'İslami Yorum' dergisi,Sonbahar 2010
Sonbahar–2010 sayımızda “din-devlet” ilişkisini “İslamofobi” üzerinden tartışmaya devam ediyoruz.
Komünizm’in ortadan kalkmasıyla, varlığını ötekinin varlığıyla anlamlandırabilen Batı dünyası (özelde ABD) kendisine yeni bir düşman yaratabilmek için “İslamofobiyi” körükleyen “anti-İslamist” söylemler geliştirmeye başladı. 11 Eylül olayları Müslümanların insanlık skalasının en altına yerleştirilmesinin ve terörle özdeşleştirilmesinin zirve noktasını oluşturuyordu. Avrupa’da tarih boyunca Hıristiyanlığın ve haçlı zihniyetinin tesiriyle hep var olan bu korku, zirve yaptığı bu anda ABD’nin küresel hegemonyasını ve yeni planladığı işgallerini meşrulaştırıcı bir işlev görmeye başladı. 11 Eylül ve benzeri olayların İslamofobiyi körüklemek için maksatlı olarak kullanıldığı ve hatta ispat edilememiş olsa da belli odaklarca planlanmış olabileceğini düşünmemek için bir neden yoktur.
Bu böyle olmakla birlikte İslam korkusunun oluşmasında sadece komplo odaklarının sorumlu olduğunu düşünmek için de bir neden yoktur. Yani İslamofobinin oluşmasının tek suçlusu sadece şer odakları değildir. Bunda Müslümanların din ve devlet algılarının ve öteki olarak tanımlanan dünya ile kurulacak ilişkiye bakış açılarının da önemli bir fonksiyonu vardır. İşte biz bu sayıda, bunu masaya yatırmaya çalıştık.
İslamofobi tartışmalarında her şeyin sadece bir komplodan ibaret olduğunu söyleyebilir miyiz? Müslümanların haklarında fobik kanaatler oluşması için karşı tarafa hiç prim vermedikleri söylenebilir mi? Müslümanların yaptıkları her şeyi eşyanın, toplumsal ilişkilerin ve insanın doğasına uygun yaptıkları iddia edilebilir mi? İslamofobinin oluşmasında bizim ne rolümüz vardır? Hangi davranışımız, anlayışımız ve düşüncemiz korku kaynağı olmaktadır?
Müslümanlar kendi bildiklerini ve kendi tecrübelerini, hakikatin yegâne temsilcisi olarak görüp başkalarına karşı gösterdikleri tahammülsüz yaklaşımlarda haklı mıdırlar?
İslam tarihinde, İslam toplumlarında Müslüman olmayanlara gösterilen hoş görüyü, bazen Müslümanların mezhep taassubu ve dine bakış açılarından dolayı birbirlerine göstermemelerinin bugüne tesirleri nelerdir? Müslüman olmasına rağmen dini vecibelerini yerine getirmeyenlere otoritenin baskı yapma hakkı var mıdır?
Tarihte ortaya çıkan yönetimlerde gücü ve otoriteyi övüp yücelten totaliter yapıların; muhalefeti, çok sesliliği, fikir özgürlüğünü ve düşüncelerin açıkça ilan edilmesini yasaklayan ve bunları yok edilmesi gereken birer fitne unsuru kabul eden zihniyetlerinin bu korkuların oluşmasında payı olmamış mıdır?
Adaletin yerine gelmesini katı şeriat kurallarının uygulanmasına indirgeyen, İslam devletinin görevinin halkı zorla İslam’a göre yaşatmak olduğunu düşünen anlayışlar açık birer korku kaynağı değil midir?
İslam devleti denilince dünyayı “darü-l harp, darü-l İslam” gibi işlerliği kalmamış Orta Çağ kavramlarıyla açıklayan bir mantığı dayatan ve vatandaşlarını zimmi oluşlarına veya dinlerine göre birinci sınıf veya ikinci sınıf vatandaş olarak ayırmayı kafasına koymuş algıların karşısında yer alanların, bu tür korkulara kapılması körüklenmiş olmuyor mu?
Müslüman dünyaya tahakküm eden tiranlar; başkalarını, kabul edilemez yaşam tarzlarına uydurmaya çalışan Müslüman “fanatiklerin” insanlar üzerinde oluşturduğu korku ve tedirginlikle varlıklarını meşrulaştırmıyorlar mı?
İslam tarihinin sadece bir işgaller/fetihler ve despot saltanatlar tarihi olarak anlatılması ve Müslümanların gücü tekrar ele geçirdiklerinde geçmişte fethedip de bugün kaybettikleri toprakları tekrar ele geçirme arzularını her fırsatta dile getirmeleri ve şanlı fetihlerine sürekli övgüler düzmeleri, acaba İslamofobinin oluşmasına katkı sağlamamakta mıdır?
İslam’a, Müslümanların değer verdiği şahsiyetlere ve kutsal sayılan her şeye dönük öne sürülen maksatlı ya da maksatsız eleştiri, alay ve düşüncelere tam bir olgunluk içinde, fikre fikirle karşılık verme yöntemi yerine şiddetle ve haddi aşan gösterilerle cevap vermek İslamofobiyi daha da kabartmış olmuyor mu?
Kadının konumu ve kadının İslam toplumlarındaki sosyal statüsü hala bir problem olarak durmuyor mu?
Bu ve benzeri pek çok soru ve sorun çerçevesinde yazar arkadaşlarımız konuyu yazılarında tartışmaya çalıştılar.
Oluşturduğumuz dosyada yakın zamanlarda kaybettiğimiz Muhammed Abid el-Cabiri’nin konuyla ilgili bir yazısına ve Kur’an’daki anahtar siyasi kavramların ortaya konulduğu Manzuriddin Ahmet’e ait bir yazıya yer verdik. Abdulvahhab el-Efendi’nin “İslam devleti” kavramını eleştirmek için yazdığı ve Türkçeye “Nasıl Bir Devlet” adıyla çevrilen kitabının ikinci baskısının önsözünü de tercüme ederek dosyamızda yer verdik. Kitabı tercüme edip ikinci baskısını da yayınlayan İlke Yayıncılık, bizce meçhul bir nedenle bu önsöze kitapta yer vermemiştir. Ancak biz el-Efendi’nin önsözde ortaya koyduğu değerlendirmeleri önemli bulduğumuz için bunu tercüme edip yayınlamayı gerekli gördük.
Tarık Ramazan’la “Pew Forum on Religion & Public Life (Din ve Kamu Hayatı Forumu)” isimli ABD merkezli bir think-tank kuruluşunun düzenlediği bir toplantıda gazetecilerin sorduğu sorulara verdiği cevaplardan oluşan bir söyleşinin tercümesine de sayfalarımızda yer verdik. Ramazan’ın verdiği cevaplar kadar sorulan sorular da, Batılı psikolojiyi ortaya çıkartması bakımından önem taşıyor.
Araştırma-inceleme ve gündem yazılarının yanı sıra konumuzla ilgisi bakımından mutlaka okunması gereken iki kitabın (İslam’da İktidarın Temelleri/Ali Abdurrazık ve Nasıl Bir Devlet/Abdulvahhab el-Efendi) değerlendirmesine ilişkin yazılara da derginin bu sayısında yer verdik.
Aynı sayının devamı niteliğindeki “İktidara gelme yöntemi olarak devrim” konusunu ele alacağımız yeni sayımızda buluşmak ümidiyle muhabbetle kalın.
İrtibat:
www.islamiyorum.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder