirmek mi, pataklamak mı? * Şiir yazan ruh rahat olabailir mi? Dıranas kaç şiirlik şairdi? * Edebiyat dünyasında ne var, ne yok?
İrtibat:
Atatürk Cad. İrem İşhanı No: 2/18
Sincan/Ankara
(0312) 283 82 66
(0536) 462 21 70
P.K.6 Sincan/Ankara
"Türk Dili" dergisi
TÜRK DİLİ
Dil ve Edebiyat Dergisi
Cilt XCVII
Sayı 687 • Mart 2009
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Türk Dil Kurumu adına
Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN
İçindekiler
Prof. Dr. Şükrü Halûk AKALIN, Türk Dili: Dünya Dili
Yrd. Doç. Dr. Hatice İÇEL, Türkçede Atasözü-Deyim İlişkisi
Nuray UYUMAZ, İnsan (Şiir)
Şakir SUSUZ, Çanakkale'de (Şiir)
Prof. Dr. Hamza ZÜLFİKAR, Dünden Bugüne Türkçe
Yrd. Doç. Dr. Nesîme CEYHAN, Gurbetin Vefaya Muhtaç Hikâyeleri
Erhan BİLGENOĞLU, Köyümün Kadınları (Şiir)
H. Rıdvan ÇONGUR, Aşkın Güzelliğiyle (Şiir)
Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK, Gerçekle Mecazın Kesiştiği Noktada Türk Romanında Yolculuk
Ziya AKYÜREK, Şehitlerimize (Şiir)
Salim ÇONOĞLU, Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Mavi Hareketi
İslâm Beytullah ERDİ, Bir Demet Gül (Hikâye)
Prof. Dr. Nevzat GÖZAYDIN, Dergi ve Kitap Dünyasından
YİTİRDİKLERİMİZ
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev'e Bahtiyar Vahapzade'nin Vefatı Üzerine Gönderilen Başsağlığı İletisi
Nail TAN, Şair, Oyun Yazarı ve Bilim Adamı Prof. Dr. Bahtiyar Vahapzade
DEĞERLENDİRMELER
Aziz AYVA, Ahmet Muhip Dıranas Hayatı-Eserleri-Sanatı Üzerine
HABERLER
Ayşe BALCI, Türk Dil Kurumunda Geçen Ay
2009-04-03
"Kuşluk Vakti" dergisi hakkında
Şimdi kuşluk vaktidir.
Kuşluk Vakti dergisi bir yılı geride bıraktı. Okurlar ve yazarlar Kuşluk Vakti'nin bir yılını değerlendirdi.
Gözü Olana Sabah Işımıştır
“Kuşluk Vakti, İmam Ali’nin, ‘gözü olana sabah ışımıştır’ haberinin peşinde bir dergi. Aşina isimlerin aynı iklimde buluştuğu, erdemin, merhametin, adaletin ve zerafetin soluk alıp verdiği bir yer. Efendimiz’in vakti ikindi idi. Ama O, başla sonu bitiştiren bir Sultan’dı. Kuşluk, ikindiye hazırlık, şafağın dinginliği. Atmaca, Durman, Güzel ve daha niceleri, bu sekinetin içinde konuşup durdular. Ne mutlu!”
Sadık Yalsızuçanlar
Her dergi heyecanlandırır beni
Kuşluk Vakti iyi seçilmiş bir isim. Benim de Kuşluk Vaktinde Kuş Olsam adlı bir şiirim var.
Olan güzel bir şeyi güzel bir vakti böyle görünür hale getirmek de güzel tabii.
Böyle şeyleri severim ben. Hele bu bir edebiyat dergisine isim olmuşsa hemen “harika” olmuş derim kendime. Demek bir yıl geçti ha! Farkında değilmişim gibi oldum bir yılın hitama erdiğini duyunca. Dergi de hâlâ elime ulaşmayınca böyle geceye kadar beklemek düştü.
Şüphesiz dergide güzel şiirler- yazılar da okunmuş oldu.
Neticeyi kelam Kuşluk Vakti’ne uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
Nurettin Durman
Genç yetenekler için iyi fırsat
Kuşluk Vakti: Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Salih Güzel. Editör: M. Sait Türkoğlu. Dergi Manisa’da çıkıyor. Edebiyat dergisi tarzında. İki yaprak sekiz sayfa. Tabii bur tarz ürün bakımından oldukça yararlı. Mizanpaj ve düzen bakımından kolaylık sağlıyor. Dergiler çoğaldıkça ürünlerini yayımlamakta zorluk çeken, yer bulamayan yeteneklere fırsat doğuyor. Tabiî şunu vurgulamada yarar var. Kuşluk Vakti dergisi gençler ve genç yetenekler için iyi bir fırsattır.
Burada da bir çatı oluşuyor. Sevindirici bir durum. Umarız ki uzun soluklu olur.
Milli Gazete / Ali Haydar haksal
Taşra dergisi imajını yıktı
Manisa'da Salih Güzel'in çabalarıyla güzel bir edebiyat dergisi yayımlanıyor: Kuşluk Vakti. Kuşluk Vakti'nin son dört beş sayısının editörlüğünü Fatma Zehra isimli mütevazi, sessiz ama kabına sığmaz bir enerji ve coşkuyla dolu bir arkadaşımız üstleniyor. Fatma Zehra'nın özenli çabalarıyla dergi, zihnimizdeki "taşra dergisi"ne ilişkin bütün olumsuz mitleri yıkmayı başardı.
Yeni Şafak / Yusuf Kaplan
Her sayı bir öncekinden yetkin
Kuşluk Vakti’ni diğer dergilerden farklı bir periyotla izledim. Adres değişikliğinin bir azizliği olarak dergiler bana iki, üç sayı birlikte geldi. Çünkü dergi eski adresimden iki, üç ay ara ile ulaştırılıyordu bana. Bu sayılar ilginç bir karşılaştırma imkanı da verdi bana. Her sayıyı bir önceki sayısından daha zengin, ürün olarak daha yetkin gördüm. İlk iki sayısı bana acaba üçüncü sayı da çıkacak mı şüphesi verdi. Ürün dağılımı ve ürünlerin dergiye yerleştirimi bende böyle bir duygu uyandırdı. Sonra kendini topladı dergi. Eğer bu derli toplu görünüm olmasaydı ürün akışı oldukça sınırlı olurdu. Bu da dergiyi olumsuz etkilerdi. Şunu söyleyelim artık: Nitelik varsa taşralılık ortadan kalkmıştır. Taşralılık yer ile ilgili değildi zaten; ama taşrada yaşayanlar merkezin estetik seviyesinden geri kaldığı için onlara taşralı deniliyordu. Kuşluk Vakti bu zevksizliğe düşmeden rahatlıkla merkez dergilerinin arasında yer buldu. Jeneriği kaldırın, bu derginin Manisa’da çıktığını kimseye inandıramazsınız. Edebiyat, İkindiyazıları ve Ayane geleneğinin bir devamı olarak görüyorum Kuşluk Vakti’ni. İnşallah uzun ömürlü olur.
Kâmil Yeşil
Kuşluk Vakti'ni sevdim ben
Kuşluk Vakti’ni tam bir yıl önce ve tam da bir kuşluk vaktinde Mustafa Oğuz’un ellerinde gördüğümde çok heyecanlanmıştım. İlk anda bende bırakmış olduğu sıcaklık ve bana vermiş olduğu o heyecan bu güne kadar hep sürdü, hiç eksilmeden! Ve her sayısını öğrencilerimle de paylaştım kimi şiir ve yazıları okuyarak.
Kuşluk Vakti’ni sevdim ben. Bunda 80’li yıllarda Andırın’da merhum Nedim Ali’nin çıkarmış olduğu “İkindi Yazıları”nın da payı vardı belki de! İlk bakışta o dergiyi hatırlatıyordu çünkü bana her defasında elime aldığımda.
İyi şeyler yaptığına inanıyorum ben Kuşluk Vakti’nin, dönüp ardımızda kalan bir yıla baktığımda. Güzel şiirler, öyküler ve denemeler okuduk; birçoğunun tadı hâlâ hafızamdadır. Bosna ile ilgili bir gezi yazısını mesela tadını çıkara çıkara okuduğumu hatırlıyorum şu an.
Bir de şunu söylemem gerekiyor: Yusuf Kaplan’nın “İkinci Yeni” üzerine yapmış olduğu çalışma /değerlendirme çok önemliydi!
Âdem Turan
Sabırsızlıkla bekliyoruz
Bir yıl önce üç beş gönül eri ile yola çıkan kervan yolda çoğalarak gönüller fethetmeye doğru gidiyor. Kuşluk Vakti birbirleriyle gönül komşusu olan şairleri, yazarları birbirlerine biraz daha aynel yakin eyledi. Zaman zaman titiz mizampaj ve yazı şiir seçimlerinde aksaklıkları olsa da özünde güzel işler yaptı. Türkiye de elinize aldığınızda okunup kaldırılacak bir dergi olmayı sürdürüyor. Gönlüm sayfa sayısının ilk çıktığı sayılar gibi 4 ya da 8 sayfa olmasından yana. Yazılara ve şiirlere biraz daha özgürlük verilip itiş-tıkış (bu da girsin, puntosu küçük olsun varsın) düşüncesinden uzak durulması. Herkesin sabırsızlıkla Kuşluk Vaktini beklediğini biliyorum. Selam olsun güzel insanlara...
Tayyib Atmaca
Vakitleri aşan bir dergi
Kuşluk vakti yola çıkan (ki ilk adımı marttır ve mart yılın kuşluk vaktine tekabül eder) Kuşluk Vakti, gündönümüne adım atmış. Ne mutlu… O, artık vakitler üstü bir dergi. Mizanpajından içeriğine, yazı kadrosundan tartıştığı konularla bunu gerçekleştirmiş ve varoluşunu kendi gücüyle sağlamış bir dergi. Bir sofra… Bu sofraya katılımların önümüzdeki yıl da daha da zenginleşerek devam edeceğini düşünüyorum.
Mustafa Oğuz
Kuşluk vakti yola düşenler
İnsanın içinde gizli bir yerlerinde yola çıkma arzusu varsa bunu dizginlemesi zordur. Bu
arzu uygun zamanı bulduğunda gün yüzüne çıkmak ister. İşte "Kuşluk Vakit" dergisi de
bu yürek çırpıntısının bir yanması olarak buluştu okuyucularla. Aslında hiç aramızdan
ayrılmayan ama değişik mekân ve isimlerle yürekleri yoklayan bir ekibin meyvesi bu dergi.
Mustafa Uçurum
İkindiyazıları kadar sevimli
Kuşluk Vakti bilmiyorum size de öyle oluyor mudur, bana İkindiyazıları'nın sevimliliğini hatırlatıyor. Bu çok hoşuma gidiyor.
Kuşluk Vakti'nde çok imza olması böylesi bir derginin ne kadar işlevsel bir dergi olduğunu, 4 sayfada, 8 sayfada bile ne kadar çok şey söylenebilirmiş. Kuşluk Vakti'nden bunu öğreniyoruz. Kuşluk Vakti'nin mimarların Kırkikindi dergisindeki gibi ismini de beğendiğimi söylemek istiyorum.
Yürüyüşleri hep bereketle devam etsin.
Asım Gültekin
Şiiri önemseyen bir dergi
"Kuşluk Vakti" samimi bir dergi… Dergiciliğin zor olduğunu uğraşan herkes bilir. Bu zoru başarma ve ortaya emek ürünü eserler koyma adına takdire şayan bir çalışma temposu söz konusu. Şiiri önemseyen ve diğer edebi türlere bir yazı bahçesi olan yanıyla da ayrıca güzel... Özellikle portre bölümü ilgi çekici ve çok faydalı... Yazarlara ait kitaplık bölümü bir vefa örneği... Sade oluşu iyi... Negatif yönlere gelince: İki yaprak olmasından dolayı yazıların küçük puntolarla çıkması dosya çalışmalarına tam olarak yer verilememesi (2008 Yahya Kemal, Nasrettin Hoca ve A. Haşim’in yıl dönümleriydi), kitap tanıtımları, röportaj eksiklikleri, sinema, sanat ve kitap/yazı eleştirileri… Bu kadar eksik kadı kızında da bulunur gerçi. İdeale ulaşmak adına tavsiye olur belki…
Hasan Çağlayan
Yerelliği çoktan aştı
Kur’an’da ve’l-asr, ve’l leyl, ve’s-subh, ve’d-duha (Asra, geceye, sabaha, kuşluğa yemin olsun) gibi değişik zaman dilimlerine yemin edilerek zaman vurgusu yapılmıştır. Kuşluk Vakti bu vurgudan nasibini almış anlar silsilesidir. Niyazi-i Mısrî’nin “Ne maziyem ne müstakbel, her ânın anesiyim ben.” deyişine benzer ne tamamen geçmişin, ne de büsbütün hayalin peşinde bir yıl geçirdi Kuşluk Vakti. Yitik Düşler’den devraldığı bayrağı vaktin bütününü kuşatarak gönüllere yeni menfezler açma yolunda emin adımlarla yürüdü. Salih Güzel’in özel çabası, Fatma Zehra’nın bütün mesaisini dergiye vermesi, Mustafa Oğuz’un Kuşluk Vakti ile yatıp kalkması, üslup sahibi Şemsettin Yapar, Sait Türkoğlu, Nihat Dağlı, Mehmet Aycı gibi kalemlerin dergide yazması, üstüne üstlük Münire Daniş, Cihan Aktaş ve de Yusuf Kaplan hocanın katkıları Kuşluk Vakti’ni çoktan yerel olmaktan öteye taşımıştır. Her sayının bir öncekini de içine alarak helezonlar halinde büyümeye devam edeceğine inancım tamdır. Bir temenni ile bitirelim: Vakitlerin Mehlika Sultan’ı, yolun ve bahtın açık olsun.
Melek Altun
Gençlerle ustalar bir arada
Genç kalemleri usta kalemlerle buluşturuyor olması bile, Kuşluk Vakti’ne önem vermemiz için yeterli. Kaldı ki, yayımlanan çalışmaların büyük bir titizlikle elden geçtiğini, derginin sayfalarını aralayınca hemen görebiliyoruz; sağlam metinler, damardan kelimeler, coşkulu dizeler… 1 yıl boyunca Kuşluk Vakti’nin arşivlerimizde yer alması, okuyucusuna duyduğu saygının küçük bir karşılığı olsa gerek.
Bir de söylemeden geçemeyeceğim; Kuşluk Vakti’nin mutlaka takip ettiğim bir bölümü var: Künye! Evet, Künye’deki ‘adres’i düzenli olarak okuyorum. Manisa… Ege… Okuyucusuna taşra sıcaklığını hissettiren Kuşluk Vakti’nin, memleketimin oralardan bana seslendiğini de duyuyorum mütemadiyen. Bu bana nefes aldırıyor.
Ümmühan Atak
Su tadında bir dergi
Vaktin en mutena tarafını ‘isim’ hanesine nakşeden bir mütevazı mekteptir ‘Kuşluk Vakti’. Az ve öz yoğunluğu ve taşra samimiyeti, yüzünden okunan bir dergi…
Bir yaşını geride bırakmış olmasıyla da, rüştünü ispatlamış bir dergi. Yazı evindeki seçkin konuklarıyla okuyucusuna sıcak selamlar yollamaktadır. Yürüyüşünü sürdürme azmindedir.
İddiasız üslubu, zarif tasarımı ve alçak gönüllü yazarlarıyla kısa sürede güzel bir ‘vaktin’ içinde buldu kendisini. Birikimin ve hayatın izlerini taşıyor Kuşluk Vakti. Sayfalarını karıştırdığınızda muhabbet ve sevgi bulacaksınız.
‘Güzel ’ bir adamın solmayan ve yaşlandıkça gençleşen iç devinimlerini gizleyemeyen bir ‘kalem’in, uzun bir aradan sonra hasretini dindirme girişimi olarak da ifade edilebilir mi bilemiyorum!
‘Gizli mutluluğu’ sadeliğinde gizli bir dergi…
‘Dünyanın nimetlerini kelimelerde, kelimeleri sayfalarında ve satırlarında saklı’ bir dergi…
Her bir ürününde ayrı bir renk, koku ve hava var. Zaten bu çok seslilik değil midir dergileri diğer arkadaşlarından ayıran… Yürekten bir temennim var: Çok uzun yaşa ey zamanın altın dilimi; Kuşluk Vakti…
M. Zahir Ertekin
Bereket getiren dergi
Zamanlar içinde belki de bereketi üzerinde taşıyan ikinci bir an yoktur. Kısa bir gün içinde yani. Kuşluk vakti, vaktin en bereketli ânı… Efendiler efendisi onun için ayrı bir önem vermiş bu vakte.
Kuşluk Vakti dergisi de öyle oldu. Edebiyat dergileri içinde yazılarının bereketiyle, yazarlarının güzelliğiyle, şeklinin özgünlüğüyle ayrı bir öneme sahip oldu.
Okumaya, yazmaya daha da önemlisi yeni ve genç kalemlere fırsatlar sunmaya talip birkaç güzel insanın himmetiyle var olmak yolunu seçti. Ne herhangi bir şirketin ne herhangi bir grubun inhisarına girmeyi seçti. Tekil olmayı seçti, ancak ortaya koyduklarıyla çoğul olmayı bildi.
Bereketli bir dergi demiştim… Evet, bereketi devam ediyor. İlk yılını devirdi devirecek. Daha nice bereketli Kuşluk Vakti demlerine…
Aşk olsun efendim, aşk olsun!
Yılmaz Yılmaz
Karanlıktan aydınlığa geçiş vakti
Gece nöbetinin gündüze devrettiği vakit, kuşlar yuvalarından çıkıp tabiata gülümsediği vakit, uzak diyarlardan sesi gelir bülbülün. Bir güle nağme yakarken bülbül, kuşluk vaktinde sesi duyulur bir gün… Bir bülbül gibi sesini uzak diyarlardan, tüm Türkiye’ye duyuran dergilerden biri de Kuşluk Vakti… “Gece ve gündüz… Birisi siyah birisi beyaz… Karanlıktan aydınlığa geçişin vaktidir kuşluk vakti…”
Manisa’da çıkan, Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Salih Güzel olan derginin editörlüğünü ise Fatma Zehra yapmakta…
Henüz yavru bir kuş olmasına rağmen getirdiği sesle birçok kesmin fikrini ve hissini okşayan Kuşluk Vakti, daha şimdiden birbirinden kaliteli sayılara imza atmış. Derginin bilhassa 6, 7 ve 8. sayılarında yer alan İkinci Yeni yazıları büyük bir ilgiyle okunup tartışıldı. Medeniyet, Şiir ve Modern Türk Şiiri’nin yeniden ele alındığı bu sayılar; deneme, şiir, günlük, söyleşi, hikâye ve tanıtım yazıları ile süslenerek alıcısına sunulmuş.
Kuşluk Vakti’ne bu uzun ve çileli yolda sabır ve başarı dilekleri ile…
Sanat alemi / Senem Gezeroğlu
Taşra, sıkıntısını edebiyatla atıyor
Kuşluk Vakti dergisi Manisa’dan merhaba diyor edebiyatseverlere. ‘Her üç kişiden beşinin şair olduğu ülkemizde’ diye başlayan cümlelere inat, edebiyatın bir kapısını daha açıyor. O kapıdan bir kuşluk vakti girecek ve yıllar sonra şair yazar sıfatıyla ‘ilk yazım / şiirim, Manisa’da çıkan bir yerel dergide yayınlandı’ cümlesini söyletebilmek için gençleri sayfalarına çağırıyor. Onlara gelin birlikte bir mektep kuralım, o mektebin sıralarında şiir, hikâye, deneme soluklayalım, mesajını veriyor.
Kuşluk Vakti dergisi bir edebiyat ve şiir seçkisi. Sekiz sayfalık büyük boy, sarı kâğıda basılmış bir dergi. Ama siz bakmayın sekiz sayfa olduğuna. Okuyucusunun bir edebiyat dergisinden beklentilerini karşılayacak yoğunlukta.
Her iki sayıda da edebiyat dergisi çeşitliliği sağlanmış. Şiirler, hikâyeler, denemeler, tanıtım yazıları, söyleşiler ve günlüklere yer verilmiş. İki sayılık performans, Kuşluk Vakti’nin uzun soluklu bir edebiyatın çekirdeğini bünyesinde taşıdığını gösteriyor. Ayrıca taşra dergisi kavramını aşıp bütün Türkiye’deki edebiyatseverlere seslenmeye de aday. Çünkü Türkiye’nin, İstanbul, İzmir dahil, farklı yerlerinde yaşayan editörler, kendi birikimlerini ve çevrelerini dergiye ilerleyen sayılarda yansıtacak gibi görünüyor.
Kuşluk Vakti’nin belirgin özelliği genç kalemlerle tecrübeli isimlerin bir arada olduğu bir dergi olması... Edebiyat dünyasında isim ve eser sahibi M. Said Türkoğlu, Müştehir Karakaya, Mustafa Oğuz, Âdem Turan, Melek Altun, Şemsettin Yapar gibi isimlerin yanında, Enes Akdağ ve Emine Şeyma Kutluk gibi henüz lise öğrencisi olan imzalar da kendine yer bulmuş Kuşluk Vakti’nde. Adnan Yayık, Salih Güzel gibi, yıllar önce yayınladıkları şiirlerde yetenek uçlarını göstermiş isimler de tekrar karşımıza bu dergide çıkıyor.
Musa Güner / Zaman gazetesi, Gençlik eki, 13 Nisan 2008
"Kuşluk Vakti" dergisi hakkında
Şimdi kuşluk vaktidir.
Kuşluk Vakti dergisi bir yılı geride bıraktı. Okurlar ve yazarlar Kuþluk Vaktinin bir yılını deðerlendirdi.
Gözü Olana Sabah Işımıştır
“Kuşluk Vakti, İmam Ali’nin, ‘gözü olana sabah ışımıştır’ haberinin peşinde bir dergi. Aşina isimlerin aynı iklimde buluştuğu, erdemin, merhametin, adaletin ve zerafetin soluk alıp verdiği bir yer. Efendimiz’in vakti ikindi idi. Ama O, başla sonu bitiştiren bir Sultan’dı. Kuşluk, ikindiye hazırlık, şafağın dinginliği. Atmaca, Durman, Güzel ve daha niceleri, bu sekinetin içinde konuşup durdular. Ne mutlu!”
Sadık Yalsızuçanlar
Her dergi heyecanlandırır beni
Kuşluk Vakti iyi seçilmiş bir isim. Benim de Kuşluk Vaktinde Kuş Olsam adlı bir şiirim var.
Olan güzel bir şeyi güzel bir vakti böyle görünür hale getirmek de güzel tabii.
Böyle şeyleri severim ben. Hele bu bir edebiyat dergisine isim olmuşsa hemen “harika” olmuş derim kendime. Demek bir yıl geçti ha! Farkında değilmişim gibi oldum bir yılın hitama erdiğini duyunca. Dergi de hâlâ elime ulaşmayınca böyle geceye kadar beklemek düştü.
Şüphesiz dergide güzel şiirler- yazılar da okunmuş oldu.
Neticeyi kelam Kuşluk Vakti’ne uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
Nurettin Durman
Genç yetenekler için iyi fırsat
Kuşluk Vakti: Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Salih Güzel. Editör: M. Sait Türkoğlu. Dergi Manisa’da çıkıyor. Edebiyat dergisi tarzında. İki yaprak sekiz sayfa. Tabii bur tarz ürün bakımından oldukça yararlı. Mizanpaj ve düzen bakımından kolaylık sağlıyor. Dergiler çoğaldıkça ürünlerini yayımlamakta zorluk çeken, yer bulamayan yeteneklere fırsat doğuyor. Tabiî şunu vurgulamada yarar var. Kuşluk Vakti dergisi gençler ve genç yetenekler için iyi bir fırsattır.
Burada da bir çatı oluşuyor. Sevindirici bir durum. Umarız ki uzun soluklu olur.
Milli Gazete / Ali Haydar haksal
Taşra dergisi imajını yıktı
Manisa'da Salih Güzel'in çabalarıyla güzel bir edebiyat dergisi yayımlanıyor: Kuşluk Vakti. Kuşluk Vakti'nin son dört beş sayısının editörlüğünü Fatma Zehra isimli mütevazi, sessiz ama kabına sığmaz bir enerji ve coşkuyla dolu bir arkadaşımız üstleniyor. Fatma Zehra'nın özenli çabalarıyla dergi, zihnimizdeki "taşra dergisi"ne ilişkin bütün olumsuz mitleri yıkmayı başardı.
Yeni Şafak / Yusuf Kaplan
Her sayı bir öncekinden yetkin
Kuşluk Vakti’ni diğer dergilerden farklı bir periyotla izledim. Adres değişikliğinin bir azizliği olarak dergiler bana iki, üç sayı birlikte geldi. Çünkü dergi eski adresimden iki, üç ay ara ile ulaştırılıyordu bana. Bu sayılar ilginç bir karşılaştırma imkanı da verdi bana. Her sayıyı bir önceki sayısından daha zengin, ürün olarak daha yetkin gördüm. İlk iki sayısı bana acaba üçüncü sayı da çıkacak mı şüphesi verdi. Ürün dağılımı ve ürünlerin dergiye yerleştirimi bende böyle bir duygu uyandırdı. Sonra kendini topladı dergi. Eğer bu derli toplu görünüm olmasaydı ürün akışı oldukça sınırlı olurdu. Bu da dergiyi olumsuz etkilerdi. Şunu söyleyelim artık: Nitelik varsa taşralılık ortadan kalkmıştır. Taşralılık yer ile ilgili değildi zaten; ama taşrada yaşayanlar merkezin estetik seviyesinden geri kaldığı için onlara taşralı deniliyordu. Kuşluk Vakti bu zevksizliğe düşmeden rahatlıkla merkez dergilerinin arasında yer buldu. Jeneriği kaldırın, bu derginin Manisa’da çıktığını kimseye inandıramazsınız. Edebiyat, İkindiyazıları ve Ayane geleneğinin bir devamı olarak görüyorum Kuşluk Vakti’ni. İnşallah uzun ömürlü olur.
Kâmil Yeşil
Kuşluk Vaktini sevdim ben
Kuşluk Vakti’ni tam bir yıl önce ve tam da bir kuşluk vaktinde Mustafa Oğuz’un ellerinde gördüğümde çok heyecanlanmıştım. İlk anda bende bırakmış olduğu sıcaklık ve bana vermiş olduğu o heyecan bu güne kadar hep sürdü, hiç eksilmeden! Ve her sayısını öğrencilerimle de paylaştım kimi şiir ve yazıları okuyarak.
Kuşluk Vakti’ni sevdim ben. Bunda 80’li yıllarda Andırın’da merhum Nedim Ali’nin çıkarmış olduğu “İkindi Yazıları”nın da payı vardı belki de! İlk bakışta o dergiyi hatırlatıyordu çünkü bana her defasında elime aldığımda.
İyi şeyler yaptığına inanıyorum ben Kuşluk Vakti’nin, dönüp ardımızda kalan bir yıla baktığımda. Güzel şiirler, öyküler ve denemeler okuduk; birçoğunun tadı hâlâ hafızamdadır. Bosna ile ilgili bir gezi yazısını mesela tadını çıkara çıkara okuduğumu hatırlıyorum şu an.
Bir de şunu söylemem gerekiyor: Yusuf Kaplan’nın “İkinci Yeni” üzerine yapmış olduğu çalışma /değerlendirme çok önemliydi!
Âdem Turan
Sabırsızlıkla bekliyoruz
Bir yıl önce üç beş gönül eri ile yola çıkan kervan yolda çoğalarak gönüller fethetmeye doğru gidiyor. Kuşluk Vakti birbirleriyle gönül komşusu olan şairleri, yazarları birbirlerine biraz daha aynel yakin eyledi. Zaman zaman titiz mizampaj ve yazı şiir seçimlerinde aksaklıkları olsa da özünde güzel işler yaptı. Türkiye de elinize aldığınızda okunup kaldırılacak bir dergi olmayı sürdürüyor. Gönlüm sayfa sayısının ilk çıktığı sayılar gibi 4 ya da 8 sayfa olmasından yana. Yazılara ve şiirlere biraz daha özgürlük verilip itiş-tıkış (bu da girsin, puntosu küçük olsun varsın) düşüncesinden uzak durulması. Herkesin sabırsızlıkla Kuşluk Vaktini beklediğini biliyorum. Selam olsun güzel insanlara...
Tayyib Atmaca
Vakitleri aşan bir dergi
Kuşluk vakti yola çıkan (ki ilk adımı marttır ve mart yılın kuşluk vaktine tekabül eder) Kuşluk Vakti, gündönümüne adım atmış. Ne mutlu… O, artık vakitler üstü bir dergi. Mizanpajından içeriğine, yazı kadrosundan tartıştığı konularla bunu gerçekleştirmiş ve varoluşunu kendi gücüyle sağlamış bir dergi. Bir sofra… Bu sofraya katılımların önümüzdeki yıl da daha da zenginleşerek devam edeceğini düşünüyorum.
Mustafa Oğuz
Kuşluk vakti yola düşenler
İnsanın içinde gizli bir yerlerinde yola çıkma arzusu varsa bunu dizginlemesi zordur. Bu
arzu uygun zamanı bulduğunda gün yüzüne çıkmak ister. İşte "Kuşluk Vakit" dergisi de
bu yürek çırpıntısının bir yanması olarak buluştu okuyucularla. Aslında hiç aramızdan
ayrılmayan ama değişik mekân ve isimlerle yürekleri yoklayan bir ekibin meyvesi bu dergi.
Mustafa Uçurum
İkindiyazıları kadar sevimli
Kuşluk Vakti bilmiyorum size de öyle oluyor mudur, bana İkindiyazıları'nın sevimliliğini hatırlatıyor. Bu çok hoşuma gidiyor.
Kuşluk Vakti'nde çok imza olması böylesi bir derginin ne kadar işlevsel bir dergi olduğunu, 4 sayfada, 8 sayfada bile ne kadar çok şey söylenebilirmiş. Kuşluk Vakti'nden bunu öğreniyoruz. Kuşluk Vakti'nin mimarların Kırkikindi dergisindeki gibi ismini de beğendiğimi söylemek istiyorum.
Yürüyüşleri hep bereketle devam etsin.
Asım Gültekin
Şiiri önemseyen bir dergi
"Kuşluk Vakti" samimi bir dergi… Dergiciliğin zor olduğunu uğraşan herkes bilir. Bu zoru başarma ve ortaya emek ürünü eserler koyma adına takdire şayan bir çalışma temposu söz konusu. Şiiri önemseyen ve diğer edebi türlere bir yazı bahçesi olan yanıyla da ayrıca güzel... Özellikle portre bölümü ilgi çekici ve çok faydalı... Yazarlara ait kitaplık bölümü bir vefa örneği... Sade oluşu iyi... Negatif yönlere gelince: İki yaprak olmasından dolayı yazıların küçük puntolarla çıkması dosya çalışmalarına tam olarak yer verilememesi (2008 Yahya Kemal, Nasrettin Hoca ve A. Haşim’in yıl dönümleriydi), kitap tanıtımları, röportaj eksiklikleri, sinema, sanat ve kitap/yazı eleştirileri… Bu kadar eksik kadı kızında da bulunur gerçi. İdeale ulaşmak adına tavsiye olur belki…
Hasan Çağlayan
Yerelliği çoktan aştı
Kur’an’da ve’l-asr, ve’l leyl, ve’s-subh, ve’d-duha (Asra, geceye, sabaha, kuşluğa yemin olsun) gibi değişik zaman dilimlerine yemin edilerek zaman vurgusu yapılmıştır. Kuşluk Vakti bu vurgudan nasibini almış anlar silsilesidir. Niyazi-i Mısrî’nin “Ne maziyem ne müstakbel, her ânın anesiyim ben.” deyişine benzer ne tamamen geçmişin, ne de büsbütün hayalin peşinde bir yıl geçirdi Kuşluk Vakti. Yitik Düşler’den devraldığı bayrağı vaktin bütününü kuşatarak gönüllere yeni menfezler açma yolunda emin adımlarla yürüdü. Salih Güzel’in özel çabası, Fatma Zehra’nın bütün mesaisini dergiye vermesi, Mustafa Oğuz’un Kuşluk Vakti ile yatıp kalkması, üslup sahibi Şemsettin Yapar, Sait Türkoğlu, Nihat Dağlı, Mehmet Aycı gibi kalemlerin dergide yazması, üstüne üstlük Münire Daniş, Cihan Aktaş ve de Yusuf Kaplan hocanın katkıları Kuşluk Vakti’ni çoktan yerel olmaktan öteye taşımıştır. Her sayının bir öncekini de içine alarak helezonlar halinde büyümeye devam edeceğine inancım tamdır. Bir temenni ile bitirelim: Vakitlerin Mehlika Sultan’ı, yolun ve bahtın açık olsun.
Melek Altun
Gençlerle ustalar bir arada
Genç kalemleri usta kalemlerle buluşturuyor olması bile, Kuşluk Vakti’ne önem vermemiz için yeterli. Kaldı ki, yayımlanan çalışmaların büyük bir titizlikle elden geçtiğini, derginin sayfalarını aralayınca hemen görebiliyoruz; sağlam metinler, damardan kelimeler, coşkulu dizeler… 1 yıl boyunca Kuşluk Vakti’nin arşivlerimizde yer alması, okuyucusuna duyduğu saygının küçük bir karşılığı olsa gerek.
Bir de söylemeden geçemeyeceğim; Kuşluk Vakti’nin mutlaka takip ettiğim bir bölümü var: Künye! Evet, Künye’deki ‘adres’i düzenli olarak okuyorum. Manisa… Ege… Okuyucusuna taşra sıcaklığını hissettiren Kuşluk Vakti’nin, memleketimin oralardan bana seslendiğini de duyuyorum mütemadiyen. Bu bana nefes aldırıyor.
Ümmühan Atak
Su tadında bir dergi
Vaktin en mutena tarafını ‘isim’ hanesine nakşeden bir mütevazı mekteptir ‘Kuşluk Vakti’. Az ve öz yoğunluğu ve taşra samimiyeti, yüzünden okunan bir dergi…
Bir yaşını geride bırakmış olmasıyla da, rüştünü ispatlamış bir dergi. Yazı evindeki seçkin konuklarıyla okuyucusuna sıcak selamlar yollamaktadır. Yürüyüşünü sürdürme azmindedir.
İddiasız üslubu, zarif tasarımı ve alçak gönüllü yazarlarıyla kısa sürede güzel bir ‘vaktin’ içinde buldu kendisini. Birikimin ve hayatın izlerini taşıyor Kuşluk Vakti. Sayfalarını karıştırdığınızda muhabbet ve sevgi bulacaksınız.
‘Güzel ’ bir adamın solmayan ve yaşlandıkça gençleşen iç devinimlerini gizleyemeyen bir ‘kalem’in, uzun bir aradan sonra hasretini dindirme girişimi olarak da ifade edilebilir mi bilemiyorum!
‘Gizli mutluluğu’ sadeliğinde gizli bir dergi…
‘Dünyanın nimetlerini kelimelerde, kelimeleri sayfalarında ve satırlarında saklı’ bir dergi…
Her bir ürününde ayrı bir renk, koku ve hava var. Zaten bu çok seslilik değil midir dergileri diğer arkadaşlarından ayıran… Yürekten bir temennim var: Çok uzun yaşa ey zamanın altın dilimi; Kuşluk Vakti…
M. Zahir Ertekin
Bereket getiren dergi
Zamanlar içinde belki de bereketi üzerinde taşıyan ikinci bir an yoktur. Kısa bir gün içinde yani. Kuşluk vakti, vaktin en bereketli ânı… Efendiler efendisi onun için ayrı bir önem vermiş bu vakte.
Kuşluk Vakti dergisi de öyle oldu. Edebiyat dergileri içinde yazılarının bereketiyle, yazarlarının güzelliğiyle, şeklinin özgünlüğüyle ayrı bir öneme sahip oldu.
Okumaya, yazmaya daha da önemlisi yeni ve genç kalemlere fırsatlar sunmaya talip birkaç güzel insanın himmetiyle var olmak yolunu seçti. Ne herhangi bir şirketin ne herhangi bir grubun inhisarına girmeyi seçti. Tekil olmayı seçti, ancak ortaya koyduklarıyla çoğul olmayı bildi.
Bereketli bir dergi demiştim… Evet, bereketi devam ediyor. İlk yılını devirdi devirecek. Daha nice bereketli Kuşluk Vakti demlerine…
Aşk olsun efendim, aşk olsun!
Yılmaz Yılmaz
Karanlıktan aydınlığa geçiş vakti
Gece nöbetinin gündüze devrettiği vakit, kuşlar yuvalarından çıkıp tabiata gülümsediği vakit, uzak diyarlardan sesi gelir bülbülün. Bir güle nağme yakarken bülbül, kuşluk vaktinde sesi duyulur bir gün… Bir bülbül gibi sesini uzak diyarlardan, tüm Türkiye’ye duyuran dergilerden biri de Kuşluk Vakti… “Gece ve gündüz… Birisi siyah birisi beyaz… Karanlıktan aydınlığa geçişin vaktidir kuşluk vakti…”
Manisa’da çıkan, Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Salih Güzel olan derginin editörlüğünü ise Fatma Zehra yapmakta…
Henüz yavru bir kuş olmasına rağmen getirdiği sesle birçok kesmin fikrini ve hissini okşayan Kuşluk Vakti, daha şimdiden birbirinden kaliteli sayılara imza atmış. Derginin bilhassa 6, 7 ve 8. sayılarında yer alan İkinci Yeni yazıları büyük bir ilgiyle okunup tartışıldı. Medeniyet, Şiir ve Modern Türk Şiiri’nin yeniden ele alındığı bu sayılar; deneme, şiir, günlük, söyleşi, hikâye ve tanıtım yazıları ile süslenerek alıcısına sunulmuş.
Kuşluk Vakti’ne bu uzun ve çileli yolda sabır ve başarı dilekleri ile…
Sanat alemi / Sinem Gezeroğlu
Taşra sıkıntısını edebiyatla atıyor
Kuşluk Vakti dergisi Manisa’dan merhaba diyor edebiyatseverlere. ‘Her üç kişiden beşinin şair olduğu ülkemizde’ diye başlayan cümlelere inat, edebiyatın bir kapısını daha açıyor. O kapıdan bir kuşluk vakti girecek ve yıllar sonra şair yazar sıfatıyla ‘ilk yazım / şiirim, Manisa’da çıkan bir yerel dergide yayınlandı’ cümlesini söyletebilmek için gençleri sayfalarına çağırıyor. Onlara gelin birlikte bir mektep kuralım, o mektebin sıralarında şiir, hikâye, deneme soluklayalım, mesajını veriyor.
Kuşluk Vakti dergisi bir edebiyat ve şiir seçkisi. Sekiz sayfalık büyük boy, sarı kâğıda basılmış bir dergi. Ama siz bakmayın sekiz sayfa olduğuna. Okuyucusunun bir edebiyat dergisinden beklentilerini karşılayacak yoğunlukta.
Her iki sayıda da edebiyat dergisi çeşitliliği sağlanmış. Şiirler, hikâyeler, denemeler, tanıtım yazıları, söyleşiler ve günlüklere yer verilmiş. İki sayılık performans, Kuşluk Vakti’nin uzun soluklu bir edebiyatın çekirdeğini bünyesinde taşıdığını gösteriyor. Ayrıca taşra dergisi kavramını aşıp bütün Türkiye’deki edebiyatseverlere seslenmeye de aday. Çünkü Türkiye’nin, İstanbul, İzmir dahil, farklı yerlerinde yaşayan editörler, kendi birikimlerini ve çevrelerini dergiye ilerleyen sayılarda yansıtacak gibi görünüyor.
Kuşluk Vakti’nin belirgin özelliği genç kalemlerle tecrübeli isimlerin bir arada olduğu bir dergi olması... Edebiyat dünyasında isim ve eser sahibi M. Said Türkoğlu, Müştehir Karakaya, Mustafa Oğuz, Âdem Turan, Melek Altun, Şemsettin Yapar gibi isimlerin yanında, Enes Akdağ ve Emine Şeyma Kutluk gibi henüz lise öğrencisi olan imzalar da kendine yer bulmuş Kuşluk Vakti’nde. Adnan Yayık, Salih Güzel gibi, yıllar önce yayınladıkları şiirlerde yetenek uçlarını göstermiş isimler de tekrar karşımıza bu dergide çıkıyor.
Musa Güner / Zaman gazetesi, Gençlik eki, 13 Nisan 2008
Kuşluk Vakti dergisi bir yılı geride bıraktı. Okurlar ve yazarlar Kuþluk Vaktinin bir yılını deðerlendirdi.
Gözü Olana Sabah Işımıştır
“Kuşluk Vakti, İmam Ali’nin, ‘gözü olana sabah ışımıştır’ haberinin peşinde bir dergi. Aşina isimlerin aynı iklimde buluştuğu, erdemin, merhametin, adaletin ve zerafetin soluk alıp verdiği bir yer. Efendimiz’in vakti ikindi idi. Ama O, başla sonu bitiştiren bir Sultan’dı. Kuşluk, ikindiye hazırlık, şafağın dinginliği. Atmaca, Durman, Güzel ve daha niceleri, bu sekinetin içinde konuşup durdular. Ne mutlu!”
Sadık Yalsızuçanlar
Her dergi heyecanlandırır beni
Kuşluk Vakti iyi seçilmiş bir isim. Benim de Kuşluk Vaktinde Kuş Olsam adlı bir şiirim var.
Olan güzel bir şeyi güzel bir vakti böyle görünür hale getirmek de güzel tabii.
Böyle şeyleri severim ben. Hele bu bir edebiyat dergisine isim olmuşsa hemen “harika” olmuş derim kendime. Demek bir yıl geçti ha! Farkında değilmişim gibi oldum bir yılın hitama erdiğini duyunca. Dergi de hâlâ elime ulaşmayınca böyle geceye kadar beklemek düştü.
Şüphesiz dergide güzel şiirler- yazılar da okunmuş oldu.
Neticeyi kelam Kuşluk Vakti’ne uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum.
Nurettin Durman
Genç yetenekler için iyi fırsat
Kuşluk Vakti: Derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Salih Güzel. Editör: M. Sait Türkoğlu. Dergi Manisa’da çıkıyor. Edebiyat dergisi tarzında. İki yaprak sekiz sayfa. Tabii bur tarz ürün bakımından oldukça yararlı. Mizanpaj ve düzen bakımından kolaylık sağlıyor. Dergiler çoğaldıkça ürünlerini yayımlamakta zorluk çeken, yer bulamayan yeteneklere fırsat doğuyor. Tabiî şunu vurgulamada yarar var. Kuşluk Vakti dergisi gençler ve genç yetenekler için iyi bir fırsattır.
Burada da bir çatı oluşuyor. Sevindirici bir durum. Umarız ki uzun soluklu olur.
Milli Gazete / Ali Haydar haksal
Taşra dergisi imajını yıktı
Manisa'da Salih Güzel'in çabalarıyla güzel bir edebiyat dergisi yayımlanıyor: Kuşluk Vakti. Kuşluk Vakti'nin son dört beş sayısının editörlüğünü Fatma Zehra isimli mütevazi, sessiz ama kabına sığmaz bir enerji ve coşkuyla dolu bir arkadaşımız üstleniyor. Fatma Zehra'nın özenli çabalarıyla dergi, zihnimizdeki "taşra dergisi"ne ilişkin bütün olumsuz mitleri yıkmayı başardı.
Yeni Şafak / Yusuf Kaplan
Her sayı bir öncekinden yetkin
Kuşluk Vakti’ni diğer dergilerden farklı bir periyotla izledim. Adres değişikliğinin bir azizliği olarak dergiler bana iki, üç sayı birlikte geldi. Çünkü dergi eski adresimden iki, üç ay ara ile ulaştırılıyordu bana. Bu sayılar ilginç bir karşılaştırma imkanı da verdi bana. Her sayıyı bir önceki sayısından daha zengin, ürün olarak daha yetkin gördüm. İlk iki sayısı bana acaba üçüncü sayı da çıkacak mı şüphesi verdi. Ürün dağılımı ve ürünlerin dergiye yerleştirimi bende böyle bir duygu uyandırdı. Sonra kendini topladı dergi. Eğer bu derli toplu görünüm olmasaydı ürün akışı oldukça sınırlı olurdu. Bu da dergiyi olumsuz etkilerdi. Şunu söyleyelim artık: Nitelik varsa taşralılık ortadan kalkmıştır. Taşralılık yer ile ilgili değildi zaten; ama taşrada yaşayanlar merkezin estetik seviyesinden geri kaldığı için onlara taşralı deniliyordu. Kuşluk Vakti bu zevksizliğe düşmeden rahatlıkla merkez dergilerinin arasında yer buldu. Jeneriği kaldırın, bu derginin Manisa’da çıktığını kimseye inandıramazsınız. Edebiyat, İkindiyazıları ve Ayane geleneğinin bir devamı olarak görüyorum Kuşluk Vakti’ni. İnşallah uzun ömürlü olur.
Kâmil Yeşil
Kuşluk Vaktini sevdim ben
Kuşluk Vakti’ni tam bir yıl önce ve tam da bir kuşluk vaktinde Mustafa Oğuz’un ellerinde gördüğümde çok heyecanlanmıştım. İlk anda bende bırakmış olduğu sıcaklık ve bana vermiş olduğu o heyecan bu güne kadar hep sürdü, hiç eksilmeden! Ve her sayısını öğrencilerimle de paylaştım kimi şiir ve yazıları okuyarak.
Kuşluk Vakti’ni sevdim ben. Bunda 80’li yıllarda Andırın’da merhum Nedim Ali’nin çıkarmış olduğu “İkindi Yazıları”nın da payı vardı belki de! İlk bakışta o dergiyi hatırlatıyordu çünkü bana her defasında elime aldığımda.
İyi şeyler yaptığına inanıyorum ben Kuşluk Vakti’nin, dönüp ardımızda kalan bir yıla baktığımda. Güzel şiirler, öyküler ve denemeler okuduk; birçoğunun tadı hâlâ hafızamdadır. Bosna ile ilgili bir gezi yazısını mesela tadını çıkara çıkara okuduğumu hatırlıyorum şu an.
Bir de şunu söylemem gerekiyor: Yusuf Kaplan’nın “İkinci Yeni” üzerine yapmış olduğu çalışma /değerlendirme çok önemliydi!
Âdem Turan
Sabırsızlıkla bekliyoruz
Bir yıl önce üç beş gönül eri ile yola çıkan kervan yolda çoğalarak gönüller fethetmeye doğru gidiyor. Kuşluk Vakti birbirleriyle gönül komşusu olan şairleri, yazarları birbirlerine biraz daha aynel yakin eyledi. Zaman zaman titiz mizampaj ve yazı şiir seçimlerinde aksaklıkları olsa da özünde güzel işler yaptı. Türkiye de elinize aldığınızda okunup kaldırılacak bir dergi olmayı sürdürüyor. Gönlüm sayfa sayısının ilk çıktığı sayılar gibi 4 ya da 8 sayfa olmasından yana. Yazılara ve şiirlere biraz daha özgürlük verilip itiş-tıkış (bu da girsin, puntosu küçük olsun varsın) düşüncesinden uzak durulması. Herkesin sabırsızlıkla Kuşluk Vaktini beklediğini biliyorum. Selam olsun güzel insanlara...
Tayyib Atmaca
Vakitleri aşan bir dergi
Kuşluk vakti yola çıkan (ki ilk adımı marttır ve mart yılın kuşluk vaktine tekabül eder) Kuşluk Vakti, gündönümüne adım atmış. Ne mutlu… O, artık vakitler üstü bir dergi. Mizanpajından içeriğine, yazı kadrosundan tartıştığı konularla bunu gerçekleştirmiş ve varoluşunu kendi gücüyle sağlamış bir dergi. Bir sofra… Bu sofraya katılımların önümüzdeki yıl da daha da zenginleşerek devam edeceğini düşünüyorum.
Mustafa Oğuz
Kuşluk vakti yola düşenler
İnsanın içinde gizli bir yerlerinde yola çıkma arzusu varsa bunu dizginlemesi zordur. Bu
arzu uygun zamanı bulduğunda gün yüzüne çıkmak ister. İşte "Kuşluk Vakit" dergisi de
bu yürek çırpıntısının bir yanması olarak buluştu okuyucularla. Aslında hiç aramızdan
ayrılmayan ama değişik mekân ve isimlerle yürekleri yoklayan bir ekibin meyvesi bu dergi.
Mustafa Uçurum
İkindiyazıları kadar sevimli
Kuşluk Vakti bilmiyorum size de öyle oluyor mudur, bana İkindiyazıları'nın sevimliliğini hatırlatıyor. Bu çok hoşuma gidiyor.
Kuşluk Vakti'nde çok imza olması böylesi bir derginin ne kadar işlevsel bir dergi olduğunu, 4 sayfada, 8 sayfada bile ne kadar çok şey söylenebilirmiş. Kuşluk Vakti'nden bunu öğreniyoruz. Kuşluk Vakti'nin mimarların Kırkikindi dergisindeki gibi ismini de beğendiğimi söylemek istiyorum.
Yürüyüşleri hep bereketle devam etsin.
Asım Gültekin
Şiiri önemseyen bir dergi
"Kuşluk Vakti" samimi bir dergi… Dergiciliğin zor olduğunu uğraşan herkes bilir. Bu zoru başarma ve ortaya emek ürünü eserler koyma adına takdire şayan bir çalışma temposu söz konusu. Şiiri önemseyen ve diğer edebi türlere bir yazı bahçesi olan yanıyla da ayrıca güzel... Özellikle portre bölümü ilgi çekici ve çok faydalı... Yazarlara ait kitaplık bölümü bir vefa örneği... Sade oluşu iyi... Negatif yönlere gelince: İki yaprak olmasından dolayı yazıların küçük puntolarla çıkması dosya çalışmalarına tam olarak yer verilememesi (2008 Yahya Kemal, Nasrettin Hoca ve A. Haşim’in yıl dönümleriydi), kitap tanıtımları, röportaj eksiklikleri, sinema, sanat ve kitap/yazı eleştirileri… Bu kadar eksik kadı kızında da bulunur gerçi. İdeale ulaşmak adına tavsiye olur belki…
Hasan Çağlayan
Yerelliği çoktan aştı
Kur’an’da ve’l-asr, ve’l leyl, ve’s-subh, ve’d-duha (Asra, geceye, sabaha, kuşluğa yemin olsun) gibi değişik zaman dilimlerine yemin edilerek zaman vurgusu yapılmıştır. Kuşluk Vakti bu vurgudan nasibini almış anlar silsilesidir. Niyazi-i Mısrî’nin “Ne maziyem ne müstakbel, her ânın anesiyim ben.” deyişine benzer ne tamamen geçmişin, ne de büsbütün hayalin peşinde bir yıl geçirdi Kuşluk Vakti. Yitik Düşler’den devraldığı bayrağı vaktin bütününü kuşatarak gönüllere yeni menfezler açma yolunda emin adımlarla yürüdü. Salih Güzel’in özel çabası, Fatma Zehra’nın bütün mesaisini dergiye vermesi, Mustafa Oğuz’un Kuşluk Vakti ile yatıp kalkması, üslup sahibi Şemsettin Yapar, Sait Türkoğlu, Nihat Dağlı, Mehmet Aycı gibi kalemlerin dergide yazması, üstüne üstlük Münire Daniş, Cihan Aktaş ve de Yusuf Kaplan hocanın katkıları Kuşluk Vakti’ni çoktan yerel olmaktan öteye taşımıştır. Her sayının bir öncekini de içine alarak helezonlar halinde büyümeye devam edeceğine inancım tamdır. Bir temenni ile bitirelim: Vakitlerin Mehlika Sultan’ı, yolun ve bahtın açık olsun.
Melek Altun
Gençlerle ustalar bir arada
Genç kalemleri usta kalemlerle buluşturuyor olması bile, Kuşluk Vakti’ne önem vermemiz için yeterli. Kaldı ki, yayımlanan çalışmaların büyük bir titizlikle elden geçtiğini, derginin sayfalarını aralayınca hemen görebiliyoruz; sağlam metinler, damardan kelimeler, coşkulu dizeler… 1 yıl boyunca Kuşluk Vakti’nin arşivlerimizde yer alması, okuyucusuna duyduğu saygının küçük bir karşılığı olsa gerek.
Bir de söylemeden geçemeyeceğim; Kuşluk Vakti’nin mutlaka takip ettiğim bir bölümü var: Künye! Evet, Künye’deki ‘adres’i düzenli olarak okuyorum. Manisa… Ege… Okuyucusuna taşra sıcaklığını hissettiren Kuşluk Vakti’nin, memleketimin oralardan bana seslendiğini de duyuyorum mütemadiyen. Bu bana nefes aldırıyor.
Ümmühan Atak
Su tadında bir dergi
Vaktin en mutena tarafını ‘isim’ hanesine nakşeden bir mütevazı mekteptir ‘Kuşluk Vakti’. Az ve öz yoğunluğu ve taşra samimiyeti, yüzünden okunan bir dergi…
Bir yaşını geride bırakmış olmasıyla da, rüştünü ispatlamış bir dergi. Yazı evindeki seçkin konuklarıyla okuyucusuna sıcak selamlar yollamaktadır. Yürüyüşünü sürdürme azmindedir.
İddiasız üslubu, zarif tasarımı ve alçak gönüllü yazarlarıyla kısa sürede güzel bir ‘vaktin’ içinde buldu kendisini. Birikimin ve hayatın izlerini taşıyor Kuşluk Vakti. Sayfalarını karıştırdığınızda muhabbet ve sevgi bulacaksınız.
‘Güzel ’ bir adamın solmayan ve yaşlandıkça gençleşen iç devinimlerini gizleyemeyen bir ‘kalem’in, uzun bir aradan sonra hasretini dindirme girişimi olarak da ifade edilebilir mi bilemiyorum!
‘Gizli mutluluğu’ sadeliğinde gizli bir dergi…
‘Dünyanın nimetlerini kelimelerde, kelimeleri sayfalarında ve satırlarında saklı’ bir dergi…
Her bir ürününde ayrı bir renk, koku ve hava var. Zaten bu çok seslilik değil midir dergileri diğer arkadaşlarından ayıran… Yürekten bir temennim var: Çok uzun yaşa ey zamanın altın dilimi; Kuşluk Vakti…
M. Zahir Ertekin
Bereket getiren dergi
Zamanlar içinde belki de bereketi üzerinde taşıyan ikinci bir an yoktur. Kısa bir gün içinde yani. Kuşluk vakti, vaktin en bereketli ânı… Efendiler efendisi onun için ayrı bir önem vermiş bu vakte.
Kuşluk Vakti dergisi de öyle oldu. Edebiyat dergileri içinde yazılarının bereketiyle, yazarlarının güzelliğiyle, şeklinin özgünlüğüyle ayrı bir öneme sahip oldu.
Okumaya, yazmaya daha da önemlisi yeni ve genç kalemlere fırsatlar sunmaya talip birkaç güzel insanın himmetiyle var olmak yolunu seçti. Ne herhangi bir şirketin ne herhangi bir grubun inhisarına girmeyi seçti. Tekil olmayı seçti, ancak ortaya koyduklarıyla çoğul olmayı bildi.
Bereketli bir dergi demiştim… Evet, bereketi devam ediyor. İlk yılını devirdi devirecek. Daha nice bereketli Kuşluk Vakti demlerine…
Aşk olsun efendim, aşk olsun!
Yılmaz Yılmaz
Karanlıktan aydınlığa geçiş vakti
Gece nöbetinin gündüze devrettiği vakit, kuşlar yuvalarından çıkıp tabiata gülümsediği vakit, uzak diyarlardan sesi gelir bülbülün. Bir güle nağme yakarken bülbül, kuşluk vaktinde sesi duyulur bir gün… Bir bülbül gibi sesini uzak diyarlardan, tüm Türkiye’ye duyuran dergilerden biri de Kuşluk Vakti… “Gece ve gündüz… Birisi siyah birisi beyaz… Karanlıktan aydınlığa geçişin vaktidir kuşluk vakti…”
Manisa’da çıkan, Sahibi ve Yazı İşleri Sorumlusu Salih Güzel olan derginin editörlüğünü ise Fatma Zehra yapmakta…
Henüz yavru bir kuş olmasına rağmen getirdiği sesle birçok kesmin fikrini ve hissini okşayan Kuşluk Vakti, daha şimdiden birbirinden kaliteli sayılara imza atmış. Derginin bilhassa 6, 7 ve 8. sayılarında yer alan İkinci Yeni yazıları büyük bir ilgiyle okunup tartışıldı. Medeniyet, Şiir ve Modern Türk Şiiri’nin yeniden ele alındığı bu sayılar; deneme, şiir, günlük, söyleşi, hikâye ve tanıtım yazıları ile süslenerek alıcısına sunulmuş.
Kuşluk Vakti’ne bu uzun ve çileli yolda sabır ve başarı dilekleri ile…
Sanat alemi / Sinem Gezeroğlu
Taşra sıkıntısını edebiyatla atıyor
Kuşluk Vakti dergisi Manisa’dan merhaba diyor edebiyatseverlere. ‘Her üç kişiden beşinin şair olduğu ülkemizde’ diye başlayan cümlelere inat, edebiyatın bir kapısını daha açıyor. O kapıdan bir kuşluk vakti girecek ve yıllar sonra şair yazar sıfatıyla ‘ilk yazım / şiirim, Manisa’da çıkan bir yerel dergide yayınlandı’ cümlesini söyletebilmek için gençleri sayfalarına çağırıyor. Onlara gelin birlikte bir mektep kuralım, o mektebin sıralarında şiir, hikâye, deneme soluklayalım, mesajını veriyor.
Kuşluk Vakti dergisi bir edebiyat ve şiir seçkisi. Sekiz sayfalık büyük boy, sarı kâğıda basılmış bir dergi. Ama siz bakmayın sekiz sayfa olduğuna. Okuyucusunun bir edebiyat dergisinden beklentilerini karşılayacak yoğunlukta.
Her iki sayıda da edebiyat dergisi çeşitliliği sağlanmış. Şiirler, hikâyeler, denemeler, tanıtım yazıları, söyleşiler ve günlüklere yer verilmiş. İki sayılık performans, Kuşluk Vakti’nin uzun soluklu bir edebiyatın çekirdeğini bünyesinde taşıdığını gösteriyor. Ayrıca taşra dergisi kavramını aşıp bütün Türkiye’deki edebiyatseverlere seslenmeye de aday. Çünkü Türkiye’nin, İstanbul, İzmir dahil, farklı yerlerinde yaşayan editörler, kendi birikimlerini ve çevrelerini dergiye ilerleyen sayılarda yansıtacak gibi görünüyor.
Kuşluk Vakti’nin belirgin özelliği genç kalemlerle tecrübeli isimlerin bir arada olduğu bir dergi olması... Edebiyat dünyasında isim ve eser sahibi M. Said Türkoğlu, Müştehir Karakaya, Mustafa Oğuz, Âdem Turan, Melek Altun, Şemsettin Yapar gibi isimlerin yanında, Enes Akdağ ve Emine Şeyma Kutluk gibi henüz lise öğrencisi olan imzalar da kendine yer bulmuş Kuşluk Vakti’nde. Adnan Yayık, Salih Güzel gibi, yıllar önce yayınladıkları şiirlerde yetenek uçlarını göstermiş isimler de tekrar karşımıza bu dergide çıkıyor.
Musa Güner / Zaman gazetesi, Gençlik eki, 13 Nisan 2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)