2011-02-28
'Edebiyat Ortamı' dergisi
SAYI:19 (MART- NİSAN 2011)
Şiir yıllığının ikincisini bu sayıyla birlikte okurlarımıza sunuyoruz. Geçen yıl hazırladığımız yıllık geniş bir ilgi uyandırmıştı. Bu yıllığın da ilgi uyandıracağını umuyoruz.
Ayrıca, okurlarımız, gelecek sayımızın ekinde yeni bir yıllık bulacaklar: EDEBİYAT ORTAMI ÖYKÜ YILLIĞI. Yıllığı Sadık Yalsızuçanlar hazırlıyor. Öykü yıllığı, öyle sanıyoruz ki Türk öykücülüğüne bir hareketlilik getirecek ve kendi alanında belki de bir ilk olarak Türk öykü tarihinde mütevazı bir yer edinecektir.
*
Biz yıllıkları hazırlarken dünya da değişime hazırlanıyordu. İslam ülkelerinde öteden beri süregelen siyasal mantığın değişmeye başladığına şahit olduk/oluyoruz. Ortadoğu ve Afrika kıtasındaki İslam ülkelerinde halkın sesi meydanlara taştı. Sancılı süreçler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Umarız bu ses, kendi kadim geleneğinin yankısına dönüşerek geleceğe bir manifesto olur.
*
Bu sayımızın şairleri İrfan Çevik, Cevdet Karal, Emre Döğer, Yunus Melih Özdağ, A. Barış Ağır, Muhammet Safa, Tamer Sağır ve Kübra Bilgin.
Edebiyat Ortamı 2010 Şiir Ödülünü alan şairlerimizle söyleşiler yaptık. Cihat Duman, Vural Uzundağ ve Abdussamed Bilgili ile yaptığımız bu söyleşileri ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Ayrıca Turan Karataş ile yeni çıkan kitabı Şiirin Ardında’yı ve günümüz şiirini konuştuk.
İrfan Çevik başkasının evinde ziyafet verilmeyeceğini izah ederken, Gökhan Özcan geçen aylarda çok konuşulan bir konuyu yorumladı: Tv dizileri ve tarih anlayışı.
Biri çeviri olmak üzere üç güzel öyküye yer verdik. Öyküleri severek okuyacağınızı düşünüyoruz. Özellikle Mustafa Başpınar’ın öyküsüne dikkatlerinizi çekmek isteriz.
Yılmaz Yılmaz, öykü ve öykücüler üzerine kısa kısa notlar düştü.
Hasan Hüseyin Torun, Varlık dergisinin şubat sayısında yer alan bir soruşturmayı eleştirel bir bakışla okudu ve yorumladı.
Erol Yılmaz, hep tekrar edilen bir konuyu yeniden yazdı. Televizyon izlemenin kötülüğü ve kitap okuma ‘alışkanlığı’ üzerinde durdu.
Okuma Salonu bölümünde, iyi kitaplar üzerine yazılmış iyi yazılar bulacaksınız.
Son sayfalarımızda ise Mustafa Aydoğan’ın üç şiirine yer verdik. İyi okumalar.
Mustafa Aydoğan
'Berceste' dergisinin 105. sayısı çıktı
Berceste dergisinin Mart 2011 (105. sayısı) yayımlandı. Her zaman olduğu gibi birbirinden güzel yazılar ve şiirler var.Dopdolu içeriğiyle bize merhaba diyen Berceste dergisi okur ilgisini hak eden nadir dergilerden biridir. Böylesi bir dergide şiirlerimle yer almaktan şeref duyuyorum. Berceste okumanın keyfini ve ayrıcalığını yaşıyorum. Bu nedenle dergi ailesini kutluyor başarılarının devamını diliyorum.
İçindekiler:
Mahir İz’in Hatırlarında Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı/ Mustafa ÖZÇELİK
Şehîd /Ahmet ŞAHİN
Mehmet Âkif Ersoy’un “Bir Gece” Şiiri Üzerine/ Vedat Ali TOK
Azad Etme/ Yusuf AKYÜZ
Nigâr Hanım’ın Feryadı/ Bahar CAN
Beyim/ İ. Âdil ŞAHİN
Şiir Neyin Peşindedir?/ Bekir OĞUZBAŞARAN
Ali AKBAŞ Şiirleri
Şair ve Şiiri Kuş Sofrası’ndan Masal Çağı’na Kanatlanmak/ Selim TUNÇBİLEK
Talleyrand’ın Beyni / Hüzeyme Yeşim KOÇAK
Yitik Sevdalar/ Sevim YAKICI (Kargülü ALMILA)
Nev’î’nin Renk Dünyası (II) / Prof. Dr. Mahmut KAPLAN
Bir Edebiyat Bölümü Mezununun Hatıratından/ Âdem CEYHAN
İlim Bir “kîl ü kâl” midir?/ İbrahim ŞAHİN
Ey Sahte Büyücü/ Mustafa YARALI
Binlerce Susam/ Oyhan Hasan BILDIRKİ
Aşk Gazeli/ Hızır İrfan ÖNDER
Sılamızı Hatırlatıyor Nar/ Hatice Eğilmez KAYA
Yâ Rahman/ Musa TEKTAŞ
Ebced Hesabı-II/ Mustafa ASLAN
Lida’nın Elleri/ Filiz KALYON
Sen/ Emre ÇETİN
Haydin Bismillah/Duran ÇETİN
İlahi İrşad Eyle/ Kadir KARAMAN
Hıtay/Kaşgar Mektupları/ Prof. Dr. S. Mustafa KAÇALİN
Bülbül/ Rasim DEMİRTAŞ
“Nûra Koşanlar”/ Ahmet ŞAHİN
M. Âkif’le Hasbihal (Mersiye) / Sergül VURAL
Ellen Niyt /Memmedzade Elşad BAHTIYAROGLU
Nakş-ı Müberra/ Mehmet Enes BEŞER
Türk Yurdu Dergisi 100 Yaşında/ M. Nihat MALKOÇ
Kubbealtı Akademi Mecmuası 40 Yaşında
Yok mu? / Çobani (UYGUR)
Hızır İrfan Önder
İrtibat:
bercestedergisi@gmail.com
İçindekiler:
Mahir İz’in Hatırlarında Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı/ Mustafa ÖZÇELİK
Şehîd /Ahmet ŞAHİN
Mehmet Âkif Ersoy’un “Bir Gece” Şiiri Üzerine/ Vedat Ali TOK
Azad Etme/ Yusuf AKYÜZ
Nigâr Hanım’ın Feryadı/ Bahar CAN
Beyim/ İ. Âdil ŞAHİN
Şiir Neyin Peşindedir?/ Bekir OĞUZBAŞARAN
Ali AKBAŞ Şiirleri
Şair ve Şiiri Kuş Sofrası’ndan Masal Çağı’na Kanatlanmak/ Selim TUNÇBİLEK
Talleyrand’ın Beyni / Hüzeyme Yeşim KOÇAK
Yitik Sevdalar/ Sevim YAKICI (Kargülü ALMILA)
Nev’î’nin Renk Dünyası (II) / Prof. Dr. Mahmut KAPLAN
Bir Edebiyat Bölümü Mezununun Hatıratından/ Âdem CEYHAN
İlim Bir “kîl ü kâl” midir?/ İbrahim ŞAHİN
Ey Sahte Büyücü/ Mustafa YARALI
Binlerce Susam/ Oyhan Hasan BILDIRKİ
Aşk Gazeli/ Hızır İrfan ÖNDER
Sılamızı Hatırlatıyor Nar/ Hatice Eğilmez KAYA
Yâ Rahman/ Musa TEKTAŞ
Ebced Hesabı-II/ Mustafa ASLAN
Lida’nın Elleri/ Filiz KALYON
Sen/ Emre ÇETİN
Haydin Bismillah/Duran ÇETİN
İlahi İrşad Eyle/ Kadir KARAMAN
Hıtay/Kaşgar Mektupları/ Prof. Dr. S. Mustafa KAÇALİN
Bülbül/ Rasim DEMİRTAŞ
“Nûra Koşanlar”/ Ahmet ŞAHİN
M. Âkif’le Hasbihal (Mersiye) / Sergül VURAL
Ellen Niyt /Memmedzade Elşad BAHTIYAROGLU
Nakş-ı Müberra/ Mehmet Enes BEŞER
Türk Yurdu Dergisi 100 Yaşında/ M. Nihat MALKOÇ
Kubbealtı Akademi Mecmuası 40 Yaşında
Yok mu? / Çobani (UYGUR)
Hızır İrfan Önder
İrtibat:
bercestedergisi@gmail.com
2011-02-27
'Temrin' dergisinin 35. sayısı
Mart 2011 sayımızla birlikte okur kitlemize yeni okurlar ekleniyor. Kültür Bakanlığı 100’ün üzerinde merkezi kütüphanesiyle Temrin’e abone oldu. Bu da demek oluyor ki binlerce okur daha Temrin ile buluşuyor/tanışıyor.
Bu ay da çok özel şiirlerle karşınızdayız. Eşref Karadağ’ın “Yetkinlik Sorusu” başlığını taşıyan şiiri ile başlıyoruz 35. yolculuğumuza. Arzu Eşbah, Murat Çelik, Mehmet Türkmen bu ayın diğer şairleri. Bu ay iki çeviri şiirimiz var: Birisi Mehmet Işıker’den Hırvat şair Enes Kišević’e ait olan “Bahçıvan” adlı şiir. İkincisi Nihan Işıker’e ait Furuğ Ferruhzad’ın “Güneş Doğuyor” adlı şiiri.
Ebru M. Kayır, Cansaran Kızıltaş, Ahmet Mersan ve Burcu Akkanlı bu sayımızın deneme yazarları. Dergimizin şairlerinden Ebru M. Kayır’a ait olan “Gece Yüzüklü Kelebek Oğul” başlığını taşıyan şiirsel metin özellikle okunmayı hak ediyor.
Hümeyra Kablan, Emir Kalkan, Saliha Malhun ve Ataman Kalebozan bu sayımıza öyküleri ile katkıda bulundular. Emir Kalkan ismine özellikle dikkatlerinizi çekmek isteriz. Emir Kalkan’ı Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan öykü kitapları ile tanıyoruz. Şehri ve şehrin anlattıklarını yazan bir öykücü olarak bu ismi bir yerlere not etmenizde fayda var.
Zülfikar Bayraktar Saraybosna ve Mostar Köprüsü’nü anlattığı gezi-inceleme yazısı ile karşımızda. Tahsin Yıldırım inceleme yazılarına Sabahattin Kudret Aksal ile devam ediyor. Bu ay üç kitap tahlil yazısı sizleri bekliyor. Güliz Kazazoğlu, Sevinç Çokum’un son öykü kitabını; Eylül Başak, Şeref Yılmaz’ın deneme kitabı Erguvan Hasreti’ni ve son olarak da Leyla Karaca Tok, Hayriye Ünal’ın 2010 TYB şiir ödülünü kazanan son şiir kitabı Gerekli Açıklama’yı incelediler.
Bu ayki söyleşi konuklarımız Çağdaş Fransız Edebiyatının önemli romancılarından Marc Levy ve şair Celal Fedai. Marc Levy ile Seda Ülke, Celal Fedai ile de Melih Taşçı konuştu. Her iki söyleşi de önemli “şey”ler söylüyor.
Son olarak yine Kalender Tufan “Künye” köşesinde kitapların ve Seda Ülke “Devran” köşesinde sanatın ve edebiyatın izini sürdü.
Bu ay da çok özel şiirlerle karşınızdayız. Eşref Karadağ’ın “Yetkinlik Sorusu” başlığını taşıyan şiiri ile başlıyoruz 35. yolculuğumuza. Arzu Eşbah, Murat Çelik, Mehmet Türkmen bu ayın diğer şairleri. Bu ay iki çeviri şiirimiz var: Birisi Mehmet Işıker’den Hırvat şair Enes Kišević’e ait olan “Bahçıvan” adlı şiir. İkincisi Nihan Işıker’e ait Furuğ Ferruhzad’ın “Güneş Doğuyor” adlı şiiri.
Ebru M. Kayır, Cansaran Kızıltaş, Ahmet Mersan ve Burcu Akkanlı bu sayımızın deneme yazarları. Dergimizin şairlerinden Ebru M. Kayır’a ait olan “Gece Yüzüklü Kelebek Oğul” başlığını taşıyan şiirsel metin özellikle okunmayı hak ediyor.
Hümeyra Kablan, Emir Kalkan, Saliha Malhun ve Ataman Kalebozan bu sayımıza öyküleri ile katkıda bulundular. Emir Kalkan ismine özellikle dikkatlerinizi çekmek isteriz. Emir Kalkan’ı Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan öykü kitapları ile tanıyoruz. Şehri ve şehrin anlattıklarını yazan bir öykücü olarak bu ismi bir yerlere not etmenizde fayda var.
Zülfikar Bayraktar Saraybosna ve Mostar Köprüsü’nü anlattığı gezi-inceleme yazısı ile karşımızda. Tahsin Yıldırım inceleme yazılarına Sabahattin Kudret Aksal ile devam ediyor. Bu ay üç kitap tahlil yazısı sizleri bekliyor. Güliz Kazazoğlu, Sevinç Çokum’un son öykü kitabını; Eylül Başak, Şeref Yılmaz’ın deneme kitabı Erguvan Hasreti’ni ve son olarak da Leyla Karaca Tok, Hayriye Ünal’ın 2010 TYB şiir ödülünü kazanan son şiir kitabı Gerekli Açıklama’yı incelediler.
Bu ayki söyleşi konuklarımız Çağdaş Fransız Edebiyatının önemli romancılarından Marc Levy ve şair Celal Fedai. Marc Levy ile Seda Ülke, Celal Fedai ile de Melih Taşçı konuştu. Her iki söyleşi de önemli “şey”ler söylüyor.
Son olarak yine Kalender Tufan “Künye” köşesinde kitapların ve Seda Ülke “Devran” köşesinde sanatın ve edebiyatın izini sürdü.
171. Hece çıktı
Hece Mart 2011 sayısında yer alan dosya konusu: "Grotesk Gerçekçilikten Başıbozuk Dünyalara"
Bugün edebiyatın bize vaadi, yalnızca zihinsel bir haz üzerine kurgulanıyor. Elimize aldığımız bir eseri, arkaplanı ile birlikte düşünmeye zorlanıyoruz. Aksi halde eserin ne türden bir şey ifade ettiği konusunda oldukça tutarsız görüşler ileri sürebiliriz hissine sahibiz. Burada gizli bir suçluluk duygusu bile var. Çağdaş batı sanatının geldiği noktada bu suçlulukla hareket etmek, bir kuramsal zemine sahip o kavramsal konsept içinde anlamlı olabilir. Fakat Türkiye’deki edebiyat ortamları için olası bir konsept, henüz kalem düşkünü kalabalıkların ümmiliği üzerinden iş görüyor.
Bu koşullar altında bize en önemli gelen iş, halen, kavramların üstüne çeşitli yönlerden ışık düşürmek. Bunu yaparken de mevcut edebî üretimin bununla doğrulanabilir olması önemli; kavramın da üretimle bazı noktalarda kesişebilmesi gereklidir. Bugün, grotesk gerçekçilik; yarattığı karma izleyici grupları için görece bir öneme sahip bireylerin, internette, alıştığımız edebî kaygılara sahip olmaksızın şiir/yazı/gösterge üretmesi sonucu gündemimize girmiştir.
Baudrillard “nerde birikme, orda metastaz vardır” demişti. Edebiyat eserlerinin ve eser olma iddiası taşımayan içeriğin bir metastaz etrafında, estetik açıdan da etik açıdan da ayırt edici niteliklerden yoksun şekilde bir arada bulunuşları kaygı vermeli midir? Bir kez olsun, üzerinde düşünülmesi gerekli.
Kendine özgü estetik kavramlar geliştiren grotesk gerçekçilikte en korkutucu temalar bile gülme ile birleşir. Bedensel ilkelere gönderir grotesk gerçekçilik. Bedensel ilke günümüzün edebiyat anlayışına sızan esprinin de temelini oluşturur. Selen Aktari’nin yazısı bu doğrultuda temel tanımları açımlıyor.
Bakhtin’e göre, romansı söylemin tarih öncesinde yer alan iki faktör, gülme ve çok-dillilik, ve bunlarla ilişkili olarak dillerin birbirini güçlendirmesi yazınsal bir tür olarak romanı mümkün kılar. Romansı söylemin tarih öncesinde yer alan bu iki faktörün konusunu oluşturduğu tercüme de bu dosya kapsamında okunabilir.
Grotesk gerçekçilik, geçmişte romanın olağanüstü gelişimine katkısından gerilediği oranda, yarattığı poetik bir hayalet olan herhangi birinin şahsında işlevlerini de güncellemiştir. Bu nedenle de bu ikisine birlikte bakmak gerekiyordu. Bu dosyanın amaçlarından biri de budur. Hayriye Ünal’ın yazısı gülme unsurunun herhangi birini nasıl biçimlendirdiğine dair. Herhangi birinin, insanın içinde bulunduğu durumu değiştirme amacının boşunalığı üzerine kurulu olan ironisini güncel örneklerle poetik düzlemde değerlendiriyor.
Mustafa Zeki Çıraklı; Bakhtinci anlamda anlatı türünün çok seslilik yönünde açtığı imkânlar üzerinde duruyor.
İçindekiler:
EDEBİYAT GÜNDEMİ
Necati Mert/Kadın ve Pantolon 3
Abdurrahim Karadeniz/Kerbelâ’yı Yeniden Yaşamak 5
Erol Yılmaz/Kütüphaneden Rahat Yer mi Var? 6
Recep Seyhan/Mütevazı Bir Kültür Tarihçisi 8
Selçuk Küpçük/Vefa Taşdelen’le Seyir Dergisi Üzerine... 11
Hasan Aycın/Çizgi 16
Celâl Fedai/Gördüm Görmez Olaydım 17
Ömer Aksay/Uslu Durum 22
Mustafa Muharrem/Bordo Söylenen şarkı 25
Yavuz Demir/Tarih-lik 27
İdris Ekinci/Ceviz Mevsimi 28
Mehmet Solak/Nerelere Çalsam Yüzümü 32
Gökhan Arslan/Ankara’da Sivil Olmak 35
Hasan Yurtoğlu/Tap Sekrıt 36
Celâl Fedai/Neo Klasik Poetika 37
Ali Galip Yener/"Tarihten Çıkan Siyaset", Melankoli ve Edebiyat 43
Ali K. Metin/Şiir Sırası 49
Ali Emre/Kendini Dünyadan Alacaklı Hissetmek 57
Yahya Kurtkaya/ Şiirin ve Tanrı’nın Olmadığı Yer 60
DOSYA
Grotesk Gerçekçilikten BaşIbozuk Dünyalara
Selen Aktari/Karnaval, Grotesk Gerçekçilik ve Gülmenin Devasa Gücü 66
Hayriye Ünal/Herhangi Biri’nin Poetikası 75
Mikhail Bakhtin/Roman Söyleminin Tarih Öncesinden 86
Mustafa Zeki Çıraklı/Çoksesli Anlatı ve Dostoevsky 97
Merve Koçak Kurt/Hayatın Kuytusunda Bir Es 103
Mustafa Şerif Onaran/Yol Töresi 108
Şaban Sağlık/Dursun Ali Tökel’le Deneysel Edebiyat Yönüyle
Divan Şiiri Üzerine: Divan Şiirinin Açılımı 112
KiTAPLIK
Erkan Ağır/7 Makam 7 Nefs 126
Nihan Işıker/Sürmeli Türkçe 127
Yusuf Turan Günaydın/II. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları... 128
Bugün edebiyatın bize vaadi, yalnızca zihinsel bir haz üzerine kurgulanıyor. Elimize aldığımız bir eseri, arkaplanı ile birlikte düşünmeye zorlanıyoruz. Aksi halde eserin ne türden bir şey ifade ettiği konusunda oldukça tutarsız görüşler ileri sürebiliriz hissine sahibiz. Burada gizli bir suçluluk duygusu bile var. Çağdaş batı sanatının geldiği noktada bu suçlulukla hareket etmek, bir kuramsal zemine sahip o kavramsal konsept içinde anlamlı olabilir. Fakat Türkiye’deki edebiyat ortamları için olası bir konsept, henüz kalem düşkünü kalabalıkların ümmiliği üzerinden iş görüyor.
Bu koşullar altında bize en önemli gelen iş, halen, kavramların üstüne çeşitli yönlerden ışık düşürmek. Bunu yaparken de mevcut edebî üretimin bununla doğrulanabilir olması önemli; kavramın da üretimle bazı noktalarda kesişebilmesi gereklidir. Bugün, grotesk gerçekçilik; yarattığı karma izleyici grupları için görece bir öneme sahip bireylerin, internette, alıştığımız edebî kaygılara sahip olmaksızın şiir/yazı/gösterge üretmesi sonucu gündemimize girmiştir.
Baudrillard “nerde birikme, orda metastaz vardır” demişti. Edebiyat eserlerinin ve eser olma iddiası taşımayan içeriğin bir metastaz etrafında, estetik açıdan da etik açıdan da ayırt edici niteliklerden yoksun şekilde bir arada bulunuşları kaygı vermeli midir? Bir kez olsun, üzerinde düşünülmesi gerekli.
Kendine özgü estetik kavramlar geliştiren grotesk gerçekçilikte en korkutucu temalar bile gülme ile birleşir. Bedensel ilkelere gönderir grotesk gerçekçilik. Bedensel ilke günümüzün edebiyat anlayışına sızan esprinin de temelini oluşturur. Selen Aktari’nin yazısı bu doğrultuda temel tanımları açımlıyor.
Bakhtin’e göre, romansı söylemin tarih öncesinde yer alan iki faktör, gülme ve çok-dillilik, ve bunlarla ilişkili olarak dillerin birbirini güçlendirmesi yazınsal bir tür olarak romanı mümkün kılar. Romansı söylemin tarih öncesinde yer alan bu iki faktörün konusunu oluşturduğu tercüme de bu dosya kapsamında okunabilir.
Grotesk gerçekçilik, geçmişte romanın olağanüstü gelişimine katkısından gerilediği oranda, yarattığı poetik bir hayalet olan herhangi birinin şahsında işlevlerini de güncellemiştir. Bu nedenle de bu ikisine birlikte bakmak gerekiyordu. Bu dosyanın amaçlarından biri de budur. Hayriye Ünal’ın yazısı gülme unsurunun herhangi birini nasıl biçimlendirdiğine dair. Herhangi birinin, insanın içinde bulunduğu durumu değiştirme amacının boşunalığı üzerine kurulu olan ironisini güncel örneklerle poetik düzlemde değerlendiriyor.
Mustafa Zeki Çıraklı; Bakhtinci anlamda anlatı türünün çok seslilik yönünde açtığı imkânlar üzerinde duruyor.
İçindekiler:
EDEBİYAT GÜNDEMİ
Necati Mert/Kadın ve Pantolon 3
Abdurrahim Karadeniz/Kerbelâ’yı Yeniden Yaşamak 5
Erol Yılmaz/Kütüphaneden Rahat Yer mi Var? 6
Recep Seyhan/Mütevazı Bir Kültür Tarihçisi 8
Selçuk Küpçük/Vefa Taşdelen’le Seyir Dergisi Üzerine... 11
Hasan Aycın/Çizgi 16
Celâl Fedai/Gördüm Görmez Olaydım 17
Ömer Aksay/Uslu Durum 22
Mustafa Muharrem/Bordo Söylenen şarkı 25
Yavuz Demir/Tarih-lik 27
İdris Ekinci/Ceviz Mevsimi 28
Mehmet Solak/Nerelere Çalsam Yüzümü 32
Gökhan Arslan/Ankara’da Sivil Olmak 35
Hasan Yurtoğlu/Tap Sekrıt 36
Celâl Fedai/Neo Klasik Poetika 37
Ali Galip Yener/"Tarihten Çıkan Siyaset", Melankoli ve Edebiyat 43
Ali K. Metin/Şiir Sırası 49
Ali Emre/Kendini Dünyadan Alacaklı Hissetmek 57
Yahya Kurtkaya/ Şiirin ve Tanrı’nın Olmadığı Yer 60
DOSYA
Grotesk Gerçekçilikten BaşIbozuk Dünyalara
Selen Aktari/Karnaval, Grotesk Gerçekçilik ve Gülmenin Devasa Gücü 66
Hayriye Ünal/Herhangi Biri’nin Poetikası 75
Mikhail Bakhtin/Roman Söyleminin Tarih Öncesinden 86
Mustafa Zeki Çıraklı/Çoksesli Anlatı ve Dostoevsky 97
Merve Koçak Kurt/Hayatın Kuytusunda Bir Es 103
Mustafa Şerif Onaran/Yol Töresi 108
Şaban Sağlık/Dursun Ali Tökel’le Deneysel Edebiyat Yönüyle
Divan Şiiri Üzerine: Divan Şiirinin Açılımı 112
KiTAPLIK
Erkan Ağır/7 Makam 7 Nefs 126
Nihan Işıker/Sürmeli Türkçe 127
Yusuf Turan Günaydın/II. Ahi Evran-ı Velî ve Ahilik Araştırmaları... 128
2011-02-24
'Yolcu' dergisi der ki: "Neyi kaybettiğini hatırla"
YOLCU 62 “NEYİ KAYBETTİĞİNİ HATIRLA”
Bu Sayıda:
I ferhat kalender I mustafa köneçoğlu I mustafa karaosmanoğlu I burak akarsu I müştehir karakaya I I ahmet mercan I bülent sönmez I seyit köse I vedat aydın I hikmet kızıl Imehmet aycı I rabia bulut I I ibrahim tökel I gökhan akçiçek I aydın hız I mustafa uçurum I aslınur akdeniz I faik öcal I zekai günal I I eyyüp akyüz I dursun ali sazkaya I yusuf tosun I şeniz ayaz I fatıma zehra merinos I I muhammed erkam bülbül I selçuk küpçük I hüseyin güç I ferhat dönmez I gözde gülşin I I bilal can I cemile bayraktar I m. fatih kutan I sulhi ceylan I ferit genç I
MECMUANIN ORTA YERİ: AHMET USTA, ARİF AY’I KONUŞTURDU:
“Herkes kendinden sorumludur. Ben sorumluluğumun gereğini yerine getiriyorum. İnsan eşref-i mahlûkattır. Bunun gereği olarak şerefli, onurlu, haysiyetli bir yaşam sürmek durumundadır. Bunu engelleyecek her şeye karşı direnmek insanlığımızın bir gereğidir. Buna duruş diyoruz. “İdeolojik” sözcüğünü bu duruşu daha belirgin kılmak için kullanıyoruz. Yoksa ideoloji tek başına belirleyici bir şey değil. Öyle ideolojiler var ki insana zulmün bir aracı.”
Ferhat KALENDER Seyir Defteri’nde yazdı:
“Sınırları yapay şekilde çizilmiş ve uydurulmuş tarihler üzerinde inşa edilen yeni devletler, batılılar tarafından kutsanmış önderlere emanet edilerek vahşi sömürgecilik sistemi, sağmal sömürgecilik dönemine evirildi. Kendileri için öngörülen bu ‘modernist’ duruma adapte olmanın bilimsel teorileri üniversitelerde işlenerek, özellikle yarının dünyasını oluşturacak gençlere aktarıldı. Müslümanların özgürce yaşadıkları topraklara yapay sınırlar çekerek ihtilaf tohumları eken Batılı güçler, bu sınırların kutsallığı üzerinden aynı coğrafyada yüzyıllarca birlikte yaşayan insanları birbirine düşman etmeye çalıştı. Kadim topraklardaki son yüzyıl, burada yaşayan halkların kanı ve rengi kendine benzeyen lakin zihinleri uluslar arası sistem tarafından çürütülerek robotlaştırılmış yönetici elitlerinin aşağılık yöntemlerine şahitlik eder.”
İrtibat:
www.yolcudergisi.com
Bu Sayıda:
I ferhat kalender I mustafa köneçoğlu I mustafa karaosmanoğlu I burak akarsu I müştehir karakaya I I ahmet mercan I bülent sönmez I seyit köse I vedat aydın I hikmet kızıl Imehmet aycı I rabia bulut I I ibrahim tökel I gökhan akçiçek I aydın hız I mustafa uçurum I aslınur akdeniz I faik öcal I zekai günal I I eyyüp akyüz I dursun ali sazkaya I yusuf tosun I şeniz ayaz I fatıma zehra merinos I I muhammed erkam bülbül I selçuk küpçük I hüseyin güç I ferhat dönmez I gözde gülşin I I bilal can I cemile bayraktar I m. fatih kutan I sulhi ceylan I ferit genç I
MECMUANIN ORTA YERİ: AHMET USTA, ARİF AY’I KONUŞTURDU:
“Herkes kendinden sorumludur. Ben sorumluluğumun gereğini yerine getiriyorum. İnsan eşref-i mahlûkattır. Bunun gereği olarak şerefli, onurlu, haysiyetli bir yaşam sürmek durumundadır. Bunu engelleyecek her şeye karşı direnmek insanlığımızın bir gereğidir. Buna duruş diyoruz. “İdeolojik” sözcüğünü bu duruşu daha belirgin kılmak için kullanıyoruz. Yoksa ideoloji tek başına belirleyici bir şey değil. Öyle ideolojiler var ki insana zulmün bir aracı.”
Ferhat KALENDER Seyir Defteri’nde yazdı:
“Sınırları yapay şekilde çizilmiş ve uydurulmuş tarihler üzerinde inşa edilen yeni devletler, batılılar tarafından kutsanmış önderlere emanet edilerek vahşi sömürgecilik sistemi, sağmal sömürgecilik dönemine evirildi. Kendileri için öngörülen bu ‘modernist’ duruma adapte olmanın bilimsel teorileri üniversitelerde işlenerek, özellikle yarının dünyasını oluşturacak gençlere aktarıldı. Müslümanların özgürce yaşadıkları topraklara yapay sınırlar çekerek ihtilaf tohumları eken Batılı güçler, bu sınırların kutsallığı üzerinden aynı coğrafyada yüzyıllarca birlikte yaşayan insanları birbirine düşman etmeye çalıştı. Kadim topraklardaki son yüzyıl, burada yaşayan halkların kanı ve rengi kendine benzeyen lakin zihinleri uluslar arası sistem tarafından çürütülerek robotlaştırılmış yönetici elitlerinin aşağılık yöntemlerine şahitlik eder.”
İrtibat:
www.yolcudergisi.com
2011-02-20
Umutsuzlara ölüm!
Bu dergiyi de namluya sürün!
22 yıl önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinin işgal edilmesi üzerine özel-ani bir sayıyla okuyucularına selam çakmış olan efsanevi ÇETE dergisi bu kez Arap sokaklarındaki sıcak gelişmelerin heyecanı ve etkisiyle Ortadoğu ani sayısı üst başlığı ile okuyucularına merhaba diyor.
ÇETE dergisi bilindiği üzere 2. kuşak Çeteciler Güven ADIGÜZEL ve Yasin KARA tarafından geçtiğimiz yaz 3 sayı olarak yayınlanmıştı. Bu kez tüm ÇETE’yi toplayarak Ortadoğu seferine çıkan ÇETE’cilerin bu özel sayıdaki fiyakalı yazar kadrosu ise inanılacak gibi değil. ÇETE şu isimlerden oluşuyor; Hakan ALBAYRAK, Tarık TUFAN, Murat MENTEŞ, Bülent AKYÜREK, Mevlana İDRİS, Murat ZELAN, Ömer Faruk DÖNMEZ, Ebubekir KURBAN, Bahadır İSLAM, İlhami ATMACA, Fatih MUTLU, Çağatay Hakan GÜRKAN, , Taha KURUTLU, Samet DOĞAN, İbrahim ÇOLAK, Mustafa Yahya ÇOŞKUN, Sabit MÜKTESEBAT ve Komutan MARCOS.
Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri, sayıları gittikçe artan bölge uzmanlarının ultra-teorik söylemlerinin dışında bir düzlemden okumak isterseniz eğer yani meseleleri stratejinin o soğuk dilinden değil de, daha kalbi bir yerinden dinlemek isterseniz, bağımsız Müslüman yazarların Ortadoğu ani sayısı için kaleme aldıkları görüşlerini mutlaka okumalısınız.
ÇETE - Ortadoğu ani sayısındaki yazıları incelersek; Güven ADIGÜZEL’in ‘Ne devrimi abicim, çay demliyoruz şurda’ yazısıyla açılan dergide; Ebubekir KURBAN ve Samet DOĞAN meseleye nispeten daha eleştirel bir noktadan bakarlarken, Murat Zelan, İlhami ATMACA, Hakan ALBAYRAK, Taha Kurutlu, Yasin KARA ve Çağatay Hakan GÜRKAN ise devrimi müjdelemişler.
Tarık TUFAN, Murat MENTEŞ ve Bülent AKYÜREK’in yazılarında öne çıkan ana unsurlar; Tahrir meydanı ve Arap halkının isyan etme hakkı olmuş. Ömer Faruk DÖNMEZ ve Bahadır İSLAM daha farklı bir perspektiften Müslüman’ın duracağı yeri işaret ediyorlarken, Mustafa Yahya ÇOŞKUN, İbrahim ÇOLAK’la birlikte Ortadoğu özlemlerinin altını çizmişler.
Fatih MUTLU ve Sabit Müktesebat ise olayların resmini daha mizahi bir tonda görmüşler. Komutan Marcos mutlaka okunması gereken ‘Öteki Oyuncu’ isimli öyküsünde, öteki oyuncuların bir yerlinin gülümsemesinde saklı olan oyun bozma hakkına dikkat çekmiş. Son olarak ‘İyi devrimler evlat’ diyen Mevlana İDRİS ise raconu çok fena kesmiş.
Namluya sürülmeye hazır bir mermi gibi olan ÇETE, arşivlerde saklanacak önemli bir tarihi belge olma niteliğini de taşıyor aynı zamanda. Ortadoğu ani sayısı; heyecan katsayısı, yazınsal kalitesi, bir daha kolay kolay bir araya gelemeyecek yazar kadrosu ve efsanenin bu kez gerçekten son saldırısı olma özelliğiyle okuyucularına bir selam gönderiyor. İhtiyar ve Fatih-Ağaç kitabeviyle birlikte cetedergisi@gmail.com da dergiye ulaşılabilecek adresler arasında. Umutsuzlara ölüm!
Ahmet Yokuş
22 yıl önce Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesinin işgal edilmesi üzerine özel-ani bir sayıyla okuyucularına selam çakmış olan efsanevi ÇETE dergisi bu kez Arap sokaklarındaki sıcak gelişmelerin heyecanı ve etkisiyle Ortadoğu ani sayısı üst başlığı ile okuyucularına merhaba diyor.
ÇETE dergisi bilindiği üzere 2. kuşak Çeteciler Güven ADIGÜZEL ve Yasin KARA tarafından geçtiğimiz yaz 3 sayı olarak yayınlanmıştı. Bu kez tüm ÇETE’yi toplayarak Ortadoğu seferine çıkan ÇETE’cilerin bu özel sayıdaki fiyakalı yazar kadrosu ise inanılacak gibi değil. ÇETE şu isimlerden oluşuyor; Hakan ALBAYRAK, Tarık TUFAN, Murat MENTEŞ, Bülent AKYÜREK, Mevlana İDRİS, Murat ZELAN, Ömer Faruk DÖNMEZ, Ebubekir KURBAN, Bahadır İSLAM, İlhami ATMACA, Fatih MUTLU, Çağatay Hakan GÜRKAN, , Taha KURUTLU, Samet DOĞAN, İbrahim ÇOLAK, Mustafa Yahya ÇOŞKUN, Sabit MÜKTESEBAT ve Komutan MARCOS.
Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeleri, sayıları gittikçe artan bölge uzmanlarının ultra-teorik söylemlerinin dışında bir düzlemden okumak isterseniz eğer yani meseleleri stratejinin o soğuk dilinden değil de, daha kalbi bir yerinden dinlemek isterseniz, bağımsız Müslüman yazarların Ortadoğu ani sayısı için kaleme aldıkları görüşlerini mutlaka okumalısınız.
ÇETE - Ortadoğu ani sayısındaki yazıları incelersek; Güven ADIGÜZEL’in ‘Ne devrimi abicim, çay demliyoruz şurda’ yazısıyla açılan dergide; Ebubekir KURBAN ve Samet DOĞAN meseleye nispeten daha eleştirel bir noktadan bakarlarken, Murat Zelan, İlhami ATMACA, Hakan ALBAYRAK, Taha Kurutlu, Yasin KARA ve Çağatay Hakan GÜRKAN ise devrimi müjdelemişler.
Tarık TUFAN, Murat MENTEŞ ve Bülent AKYÜREK’in yazılarında öne çıkan ana unsurlar; Tahrir meydanı ve Arap halkının isyan etme hakkı olmuş. Ömer Faruk DÖNMEZ ve Bahadır İSLAM daha farklı bir perspektiften Müslüman’ın duracağı yeri işaret ediyorlarken, Mustafa Yahya ÇOŞKUN, İbrahim ÇOLAK’la birlikte Ortadoğu özlemlerinin altını çizmişler.
Fatih MUTLU ve Sabit Müktesebat ise olayların resmini daha mizahi bir tonda görmüşler. Komutan Marcos mutlaka okunması gereken ‘Öteki Oyuncu’ isimli öyküsünde, öteki oyuncuların bir yerlinin gülümsemesinde saklı olan oyun bozma hakkına dikkat çekmiş. Son olarak ‘İyi devrimler evlat’ diyen Mevlana İDRİS ise raconu çok fena kesmiş.
Namluya sürülmeye hazır bir mermi gibi olan ÇETE, arşivlerde saklanacak önemli bir tarihi belge olma niteliğini de taşıyor aynı zamanda. Ortadoğu ani sayısı; heyecan katsayısı, yazınsal kalitesi, bir daha kolay kolay bir araya gelemeyecek yazar kadrosu ve efsanenin bu kez gerçekten son saldırısı olma özelliğiyle okuyucularına bir selam gönderiyor. İhtiyar ve Fatih-Ağaç kitabeviyle birlikte cetedergisi@gmail.com da dergiye ulaşılabilecek adresler arasında. Umutsuzlara ölüm!
Ahmet Yokuş
'Yeni Dünya' dergisinde eğitim dosyası
Yeni Dünya dergisi Şubat 2011 sayısını sadece Türkiye'nin değil tarih boyunca bütün insanlığın belki de en önemli meselesi olan insan eğitimine ayırmış... Dergi, Türkiye'de eğitimin ana değerlerimize olan yaklaşımını sorgulamış.
Yeni Dünya dergisi Şubat sayısını sadece Türkiye’nin değil tarih boyunca bütün insanlığın belki de en önemli meselesi olan insan eğitimine ayırmış… ‘Türkiye’de Eğitimin Değeri Var mı?’ diyerek Türkiye’de eğitimin ana değerlerimize olan yaklaşımını sorgulamış.
Kapak dosyada, Rasim Özdenören, yaratılmışlar içinde eğitilebilir olarak var edilmiş insanoğlunun bu ilahi hediyeyi nasıl çarçur ettiğini güzel metaforlarla süsleyerek tesirli şekilde dile getirmiş.
Eğitimci yazar Hüseyin Akın, hakiki eğitimin, fıtrata uygun doğru bilgi ve tecrübelerin sevgi ile aktarıldığı insani bir sistem olması gereği üzerinde durmuş.
Her yaştan okuyucunun ‘Aile Hekimi’ eğitimci yazar Vehbi Vakkasoğlu, yeniden ailenin yapı taşı olduğu bir eğitim modeline dönülmesinin kaçınılmazlığını uygulanabilir tavsiyeler çerçevesinde tasnif etmiş.
Eğitimci yazar Veysel Kafalı, Batı eğitim sisteminin empozelerine karşı, gelenekten beslenen, değişen sosyal ve kültürel şartlara uygun ve gençliği kucaklayıcı yöntemlerle eğitimcilerin ve öğrencilerin motivasyonunun arttırılması ihtiyacını ifadelendirmiş.
Psikolog Mehmet Dinç, tek görevinin bilgi vermek olduğunu düşünen eğitim anlayışın ciddi şekilde fonksiyon değiştirmesinin zaruretini dile getirirken problemlere, kaynağına inerek kalıcı çözümler bulmanın, çocuğu/insanı doğayla barıştırmanın kaçınılmazlığını ayrıntılandırmış.
Prof.Dr. Mehmet Emin Ay, ‘Önce insan olmak’ merkezinde ‘Değerler Eğitimi’ konusunda resmi müfredatın yetersizliğini vurgulayarak bir değerler eğitimcisi olarak yapıcı tespit ve tekliflerde bulunmuş.
Adnan Çelik, ‘İnternet Çocukları’na alternatifler üreterek ‘hakkı tavsiye etmeyen kapitalist sistemler’e direnmenin toplumsal yönü üzerinde durarak meseleyi eğitimden öte alanlara aktaran açılımlarda bulunmuş.
Halil Etyemez, Esan Gül, Alpaslan Durmuş, Erol Erdoğan, Ali Hakkoymaz, Fahri Sevimli, Sait Çamlıca, Abdülaziz Tantik, Yusuf Tanrıverdi, Ali Erkan Kavaklı gibi eğitimci ve yazarlarla yapılan söyleşiler de dosyayı zenginleştirmiş ve renklendirmiş.
Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’nin irtihallerinin 27. sene-i devriyesi için hazırlanmış çok özel bir dosyanın da sayfaları arasında yer aldığı dergide, ayrıca Prof.Dr. Mahmut Erol Kılıç’ın, Prof. Dr. Bilal Kemikli’nin Metin Karabaşoğlu’nun, Mustafa Özçelik’in Ali Haydar Haksal’ın ve İsmail Halis’in entelektüel yelpazesi geniş yazılarını okumak mümkün.
Şubat sayısının röportaj konukları ise bu ay Millet Kütüphanesi eski müdürü M. Seyhan Tayşi ve esas duruş sahibi yazar Atasoy Müftüoğlu olmuş çok keyifli söyleşilere imkan hazırlamış.
Velhasıl, Yeni Dünya dergisi yine bir ay süreyle masalarımızın üzerinden inmeyecek dolu dolu bir sayıyı günışığına çıkarmış.
Hasan Hafif
Yeni Dünya dergisi Şubat sayısını sadece Türkiye’nin değil tarih boyunca bütün insanlığın belki de en önemli meselesi olan insan eğitimine ayırmış… ‘Türkiye’de Eğitimin Değeri Var mı?’ diyerek Türkiye’de eğitimin ana değerlerimize olan yaklaşımını sorgulamış.
Kapak dosyada, Rasim Özdenören, yaratılmışlar içinde eğitilebilir olarak var edilmiş insanoğlunun bu ilahi hediyeyi nasıl çarçur ettiğini güzel metaforlarla süsleyerek tesirli şekilde dile getirmiş.
Eğitimci yazar Hüseyin Akın, hakiki eğitimin, fıtrata uygun doğru bilgi ve tecrübelerin sevgi ile aktarıldığı insani bir sistem olması gereği üzerinde durmuş.
Her yaştan okuyucunun ‘Aile Hekimi’ eğitimci yazar Vehbi Vakkasoğlu, yeniden ailenin yapı taşı olduğu bir eğitim modeline dönülmesinin kaçınılmazlığını uygulanabilir tavsiyeler çerçevesinde tasnif etmiş.
Eğitimci yazar Veysel Kafalı, Batı eğitim sisteminin empozelerine karşı, gelenekten beslenen, değişen sosyal ve kültürel şartlara uygun ve gençliği kucaklayıcı yöntemlerle eğitimcilerin ve öğrencilerin motivasyonunun arttırılması ihtiyacını ifadelendirmiş.
Psikolog Mehmet Dinç, tek görevinin bilgi vermek olduğunu düşünen eğitim anlayışın ciddi şekilde fonksiyon değiştirmesinin zaruretini dile getirirken problemlere, kaynağına inerek kalıcı çözümler bulmanın, çocuğu/insanı doğayla barıştırmanın kaçınılmazlığını ayrıntılandırmış.
Prof.Dr. Mehmet Emin Ay, ‘Önce insan olmak’ merkezinde ‘Değerler Eğitimi’ konusunda resmi müfredatın yetersizliğini vurgulayarak bir değerler eğitimcisi olarak yapıcı tespit ve tekliflerde bulunmuş.
Adnan Çelik, ‘İnternet Çocukları’na alternatifler üreterek ‘hakkı tavsiye etmeyen kapitalist sistemler’e direnmenin toplumsal yönü üzerinde durarak meseleyi eğitimden öte alanlara aktaran açılımlarda bulunmuş.
Halil Etyemez, Esan Gül, Alpaslan Durmuş, Erol Erdoğan, Ali Hakkoymaz, Fahri Sevimli, Sait Çamlıca, Abdülaziz Tantik, Yusuf Tanrıverdi, Ali Erkan Kavaklı gibi eğitimci ve yazarlarla yapılan söyleşiler de dosyayı zenginleştirmiş ve renklendirmiş.
Mahmut Sami Ramazanoğlu Hazretleri’nin irtihallerinin 27. sene-i devriyesi için hazırlanmış çok özel bir dosyanın da sayfaları arasında yer aldığı dergide, ayrıca Prof.Dr. Mahmut Erol Kılıç’ın, Prof. Dr. Bilal Kemikli’nin Metin Karabaşoğlu’nun, Mustafa Özçelik’in Ali Haydar Haksal’ın ve İsmail Halis’in entelektüel yelpazesi geniş yazılarını okumak mümkün.
Şubat sayısının röportaj konukları ise bu ay Millet Kütüphanesi eski müdürü M. Seyhan Tayşi ve esas duruş sahibi yazar Atasoy Müftüoğlu olmuş çok keyifli söyleşilere imkan hazırlamış.
Velhasıl, Yeni Dünya dergisi yine bir ay süreyle masalarımızın üzerinden inmeyecek dolu dolu bir sayıyı günışığına çıkarmış.
Hasan Hafif
2011-02-16
'Mor Taka' dergisi şiir ve delilik dosyasıyla çıktı
şiir yok, hezeyan var…
şair yok, megolamani var…
küreselleşme kendine göre tek tip ahlâk, varolma biçimini meşrulaştıracak düşünme biçimleri pazarlıyor. kendine göre kendi için; dalkavuklarını, yılışıklarını, arsızlarını istihdam ediyor…
insan kendi ‘kimliğini’ korumak adına, ‘ötekileştirmeye’ direnme malulü olmakla
birlikte, kendi çıkarsamasını koruma refleksinden başka bir şeyle ilgilenmez oldu.
akil olma, bir şekilde süregeleni ve statükoyu ve ötekileri sorgulamaktan soyutlanıp, akletmenin modern zamanlardaki tezahürlerinden en önemlisi,
haksızlıklara muhalif , müdahil olma bilinci ve direnme halini öngörür.
metinlerin de akletmenin sözcüleri olduğunu hatırladığımızda; inançsızlığa,
haksızlığa, zulme karşı durması gereken eylem şekli olduğunu hatırlayalım.
şiirin gerekliliği üzerinde çokça tartışabiliriz, dahası ileri giderek
açıkyüreklilikle reddedebiliriz de…
şiirin vazgeçilemez olduğunu kim söyleyebilir ki bize?biliyoruz ki şiir, ne bir ihtiyaçtır ne de gereklilik. şiirin yerine koyabileceğimiz onca şey varken vazgeçilmez bile olmayan bu ritüelin ya da daha anlaşılır bir terimle, bu ‘ego’ ayinini çok abartıyoruz gibi geliyor bize.
bu can sıkıcı alışkanlığa kendimizi öylesine kaptırdık ki…
şiiri konuşmanın irtifa kaybı olduğunu biliyorum. pek de halden anlayan, kuş
dilini ve dahi şiir ve dahi insan dilini bilen kalmadığı demde megolamanların
“BEN” kavgasıdır sürüp gidiyor. bundan böyle, ‘söz’ de, söze taktığımız aksesuar
da külfet gelecektir.
okumayan, düşünmeyen, güzel, ince şeylerden anlamayan bir nesil türetildi. 1960’lı yıllarda tehlike çanlarının çaldığı kültür emperyalizmi, cemaatini topladı
bu dem ayinlerini sürdürüyor.
insanlık dramına müdahale etmekte geç kaldık. yapabileceğimiz çok şey kalmadı.
böylesi zamanlarda toparlanmak için geri çekilip, yapıp etmeleri yeniden okumak
gerekiyor. delilerevi huzur dolu bir karargâh olabilir artık; ‘akil’lerin meczûp
kılındığı delilikte buluşmaksa önemli bir başlangıç. hadi kendimizi kutsal deliliğe adayalım! kendi kaosumuzu yaratalım!
*
imdi!.. sanatın dönüştürülme, içe çekilme seanslarının ne’liği ve nedenselliği
üzerine kurulan denklemler ve sözler çok avare olmadan çilingir sofrasında hikmet
aranmasının vaktidir.
muhataplar zaten okumayanlar cemiyetindendir. herkes kendi hezeyanlarının okuru olmuşken, empati seansları iyi gelecektir…
biliyoruz ki; insanoğlu putlarını cüzdanında taşır oldu.
biliyoruz ki; onlar putlarıyla birlikte öldükleri gün, ölecek olanlardır!.. biliyoruz ki; onlar sadece huzursuzluk tohumlarını ekerek gideceklerdir ve kötü anılacaklardır.
*
yirmi dokuz asır önce xsenius diyor ki:
“hatırlar mısın, sen doğduğunda ağlıyordun ve etrafindaki herkes gülüyordu?
öyle bir hayat sür ki, sen öldüğünde herkes ağlasın, senin yüzünde ise anlamlı
bir gülümseme olsun.”
not: 17. Sayımızda sıcak günlerde buluşmak umuduyla.
dosya konumuzu “şiir ve kerbelâ” olarak belirledik.
söyleyecek sözü olanlar söylesin.
Yaşar Bedri
şair yok, megolamani var…
küreselleşme kendine göre tek tip ahlâk, varolma biçimini meşrulaştıracak düşünme biçimleri pazarlıyor. kendine göre kendi için; dalkavuklarını, yılışıklarını, arsızlarını istihdam ediyor…
insan kendi ‘kimliğini’ korumak adına, ‘ötekileştirmeye’ direnme malulü olmakla
birlikte, kendi çıkarsamasını koruma refleksinden başka bir şeyle ilgilenmez oldu.
akil olma, bir şekilde süregeleni ve statükoyu ve ötekileri sorgulamaktan soyutlanıp, akletmenin modern zamanlardaki tezahürlerinden en önemlisi,
haksızlıklara muhalif , müdahil olma bilinci ve direnme halini öngörür.
metinlerin de akletmenin sözcüleri olduğunu hatırladığımızda; inançsızlığa,
haksızlığa, zulme karşı durması gereken eylem şekli olduğunu hatırlayalım.
şiirin gerekliliği üzerinde çokça tartışabiliriz, dahası ileri giderek
açıkyüreklilikle reddedebiliriz de…
şiirin vazgeçilemez olduğunu kim söyleyebilir ki bize?biliyoruz ki şiir, ne bir ihtiyaçtır ne de gereklilik. şiirin yerine koyabileceğimiz onca şey varken vazgeçilmez bile olmayan bu ritüelin ya da daha anlaşılır bir terimle, bu ‘ego’ ayinini çok abartıyoruz gibi geliyor bize.
bu can sıkıcı alışkanlığa kendimizi öylesine kaptırdık ki…
şiiri konuşmanın irtifa kaybı olduğunu biliyorum. pek de halden anlayan, kuş
dilini ve dahi şiir ve dahi insan dilini bilen kalmadığı demde megolamanların
“BEN” kavgasıdır sürüp gidiyor. bundan böyle, ‘söz’ de, söze taktığımız aksesuar
da külfet gelecektir.
okumayan, düşünmeyen, güzel, ince şeylerden anlamayan bir nesil türetildi. 1960’lı yıllarda tehlike çanlarının çaldığı kültür emperyalizmi, cemaatini topladı
bu dem ayinlerini sürdürüyor.
insanlık dramına müdahale etmekte geç kaldık. yapabileceğimiz çok şey kalmadı.
böylesi zamanlarda toparlanmak için geri çekilip, yapıp etmeleri yeniden okumak
gerekiyor. delilerevi huzur dolu bir karargâh olabilir artık; ‘akil’lerin meczûp
kılındığı delilikte buluşmaksa önemli bir başlangıç. hadi kendimizi kutsal deliliğe adayalım! kendi kaosumuzu yaratalım!
*
imdi!.. sanatın dönüştürülme, içe çekilme seanslarının ne’liği ve nedenselliği
üzerine kurulan denklemler ve sözler çok avare olmadan çilingir sofrasında hikmet
aranmasının vaktidir.
muhataplar zaten okumayanlar cemiyetindendir. herkes kendi hezeyanlarının okuru olmuşken, empati seansları iyi gelecektir…
biliyoruz ki; insanoğlu putlarını cüzdanında taşır oldu.
biliyoruz ki; onlar putlarıyla birlikte öldükleri gün, ölecek olanlardır!.. biliyoruz ki; onlar sadece huzursuzluk tohumlarını ekerek gideceklerdir ve kötü anılacaklardır.
*
yirmi dokuz asır önce xsenius diyor ki:
“hatırlar mısın, sen doğduğunda ağlıyordun ve etrafindaki herkes gülüyordu?
öyle bir hayat sür ki, sen öldüğünde herkes ağlasın, senin yüzünde ise anlamlı
bir gülümseme olsun.”
not: 17. Sayımızda sıcak günlerde buluşmak umuduyla.
dosya konumuzu “şiir ve kerbelâ” olarak belirledik.
söyleyecek sözü olanlar söylesin.
Yaşar Bedri
İnceeleyen kitap, eleştiri ve tanıtım dergisi
İnce'eliyoruz...
Kış mevsimin tam ortasında olmamıza rağmen hala şöyle adamakıllı bir kar göremedik. Gazetelerde, Üniversitelerarası Kış Oyunları’na ev sahipliği yapacak (27 Ocak) Erzurum’da kar yağışının yetersiz oluşundan Ski Cross pistinin tümseklerinin mevcut karlar erimesin diye samanla kaplandığı haberleri yer alıyor.
Neredeyse altı yıldır, yani Muğla’ya geldim geleli, her kış mevsiminde 15. yy. Fransız şairi François Villon’un Ballade des dames du temps jadis (Gemiş Zaman Kadınları Baladı)’indeki “Où sont les neiges d'antan?” dizesinin İngilizcesini kendi kendime mırıldanıyorum:“Where are the snows of yesteryear” (Nerede o geçen yılın (geçmiş yılların) karları”. Hilmi Yavuz, “bursa ve zaman” şiirine konuk ettiği Villon’un bu dizesindeki “yesteryear” için bıldır’ı kullanıyor. Rahmetli Dedem de “geçen yıl” yerine “bıldır” kelimesini kullanırdı.
Kar yağmalı. Yoksa toprak kendi üzerine kapanıp geçen yılın/yılların kendince bir muhasebesini yapamayacak, dinlenemeyecek, adı “bahar” olana ilişkin rengârenk düşler kuramayacak. Toprak, karın örtüsüyle üzeri örtülmeyince rüya göremez. Oysa belki de söz gelimi çiçeklerin sultanı olan gül ve bütün çiçekler, meyveler ancak bu rüyanın çocukları olarak doğar.
Kar(l)a kap(l)anmazsak biz de rüya göremeyiz.
İnceeleyen Dergisi, yağmayan kara nispet, bu sayısında kendini yine kitaplara, dosyalara, söyleşilere kapattı. İlk, şair Cahit Koytak’ın şiirlerini ve şu başlığı üzerine örterek: “Bir Avuç Dolusu Aspirin Yutan Kızlar İçin Kanto Yazan Güzel Adama”. Sonra romanlara, romancılara: Hasan Ali Toptaş’a , Ethem Baran’a… Ethem Baran, İnceeleyen’in bu sayısının “Dosya” konusu… Poyraza karşı yapılmış söyleşinin, öyküleri ve Yarım adlı romanıyla ilgili yazıların ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Sonra Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası, çeviri bazı fantastik romanlar.
Elif Şafak’ın gazete yazılarından oluşan Firarperest’i de yazarı için herhalde bir rüya… Firarperest, “Elif şafak: Romancı”rutinin dışına çıkarıyor hem yazarı hem de okuru.
NTV Yayınları’ndan çıkan İstanbul Ansiklopedisi rüyalar gören İstanbul’a adanmış.. Ne güzel rüyalardır İstanbul rüyaları…
Ve daha bir sürü şey: Edebiyat teorisiyle ilgili telif ve çeviri kitaplar, Âşık Çelebi çalışması...
İnceeleyen Dergisi 3. sayısında işte bu kitapları üzerine kapattı ya da bu kitapların üzerine kapandı…
Söze Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dizeleriyle nihayet verelim:
“Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyâsı ömrümüzün çünkü eşyaya siner.”
Saygılarımızla...
A. Cüneyt Issı
Kış mevsimin tam ortasında olmamıza rağmen hala şöyle adamakıllı bir kar göremedik. Gazetelerde, Üniversitelerarası Kış Oyunları’na ev sahipliği yapacak (27 Ocak) Erzurum’da kar yağışının yetersiz oluşundan Ski Cross pistinin tümseklerinin mevcut karlar erimesin diye samanla kaplandığı haberleri yer alıyor.
Neredeyse altı yıldır, yani Muğla’ya geldim geleli, her kış mevsiminde 15. yy. Fransız şairi François Villon’un Ballade des dames du temps jadis (Gemiş Zaman Kadınları Baladı)’indeki “Où sont les neiges d'antan?” dizesinin İngilizcesini kendi kendime mırıldanıyorum:“Where are the snows of yesteryear” (Nerede o geçen yılın (geçmiş yılların) karları”. Hilmi Yavuz, “bursa ve zaman” şiirine konuk ettiği Villon’un bu dizesindeki “yesteryear” için bıldır’ı kullanıyor. Rahmetli Dedem de “geçen yıl” yerine “bıldır” kelimesini kullanırdı.
Kar yağmalı. Yoksa toprak kendi üzerine kapanıp geçen yılın/yılların kendince bir muhasebesini yapamayacak, dinlenemeyecek, adı “bahar” olana ilişkin rengârenk düşler kuramayacak. Toprak, karın örtüsüyle üzeri örtülmeyince rüya göremez. Oysa belki de söz gelimi çiçeklerin sultanı olan gül ve bütün çiçekler, meyveler ancak bu rüyanın çocukları olarak doğar.
Kar(l)a kap(l)anmazsak biz de rüya göremeyiz.
İnceeleyen Dergisi, yağmayan kara nispet, bu sayısında kendini yine kitaplara, dosyalara, söyleşilere kapattı. İlk, şair Cahit Koytak’ın şiirlerini ve şu başlığı üzerine örterek: “Bir Avuç Dolusu Aspirin Yutan Kızlar İçin Kanto Yazan Güzel Adama”. Sonra romanlara, romancılara: Hasan Ali Toptaş’a , Ethem Baran’a… Ethem Baran, İnceeleyen’in bu sayısının “Dosya” konusu… Poyraza karşı yapılmış söyleşinin, öyküleri ve Yarım adlı romanıyla ilgili yazıların ilginizi çekeceğini düşünüyoruz. Sonra Ahmet Ümit’in İstanbul Hatırası, çeviri bazı fantastik romanlar.
Elif Şafak’ın gazete yazılarından oluşan Firarperest’i de yazarı için herhalde bir rüya… Firarperest, “Elif şafak: Romancı”rutinin dışına çıkarıyor hem yazarı hem de okuru.
NTV Yayınları’ndan çıkan İstanbul Ansiklopedisi rüyalar gören İstanbul’a adanmış.. Ne güzel rüyalardır İstanbul rüyaları…
Ve daha bir sürü şey: Edebiyat teorisiyle ilgili telif ve çeviri kitaplar, Âşık Çelebi çalışması...
İnceeleyen Dergisi 3. sayısında işte bu kitapları üzerine kapattı ya da bu kitapların üzerine kapandı…
Söze Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şu dizeleriyle nihayet verelim:
“Belki rüyalarındır bu taze açmış güller,
Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde,
Bitmeyen aşk türküsü kumruların sesinde,
Rüyâsı ömrümüzün çünkü eşyaya siner.”
Saygılarımızla...
A. Cüneyt Issı
2011-02-14
170. 'Hece'
EDEBİYAT GÜNDEMİ
Necati Mert/Lümpen 3
Eriş Özgül/Özgür Seyirci 4
Asım Öz/Işık Yanar’la Şemsiye Tamircisi Üzerine:… 7
Mehmet Kızılay/Zor Sevdamız 10
TAKİP MESAFESİ
Hayriye Ünal/Açıklıyorum: İroni Adlı Bir Şiir Tanrısı Yok 14
Yazıyla Bir Şair/ Bir Çiçek Şahit Sami Baydar’a 16
Sayıyla 1 Dergi/Devrimci Gelişimin Olgunluk Ürünü Bir Dergi Alan ’67 19
İletişim Araçları ve Edebiyat 21
Hasan Aycın/Çizgi 22
Ömer Aksay/Blöflü Pişti 23
Celâl Fedai/Bir Yemekle Nasıl Doyulur? 25
Ali Emre/Adı Nureddin Zengi Olan 26
Gökhan Arslan/Aşk Geri Döner 29
Hüseyin Atabaş/Bir Yılbaşı Kartı 31
Hüseyin Karacalar/Kalkan 32
İlhan Kayhan/Eğer Bilseydi Hanımefendi 34
Serap Ural/Menora’nın Kolları 36
Ayşe Sevim/Sözlük 38
Türker Özşekerli/Köpek/çe 39
Yahya Kurtkaya/Uzun Tırnaklar 40
Elif Nuray/Canefza III 42
Ali Galip Yener/Yazarın Doğuşu, Montaigne ve Tanpınar 43
Yunus Develi/Frenk Havası -XVIII- Tanrı ile Konuşmalar-II 48
Ali K. Metin/Şiir Eleştirisi ve Poetikalar Üzerine 2007-2009… 50
Ömer Aksay/Şiirde Mehmed Âkif’le Buluşmak-Mehmed Âkif’le Şiire Bulaşmak! 62
Ayşe Kara /Mistik ve Masal Mekanlara Bir Yolculuk III- Petra/Al-Batara 65
Gürsel Aytaç/Elif Şafak’dan Edebiyat Yazıları: Firarperest 72
Aldous Huxley/Kedilerden Öğütler 76
Mustafa Şerif Onaran/Önümüzde Bir Uzun Yol Var 80
Lütfi Bergen/Küçük Bir Adamın Lüzumsuz Günahları 84
Asım Öz/Cemal Şakar’la Öykü Üzerine Söyleşi:… 98
Necip Tosun/Gidenler Gidenler’den Sular Tutuştuğunda’ya Cemal Şakar… 106
Murat Erol/Şemsiye’nin Kapattıkları 114
Ayşe Şener/Esintiler 119
KİTAPLIK
Selahattin İpek /Düzyazı: 100 Yazı 122
İshak Yetiş/Dostluk Üzerine 124
Mustafa Uçurum/Yitiksiz 126
Necati Mert/Lümpen 3
Eriş Özgül/Özgür Seyirci 4
Asım Öz/Işık Yanar’la Şemsiye Tamircisi Üzerine:… 7
Mehmet Kızılay/Zor Sevdamız 10
TAKİP MESAFESİ
Hayriye Ünal/Açıklıyorum: İroni Adlı Bir Şiir Tanrısı Yok 14
Yazıyla Bir Şair/ Bir Çiçek Şahit Sami Baydar’a 16
Sayıyla 1 Dergi/Devrimci Gelişimin Olgunluk Ürünü Bir Dergi Alan ’67 19
İletişim Araçları ve Edebiyat 21
Hasan Aycın/Çizgi 22
Ömer Aksay/Blöflü Pişti 23
Celâl Fedai/Bir Yemekle Nasıl Doyulur? 25
Ali Emre/Adı Nureddin Zengi Olan 26
Gökhan Arslan/Aşk Geri Döner 29
Hüseyin Atabaş/Bir Yılbaşı Kartı 31
Hüseyin Karacalar/Kalkan 32
İlhan Kayhan/Eğer Bilseydi Hanımefendi 34
Serap Ural/Menora’nın Kolları 36
Ayşe Sevim/Sözlük 38
Türker Özşekerli/Köpek/çe 39
Yahya Kurtkaya/Uzun Tırnaklar 40
Elif Nuray/Canefza III 42
Ali Galip Yener/Yazarın Doğuşu, Montaigne ve Tanpınar 43
Yunus Develi/Frenk Havası -XVIII- Tanrı ile Konuşmalar-II 48
Ali K. Metin/Şiir Eleştirisi ve Poetikalar Üzerine 2007-2009… 50
Ömer Aksay/Şiirde Mehmed Âkif’le Buluşmak-Mehmed Âkif’le Şiire Bulaşmak! 62
Ayşe Kara /Mistik ve Masal Mekanlara Bir Yolculuk III- Petra/Al-Batara 65
Gürsel Aytaç/Elif Şafak’dan Edebiyat Yazıları: Firarperest 72
Aldous Huxley/Kedilerden Öğütler 76
Mustafa Şerif Onaran/Önümüzde Bir Uzun Yol Var 80
Lütfi Bergen/Küçük Bir Adamın Lüzumsuz Günahları 84
Asım Öz/Cemal Şakar’la Öykü Üzerine Söyleşi:… 98
Necip Tosun/Gidenler Gidenler’den Sular Tutuştuğunda’ya Cemal Şakar… 106
Murat Erol/Şemsiye’nin Kapattıkları 114
Ayşe Şener/Esintiler 119
KİTAPLIK
Selahattin İpek /Düzyazı: 100 Yazı 122
İshak Yetiş/Dostluk Üzerine 124
Mustafa Uçurum/Yitiksiz 126
Siyer-i Nebi dergisinin 8.sayısı çıktı
Siyer-i Nebi dergisi 8. Sayısıyla aramızda. Gözümüzün nuru, dinimizin direği namaz dosyasıyla çıkan dergi iki ayda bir yayımlanıyorEğitime gönül vermiş bir kadro tarafından hazırlanan Siyer-i Nebi dergisi, alanında uzman çok kıymetli yazarları okuyucusuyla buluşturuyor.
İsmail Lütfi Çakan hocamız ‘’Günde 5 kez’’, Abdullah Yıldız ‘’Rasulullah Gibi Namaz Kılmak’’, Erol Demiryürek “Gözümün Nuru, Gönlümün Süruru’’, Hatice Turan “Hayatın Farzı On İki’’, Ayşe Uçkan “Baş Tacım’’, Osman Süngü “Fatiha’’, Umut Ağbayram, “Çocukların Namaz Eğitimi’’, Yılmaz Fidan ‘’Namaz İbadeti ve Namazı Anlamak’’, Berra Kepekci “Kıblenüma Mabetler’’, Mahmut Olgaç “Allah Beni Senden Korur’’ yazılarıyla namazı işlemişler.
Dergi, dosya konusu “namaz”ı birçok yönüyle ele almanın yanı sıra Hz. Peygamber(sas)’i bu sayıda da farklı yönleriyle anlatmaya devam etmekte:
Mehmet Yaşar Kandemir hocamız “Muhammedü’l-Emin’’, Adem Apak hocamız “Örnek Baba Hz. Peygamber’’, Adem Saraç hocamız ise ‘’Medine’nin İlk Müslümanları’’nı tanıtmışlar bizlere. Mutlu Binici okuyucuyu “Efendimizin Gençlik Yılları’’na götürürken Muhammed Emin Yıldırım, “Siyerin Mesajını’’ anlatmış. Esra Nur Uçkan bu defa “Sevde Validemiz”e seslenmiş, Ali Erdoğdu ise büyük siyer alimi “İbn İshak”ın hayatını kaleme almış.
Hilal Gülseven, ‘’Osmanlı’da Eğitim’’i irdelerken, Halid Akıllı “Kimlik Krizi’’ne dikkatleri çekmiş. Zengin içeriğiyle doyurucu bir bilgi birikimine sahip olacağımız dergide edebiyat ve tarih sevenler de unutulmamış elbette. Edebiyat Bölümünde ‘Semra Güler, Fatma Koyuncu, Suzan Başarslan ve Selime Koçyiğit’in yazıları var.
Dopdolu içeriğiyle aramızda olan Siyer-i Nebi dergisi Kutlu Doğum Özel Sayısı için şimdiden kolları sıvamış.
İsmail Lütfi Çakan hocamız ‘’Günde 5 kez’’, Abdullah Yıldız ‘’Rasulullah Gibi Namaz Kılmak’’, Erol Demiryürek “Gözümün Nuru, Gönlümün Süruru’’, Hatice Turan “Hayatın Farzı On İki’’, Ayşe Uçkan “Baş Tacım’’, Osman Süngü “Fatiha’’, Umut Ağbayram, “Çocukların Namaz Eğitimi’’, Yılmaz Fidan ‘’Namaz İbadeti ve Namazı Anlamak’’, Berra Kepekci “Kıblenüma Mabetler’’, Mahmut Olgaç “Allah Beni Senden Korur’’ yazılarıyla namazı işlemişler.
Dergi, dosya konusu “namaz”ı birçok yönüyle ele almanın yanı sıra Hz. Peygamber(sas)’i bu sayıda da farklı yönleriyle anlatmaya devam etmekte:
Mehmet Yaşar Kandemir hocamız “Muhammedü’l-Emin’’, Adem Apak hocamız “Örnek Baba Hz. Peygamber’’, Adem Saraç hocamız ise ‘’Medine’nin İlk Müslümanları’’nı tanıtmışlar bizlere. Mutlu Binici okuyucuyu “Efendimizin Gençlik Yılları’’na götürürken Muhammed Emin Yıldırım, “Siyerin Mesajını’’ anlatmış. Esra Nur Uçkan bu defa “Sevde Validemiz”e seslenmiş, Ali Erdoğdu ise büyük siyer alimi “İbn İshak”ın hayatını kaleme almış.
Hilal Gülseven, ‘’Osmanlı’da Eğitim’’i irdelerken, Halid Akıllı “Kimlik Krizi’’ne dikkatleri çekmiş. Zengin içeriğiyle doyurucu bir bilgi birikimine sahip olacağımız dergide edebiyat ve tarih sevenler de unutulmamış elbette. Edebiyat Bölümünde ‘Semra Güler, Fatma Koyuncu, Suzan Başarslan ve Selime Koçyiğit’in yazıları var.
Dopdolu içeriğiyle aramızda olan Siyer-i Nebi dergisi Kutlu Doğum Özel Sayısı için şimdiden kolları sıvamış.
İktibas’ta bu ayın konusu ‘Demokrasi’
Derginin yorum sayfalarında “Demokratik Özerklik” konusu işlenirken, Kavram bölümünde ise Demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biri olan “Sivil Toplum” üzerinde duruluyor.
Değerli düşünür-yazar Atasoy Müftüoğlu “Gerçek umutlar için” başlıklı yazısında, “Her türlü sapmaya yozlaşmaya karşı bilincimizin teyakkuz durumunda olmasını sağlayabilmeliyiz. Parçalanmış bir İslami dil, duyarlılık, algı ve yorumla, güçlü ve kuşatıcı bir bilinç çağrısı yapamayız. Her tür bencilliğin insanı adalet’ten uzaklaştırdığını hatırlamalı, bizleri ümmet dayanışmasına yabancılaştıran bencillikleri terk etmeliyiz.” sözleriyle hak üzerinde birleşmenin başarı için mutlak olduğunu hatırlatıyor.
Mehmed Durmuş, “Demokrasi nedir?” sorusunun doğru yanıtını verebilmek için, kavramın bütün unsurlarını ayrı ayrı tahlil ettiği yorumunda “Demokrasinin sadece siyasal bir yönetme tarzı olduğunu söylemek -eğer cehaletten değilse- demokrasiyle ilgili bazı hususları dikkatlerden gizlemek amacına matuf olmalıdır. Zira Din’in hüküm koyduğu hiçbir alan yoktur ki orada demokratik bakıştan da bahsedilmesin. Kısacası ahlâktan ekonomiye, sanattan hukuka kadar her alanda insan hayatına demokratik yaşam ilkeleri yön vermek istemektedir. İslam bir taraftan sindirilip edilgen hale getirilirken, demokrasi aynı oranda baskın/etken hale getirilmekte olduğunu” ifade ediyor.
Mustafa Bozacıoğlu, ‘Demokrasi’ yorumunda insanı ‘kutsal’ sayan Demokrasinin her şeyin merkezine insanı, aklı ve bilimi koyduğunu ve aşkın/üstün güç tanımadığını vurguluyor.
Ahya Aras, “Demokrasi İslam’ın ne yanına düşer?” başlıklı yazısında ”İslam’la demokrasi ya da başka herhangi bir siyasal ideolojiyi karşılaştırırken öncelikle şu hususun netleşmesi gerekir: İslam, siyasî talepleri olmayan, bireysel olarak insanın dindarlık duygularını tatmine yarayan bir inanç manzumesi ve bir tapınma biçimi midir? Yoksa aynı zamanda ferd ve toplum hayatını düzenleyen bir hayat nizamı mıdır?” sorularını yanıtlıyor.
Cemil Soylu, “Kim hükmedecek Tanrı mı insan mı?” başlığı altında “Suratını asıp, sırtını dönüp bu eskilerin masallarıdır diyenlerin cevabı şimdiden belli. Peki ya iman iddiasında olanların cevabı belli mi?” sorusuyla içe dönük bir eleştiride bulunuyor.
Dergide ayrıca “İslam Devleti’nden demokratik cumhuriyete” yazısı ile Erdal Bayraktar, “Fıtratımıza yüklü melekelerin hakkını vermek ve İktibas Dergisi” ile Mustafa Atav, “Derdi dert edinmek” ile Muhammed Celil, “Atasoy Ağabeye hayır dua” ile Mehmed Durmuş’un diğer bir yazısı da bulunuyor.
Değerli düşünür-yazar Atasoy Müftüoğlu “Gerçek umutlar için” başlıklı yazısında, “Her türlü sapmaya yozlaşmaya karşı bilincimizin teyakkuz durumunda olmasını sağlayabilmeliyiz. Parçalanmış bir İslami dil, duyarlılık, algı ve yorumla, güçlü ve kuşatıcı bir bilinç çağrısı yapamayız. Her tür bencilliğin insanı adalet’ten uzaklaştırdığını hatırlamalı, bizleri ümmet dayanışmasına yabancılaştıran bencillikleri terk etmeliyiz.” sözleriyle hak üzerinde birleşmenin başarı için mutlak olduğunu hatırlatıyor.
Mehmed Durmuş, “Demokrasi nedir?” sorusunun doğru yanıtını verebilmek için, kavramın bütün unsurlarını ayrı ayrı tahlil ettiği yorumunda “Demokrasinin sadece siyasal bir yönetme tarzı olduğunu söylemek -eğer cehaletten değilse- demokrasiyle ilgili bazı hususları dikkatlerden gizlemek amacına matuf olmalıdır. Zira Din’in hüküm koyduğu hiçbir alan yoktur ki orada demokratik bakıştan da bahsedilmesin. Kısacası ahlâktan ekonomiye, sanattan hukuka kadar her alanda insan hayatına demokratik yaşam ilkeleri yön vermek istemektedir. İslam bir taraftan sindirilip edilgen hale getirilirken, demokrasi aynı oranda baskın/etken hale getirilmekte olduğunu” ifade ediyor.
Mustafa Bozacıoğlu, ‘Demokrasi’ yorumunda insanı ‘kutsal’ sayan Demokrasinin her şeyin merkezine insanı, aklı ve bilimi koyduğunu ve aşkın/üstün güç tanımadığını vurguluyor.
Ahya Aras, “Demokrasi İslam’ın ne yanına düşer?” başlıklı yazısında ”İslam’la demokrasi ya da başka herhangi bir siyasal ideolojiyi karşılaştırırken öncelikle şu hususun netleşmesi gerekir: İslam, siyasî talepleri olmayan, bireysel olarak insanın dindarlık duygularını tatmine yarayan bir inanç manzumesi ve bir tapınma biçimi midir? Yoksa aynı zamanda ferd ve toplum hayatını düzenleyen bir hayat nizamı mıdır?” sorularını yanıtlıyor.
Cemil Soylu, “Kim hükmedecek Tanrı mı insan mı?” başlığı altında “Suratını asıp, sırtını dönüp bu eskilerin masallarıdır diyenlerin cevabı şimdiden belli. Peki ya iman iddiasında olanların cevabı belli mi?” sorusuyla içe dönük bir eleştiride bulunuyor.
Dergide ayrıca “İslam Devleti’nden demokratik cumhuriyete” yazısı ile Erdal Bayraktar, “Fıtratımıza yüklü melekelerin hakkını vermek ve İktibas Dergisi” ile Mustafa Atav, “Derdi dert edinmek” ile Muhammed Celil, “Atasoy Ağabeye hayır dua” ile Mehmed Durmuş’un diğer bir yazısı da bulunuyor.
2011-02-13
'Yedi İklim' dergisinin 251.sayısı
Sayı:251, Şubat 2011
Dil ve Birlik
Toplumumuzun gündemine resmî dilimizin ne olduğu sorusu ilk defa 1876’da, Kanun-i Esasî’nin hazırlanması sürecinde geldi. Batıdan örnek aldığımız anayasa metinlerinde böyle bir tanımlama vardı; bizim anayasamıza da resmî dilin Türkçe olduğu yazıldı. Fakat Sultan Abdülhamid’in yönetimi boyunca uygulamada değişen bir şey olmadı; kanun değil gelenekler işledi; Yüce Devletin çok dilliği sürdü. 1908’de İttihatçılar iktidarı ele aldıklarında anayasadaki bu maddeyi büyük bir sertlikle uygulamaya koydular. Temel gerekçeleri, devletin bütünlüğünün korunmasıydı.
Millî birliğin korunması refleksi, 1923 dönüşümünden sonra, bir ulusun yeni baştan inşa edilmesi gibi çok daha köklü bir aşamaya geçti. Bu amaç doğrultusunda konunun sadece dil yönü değil, ırk yanı da yasa ile düzenlendi; bu topraklarda yaşayan herkes Türk kabul edildi. Ülke çapında, tek sistemli, tek dilli, aynı ideolojik kabullerin tekrarlandığı bir eğitim sistemi uygulandı. İlköğretim herkes için mecbur tutuldu. Seksen yılı aşan bu uygulamadan sonra gelinen noktada bir de baktık ki tekrar başa dönmüşüz; yüzyılın başında toprağa gömdüğümüzü sandığımız problemler bir yerlerden taze filizler hâlinde fışkırıp durmaktalar.
Yanılgı şurada: Dil birlikteliği, bir toplum için yaşamı, ilişkileri kolaylaştıran araçlardan birisidir ama hiçbir zaman dil kendi başına birliği sağlayan bir unsur değildir. İnsanlar dilde değil değerlerde buluşur. Asıl problem de ortak değerin ne olduğunu belirlemede ortaya çıkıyor. Sadece aynı toprakta yaşıyor olmak, bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmak veya laiklik gibi içeriği her kültürde farklı şekilde doldurulan bir kavram ortak değer olarak yeterli midir?
Şimdi önümüzdeki yeni ütopya, demokrasi. Onu bir üst değer olarak benimsersek, diğer bütün problemleri aşabileceğimiz varsayılıyor. Gerçekten öyle mi?
Algımızı daha fazla örtmeyelim: Bir toplum için gerçekten birleştirici nitelikteki kavramlar binyıllar içinde oluşmuş uygarlık değerleriyle bağlantılıdır; kendi uyarlığımızı reddederek, bedelini başkalarının ödediği bir takım kavram ve kurumların kendi toplumumuzun üst değeri hâline gelmesi mümkün değildir.
Üstelik yaşadığımız kuşatılmışlık, sadece kendi içimizde barışı, bütünlüğü sağlamakla sınırlı da değildir. Aksine kendimizi, başkalarının belirlediği realiteye mahkûm saydığımız, bu gerçeğin hiç değişmeyeceğini düşündüğümüz, başka ufkumuz olmadığı için problemler olduğundan da büyük gözüküyor. Yoksa yönetim biçimleri toplumlar için, çoğu kere koşulların ortaya çıkardığı, evrile evrile gelişen uygulamalardır.
Ufkumuz genişledikçe, problemlerimiz küçülecektir.
Gözümüz, milletimizin yapay sınırlarla ayrılmış parçalarının bütünlenmesindedir. Bunun içinse dillerimizi daraltmak değil genişletmek gerekiyor.
Milletimiz tek ırka, tek dile sığmayacak kadar geniştir. Bunun için bize daha çok dil; daha çok edebiyat lazım.
Asıl birleşme dilde değil, alfabededir.
Bize yeni bir alfabe lazım.
(Yedi İklim)
İÇİNDEKİLER:
Yedi İklim
Dil ve Birlik
Aykut Nasip Kelebek
Our Eyes Collided And The Rain Started /
Şehzade
Yeprem Türk
Ritimsiz Sevgili
İçim Yakup Dükkanı
Nurettin Durman
Türkçesi
Fatma Şengil Süzer
Koyun Kuzu Koyun
Mustafa Uçurum
Gökyüzü Yalnızlığı
Mehmet Özger
Kelimât
Ahmet Tokiş
Pankart
Habil Tecimen
Göçmen İlahisi
Mehmet Sarı
Sadafnâme
Silvan Alpoğuz
Gölgesiz Bir Günde Kişinin Gölgesinden
Korkma Meselesi / Sehpada ki Menekşe
Berk Karapınar
Hiçin İçine Patikalar
Abdullah İlhan
Tarih’ten Sana Bakmak
Selim Akdemir
Resim
Abdulkerim Yılmaz
Göldürüşmenin Gerekliliği / Yirmi İki Yıllık Hayat
Onur Bayrak
Arkadaşlar İçin Bir Şiir
Hasan Aycın
Çizgi
Cemal Şakar
Önce Vatan
Osman Koca
Hikâyemsi
Hüseyin Arslan
V. Bölüm
Ebru Ak
Suçlu: Kulak
Emine Batar
Mezarlıktaki Diriler
Mükerrem Mete
Çukur
Mustafa Cemil Efe
Hüsn-i Hat (Amentü...)
Andre Suares
Goethe ve Sanat
Billy Collins
Derd-i Şiir
Mıroslav Holub
Ağaçlarda Büyüyen Kediler Üzerine Kısa Düşünceler
Suniti Namjoshi
Ukala Güneş Kuşu
Osman Bayraktar
Cemal Şakar Öyküsünün İzlekleri
Cemal Şakar
Nuri Pakdil’in Tarih Perspektifi
Suavi Kemal Yazgıç
Ödeyemeyeceğim Borçlar
İsmail Demirel
‘Yankısının Peşinde’
Aykut Nasip Kelebek
Işık Yanar’ın “Şemsiye Tamircisi” Romanı
Aykut Nasip Kelebek
Işık Yanar ile Söyleşi
Mustafa Cemil Efe
Aziz
Zafer Acar
Akademik Dil, Deneme ve Eleştiri Dili Üzerine Düşünmeler / Gazetelerin Kitap Ekleri Eleştirimizi Nasıl Etkiliyor
Yeprem Türk
İnsan, Bir Dünya Klasiğidir
Aykut Nasip Kelebek
Bir Yanıt /
Ahmet Mercan’ın “Akıl Ağrısı” Kitabı
İsrafil Gümüş
Karagöz Dergisi Niçin “Şiir ve Devlet” Dosyası Hazırlamış?
Dil ve Birlik
Toplumumuzun gündemine resmî dilimizin ne olduğu sorusu ilk defa 1876’da, Kanun-i Esasî’nin hazırlanması sürecinde geldi. Batıdan örnek aldığımız anayasa metinlerinde böyle bir tanımlama vardı; bizim anayasamıza da resmî dilin Türkçe olduğu yazıldı. Fakat Sultan Abdülhamid’in yönetimi boyunca uygulamada değişen bir şey olmadı; kanun değil gelenekler işledi; Yüce Devletin çok dilliği sürdü. 1908’de İttihatçılar iktidarı ele aldıklarında anayasadaki bu maddeyi büyük bir sertlikle uygulamaya koydular. Temel gerekçeleri, devletin bütünlüğünün korunmasıydı.
Millî birliğin korunması refleksi, 1923 dönüşümünden sonra, bir ulusun yeni baştan inşa edilmesi gibi çok daha köklü bir aşamaya geçti. Bu amaç doğrultusunda konunun sadece dil yönü değil, ırk yanı da yasa ile düzenlendi; bu topraklarda yaşayan herkes Türk kabul edildi. Ülke çapında, tek sistemli, tek dilli, aynı ideolojik kabullerin tekrarlandığı bir eğitim sistemi uygulandı. İlköğretim herkes için mecbur tutuldu. Seksen yılı aşan bu uygulamadan sonra gelinen noktada bir de baktık ki tekrar başa dönmüşüz; yüzyılın başında toprağa gömdüğümüzü sandığımız problemler bir yerlerden taze filizler hâlinde fışkırıp durmaktalar.
Yanılgı şurada: Dil birlikteliği, bir toplum için yaşamı, ilişkileri kolaylaştıran araçlardan birisidir ama hiçbir zaman dil kendi başına birliği sağlayan bir unsur değildir. İnsanlar dilde değil değerlerde buluşur. Asıl problem de ortak değerin ne olduğunu belirlemede ortaya çıkıyor. Sadece aynı toprakta yaşıyor olmak, bir devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olmak veya laiklik gibi içeriği her kültürde farklı şekilde doldurulan bir kavram ortak değer olarak yeterli midir?
Şimdi önümüzdeki yeni ütopya, demokrasi. Onu bir üst değer olarak benimsersek, diğer bütün problemleri aşabileceğimiz varsayılıyor. Gerçekten öyle mi?
Algımızı daha fazla örtmeyelim: Bir toplum için gerçekten birleştirici nitelikteki kavramlar binyıllar içinde oluşmuş uygarlık değerleriyle bağlantılıdır; kendi uyarlığımızı reddederek, bedelini başkalarının ödediği bir takım kavram ve kurumların kendi toplumumuzun üst değeri hâline gelmesi mümkün değildir.
Üstelik yaşadığımız kuşatılmışlık, sadece kendi içimizde barışı, bütünlüğü sağlamakla sınırlı da değildir. Aksine kendimizi, başkalarının belirlediği realiteye mahkûm saydığımız, bu gerçeğin hiç değişmeyeceğini düşündüğümüz, başka ufkumuz olmadığı için problemler olduğundan da büyük gözüküyor. Yoksa yönetim biçimleri toplumlar için, çoğu kere koşulların ortaya çıkardığı, evrile evrile gelişen uygulamalardır.
Ufkumuz genişledikçe, problemlerimiz küçülecektir.
Gözümüz, milletimizin yapay sınırlarla ayrılmış parçalarının bütünlenmesindedir. Bunun içinse dillerimizi daraltmak değil genişletmek gerekiyor.
Milletimiz tek ırka, tek dile sığmayacak kadar geniştir. Bunun için bize daha çok dil; daha çok edebiyat lazım.
Asıl birleşme dilde değil, alfabededir.
Bize yeni bir alfabe lazım.
(Yedi İklim)
İÇİNDEKİLER:
Yedi İklim
Dil ve Birlik
Aykut Nasip Kelebek
Our Eyes Collided And The Rain Started /
Şehzade
Yeprem Türk
Ritimsiz Sevgili
İçim Yakup Dükkanı
Nurettin Durman
Türkçesi
Fatma Şengil Süzer
Koyun Kuzu Koyun
Mustafa Uçurum
Gökyüzü Yalnızlığı
Mehmet Özger
Kelimât
Ahmet Tokiş
Pankart
Habil Tecimen
Göçmen İlahisi
Mehmet Sarı
Sadafnâme
Silvan Alpoğuz
Gölgesiz Bir Günde Kişinin Gölgesinden
Korkma Meselesi / Sehpada ki Menekşe
Berk Karapınar
Hiçin İçine Patikalar
Abdullah İlhan
Tarih’ten Sana Bakmak
Selim Akdemir
Resim
Abdulkerim Yılmaz
Göldürüşmenin Gerekliliği / Yirmi İki Yıllık Hayat
Onur Bayrak
Arkadaşlar İçin Bir Şiir
Hasan Aycın
Çizgi
Cemal Şakar
Önce Vatan
Osman Koca
Hikâyemsi
Hüseyin Arslan
V. Bölüm
Ebru Ak
Suçlu: Kulak
Emine Batar
Mezarlıktaki Diriler
Mükerrem Mete
Çukur
Mustafa Cemil Efe
Hüsn-i Hat (Amentü...)
Andre Suares
Goethe ve Sanat
Billy Collins
Derd-i Şiir
Mıroslav Holub
Ağaçlarda Büyüyen Kediler Üzerine Kısa Düşünceler
Suniti Namjoshi
Ukala Güneş Kuşu
Osman Bayraktar
Cemal Şakar Öyküsünün İzlekleri
Cemal Şakar
Nuri Pakdil’in Tarih Perspektifi
Suavi Kemal Yazgıç
Ödeyemeyeceğim Borçlar
İsmail Demirel
‘Yankısının Peşinde’
Aykut Nasip Kelebek
Işık Yanar’ın “Şemsiye Tamircisi” Romanı
Aykut Nasip Kelebek
Işık Yanar ile Söyleşi
Mustafa Cemil Efe
Aziz
Zafer Acar
Akademik Dil, Deneme ve Eleştiri Dili Üzerine Düşünmeler / Gazetelerin Kitap Ekleri Eleştirimizi Nasıl Etkiliyor
Yeprem Türk
İnsan, Bir Dünya Klasiğidir
Aykut Nasip Kelebek
Bir Yanıt /
Ahmet Mercan’ın “Akıl Ağrısı” Kitabı
İsrafil Gümüş
Karagöz Dergisi Niçin “Şiir ve Devlet” Dosyası Hazırlamış?
'Kültür Çağlayanı' dergisi
Kültür Çağlayanı dergisinin son sayısı çıktı. 4-5 sayıları birleştirilerek Eylül-Ekim-Kasım-Aralık 2010 yayımlandı. Derginin sayfaları da artırılarak gerçekleştirilen bu işlem dergiyi daha da zenginleştirdi.
İÇİNDEKİLER:
• Kültür Çağlayanı'ndan Size/Hayrettin İVGİN
• The Türkler/Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY
• Eskişehir ve Bizim Seminerlerimiz/Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU
• Türk Edebiyatında Ağıt Yakma Geleneği ve Ağıt-Destanlar Kitabı Üzerine/Nail TAN
• Mehmet Aydın/Röportaj: Onur SANCAK
• Âşık Yoksul Derviş/Hayrettin İVGİN
• Yol Gidene Yol Gerek.../Osman BAŞ
• Türkiyede Naxçıvan Neşrleri ve Elmi-Edebi Elaqelerimiz: Xeyreddin İvgin/Akd. Prof. Dr. İsa HEBİBBEYLİ
• Poeziyamızın Qarabağ Şikestesi/Adil MİRSEYİD
• Pazarda Bal Var/Erhan İVGİN
• Sivas'ta Eski Ramazanlar ve İftar Sofraları/Sabiha SERİN
• Azerbaycan ve Anadolu Âşıklarının Yaratıcılık Yolu/Dr. Yakut GULİYEVA
• Eskiköylü Âşık Haydar Kılıç (Ozan Garip)/ İbrahim GÖSTERİR (OZANÎ)
• Xatirelerle Dolu Şeirlerin Hüznünde Düşünceler/ Elxan YURDOĞLU
• Delikgözlü Veli/Celal Necati ÜÇYILDIZ
• 'Bir Usta Bin Usta Projesi' Kapsamında Bursa'da 'Karagöz Tasviri' Eğitimi/Halim UTLU
• Kültür Çağlayanı Başkent Şair ve Yazarlar Buluşması Gerçekleştirildi/İbrahim İMER
• Eski Zaman Fotoğrafları/Ergül İLTER
• Kör Komşunun Sopası/Yalçın GÜLPINAR
• Liselerde Fen - Edebiyat Ayırımı/İsmail ÖZMEL
• Mustafa Ayvalı ve Eseri "Karlı Dağların Mor Menekşesi"/ Abdullah Çağrı ELGÜN
• Ankara: Şehr-i Gönül/Ayşe AKAY
• Koro Şefi (Esse)/Eluca ATALI
• Telif Hakları Uzmanı Cemal Tuzcuoğulları'nı Tanıyalım/ İbrahim ALBAYRAK
• Dirsek/İlknur GÜNEYLİOĞLU
• Âşık Yoksul Derviş'in Karacalar Köyünde Heykelinin Açılış Töreni/Abdülkadir GÜLER
• Can Akın/Röportaj: Nilüfer DURSUN
• Bayrak ve Ezan Hasreti/Gülhanım KARAKÖSE (MEŞKURE)
• Gıllici'nin Döndü/Ünal Şöhret DİRLİK
• Magandalık Diploması/Mesut KAYMAKÇI
• İnsan Üzerine Dağınık Satırlar/Bedriye KORKANKORKMAZ
• Ben/Havva GÜLBEYAZ
• Şüphe ve Mutluluk/Kurtuluş ALTUNBAŞ
• Gürkan Kılıç'tan "İki Arada Bir Derede"/İsa KAYACAN
• Aydın Sorumluluğu/Nazmi ŞİMŞEK
• Hayrettin İvgin Ihlamur Dergisinde
• "Emîn" Olan "Yemîn" Bilmez/Ali KAYIKÇI
• Orhan Şaik Gökyay 2010 Şiir Ödülü Şair Fazıl Bayraktar'a Verildi
• Nilüfer Dursun'dan İngilizce-Türkçe Hazırlanmakta Olan Türk Dünyası Şairleri Antolojisi
• Kültür Çağlayanı'na Gelen Dergi ve Süreli Yayınlar
• Kültür Çağlayanı'na Gelen Kitaplar
KÜLTÜR ÇAĞLAYANI’NDAN SİZE
Merhaba Sevgili ve Değerli Okuyucularımız,
Size bir özür borçluyuz. Öncelikle bu borcumuzu ödemeliyim. Nedir bu özür borcu? Şu efendim: Kültür Çağlayan'ı iki aylık periyodu olan bir dergidir. Ama ne var ki dört aylık, bir gecikme oldu. Bunun sebebi çok. Ama sebeplerden biri, yönetim yerinin taşınmasıdır. Ne zor şeymiş taşınmak! Her neyse! Gecikmeden kaynaklanan zaman aralığını kapatmak için 4. ve 5. sayıyı birleştirdik. Tabi ki sayfa sayısını artırarak yaptık bunu.
Bundan sonra umarım, rutin zaman aralıklarıyla dergimiz yayımlanmaya devam eder. Bu sayımız, iki sayı birleşince doğal olarak, daha bir dolu, daha bir zengin halde görülüyor.
Yayımlanacak yazı ve şiirleri seçmekte yine zorlandık. Azdan seçmek kolay ama çoktan seçmek gerçekten zor oluyor.
Çok değerli yazar, bilim adamı, şair ve sanat adamı sayfalarımızda yazı, araştırma ve şiirleriyle yer aldı. Ünlü, ünsüz ayırt etmeden bazı adları saymak isterim: Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Elxan Yurdoğlu, (Azerbaycan), Osman Baş, Akd. Prof. Dr. İsa Hebibbeyli (Azerbaycan), Sabiha Serin, Dr.Yakut Guliyeva (Azerbaycan), İbrahim Gösterir, Celâl Necati Üçyıldız, Halim Utlu, İbrahim İmer, Ergül İlter, Yalçın Gülpınar, İsmail Özmel, Abdullah Çağrı Elgün, Ayşe Akay, Eluca Atalı, İbrahim Albayrak, İlknur Güneylioğlu, Abdülkadir Güler, Gülhanım Karaköse, Ünal Şöhret Dirlik, Mesut Kaymakçı, Havva Gülbeyaz, Kurtuluş Altunbaş, İsa Kayacan, Ali Kayıkçı, Nazmi Şimşek, Bedriye Korkankorkmaz, Erhan İvgin.
Yine ününe, yaşına, amatör olup olmamasına bakmadan aklıma gelen şairleri şöyle sıralayabilirim: Fazıl Bayraktar, Muhsin Durucan, Ahmet Canbaba, Mustafa Bilir, Abdullah Satoğlu, İlhan Koruyucu, Nursen Özdoğan Kurban, Şaziye Çelikler, Halil Gürkan, Mustafa Ali Akbaş, Coşkun Mutlu, Ahmet Ayaz, Mehmet Nacar, Hasan Ulusoy, Harun Yiğit, Kerim Özbekler, Murat Barış Çetin, Serap Şen, Asuman Soydan Atasayan, Gökhan Soruklu, Âşık Şemseddin Kubat, Mevlüde Demir, Faruk Atlı, Seval Oğuz, Derya Tosun Yılmaz, Rüştü Maviçiçek, Hızır İrfan Önder, Abidin Güneyli, Savaş Sarıkaya, Mehmet Yardımcı, Asuman Yerdelen, Aliye Koç, Rukiye Çiçekçi, Dilşade Güngör, Deniz Şahinoğlu, Yanık Ahmet.
Türk dünyasından da önemli şairlerin şiirleri sayfalarımız arasında yer alıyor: Tahir Kahhar (Özbekistan), Hosiyat Rustam (Özbekistan), Gülaye Rzayeva Şınıxlı (Azerbaycan), Mahım Roziyeva (Türkmenistan), Şefeq Azeri (Almanya), Elxan Yurdoğlu (Nahçıvan).
Röportajlarıyla dikkati çeken değerli yazar kardeşimiz Onur Sancak bu sayımızda duayen edebiyatçı Mehmet Aydın'ı okuyucularımıza tanıtıyor Azerbaycan'ın değerli bir ressamı ve şairi olan Adil Mirseyid'in Prof. Dr. Elçin İskenderzadeyle ilgili bir tanıtım yazısı yer alıyor sayfalarımız arasında. Nail Tan ağabeyimiz, İLESAM Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız'ın "Türk Edebiyatında Ağıt Yakma Geleneği ve Ağıt-Destanlar" kitabının değerlendirmesini yapıyor. Duayan Gazeteci Yazar İsa Kayacan, Kültür Ajans Yayınları arasında çıkan Gürkan Kılıç'ın "İki Arada Bir Derede" adlı romanını tanıtıyor. İngilizceye yaptığı değerli çevirileriyle tanınan ve şairliği en az çevirmenliği kadar sağlam olan Nilüfer Dursun hanımefendinin şair, hikayeci ve fotoğraf sanatçısı Can Akın'la yaptığı röportaj da sayfalarımız arasında yer alıyor.
Hepinize saygı, sevgi ve selâmlarımı sunuyor, ilginiz için teşekkürlerimi iletiyorum.
Hayrettin İvgin
İÇİNDEKİLER:
• Kültür Çağlayanı'ndan Size/Hayrettin İVGİN
• The Türkler/Prof. Dr. Tuncer GÜLENSOY
• Eskişehir ve Bizim Seminerlerimiz/Prof. Dr. Saim SAKAOĞLU
• Türk Edebiyatında Ağıt Yakma Geleneği ve Ağıt-Destanlar Kitabı Üzerine/Nail TAN
• Mehmet Aydın/Röportaj: Onur SANCAK
• Âşık Yoksul Derviş/Hayrettin İVGİN
• Yol Gidene Yol Gerek.../Osman BAŞ
• Türkiyede Naxçıvan Neşrleri ve Elmi-Edebi Elaqelerimiz: Xeyreddin İvgin/Akd. Prof. Dr. İsa HEBİBBEYLİ
• Poeziyamızın Qarabağ Şikestesi/Adil MİRSEYİD
• Pazarda Bal Var/Erhan İVGİN
• Sivas'ta Eski Ramazanlar ve İftar Sofraları/Sabiha SERİN
• Azerbaycan ve Anadolu Âşıklarının Yaratıcılık Yolu/Dr. Yakut GULİYEVA
• Eskiköylü Âşık Haydar Kılıç (Ozan Garip)/ İbrahim GÖSTERİR (OZANÎ)
• Xatirelerle Dolu Şeirlerin Hüznünde Düşünceler/ Elxan YURDOĞLU
• Delikgözlü Veli/Celal Necati ÜÇYILDIZ
• 'Bir Usta Bin Usta Projesi' Kapsamında Bursa'da 'Karagöz Tasviri' Eğitimi/Halim UTLU
• Kültür Çağlayanı Başkent Şair ve Yazarlar Buluşması Gerçekleştirildi/İbrahim İMER
• Eski Zaman Fotoğrafları/Ergül İLTER
• Kör Komşunun Sopası/Yalçın GÜLPINAR
• Liselerde Fen - Edebiyat Ayırımı/İsmail ÖZMEL
• Mustafa Ayvalı ve Eseri "Karlı Dağların Mor Menekşesi"/ Abdullah Çağrı ELGÜN
• Ankara: Şehr-i Gönül/Ayşe AKAY
• Koro Şefi (Esse)/Eluca ATALI
• Telif Hakları Uzmanı Cemal Tuzcuoğulları'nı Tanıyalım/ İbrahim ALBAYRAK
• Dirsek/İlknur GÜNEYLİOĞLU
• Âşık Yoksul Derviş'in Karacalar Köyünde Heykelinin Açılış Töreni/Abdülkadir GÜLER
• Can Akın/Röportaj: Nilüfer DURSUN
• Bayrak ve Ezan Hasreti/Gülhanım KARAKÖSE (MEŞKURE)
• Gıllici'nin Döndü/Ünal Şöhret DİRLİK
• Magandalık Diploması/Mesut KAYMAKÇI
• İnsan Üzerine Dağınık Satırlar/Bedriye KORKANKORKMAZ
• Ben/Havva GÜLBEYAZ
• Şüphe ve Mutluluk/Kurtuluş ALTUNBAŞ
• Gürkan Kılıç'tan "İki Arada Bir Derede"/İsa KAYACAN
• Aydın Sorumluluğu/Nazmi ŞİMŞEK
• Hayrettin İvgin Ihlamur Dergisinde
• "Emîn" Olan "Yemîn" Bilmez/Ali KAYIKÇI
• Orhan Şaik Gökyay 2010 Şiir Ödülü Şair Fazıl Bayraktar'a Verildi
• Nilüfer Dursun'dan İngilizce-Türkçe Hazırlanmakta Olan Türk Dünyası Şairleri Antolojisi
• Kültür Çağlayanı'na Gelen Dergi ve Süreli Yayınlar
• Kültür Çağlayanı'na Gelen Kitaplar
KÜLTÜR ÇAĞLAYANI’NDAN SİZE
Merhaba Sevgili ve Değerli Okuyucularımız,
Size bir özür borçluyuz. Öncelikle bu borcumuzu ödemeliyim. Nedir bu özür borcu? Şu efendim: Kültür Çağlayan'ı iki aylık periyodu olan bir dergidir. Ama ne var ki dört aylık, bir gecikme oldu. Bunun sebebi çok. Ama sebeplerden biri, yönetim yerinin taşınmasıdır. Ne zor şeymiş taşınmak! Her neyse! Gecikmeden kaynaklanan zaman aralığını kapatmak için 4. ve 5. sayıyı birleştirdik. Tabi ki sayfa sayısını artırarak yaptık bunu.
Bundan sonra umarım, rutin zaman aralıklarıyla dergimiz yayımlanmaya devam eder. Bu sayımız, iki sayı birleşince doğal olarak, daha bir dolu, daha bir zengin halde görülüyor.
Yayımlanacak yazı ve şiirleri seçmekte yine zorlandık. Azdan seçmek kolay ama çoktan seçmek gerçekten zor oluyor.
Çok değerli yazar, bilim adamı, şair ve sanat adamı sayfalarımızda yazı, araştırma ve şiirleriyle yer aldı. Ünlü, ünsüz ayırt etmeden bazı adları saymak isterim: Prof. Dr. Tuncer Gülensoy, Prof. Dr. Saim Sakaoğlu, Elxan Yurdoğlu, (Azerbaycan), Osman Baş, Akd. Prof. Dr. İsa Hebibbeyli (Azerbaycan), Sabiha Serin, Dr.Yakut Guliyeva (Azerbaycan), İbrahim Gösterir, Celâl Necati Üçyıldız, Halim Utlu, İbrahim İmer, Ergül İlter, Yalçın Gülpınar, İsmail Özmel, Abdullah Çağrı Elgün, Ayşe Akay, Eluca Atalı, İbrahim Albayrak, İlknur Güneylioğlu, Abdülkadir Güler, Gülhanım Karaköse, Ünal Şöhret Dirlik, Mesut Kaymakçı, Havva Gülbeyaz, Kurtuluş Altunbaş, İsa Kayacan, Ali Kayıkçı, Nazmi Şimşek, Bedriye Korkankorkmaz, Erhan İvgin.
Yine ününe, yaşına, amatör olup olmamasına bakmadan aklıma gelen şairleri şöyle sıralayabilirim: Fazıl Bayraktar, Muhsin Durucan, Ahmet Canbaba, Mustafa Bilir, Abdullah Satoğlu, İlhan Koruyucu, Nursen Özdoğan Kurban, Şaziye Çelikler, Halil Gürkan, Mustafa Ali Akbaş, Coşkun Mutlu, Ahmet Ayaz, Mehmet Nacar, Hasan Ulusoy, Harun Yiğit, Kerim Özbekler, Murat Barış Çetin, Serap Şen, Asuman Soydan Atasayan, Gökhan Soruklu, Âşık Şemseddin Kubat, Mevlüde Demir, Faruk Atlı, Seval Oğuz, Derya Tosun Yılmaz, Rüştü Maviçiçek, Hızır İrfan Önder, Abidin Güneyli, Savaş Sarıkaya, Mehmet Yardımcı, Asuman Yerdelen, Aliye Koç, Rukiye Çiçekçi, Dilşade Güngör, Deniz Şahinoğlu, Yanık Ahmet.
Türk dünyasından da önemli şairlerin şiirleri sayfalarımız arasında yer alıyor: Tahir Kahhar (Özbekistan), Hosiyat Rustam (Özbekistan), Gülaye Rzayeva Şınıxlı (Azerbaycan), Mahım Roziyeva (Türkmenistan), Şefeq Azeri (Almanya), Elxan Yurdoğlu (Nahçıvan).
Röportajlarıyla dikkati çeken değerli yazar kardeşimiz Onur Sancak bu sayımızda duayen edebiyatçı Mehmet Aydın'ı okuyucularımıza tanıtıyor Azerbaycan'ın değerli bir ressamı ve şairi olan Adil Mirseyid'in Prof. Dr. Elçin İskenderzadeyle ilgili bir tanıtım yazısı yer alıyor sayfalarımız arasında. Nail Tan ağabeyimiz, İLESAM Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız'ın "Türk Edebiyatında Ağıt Yakma Geleneği ve Ağıt-Destanlar" kitabının değerlendirmesini yapıyor. Duayan Gazeteci Yazar İsa Kayacan, Kültür Ajans Yayınları arasında çıkan Gürkan Kılıç'ın "İki Arada Bir Derede" adlı romanını tanıtıyor. İngilizceye yaptığı değerli çevirileriyle tanınan ve şairliği en az çevirmenliği kadar sağlam olan Nilüfer Dursun hanımefendinin şair, hikayeci ve fotoğraf sanatçısı Can Akın'la yaptığı röportaj da sayfalarımız arasında yer alıyor.
Hepinize saygı, sevgi ve selâmlarımı sunuyor, ilginiz için teşekkürlerimi iletiyorum.
Hayrettin İvgin
2011-02-11
'Akpınar' dergisi üzerine İsmail Özmel ile söyleşi
-Akpınar dergisi yayın hayatına nasıl başladı, o günlerin hikâyesini anlatır mısınız?
İnsan ruhunun derinliklerinde iz bırakan bir takım olaylar, anılar ve gözlemler vardır. Seyahatin bir noktasında durup düşünme ihtiyacı duyulur. İşte böyle bir düşünme anında, bir edebiyat dergisi niye çıkarmıyorum diye kendi kendime sordum. Bu duygu öyle köksüz ve aniden ortaya çıkmış bir duygu, bir karar değildi. Biraz eskilere dalınca, hafızam beni, Lise son sınıfta “İbre” adı ile iki arkadaşımla beraber çıkardığımız duvar gazetesine kadar götürdü. İlk şiirimin yayınlandığı Türk Sanatı Dergisi, isim babası olduğum Kemal Ural beyin İstanbul’da çıkardığı “Şule” dergisi ve Niğde’deki “Selçuk” adlı aylık dergi denemesi bir bir gözlerimin önünden geldi geçti. Demek ki şuur altındaki bir birikim Akpınar olarak içime tekrar doğdu.
Bu karar üzerine benim yazıhanede İsmail Özmel, Nedim Bakırcı, İsmail Sarıkaya, Kibar Ayaydın, İbrahim Çoban’la bir toplantı yaptık, isim konusunda benim teklifimi uygun gördüler. Söz dergi kapak başlığı nasıl olsun sorusuna geldi. Niğde Üniversitesi Resim bölümü öğretim üyesi İbrahim Çoban, birkaç çalışma yapayım gelecek toplantıda konuşur kararlaştırırız dedi. Derginin bugünkü başlık yazısı onun eseridir.
Dergi çıkarmak deyince aklıma gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş dergi çıkarma serüvenleri geldi. Bilmem bilir misiniz Ahmet Hamdi Tanpınar bir dergi çıkarmayı düşünmüş, adını bile koymuş “Dünyam”. İnci Enginün ve Zeynep Kerman’ın beraber hazırladıkları “Tanpınar’la Başbaşa” (Dergah yayınları. İstanbul, s:35) adlı eserde.12 Temmuz 1953’te ‘Avrupa kompleksinden’ kurtulduğuna göre ‘bir mecmua çıkarıp faal yazıya’ başlamayı ‘tek’ ümidi olarak gören Tanpınar ölümünden bir yıl önce bile 'Dünyam' adlı bir dergi çıkarmayı hayal etmektedir: “Gün geçtikçe bir mecmua çıkartmak ihtiyacı beliriyor. Aylık bir mecmua. Her gün bir mevzu üzerinde bir yazı…Kendi fikirlerim, kendi görüşüm, kendi şiirlerim. Adı Dünyam. Bayram ertesi çıkartma şartlarını arayacağım. 32 sayfa…. İhtiyarlamamak ve ölmemek için tutunabileceği tek çare.”
Tanpınar’ın çıkarmayı ümit ettiği Dünyam adlı dergi vesilesiyle ulaştığı duygu yoğunluğunu tasavvur ediniz. İhtiyarlamamak ve ölmemek için tutunacak bir dal haline gelen dergi.
Her derginin macerasında böyle tarifsiz duygular, hayaller ve gerçekler vardır.
Yahya Kemal’in daveti üzerine evini Büyükada’ya nakleden Ziya Gökalp çevresinde toplanan kalem sahipleri ile birlikte bir dergi çıkarmaya karar verirler ve adının ne olması gerektiği sorulunca Yahya Kemal ‘Mecmua’ teklifinde bulunur ve Ziya Gökalp başına bir “Yeni” kelimesini ilave edelim demesi üzerine derginin adı ‘Yeni Mecmua’ olmuş. İlk sayısı 12 Temmuz 1917’de yayınlanmış. Zamanın, Fuat Köprülü dâhil, en seçkin yazarlarını konuk etmiş, yazılarını yayınlamış.
Akpınar zamanlama olarak da zamanında doğan dergilerden birisidir. Çok seçkin kalemler yazdı ve yazıyor. İlk iki yıl yardımlaşma gayet iyi gitti, birçok öğretim üyesi dostumuz, yazarımız yazılar, şiirler, hikayeler ve sayfa düzeni gibi konularda yardımcı oldular. Sonra hayat şartları herkesi asli görevine çekti ama Akpınar şair ve yazar dostların manevi desteği ile yayın hayatını sürdürdü. Bize coşku veren duygular, zaman içinde birer tefekkür kaynağı oldular ve bu havanın ilhamıyla eserler vücut buldu. Edebiyat, biraz da, varlığını hissetme ve hissettirme sanatı değil mi?
-Dergiye ‘Akpınar’ isminin verilmesi nasıl gerçekleşti yahut neden ‘Akpınar’?
Biz toplum olarak muhafazakar düşünceyi ön planda tuttuğumuzu söyleriz ama günlük hayatımızda uymayız, hatta düşünmek fiilinin ne anlama geldiği bile sözde kalır. Muhafazakâr düşünce, geliştirici iyi gidişlerin, iyi hareketlerin, birleştirici ve bütünleştirici kazanımların devamı anlamındadır. Devamlılık kavramı biraz bize yabancıdır. Tek istisnası devlet kurmaktaki ve yaşatmaktaki maharetimiz. Bilmem bu tezime katılır mısınız?
İkinci handikabımız, bütün hataları ve yanlış düşünceleri başkaları, bizim dışımızdakiler yapar ama biz ve bizim çevremiz hata yapmaz. Mavi göğün altında ne kadar gerçek varsa onu biz biliriz ama bizden başkaları asla bilemez. Böyle bir kısır döngü fikir hayatımızı uzun zaman işgal etmiştir. Ama şimdi ufuklar daha aydınlık olmalıdır diyorum. Fikir ve kültür hayatımız adı konmuş veya konmamış bir takım varsayımlarla doludur. Bir denememde, konuştuklarımızın %40’ı yanlış veya mesnetsiz, %20’si gerçek dışı, geriye %40 kalıyor, demiştim. Uzun yorumlara ihtiyaç gösteren bir paragraf açtık, bir başka vesile ile bu noktalara tekrar dönelim ne dersiniz?
1934-1941 yılları arasında Niğde’de Akpınar adlı bir dergi; birleşik sayılarla birlikte; 61 sayı ve her sayı 16 sayfa olarak yayınlanmıştır. Şimdi eski Niğde ile ilgili yapılan çalışmaların tek yazılı kaynağının bu dergi olduğunu çokları bilmez. Bu ismin dergi adı olarak yaşatılmasının; münderecatını yakından bilen bir kişi olarak; bir mahzuru olamazdı. Kaldı ki Akpınar Niğde’nin güzel bir yaylasının adıdır. Yer ismi olması da bana cazip geldi. Toplantıda verdiğim izahlar tasvip gördü ve Akpınar’da karar kıldık. İyi de yaptığımızı şimdi daha iyi anlıyorum. Kaldı ki Akpınar; duru ve aydınlık pınar sularını hatırlatması bakımından da, besleyici ve büyütücü anlamların odağı olan; güzel bir kelimedir, güzel bir isimdir.
-‘Akpınar’ dergisinin hedefleri, gayesi hakkında konuşalım isterseniz. ‘Akpınar’ niçin var?
Akpınar Türk diline ve edebiyatına, düşünce dünyamıza hizmet için vardır. Harid Fedai “Akpınar, Anadolu’nun atar damarıdır, (22.08.2009) diye yazdı. Nazım Hikmet Polat “ Ulviyet daima zor olandadır ve onu talep edenler de her zaman pek az sayıda ama daima bulunacaktır. Başka söze ne hacet örneği elinizde!” diyerek Akpınar’ın 4. sayısında Akpınar’a emeği geçenleri yüreklendiriyordu.
Harid Fedai’nin veciz deyişi ile “Akpınar Anadolu’nun atar damarıdır” ve ayrım yapmadan, bütün Türkiye’yi kucaklamaktadır.
Hayatının önemli bir bölümünü okuyarak, düşünerek ve yazarak geçiren bir insan için; bir dergi yayınlamak; büyük bir imkân demektir. Şiirlerini ve düşüncelerini okuyucu ile paylaşmak. Ne büyük bir mutluluk. Buna ilaveten, diğer kalem sahiplerinin de şiir ve yazılarını okuyucuya ulaştırmak; genç kabiliyetlerin ellerinden tutmak, eserlerini yayınlamak; elbette güzel bir hizmettir.
Kısaca söylemek gerekirse Akpınar bir ihtiyaçtan doğmuştur ve işlevini de yerine getirmeye çalışıyor.
-Türkiye’de son dönemde edebiyat, kültür, sanat dergileri çoğaldı. Bu sevindirici bir gelişme. ‘Akpınar’ dergisinin geçen zaman içinde gerçekleştirdiği işler, çalışmalar nelerdir?
Dergi, “dermek” fiilinden kopup gelen bir isimdir. Edebiyat mahsullerinin; dergi çerçevesine sığacak kadarını; derleyip bugünün ve yarının okuyucularına, araştırmacılarına ulaştırmak, güzel bir hayaldir ama gerçeğe yakın bir hayaldir. Bunun yanında yazmak hevesi ve gayreti içinde olan yazar ve şair adaylarının eserlerini yayınlayarak; edebiyatımıza yeni isimleri kazandırmak Akpınar’ın bir görev olarak kabul ettiği; önemli bulduğu konulardır.
Akpınar yayınladığı yazılar, şiirler ve denemelerle; dilimiz ve edebiyatımızın güzelliklerini; günlük konuşma konuları haline getirmeye çalıştığını söyleyebilirim. Şehir, kültür ve medeniyet konularındaki yorumlarla okuyucunun dikkatlerini bu noktalara çekmiş ve bize güç veren iltifatlar, bu konuları yazmaya devam etmemizi sağlamıştır.
Kendi kendime soruyorum, okuyucu Akpınar’ı eline alınca okumaya değer kaç yazı, kaç şiir bulabilmektedir? Bize gelen dergilerden bir kısmını incelerken kendi kendime aynı soruyu tekrarlıyorum. Bu dergide okunmaya değer, dikkatleri üzerine çeken kaç yazı vardır? Bilinen bir konu olsa bile, ona yeni bir bakış, yeni bir yorum getirebilmiş kaç şiir, kaç yazı vardır? Böyle bir konuda, isabetli bir yorumda, bir beyanda bulunmak için birçok yazının dikkatle okunması gerekir. Bu dikkatlerin boşa gitmemesi için de bir tenkit yazısına vücut vermelidir diye düşünüyorum. Edebiyatımızın ve dergiciliğimizin en büyük ihtiyacı objektif bir değerlendirmeden, objektif bir münekkitten yoksun bulunmasıdır. Ben dergicilik yönünden bazı noktalara dikkatleri çekerek, tenkidin küçük bir örneğini vermek istiyorum.
Yeni dönemin dergilerinden bir kısmı sadece Türkiye’yi değil bütün insanlığı şekillendirmeye çalışıyor gibi yazılar kaleme alıyor. O kadar ütopik hayallere takılıyor ki, bir dergi, beş on yazı ile bütün bunları nasıl gerçekleştirecek diye şaşıyorum. Bir kısmı da yeni bir medeniyetten bahsediyor, yepyeni bir medeniyet kuracakmış, olamaz mı? Niye olmasın?... Böyle bir medeniyet tasavvurunun zemininde medeniyet kavramının onlarca yorumuna ve bu konuların şekillenmesine imkân verecek bir kazanıma ihtiyaç vardır. Bütün bunlar 20-30 yıllık araştırma ve birikimlere ihtiyaç duyuran konular. Elbette insanların hayale de ihtiyaçları vardır ama bu hayalin dayandığı bir kültür zemini olması gerekir. Bu zemin kültür ve bilgi zemini ve hepsini üzerinde yaşatan vatan zemininin kavranması ve hiçbir hayalde unutulmaması gereken temel bir unsurdur. Adamlar sanki bir vatanda yaşamıyorlar ve vatanın maruz kaldığı zorluklardan habersiz, toplumun mevcut durumu ve problemlerini görmezden gelerek hayale dalmak, ne derece akıllıca bir davranıştır? Düşünülecek, konuşulacak, araştırılacak birçok kültür, dil ve edebiyat meselemiz, şiddete yönelen bir kısım toplumun çözüm isteyen sosyal meseleleri ortada dururken bütün dünyaya nizam vermeye kalkmak ne derece isabetli bir tercihtir.
Mesela “biz aykırıyız” “edebiyatla haylazlığımızı tatmin ediyoruz” diyor bir muhterem yazar. Aykırı olmak mevcutların hiçbiri tatminkâr bir seviyede ve noktada değil, biz hepsine karşıyız ve hepsini biz düzeltiriz gibi bir manayı bu ifadeden çıkarmak mümkün gibi geliyor bana. Düzeltemedikten, doğru olanı ve güzel olanı gösteremedikten sonra, aykırı olmak ne anlama gelir bilemiyorum?
Tabii ki herkes düşüncelerini rahatlıkla ifade edecektir. Ama mademki bir zaman dolduruluyor ve zihni faaliyette bulunuluyor, emek veriliyor, bütün bunların bir semeresi olmalı, söylediği, işaret ettiği bir aydınlık nokta bulunmalı diye düşünüyorum.
Beş yılı doldurduğumuz 30. sayı elinizde. Bu beş yıl içinde; ilk sayı 68 sayfa ve diğer her sayı 44 sayfa, 30 sayıda demek ki 1344 sayfalık bir eser ortaya çıkmıştır. Her sayıda ortalama 15 yazar ve şairin eseri varsa siz hesap ediniz ne kadar düşünceyi ve güzellikleri sayılara depolamışız. Bugün olmazsa yarınlarda bu yazılar okunacak ve bazıları yeni yazıların ve yeni yorumların konusu olacak. Akpınar böyle bir güzelliğin adıdır.
Akpınar’ın ödüllü hikâye yarışması, şiir yarışmaları ve okullarda kültür ve edebiyat etkinlikleri olmuştur. Okullarımızdaki edebiyat ve sanat etkinliklerinin bir kısmı sayfalarımızda yer almıştır.
2010 Yılı Uluslararası 9. Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları etkinliklerinde; Nail Tan, Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat, Hayrettin İvgin, Prof. Dr. Ali Berat Alptekin’inden oluşan jüri üyeleri “İsmail Özmel’e(Akpınar Dergisi), “Türk Dili ve Edebiyatına yaptığı hizmetlerden dolayı, 2010 yılı Karacaoğlan Özel Ödülünün” verilmesini uygun görmüşler ve Tarsus Belediyesi adına Belediye Başkanı Burhanettin Korkmaz da; bu plaketi takdim etmiştir. Şelale Şiir akşamlarının Tarsus ve yurdumuz için ne kadar güzel ve doyurucu bir çalışma ve bu ödülün bize güç veren bir şevk kaynağı olduğunu da belirtmeliyim.
-‘Akpınar’ dergisine emek veren, gönül veren edipler hakkında konuşalım. ‘Akpınar’ın akışı için, derginin yaşaması için kimler emek verdi?
Dergide yazı ve şiirleri yayınlanan bütün kıymetli yazar ve şairlerimizin desteklerine saygı duyuyor, hepsine teşekkür ediyorum. Akpınar’ın birinci sayısında yazıları ve şiirleri yayınlanan yazar dostlarımızın kulaklarını çınlatmak geçiyor aklımdan: Birinci Sayı “Akpınar Üzerine Birkaç Söz” başlığı ile İsmail Özmel’in takdim yazısı, sırası ile Ercan Alkaya, Ahmet Sıvacı, Nevzat Özkan, Nedim Bakırcı, Ali İhsan Kolcu, Muzaffer Akkuş, Ülkü Güven(Şiir), A. Vehbi Ecer, Ahmet Büyükakkaş, Ali İhsan Kolcu, İsmail Sarıkaya, Kibar Ayaydın, İsmail Özmel(şiir), Faruk Yılmaz, Kibar Ayaydın, Murat Soyak yazıları ve şiirleri ile birinci sayımızı süslemişlerdir.
Akpınar’ın 29. sayısında: Taha Akyol, Yaşar çağbayır, Özer Meral(Şiir), Ahmet Vehbi Ecer, İbrahim Agâh Çubukçu(şiir), Vedat Ali Tok, İsmail Özmel, Ahmet Sıvacı, Sergül Vural(Şiir), İsmail Sarıkaya, Murat Soyak, Asif Rüstemli, Abdülkadir Güler ve Osman Aytekin’in(Şiir) yazıları ve şiirleri yayınlanmıştır. Akpınar’ın bütün sayılarını süsleyen yazar ve şairlerimizi imkân olsa da burada adlarını bir bir saysak.
-‘Akpınar’ Niğde’de bütün zorluklara karşın 2006 yılından bu yana yayınını sürdüren bir edebiyat, kültür, sanat dergisi. Dergi yayıncılığı hakkında yaşanan sorunlar, zorluklar ve çözüm önerileri hakkında neler söylersiniz?
Anadolu’da dergi çıkarmak; bir anlamda çileye razı olmak anlamına gelmektedir. Ama sıkıntı çekmeden, gayret göstermeden mutluluğa oluşmak da mümkün değildir. Gönüllü olarak bu yola çıktığımıza göre her türlü naza ve serüvene gülerek mukabele etmek durumundayız. Bu sergi bizim. Edebiyat pazarına çıkmışız. Elbette bazı zorluklar olacaktır. Cahit Sıtkı Tarancı vari diyorum ki, hepsi kabulümüz tek gün eksilmesin penceremizden.
Tiyatrolar, filmler ve diğer sanat etkinliklerinin desteklenmesi gibi dergiler de desteklenebilir. Bunu devlet veya özel teşebbüs, sivil toplum kuruluşları yapabilir.
Ama zorluklarla mücadele, çalışmalara özenilecek bir anlam kazandırmaktadır.
Sağlık ve yazarlarımızın ve şairlerimizin teveccühü ve vefalı okurlarımızın maddi ve manevi destekleri bizi mutlu etmektedir.
-‘Akpınar’ dergisinin ömrü uzun ve bereketli olsun. Bu söyleşi için teşekkür ederim.
Ben de size teşekkür ederim.
Söyleşi: Murat Soyak
İnsan ruhunun derinliklerinde iz bırakan bir takım olaylar, anılar ve gözlemler vardır. Seyahatin bir noktasında durup düşünme ihtiyacı duyulur. İşte böyle bir düşünme anında, bir edebiyat dergisi niye çıkarmıyorum diye kendi kendime sordum. Bu duygu öyle köksüz ve aniden ortaya çıkmış bir duygu, bir karar değildi. Biraz eskilere dalınca, hafızam beni, Lise son sınıfta “İbre” adı ile iki arkadaşımla beraber çıkardığımız duvar gazetesine kadar götürdü. İlk şiirimin yayınlandığı Türk Sanatı Dergisi, isim babası olduğum Kemal Ural beyin İstanbul’da çıkardığı “Şule” dergisi ve Niğde’deki “Selçuk” adlı aylık dergi denemesi bir bir gözlerimin önünden geldi geçti. Demek ki şuur altındaki bir birikim Akpınar olarak içime tekrar doğdu.
Bu karar üzerine benim yazıhanede İsmail Özmel, Nedim Bakırcı, İsmail Sarıkaya, Kibar Ayaydın, İbrahim Çoban’la bir toplantı yaptık, isim konusunda benim teklifimi uygun gördüler. Söz dergi kapak başlığı nasıl olsun sorusuna geldi. Niğde Üniversitesi Resim bölümü öğretim üyesi İbrahim Çoban, birkaç çalışma yapayım gelecek toplantıda konuşur kararlaştırırız dedi. Derginin bugünkü başlık yazısı onun eseridir.
Dergi çıkarmak deyince aklıma gerçekleşmiş veya gerçekleşmemiş dergi çıkarma serüvenleri geldi. Bilmem bilir misiniz Ahmet Hamdi Tanpınar bir dergi çıkarmayı düşünmüş, adını bile koymuş “Dünyam”. İnci Enginün ve Zeynep Kerman’ın beraber hazırladıkları “Tanpınar’la Başbaşa” (Dergah yayınları. İstanbul, s:35) adlı eserde.12 Temmuz 1953’te ‘Avrupa kompleksinden’ kurtulduğuna göre ‘bir mecmua çıkarıp faal yazıya’ başlamayı ‘tek’ ümidi olarak gören Tanpınar ölümünden bir yıl önce bile 'Dünyam' adlı bir dergi çıkarmayı hayal etmektedir: “Gün geçtikçe bir mecmua çıkartmak ihtiyacı beliriyor. Aylık bir mecmua. Her gün bir mevzu üzerinde bir yazı…Kendi fikirlerim, kendi görüşüm, kendi şiirlerim. Adı Dünyam. Bayram ertesi çıkartma şartlarını arayacağım. 32 sayfa…. İhtiyarlamamak ve ölmemek için tutunabileceği tek çare.”
Tanpınar’ın çıkarmayı ümit ettiği Dünyam adlı dergi vesilesiyle ulaştığı duygu yoğunluğunu tasavvur ediniz. İhtiyarlamamak ve ölmemek için tutunacak bir dal haline gelen dergi.
Her derginin macerasında böyle tarifsiz duygular, hayaller ve gerçekler vardır.
Yahya Kemal’in daveti üzerine evini Büyükada’ya nakleden Ziya Gökalp çevresinde toplanan kalem sahipleri ile birlikte bir dergi çıkarmaya karar verirler ve adının ne olması gerektiği sorulunca Yahya Kemal ‘Mecmua’ teklifinde bulunur ve Ziya Gökalp başına bir “Yeni” kelimesini ilave edelim demesi üzerine derginin adı ‘Yeni Mecmua’ olmuş. İlk sayısı 12 Temmuz 1917’de yayınlanmış. Zamanın, Fuat Köprülü dâhil, en seçkin yazarlarını konuk etmiş, yazılarını yayınlamış.
Akpınar zamanlama olarak da zamanında doğan dergilerden birisidir. Çok seçkin kalemler yazdı ve yazıyor. İlk iki yıl yardımlaşma gayet iyi gitti, birçok öğretim üyesi dostumuz, yazarımız yazılar, şiirler, hikayeler ve sayfa düzeni gibi konularda yardımcı oldular. Sonra hayat şartları herkesi asli görevine çekti ama Akpınar şair ve yazar dostların manevi desteği ile yayın hayatını sürdürdü. Bize coşku veren duygular, zaman içinde birer tefekkür kaynağı oldular ve bu havanın ilhamıyla eserler vücut buldu. Edebiyat, biraz da, varlığını hissetme ve hissettirme sanatı değil mi?
-Dergiye ‘Akpınar’ isminin verilmesi nasıl gerçekleşti yahut neden ‘Akpınar’?
Biz toplum olarak muhafazakar düşünceyi ön planda tuttuğumuzu söyleriz ama günlük hayatımızda uymayız, hatta düşünmek fiilinin ne anlama geldiği bile sözde kalır. Muhafazakâr düşünce, geliştirici iyi gidişlerin, iyi hareketlerin, birleştirici ve bütünleştirici kazanımların devamı anlamındadır. Devamlılık kavramı biraz bize yabancıdır. Tek istisnası devlet kurmaktaki ve yaşatmaktaki maharetimiz. Bilmem bu tezime katılır mısınız?
İkinci handikabımız, bütün hataları ve yanlış düşünceleri başkaları, bizim dışımızdakiler yapar ama biz ve bizim çevremiz hata yapmaz. Mavi göğün altında ne kadar gerçek varsa onu biz biliriz ama bizden başkaları asla bilemez. Böyle bir kısır döngü fikir hayatımızı uzun zaman işgal etmiştir. Ama şimdi ufuklar daha aydınlık olmalıdır diyorum. Fikir ve kültür hayatımız adı konmuş veya konmamış bir takım varsayımlarla doludur. Bir denememde, konuştuklarımızın %40’ı yanlış veya mesnetsiz, %20’si gerçek dışı, geriye %40 kalıyor, demiştim. Uzun yorumlara ihtiyaç gösteren bir paragraf açtık, bir başka vesile ile bu noktalara tekrar dönelim ne dersiniz?
1934-1941 yılları arasında Niğde’de Akpınar adlı bir dergi; birleşik sayılarla birlikte; 61 sayı ve her sayı 16 sayfa olarak yayınlanmıştır. Şimdi eski Niğde ile ilgili yapılan çalışmaların tek yazılı kaynağının bu dergi olduğunu çokları bilmez. Bu ismin dergi adı olarak yaşatılmasının; münderecatını yakından bilen bir kişi olarak; bir mahzuru olamazdı. Kaldı ki Akpınar Niğde’nin güzel bir yaylasının adıdır. Yer ismi olması da bana cazip geldi. Toplantıda verdiğim izahlar tasvip gördü ve Akpınar’da karar kıldık. İyi de yaptığımızı şimdi daha iyi anlıyorum. Kaldı ki Akpınar; duru ve aydınlık pınar sularını hatırlatması bakımından da, besleyici ve büyütücü anlamların odağı olan; güzel bir kelimedir, güzel bir isimdir.
-‘Akpınar’ dergisinin hedefleri, gayesi hakkında konuşalım isterseniz. ‘Akpınar’ niçin var?
Akpınar Türk diline ve edebiyatına, düşünce dünyamıza hizmet için vardır. Harid Fedai “Akpınar, Anadolu’nun atar damarıdır, (22.08.2009) diye yazdı. Nazım Hikmet Polat “ Ulviyet daima zor olandadır ve onu talep edenler de her zaman pek az sayıda ama daima bulunacaktır. Başka söze ne hacet örneği elinizde!” diyerek Akpınar’ın 4. sayısında Akpınar’a emeği geçenleri yüreklendiriyordu.
Harid Fedai’nin veciz deyişi ile “Akpınar Anadolu’nun atar damarıdır” ve ayrım yapmadan, bütün Türkiye’yi kucaklamaktadır.
Hayatının önemli bir bölümünü okuyarak, düşünerek ve yazarak geçiren bir insan için; bir dergi yayınlamak; büyük bir imkân demektir. Şiirlerini ve düşüncelerini okuyucu ile paylaşmak. Ne büyük bir mutluluk. Buna ilaveten, diğer kalem sahiplerinin de şiir ve yazılarını okuyucuya ulaştırmak; genç kabiliyetlerin ellerinden tutmak, eserlerini yayınlamak; elbette güzel bir hizmettir.
Kısaca söylemek gerekirse Akpınar bir ihtiyaçtan doğmuştur ve işlevini de yerine getirmeye çalışıyor.
-Türkiye’de son dönemde edebiyat, kültür, sanat dergileri çoğaldı. Bu sevindirici bir gelişme. ‘Akpınar’ dergisinin geçen zaman içinde gerçekleştirdiği işler, çalışmalar nelerdir?
Dergi, “dermek” fiilinden kopup gelen bir isimdir. Edebiyat mahsullerinin; dergi çerçevesine sığacak kadarını; derleyip bugünün ve yarının okuyucularına, araştırmacılarına ulaştırmak, güzel bir hayaldir ama gerçeğe yakın bir hayaldir. Bunun yanında yazmak hevesi ve gayreti içinde olan yazar ve şair adaylarının eserlerini yayınlayarak; edebiyatımıza yeni isimleri kazandırmak Akpınar’ın bir görev olarak kabul ettiği; önemli bulduğu konulardır.
Akpınar yayınladığı yazılar, şiirler ve denemelerle; dilimiz ve edebiyatımızın güzelliklerini; günlük konuşma konuları haline getirmeye çalıştığını söyleyebilirim. Şehir, kültür ve medeniyet konularındaki yorumlarla okuyucunun dikkatlerini bu noktalara çekmiş ve bize güç veren iltifatlar, bu konuları yazmaya devam etmemizi sağlamıştır.
Kendi kendime soruyorum, okuyucu Akpınar’ı eline alınca okumaya değer kaç yazı, kaç şiir bulabilmektedir? Bize gelen dergilerden bir kısmını incelerken kendi kendime aynı soruyu tekrarlıyorum. Bu dergide okunmaya değer, dikkatleri üzerine çeken kaç yazı vardır? Bilinen bir konu olsa bile, ona yeni bir bakış, yeni bir yorum getirebilmiş kaç şiir, kaç yazı vardır? Böyle bir konuda, isabetli bir yorumda, bir beyanda bulunmak için birçok yazının dikkatle okunması gerekir. Bu dikkatlerin boşa gitmemesi için de bir tenkit yazısına vücut vermelidir diye düşünüyorum. Edebiyatımızın ve dergiciliğimizin en büyük ihtiyacı objektif bir değerlendirmeden, objektif bir münekkitten yoksun bulunmasıdır. Ben dergicilik yönünden bazı noktalara dikkatleri çekerek, tenkidin küçük bir örneğini vermek istiyorum.
Yeni dönemin dergilerinden bir kısmı sadece Türkiye’yi değil bütün insanlığı şekillendirmeye çalışıyor gibi yazılar kaleme alıyor. O kadar ütopik hayallere takılıyor ki, bir dergi, beş on yazı ile bütün bunları nasıl gerçekleştirecek diye şaşıyorum. Bir kısmı da yeni bir medeniyetten bahsediyor, yepyeni bir medeniyet kuracakmış, olamaz mı? Niye olmasın?... Böyle bir medeniyet tasavvurunun zemininde medeniyet kavramının onlarca yorumuna ve bu konuların şekillenmesine imkân verecek bir kazanıma ihtiyaç vardır. Bütün bunlar 20-30 yıllık araştırma ve birikimlere ihtiyaç duyuran konular. Elbette insanların hayale de ihtiyaçları vardır ama bu hayalin dayandığı bir kültür zemini olması gerekir. Bu zemin kültür ve bilgi zemini ve hepsini üzerinde yaşatan vatan zemininin kavranması ve hiçbir hayalde unutulmaması gereken temel bir unsurdur. Adamlar sanki bir vatanda yaşamıyorlar ve vatanın maruz kaldığı zorluklardan habersiz, toplumun mevcut durumu ve problemlerini görmezden gelerek hayale dalmak, ne derece akıllıca bir davranıştır? Düşünülecek, konuşulacak, araştırılacak birçok kültür, dil ve edebiyat meselemiz, şiddete yönelen bir kısım toplumun çözüm isteyen sosyal meseleleri ortada dururken bütün dünyaya nizam vermeye kalkmak ne derece isabetli bir tercihtir.
Mesela “biz aykırıyız” “edebiyatla haylazlığımızı tatmin ediyoruz” diyor bir muhterem yazar. Aykırı olmak mevcutların hiçbiri tatminkâr bir seviyede ve noktada değil, biz hepsine karşıyız ve hepsini biz düzeltiriz gibi bir manayı bu ifadeden çıkarmak mümkün gibi geliyor bana. Düzeltemedikten, doğru olanı ve güzel olanı gösteremedikten sonra, aykırı olmak ne anlama gelir bilemiyorum?
Tabii ki herkes düşüncelerini rahatlıkla ifade edecektir. Ama mademki bir zaman dolduruluyor ve zihni faaliyette bulunuluyor, emek veriliyor, bütün bunların bir semeresi olmalı, söylediği, işaret ettiği bir aydınlık nokta bulunmalı diye düşünüyorum.
Beş yılı doldurduğumuz 30. sayı elinizde. Bu beş yıl içinde; ilk sayı 68 sayfa ve diğer her sayı 44 sayfa, 30 sayıda demek ki 1344 sayfalık bir eser ortaya çıkmıştır. Her sayıda ortalama 15 yazar ve şairin eseri varsa siz hesap ediniz ne kadar düşünceyi ve güzellikleri sayılara depolamışız. Bugün olmazsa yarınlarda bu yazılar okunacak ve bazıları yeni yazıların ve yeni yorumların konusu olacak. Akpınar böyle bir güzelliğin adıdır.
Akpınar’ın ödüllü hikâye yarışması, şiir yarışmaları ve okullarda kültür ve edebiyat etkinlikleri olmuştur. Okullarımızdaki edebiyat ve sanat etkinliklerinin bir kısmı sayfalarımızda yer almıştır.
2010 Yılı Uluslararası 9. Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları etkinliklerinde; Nail Tan, Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat, Hayrettin İvgin, Prof. Dr. Ali Berat Alptekin’inden oluşan jüri üyeleri “İsmail Özmel’e(Akpınar Dergisi), “Türk Dili ve Edebiyatına yaptığı hizmetlerden dolayı, 2010 yılı Karacaoğlan Özel Ödülünün” verilmesini uygun görmüşler ve Tarsus Belediyesi adına Belediye Başkanı Burhanettin Korkmaz da; bu plaketi takdim etmiştir. Şelale Şiir akşamlarının Tarsus ve yurdumuz için ne kadar güzel ve doyurucu bir çalışma ve bu ödülün bize güç veren bir şevk kaynağı olduğunu da belirtmeliyim.
-‘Akpınar’ dergisine emek veren, gönül veren edipler hakkında konuşalım. ‘Akpınar’ın akışı için, derginin yaşaması için kimler emek verdi?
Dergide yazı ve şiirleri yayınlanan bütün kıymetli yazar ve şairlerimizin desteklerine saygı duyuyor, hepsine teşekkür ediyorum. Akpınar’ın birinci sayısında yazıları ve şiirleri yayınlanan yazar dostlarımızın kulaklarını çınlatmak geçiyor aklımdan: Birinci Sayı “Akpınar Üzerine Birkaç Söz” başlığı ile İsmail Özmel’in takdim yazısı, sırası ile Ercan Alkaya, Ahmet Sıvacı, Nevzat Özkan, Nedim Bakırcı, Ali İhsan Kolcu, Muzaffer Akkuş, Ülkü Güven(Şiir), A. Vehbi Ecer, Ahmet Büyükakkaş, Ali İhsan Kolcu, İsmail Sarıkaya, Kibar Ayaydın, İsmail Özmel(şiir), Faruk Yılmaz, Kibar Ayaydın, Murat Soyak yazıları ve şiirleri ile birinci sayımızı süslemişlerdir.
Akpınar’ın 29. sayısında: Taha Akyol, Yaşar çağbayır, Özer Meral(Şiir), Ahmet Vehbi Ecer, İbrahim Agâh Çubukçu(şiir), Vedat Ali Tok, İsmail Özmel, Ahmet Sıvacı, Sergül Vural(Şiir), İsmail Sarıkaya, Murat Soyak, Asif Rüstemli, Abdülkadir Güler ve Osman Aytekin’in(Şiir) yazıları ve şiirleri yayınlanmıştır. Akpınar’ın bütün sayılarını süsleyen yazar ve şairlerimizi imkân olsa da burada adlarını bir bir saysak.
-‘Akpınar’ Niğde’de bütün zorluklara karşın 2006 yılından bu yana yayınını sürdüren bir edebiyat, kültür, sanat dergisi. Dergi yayıncılığı hakkında yaşanan sorunlar, zorluklar ve çözüm önerileri hakkında neler söylersiniz?
Anadolu’da dergi çıkarmak; bir anlamda çileye razı olmak anlamına gelmektedir. Ama sıkıntı çekmeden, gayret göstermeden mutluluğa oluşmak da mümkün değildir. Gönüllü olarak bu yola çıktığımıza göre her türlü naza ve serüvene gülerek mukabele etmek durumundayız. Bu sergi bizim. Edebiyat pazarına çıkmışız. Elbette bazı zorluklar olacaktır. Cahit Sıtkı Tarancı vari diyorum ki, hepsi kabulümüz tek gün eksilmesin penceremizden.
Tiyatrolar, filmler ve diğer sanat etkinliklerinin desteklenmesi gibi dergiler de desteklenebilir. Bunu devlet veya özel teşebbüs, sivil toplum kuruluşları yapabilir.
Ama zorluklarla mücadele, çalışmalara özenilecek bir anlam kazandırmaktadır.
Sağlık ve yazarlarımızın ve şairlerimizin teveccühü ve vefalı okurlarımızın maddi ve manevi destekleri bizi mutlu etmektedir.
-‘Akpınar’ dergisinin ömrü uzun ve bereketli olsun. Bu söyleşi için teşekkür ederim.
Ben de size teşekkür ederim.
Söyleşi: Murat Soyak
2011-02-09
Aşkın E Hali dergisi, deneme özel sayısı çıktı
2011-02-08
Tasfiye 28 (Şubat ‘11)
Şiir
Mehmet Ali Başaran, “Putları Reddet İdealleri Koru”, 3
Ammar Kılıç, “Yapıbozumcu Bir Erol Yarar Güzellemesi”, 4
Bünyamin Doğruer, “Ömrüm”, 9
Umut İslam Ayar, “İsyanın Tunus’cası”, 25
Öykü
Mustafa Başpınar, “Ürperti ve Umut”, 5
Ahmet Örs, “Kömürü Olmayan Şu Rüzgârlı Bahçe”, 10
Mustafa Kıyak, “Büyük Yazarlar, Küçük Dünyalar Azalan Umutlar, Biten Ömürler Unutulan İnsanlıklar”, 13
Veysel Altuntaş, “Yürekteki Ayaklanma”, 18
Deneme, Eleştiri, Makale, Mülâkât
Süleyman Ceran, “Mısır’da Tahrir Günleri!”, 2
Asım Öz, “İshak Reyna ile ‘Yazarın Kuramı’ Üzerine”, 23
Ahmet Örs, “Necip Fazıl’ın “Destan” Şiiri”, 27
Beytullah Emrah Önce, “Kahverengi Atın Peşinde Bir Arayışın Hikâyesi”, 31
Haşim Ay, “Savaş Durduramasa da Savşa Tavır Al(dır)an Hikâyeler:
Pelâva Birîndar”, 33
Ömer Faruk Karagüzel, “Toplumsal Düzen İçin Arayışlar: Semboller ve Simgeler”, 37
Zübeyr Berk, “Tüketim Toplumu: Tarihsel Gelişimi, Yapısı, Etkileri”, 41
Mustafa Kıyak, “Hür Adam”, 45
Mehmet Ali Başaran, “Putları Reddet İdealleri Koru”, 3
Ammar Kılıç, “Yapıbozumcu Bir Erol Yarar Güzellemesi”, 4
Bünyamin Doğruer, “Ömrüm”, 9
Umut İslam Ayar, “İsyanın Tunus’cası”, 25
Öykü
Mustafa Başpınar, “Ürperti ve Umut”, 5
Ahmet Örs, “Kömürü Olmayan Şu Rüzgârlı Bahçe”, 10
Mustafa Kıyak, “Büyük Yazarlar, Küçük Dünyalar Azalan Umutlar, Biten Ömürler Unutulan İnsanlıklar”, 13
Veysel Altuntaş, “Yürekteki Ayaklanma”, 18
Deneme, Eleştiri, Makale, Mülâkât
Süleyman Ceran, “Mısır’da Tahrir Günleri!”, 2
Asım Öz, “İshak Reyna ile ‘Yazarın Kuramı’ Üzerine”, 23
Ahmet Örs, “Necip Fazıl’ın “Destan” Şiiri”, 27
Beytullah Emrah Önce, “Kahverengi Atın Peşinde Bir Arayışın Hikâyesi”, 31
Haşim Ay, “Savaş Durduramasa da Savşa Tavır Al(dır)an Hikâyeler:
Pelâva Birîndar”, 33
Ömer Faruk Karagüzel, “Toplumsal Düzen İçin Arayışlar: Semboller ve Simgeler”, 37
Zübeyr Berk, “Tüketim Toplumu: Tarihsel Gelişimi, Yapısı, Etkileri”, 41
Mustafa Kıyak, “Hür Adam”, 45
2011-02-07
TYB Akademi Gazâlî sayısı ile çıktı
TYB Akademi birinci sayısını İmam-ı Gazâlî’ye ayırdı…
Türkiye Yazarlar Birliği bünyesinde çıkarılan, sosyal bilimler alanında bir boşluğu dolduracak bilimsel-hakemli bir dergi olan TYB Akademi birinci sayısıyla okurlarıyla buluştu.
Ülkemizde bilimsel-hakemli dergiler genellikle üniversitelerin Sosyal veya Fen Bilimleri Enstitüleri tarafından çıkarılır. Bu dergilerde hiçbir zaman gerçek okuyucu kitlesiyle buluşmaz. Üniversitelerin bu akademik çalışmalarından da haberdar olanların sayısı çok sınırlıdır. Bir de bu dergilere yazı gönderen akademisyenlerin bilimsel yayınlardan toplayacakları bonustan başka kaygıları da yoktur. Hatta bu bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin özellikle büyük iddialar taşımamasına ve tartışma yaratmamasına özen gösterilir. Bilimin ve bilimsel düşüncenin en büyük engeli de işte tam budur.
Aslında akademik hiyerarşi bilim camiasında çok sert ve acımasız işletilmekte olduğundan dolayı bilimsel makalelerde dikkat edilmesi gereken iki husus öne çıkar. Bunlardan birincisi ne kadar çok dipnot gösterdiğiniz bir ölçüdür. İkincisi ise ne kadar yabancı kaynaklara başvurduğunuzdur. Dolayısıyla böyle bir bilimsellik modern şerhçilikten öteye gitmemektedir.
TYB Akademi bu anlamda kapılarını bütün bilim insanlarına açarak, özgürce tartışacakları bir platform oluşturacaktır. Bilim insanlarının yazdıkları önemli çalışmalar sadece üniversite koridorlarında kalmayacak toplumun tüm kesimine yayılabilecektir.
TYB Akademi birinci sayısını da çok anlamı bir konuya ayırarak, vefatının 900. yılı münasebetiyle İslam düşünce geleneğinin kutuplarından olan İmam-ı Gazâlî’yi işlemiş. Gazâlî hakkında uzun zamandır bilim camiasında parça parça birçok çalışma yapılıyor, muhtemelen de yapılacak. Ancak TYB Akademi 2011 yılında Gazâlî temalı ilk icraatı yaptı ve Gazâlî’ye yakışır dolu dolu kitap formatında bir dergi çıkardı.
TYB Akademi’nin birinci sayısı olmasına rağmen Gazâlî sayısında hiçbir yerde yayınlanmamış tam 14 özgün makale bulunuyor. Derginin sunuş yazısını TYB Vakfı Başkanı D. Mehmet Doğan yapmış. Daha sonra ise Hanifi Akın tarafından kısa bir Gazâlî biyografisi yer alıyor.
Prof. Dr. Hüsamettin Erdem “Gazâlî’de Akıl Din İlişkisi” makalesinde Gazâlî’de aklın yüksek bir şerefe sahip olduğunu, bilginin kaynağı, esası, doğduğu yer saydığını ve onun verdiği hükümlerin de doğru olduğundan söz eder. O, nesneleri bilmede, Allah’ı, peygamberi ve dini bilip tasdik etmede akla büyük bir değer vermiş, aklın hem dünya hem de ahiret mutluluğuna vesile olduğunu belirtmiştir. Gazâlî, eşyanın sırrına, hakikatine ve bâtınına da ancak akılla ulaşabileceğimizi, bunların edep ve hikmetini ancak akılla bilebileceğimizi ve çözebileceğimizi belirtir. Gazâlî aklı dinin kaynağı, ilahî teklifin muhatabı, sorumluluğun dayanağı olarak kabul etmesinden bahsediyor.
Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu “Gazâlî'nin Tehâfüt’ünde Muhataplarını Veya Muarızlarını Red Gerekçeleri”nde İslam düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan Gazâlî, meşhur Tehâfüt’ünde gerçeğe değil de nefislerin uymaları, lafızları sağlam kullanmamaları , zayıf gerekçelere dayanmaları, eksik bilgiye veya kapsamlı düşünmemeye dayanmaları, delillerinin veya açıklamalarının akla ve mantığa uygun olmaması, zaruriyata ve burhana, yani kesin kanıta dayanmamaları, neden olmayanı neden olarak almaları , farklı iki meseleyi cemetmeleri, mukaberede (delil getirmeden büyüklenme veya dayatmada) bulunmaları ve Resulün haberine ve şeriatın bildiklerine ters düşmeleri gibi ciddi ana gerekçelerle muhataplarını veya muarızlarını redde giriştiğinden bahsediyor.
Doç. Dr. Mustafa TEKİN “Gazâlî: Soyut Okumalar Ve Kalıp Yargıların Ötesinde” adlı makalesinde Gazâlî’nin bugün için ifade ettiği anlamı tartışmaya çalışıyor. Bu sebeple Gazâlî ile ilgili kalıp yargıların içeriğini sorgulamakta; Gazâlî’nin günümüze nasıl bir menfez açabileceğini; katkı ve zaafiyetlerinin neler olduğunu temel sorunsal olarak ortaya koymayı istemektedir. Gazâlî, kendisini eleştirenler tarafından da etkinliği kabul edilen bir şahsiyettir. Ancak o, bazı kalıp yargılar etrafında ve sağlıklı okumalardan yoksun bir şekilde portreleştirilmektedir. Onu aklı durdurmak ve İslam dünyasını geri bırakmakla suçlamak aşırı bir yargı ve genelleme olacaktır. Biz bu makalede, Gazâlî’nin yaklaşımlarının bazı açılardan zaafiyet taşıdığına değinirken, bazı açılardan da bugünün düşünsel dünyasına bir katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. Bundan dolayı Gazâlî’nin bir taraftarlığın nesnesi olmaktan çok, düşüncelerinin derinlikli analiz edilmesini öneriyor.
Yrd. Doç. Dr. Aydın IŞIK “Felasife’nin Vahiy Anlayışına Bir Eleştiri: Gazâlî Örneği” çalışmasında Fârâbî ve İbn Sînâ’nın felsefi sistemleri içerisinde vahiy ya da nübüvvet anlayışlarını ortaya koymakta ve geleneksel Sünni teolojisinin önemli temsilcilerinden biri olan Gazâlî’nin ‘felasife’nin vahiy anlayışına yönelttiği eleştirileri içermektedir. Fârâbî, Grek filozoflarında bulunmayan fakat kendi kültüründeki bir meseleyle yüzleşmek zorunda kalmış, otantik bir nübüvvet/vahiy teorisi geliştirmiştir. Onun takipçisi İbn Sînâ hocasının izinden giderek Fârâbî’nin vahiy teorisini, içinde yaşadığı kültüre biraz daha yakınlaştırmaya çalışmıştır. Bir inanç krizi yaşayan Gazâlî’nin olayların esasını ve hakikatini anlamaya olan susamışlığı, onu hem kendi düşünsel hayatını hem de hakikati kendilerinin bildiklerini iddia edenlerin metotlarını tahlil ve tenkit etmeye sevk etmiştir. O, şüpheci ve tenkitçi bir zihniyetle felasifenin vahiy hakkındaki düşünsel ve inançsal yaklaşımlarını anlamaya çalışmış, bu çaba onun farklı bir vahiy anlayışı geliştirmesini sağlamıştır.
Doç. Dr. Ömer Bozkurt “Gazâlî’nin Tanrı Anlayışı” makalesinde Gazâlî’nin Tanrı anlayışını felsefi temelleriyle birlikte inceliyor. Ancak bunu gerçekleştirirken İbn Sînâ’nın konuyu işleyiş biçimini temel bir çerçeve yaparak bu çerçeve içerisinde Gazâlî’nin bakış açısıyla zorunlu varlığı ve onun varlıksal zorunluluğunu, nedensizliğini, tekliğini (ortaklığı kabul etmemesi) ve birliğini/basitliğini (çokluğu barındırmamasını) de ortaya koyuyor. Bu doğrultuda varlık-mahiyet ve zât-sıfat ilişkisi gibi yoğun tartışma konularına da değiniyor. Gazâlî’nin bu konulardaki bakış açısını büyük oranda İbn Sînâ’nınkiyle karşılaştırarak göstermeye çalışıyor.
Doç. Dr. Mustafa Tekin “Gazâlî’nin Akıl Eleştirisi”nde Gazâlî’nin İslam felsefesinde akla verilen anlamın yeniden değerlendirilmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsediliyor. Tekin çalışmasında “O, özellikle dinsel bilginin akıl yürütme yoluyla değil de aklı-üstü bir yetiyle elde edilebileceğini savunmakla Aristotelesçi felsefe anlayışından ayrılır. Bu akıl-üstü yeti, seçkin birtakım insanlara (peygamberler ve veliler) özgüdür. Diğer insanlar ise bu bilgilere akıl yürütme yoluyla değil, ancak iman yoluyla katılabilir. Şu var ki, Gazâlî’nin kalp, nur, sezgi gibi kavramlarla anlam çerçevesini oluşturduğu bu yeti, akıldan tümüyle ayrı bir yeti olarak düşünülemeyeceği gibi iman da akıl ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla dinsel bilgiyi ortaya koyan yetinin aşkın niteliği bu bilginin akıldışı ya da akla aykırı olduğu anlamına gelmez. Çünkü bilginin yeri ve nedeni bakımından akli bilgi ile dinsel bilgi arasında hiçbir ayırım yoktur. Bu bakımdan Gazâlî, akıl-din ilişkisinde uzlaşmacı bir düşünür olarak görülebilir” diyor.
Yrd. Doç Bülent Çelikel “Ulemanın İhaneti: Gazâlî’nin Ulema Eleştirisi” makalesinde ise önemli tespitlerde bulunarak “Onun özellikle İhyâ’ adlı eserindeki eleştirilerin merkezinde döneminin uleması yer alır. Ona göre toplumdaki ahlaki çöküntünün baş müsebbibi ulemadır. Asıl amacı iyiliği yüceltmek (emr-i ma’rûf) olan ulema, maddi menfaat sevdasına kapılarak bu amacından uzaklaşmıştır. İşte ulemanın toplumsal rolündeki bu sapma, Fransız düşünür Benda’nın 19. yüzyıl aydınına yönelttiği ve “ihanet”le tanımladığı eleştiriye uymaktadır. Söz konusu eleştiriler, makale boyunca bu fikrî temel üzerinde ve Gazâlî’nin Munkız adlı otobiyografisi paralelinde ele alınacaktır” diyor.
Yrd. Doç Cemil Oruç “Gazâlî’de Ahlaki Değerler Eğitimi” nde onun ahlaki değerden neyi anladığını tespit ettikten sonra ahlaki değerlerin kaynaklarını ve oluşum süreçlerini incelemeye çalışıyor.
Doç. Dr. Hasan AYIK “Gazâlî ve Nedensellik Meselesi” Gazâlî’nin nedensellik eleştirisinin, epistemolojik bir ilke olan nedenselliğe değil, ontolojik gerçeklik olarak kabul edilen zorunlu nedensellik anlayışına yönelik olduğunu açıklamaya çalışıyor.
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Altıparmak “Gazâlî Ve Tasavvuf” çalışmasında Gazâlî’nin kısaca hayat hikâyesinden hareketle geçirdiği düşünsel merhalelere yer veriliyor. Bu süreçte Gazâlî’nin arayışına değinilerek, tasavvufta karar kılması üzerinde durulmuştur. Ayrıca Gazâlî’nin bazı hususlardaki felsefi eleştirileri ve aklın sınırlılığına yönelik konulara değinilmiştir.
Erdoğan Yılmaz “Gazâlî’nin İslam İktisat Felsesefesinde Endüstüriyel Kapitalizme Bakışı” makalesinde İslam iktisadı alanında çok değerli ve zengin çalışmalar yapılmasına rağmen, iktisadi düşünce, üzerinde yeterince çalışılmamış alanlardan birisidir dedikten sonra makalesinde İslam iktisat felsefesi İslam-sosyalizm, sosyal adalet gibi kavram ve düşüncelerle açıklanmaya çalışılmıştır.
İhsan Yilmaz Bayraktarlı “İslam Felsefesinin Doğuşunda Eflatun-Aristoteles Felsefesinin Etkisi”nde özelde Eflatun’un genelde ise Yunan felsefesinin İslam felsefesinin doğuşuna etkileri ve ne ölçüde kabul gördüğü incelenmekte, ana tema olarak da bu felsefi düşüncenin ortaçağ İslam filozofları tarafından ne ölçüde kabul görüp ne derecede tatbik edildiği ele alınmaktadır.
Derginin en son makalesi ise Yusuf Turan Günaydın tarafından hazırlanan “Gazalî Bibliyografyası” ile son buluyor. Dergi temini için; www.tybakademi.com
Abdussamed Kara
Türkiye Yazarlar Birliği bünyesinde çıkarılan, sosyal bilimler alanında bir boşluğu dolduracak bilimsel-hakemli bir dergi olan TYB Akademi birinci sayısıyla okurlarıyla buluştu.
Ülkemizde bilimsel-hakemli dergiler genellikle üniversitelerin Sosyal veya Fen Bilimleri Enstitüleri tarafından çıkarılır. Bu dergilerde hiçbir zaman gerçek okuyucu kitlesiyle buluşmaz. Üniversitelerin bu akademik çalışmalarından da haberdar olanların sayısı çok sınırlıdır. Bir de bu dergilere yazı gönderen akademisyenlerin bilimsel yayınlardan toplayacakları bonustan başka kaygıları da yoktur. Hatta bu bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin özellikle büyük iddialar taşımamasına ve tartışma yaratmamasına özen gösterilir. Bilimin ve bilimsel düşüncenin en büyük engeli de işte tam budur.
Aslında akademik hiyerarşi bilim camiasında çok sert ve acımasız işletilmekte olduğundan dolayı bilimsel makalelerde dikkat edilmesi gereken iki husus öne çıkar. Bunlardan birincisi ne kadar çok dipnot gösterdiğiniz bir ölçüdür. İkincisi ise ne kadar yabancı kaynaklara başvurduğunuzdur. Dolayısıyla böyle bir bilimsellik modern şerhçilikten öteye gitmemektedir.
TYB Akademi bu anlamda kapılarını bütün bilim insanlarına açarak, özgürce tartışacakları bir platform oluşturacaktır. Bilim insanlarının yazdıkları önemli çalışmalar sadece üniversite koridorlarında kalmayacak toplumun tüm kesimine yayılabilecektir.
TYB Akademi birinci sayısını da çok anlamı bir konuya ayırarak, vefatının 900. yılı münasebetiyle İslam düşünce geleneğinin kutuplarından olan İmam-ı Gazâlî’yi işlemiş. Gazâlî hakkında uzun zamandır bilim camiasında parça parça birçok çalışma yapılıyor, muhtemelen de yapılacak. Ancak TYB Akademi 2011 yılında Gazâlî temalı ilk icraatı yaptı ve Gazâlî’ye yakışır dolu dolu kitap formatında bir dergi çıkardı.
TYB Akademi’nin birinci sayısı olmasına rağmen Gazâlî sayısında hiçbir yerde yayınlanmamış tam 14 özgün makale bulunuyor. Derginin sunuş yazısını TYB Vakfı Başkanı D. Mehmet Doğan yapmış. Daha sonra ise Hanifi Akın tarafından kısa bir Gazâlî biyografisi yer alıyor.
Prof. Dr. Hüsamettin Erdem “Gazâlî’de Akıl Din İlişkisi” makalesinde Gazâlî’de aklın yüksek bir şerefe sahip olduğunu, bilginin kaynağı, esası, doğduğu yer saydığını ve onun verdiği hükümlerin de doğru olduğundan söz eder. O, nesneleri bilmede, Allah’ı, peygamberi ve dini bilip tasdik etmede akla büyük bir değer vermiş, aklın hem dünya hem de ahiret mutluluğuna vesile olduğunu belirtmiştir. Gazâlî, eşyanın sırrına, hakikatine ve bâtınına da ancak akılla ulaşabileceğimizi, bunların edep ve hikmetini ancak akılla bilebileceğimizi ve çözebileceğimizi belirtir. Gazâlî aklı dinin kaynağı, ilahî teklifin muhatabı, sorumluluğun dayanağı olarak kabul etmesinden bahsediyor.
Prof. Dr. İbrahim Emiroğlu “Gazâlî'nin Tehâfüt’ünde Muhataplarını Veya Muarızlarını Red Gerekçeleri”nde İslam düşünce tarihinde önemli bir yere sahip olan Gazâlî, meşhur Tehâfüt’ünde gerçeğe değil de nefislerin uymaları, lafızları sağlam kullanmamaları , zayıf gerekçelere dayanmaları, eksik bilgiye veya kapsamlı düşünmemeye dayanmaları, delillerinin veya açıklamalarının akla ve mantığa uygun olmaması, zaruriyata ve burhana, yani kesin kanıta dayanmamaları, neden olmayanı neden olarak almaları , farklı iki meseleyi cemetmeleri, mukaberede (delil getirmeden büyüklenme veya dayatmada) bulunmaları ve Resulün haberine ve şeriatın bildiklerine ters düşmeleri gibi ciddi ana gerekçelerle muhataplarını veya muarızlarını redde giriştiğinden bahsediyor.
Doç. Dr. Mustafa TEKİN “Gazâlî: Soyut Okumalar Ve Kalıp Yargıların Ötesinde” adlı makalesinde Gazâlî’nin bugün için ifade ettiği anlamı tartışmaya çalışıyor. Bu sebeple Gazâlî ile ilgili kalıp yargıların içeriğini sorgulamakta; Gazâlî’nin günümüze nasıl bir menfez açabileceğini; katkı ve zaafiyetlerinin neler olduğunu temel sorunsal olarak ortaya koymayı istemektedir. Gazâlî, kendisini eleştirenler tarafından da etkinliği kabul edilen bir şahsiyettir. Ancak o, bazı kalıp yargılar etrafında ve sağlıklı okumalardan yoksun bir şekilde portreleştirilmektedir. Onu aklı durdurmak ve İslam dünyasını geri bırakmakla suçlamak aşırı bir yargı ve genelleme olacaktır. Biz bu makalede, Gazâlî’nin yaklaşımlarının bazı açılardan zaafiyet taşıdığına değinirken, bazı açılardan da bugünün düşünsel dünyasına bir katkı sağlayabileceğini düşünüyoruz. Bundan dolayı Gazâlî’nin bir taraftarlığın nesnesi olmaktan çok, düşüncelerinin derinlikli analiz edilmesini öneriyor.
Yrd. Doç. Dr. Aydın IŞIK “Felasife’nin Vahiy Anlayışına Bir Eleştiri: Gazâlî Örneği” çalışmasında Fârâbî ve İbn Sînâ’nın felsefi sistemleri içerisinde vahiy ya da nübüvvet anlayışlarını ortaya koymakta ve geleneksel Sünni teolojisinin önemli temsilcilerinden biri olan Gazâlî’nin ‘felasife’nin vahiy anlayışına yönelttiği eleştirileri içermektedir. Fârâbî, Grek filozoflarında bulunmayan fakat kendi kültüründeki bir meseleyle yüzleşmek zorunda kalmış, otantik bir nübüvvet/vahiy teorisi geliştirmiştir. Onun takipçisi İbn Sînâ hocasının izinden giderek Fârâbî’nin vahiy teorisini, içinde yaşadığı kültüre biraz daha yakınlaştırmaya çalışmıştır. Bir inanç krizi yaşayan Gazâlî’nin olayların esasını ve hakikatini anlamaya olan susamışlığı, onu hem kendi düşünsel hayatını hem de hakikati kendilerinin bildiklerini iddia edenlerin metotlarını tahlil ve tenkit etmeye sevk etmiştir. O, şüpheci ve tenkitçi bir zihniyetle felasifenin vahiy hakkındaki düşünsel ve inançsal yaklaşımlarını anlamaya çalışmış, bu çaba onun farklı bir vahiy anlayışı geliştirmesini sağlamıştır.
Doç. Dr. Ömer Bozkurt “Gazâlî’nin Tanrı Anlayışı” makalesinde Gazâlî’nin Tanrı anlayışını felsefi temelleriyle birlikte inceliyor. Ancak bunu gerçekleştirirken İbn Sînâ’nın konuyu işleyiş biçimini temel bir çerçeve yaparak bu çerçeve içerisinde Gazâlî’nin bakış açısıyla zorunlu varlığı ve onun varlıksal zorunluluğunu, nedensizliğini, tekliğini (ortaklığı kabul etmemesi) ve birliğini/basitliğini (çokluğu barındırmamasını) de ortaya koyuyor. Bu doğrultuda varlık-mahiyet ve zât-sıfat ilişkisi gibi yoğun tartışma konularına da değiniyor. Gazâlî’nin bu konulardaki bakış açısını büyük oranda İbn Sînâ’nınkiyle karşılaştırarak göstermeye çalışıyor.
Doç. Dr. Mustafa Tekin “Gazâlî’nin Akıl Eleştirisi”nde Gazâlî’nin İslam felsefesinde akla verilen anlamın yeniden değerlendirilmesinde önemli bir yere sahip olduğundan bahsediliyor. Tekin çalışmasında “O, özellikle dinsel bilginin akıl yürütme yoluyla değil de aklı-üstü bir yetiyle elde edilebileceğini savunmakla Aristotelesçi felsefe anlayışından ayrılır. Bu akıl-üstü yeti, seçkin birtakım insanlara (peygamberler ve veliler) özgüdür. Diğer insanlar ise bu bilgilere akıl yürütme yoluyla değil, ancak iman yoluyla katılabilir. Şu var ki, Gazâlî’nin kalp, nur, sezgi gibi kavramlarla anlam çerçevesini oluşturduğu bu yeti, akıldan tümüyle ayrı bir yeti olarak düşünülemeyeceği gibi iman da akıl ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla dinsel bilgiyi ortaya koyan yetinin aşkın niteliği bu bilginin akıldışı ya da akla aykırı olduğu anlamına gelmez. Çünkü bilginin yeri ve nedeni bakımından akli bilgi ile dinsel bilgi arasında hiçbir ayırım yoktur. Bu bakımdan Gazâlî, akıl-din ilişkisinde uzlaşmacı bir düşünür olarak görülebilir” diyor.
Yrd. Doç Bülent Çelikel “Ulemanın İhaneti: Gazâlî’nin Ulema Eleştirisi” makalesinde ise önemli tespitlerde bulunarak “Onun özellikle İhyâ’ adlı eserindeki eleştirilerin merkezinde döneminin uleması yer alır. Ona göre toplumdaki ahlaki çöküntünün baş müsebbibi ulemadır. Asıl amacı iyiliği yüceltmek (emr-i ma’rûf) olan ulema, maddi menfaat sevdasına kapılarak bu amacından uzaklaşmıştır. İşte ulemanın toplumsal rolündeki bu sapma, Fransız düşünür Benda’nın 19. yüzyıl aydınına yönelttiği ve “ihanet”le tanımladığı eleştiriye uymaktadır. Söz konusu eleştiriler, makale boyunca bu fikrî temel üzerinde ve Gazâlî’nin Munkız adlı otobiyografisi paralelinde ele alınacaktır” diyor.
Yrd. Doç Cemil Oruç “Gazâlî’de Ahlaki Değerler Eğitimi” nde onun ahlaki değerden neyi anladığını tespit ettikten sonra ahlaki değerlerin kaynaklarını ve oluşum süreçlerini incelemeye çalışıyor.
Doç. Dr. Hasan AYIK “Gazâlî ve Nedensellik Meselesi” Gazâlî’nin nedensellik eleştirisinin, epistemolojik bir ilke olan nedenselliğe değil, ontolojik gerçeklik olarak kabul edilen zorunlu nedensellik anlayışına yönelik olduğunu açıklamaya çalışıyor.
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Altıparmak “Gazâlî Ve Tasavvuf” çalışmasında Gazâlî’nin kısaca hayat hikâyesinden hareketle geçirdiği düşünsel merhalelere yer veriliyor. Bu süreçte Gazâlî’nin arayışına değinilerek, tasavvufta karar kılması üzerinde durulmuştur. Ayrıca Gazâlî’nin bazı hususlardaki felsefi eleştirileri ve aklın sınırlılığına yönelik konulara değinilmiştir.
Erdoğan Yılmaz “Gazâlî’nin İslam İktisat Felsesefesinde Endüstüriyel Kapitalizme Bakışı” makalesinde İslam iktisadı alanında çok değerli ve zengin çalışmalar yapılmasına rağmen, iktisadi düşünce, üzerinde yeterince çalışılmamış alanlardan birisidir dedikten sonra makalesinde İslam iktisat felsefesi İslam-sosyalizm, sosyal adalet gibi kavram ve düşüncelerle açıklanmaya çalışılmıştır.
İhsan Yilmaz Bayraktarlı “İslam Felsefesinin Doğuşunda Eflatun-Aristoteles Felsefesinin Etkisi”nde özelde Eflatun’un genelde ise Yunan felsefesinin İslam felsefesinin doğuşuna etkileri ve ne ölçüde kabul gördüğü incelenmekte, ana tema olarak da bu felsefi düşüncenin ortaçağ İslam filozofları tarafından ne ölçüde kabul görüp ne derecede tatbik edildiği ele alınmaktadır.
Derginin en son makalesi ise Yusuf Turan Günaydın tarafından hazırlanan “Gazalî Bibliyografyası” ile son buluyor. Dergi temini için; www.tybakademi.com
Abdussamed Kara
'Ada' dergisi 13.sayısına ulaştı
Ada okurları bu sayıda 2003 yılında yitirdiğimiz öykücü ve çevirmen Tomris Uyar’ı ve öykülerini bir kere daha keşfetme olanağı bulacak. “İkinci Yeni” ozanlarının âşık olduğu, adına şiirler yazdığı, gizemli kadın Tomris Uyar için Ahmet Çınar, Attila Aşut, Burçak Kara, Gökhan Yılmaz, Hülya Soyşekerci ve Semih Gümüş’ün yazılarını 13. sayımızda okuyacaksınız. Attila Aşut’a 1986 yılında, Ali Nurettin’e 1989 yılında Tomris Uyar’ın yazdığı daha önce yayımlanmamış iki mektubuna yazarlarımızın izniyle yer veriyoruz.
Menekşe Toprak’ın YKY’ndan çıkacak “Temmuz Çocukları” adlı romanından bir bölümü okurlarımızla paylaşmasına memnun olduk.
Ada’nın bu sayısında iki söyleşi yer alıyor. Serkan Türk bu sayıda Senem Diyici ile müzikte geride bıraktığı 40 yılı ve yeni çalışmaları üzerine konuştu. Cihat Duman geçtiğimiz yılın dikkat çeken şiir kitaplarından biri olan “Kumaş” üzerine Yavuz Türk ile ada okurları için söyleşti.
2007 yılında kaybettiğimiz şair Adnan Satıcı’nın, “Eksikti Geceler ve Bazı Günler” adlı son şiir kitabının ilginç yayınlanış öyküsünü Yılmaz Arslan ada için kaleme aldı.
Arzu Alkan’ın Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” kitabından yola çıkarak yazdığı “Köşeye Sıkışmış Kahraman” adlı deneme yazısı da bu sayının öne çıkanlarından. Bu yıl içinde iki kitapla okurla buluşacak olan Tiyatro Sanatçısı Kadri Özcan’ın “İlk Adım” öyküsü de ada sayfalarında.
Aydın Afacan, Aydın Şimşek, Ayşe Keskin, Burak Köse, Derya Önder, Erol Özyiğit, Ferhad Gülsün, H.İbrahim Özbay, Kaan Koç, Mehmet Aycı, Mehmet Türkmen, Mehmet Yaşın, Ogün Kaymak, Ömer Turan, Serdar Çakıcıoğlu ve Yıldırım Vural Ada’nın bu sayısında yer alan şairler.
Geçen yılın en beğenilen kitaplarıyla ilgili bir soruşturma yaptık. Yazar ve Şairlerimiz tek kitapla sınırladığımız bu soruşturmaya yanıt verirken epeyce zorlandılar. Ortaya çok satanların dışında bir liste çıktı. Dergimizin son sayfalarında bu listeyi bulabilirsiniz.
Ada, ilk sayısından itibaren ustalara saygıyı, gençlere kucak açmayı düstur haline getirmiş bir dergi olarak bundan sonra da dil, bilinç ve ruh kirliliğinden olabildiğince uzakta yer alacaktır.
“her zaman bir başka ada vardır” sloganıyla yoluna devam eden dergimiz daha iyi bir sayıda okuyucuları ile buluşmak üzere sayfalarını sonlandırıyor.
İletişim:
0 505 496 94 93
serkanturk61@gmail.com
PK. 203 Trabzon
Menekşe Toprak’ın YKY’ndan çıkacak “Temmuz Çocukları” adlı romanından bir bölümü okurlarımızla paylaşmasına memnun olduk.
Ada’nın bu sayısında iki söyleşi yer alıyor. Serkan Türk bu sayıda Senem Diyici ile müzikte geride bıraktığı 40 yılı ve yeni çalışmaları üzerine konuştu. Cihat Duman geçtiğimiz yılın dikkat çeken şiir kitaplarından biri olan “Kumaş” üzerine Yavuz Türk ile ada okurları için söyleşti.
2007 yılında kaybettiğimiz şair Adnan Satıcı’nın, “Eksikti Geceler ve Bazı Günler” adlı son şiir kitabının ilginç yayınlanış öyküsünü Yılmaz Arslan ada için kaleme aldı.
Arzu Alkan’ın Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” kitabından yola çıkarak yazdığı “Köşeye Sıkışmış Kahraman” adlı deneme yazısı da bu sayının öne çıkanlarından. Bu yıl içinde iki kitapla okurla buluşacak olan Tiyatro Sanatçısı Kadri Özcan’ın “İlk Adım” öyküsü de ada sayfalarında.
Aydın Afacan, Aydın Şimşek, Ayşe Keskin, Burak Köse, Derya Önder, Erol Özyiğit, Ferhad Gülsün, H.İbrahim Özbay, Kaan Koç, Mehmet Aycı, Mehmet Türkmen, Mehmet Yaşın, Ogün Kaymak, Ömer Turan, Serdar Çakıcıoğlu ve Yıldırım Vural Ada’nın bu sayısında yer alan şairler.
Geçen yılın en beğenilen kitaplarıyla ilgili bir soruşturma yaptık. Yazar ve Şairlerimiz tek kitapla sınırladığımız bu soruşturmaya yanıt verirken epeyce zorlandılar. Ortaya çok satanların dışında bir liste çıktı. Dergimizin son sayfalarında bu listeyi bulabilirsiniz.
Ada, ilk sayısından itibaren ustalara saygıyı, gençlere kucak açmayı düstur haline getirmiş bir dergi olarak bundan sonra da dil, bilinç ve ruh kirliliğinden olabildiğince uzakta yer alacaktır.
“her zaman bir başka ada vardır” sloganıyla yoluna devam eden dergimiz daha iyi bir sayıda okuyucuları ile buluşmak üzere sayfalarını sonlandırıyor.
İletişim:
0 505 496 94 93
serkanturk61@gmail.com
PK. 203 Trabzon
Edep'in 12.sayısı
Edep'in 12. sayısı çıktı. Derginin bu sayısında yazılarıyla Arif Ay, Emrah Tunç, Özden Apaydın, Halis Emre M.Selim Özban; öyküsüyle Kamil Yeşil; şiirleriyle Adem Turan, Vehbi Başer, Atıf Bedir, Rasim Demirtaş, Nurettin Durman,Cihannur Selenga; Gazze yolculuğuyla ilgili bir söyleşisi ve bir şiiriyle Fatih Budak yer almaktadır.
İrtibat:
edepdergisi@gmail.com
İrtibat:
edepdergisi@gmail.com
'Türk Edebiyatı' dergisinde Ahmet Kabaklı dosyası
Türk Edebiyatı Cemiyeti, Türk Edebiyatı Vakfı ve Türk Edebiyatı dergisinin kurucusu olan aziz hocamız Ahmet Kabaklı’yı tam on yıl önce, 8 Şubat 2001 tarihinde kaybetmiştik. Bu vesileyle dergimizin Şubat 2011 tarihli sayısında onu anlatmayı bir vefa borcu addettik.
Şubat 2011’in bizim için özel bir anlamı daha var: İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore ettirilen ve İstanbul 2010 Ajansı’nın katkılarıyla tefriş edilen vakıf binamızın, yani Sultanahmet’teki tarihî Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi’nin resmî açılışı yapılacak. Türk Edebiyatı Vakfı’nın önümüzdeki günlerde nezih bir mekân olarak kültür hayatımıza daha önemli katkılarda bulunduğunu göreceksiniz.
Özel sayımız, Altan Deliorman’ın yakın dostu Ahmet Kabaklı hakkında arkadaşımız Yusuf Çopur’a anlattıklarıyla başlıyor. Bu sayının ikinci röportajını ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’la gerçekleştirdik. Yalçıntaş Hoca, Ayşe Akdağ’a çok yakından tanıdığı ve “yıldız şahsiyet” diye tarif ettiği Kabaklı Hoca’yla ilgili hatıra ve görüşlerini anlattı.
Gazeteci ve yazar dostumuz Avni Özgürel, özel sayımıza “Portreler Galerisi” adlı belgesel serisinde geçen yıl TRT Haber’de yayımlanan Ahmet Kabaklı belgeselinin metniyle katkıda bulundu. Prof. Dr. Yavuz Akpınar, Hoca’nın Türk dünyasına gösterdiği ilgiden söz ederken, Sevinç Çokum, onunla nasıl tanıştığını anlattı. Sevinç Hanım’ın sıcacık yazısındaki şu cümleye dikkatinizi çekerim: “Bir gün telefon çaldı, arayan Kabaklı Hoca’ydı. Çok içten ve canlı bir konuşma... Tevazu, güngörmüşlük, takdir, kelime seçme titizliği, Avrupalı insanların nezaketi, hepsi var.”
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu da, hikâye tadındaki yazısında büyükbabasının hayran olduğu Kabaklı Hoca’yı tanımak için ağabeyi ile birlikte Türk Edebiyatı Vakfı’na nasıl gittiğini ve geç kaldıkları için evde onun selamı sayesinde azarlanmaktan nasıl kurtulduğunu anlattı.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu’nun “Hoca’nın Limanları” başlıklı yazısında anlattığına göre, Kabaklı Hoca, siyasî ortamın yarattığı stresten kültüre sığınarak kurtulur, sadece kendi kültür değerlerimizin değil, insanlığın ortak medeniyet eserlerinin karşısında da büyük heyecan duyardı.
Prof. Dr. Hayati Develi, Hoca’nın Türkiye’yi Yoğuranlar adlı kitabından söz ettiği yazısında, “Daha lise birinci sınıf öğrencisi iken, içime bir tohum gibi düşen Türkolog olma, Türk dilini ve edebiyatını öğrenme aşkını kökleştiren, geliştiren ve büyüten kaynak onun Türk Edebiyatı isimli eseri idi. Bu kitabı almış, yatılı okuduğum lisedeki dolaba yerleştirmiş (…), Erzurum ile Uşak arasında her yolculuğumda bavulumda taşımıştım.” diyor.
Hayati Develi’yi o kadar etkileyen Türk Edebiyatı, dergimize uzun yıllar emek vermiş bir arkadaşımız olan Dr. Mehdi Ergüzel tarafından değerlendirildi. Anayasa Mahkemesi eski üyelerinden Prof. Dr. Sacit Adalı, yakından tanıdığı Kabaklı Hoca’nın şahsiyet özelliklerini, Yavuz Bülent Bâkiler ise onun hangi şartlarda yetiştiğini ve verdiği mücadelenin niçin bir çeşit “kahramanlık” olduğunu anlattı. Sibel Eraslan, Kabaklı Hoca’yı, “çocuk ve gençleri bir sevgi haresiyle yanına toparlayarak, hafıza sağlaması için uğraş veren bir Dede Korkut” olarak tasvir ediyor.
Prof. Saim Sakaoğlu, Kabaklı Hoca ile ilgili hatıralarını anlattıktan sonra onun halk edebiyatı araştırmalarına yaptığı katkıdan, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun da Türkçeye, Türk kültür ve edebiyatına hizmetlerinden söz ediyor. Osman F. Sertkaya’nın yazısında ise, 1980’lerde Hoca’nın öncülüğünde Türcüman gazetesinde gerçekleştirilen “Yaşayan Türkçemiz” kampanyasının nasıl başladığına dair önemli bilgiler var. Azerbaycanlı yazar Sabir Rüstemhanlı ve Ayla Ağabegüm’ün yazılarını da ilgiyle okuyacağınızdan eminim.
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı ise, amcasına yazdığı duygulu “ariza”da, on yılda neler yapıldığını, vakfın ve derginin geldiği noktayı anlatıyor.
Özel sayımızın şiirlerine gelince: Aslında çok iyi bir şair olan, ancak çeşitli sebeplerle şiire devam edemeyen Hoca’nın dört şiirini ve Ömer Hayyam’dan tercüme ettiği iki rubaiyi okuyacaksınız. Yavuz Bülent Bâkiler, Serhat Kabaklı ve halk şairi İbrahim Güleç, Kabaklı Hoca’ya ithaf ettikleri şiirlerle bu sayımıza katkıda bulundular. Hoca’nın aile albümünden seçilmiş fotoğrafların yer aldığı bölümün de ilginizi çekeceğini tahmin ediyorum.
Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu.
Bu vesileyle Ahmet Kabaklı Hoca’yı rahmet ve minnetle anıyoruz.
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.
Muhabbetle, efendim.
Beşir Ayvazoğlu
Şubat 2011’in bizim için özel bir anlamı daha var: İstanbul İl Özel İdaresi tarafından restore ettirilen ve İstanbul 2010 Ajansı’nın katkılarıyla tefriş edilen vakıf binamızın, yani Sultanahmet’teki tarihî Cevri Kalfa Sıbyan Mektebi’nin resmî açılışı yapılacak. Türk Edebiyatı Vakfı’nın önümüzdeki günlerde nezih bir mekân olarak kültür hayatımıza daha önemli katkılarda bulunduğunu göreceksiniz.
Özel sayımız, Altan Deliorman’ın yakın dostu Ahmet Kabaklı hakkında arkadaşımız Yusuf Çopur’a anlattıklarıyla başlıyor. Bu sayının ikinci röportajını ise Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’la gerçekleştirdik. Yalçıntaş Hoca, Ayşe Akdağ’a çok yakından tanıdığı ve “yıldız şahsiyet” diye tarif ettiği Kabaklı Hoca’yla ilgili hatıra ve görüşlerini anlattı.
Gazeteci ve yazar dostumuz Avni Özgürel, özel sayımıza “Portreler Galerisi” adlı belgesel serisinde geçen yıl TRT Haber’de yayımlanan Ahmet Kabaklı belgeselinin metniyle katkıda bulundu. Prof. Dr. Yavuz Akpınar, Hoca’nın Türk dünyasına gösterdiği ilgiden söz ederken, Sevinç Çokum, onunla nasıl tanıştığını anlattı. Sevinç Hanım’ın sıcacık yazısındaki şu cümleye dikkatinizi çekerim: “Bir gün telefon çaldı, arayan Kabaklı Hoca’ydı. Çok içten ve canlı bir konuşma... Tevazu, güngörmüşlük, takdir, kelime seçme titizliği, Avrupalı insanların nezaketi, hepsi var.”
Fatma Karabıyık Barbarosoğlu da, hikâye tadındaki yazısında büyükbabasının hayran olduğu Kabaklı Hoca’yı tanımak için ağabeyi ile birlikte Türk Edebiyatı Vakfı’na nasıl gittiğini ve geç kaldıkları için evde onun selamı sayesinde azarlanmaktan nasıl kurtulduğunu anlattı.
Belkıs İbrahimhakkıoğlu’nun “Hoca’nın Limanları” başlıklı yazısında anlattığına göre, Kabaklı Hoca, siyasî ortamın yarattığı stresten kültüre sığınarak kurtulur, sadece kendi kültür değerlerimizin değil, insanlığın ortak medeniyet eserlerinin karşısında da büyük heyecan duyardı.
Prof. Dr. Hayati Develi, Hoca’nın Türkiye’yi Yoğuranlar adlı kitabından söz ettiği yazısında, “Daha lise birinci sınıf öğrencisi iken, içime bir tohum gibi düşen Türkolog olma, Türk dilini ve edebiyatını öğrenme aşkını kökleştiren, geliştiren ve büyüten kaynak onun Türk Edebiyatı isimli eseri idi. Bu kitabı almış, yatılı okuduğum lisedeki dolaba yerleştirmiş (…), Erzurum ile Uşak arasında her yolculuğumda bavulumda taşımıştım.” diyor.
Hayati Develi’yi o kadar etkileyen Türk Edebiyatı, dergimize uzun yıllar emek vermiş bir arkadaşımız olan Dr. Mehdi Ergüzel tarafından değerlendirildi. Anayasa Mahkemesi eski üyelerinden Prof. Dr. Sacit Adalı, yakından tanıdığı Kabaklı Hoca’nın şahsiyet özelliklerini, Yavuz Bülent Bâkiler ise onun hangi şartlarda yetiştiğini ve verdiği mücadelenin niçin bir çeşit “kahramanlık” olduğunu anlattı. Sibel Eraslan, Kabaklı Hoca’yı, “çocuk ve gençleri bir sevgi haresiyle yanına toparlayarak, hafıza sağlaması için uğraş veren bir Dede Korkut” olarak tasvir ediyor.
Prof. Saim Sakaoğlu, Kabaklı Hoca ile ilgili hatıralarını anlattıktan sonra onun halk edebiyatı araştırmalarına yaptığı katkıdan, Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun da Türkçeye, Türk kültür ve edebiyatına hizmetlerinden söz ediyor. Osman F. Sertkaya’nın yazısında ise, 1980’lerde Hoca’nın öncülüğünde Türcüman gazetesinde gerçekleştirilen “Yaşayan Türkçemiz” kampanyasının nasıl başladığına dair önemli bilgiler var. Azerbaycanlı yazar Sabir Rüstemhanlı ve Ayla Ağabegüm’ün yazılarını da ilgiyle okuyacağınızdan eminim.
Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı Servet Kabaklı ise, amcasına yazdığı duygulu “ariza”da, on yılda neler yapıldığını, vakfın ve derginin geldiği noktayı anlatıyor.
Özel sayımızın şiirlerine gelince: Aslında çok iyi bir şair olan, ancak çeşitli sebeplerle şiire devam edemeyen Hoca’nın dört şiirini ve Ömer Hayyam’dan tercüme ettiği iki rubaiyi okuyacaksınız. Yavuz Bülent Bâkiler, Serhat Kabaklı ve halk şairi İbrahim Güleç, Kabaklı Hoca’ya ithaf ettikleri şiirlerle bu sayımıza katkıda bulundular. Hoca’nın aile albümünden seçilmiş fotoğrafların yer aldığı bölümün de ilginizi çekeceğini tahmin ediyorum.
Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu.
Bu vesileyle Ahmet Kabaklı Hoca’yı rahmet ve minnetle anıyoruz.
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.
Muhabbetle, efendim.
Beşir Ayvazoğlu
'Yüzakı' dergisi
YÜZAKI DERGİSİNİN ŞUBAT 2011 SAYISI ÇIKTI. DUÂNIZ OLMASA...
Küçük bir çocuk; daraldığında, canı yandığında; «Anne!» diye basar feryadı… İnanç âlemi ne olursa olsun; her insan da, dara düşünce Yaratıcısını, Rızıklandırıcısını, Rabbini hatırlar;
«Allah!» der…
İş, bu;
«Aman yâ Rabbî» feryâdını, her zaman ve zemine yaymakta…
İşimiz daima duâya kalır, evet… Zaten her iş, her zaman duâya asılı. Gayeler; ancak fiilî ve kavlî olarak duâ etmekle, ilâhî yardımı çağırmakla başarılır. İnsanın korkuları aşması, duâ ile mümkün… Arzularını düzenlemesi ve elde etmesi de duâ ile… Her şeyden önce ve öte; insanın bir kıymet ifade etmesi, bir işe yaraması da ancak duâsı ile…
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(Rasûlüm!) De ki: Sizin kulluk, duâ ve yalvarmalarınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!?. (Hiçbir işe yaramazsınız!)” (el-Furkān, 77)
Bu ay dosya konumuz, insanın yaratılış hikmeti ve kıymet sebebi olan DUÂ…
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; duânın insanın isteme ve yönelme ihtiyacını düzenleyen, sabır, irade, samimiyet ve olgunluk eğitimi olduğunu dile getirdiği başyazıda; Varlık Nûru’nun lisânından misallerle, samimî duânın gücünü ve insan için ifade ettiği kıymeti kaleme aldı.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; duânın özünü ifade eden «mahviyet ve hiçlik» tezâhürlerini, duânın lisan, fiil ve bedenle îfâsını, münâcatlara dair bir edep ile işledi. Yard. Doç. Dr. ,Harun ÖĞMÜŞ Kur’ân-ı Kerim’de yer alan peygamber duâlarını kaleme aldı. B. Cahit ÖZDEMİR, duâyı ilâhî bir ikram olarak takdim etti. H. Kübra ERGİN, duânın hayatın her safhasına yayılmasının ecdat lisanındaki neticesi olan gündelik dile giren duâ muhtevalı sözlere dair tespitlerini yazdı. Aynur TUTKUN, duânın pozitif enerji boyutunu ve faydalarını ele aldı.
Ülke gündemini meşgul eden, tarihimizin mümtaz şahsiyetlerini ve muhteşem devirlerini; kendi hevâ ve heves çukurlarından, çamurlu gözlerle görmeleri bir yana, öyle göstermeye çalışan neşriyata, Yüzakı yazar ve şairleri hissiz kalmadılar. «Muhteşem Süleymâniye» şiirinin şairi Seyrî (M. Ali EŞMELİ) bu kez «Muhteşem Süleyman» şiiriyle, Kanunî Sultan Süleyman ve muhteşem asrının gerçeklerine ışık tuttu. Ayla AĞABEGÜM, bu gibi hakaretâmiz neşriyatın, geçmiş misallerini ve önleme yollarını anlattı. Daha birçok yazıda hâdiseye tepkiler yer aldı. Can ALPGÜVENÇ ise, Hürrem Sultan’ın bugüne ulaşan ve sâhibesinin iki cihan ufkunu nâdanlara bizzat anlatan eserini, Haseki Dâruşşifâsı’nı tanıttı.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Hakikî ‘Bilenler’den Olmak İçin Duâ Hâlinde Bir Ömür» başlıklı makalelerinde, bilmenin hakikî veçhesini, faydalı bilginin insana kazandıracağı kıvamı ve duâ nefesiyle müzeyyen bir hayatın kıymetini ve müstecâb bir duânın ölçülerini kaleme aldı.
Sadettin KAPLAN, vefatının 2. yıl dönümünde Bahtiyar VAHAPZADE’nin ne kadar bizden biri olduğunu misallendiren bir anma yazısı kaleme aldı.
Ahmet ZİYLAN; fiilî duânın derin boyutunu, azim ve kararlılıkla, tekrar ve idmanın başarıya tesirini, ilginç bir hikâye ile anlattı.
Duâ sözlerin en yüce makama arz edileni… Bir de sözlerin, ifadelerin en damıtılmış hâli olan şiir diliyle söylenince; duâ ve niyazdaki, hazzı tarif mümkün değil… Şiirler; nazlı niyazları, hisli duâları terennüm ediyorlar. Sadece daralınca değil, her zaman; «Aman yâ Rabbî!» ilticâsı ve niyâzının misâli oluyorlar.
Zira, en bükülmez kudret; Hak karşısında hiçlik ile…
En muhteşem sultanlık, Cenâb-ı Hakk’a kulluk ile…
Yüzakıyla…
İrtibat:
dergi@yuzaki.com
abone@yuzaki.com
Küçük bir çocuk; daraldığında, canı yandığında; «Anne!» diye basar feryadı… İnanç âlemi ne olursa olsun; her insan da, dara düşünce Yaratıcısını, Rızıklandırıcısını, Rabbini hatırlar;
«Allah!» der…
İş, bu;
«Aman yâ Rabbî» feryâdını, her zaman ve zemine yaymakta…
İşimiz daima duâya kalır, evet… Zaten her iş, her zaman duâya asılı. Gayeler; ancak fiilî ve kavlî olarak duâ etmekle, ilâhî yardımı çağırmakla başarılır. İnsanın korkuları aşması, duâ ile mümkün… Arzularını düzenlemesi ve elde etmesi de duâ ile… Her şeyden önce ve öte; insanın bir kıymet ifade etmesi, bir işe yaraması da ancak duâsı ile…
Âyet-i kerîmede buyurulur:
“(Rasûlüm!) De ki: Sizin kulluk, duâ ve yalvarmalarınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!?. (Hiçbir işe yaramazsınız!)” (el-Furkān, 77)
Bu ay dosya konumuz, insanın yaratılış hikmeti ve kıymet sebebi olan DUÂ…
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; duânın insanın isteme ve yönelme ihtiyacını düzenleyen, sabır, irade, samimiyet ve olgunluk eğitimi olduğunu dile getirdiği başyazıda; Varlık Nûru’nun lisânından misallerle, samimî duânın gücünü ve insan için ifade ettiği kıymeti kaleme aldı.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; duânın özünü ifade eden «mahviyet ve hiçlik» tezâhürlerini, duânın lisan, fiil ve bedenle îfâsını, münâcatlara dair bir edep ile işledi. Yard. Doç. Dr. ,Harun ÖĞMÜŞ Kur’ân-ı Kerim’de yer alan peygamber duâlarını kaleme aldı. B. Cahit ÖZDEMİR, duâyı ilâhî bir ikram olarak takdim etti. H. Kübra ERGİN, duânın hayatın her safhasına yayılmasının ecdat lisanındaki neticesi olan gündelik dile giren duâ muhtevalı sözlere dair tespitlerini yazdı. Aynur TUTKUN, duânın pozitif enerji boyutunu ve faydalarını ele aldı.
Ülke gündemini meşgul eden, tarihimizin mümtaz şahsiyetlerini ve muhteşem devirlerini; kendi hevâ ve heves çukurlarından, çamurlu gözlerle görmeleri bir yana, öyle göstermeye çalışan neşriyata, Yüzakı yazar ve şairleri hissiz kalmadılar. «Muhteşem Süleymâniye» şiirinin şairi Seyrî (M. Ali EŞMELİ) bu kez «Muhteşem Süleyman» şiiriyle, Kanunî Sultan Süleyman ve muhteşem asrının gerçeklerine ışık tuttu. Ayla AĞABEGÜM, bu gibi hakaretâmiz neşriyatın, geçmiş misallerini ve önleme yollarını anlattı. Daha birçok yazıda hâdiseye tepkiler yer aldı. Can ALPGÜVENÇ ise, Hürrem Sultan’ın bugüne ulaşan ve sâhibesinin iki cihan ufkunu nâdanlara bizzat anlatan eserini, Haseki Dâruşşifâsı’nı tanıttı.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Hakikî ‘Bilenler’den Olmak İçin Duâ Hâlinde Bir Ömür» başlıklı makalelerinde, bilmenin hakikî veçhesini, faydalı bilginin insana kazandıracağı kıvamı ve duâ nefesiyle müzeyyen bir hayatın kıymetini ve müstecâb bir duânın ölçülerini kaleme aldı.
Sadettin KAPLAN, vefatının 2. yıl dönümünde Bahtiyar VAHAPZADE’nin ne kadar bizden biri olduğunu misallendiren bir anma yazısı kaleme aldı.
Ahmet ZİYLAN; fiilî duânın derin boyutunu, azim ve kararlılıkla, tekrar ve idmanın başarıya tesirini, ilginç bir hikâye ile anlattı.
Duâ sözlerin en yüce makama arz edileni… Bir de sözlerin, ifadelerin en damıtılmış hâli olan şiir diliyle söylenince; duâ ve niyazdaki, hazzı tarif mümkün değil… Şiirler; nazlı niyazları, hisli duâları terennüm ediyorlar. Sadece daralınca değil, her zaman; «Aman yâ Rabbî!» ilticâsı ve niyâzının misâli oluyorlar.
Zira, en bükülmez kudret; Hak karşısında hiçlik ile…
En muhteşem sultanlık, Cenâb-ı Hakk’a kulluk ile…
Yüzakıyla…
İrtibat:
dergi@yuzaki.com
abone@yuzaki.com
2011-02-03
Yeni 'Bir nokta'
Bir nokta dergisinin şubat sayısı yeni kapak ve iç dizaynı ile yayınlandı.
Bir şubat günü yayın hayatına başlayan Bir nokta edebiyat dergisi, 10 yıl /109. sayı geride bıraktı.
Mürsel Sönmez'in güzel kaptanlığında Bir nokta'nın derinliğine dalmanızı öneririz.
Bir nokta edebiyat dergisi dergi bulunduran NT mağazaları ile KDD anlaşmalı bayilerde bulabilirsiniz.
Murat Karaca
2011-02-02
'Özgün İrade' dergisi
Özgün İrade dergisi şubat ayı sayısı "Bin Ali’yi kim izleyecek?" manşeti ile tüm bayilerde.
Tunus diktatörü Zeynelabidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmak zorunda kalması olumlu ve sevindirici bir haber. Tunus halkının ahı tuttu ve zalimlerin iktidarı payidar olamadı. Temennimiz, öncelikle Tunus’ta halkın iktidara gelmesi, özgürlük ve adaletin hâkim kılınmasıdır. Bin Ali gitti ama sistemi hâlâ iktidarda. İnşallah sistemi de kendisi gibi devrilecektir.
Bununla birlikte bölgedeki diğer diktatörlerin de aynı akıbete uğraması Müslüman halkların genel bir beklentisi ve umudu. İnşallah ilk sırada Filistin’deki işbirlikçi Mahmud Abbas var. Onun hakkında yayınlanan belgeler, Abbas’ı da Bin Ali’nin yanına gönderecek önemde. El-Cezire’nin yayınladığı belgelere göre Abbas ekibi, Kudüs’ün büyük kısmını İsrail’e devretmeyi öneriyor, ancak işe bakın ki İsrail bunu bile yetersiz bularak kabul etmiyor.
Ortadoğu’da Batı’nın kurduğu işbirlikçi düzen artık dikiş tutmuyor, sistem her yanından dökülüyor. Bin Ali’yle başlayan sürecin domino taşları gibi ilerlemesi pek çok kimsenin genel beklentisi. Ancak gelişmelerin seyrini zamanla görebileceğiz.
Bu konuda Ortadoğu uzmanı Halil Çelik ile yapılan söyleşi oldukça açıklayıcı ve kapsamlı. Zevkle okunacak ve faydalanılacak bir söyleşi oldu.
Şubat ayı şehitler ayı
Şehitlerimiz, geleceğimizi aydınlatan deniz feneri gibiler. Kanlarıyla yaktıkları işaret fişekleri, bizler için rahmet vesilesidir. Şubat ayı, şehitler yönüyle bereketli bir ay. Malcolm X’ten Hasan el-Benna’ya, Metin Yüksel’e kadar pek çok güzide şehidimizi rahmetle anıyoruz. Konuyla ilgili olarak Ali Rıza Akgün’ün Hasan el-Benna portresi ile Ferhat Özbadem’in “Şahit olalım ki şehit olabilelim” adlı makalesi konuya ilişkin değerli yorum ve analizleri barındırıyor.
Laubali olmak sorumluluktan kaçmaktır
Bu ayın dosya konusu ise laubalilik. Günümüzde İslami hassasiyetlerin dejenere olduğuna şahit olmaktayız. Müslümanlar İslami ölçülere riayet hususunda daha lakayt davranabilmekte, laubalilik sergileyebilmekteler. Laubalilik maalesef hayatın hemen her alanında kendini gösteriyor. Siyasetten ticarete, eğitimden düşünceye, ibadetten aileye kadar çeşitli alanlarda hassasiyet yitimiyle karşılaşıyoruz. Neme lazımcılık, salla gitsincilik, böyle de olurculuk bir kanser gibi büyüdükçe büyüyor, bir kurt gibi içten içe kemirdikçe kemiriyor.
“Besairu’l-Kur’an” adlı Kur’an tefsiri ile “Besairu’l-Ehadis” adlı hadis çalışması olan ve Konya’da ikamet eden Ali Küçük Hoca, konuyla ilgili sorularımızı cevapladı. “Asıl sorun vahyi bilmemektir” diyen Ali Küçük Hoca, günümüz Müslümanlarının önceki ehli kitap gibi “işittik ve isyan ettik” demiyorlarsa da hal ve tavırlarıyla “işittik ve unuttuk” dediklerini ifade ediyor. Dosyaya katkıda bulunan Beşir İslamoğlu ise “Laubali olmak sorumluluktan kaçmaktır” diyor.
NT ve tüm seçkin kitapçılardayız
Bu aydan itibaren dergimizi Türkiye’deki tüm NT şubelerinde bulabilirsiniz. Türkiye çapında yaklaşık 110 NT şubesi aracılığıyla daha geniş bir kitleye ulaşabilmeyi umuyoruz. Okurla bağımızı güçlendirecek ve aramızdaki mesafeyi kısaltacak adımlarımız devam edecek.
Tunus diktatörü Zeynelabidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmak zorunda kalması olumlu ve sevindirici bir haber. Tunus halkının ahı tuttu ve zalimlerin iktidarı payidar olamadı. Temennimiz, öncelikle Tunus’ta halkın iktidara gelmesi, özgürlük ve adaletin hâkim kılınmasıdır. Bin Ali gitti ama sistemi hâlâ iktidarda. İnşallah sistemi de kendisi gibi devrilecektir.
Bununla birlikte bölgedeki diğer diktatörlerin de aynı akıbete uğraması Müslüman halkların genel bir beklentisi ve umudu. İnşallah ilk sırada Filistin’deki işbirlikçi Mahmud Abbas var. Onun hakkında yayınlanan belgeler, Abbas’ı da Bin Ali’nin yanına gönderecek önemde. El-Cezire’nin yayınladığı belgelere göre Abbas ekibi, Kudüs’ün büyük kısmını İsrail’e devretmeyi öneriyor, ancak işe bakın ki İsrail bunu bile yetersiz bularak kabul etmiyor.
Ortadoğu’da Batı’nın kurduğu işbirlikçi düzen artık dikiş tutmuyor, sistem her yanından dökülüyor. Bin Ali’yle başlayan sürecin domino taşları gibi ilerlemesi pek çok kimsenin genel beklentisi. Ancak gelişmelerin seyrini zamanla görebileceğiz.
Bu konuda Ortadoğu uzmanı Halil Çelik ile yapılan söyleşi oldukça açıklayıcı ve kapsamlı. Zevkle okunacak ve faydalanılacak bir söyleşi oldu.
Şubat ayı şehitler ayı
Şehitlerimiz, geleceğimizi aydınlatan deniz feneri gibiler. Kanlarıyla yaktıkları işaret fişekleri, bizler için rahmet vesilesidir. Şubat ayı, şehitler yönüyle bereketli bir ay. Malcolm X’ten Hasan el-Benna’ya, Metin Yüksel’e kadar pek çok güzide şehidimizi rahmetle anıyoruz. Konuyla ilgili olarak Ali Rıza Akgün’ün Hasan el-Benna portresi ile Ferhat Özbadem’in “Şahit olalım ki şehit olabilelim” adlı makalesi konuya ilişkin değerli yorum ve analizleri barındırıyor.
Laubali olmak sorumluluktan kaçmaktır
Bu ayın dosya konusu ise laubalilik. Günümüzde İslami hassasiyetlerin dejenere olduğuna şahit olmaktayız. Müslümanlar İslami ölçülere riayet hususunda daha lakayt davranabilmekte, laubalilik sergileyebilmekteler. Laubalilik maalesef hayatın hemen her alanında kendini gösteriyor. Siyasetten ticarete, eğitimden düşünceye, ibadetten aileye kadar çeşitli alanlarda hassasiyet yitimiyle karşılaşıyoruz. Neme lazımcılık, salla gitsincilik, böyle de olurculuk bir kanser gibi büyüdükçe büyüyor, bir kurt gibi içten içe kemirdikçe kemiriyor.
“Besairu’l-Kur’an” adlı Kur’an tefsiri ile “Besairu’l-Ehadis” adlı hadis çalışması olan ve Konya’da ikamet eden Ali Küçük Hoca, konuyla ilgili sorularımızı cevapladı. “Asıl sorun vahyi bilmemektir” diyen Ali Küçük Hoca, günümüz Müslümanlarının önceki ehli kitap gibi “işittik ve isyan ettik” demiyorlarsa da hal ve tavırlarıyla “işittik ve unuttuk” dediklerini ifade ediyor. Dosyaya katkıda bulunan Beşir İslamoğlu ise “Laubali olmak sorumluluktan kaçmaktır” diyor.
NT ve tüm seçkin kitapçılardayız
Bu aydan itibaren dergimizi Türkiye’deki tüm NT şubelerinde bulabilirsiniz. Türkiye çapında yaklaşık 110 NT şubesi aracılığıyla daha geniş bir kitleye ulaşabilmeyi umuyoruz. Okurla bağımızı güçlendirecek ve aramızdaki mesafeyi kısaltacak adımlarımız devam edecek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)