Edebiyat-düşünce dergisi Tasfiye’nin 27. sayısı çıktı. Tasfiye, Ocak-2011 sayısından başlayarak yayınını aylık olarak sürdürecek.
Tasfiye’nin 27. sayısının şairleri Mahmut Yavuz, Şahin Gürçay, Özkan Şahin, Habil Sağlam ve Serdar Bülent Yılmaz. Serdar Bülent Yılmaz’ın “Dersimî der göremedim yüzünü/ nedem baharını, nedem güzünü/ hayat veren Kitabımın sözünü/ kesene yuh, kestirene yuh olsun” son dörtlüğünü de içeren şiiri halk şiirine hayat veren bir tarz olarak dergi sayfalarında okuyucularını bekliyor.
Ahmet Örs’ün toplam beş ayrı kısa öyküden oluşan “Hayat Hikâyeleri” başlıklı çalışması Tasfiye’nin Ocak sayısının öykülerini içeriyor. Ahmet Örs, emek sömürüsünden günlük uğraşılar içerisinde varlıklarının farkına varan insanları anlattığı öykülerinde edebiyatla hayatı can alıcı damarlardan buluşturmayı hedefliyor: “Sema, iyice kötüledim simit yemekten diyor. Biraz kilolu, yemeye düşkün. Öğle yemeği ayaküstü, öğle namazını bazen kılamam. Koşturmaktan, patronun söylenmesinden… Allahım affetsin, namaz bile kılamazsam çalışmayı neyleyim. Sema diyor ki ben bu düzeni bozarım. Patron bizi işten atıyor. Haftalığımız içerde. Caddede bir uğultu, ellerinde kölelere özgürlük yazan pankartla yürüyen kalabalık. Karışıyoruz aralarına.”
Asım Öz, edebiyatı bir kimlik mücadelesinin elemanı olarak, varlığı anlamlandıran bir üretim biçimi olarak görmek ve sürdürmekte ısrar eden Arif Ay’ın edebiyat yolculuğunu anlattığı “Belirgin Çizginin Sürekliliği: Arif Ay’ın Düşünce ve Edebiyat Dünyası” yazısını “Şu kadarını söylemek gerekli sanırım: Yazmayı bir sorumluluk olarak algılayan Arif Ay dünya görüşüyle bütünleşmekten söz eder. Meselesiz, duruşsuz bir edebiyat ortamı Arif Ay’ın karşı olduğu bir edebiyat ortamı. Arif Ay’ın şiir dünyasına, yazılarına ve çıkarmakta olduğu Edep dergisine bu ifadelerle bakmak onu daha iyi anlamanın başlangıç ilkeleri olabilir.” paragrafı ile bitiriyor.
Kadrican Mendi, ilk kez yer aldığı Tasfiye’de Reşat Nuri’nin ‘Yeşil Gece’ romanını tahlil ediyor. Yeşil Gece’nin aydınlanma iddiasını, bu iddianın din karşısında aldığı tavrı, bu arada yazarın alt metinde işlediği yenilikçi din anlayışını tartışan Mendi, romanla ilgili olarak “Bir propaganda romanı olan Yeşil Gece’nin topluma ve taşradaki din algısına, politik aktörlere getirdiği eleştiriler, dönemin İslamcılarının tezleriyle örtüşür. Ancak “gericiliğe” İslamcıların tabiriyle “cehalet”e yönelik İslamcı itiraz, cumhuriyete geçişin yol açtığı kırılma dolayısıyla sonraki yıllarda örtülmüş ya da çoğu zaman fark edilmemiştir.” tespitini yapıyor.
Enes Malikoğlu, “İkinci Yeni gibi estetizme mahkûm olup sembolizmde kaybolan bir şiir ortamında sözünü eğip bükmeden sözü bir taş gibi masaya koyan bir şiir görürüz. Bunu yaparken de asla şiirden taviz vermez; belki de şiirini özgün kılan da bu dosdoğru söyleyebilme yetisidir. Bunu salt slogana ve propagandaya kaymadan yapabilmek ancak bir ustanın işidir.” sözleriyle değerlendirdiği Cumali Ünaldı Hasannebioğlu’nun yeni şiir kitabı “Andolsun Aşka”yı tanıtıyor ve şairin duruşundaki sürekliliği öne çıkarıyor.
Ahmet Örs, dergideki şiir tahlillerini İsmet Özel’in “Aynı Adam” şiiriyle sürdürüyor. “Tozludur saçlarım, saçlarımdan/ devrilmiş sarayların dumanları savrulur/ yüzüm yanıktır/ yüreğime bir karanfil sokuludur/ ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı/ benim göğsüme göğsüme vurup durur.” Giriş bölümü olarak bu mısralar şairin devrimci karakterini hemencecik okuyucunun önüne kartvizit olarak koyuverir. Devrilmiş saraylar karşıt egemenleri sembolize eder ve insanoğlunun tarihi kadar eskidir tabii ki. Saray sömürü üzerine inşa olunmuştur. Saraylar mutlak manada barakaları doğurmaktadır. Barakaların, gecekonduların yanında olup da saraya karşı olunmaması mümkün değildir.” cümleleri, şiirin devrimci özünü işaret ediyor.
Habil Sağlam, “Müzik Edebiyatın İçinde: ‘Dutlar’ ve ‘Lara Larissa’” yazısıyla edebiyatla müzik irtibatını ele alan ilgin bir çalışmaya imza atıyor. “Bu yazıda daha özel bir yaklaşımla, birkaç örnek üzerinden yakın dönem edebiyatımızda müziğin nasıl düzlemlerde kullanıldığı ve ifade edişe ne gibi etkileri olduğu sorusu etrafında durmayı tasarlıyorum.” İfadeleri ile yazının amacını belirten Sağlam, Bilge Karasu’nun “Dutlar”, Cihan Aktaş’ın “Lara Larissa” öykülerini bu doğrultuda çözümlüyor.
Mustafa Kıyak, “‘New York’ta Beş Minare’ ve Sinemada Ilımlı İslam” yazısında Mahsun Kırmızıgül’ün çok izlenip tartışılan son filmini, ılımlı İslam ekseninde değerlendiriyor. Yazısında, “Türkiye’de çekilen 11 Eylül, radikal İslam, El Kaide vs. konulu filmler genellikle dünyadaki genel anlayışa uygun bir şekilde çekilmiştir ve hiçbir eleştirel boyut taşımadığı gibi emperyalistlerin çıkarlarına hizmet eder.” tespitini yapan Kıyak, meselenin uluslar arası ayağını da yazısında etraflıca tartışıyor.
Süleyman Ceran, dergideki bir diğer müzik yazısında Grup Yürüyüş’ün “Kuyu” parçasından hareketle müziğin hayata değen tarafını kaleme almış: “Şeyh Said’ten İskilipli Atıf ’a pek çok öncüyü kasteden “Kıyamlara sor beni/ Cellâtlı sabahlara” dizesi “Kuyulara sor beni/ Kıyılan Mahrumlara” cümlesiyle birleşince Silopi’de kazılan asit kuyuları ve katledilen onca masumun kanının ülkenin her tarafına sıçradığını fark ettim. Memleketin her tarafı kanıyordu, her tarafı...”
Mehmet Sacit’in anıların 19. bölümüyle devam ettiği Tasfiye bundan böyle her ay okuyucusu ile birlikte olacak.
İletişim:
http://tasfiyedergisi.blogspot.com
tasfiyedergisi@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder