Cevat Akkanat'a Likâ dergisini sorduk. Nasıl çıktı, neler oldu, nasıl bitti diye. O da anlattı... Türkiye coğrafyasının taşrasındaydı Likâ. Fakat edebiyat coğrafyasının merkezindeydi. Edebiyat tarihçileri, dergi araştırmacıları bir gün muvaffakiyet gösterir de Likâ'yı inceleme şerefine erişirlerse, bu cümlemizi spota çıkaracaklardır. Öyle ya, edebiyat dergiciliğine şirketlerin, holdinglerin, hatta kartellerin el attığı bir dönemde Likâ, temiz ilişkilerin edebî muharrik noktası olmuştur. Bu nokta ayrıca iyi edebiyatın, has şiirin zemini olarak kayda geçmiştir.
Kelimenin tam anlamıyla, ilginç bir dergiydi Likâ. Mesela, künyesinde şu ifade yer alıyordu: "hazırlayanlar mı merak ediliyor? işte onlar: solda sıfır olanlar, yani, etsiz butsuz insanlar: halil ibrahim gümüş, ali ışıklarlarlı..." Görülmemiş bir şey. Böyle birileri yok.
Cevat Akkanat anlatıyor: Tek kişinin sırtında aslında her şey. Üstelik 657 mensubuyum. Uzun bir süre böyle, etsiz butsuz iki dinamik ismin diriltici ruhları gölgesinde çıktı Likâ. Bu arada, başına neler mi gelmedi? Şehrin mülki ve idari amirleri özel ilgilerini esirgemedi. Likâ'nın yeraltı yolculuğunu deşifre etmek için sağa sola haber saldılar, adamlar gönderdiler. Kimi yaftalamalarla Likâ'da tesadüfen yer almış lüzumsuz isimleri tespit edip, onlar vasıtasıyla Likâ'ya korku salmaya yeltendiler. En sonunda adresimizi tespit etme başarısı gösterdiler ve gelip bizi dairemizde buldular. Onlara edebiyat yaptığımızı söyledik. Hatırlıyorum, bir kez bir cezaevi müdür muavininden de ikaz almıştık. Tabii bu güya dostane bir ikazdı! Likâ'yı kendi cezaevlerinde ömürlük bir mahkûmiyete tabi tutulmuş olan yazarımıza göndermemeliydik. Göndermeye devam ettik.
Yaşasın fotokopi!
Likâ'nın yeraltı dergisi olduğu ana fikrini başka yönleriyle de açıklamamız mümkün. Sözgelimi dizgi, baskı, matbaa, dağıtım, abonelik gibi işlerini bizzat bendeniz, künyede görülen iki ismin hatırına yapıyordum. Dergiye gelen metinleri, evimde A4 sayfası ebatlarındaki Word yahut Quark sayfalarına dizer, çıktı alır, bu çıktıları bantla birbirine tutturarak A3 ebatı haline getirir, bu şekilde bir fotokopiciye gider, kimi zaman peşin, çoğu kez borçlanarak çoğaltır, sonra ikiye katlayıp 4 sayfalık bir yayın görünümüne getirirdim. Bunu, bir fırsat bulup postaya verme süreci izlerdi. Postalama işi de bir serüvendi. Kimi PTT memurları inzibat memuru kılığına bürünür, derginin yasal bir matbuat olup olmadığını araştırmaya girişir, bizim indirimli gönderme talebimizi asık suratlarıyla geri çevirirlerdi.
"Telif ücreti öder..."
Likâ'nın posta koyduğu bir başka husus, şair ve yazarların emeğine saygı göstermeyen büyük yayın kuruluşlarının tavrıydı. "Likâ telif ücreti öder" ifadesiyle Türkiye'de bir edebiyat mevkutesinde 'telif'ten bahsedildiği sanırım ilk kez Likâ'yla olmuştur. Belli bir sayıdan sonra, sanırım 18. sayıydı, her ne kadar yeryüzüne çıkmış olsa da, Likâ, eyvallah etmeyen tarzını son sayısına kadar sürdürdü. Bu arada, hicret kültürüne bağlı bir tavrı sergilemiş olması da onun ruhundan bir görüntüdür. Likâ, bir dirilişin ve direnişin temsilcisi olarak hayata Kırıkkale'de başlamış, bir takım sıkıntıları ekarte etmek için önce Ankara'ya, sonra Bursa'ya hicret etmiştir.
28 Şubat dönemi: Nisan bir!
İlk sayımızın tarihidir: "nisan bir, bin dokuz yüz doksan sekiz." Yani dönem 28 Şubat sürecidir. Gün geçmesin ki Müslümanlar bir zanla mahkûm edilmesin. Edebiyat âleminde bu aksi istikamete tavır sergileyecek nitelikteki yayın organları farklı hesapların peşine düşmüştür. Meselâ, aynı tarihte (1 Nisan 1998) yayınlanmaya başlayan Ankara merkezli büyük bir dergi vardı, hâlâ çıkıyor, onu bir gözden geçirin. Sonra, dediğim gibi, diğer büyük dergileri... Bizimse, yazı göndererek bunlara eyvallah diyecek bir halimiz olamazdı. Böylece, cicili bicili, şirketlerce çıkarılan büyük görünümlü dergilerin yanında fotokopiyle, cebimizdeki paraya göre 100 ilâ 250 arasında değişen tirajlar (!) halinde keyif çıkarıyorduk. Bu halimize gıptayla bakanlar oldu. Hatta Likâ'ya hasetçi gözlerle bakan bir zümre türedi. Umursamadık bunları. Yolumuza devam ettik. Nihayetinde görünürde küçük, gerçekte büyük bir anlayışın okulu oldu Likâ...
Düşen Tarih: Darbeciliğe karşı...
"Düşen Tarih" başlıklı metinler 12. sayıdan itibaren yer aldı Likâ'da. Bunlar küçük manzum metinlerdi. Mısra, beyit, dörtlük gibi... Epey etkili oldu bu metinler. Fakat bence Likâ'nın militarizme, darbeciliğe karşı duruşunu ilk sayısından başlayarak yansıtan metinler "Nasılsınız?" başlıklı önsöz mahiyetindeki yazılarımızdı. Ele avuca sığmayan, dilin bütün imkânlarından faydalanılarak oluşturulan bu önsözleri yazı hayatımın en önemli metinleri olarak görüyorum. Arşivden bakılırsa yahut bir gün bu metinler kitaplaşırsa sahici okur ve araştırmacılar haklarını teslim edecektir.
Kırıkkale: Kırık ve kale...
O dönemde Kırıkkale'de Türk edebiyatını şair, yazar ve araştırmacı olarak temsil eden çok değerli kalemler vardı. Arif Ay, Mehmet Kahraman, Nazir Akalın, Cahit Yeşilyurt, Cevat Özyurt, Said Okumuş, Mustafa Balcı ve başka isimler... Likâ'yı çıkarmadan önce başka bir dergi çıkarmak için Nazir Akalın ile birkaç görüş alışverişi yaptık. Fakat aramızda bulunan lüzumsuz bir kişiden ötürü bu görüşmelerden bir sonuç alamadık. Bundan sonra yapılacak bir iş kalıyordu. Eğer bu şehirde bir edebiyat dergisi çıkacak idiyse, buna hemen girişmeliydim. Bu cümleden olarak, Likâ başlangıçta tek başına girişilmiş bir hamlenin adıydı. Zaman içinde Kırıkkale'de yaşayan Ali Candan, Abdulbaki Akgün, Hüseyin Güç, Nurettin Dülger, Faruk Sevindim, Mehmet Kara, Berdal Aral, Mustafa Orhan, İlyas Kolukısa, Musa Demir, Ahmet Sabit Aşk, Tahir Ayata gibi arkadaşlar edebî eser desteğini verdiler. Bulunduğumuz şehrin dışından da destekçilerimiz hızla çoğaldı. Bize kalemleriyle katkıda bulunanlardan bazılarını burada anmak istiyorum: Murat Soyak (Ayrıca maddi olarak da desteklerini esirgememiştir.), Murat Küçük (Cezaevinden yazıyordu.), Mehmet Aycı, İbrahim Yolalan, Himmet Karataş, Selçuk Küpçük, Muammer Yavaş, Muammer Eroğlu, Özcan Ünlü, Zekeriya Mercan, Ahmet Doğru, Cengiz Coşkun, İsmail Bingöl, Metin Demirci, Gökhan Akçiçek, Mustafa Uçurum, Mustafa Akar, Ahmet Doğru, Ali Kozan, Serhat Oğuz, Yasin Mortaş, Mehmet Çağan Azizoğlu, Hasan Akçay, Mahmut Yavuz, Hüseyin Kaya, Bedran Yoldaş, Durdu Şahin, Hüseyin Akın, Ahmet Yalçınkaya, Müştehir Karakaya, Tayyib Atmaca, Ogün Kaymak, Nurettin Durman, Arif Ay, Nurullah Genç, Mustafa Özçelik, Metin Önal Mengüşoğlu, Bahattin Karakoç, vb...
"Kalktı göç eyledi..."
Likâ, zorlu bir Anadolu coğrafyasında açtı gözlerini. Kırıkkale gibi her yönüyle "kırık" ve "kurak" bir Cumhuriyet kentinde... Gerçekten de, sosyal ilişkilerin sıkıntılı olduğu, plansız, programsız, yığma, toplama, yerlisi olmamış bir son dönem kentidir Kırıkkale. Yeni zamanların bu "çağdaş" kasabasından "estetize edilmiş" cümlelerle söz etmek isterdim. Maalesef! Bütün bunları bir tarafa bırakalım, yukarıda da bir miktar temas etmiştim, "şehrin hâkimi" konumundaki kişilerin, çıkardığımız "mevkute"ye kuşkuyla bakıyor oluşları... Sonuçta, teslim bayrağını çekmek ile göç etmek arasında bir tercih yapmanız gerekecekti...
Biz ikincisine hüküm giymiş olduk. Ankara'ya gitmek zorunda kaldık. Bir başka Anadolu şehri, fakat burası başkent ve bu başkentin ne kadar Anadolu olduğu tartışılır. Üstelik buradaki olumsuzluklar daha acıtıcı. Likâ'nın buradaki tek avantajı, bir "kütle kent"te bulunmuş olmasıydı. Yani yer altına mensup olmak açısından daha uygun bir zeminde bulunuyordu. Bu avantajı kullandık. Türkiye coğrafyasının taşrasındaydı Likâ. Fakat edebiyat coğrafyasının merkezindeydi. Edebiyat tarihçileri, dergi araştırmacıları bir gün muvaffakiyet gösterir de Likâ'yı inceleme şerefine erişirlerse, bu cümlemizi spota çıkaracaklardır. Öyle ya, edebiyat dergiciliğine şirketlerin, holdinglerin, hatta kartellerin el attığı bir dönemde Likâ, temiz ilişkilerin edebî muharrik noktası olmuştur. Bu nokta ayrıca iyi edebiyatın, has şiirin zemini olarak kayda geçmiştir.
Likâ'nın özel sayıları...
Ben 46 sayılık Likâ külliyatının tamamını aynı ciddiyetle önemsiyor, sanki bir evlat gibi bağrıma basıyorum. Ama dergimizin kimi özel sayıları da oldu. Birileri de bunları önemseyebilir. Bu yüzden söz konusu özel sayıları burada hatırlatmak isterim: Likâ'nın 21. (Aralık 1999) sayısı "Osmanlı Şiiri Özel Sayısı", 31. (Eylül 2001) sayısı "En Yeni Şiirleri Özel Sayısı", 35. (Haziran 2002) "Panik ve Edebiyat Özel Sayısı", 37. (Aralık 2002) "Şiddet ve Şiir Özel Sayısı", 38. (Şubat 2003) "Nazir Akalın Özel Sayısı" olarak yayınlanmıştır.
Niyet hayr, akıbet hayr...
Likâ'nın son sayısı 46. sayıdır. Bu sayının tarihi: 1 Nisan 2004'tür. Fakat, derginin kapanış sebebi 26 Haziran 2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5187 sayılı 'Basın Yasası'dır. Dergimiz, gecikmeli olarak, 47. sayı hazırlıkları aşamasındayken söz konusu yasa yürürlüğe girmiş, fakat yasanın yürürlüğe girişi kamuoyuna yeterince duyurulmadığı için, pek çok dergi ile birlikte Likâ da cezalı duruma düşmemek (500 YTL ödememek) için kapanmak zorunda kalmıştır. Fakat yaptığı öncülükle hâlâ yaşamaktadır ve hep yaşayacaktır.
Likâ isteyenlere müjde...
Likâ'yı bulup okumak isteyenler ne yapabilir? Ankara'ya, Milli Kütüphane'ye gitseler bulabilirler mi? Sanmam. Fakat şu günlerde onlar için bir çare düşünmüş durumdayız. Bize müracaat edenlere, küçük bir bedel karşılığında kendileri için tıpkıbasım tam takım bir Likâ cildi gönderebiliriz. Adresimiz şöyledir: cevatakkanat@gmail.com
Asım Gültekin sordu; Cevat Akkanat anlattı
Kaynak:
www.dunyabizim.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder