Son dört sayıyla gelen değişim!
Mustafa Celep, İkindi Yağmuru’ndaki değişime eleştirel açıdan dikkat çekti
İki aylık edebiyat meşgalesi İkindi Yağmuru, 24.sayısına ulaştı. Beş yıllık bir dergicilik geçmişi var İkindi Yağmuru’nun. Bu gün geldiği nokta itibariyle derginin ‘şiir kamusu’nda önemli ve hatırı sayılır bir yeri olduğunu söyleyebiliriz.
Son dört sayıda önemli katılımlar-kopuşlar yaşanmasına rağmen İkindiYağmuru, istikrarlı yürüyüşünü kendinden emin bir vaziyette devam ettiriyor.
Türk şiirinde ikibin kuşağına doğru
Hatırlarsanız Osman Özbahçe’nin çıkardığı Kökler dergisinde şiiri günü gününe takip eden, yakın okumalar yapan uzun yazılar yayınlanıyordu. Günümüz şiirinin mahiyetini kavramak bakımından emek yoğun çalışmalardı bunlar. Sonra Özbahçe bu yazıları Sağlam Şiir adlı kitabında bir araya getirdi. Tabii bunun öncesi de var. Öncesinde Hüseyin Cöntürk de benzer çalışmalara ön ayak oldu. Şimdilerde Kertenkele’den Ali Celep ve İkindi Yağmuru’ndan Ünsal Ünlü şiir eleştirisine ciddi katkılarda bulunuyorlar. Konumuz İkindi Yağmuru, eleştirmenimiz Ünsal Ünlü.
Ünlü kendi kuşağının şairlerini çözümlüyor daha çok, Türk Şiirinde İkibin Kuşağına Doğru başlığını taşıyan eleştirel çalışma her bakımdan ufuk açıcı. Bir bakış açısı edinmeye çalışıyor Ünlü, bu yazılarda. Samimi olduğunu, ciddi emek sarf ettiğini söyleyebiliriz.
İkibin kuşağından kimler var?
Henüz üçüncü bölümünün yazıldığı bu dizi yazılarda Ünlü ikibin kuşağının genel karakteristiğini çıkarma çabasında. Mustafa Akar, Furkan Çalışkan, İsmail Kılıçarslan, Zeynep Arkan, Yavuz Altınışık, Çağrı Gürel şiirleri bu yazı dizisinde yakın okumaya tabi tutulmuş.
Şair masum olmalı, mazlum ya da zalim değil!
Ünlü bu çalışmasında alçak gönüllü olmayı elden bırakmadan kendi zaviyesinden şiiri ve şairi nasıl gördüğünün de ipuçlarını veriyor. Şairin masumiyetini onaylayabiliriz ancak içinde yer aldığımız dünyanın itizali karşısında tercihimizi mazlumlardan yana yapmanın kaçınılmaz olduğunu, artık zengin-yoksul ayrımında yoksuldan yana bir tutum sergilemenin daha ahlaki olduğunu söylemek durumundayız. Haklılığı savunmak haklılardan yana olmak temel tercihimizdir.
Sözün ve anlamın gücü
Şair Ünsal Ünlü’yle derginin son sayısında şiir anlayışı ve Okur Kitaplığına dair bir söyleşi gerçekleştirilmiş. Bu söyleşide Ünlü sözün gücüne inancını dile getiriyor. Teknoloji toplumunun bir özelliği de sözün gücünün varlığını tartışmalı hale getirmesidir diyebiliriz. Fiziğin üstünlüğünden bahsediyoruz artık. Maddenin manaya olan üstünlüğünden. Hala sözün gücüne inanan şairler varsa takdir etmek lazım.
Son dört sayıyla gelen değişim
İkindi yağmuru son dört sayıyla ciddi bir değişim-dönüşüm yaşamıştır. Bir kuşak dergisidir artık İkindi Yağmuru. Katılımlar-kopuşlarla beraber genelde Türk Edebiyatına özelde Türk Şiir eleştirisine hizmet etmeye yeni açılımlar getirmeye devam ediyor. Edebiyat okuru için İkindi Yağmuru’nun son dört sayısını edinmelerini öneririm, şiirimizin nabız vuruşlarını duymaları için daha çok.
İletişim: ikindiyagmuru@gmail.com
Tel: 0216 553 33 73
Mustafa Celep, ikibinler şairi olarak haber verdi
2010-07-29
2010-07-26
Turan Karataş’la Sezai Karakoç Üzerine Söyleşi
Cumhuriyet döneminin en önemli şairlerinden biri olan Sezai Karakoç’un, şair ve sanatkar tarafının yanı sıra düşünce serüveni de vardır. Onun gerek kendi çıkardığı Diriliş dergisinde, gerekse bazı gazete ve dergilerde yaklaşık yarım asırdır kaleme aldığı düzyazıları bunu kanıtlar. Sezai Karakoç, hayata bakışı ve onu yorumlayışı kendine özgü olan bir düşünce adamıdır. Şüphesiz o, bu özgünlüğe çok geniş ve farklı kaynaklardan beslenerek ulaşmıştır. Bu özgün bakışıyla da hayatın soyut ve somut her alanını gözlemlemiş ve yorumlamıştır. Sezai Karakoç’un çeşitli yönlerini Doğu’nun Yedinci Oğlu Sezai Karakoç kitabının yazarı Turan Karataş’la konuştuk.
- Türkiye hafızayı pek sevmeyen bir ülke, daha doğrusu geçmişi işine geldiği gibi hatırlamayı yeğleyen bir toplum. Bugün iyimser ve yapıcı bir bakışla yaklaşacak olursak geçmişini henüz keşfetmeye başlayan bir toplum, bir ülke, bir kültür. Siz bu kültüre alışkın olmadığımız zenginlikte bir eserle benzersiz bir katkı getiriyorsunuz. Özgün sanatçı, Sezai Karakoç’un hayatına ve sanatına ilişkin, Fransızların deyişiyle bir ‘pavé’, kaldırım taşı diyebileceğimiz bir çalışma ürettiniz. Bu çalışma, işte o hafızasız topluma bir ‘taş atma’ olduğu gibi hafızasına benzersiz bir katkı; yeni yeni inşa edilen bir yapının gıdım gıdım yükselen duvarları… Sezai Karakoç ile ilk karşılaşmanızdan, daha doğrusu ilk karşılaşmalarınızdan başlayalım. Sezai Karakoç nasıl girdi hayatınıza?
- Efendim, evvelâ, çalışmam için dile getirdiğiniz o güzel sözlere, nazik ifadelerinize çok teşekkür ediyorum. İltifat ediyorsunuz. Bunu şimdiye kadar bir yerde söylediğimi hatırlamıyorum; Sezai Karakoç adıyla/ imzasıyla orta ikideyken karşılaştım ilk kez. Milli Türk Talebe Birliği’nde kitapları satılıyordu; 1976, 77 yılları… Dikkatimi çekmişti, hepsi aynı biçimde ve beyaz kapaklı kitaplar. İlginçtir, Sezai Bey’in aldığım ilk kitapları İslam ve İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’dür. İkisi de inceciktir, muhtemelen param onlara yetiyordu ancak onları alabildim. İkisini de o yaşta okuyamadım, daha doğrusu okumaya çalıştım ama bir şey anlayamadım. Bir hayal kırıklığı oldu benim için. Sonra, hemen aynı yıllarda bizim köyün o zaman üniversite okuyan tek ağabeyi Ahmet Durmaz’ın elinde gördüm Karakoç’un kitaplarını. Ahmet Ağabeye, o kitaplardan ikisini okumaya çalıştığımı ve bir şey anlamadığımı söyleyince, “daha vakit var, anlarsın” mealinde, yani yaşımın küçük olduğunu ima eden bir şeyler söylemişti. Aklımda kaldığına göre, Sezai Karakoç’un önemli bir adam olduğunu, ileride mutlaka okumam gerektiğini de belirtmişti. Fakat, Karakoç’un adıyla üniversiteye kadar bir daha karşılaşmadım. Üniversitede “Monna Rossa” şiirini önce duydum, sonra okudum. Yaşım yirmi, yirmi bir; uzun bir gurbete çıkmışım, soğuk bir Erzurum akşamında adeta şiir beni büyülemiş, çarpmıştı. Sonra hızla diğer şiirlerini buldum, okudum, okudum, hâlâ okuyorum; “bir mumun ardında bekleyen rüzgâr” gibi “ışıksız ruhumu sallayıp dur”maktadır bu şiirler zaman zaman.
- Karakoç’la birebir karşılaşmanız nasıl oldu? İlişkiniz nasıl sürdü?
- Sezai Bey’i şahsen tanımam 1991 yılında olmuştur. Hakkında doktora tezi yapmaya karar verince, o yaz İstanbul’a gittim ve Sezai Bey’i Üretmen Han’ın en üst katındaki Diriliş Yayınları’nda ziyaret ettim. Hakkında doktora tezi hazırlayacağımı söyledim, yardımlarını istedim. Pek oralı olmadı, ama hoşuna gittiğini sezdim. Bana sorarsanız çok önemliydi, bir sanatkâr hayattayken hayatı ve eserleri hakkında doktora tezi hazırlanması. Fakat, Sezai Bey her zamanki ciddiyetiyle “eserlerim ortada, aradığın her şey onlarda” mealinde bir şeyler söyledi. Ama bulmakta güçlük çekeceğim ilk yazılarından birkaçını, Şiir Sanatı dergisinin ilk sayısını, bazı gazete kesiklerini verdi. Ayrıca Diriliş dergisinin son dönem sayılarını ve eserlerinden bir takımı da armağan etti. Tezimi hazırladığım süre içinde birkaç kez görüşmemiz oldu.
- Kitabınızın adı Karakoç’un “Masal” şiirinden esinlenmiş gibi. Doğu-Batı çatışmasını harika biçimde yansıtır bu şiir. Yedi oğlu olan bir baba, kendini Batı egemenliğinin esiri olarak hissedince sırasıyla oğullarını Batı’ya göndermeye başlar. Maksat kendisine egemen olan gücü anlamak, dinlemek, tanımak ve çözmektir… Kitabınızın adından söz ederek devam edelim…
- Bilimsel çalışmaların “piyasa”da itibar görmesi kolay değildir. Onu bir şekilde halka yakın kılmanız yahut piyasa şartlarına uydurmanız gerekir. Yayıncılar bu durumu bildikleri için doktora tezim kitap halinde yayımlanacakken ilgi çekici, hatta şaşırtıcı veya “çarpıcı” bir isim konulması gerektiği kanaatine varıldı. Sonra önerilen isimler içinde Doğunun Yedinci Oğlu… uygun görüldü. Evet, bu ad, Sezai Bey’in “Masal” şiirinden mülhemdir. “Yedinci oğul” ideal insanı temsil eder; özünü, benliğini, kimliğini kaybetmeyen, Batı’nın iğvasına karşı direnen Doğulu insanı. Bu duruma atıfta bulunsun diye söz konusu isim tercih edildi.
- Sezai Karakoç’un sanat sahnesine çıktığı yılların genel özellikleri nelerdir?
- Karakoç’un edebiyata daha doğru bir ifadeyle şiire adım attığı yıllar 1950′lerin hemen başıdır. Garip şiiri, bilhassa kötü örnekler yüzünden neredeyse yerle yeksan olmuştur. Attila İlhan bir tarafta, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever diğer taraflarda yeni bir şiirin peşindedirler. Ankara’da Mülkiye’de okuyan ve henüz 18 yaşında olan Sezai Karakoç, ilk ürünlerini hece şiirinin imkânları içinde vermiş ama asıl aradığı şiirin bu olmadığını bilmektedir. Yani diyeceğim, Türk şiirinin biraz da Dünya şiirine bakarak yeni yollar aradığı, yeni bir özün ve sesin peşinde olduğu bir dönemde Sezai Karakoç şiiri zuhur etmiştir.
- Sezai Karakoç’un, şair ve sanatkâr tarafının yanı sıra, bir ömür şiiriyle yan yana devam eden düşünce ve fikir serüveninin özellikle düzyazılarından biliyoruz. Onun düşünce hayatının oluşmasında etkili olan kişilikler kimledir?
- Sezai Bey’in düşünce ve sanat hayatı iç içedir. Başka bir söyleyişle birbirinin içinde akıp duran iki nehir gibi. Bu hayatı erken yaşlarda İslam medeniyetinin, sanatının ve düşüncesinin büyük erenleri, kanaat önderleri beslemiş ve şekillendirmiştir. İmam-ı Gazali, Muhyiddin-i Arabi, Mevlana, Yunus Emre, Fuzuli, Galip ve diğerleri. Sonra bu birikime Batı şiirinden ve düşüncesinden alınan bilgiler eklenmiştir.
- Karakoç’un Mehmet Yasin adıyla yazdığı bir yazı var “Çekmegil’in Son Eseri” adını taşıyan bu yazı M.Said Çekmegil’le ilişkilerini de ortaya koyuyor. Ama bu ilişki hatıralarına olumsuz yansıyor. Bu konuda siz neler söylersiniz?
- Doğrusu, yazının içeriğini ve Hatıralar’da ne söylendiğini şu anda anımsamıyorum. Özel bir durum bu tabii. Ne söyleyebilirim. Bu, yazanın tavrıdır; nedenini de pek bilemeyiz. Bilindiği gibi, genel olarak hatıralar, duygusal bir ruh haliyle yazılırlar. Sezai Bey’in sonradan çeşitli nedenlerle kırıldığı insanlar olmuştur. Çekmegil de bunlardan biri olmalı.
- Peki, Karakoç, yirminci yüzyıl Türk şiirine nasıl bir ses, nasıl bir nefes getirmiştir?
- Bu sualin cevabı o kadar tafsilatlı ki… Kısaca arz edeyim; elbette yeni bir ses, çağa uygun ve çağın insanın durumuna denk düşen bir öz var Karakoç’un şiirinde. Teknolojiyle birlikte gelen ve hayatımızın ince, kıymetdar değerlerini alıp götüren hoyratlığa, özden kopuşa, eşyaya esir oluşa karşı duruş vardır. Ezeli ve ebedi temaların çağdaş yorumu vardır. Örneğin, ölümün göz ardı edilen hakikat tarafını söyler bu şiir. İnsanın güzelliğinin yanında zalimliğini, kana doymayan yirminci asır zulümlerini anlatır. Geçmişimizi, geleceğimizi haber verir. İnsanlığın saf ve soylu iki anıtı olan kadını ve çocuğu yeni bir güzellik muştusu kılar. Karakoç şiiri, yapı olarak çok katmanlıdır. Birçok defalar okumak arzu ettirir kendini; her okunuşunda da bir sırrını ele verir gibidir.
- Karakoç’un dergiciliği ile fikirlerinin yaygınlaşması arasında bir bağ var mı?
- Önce bir hususu hatırlatayım; “Karakoç’un dergiciliği” ifadesinden şairimiz rahatsız oluyor. Bu başlıkla bir yazım çıkmıştı, oradan biliyorum. O, kendisini bir dergici saymıyor, zaten öyle de değil; bu sözden kasıt da o değil. “Ürünlerimizi yayımlayacak bize uygun yer olmadığı için dergi çıkarmak zorunda kaldık” mealinde bir açıklaması olmuştu. Sezai Karakoç’un şiir ve yazılarını yayımlamakla birlikte Diriliş dergisi, kuşkusuz, bir “mektep” görevi de üstlenmiş; bir anlayışın sözcüsü olmuştur. Birçok yetenekli gencin fark edilmesine ve yetişmesine vesile olmuştur. Bunların önünde de, elbette Karakoç’un düşüncelerinin yayılmasında, tanınmasında önemli bir vasıtadır.
- Sezai Karakoç’un bütün şiirlerini, kendi deyişiyle bütün sağanaklarını bir araya getiren “Gün Doğmadan”ı okuduğunuzda sizi en çok etkileyen şiirler hangileridir? Bunun bir gerekçesi var mı?
- Doğrusunu isterseniz, Gün Doğmadan kitap olarak bana soğuk görünür. Karakoç’un şiirlerini kitaplarının önceki biçimleri içinde okumayı severim. Şiirler III/ Körfez-Şahdamar-Sesler hep elimin altındadır. Bana sorarsanız, şairin en sıkı şiirleri de bu kitaptadır.
- Sezai Karakoç’un şiiri Hızırla Kırk Saat adlı kitabıyla önemli bir sıçrama yapar. İslam tarihine tutulan bir ayna olarak da görebileceğimiz bu şiirde Mehdi’nin gelişi, Müslümanları kurtarışı gibi mitolojik ve şiirsel unsurlara bolca yaslanır Karakoç. Karakoç’ta geleneğin nerdeyse bütün unsurlarının sorgulanmaksızın yer buluşunu nasıl anlıyorsunuz?
- Geleneğin bütün unsurları demeyelim isterseniz; dinamik yahut işlevsel unsurları diyelim. “Sorgulanmaksızın” tespitini de düşünmek lâzım. Bence, Karakoç sorgulamadan bir şeyi bir yere koymaz. Bir de, malûm, bu “gelenek” meselesi hayli karmaşık ve bakana göre farklılık arz edebiliyor. Ama şurası açık, Karakoç şiiri geleneksel olanı yadsıyan bir şiir değil, aksine geçmişiyle barışık bir şiirdir.
- Aynı kitapta bize Mehmed Akif’i hatırlatan dizeler de vardır: “Her evde kutsal kitaplar asılıydı/ Okuyan kimseyi göremedim/ Okusa da anlayanı göremedim.”Mehmed Akif’e bakışı nasıldır Karakoç’un? Onun etkilendiği Müslüman düşünürleri yok sayan bir yanı var gibi Mehmed Akif kitabında…
- Karakoç’un Âkif’e bakışı o özgün ve önemli kitabında aşikardır. Âkif’i çok önemsediği, hakkında kitap yazmasından belli değil mi? Âkif hakkında okuduğum onca yazı, kitap arasında Sezai Bey’in yazdıklarını ayrı bir yere koymuşumdur. Âkif’i etkileyen düşünürleri yok sayar mı? Bunu hissetmedim doğrusu.
- Enis Batur ”Sezai Karakoç’un baştan uca yenilgiye teslim olmayan” bir şiir dünyası olduğundan söz ediyor Karakoç Çeşmesi başlıklı yazısında. Şunu sormak istiyorum: Karakoç’ta edebiyat ve hayat ilişkileri nasıl kurulur? Şiiri yaşamıyla örtüşüyor mu Karakoç’un?. Uzun soluklu bir yolculuğa çıkmış şiirle, diyebilir miyiz?
- Şair yaşadığını yazar mı, yazmaz mı? Uzun bir tartışma bu. Karakoç’un şiirinde hayatından gelen motifler az değil. Gül Muştusu, Taha’nın Kitabı dikkatle okunduğunda çok şey görülebilir. Fakat bu motifler, yansımalar yani şairin hayatından şiirine çektiği dirilik suyu, şairin yazdıkları hayatıyla “örtüşüyor” anlamına gelmez. Aslına bakarsanız, Karakoç kendisinin de ifade ettiği gibi, yıllar yılı başka bir zamanı yaşamıştır. Sonra, yaşadığını yazmanın da şair için bir azap olduğunu bilmektedir. “Konuk” şiirinde şöyle der: “Arkama bakamam zorlama beni/ Anılar perisi biçme kaburga kemiğimi/ O keskin kılıcının ağzıyla/ Tatmak istemem o azaptan zehri”. Aslında, yaşananlara/ maziye dönmek, çok zaman bir azap olabilir.
- Onun düşünce dünyasında İslam`ı bir bakıma uygarlık nokta-i nazarından değerlendirme düşüncesinin sebepleri nelerdir?
- İslam düşünce ve sanatının göründüğü yer, İslam uygarlığıdır. Medeniyet, “iman” ve “islam”dan sonda dinin “ihsan” boyutudur. İnanış, teslim oluş ve güzellikle yüceliş… Sanatı dolayısıyla şiiri besleyen damarlar da oradan gelir. Estetik, medeniyetin bir yüzüdür. Karakoç bir din bilgini değil. Bir sanatkâr ve bir düşünce beyi. Kaldı ki, Karakoç’un İslam inanışına dair de özgün yaklaşımları, tespitleri vardır. Diyeceğim, bir sanatkâr olması hasebiyle, Karakoç’un İslam’ı medeniyet nokta-ı nazarından ele alması bana çok tabii görünüyor.
- Sezai Karakoç’u gerçekten insani ve sanatçı yönüyle son derece güzel çiziyorsunuz. Kitapta anlattığınız örnekler gibi çok hoş ayrıntılar var. O öncelikle gerçek bir ‘Kültür Adamı’ diye bilinir. Halbuki biraz yakından tanıyanlar için çok önemli başka bir boyuta daha sahipti: Siyasi angaje yanı. Sizce bu kişilik veya Kültür Adamı ile siyasi angaje kişiliği arasında bir çelişki var mıydı, bu siyasi insani yanını biraz daha açabilir misiniz? Karakoç’un siyasal parti kurarak aktif politikanın içinde yer almasını nasıl karşılıyorsunuz?
- İşte izahı en zor mesele. Sezai Bey’e sorarsanız, Diriliş Partisi ya da şimdiki adıyla Yüce Diriliş Partisi, Diriliş düşüncesinin tabii bir evresidir. Yani yazılarla kitaplarla anlatılan, okuyucu kesimine duyurulan bu düşünce hareketi, bir gün gelip eyleme dönüşecek ve kitlelere ulaşacaktır. Kaldı ki, “parti” Sezai Bey’in anlamasıyla ve anlamlandırmasıyla bilinen manasıyla bir siyasi oluşum değil, bir kulüp ya da dernek gibi bir şeydir. Mesela, Büyük Doğu Derneği de, bir tarafıyla bir partidir Sezai Bey kavlince. Bu bakımdan, Karakoç’un parti kurmasında ve genel başkan olmasında şaşılacak bir yön yok. Ancak, meseleye dışarıdan bakınca, Türkiye’de mevcut siyasal ortamda Sezai Karakoç’un bir parti başkanı olmasını düşünmek bile güç. Yalnız, burada bir hususu biraz açalım: Sezai Bey’de siyasî bağlanmışlık, sizin tabirinizle bir “angaje” oluş söz konusu değildir. Siyaset olsa olsa bir vasıtadır idealin gerçekleştirilmesi için. Ne var, sanıyorum biraz da yakınında olanların, dostlarının isteğini kıramadığı için, asla binicisi olamayacağı bir ata suvar olmuştur.
- İkinci Yeni şiiriyle ilişkisi hangi düzeydedir Karakoç’un?
- İkinci Yeni, bilindiği üzere, bir dönemin şiir hareketidir. (Buradaki “hareket” terimini bilerek kullanıyorum. Çünkü “akım” değildir İkinci Yeni.) Ortaya çıkışı, yaygınlık kazanması ve kökleşmesi ya da kabul görmesi on yıllık bir zamana (1953–1963) tekabül eder. Etkisi birçok akımdan daha güçlü olmuştur. Belirttiğim dönemden sonra da bu etki sürgit olmuştur. Ne var, İkinci Yeni hareketi içinde yer alan hemen bütün şairler, sonraki yıllarda şiir tutumlarını genişletmişler yahut değiştirmişlerdir. Sezai Karakoç da başlangıçta ses, eda, imge, kelime kadrosu yani biçimsel unsurlarıyla bu hareketin içinde olmuştur. Hatta, bana kalırsa, bu hareketi başlatanlardandır. Sonra şiiri özündeki farklılığı iyice belirginleştirmiş ve farklı bir mecraya girmiştir. Kısacası, diğer İkinci Yeni şairleri hareketin neresindeyse, Karakoç da tam oradadır.
- Bir konuşmanızda “Karakoç’u ‘Monna Rosa’ şiiriyle anmak O’na haksızlık olur. Karakoç da bundan rahatsız ve şair olarak anılmaktan hoşlanmıyor. Hatta son zamanlarda Karakoç, ‘Ben şair değilim’ demeye başlamıştır” diyorsunuz. Uzun yıllar arasına mesafe koyduğu “Monna Rosa” şiirini yıllar sonra kitap olarak yayımlamış oluşunu nasıl değerlendirirsiniz?
- Bazı konuşmalarda söz maksadını aşabiliyor. Yanlış anlaşılmalara meydan verecek bir mecraya girebiliyor. Az evvel aktardığınız cümlelerim de bu kabilden. Biraz tavzihe ihtiyaç var. Bir kere, Sezai Bey tevazuundan ya da mütefekkir tarafını görmeyenlere kızgınlığından “ben şair değilim” diyor olmalı. “Monna Rosa” şairi olarak anılmak istemiyor; haksız da değil. Böyle bir anılış sanatkârın asıl eserini görmemek olur. Onun özgörevini perdeleyen bir yaklaşımdır bu. “Monna Rosa”, evet çok güzel bir şiirdir, dahası Türkçenin en güzel aşk şiirlerinden biridir ama son tahlilde bir “gençlik hevesiyle” vücut bulduğunu biliyoruz. Ve hiçbir şekilde Karakoç şiirini temsil kabiliyeti taşımaz. Bunun için, Sezai Bey’i salt “Monna Rosa” şairi olarak anmak, hatırlamak büyük haksızlık olur.
Bu efsane şiiri yaklaşık 50 yıl sonra kitap olarak yayımlaması ise tek bir nedene dayanmaz sanırım. Gerçek sebebi şair bilir elbet. Benim aklıma gelenler, adı geçen şiirin yalan yanlış şekillerinin şurada burada dolaşımda olmasından rahatsızlık duymuştur şair. Şiirin adeta “kült” haline gelişinden yararlanan birtakım çevrelere kızmış olabilir. Bu güzel şiirin bir bütünlük içinde ve bir kitap zarfıyla okura ulaşmasını istemiştir. Dokuzuncu kitap olarak çıkardığı Monna Rosa’dan sonra bir “son kitap”la şairlik serüvenini ya da sürecini tamamlamayı düşündüğünü de tahmin edebiliyorum. Çünkü bir seferinde “onuncu kitap sonuncu kitap” ifadelerini söz arasında telaffuz etmişti.
- Karakoç hakkında yazılan kitapların, tezlerin, dergi özel sayılarının ve yazıların niteliği hakkında neler söylersiniz?
- Evvela, hepsi de bir iyi niyet tezahürüdür, çoğu sevgiyle yazılmıştır. Evet, niteliksiz yazılar vardır, ama onların da kendilerince bir işlevi olduğunu düşünüyorum.
- Artık bir gelenek oluşturan Kültür ve Turizm Bakanlığı Büyük Ödülü 2007 yılında Sezai Karakoç’a verilmişti. Sezai Karakoç bu ödülü almadı. Tören yapılmasını da istemedi. Karakoç’un ödüllerle ilişkisini nasıl yorumlarsınız?
- Benim bildiğim, Sezai Karakoç’un bu tür olgulara itibar etmediğidir. Şu veya bu ödülü alsam diye bir kaygı taşıdığını sanmıyorum. Dünya nimetlerinin onun nazarında fazla bir itibarı olmaz. Türkiye’de, sayıları biri ikiyi geçmeyen mülkiyetsiz mülkiyelilerdendir.
- Sezai Karakoç gibi, yarım yüzyılı aşan bir zaman dilimine şiir üretimini yaymış özgün bir şairden yarınlara kalacak olan nedir?
- Bütün eserleri… Hadi şunu diyelim, özgün bir şairin, özgün olan eserleri. Daha uzun bir zaman Karakoç’un hararetle okunacağını düşünüyorum. Şiirinin ise, Türk şiirinde önemli bir yapı taşı olacağından eminim.
- Söyleşi için teşekkür ederim…
- Evet, sorular güzeldi, biraz yorulduk, ama okuyacaklar için feda olsun bu tatlı yorgunluklar. Ben de teşekkür ediyorum.
Söyleşi: Asım Öz
Kaynak: haksozhaber.net
- Türkiye hafızayı pek sevmeyen bir ülke, daha doğrusu geçmişi işine geldiği gibi hatırlamayı yeğleyen bir toplum. Bugün iyimser ve yapıcı bir bakışla yaklaşacak olursak geçmişini henüz keşfetmeye başlayan bir toplum, bir ülke, bir kültür. Siz bu kültüre alışkın olmadığımız zenginlikte bir eserle benzersiz bir katkı getiriyorsunuz. Özgün sanatçı, Sezai Karakoç’un hayatına ve sanatına ilişkin, Fransızların deyişiyle bir ‘pavé’, kaldırım taşı diyebileceğimiz bir çalışma ürettiniz. Bu çalışma, işte o hafızasız topluma bir ‘taş atma’ olduğu gibi hafızasına benzersiz bir katkı; yeni yeni inşa edilen bir yapının gıdım gıdım yükselen duvarları… Sezai Karakoç ile ilk karşılaşmanızdan, daha doğrusu ilk karşılaşmalarınızdan başlayalım. Sezai Karakoç nasıl girdi hayatınıza?
- Efendim, evvelâ, çalışmam için dile getirdiğiniz o güzel sözlere, nazik ifadelerinize çok teşekkür ediyorum. İltifat ediyorsunuz. Bunu şimdiye kadar bir yerde söylediğimi hatırlamıyorum; Sezai Karakoç adıyla/ imzasıyla orta ikideyken karşılaştım ilk kez. Milli Türk Talebe Birliği’nde kitapları satılıyordu; 1976, 77 yılları… Dikkatimi çekmişti, hepsi aynı biçimde ve beyaz kapaklı kitaplar. İlginçtir, Sezai Bey’in aldığım ilk kitapları İslam ve İslam Toplumunun Ekonomik Strüktürü’dür. İkisi de inceciktir, muhtemelen param onlara yetiyordu ancak onları alabildim. İkisini de o yaşta okuyamadım, daha doğrusu okumaya çalıştım ama bir şey anlayamadım. Bir hayal kırıklığı oldu benim için. Sonra, hemen aynı yıllarda bizim köyün o zaman üniversite okuyan tek ağabeyi Ahmet Durmaz’ın elinde gördüm Karakoç’un kitaplarını. Ahmet Ağabeye, o kitaplardan ikisini okumaya çalıştığımı ve bir şey anlamadığımı söyleyince, “daha vakit var, anlarsın” mealinde, yani yaşımın küçük olduğunu ima eden bir şeyler söylemişti. Aklımda kaldığına göre, Sezai Karakoç’un önemli bir adam olduğunu, ileride mutlaka okumam gerektiğini de belirtmişti. Fakat, Karakoç’un adıyla üniversiteye kadar bir daha karşılaşmadım. Üniversitede “Monna Rossa” şiirini önce duydum, sonra okudum. Yaşım yirmi, yirmi bir; uzun bir gurbete çıkmışım, soğuk bir Erzurum akşamında adeta şiir beni büyülemiş, çarpmıştı. Sonra hızla diğer şiirlerini buldum, okudum, okudum, hâlâ okuyorum; “bir mumun ardında bekleyen rüzgâr” gibi “ışıksız ruhumu sallayıp dur”maktadır bu şiirler zaman zaman.
- Karakoç’la birebir karşılaşmanız nasıl oldu? İlişkiniz nasıl sürdü?
- Sezai Bey’i şahsen tanımam 1991 yılında olmuştur. Hakkında doktora tezi yapmaya karar verince, o yaz İstanbul’a gittim ve Sezai Bey’i Üretmen Han’ın en üst katındaki Diriliş Yayınları’nda ziyaret ettim. Hakkında doktora tezi hazırlayacağımı söyledim, yardımlarını istedim. Pek oralı olmadı, ama hoşuna gittiğini sezdim. Bana sorarsanız çok önemliydi, bir sanatkâr hayattayken hayatı ve eserleri hakkında doktora tezi hazırlanması. Fakat, Sezai Bey her zamanki ciddiyetiyle “eserlerim ortada, aradığın her şey onlarda” mealinde bir şeyler söyledi. Ama bulmakta güçlük çekeceğim ilk yazılarından birkaçını, Şiir Sanatı dergisinin ilk sayısını, bazı gazete kesiklerini verdi. Ayrıca Diriliş dergisinin son dönem sayılarını ve eserlerinden bir takımı da armağan etti. Tezimi hazırladığım süre içinde birkaç kez görüşmemiz oldu.
- Kitabınızın adı Karakoç’un “Masal” şiirinden esinlenmiş gibi. Doğu-Batı çatışmasını harika biçimde yansıtır bu şiir. Yedi oğlu olan bir baba, kendini Batı egemenliğinin esiri olarak hissedince sırasıyla oğullarını Batı’ya göndermeye başlar. Maksat kendisine egemen olan gücü anlamak, dinlemek, tanımak ve çözmektir… Kitabınızın adından söz ederek devam edelim…
- Bilimsel çalışmaların “piyasa”da itibar görmesi kolay değildir. Onu bir şekilde halka yakın kılmanız yahut piyasa şartlarına uydurmanız gerekir. Yayıncılar bu durumu bildikleri için doktora tezim kitap halinde yayımlanacakken ilgi çekici, hatta şaşırtıcı veya “çarpıcı” bir isim konulması gerektiği kanaatine varıldı. Sonra önerilen isimler içinde Doğunun Yedinci Oğlu… uygun görüldü. Evet, bu ad, Sezai Bey’in “Masal” şiirinden mülhemdir. “Yedinci oğul” ideal insanı temsil eder; özünü, benliğini, kimliğini kaybetmeyen, Batı’nın iğvasına karşı direnen Doğulu insanı. Bu duruma atıfta bulunsun diye söz konusu isim tercih edildi.
- Sezai Karakoç’un sanat sahnesine çıktığı yılların genel özellikleri nelerdir?
- Karakoç’un edebiyata daha doğru bir ifadeyle şiire adım attığı yıllar 1950′lerin hemen başıdır. Garip şiiri, bilhassa kötü örnekler yüzünden neredeyse yerle yeksan olmuştur. Attila İlhan bir tarafta, Behçet Necatigil, İlhan Berk, Turgut Uyar, Edip Cansever diğer taraflarda yeni bir şiirin peşindedirler. Ankara’da Mülkiye’de okuyan ve henüz 18 yaşında olan Sezai Karakoç, ilk ürünlerini hece şiirinin imkânları içinde vermiş ama asıl aradığı şiirin bu olmadığını bilmektedir. Yani diyeceğim, Türk şiirinin biraz da Dünya şiirine bakarak yeni yollar aradığı, yeni bir özün ve sesin peşinde olduğu bir dönemde Sezai Karakoç şiiri zuhur etmiştir.
- Sezai Karakoç’un, şair ve sanatkâr tarafının yanı sıra, bir ömür şiiriyle yan yana devam eden düşünce ve fikir serüveninin özellikle düzyazılarından biliyoruz. Onun düşünce hayatının oluşmasında etkili olan kişilikler kimledir?
- Sezai Bey’in düşünce ve sanat hayatı iç içedir. Başka bir söyleyişle birbirinin içinde akıp duran iki nehir gibi. Bu hayatı erken yaşlarda İslam medeniyetinin, sanatının ve düşüncesinin büyük erenleri, kanaat önderleri beslemiş ve şekillendirmiştir. İmam-ı Gazali, Muhyiddin-i Arabi, Mevlana, Yunus Emre, Fuzuli, Galip ve diğerleri. Sonra bu birikime Batı şiirinden ve düşüncesinden alınan bilgiler eklenmiştir.
- Karakoç’un Mehmet Yasin adıyla yazdığı bir yazı var “Çekmegil’in Son Eseri” adını taşıyan bu yazı M.Said Çekmegil’le ilişkilerini de ortaya koyuyor. Ama bu ilişki hatıralarına olumsuz yansıyor. Bu konuda siz neler söylersiniz?
- Doğrusu, yazının içeriğini ve Hatıralar’da ne söylendiğini şu anda anımsamıyorum. Özel bir durum bu tabii. Ne söyleyebilirim. Bu, yazanın tavrıdır; nedenini de pek bilemeyiz. Bilindiği gibi, genel olarak hatıralar, duygusal bir ruh haliyle yazılırlar. Sezai Bey’in sonradan çeşitli nedenlerle kırıldığı insanlar olmuştur. Çekmegil de bunlardan biri olmalı.
- Peki, Karakoç, yirminci yüzyıl Türk şiirine nasıl bir ses, nasıl bir nefes getirmiştir?
- Bu sualin cevabı o kadar tafsilatlı ki… Kısaca arz edeyim; elbette yeni bir ses, çağa uygun ve çağın insanın durumuna denk düşen bir öz var Karakoç’un şiirinde. Teknolojiyle birlikte gelen ve hayatımızın ince, kıymetdar değerlerini alıp götüren hoyratlığa, özden kopuşa, eşyaya esir oluşa karşı duruş vardır. Ezeli ve ebedi temaların çağdaş yorumu vardır. Örneğin, ölümün göz ardı edilen hakikat tarafını söyler bu şiir. İnsanın güzelliğinin yanında zalimliğini, kana doymayan yirminci asır zulümlerini anlatır. Geçmişimizi, geleceğimizi haber verir. İnsanlığın saf ve soylu iki anıtı olan kadını ve çocuğu yeni bir güzellik muştusu kılar. Karakoç şiiri, yapı olarak çok katmanlıdır. Birçok defalar okumak arzu ettirir kendini; her okunuşunda da bir sırrını ele verir gibidir.
- Karakoç’un dergiciliği ile fikirlerinin yaygınlaşması arasında bir bağ var mı?
- Önce bir hususu hatırlatayım; “Karakoç’un dergiciliği” ifadesinden şairimiz rahatsız oluyor. Bu başlıkla bir yazım çıkmıştı, oradan biliyorum. O, kendisini bir dergici saymıyor, zaten öyle de değil; bu sözden kasıt da o değil. “Ürünlerimizi yayımlayacak bize uygun yer olmadığı için dergi çıkarmak zorunda kaldık” mealinde bir açıklaması olmuştu. Sezai Karakoç’un şiir ve yazılarını yayımlamakla birlikte Diriliş dergisi, kuşkusuz, bir “mektep” görevi de üstlenmiş; bir anlayışın sözcüsü olmuştur. Birçok yetenekli gencin fark edilmesine ve yetişmesine vesile olmuştur. Bunların önünde de, elbette Karakoç’un düşüncelerinin yayılmasında, tanınmasında önemli bir vasıtadır.
- Sezai Karakoç’un bütün şiirlerini, kendi deyişiyle bütün sağanaklarını bir araya getiren “Gün Doğmadan”ı okuduğunuzda sizi en çok etkileyen şiirler hangileridir? Bunun bir gerekçesi var mı?
- Doğrusunu isterseniz, Gün Doğmadan kitap olarak bana soğuk görünür. Karakoç’un şiirlerini kitaplarının önceki biçimleri içinde okumayı severim. Şiirler III/ Körfez-Şahdamar-Sesler hep elimin altındadır. Bana sorarsanız, şairin en sıkı şiirleri de bu kitaptadır.
- Sezai Karakoç’un şiiri Hızırla Kırk Saat adlı kitabıyla önemli bir sıçrama yapar. İslam tarihine tutulan bir ayna olarak da görebileceğimiz bu şiirde Mehdi’nin gelişi, Müslümanları kurtarışı gibi mitolojik ve şiirsel unsurlara bolca yaslanır Karakoç. Karakoç’ta geleneğin nerdeyse bütün unsurlarının sorgulanmaksızın yer buluşunu nasıl anlıyorsunuz?
- Geleneğin bütün unsurları demeyelim isterseniz; dinamik yahut işlevsel unsurları diyelim. “Sorgulanmaksızın” tespitini de düşünmek lâzım. Bence, Karakoç sorgulamadan bir şeyi bir yere koymaz. Bir de, malûm, bu “gelenek” meselesi hayli karmaşık ve bakana göre farklılık arz edebiliyor. Ama şurası açık, Karakoç şiiri geleneksel olanı yadsıyan bir şiir değil, aksine geçmişiyle barışık bir şiirdir.
- Aynı kitapta bize Mehmed Akif’i hatırlatan dizeler de vardır: “Her evde kutsal kitaplar asılıydı/ Okuyan kimseyi göremedim/ Okusa da anlayanı göremedim.”Mehmed Akif’e bakışı nasıldır Karakoç’un? Onun etkilendiği Müslüman düşünürleri yok sayan bir yanı var gibi Mehmed Akif kitabında…
- Karakoç’un Âkif’e bakışı o özgün ve önemli kitabında aşikardır. Âkif’i çok önemsediği, hakkında kitap yazmasından belli değil mi? Âkif hakkında okuduğum onca yazı, kitap arasında Sezai Bey’in yazdıklarını ayrı bir yere koymuşumdur. Âkif’i etkileyen düşünürleri yok sayar mı? Bunu hissetmedim doğrusu.
- Enis Batur ”Sezai Karakoç’un baştan uca yenilgiye teslim olmayan” bir şiir dünyası olduğundan söz ediyor Karakoç Çeşmesi başlıklı yazısında. Şunu sormak istiyorum: Karakoç’ta edebiyat ve hayat ilişkileri nasıl kurulur? Şiiri yaşamıyla örtüşüyor mu Karakoç’un?. Uzun soluklu bir yolculuğa çıkmış şiirle, diyebilir miyiz?
- Şair yaşadığını yazar mı, yazmaz mı? Uzun bir tartışma bu. Karakoç’un şiirinde hayatından gelen motifler az değil. Gül Muştusu, Taha’nın Kitabı dikkatle okunduğunda çok şey görülebilir. Fakat bu motifler, yansımalar yani şairin hayatından şiirine çektiği dirilik suyu, şairin yazdıkları hayatıyla “örtüşüyor” anlamına gelmez. Aslına bakarsanız, Karakoç kendisinin de ifade ettiği gibi, yıllar yılı başka bir zamanı yaşamıştır. Sonra, yaşadığını yazmanın da şair için bir azap olduğunu bilmektedir. “Konuk” şiirinde şöyle der: “Arkama bakamam zorlama beni/ Anılar perisi biçme kaburga kemiğimi/ O keskin kılıcının ağzıyla/ Tatmak istemem o azaptan zehri”. Aslında, yaşananlara/ maziye dönmek, çok zaman bir azap olabilir.
- Onun düşünce dünyasında İslam`ı bir bakıma uygarlık nokta-i nazarından değerlendirme düşüncesinin sebepleri nelerdir?
- İslam düşünce ve sanatının göründüğü yer, İslam uygarlığıdır. Medeniyet, “iman” ve “islam”dan sonda dinin “ihsan” boyutudur. İnanış, teslim oluş ve güzellikle yüceliş… Sanatı dolayısıyla şiiri besleyen damarlar da oradan gelir. Estetik, medeniyetin bir yüzüdür. Karakoç bir din bilgini değil. Bir sanatkâr ve bir düşünce beyi. Kaldı ki, Karakoç’un İslam inanışına dair de özgün yaklaşımları, tespitleri vardır. Diyeceğim, bir sanatkâr olması hasebiyle, Karakoç’un İslam’ı medeniyet nokta-ı nazarından ele alması bana çok tabii görünüyor.
- Sezai Karakoç’u gerçekten insani ve sanatçı yönüyle son derece güzel çiziyorsunuz. Kitapta anlattığınız örnekler gibi çok hoş ayrıntılar var. O öncelikle gerçek bir ‘Kültür Adamı’ diye bilinir. Halbuki biraz yakından tanıyanlar için çok önemli başka bir boyuta daha sahipti: Siyasi angaje yanı. Sizce bu kişilik veya Kültür Adamı ile siyasi angaje kişiliği arasında bir çelişki var mıydı, bu siyasi insani yanını biraz daha açabilir misiniz? Karakoç’un siyasal parti kurarak aktif politikanın içinde yer almasını nasıl karşılıyorsunuz?
- İşte izahı en zor mesele. Sezai Bey’e sorarsanız, Diriliş Partisi ya da şimdiki adıyla Yüce Diriliş Partisi, Diriliş düşüncesinin tabii bir evresidir. Yani yazılarla kitaplarla anlatılan, okuyucu kesimine duyurulan bu düşünce hareketi, bir gün gelip eyleme dönüşecek ve kitlelere ulaşacaktır. Kaldı ki, “parti” Sezai Bey’in anlamasıyla ve anlamlandırmasıyla bilinen manasıyla bir siyasi oluşum değil, bir kulüp ya da dernek gibi bir şeydir. Mesela, Büyük Doğu Derneği de, bir tarafıyla bir partidir Sezai Bey kavlince. Bu bakımdan, Karakoç’un parti kurmasında ve genel başkan olmasında şaşılacak bir yön yok. Ancak, meseleye dışarıdan bakınca, Türkiye’de mevcut siyasal ortamda Sezai Karakoç’un bir parti başkanı olmasını düşünmek bile güç. Yalnız, burada bir hususu biraz açalım: Sezai Bey’de siyasî bağlanmışlık, sizin tabirinizle bir “angaje” oluş söz konusu değildir. Siyaset olsa olsa bir vasıtadır idealin gerçekleştirilmesi için. Ne var, sanıyorum biraz da yakınında olanların, dostlarının isteğini kıramadığı için, asla binicisi olamayacağı bir ata suvar olmuştur.
- İkinci Yeni şiiriyle ilişkisi hangi düzeydedir Karakoç’un?
- İkinci Yeni, bilindiği üzere, bir dönemin şiir hareketidir. (Buradaki “hareket” terimini bilerek kullanıyorum. Çünkü “akım” değildir İkinci Yeni.) Ortaya çıkışı, yaygınlık kazanması ve kökleşmesi ya da kabul görmesi on yıllık bir zamana (1953–1963) tekabül eder. Etkisi birçok akımdan daha güçlü olmuştur. Belirttiğim dönemden sonra da bu etki sürgit olmuştur. Ne var, İkinci Yeni hareketi içinde yer alan hemen bütün şairler, sonraki yıllarda şiir tutumlarını genişletmişler yahut değiştirmişlerdir. Sezai Karakoç da başlangıçta ses, eda, imge, kelime kadrosu yani biçimsel unsurlarıyla bu hareketin içinde olmuştur. Hatta, bana kalırsa, bu hareketi başlatanlardandır. Sonra şiiri özündeki farklılığı iyice belirginleştirmiş ve farklı bir mecraya girmiştir. Kısacası, diğer İkinci Yeni şairleri hareketin neresindeyse, Karakoç da tam oradadır.
- Bir konuşmanızda “Karakoç’u ‘Monna Rosa’ şiiriyle anmak O’na haksızlık olur. Karakoç da bundan rahatsız ve şair olarak anılmaktan hoşlanmıyor. Hatta son zamanlarda Karakoç, ‘Ben şair değilim’ demeye başlamıştır” diyorsunuz. Uzun yıllar arasına mesafe koyduğu “Monna Rosa” şiirini yıllar sonra kitap olarak yayımlamış oluşunu nasıl değerlendirirsiniz?
- Bazı konuşmalarda söz maksadını aşabiliyor. Yanlış anlaşılmalara meydan verecek bir mecraya girebiliyor. Az evvel aktardığınız cümlelerim de bu kabilden. Biraz tavzihe ihtiyaç var. Bir kere, Sezai Bey tevazuundan ya da mütefekkir tarafını görmeyenlere kızgınlığından “ben şair değilim” diyor olmalı. “Monna Rosa” şairi olarak anılmak istemiyor; haksız da değil. Böyle bir anılış sanatkârın asıl eserini görmemek olur. Onun özgörevini perdeleyen bir yaklaşımdır bu. “Monna Rosa”, evet çok güzel bir şiirdir, dahası Türkçenin en güzel aşk şiirlerinden biridir ama son tahlilde bir “gençlik hevesiyle” vücut bulduğunu biliyoruz. Ve hiçbir şekilde Karakoç şiirini temsil kabiliyeti taşımaz. Bunun için, Sezai Bey’i salt “Monna Rosa” şairi olarak anmak, hatırlamak büyük haksızlık olur.
Bu efsane şiiri yaklaşık 50 yıl sonra kitap olarak yayımlaması ise tek bir nedene dayanmaz sanırım. Gerçek sebebi şair bilir elbet. Benim aklıma gelenler, adı geçen şiirin yalan yanlış şekillerinin şurada burada dolaşımda olmasından rahatsızlık duymuştur şair. Şiirin adeta “kült” haline gelişinden yararlanan birtakım çevrelere kızmış olabilir. Bu güzel şiirin bir bütünlük içinde ve bir kitap zarfıyla okura ulaşmasını istemiştir. Dokuzuncu kitap olarak çıkardığı Monna Rosa’dan sonra bir “son kitap”la şairlik serüvenini ya da sürecini tamamlamayı düşündüğünü de tahmin edebiliyorum. Çünkü bir seferinde “onuncu kitap sonuncu kitap” ifadelerini söz arasında telaffuz etmişti.
- Karakoç hakkında yazılan kitapların, tezlerin, dergi özel sayılarının ve yazıların niteliği hakkında neler söylersiniz?
- Evvela, hepsi de bir iyi niyet tezahürüdür, çoğu sevgiyle yazılmıştır. Evet, niteliksiz yazılar vardır, ama onların da kendilerince bir işlevi olduğunu düşünüyorum.
- Artık bir gelenek oluşturan Kültür ve Turizm Bakanlığı Büyük Ödülü 2007 yılında Sezai Karakoç’a verilmişti. Sezai Karakoç bu ödülü almadı. Tören yapılmasını da istemedi. Karakoç’un ödüllerle ilişkisini nasıl yorumlarsınız?
- Benim bildiğim, Sezai Karakoç’un bu tür olgulara itibar etmediğidir. Şu veya bu ödülü alsam diye bir kaygı taşıdığını sanmıyorum. Dünya nimetlerinin onun nazarında fazla bir itibarı olmaz. Türkiye’de, sayıları biri ikiyi geçmeyen mülkiyetsiz mülkiyelilerdendir.
- Sezai Karakoç gibi, yarım yüzyılı aşan bir zaman dilimine şiir üretimini yaymış özgün bir şairden yarınlara kalacak olan nedir?
- Bütün eserleri… Hadi şunu diyelim, özgün bir şairin, özgün olan eserleri. Daha uzun bir zaman Karakoç’un hararetle okunacağını düşünüyorum. Şiirinin ise, Türk şiirinde önemli bir yapı taşı olacağından eminim.
- Söyleşi için teşekkür ederim…
- Evet, sorular güzeldi, biraz yorulduk, ama okuyacaklar için feda olsun bu tatlı yorgunluklar. Ben de teşekkür ediyorum.
Söyleşi: Asım Öz
Kaynak: haksozhaber.net
'Rıhle' dergisi
Nisan/Haziran 2010
“Ahir zaman”dan sonra “ahiret”i dosya konusu olarak işlemenin uygun olacağı düşüncesiyle “Ahirete Yakînen İman” konusunu ele alıyoruz.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a iman” meselesinin zikredildiği ayetlerin pek çoğunda “ahirete iman”ın ona eşlik ettiği dikkat çekiyor. Dünya hayatının ancak yakin mertebesinde bir ahiret inancıyla istikamet üzere yaşanabileceği gerçeğinin en belirgin ifadesi bu olsa gerek…
İçinde yaşadığımız zaman diliminde ahiret inancıyla ilgili pek çok “arızalı yaklaşım” mevcut. Bunların bir kısmı “ötekine” bakan yüzümüzde ortaya çıkarken, bir kısmı bünyeye “iç hastalık” vasfıyla arız olmuş durumda.
Ahiretteki nihaî kurtuluşun çerçevesi ve şümulü ile ilgili modern savrulmalar arızanın birinci boyutunu teşkil diyor. Nihaî kurtuluş ve kazancın Ümmet-i Muhammed yanında –”tedarik edilmiş” belli şartları taşımaları halinde– Kitap ehlini de kapsayacağı görüşünün –Ehl-i Sünnet bir yana– tarih içinde herhangi bir İslamî fırka tarafından gündeme getirildiğinden haberdar değiliz. Dinlerarası Diyalog sürecinin inkâr edilemez bir biçimde katkıda bulunduğu bu savrulmanın “iman-küfür” sınırını berhava ettiğini ayrıca belirtmeye gerek yok!
Öte yandan, içine çektiği her anlamı buharlaştıran “sekülerleşme” süreci, ahiret bilincimizi de flulaştırıyor. Ahirete inandığını söyleyen, ancak hayatında bu inancın herhangi bir tezahürüne rastlanmayan, takva, zühd, istiğna… gibi kavramları sürgüne göndererek dünya hayatını gayrı müslimlerin algıladığı gibi algılayıp onlar gibi dizayn eden insan tipine bu kadar yoğun rastlanması hayra alamet değil…
Kur’an ahiret hayatını ana hatlarıyla zikretmişse, resmi somutlaştıran ve belirgin kılan unsurlar da Sünnet’te ifadesini bulmuştur. Yukarıda dile getirdiğimiz ikinci arıza tam da bu noktada kendisini gösteriyor. Sünnet-i Seniyye konusunda bilincimizde oluşturulan kara delikler bir yandan Sırat, Mizan, Şefaat, Kabir azabı… gibi hususlarda inkâra dayalı bir algı tarzının oluşmasına sebebiyet verirken, diğer yandan tarihsel teşbih/tecsim arızasını su yüzüne çıkarıyor.
Bütün bu hususlarda müstakim Müslümanlığın kırmızı çizgilerini, Sahabe’den devralınan İslam algısını bir kere daha ve ciddiyetle düşünmek, hatırlamak ertelenemez bir vecibe durumundadır.
Meselenin bütün boyutlarını kuşatmasına dikkat ettiğimiz dosya yazılarını ilgiyle okuyacaksınız.
Bu sayıda yer alan ilk yazı Editörümüz Ebubekir Sifil hocanın “Yüzü Âhirete Dönük Yaşamak” başlıklı makalesi.
Dâru’l-Hikme hocalarından Talha Hakan Alp, “Ahiret Hayatının Mahiyeti: Haşrın Cismânîliği Meselesi” başlıklı makalesinde Ahiret hayatının mahiyetine dair izahata esas teşkil eden haşr-ı cismânî meselesini ve dirilişin hem beden hem ruhla mı, yoksa sadece ruhla mı olacağı konusunu ele aldı. Yine Dârul-Hikme hocalarından Abdülkadir Yılmaz hoca “Kur’ân Kıraatinin Ölü İçin Sevap Değeri” başlıklı makalesinde ilgili konuyu dört mezhebe göre ele alarak Ehl-i Sünnet’in meseleye bakışını netleştirmeyi hedefledi. Kur’an ve Hadîsler Işığında Şefaat İnancımız” başlıklı yazısında Yener Öztürk hoca (prof. dr.) şefaat meselesini mercek altına aldı. Reenkarnasyon konusundaki çalışmalarıyla bilinen Veysel Güllüce hoca (prof. dr.) “Reenkarnasyon İddiaları Karşısında Kur’ân-ı Kerîm” başlıklı makalesinde Reenkarnasyon iddialarını Kur’ân merkezinde bir değerlendirmeye tâbi tuttu. Ürdünlü değerli ilim adamı Said Fude hoca âhiret ahvâliyle ilgili hadisleri nasıl anlamamız gerektiğine dair bir makâleyle Rıhle’ye önemli bir katkıda bulundu.
Bu sayının soruşturma dosyasına katkı veren hocalarımız, Süleyman Toprak hoca (prof. dr.), Ürdün Üniversitesi hocalarından Râcih el-Kürdî (prof. dr.) ve İsa Rabîh (prof. dr.).
Bu sayının Mülakat bölümünde yine, muhterem Emin Saraç hocaefendi ile yaptığımız sıcak sohbetin devamını yayınlıyoruz. Geçen sayıda başlayan ve bu sayıda da devam eden, Türkiye yakın tarihindeki ilim ve davet çalışmalarına dair bu mülakatı ibret ve keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Bu sayının serbest makaleler bölümüne ise Murat Türker, Emre Yazıcı, Levent Kum ve Fatih Güldal yazılarıyla; katkıda bulundu.
Dergide ayrıca, Dâru’l-Hikme hocalarının katıldığı, “Kabir Azabı” konulu uzun bir yuvarlak masa toplantısını yayınlıyoruz. Kabir azabıyla ilgili hemen her konunun tartışıldığı bu açıkoturumu beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz.
Nice yeni sayılarda buluşmak duasıyla sizleri Allah’a emanet ediyoruz.
Çalışmak bizden; muvaffakiyet Allah’tandır.
“Ahir zaman”dan sonra “ahiret”i dosya konusu olarak işlemenin uygun olacağı düşüncesiyle “Ahirete Yakînen İman” konusunu ele alıyoruz.
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a iman” meselesinin zikredildiği ayetlerin pek çoğunda “ahirete iman”ın ona eşlik ettiği dikkat çekiyor. Dünya hayatının ancak yakin mertebesinde bir ahiret inancıyla istikamet üzere yaşanabileceği gerçeğinin en belirgin ifadesi bu olsa gerek…
İçinde yaşadığımız zaman diliminde ahiret inancıyla ilgili pek çok “arızalı yaklaşım” mevcut. Bunların bir kısmı “ötekine” bakan yüzümüzde ortaya çıkarken, bir kısmı bünyeye “iç hastalık” vasfıyla arız olmuş durumda.
Ahiretteki nihaî kurtuluşun çerçevesi ve şümulü ile ilgili modern savrulmalar arızanın birinci boyutunu teşkil diyor. Nihaî kurtuluş ve kazancın Ümmet-i Muhammed yanında –”tedarik edilmiş” belli şartları taşımaları halinde– Kitap ehlini de kapsayacağı görüşünün –Ehl-i Sünnet bir yana– tarih içinde herhangi bir İslamî fırka tarafından gündeme getirildiğinden haberdar değiliz. Dinlerarası Diyalog sürecinin inkâr edilemez bir biçimde katkıda bulunduğu bu savrulmanın “iman-küfür” sınırını berhava ettiğini ayrıca belirtmeye gerek yok!
Öte yandan, içine çektiği her anlamı buharlaştıran “sekülerleşme” süreci, ahiret bilincimizi de flulaştırıyor. Ahirete inandığını söyleyen, ancak hayatında bu inancın herhangi bir tezahürüne rastlanmayan, takva, zühd, istiğna… gibi kavramları sürgüne göndererek dünya hayatını gayrı müslimlerin algıladığı gibi algılayıp onlar gibi dizayn eden insan tipine bu kadar yoğun rastlanması hayra alamet değil…
Kur’an ahiret hayatını ana hatlarıyla zikretmişse, resmi somutlaştıran ve belirgin kılan unsurlar da Sünnet’te ifadesini bulmuştur. Yukarıda dile getirdiğimiz ikinci arıza tam da bu noktada kendisini gösteriyor. Sünnet-i Seniyye konusunda bilincimizde oluşturulan kara delikler bir yandan Sırat, Mizan, Şefaat, Kabir azabı… gibi hususlarda inkâra dayalı bir algı tarzının oluşmasına sebebiyet verirken, diğer yandan tarihsel teşbih/tecsim arızasını su yüzüne çıkarıyor.
Bütün bu hususlarda müstakim Müslümanlığın kırmızı çizgilerini, Sahabe’den devralınan İslam algısını bir kere daha ve ciddiyetle düşünmek, hatırlamak ertelenemez bir vecibe durumundadır.
Meselenin bütün boyutlarını kuşatmasına dikkat ettiğimiz dosya yazılarını ilgiyle okuyacaksınız.
Bu sayıda yer alan ilk yazı Editörümüz Ebubekir Sifil hocanın “Yüzü Âhirete Dönük Yaşamak” başlıklı makalesi.
Dâru’l-Hikme hocalarından Talha Hakan Alp, “Ahiret Hayatının Mahiyeti: Haşrın Cismânîliği Meselesi” başlıklı makalesinde Ahiret hayatının mahiyetine dair izahata esas teşkil eden haşr-ı cismânî meselesini ve dirilişin hem beden hem ruhla mı, yoksa sadece ruhla mı olacağı konusunu ele aldı. Yine Dârul-Hikme hocalarından Abdülkadir Yılmaz hoca “Kur’ân Kıraatinin Ölü İçin Sevap Değeri” başlıklı makalesinde ilgili konuyu dört mezhebe göre ele alarak Ehl-i Sünnet’in meseleye bakışını netleştirmeyi hedefledi. Kur’an ve Hadîsler Işığında Şefaat İnancımız” başlıklı yazısında Yener Öztürk hoca (prof. dr.) şefaat meselesini mercek altına aldı. Reenkarnasyon konusundaki çalışmalarıyla bilinen Veysel Güllüce hoca (prof. dr.) “Reenkarnasyon İddiaları Karşısında Kur’ân-ı Kerîm” başlıklı makalesinde Reenkarnasyon iddialarını Kur’ân merkezinde bir değerlendirmeye tâbi tuttu. Ürdünlü değerli ilim adamı Said Fude hoca âhiret ahvâliyle ilgili hadisleri nasıl anlamamız gerektiğine dair bir makâleyle Rıhle’ye önemli bir katkıda bulundu.
Bu sayının soruşturma dosyasına katkı veren hocalarımız, Süleyman Toprak hoca (prof. dr.), Ürdün Üniversitesi hocalarından Râcih el-Kürdî (prof. dr.) ve İsa Rabîh (prof. dr.).
Bu sayının Mülakat bölümünde yine, muhterem Emin Saraç hocaefendi ile yaptığımız sıcak sohbetin devamını yayınlıyoruz. Geçen sayıda başlayan ve bu sayıda da devam eden, Türkiye yakın tarihindeki ilim ve davet çalışmalarına dair bu mülakatı ibret ve keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Bu sayının serbest makaleler bölümüne ise Murat Türker, Emre Yazıcı, Levent Kum ve Fatih Güldal yazılarıyla; katkıda bulundu.
Dergide ayrıca, Dâru’l-Hikme hocalarının katıldığı, “Kabir Azabı” konulu uzun bir yuvarlak masa toplantısını yayınlıyoruz. Kabir azabıyla ilgili hemen her konunun tartışıldığı bu açıkoturumu beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz.
Nice yeni sayılarda buluşmak duasıyla sizleri Allah’a emanet ediyoruz.
Çalışmak bizden; muvaffakiyet Allah’tandır.
'Köprü' dergisi
'Köprü' dergisi 110. sayısını yayımladı.
Dosya konusu “Çağımız Sorunlarına Çözüm Arayışları ve Said Nursi Modeli” olan derginin bu sayısında, “İnsan, İman, Ahlak, Gençlik, Kadın ve Aile” konularında çağın insanlarının karşılaştıkları sorunlara Risale- Nur’un perspektifiyle bilimsel çözümler tartışılıyor.
Köprü, Bahar 1994’te beri, Risale-i Nur Enstitüsü’nün yayın organı olarak, ilme, irfana ve ümrana köprü olmak gayesiyle yayın hayatını sürdüren üç aylık bir fikir dergisi. Konuları Risale-i Nur’un bakış açısıyla yorumlayan ve bilimsel verilerle çözümler ortaya koyan Köprü, Risale-i Nur’un mesajlarını akademik alana taşırken, aydınlara da referans sunmak amacıyla yayın hayatına başlamış.
Köprü, her sayısında düşünce, sanat, bilim ve toplumun önemli meselelerini, Türkiye ve dünyanın kronikleşmiş sorunlarını dosya konusu yaparak Risale-i Nur ekseninde analiz etmeye çalışıyor. Belirlenen dosya konusunda, uzman, araştırmacı ve akademisyenler tarafından kaleme alınmış makalelerle konuya dair farklı bakış açılarını, farklı bilim dallarının gözüyle derinlemesine inceleyerek, sonuçta kendi yaklaşımını ortaya koyuyor.
110. sayıdan bazı başlıklar;
o Bediüzzaman’ın En Son Dersi Perspektifinden Günümüz Problemlerine Kur’anî Çözümler / Mustafa Said İŞERİ
o Dünyevî Mutluluk İçin Bir Cennet: Aile / Doç. Dr. Atilla YARGICI
o Modernizm ve Postmodernizmin Kadın Kimliği Üzerindeki Etkisi / Dilek Akıcı TAYANÇ
o Risale-i Nur’da İletişim Dinamikleri Üzerine Bir Deneme / İntizam Seyda DURGUN
o Tesettür Üzerinden Sürdürülen Savaş / Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ
o Risale-i Nur’da Estetik Eğitimi / Taha ÇAĞLAROĞLU
o Gençler ve Hisler / Sebahattin YAŞAR
o Risale-i Nur’un Eğitim Metodu: Bilimsel Metod / Yrd. Doç. Dr. Yakup ASLAN
o “Herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir; Göz ise mâneviyatı göremez.” / Bediüzzaman Said NURSİ
Analiz ve senteze dayalı araştırma yazılarına, bilimsel çalışmalara, atölye ve masa çalışmalarına ilgi duyan, okumaya ve öğrenmeye meraklı herkesin kütüphanesinde bulunması gereken kaynak niteliğinde bir dergi Köprü.
Okumak ve anlamak isteyenleri…
Kalemin gücüne inananları…
Köprü'ye davet ediyoruz.
Dosya konusu “Çağımız Sorunlarına Çözüm Arayışları ve Said Nursi Modeli” olan derginin bu sayısında, “İnsan, İman, Ahlak, Gençlik, Kadın ve Aile” konularında çağın insanlarının karşılaştıkları sorunlara Risale- Nur’un perspektifiyle bilimsel çözümler tartışılıyor.
Köprü, Bahar 1994’te beri, Risale-i Nur Enstitüsü’nün yayın organı olarak, ilme, irfana ve ümrana köprü olmak gayesiyle yayın hayatını sürdüren üç aylık bir fikir dergisi. Konuları Risale-i Nur’un bakış açısıyla yorumlayan ve bilimsel verilerle çözümler ortaya koyan Köprü, Risale-i Nur’un mesajlarını akademik alana taşırken, aydınlara da referans sunmak amacıyla yayın hayatına başlamış.
Köprü, her sayısında düşünce, sanat, bilim ve toplumun önemli meselelerini, Türkiye ve dünyanın kronikleşmiş sorunlarını dosya konusu yaparak Risale-i Nur ekseninde analiz etmeye çalışıyor. Belirlenen dosya konusunda, uzman, araştırmacı ve akademisyenler tarafından kaleme alınmış makalelerle konuya dair farklı bakış açılarını, farklı bilim dallarının gözüyle derinlemesine inceleyerek, sonuçta kendi yaklaşımını ortaya koyuyor.
110. sayıdan bazı başlıklar;
o Bediüzzaman’ın En Son Dersi Perspektifinden Günümüz Problemlerine Kur’anî Çözümler / Mustafa Said İŞERİ
o Dünyevî Mutluluk İçin Bir Cennet: Aile / Doç. Dr. Atilla YARGICI
o Modernizm ve Postmodernizmin Kadın Kimliği Üzerindeki Etkisi / Dilek Akıcı TAYANÇ
o Risale-i Nur’da İletişim Dinamikleri Üzerine Bir Deneme / İntizam Seyda DURGUN
o Tesettür Üzerinden Sürdürülen Savaş / Prof. Dr. Musa Kâzım YILMAZ
o Risale-i Nur’da Estetik Eğitimi / Taha ÇAĞLAROĞLU
o Gençler ve Hisler / Sebahattin YAŞAR
o Risale-i Nur’un Eğitim Metodu: Bilimsel Metod / Yrd. Doç. Dr. Yakup ASLAN
o “Herşeyi maddiyatta arayanların akılları gözlerindedir; Göz ise mâneviyatı göremez.” / Bediüzzaman Said NURSİ
Analiz ve senteze dayalı araştırma yazılarına, bilimsel çalışmalara, atölye ve masa çalışmalarına ilgi duyan, okumaya ve öğrenmeye meraklı herkesin kütüphanesinde bulunması gereken kaynak niteliğinde bir dergi Köprü.
Okumak ve anlamak isteyenleri…
Kalemin gücüne inananları…
Köprü'ye davet ediyoruz.
2010-07-20
'Tasfiye' 25 çıktı
Şiir
Ümit Aktaş “Anne”
Enes Malikoğlu “Devrik Devrimci Ağıdı”
Mahmut Yavuz “Deccal’e Karşı”
Serdar Bülent Yılmaz “Taş Çocukları”
Erdem Bayazıt “Sürüp Gelen Çağlardan”
Şahin Gürçay “Türk! Öğün. Çalış. Güven..”
Bünyamin Doğruer “Muhkem Tut Kalbini”
Özhan Uçan “Un”
Öykü
Ahmet Örs “Cellât Darağacına Dönüşen”
Hafsa Esen “Oyun ve Yön”
Caner Arslan “Kediler, Köpekler ve Zabıtalar”
Kevser Beyazyüz “Yetim Dilim”
Sabiha Çimen “Yol”
Italo Calvino, “Kütüphanede Bir General”
Deneme, Eleştiri, Anı
Abdülaziz Tantik “İslamcılık ve Edebiyat”
“Calvino Kronolojisi”
Habil Sağlam, “I Nostri Antenati: Modern İnsanın Soykütüğü”
Ahmet Örs “Erdem Bayazıt’ın ‘Sürüp Gelen Çağlardan’ Şiiri”
Ömer Faruk Karagüzel “Modern Bir Düşünce Olarak Muhafazakârlık”
Halit Alper Şimşek “Sağcılığın Anatomisi”
Alaattin Uras “Paramparça Kardeşlik ve Kırmızı Sınır Yazıları”
Kevser Çakır “Çakır Baba ve Kır At”
Adnan Akan “Albert Camus ve Düşündürdükleri”
Enes Malikoğlu “Herşey Tüccarların Elinde, Bu Kitap Bile!”
Mustafa Özeke “Labirentin Şiiri: Savaşlar Kararında”
Furkan Çoban “Şair ve Patron”
Mustafa Özeke “Edebiyat Hayat Memat Meselesi mi?”
Mehmet Sacit “Jitem İktidardaydı”
Sacide Uras “Beş Otuz Bir’e Adım Adım”
Mustafa Kıyak “Kurgu Değil Gerçek: Hesap Günü”
Çetin Yıldırım “Kanlı Dut”
Halit Alper Şimşek “İntihar”
Süleyman Ceran “Beyazperdenin Yeni Çerezi Çığlıklar Ülkesi Irak”
Özhan Uçan “Tasfiye Dergisi Dizini (1-25)”
İrtibat:
www.tasfiyedergisi.com
'Dergâh' dergisi
'Dergâh' dergisi
Aylık edebiyat, sanat, kültür dergisi
Sayı: 245 Temmuz 2010
Mustafa Kutlu yönetiminde yayın hayatına istikrarlı bir şekilde devam eden Dergâh dergisi, 245. sayısında da nitelikli çalışmalara ev sahipliği yapıyor.
Ersin Özarslan, Öktem Tepe, Murat Saldıray, Ali Emre, Duygu Küçüker, Mikâil Söylemez bu sayının şairleri.
İbrahim Gökburun ile Mustafa Kılıç ‘derkenar’ sütunlarında yazdı.
Kadim dost Erturan Elmas güzel bir hikâye ile bu sayımıza katkıda bulundu.
Ahmet Edip Başaran, Mustafa Akar’ın şiirini ele aldı. Ali Görkem Userin, şair Ömer Erdem’in “Üsküdar” kitabını tanıtıyor.
Bu sayının “orta sayfa sohbeti”ni Balkan-Türk edebiyatı üzerine uzun zamandır çalışan Ayhan Demir ile yaptık. Demir konuyu ana hatları ve temsilcileriyle enine-boyuna sergiledi.
Yusuf Genç, Prof. İsmail Kara’nın “İslamcıların Siyasi Görüşleri” adlı çalışması üzerine geniş oylumlu bir inceleme kaleme aldı.
Ahmet Doğan İlbey, Dergâh Yayınları arasından çıkan “İsmail Hakkı Akın Kitabı”nı hem tanıtıyor, hem yeni bilgiler ilave ediyor.
Aziz Kemal Hızıroğlu, “Yakamıza İlişen Rüzgâr” adlı kitabından hareketle Gökhan Akçiçek şiirine eğiliyor.
Son sayfamızda Abdullah Harmancı’nın bir denemesini bulacaksınız.
Daha güzel sayılarda buluşmak umuduyla.
'Fayrap' dergisi
Temmuz 2010
Popülist edebiyat dergisi Fayrap Temmuz sayısında kapakta Allen Ginsberg’in bir fotoğrafıyla karşılıyor okuyucusunu. Bu sayının “İsrail bahane, Amerika şahane” başlıklı başyazısında Hakan Arslanbenzer, geçtiğimiz ay İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı baskın ve gerçekleştirdiği katliam çerçevesinde 19. yüzyıldan günümüze Yahudi sorunu ve İsrail’in tarihine dünya sistemi içindeki ilişkiler üzerinden bakıyor ve İsrail’e gösterilen tepkilerde asıl suçluları unutmamak gerektiğine dikkat çekiyor: “İsrail gayri meşru fiillerini Avrupa’nın gayri meşru çocuğu olmasına, Amerika’nın fedayisi olmasına borçlu.”
Derginin bu sayısı şiir ve hikaye ağırlıklı. Ömer Faruk Yasin, “Kokular Hayvan Leşi” başlıklı şiiriyle öne çıkıyor. Bu sayının diğer şairleri ise, Murat Küçükçifçi, M. Mücahit Yılmaz, Mehmet Aycı, Nurettin Durman, Semih Bilgin ve dergide ilk defa şiiri görülen Taner Sabancı. Cihan Aktaş “Alzheimer Hikayeleri”nin üçüncü kısmıyla karşımızda. Haruki Murakami’den “Güzel Bi Nisan Sabahı Şa’ane Bi Hatunun Görüldüğüdür” hikayesi, derginin geçen sayısında olduğu gibi yine Melek Arslanbenzer’in çevirisi. Lesli Marmon Silko’nun “Öykücü” başlıklı hikayesinin ise ilk kısmı yayımlanmış. Bu sayının son hikayecisi ise İsmail Pelit: “Ezra Pound’un Türkçesi”.
Fayrap bu ay, geçtiğimiz aylarda olduğu gibi bir dosya sunmuyor bize. Fakat son yılların dikkat çeken yönetmenlerinden Reha Erdem’i bir söyleşi bir de yazıyla sayfalarına taşımış olması bu açığı kapatıyor. Biyografisinden filmografisine geniş bir çerçevede yapılan söyleşide Erdem, gündelik politikayla olmasa da politik düşündüğünü, kendi filmlerinin de bu anlamda çok politik olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Gerçek siyasi film, zihinleri allak bullak eder.” Ali Akyurt ile birlikte söyleşiyi gerçekleştiren Mesut Bostan ise Erdem’in filmleri üzerine ayrı bir yazı kaleme almış: “Mikrokozmos: Reha Erdem’in Sinema Sahnesi”.
Fayrap’ın 1960’lar atölyesinin bu ayki konusu ise Beat akımı. Efe Murad “Feveran Beat yazısı” başlıklı yazısında Beat’in arkasındaki ve önündeki düşünceleri ortaya koyarken, bunun bir serbestleşme akımı olduğunu belirtiyor.
Bu sayının Fayrap-Kitap sayfalarında ise üç yazı var. Türk düşüncesine dair kitaplarıyla bu alanda bir kılavuz niteliğine sahip önemli düşünürümüz Kurtuluş Kayalı, Bağlam yayınlarının yayın politikası çerçevesinde “Türkiye gerçekliğine dair yayın duyarlığı”nı kapsamlı bir yazıyla kaleme almış. Orkun Elmacıgil, bu yıl çıkan şiir yıllıklarının bir muhasebesini önümüze koyarken, Sadık Koç geçtiğimiz aylarda Beyan yayınları tarafından basılan Mehmet Akif’in düzyazılarını değerlendirmiş.
İrtibat:
fayrapper@gmail.com
Popülist edebiyat dergisi Fayrap Temmuz sayısında kapakta Allen Ginsberg’in bir fotoğrafıyla karşılıyor okuyucusunu. Bu sayının “İsrail bahane, Amerika şahane” başlıklı başyazısında Hakan Arslanbenzer, geçtiğimiz ay İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı baskın ve gerçekleştirdiği katliam çerçevesinde 19. yüzyıldan günümüze Yahudi sorunu ve İsrail’in tarihine dünya sistemi içindeki ilişkiler üzerinden bakıyor ve İsrail’e gösterilen tepkilerde asıl suçluları unutmamak gerektiğine dikkat çekiyor: “İsrail gayri meşru fiillerini Avrupa’nın gayri meşru çocuğu olmasına, Amerika’nın fedayisi olmasına borçlu.”
Derginin bu sayısı şiir ve hikaye ağırlıklı. Ömer Faruk Yasin, “Kokular Hayvan Leşi” başlıklı şiiriyle öne çıkıyor. Bu sayının diğer şairleri ise, Murat Küçükçifçi, M. Mücahit Yılmaz, Mehmet Aycı, Nurettin Durman, Semih Bilgin ve dergide ilk defa şiiri görülen Taner Sabancı. Cihan Aktaş “Alzheimer Hikayeleri”nin üçüncü kısmıyla karşımızda. Haruki Murakami’den “Güzel Bi Nisan Sabahı Şa’ane Bi Hatunun Görüldüğüdür” hikayesi, derginin geçen sayısında olduğu gibi yine Melek Arslanbenzer’in çevirisi. Lesli Marmon Silko’nun “Öykücü” başlıklı hikayesinin ise ilk kısmı yayımlanmış. Bu sayının son hikayecisi ise İsmail Pelit: “Ezra Pound’un Türkçesi”.
Fayrap bu ay, geçtiğimiz aylarda olduğu gibi bir dosya sunmuyor bize. Fakat son yılların dikkat çeken yönetmenlerinden Reha Erdem’i bir söyleşi bir de yazıyla sayfalarına taşımış olması bu açığı kapatıyor. Biyografisinden filmografisine geniş bir çerçevede yapılan söyleşide Erdem, gündelik politikayla olmasa da politik düşündüğünü, kendi filmlerinin de bu anlamda çok politik olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Gerçek siyasi film, zihinleri allak bullak eder.” Ali Akyurt ile birlikte söyleşiyi gerçekleştiren Mesut Bostan ise Erdem’in filmleri üzerine ayrı bir yazı kaleme almış: “Mikrokozmos: Reha Erdem’in Sinema Sahnesi”.
Fayrap’ın 1960’lar atölyesinin bu ayki konusu ise Beat akımı. Efe Murad “Feveran Beat yazısı” başlıklı yazısında Beat’in arkasındaki ve önündeki düşünceleri ortaya koyarken, bunun bir serbestleşme akımı olduğunu belirtiyor.
Bu sayının Fayrap-Kitap sayfalarında ise üç yazı var. Türk düşüncesine dair kitaplarıyla bu alanda bir kılavuz niteliğine sahip önemli düşünürümüz Kurtuluş Kayalı, Bağlam yayınlarının yayın politikası çerçevesinde “Türkiye gerçekliğine dair yayın duyarlığı”nı kapsamlı bir yazıyla kaleme almış. Orkun Elmacıgil, bu yıl çıkan şiir yıllıklarının bir muhasebesini önümüze koyarken, Sadık Koç geçtiğimiz aylarda Beyan yayınları tarafından basılan Mehmet Akif’in düzyazılarını değerlendirmiş.
İrtibat:
fayrapper@gmail.com
'Varlık' dergisi
Temmuz 2010
Dergimizin yayına başladığı 1933 yılından bugüne kadar özenle sürdürdüğü ‘edebiyatımıza yeni değerler kazandırma’ çabası, 77. yılımızda da edebiyatseverleri yeni imzalarla buluşturuyor.
2010Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri “Şiir” dalında Halil İbrahim Polat’a, “Öykü” dalında Pelin Buzluk’a verilirken, “Şiir”de Mesut Varlık, Emre Varışlı, Uğur Erden, “Öykü”de Nazlı Karabıyıkoğlu, Serhat Çelikel ve Ercan Y. Yılmaz dikkate değer bulundu.
Ödül alan ve dikkate değer bulunan kişilerin söyleşi, şiir ve öykülerini bu sayımızda yayımlıyoruz.
Dosya: “Novalis’ten Yılmaz Güney’e Yeryüzüne Düşen Işık” – Göksel Aymaz, Mehmet Öztürk, Mehmet Mert
Yazılar: Avrupa’nın Rahmine Girmek II (Hasan Bülent Kahraman), Rasim Özdenören Öyküsünde Yeni Yorumlar (Mustafa Şerif Onaran), Rıza Tevfik – Abdullah Uçman (İbrahim Yıldırım), Paul Auster’ın “Görünmeyen”i ya da Meraki Okura Oynanmış Küçük Yazınsal Oyunlar Üstüne (Halûk Sunat), Sina Akyol: Haytalık ve Ötesi (Ali Özgür Özkarcı), Pişmanlık Üzerine (Melike Belkıs Aydın), Yücel Kayıran’ın “Kritiğin Toprağında”sı (Metin Cengiz), Dylan Thomas’a Mektup: Kuğudeniz’li Dylan ya da “Sevda Bilmeyene Hayâl Düş Gelir” (Tozan Alkan)
Söyleşiler: Berrin Karakaş, Zeynep Uzunbay
Şiirler: Ahmet Necdet, Yücelay Sal, Abdülkadir Budak, Murathan Mungan, küçük İskender, Alper Çeker, Mehmet Öztek, Harun Atak
Varlık bu ay da Çok Özel İsimler Sözlüğü, Anlar/Zamanlar, Boş Zamanlar, Çevirdim Dilim Yandı, Dergiler… Dergiler… “Toz ve Töz Yuvaları” köşeleri, Semih Poroy’un desenleri ve son çıkan kitaplar üzerine yazıların bulunduğu Kitap Eki bölümüyle okurlarıyla buluşuyor.
Dergimizin yayına başladığı 1933 yılından bugüne kadar özenle sürdürdüğü ‘edebiyatımıza yeni değerler kazandırma’ çabası, 77. yılımızda da edebiyatseverleri yeni imzalarla buluşturuyor.
2010Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri “Şiir” dalında Halil İbrahim Polat’a, “Öykü” dalında Pelin Buzluk’a verilirken, “Şiir”de Mesut Varlık, Emre Varışlı, Uğur Erden, “Öykü”de Nazlı Karabıyıkoğlu, Serhat Çelikel ve Ercan Y. Yılmaz dikkate değer bulundu.
Ödül alan ve dikkate değer bulunan kişilerin söyleşi, şiir ve öykülerini bu sayımızda yayımlıyoruz.
Dosya: “Novalis’ten Yılmaz Güney’e Yeryüzüne Düşen Işık” – Göksel Aymaz, Mehmet Öztürk, Mehmet Mert
Yazılar: Avrupa’nın Rahmine Girmek II (Hasan Bülent Kahraman), Rasim Özdenören Öyküsünde Yeni Yorumlar (Mustafa Şerif Onaran), Rıza Tevfik – Abdullah Uçman (İbrahim Yıldırım), Paul Auster’ın “Görünmeyen”i ya da Meraki Okura Oynanmış Küçük Yazınsal Oyunlar Üstüne (Halûk Sunat), Sina Akyol: Haytalık ve Ötesi (Ali Özgür Özkarcı), Pişmanlık Üzerine (Melike Belkıs Aydın), Yücel Kayıran’ın “Kritiğin Toprağında”sı (Metin Cengiz), Dylan Thomas’a Mektup: Kuğudeniz’li Dylan ya da “Sevda Bilmeyene Hayâl Düş Gelir” (Tozan Alkan)
Söyleşiler: Berrin Karakaş, Zeynep Uzunbay
Şiirler: Ahmet Necdet, Yücelay Sal, Abdülkadir Budak, Murathan Mungan, küçük İskender, Alper Çeker, Mehmet Öztek, Harun Atak
Varlık bu ay da Çok Özel İsimler Sözlüğü, Anlar/Zamanlar, Boş Zamanlar, Çevirdim Dilim Yandı, Dergiler… Dergiler… “Toz ve Töz Yuvaları” köşeleri, Semih Poroy’un desenleri ve son çıkan kitaplar üzerine yazıların bulunduğu Kitap Eki bölümüyle okurlarıyla buluşuyor.
Kubbealtı Akademi Mecmuası
Temmuz 2010
Kubbealtı Akademi Mecmuas, Yeni sayısıyla yine güzide edib ve yazarların değerli makaleleriyle, zengin bir muhtevada karşımıza çıkmış bulunuyor.
İlk sayfalarda Editör; bu sayının yazarları ve yazıların münderacaatı hakkında bilgi veriyor , çeşitli haber ve faaliyetlerden bahsediyor.
İlk makale, Samiha Ayverdi’nin günümüz aktüalitesinde hala geçerli hususlara temas eden konuşma metni yer alıyor.
Sonra İstanbul Fetih Cemiyeti Reisi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin ‘Kubbealtı Akademik Sohbetleri Açılış Konuşması’ yer alıyor.
Mahir İz’in Siyasi ve Edebi Hatıraları’nın ikinci bölümüne yer veriliyor.
Prof. Beynun Akyavaş ise makalesinde, dillerin önce konuşma diliyle nakledildiğini ve harflerin ses olmayıp sesin işaretleri olduğunu belirtir. Fransızca ve Türkçe’den misaller vererek dilin kelime ve tabirleriyle ses ve musıkiyle doğru telaffuz edilmesini söyleyerek yabancı tesirlerin altında kalmamasına da temas ettiği gayet zengin bir çalışma.
Hanife Özer’in Mehmed Çınarlı’yı konu edinen yazısında Şair’in şiirlerinin özelliklerini okuyoruz.
Bekir Sıdkı Erdoğan’ın ‘Sabır Sarmaşıkları’ rubailerinin ardından yine Samiha Ayverdi’den ‘Paragraflar’la karşılaşıyoruz.
İsmet Binark, ‘Üç Seçilmiş’ isimli makalesinde Ayverdi’lerden bahsetmektedir.
Mehmed Nuri Yardım’ın mülakatında, Kemal Y. Aren’in kitaplaşan hatıralarında geziniyoruz.
Prof. Alaeddin Yavaşça’nın sohbet yazısında ‘Osmanlı ve Musıki’ kousu işlenmektedir.
Zeki Önsöz, ‘Batı ve Türkler’ makalesinde, günümüz problemlerinde Batı’nın rolünü,tarihteki tutumlarıyla karşılaştırmalı olarak vermektedir.
Doğu Türkistan Üniversitesinden Doç. Zeytune Tohti’nin ‘Uygur Oniki Makamının Kültür Kaynağı ve Tesiri’nden bahseden araştırması da bu sayıda yerini almıştır.
Av. Kemalleddin Nomer; Nazım Hikmet ve Kuvayi Milliye yazısının ikinci bölümünde Nazım Hikmet’in şiirsi mektuplarını işlemektedir.
Mecmuanın son makalesi; Kemal Y. Aren’in ‘Okuduklarım-Gördüklerim-Duyduklarım’ yer almaktadır.
İşte Kubbealtı Akedemi Mecmuası’nın son (Temmuz 2010)sayısı, dolu dolu bir muhteva ile çok istifade esebileceğimiz yazı, araştırma ve makalelerle huzurunuzda arz-ı endam ediyor, vesselam.
İsmail Hakkı Avcı
Kubbealtı Akademi Mecmuas, Yeni sayısıyla yine güzide edib ve yazarların değerli makaleleriyle, zengin bir muhtevada karşımıza çıkmış bulunuyor.
İlk sayfalarda Editör; bu sayının yazarları ve yazıların münderacaatı hakkında bilgi veriyor , çeşitli haber ve faaliyetlerden bahsediyor.
İlk makale, Samiha Ayverdi’nin günümüz aktüalitesinde hala geçerli hususlara temas eden konuşma metni yer alıyor.
Sonra İstanbul Fetih Cemiyeti Reisi Ekrem Hakkı Ayverdi’nin ‘Kubbealtı Akademik Sohbetleri Açılış Konuşması’ yer alıyor.
Mahir İz’in Siyasi ve Edebi Hatıraları’nın ikinci bölümüne yer veriliyor.
Prof. Beynun Akyavaş ise makalesinde, dillerin önce konuşma diliyle nakledildiğini ve harflerin ses olmayıp sesin işaretleri olduğunu belirtir. Fransızca ve Türkçe’den misaller vererek dilin kelime ve tabirleriyle ses ve musıkiyle doğru telaffuz edilmesini söyleyerek yabancı tesirlerin altında kalmamasına da temas ettiği gayet zengin bir çalışma.
Hanife Özer’in Mehmed Çınarlı’yı konu edinen yazısında Şair’in şiirlerinin özelliklerini okuyoruz.
Bekir Sıdkı Erdoğan’ın ‘Sabır Sarmaşıkları’ rubailerinin ardından yine Samiha Ayverdi’den ‘Paragraflar’la karşılaşıyoruz.
İsmet Binark, ‘Üç Seçilmiş’ isimli makalesinde Ayverdi’lerden bahsetmektedir.
Mehmed Nuri Yardım’ın mülakatında, Kemal Y. Aren’in kitaplaşan hatıralarında geziniyoruz.
Prof. Alaeddin Yavaşça’nın sohbet yazısında ‘Osmanlı ve Musıki’ kousu işlenmektedir.
Zeki Önsöz, ‘Batı ve Türkler’ makalesinde, günümüz problemlerinde Batı’nın rolünü,tarihteki tutumlarıyla karşılaştırmalı olarak vermektedir.
Doğu Türkistan Üniversitesinden Doç. Zeytune Tohti’nin ‘Uygur Oniki Makamının Kültür Kaynağı ve Tesiri’nden bahseden araştırması da bu sayıda yerini almıştır.
Av. Kemalleddin Nomer; Nazım Hikmet ve Kuvayi Milliye yazısının ikinci bölümünde Nazım Hikmet’in şiirsi mektuplarını işlemektedir.
Mecmuanın son makalesi; Kemal Y. Aren’in ‘Okuduklarım-Gördüklerim-Duyduklarım’ yer almaktadır.
İşte Kubbealtı Akedemi Mecmuası’nın son (Temmuz 2010)sayısı, dolu dolu bir muhteva ile çok istifade esebileceğimiz yazı, araştırma ve makalelerle huzurunuzda arz-ı endam ediyor, vesselam.
İsmail Hakkı Avcı
2010-07-16
'Akpınar' dergisinden duyuru: Anadolu'da edebiyat, kültür, sanat dergiciliği konulu özel sayı
AKPINAR dergisinin 30. sayısı Anadolu'da edebiyat, kültür, sanat dergiciliği konulu özel sayı olarak yayımlanacaktır.
-Dergi çıkarmak; dergi ile dertlenmek
-Anadolu'da edebiyat, kültür, sanat dergiciliği
-Derginin tarihçesi, kuruluş ve yönetim bilgileri vd.
-Derginin amacı, yapılan çalışmalar, dosyalar...
-Dergi için emek verenler yahut gelenler-gidenler-kalanlar
-Anadolu'da dergi çıkarmanın zorlukları, yaşanan hatıralar
-Dergilerin derdi
-Dergilerin başardıkları, başaramadıkları; öneriler
-...........................................
Alt konu başlıkları eklenebilir.
* Yazıları göndermek için son tarih: 17 Ağustos 2010
İsmail ÖZMEL
Akpınar dergisi
E-posta:
ismailozmel@hotmail.com
dergilik@gmail.com
Tel:
0542 8375697(İsmailÖzmel)
0388 2333545(DergiBüro)
'Bir nokta' edebiyat dergisi, yolculuğun yüzü...
Edebiyat dünyasının uzun soluklu dergilerinden Bir nokta yüzüncü sayısını özel sayı olarak çıkarttı.
Bir edebiyat dergisi neden çıkar? Dergiyi çıkaranların bir edebiyat anlayışı vardır. O anlayışın etkili olmasını isterler. Edebiyat dergileri, edebiyatın nabzını tutan, yayınlandığı dönemin edebiyat ortamını her yönüyle yansıtan, hatta ele veren dinamik yayınlar. Dergilerin işlevi yalnızca ürünlerin okura ulaştırılmasıyla sınırlı değil. Bir yanıyla edebiyatın gündemini belirleyen, tartışmaların, polemiklerin yapıldığı bir zemin, diğer yanıyla yazarları yetiştiren bir çeşit okul olabiliyor dergiler. Başka bir açıdan da ülkenin yazınsal panoramasını gösteren, hatta sosyal ve siyasal durumu hakkında ipuçları veren birer kaynak olarak da değerlendirilebilir. Hatta edebiyat ekollerinin filizlenip geliştiği birer çekirdek olarak da görebiliriz dergileri.
Türkiye'de yayıncılığın, özellikle de dergileri yaşatmanın çok büyük güçlükleri var. Buna karşın dergicilik bir coşku, bir özveri işidir. Biraz da gönül isyanı olmayı gerektirir. “Sözcüklerimizi iki arada bir derede, hayatın tam içinden, hayal çiçeğinin merkezinden çekip çıkarıyoruz.” diyen Mürsel Sönmez’in yayın yönetmenliğinde yayımlanan Bir nokta dergisi 100.sayısına ulaştı. Edebiyat alanında uğraş verenlerin yazılarının yer aldığı dergi bir edebiyat platformu niteliğini sürdürüyor.
Yolunda ilerleyen isimlerle 'Bir nokta' yolculuğun yüzü
Atasoy Müftüoğlu, Süreyya Berfe, Cahit Koytak, Mürsel Sönmez, Haydar Ergülen, M.Ragıp Karcı, Nurettin Durman, Süleyman Çelik, Adem Turan, M.Önal Mengüşoğlu, Arif Dülger, Mustafa Özçelik, Murat Soyak, Şefik Memiş, Mustafa Celep, Bedran Yoldaş, Hüseyin Akın, A.Murat Güven, Aliye Akan, Mahmut Avcı, Mesut Doğan, Resul Tamgüç, Cemal Kılınç, N. Halil Atlıhan, Ahmet Mercan... Yetmişi aşkın isim, izleklerindeki yolu, yolcuyu ve yolculukları Bir nokta'ya taşıdılar.
İrtibat:
www.istanbulbirnokta.com
Bir edebiyat dergisi neden çıkar? Dergiyi çıkaranların bir edebiyat anlayışı vardır. O anlayışın etkili olmasını isterler. Edebiyat dergileri, edebiyatın nabzını tutan, yayınlandığı dönemin edebiyat ortamını her yönüyle yansıtan, hatta ele veren dinamik yayınlar. Dergilerin işlevi yalnızca ürünlerin okura ulaştırılmasıyla sınırlı değil. Bir yanıyla edebiyatın gündemini belirleyen, tartışmaların, polemiklerin yapıldığı bir zemin, diğer yanıyla yazarları yetiştiren bir çeşit okul olabiliyor dergiler. Başka bir açıdan da ülkenin yazınsal panoramasını gösteren, hatta sosyal ve siyasal durumu hakkında ipuçları veren birer kaynak olarak da değerlendirilebilir. Hatta edebiyat ekollerinin filizlenip geliştiği birer çekirdek olarak da görebiliriz dergileri.
Türkiye'de yayıncılığın, özellikle de dergileri yaşatmanın çok büyük güçlükleri var. Buna karşın dergicilik bir coşku, bir özveri işidir. Biraz da gönül isyanı olmayı gerektirir. “Sözcüklerimizi iki arada bir derede, hayatın tam içinden, hayal çiçeğinin merkezinden çekip çıkarıyoruz.” diyen Mürsel Sönmez’in yayın yönetmenliğinde yayımlanan Bir nokta dergisi 100.sayısına ulaştı. Edebiyat alanında uğraş verenlerin yazılarının yer aldığı dergi bir edebiyat platformu niteliğini sürdürüyor.
Yolunda ilerleyen isimlerle 'Bir nokta' yolculuğun yüzü
Atasoy Müftüoğlu, Süreyya Berfe, Cahit Koytak, Mürsel Sönmez, Haydar Ergülen, M.Ragıp Karcı, Nurettin Durman, Süleyman Çelik, Adem Turan, M.Önal Mengüşoğlu, Arif Dülger, Mustafa Özçelik, Murat Soyak, Şefik Memiş, Mustafa Celep, Bedran Yoldaş, Hüseyin Akın, A.Murat Güven, Aliye Akan, Mahmut Avcı, Mesut Doğan, Resul Tamgüç, Cemal Kılınç, N. Halil Atlıhan, Ahmet Mercan... Yetmişi aşkın isim, izleklerindeki yolu, yolcuyu ve yolculukları Bir nokta'ya taşıdılar.
İrtibat:
www.istanbulbirnokta.com
2010-07-15
'Nida' dergisi
Nida – Haziran/Temmuz 2010
‘Siyaset’ kavramının önemine vurgu yapan dergi, temelde siyasetin ifade ettiği anlamı esas alarak, olması gereken üzerine değerlendirmeler yapıyor. “Bugün, insanları yönetme sanatı, devlet idaresi ve işleri anlamında kullanıldığı aşikâr olan siyaset, bu haliyle anlam havzasından çıkartılmış bulunmaktadır. Bu durum, daha çok politikayla eşanlamlı görülmesi ile ilişkilendirilebilir. Batılı bir kavram olan politika, ahlak ve dinden sıyrılarak makyavelist bir öğretiyle insanların birbirini sömürebilme ustalığının ve de ikiyüzlülüğün adı olmuştur. Siyaseti; ‘gerek aile, gerek insanlar ve gerekse mevcut kurumlarla ilişkilerimizde meşru bir amaca ulaşmak için takip edilen meşru yol ve yöntemlerin tamamı’ şeklinde tarif edersek, siyasetin son derece İslamî, insanî ve zarurî bir ihtiyacı karşıladığı ortaya çıkar” diyen Nida Dergisi, önem arz eden bir tanım olarak, Mütefekkir Said Çekmegil’in; “Siyaset, insanın ve insan topluluğunun herhangi bir gayesini tahakkuk ettirmek için yapılan şuurlu davranışlar, sanatkârane vazife görmeler, adil ve usta manevralar gücünün bir adıdır” tanımından hareketle bu kavramın sorgulamasını yapıyor. Ayrıca dergi, bugün sıkça siyaset kavramını gölgeleyen politika kavramını, reel politiğin gündeminden arındırarak sunuyor okuyucularına.
“Dinin; hayata, pratiğe dönük yüzünde, siyasetten arındırılmış bir alan bulmak neredeyse imkânsızla eşdeğerdir. Bu bakımdan, bu sayımızda; siyasetin ne olduğu ve ne olmadığı, hayatımızın neresinde durduğu ve politikayla ilintisi kapsamında; soyut ve somut gerçekliklerle siyasetin, hâlihazırın, Müslümanlar olarak halimizin ilminin portresini çizmeye çalıştık.” şeklinde bu ayın konu çerçevesini belirleyen Nida, bu ay M. Hayri Kırbaşoğlu ile yeni çıkardığı ve çağımız Müslüman’ına hitabeden İlmihal’i (Ahir Zaman İlmihali) üzerine; halimizin ilminden Müslüman’ın siyasetine varan çizgide, verimli bir röportaj gerçekleştirmiş.
Ayrıca; Bahadır Kurbanoğlu ve Abdurrahman Babacan ile de soruşturma yaparak konuyu derinleştirmiş.
Kültür Sanat’ta ise, Şair Osman Özbahçe ile yapılan söyleşi de “kültür-şiir” ilişkisi üzerine önemli ipuçları veriyor.
Dergide yer alan bazı yazarlar ve yazı başlıkları şöyle:
Siyaset Üzerine Bir Çeşitleme
ZÜBEYİR YETİK
Politik Teolojide Din Dilinin Stratejik Ağırlığı
MEHMET ULUKÜTÜK
Sivil İtaatsizlik Eylemleri Ve Dini Değerler
MEVLÜT UYANIK
Dinî Düşüncede Tecdit Karşıtlığının Siyasi ve İdeolojik İçermeleri -Türkiye Örneği-
MUSTAFA ÖZTÜRK
Kimse Allah’ın Halifesi Değildir
İBRAHİM SARMIŞ
Gazze’ye Yardım Filosu ve Düşündürdükleri
MUSTAFA DOĞAN
SÖYLEŞİ: OSMAN ÖZBAHÇE İLE
Türkiye’de şiir, edebiyatın merkezinde durduğu kadar düşüncenin de merkezinde durur.
Şair Gibi Direnen Şiir; Mahmud Derviş
ASAF EMİNGİL
İrtibat:
www.nidadergisi.com
Nuriye Mah. Mimar Sinan Cad.
No: 32 Malatya
nida_dergisi@hotmail.com
'Dil ve Edebiyat' dergisinin 19. sayısı çıktı
Derginin editörü Mehmet Kamil Berse, Osman Hulusi Efendi’nin, mısralarıyla söze başlıyor: “Sakın nefsine uyup bir cân incitmeyesin / Hüsn-ü edebi koyup, bir cân incitmeyesin / El ile döğseler de, dil ile söğseler de / Bin kez incitseler de, bir can incitmeyesin / Hepsi kardeşlerindir, yolda yoldaşlarındır, / Hal de haldaşlarındır, bir can incitmeyesin. / Beyhude canın sıkıp, insanlığından çıkıp, / Dil Ka’besini yıkıp, bir can incitmeyesin.” Ardından; “Güzel Türkçemiz, melodisiyle, vurgusuyla kendimizi tam olarak ifade edebileceğimiz, sevgimizi, aşkımızı net ve duru olarak ilan edebileceğimiz çok özel dildir. O hâlde bu sevgisizlik ikliminde yaşayanlara tavsiyemiz; dilimizi anlamını bilerek, kelimeleri tam telaffuz ederek kullanmaları; insanlara sevgi ve muhabbetlerini çekinmeden ifade etmeleridir. Sohbetlerimizi sevgi üzerine kuralım, birlikteliklerimizi dostluk üzerine bina edelim. Güzel Türkçemizi doğru kullanma konusunda bu ülkenin her ferdi yarış içinde olmalıdır” diyerek, okurları Türkçemize sahip çıkmaya çağırıyor…
Prof. Dr. Hayati Develi, “Osmanlı Türkçesi”, Prof. Dr. Nadire Berker ve Prof. Dr. Selim Yalçın “Türkçe Tıp Eğitimi ve Sivil Tıbbiye’nin Kuruluşu” ve Hüseyin Movit “Türkçemizin Geleceği Planlanıyor” başlıklı yazılarıyla, dil konusunda bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyorlar.
Derginin “Ayın Dosyası” başlıklı bölümünde bu ay, sevda türkülerinin ozanı olarak nitelendirilen Karacaoğlan işleniyor. İbrahim Ethem Arıoğlu’nun kaleme aldığı dosyayı ilgiyle okuyacaksınız.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir, “Kasidelerin Şâhı Kaside-i Bürde” adlı makalesinde İslam ve Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yeri olan kasideleri anlatıyor.
Derginin bu sayısına Recep Garip, “Kitap Okumanın Vazgeçilmezliği” adlı makalesiyle katkıda bulunuyor.
Mehmet Kamil Berse, gezi yazısında Brezilya’yı tanıtıyor. Berse, “Dünyanın Öbür Ucunda, Dostlar Arasında” adını verdiği yazısında, bu defa yurt dışında bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.
Yine bu sayıda, kültür ve edebiyat hayatımıza renkli kişilikleri ve eserleriyle derin izler bırakmış olan Musahipzade Celâl, Faruk Kadri Timurtaş ile Ahmet Kutsi Tecer birer yazıyla yâd ediliyorlar. Sadettin Kaplan “Leyla’sız Çöller” adlı denemesi, Sinan Yıldız “Şeyda” adlı hikâyesi ve Merve İlbak “Batılıdan Daha Batılı Doğuludan Daha Doğulu” adlı incelemesiyle derginin temmuz sayısına konuk oluyorlar.
Olcay Yazıcı, Kâmil Uğurlu, Recep Garip, Nevzat Akyar ve Semra Bilgin birer şiirle dergiye katkıda bulunuyorlar. Murat Oktay, bu ay altı kitabın tanıtımıyla kitapseverlere seçenekler oluşturuyor. “Ayın Faaliyetleri”nde, derginin ve derneğin ay içindeki aktivitelerini öğreniyoruz.
Çıktığından itibaren artarak zenginleşen muhtevasından, kâğıt ve baskı kalitesinden ödün vermeyen Dil ve Edebiyat dergisinin 19. sayısı, bayilere ve abonelere dağıtıldı. Nice güzel sayılara…
İrtibat:
www.ded.org.tr
Prof. Dr. Hayati Develi, “Osmanlı Türkçesi”, Prof. Dr. Nadire Berker ve Prof. Dr. Selim Yalçın “Türkçe Tıp Eğitimi ve Sivil Tıbbiye’nin Kuruluşu” ve Hüseyin Movit “Türkçemizin Geleceği Planlanıyor” başlıklı yazılarıyla, dil konusunda bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyorlar.
Derginin “Ayın Dosyası” başlıklı bölümünde bu ay, sevda türkülerinin ozanı olarak nitelendirilen Karacaoğlan işleniyor. İbrahim Ethem Arıoğlu’nun kaleme aldığı dosyayı ilgiyle okuyacaksınız.
Prof. Dr. Hikmet Özdemir, “Kasidelerin Şâhı Kaside-i Bürde” adlı makalesinde İslam ve Türk edebiyatı tarihinde önemli bir yeri olan kasideleri anlatıyor.
Derginin bu sayısına Recep Garip, “Kitap Okumanın Vazgeçilmezliği” adlı makalesiyle katkıda bulunuyor.
Mehmet Kamil Berse, gezi yazısında Brezilya’yı tanıtıyor. Berse, “Dünyanın Öbür Ucunda, Dostlar Arasında” adını verdiği yazısında, bu defa yurt dışında bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.
Yine bu sayıda, kültür ve edebiyat hayatımıza renkli kişilikleri ve eserleriyle derin izler bırakmış olan Musahipzade Celâl, Faruk Kadri Timurtaş ile Ahmet Kutsi Tecer birer yazıyla yâd ediliyorlar. Sadettin Kaplan “Leyla’sız Çöller” adlı denemesi, Sinan Yıldız “Şeyda” adlı hikâyesi ve Merve İlbak “Batılıdan Daha Batılı Doğuludan Daha Doğulu” adlı incelemesiyle derginin temmuz sayısına konuk oluyorlar.
Olcay Yazıcı, Kâmil Uğurlu, Recep Garip, Nevzat Akyar ve Semra Bilgin birer şiirle dergiye katkıda bulunuyorlar. Murat Oktay, bu ay altı kitabın tanıtımıyla kitapseverlere seçenekler oluşturuyor. “Ayın Faaliyetleri”nde, derginin ve derneğin ay içindeki aktivitelerini öğreniyoruz.
Çıktığından itibaren artarak zenginleşen muhtevasından, kâğıt ve baskı kalitesinden ödün vermeyen Dil ve Edebiyat dergisinin 19. sayısı, bayilere ve abonelere dağıtıldı. Nice güzel sayılara…
İrtibat:
www.ded.org.tr
'Yedi İklim' dergisi
Yayın hayatına atıldığı ilk sayıdan itibaren vahiy eksenli medeniyet özlemini dillendiren Yedi İklim, İslam coğrafyasını ve o coğrafyalarda olan-bitenleri mümkün mertebe sayfalarına taşıdı. Bu bağlamda Konya, Sivas, Edirne, Kütahya, Ankara, İzmir, Endülüs, Kudüs, Balkanlar, Şam-Bağdat gibi şehir sayıları hazırladı. Bütün bu çabalar uzaklığın sadece coğrafî olduğunu, kalplerin aynı Allah’a imanla birleştiğini ve yakınlaştığını ifade etmek içindi.
Yedi İklim dergisi bu ay 244. sayısıyla Gazze’yi, Mavi Marmara’yı taşıyor kapağa. Kapak, dergide uzun bir zamandır modern hat çalışmalarına rastladığımız ve hattatlar hakkında tanıtıcı-bilgilendirici yazılar kaleme alan genç hattat Mustafa Cemil Efe’ye ait. Kapak konusu çerçevesince Hasan Aycın da bir çizgi çizmiş. Bu bağlamda Şaban Abak (Mavi Marmara Yola Çıktığı Zaman), Ahmet Mercan (Kudüs) ve Ali Sözer (Dokuz Kandil) de şiirleriyle tarihe kayıt düşmüşler. Yunus Emre Özsaray ise olaylara farklı bir cepheden yaklaşmış ve bize fethi, Fatih’i hatırlatmış.
Osman Serhat, Mustafa Uçurum, Mehmet Özger, Ahmet Tokiş, Rasim Demirtaş, Mehmet Sarı, Abdulkadir Akdemir, Ramazan Ekinci, Gürhan Bıyıklı, Hünkâr Karaca bu ay okuyucuyla buluşan şairler.
Bu sayıda yer alan öykücüler, Hasan Aycın, Kadir Tanır, Zeki Bulduk, İsmail Demirel, Yunus Emre Özsaray olarak göze çarpıyor.
İki de çeviri var bu sayıda: Biri öykü, diğeri şiir. T.S. Eliot’a ait şiir Mustafa Burak Sezer tarafından Türkçeleştirilirken, Malachi Whitaker’a ait öykü ise Ebru Ak tarafından dilimize kazandırılmış.
Kâmil Eşfak Berki, Süleyman Nazif’in Fuzuli’yi anlattığı kitabından okurlara yeni demetler sunmaya devam ediyor. Bu ayki başlık: Fuzulî’nin Dili ve Üslûbu.
Osman Bayraktar Yaşantılar üst-başlığıyla gezi notlarını yazmaya devam ediyor.
Mehmet Özger, kuşaktaşı Ahmet Edip Başaran’ın şiir kitabı Oyunbozan’ı değerlendirmiş oylumlu bir şekilde. Başaran şirine giriş mahiyetinde bir yazı olmuş.
Musatafa Cemil Efe, Hatta Mustafa Râkım Efendi’yi anlatmış.
Şerafettin Yapıcı bir denemeyle katılıyor bu ayki sayıya.
Mehmet Ragıp Karcı Şiirler ve Şairler üst-başlığını kullandığı seri yazısında bu kez İhsan Sezal’i ve şiirini anlatıyor.
Mete Çamdereli Eski Yazı Okumalarına devam ediyor. Kendisinden çeviri şiirler beklediğimizi buradan ifade edelim.
Değiniler bölümü bu sayıda da dolu dolu. Bünyamin K., Cafer Keklikçi’nin son kitabı Tahammül Şeridi’ni yazmış, İbrahim Coşkun, Diriliş Yayınlarından çıkan yeni baskı kitapları ve Kısa Öykü adlı kitabı yazmış. Nihat Malkoç, Güllerin Vedası adlı kitabıyla bizlere şahadet hikâyeleri anlatan Bahattin Yıldız’ı ve şahadetini anlatıyor. Nuhan Nebi Çam, Maraş Öykü Günlerine değinmiş. Zeynep Dilyâre, ‘aşk yazgısıdır yaşamak’ demiş.
Nuri Pakdil’in sözüyle bitirelim:
“Mekke, Medine, Kudüs: Yüreği İstanbul’un.”
Hayırlı okumalar.
Yedi İklim dergisi bu ay 244. sayısıyla Gazze’yi, Mavi Marmara’yı taşıyor kapağa. Kapak, dergide uzun bir zamandır modern hat çalışmalarına rastladığımız ve hattatlar hakkında tanıtıcı-bilgilendirici yazılar kaleme alan genç hattat Mustafa Cemil Efe’ye ait. Kapak konusu çerçevesince Hasan Aycın da bir çizgi çizmiş. Bu bağlamda Şaban Abak (Mavi Marmara Yola Çıktığı Zaman), Ahmet Mercan (Kudüs) ve Ali Sözer (Dokuz Kandil) de şiirleriyle tarihe kayıt düşmüşler. Yunus Emre Özsaray ise olaylara farklı bir cepheden yaklaşmış ve bize fethi, Fatih’i hatırlatmış.
Osman Serhat, Mustafa Uçurum, Mehmet Özger, Ahmet Tokiş, Rasim Demirtaş, Mehmet Sarı, Abdulkadir Akdemir, Ramazan Ekinci, Gürhan Bıyıklı, Hünkâr Karaca bu ay okuyucuyla buluşan şairler.
Bu sayıda yer alan öykücüler, Hasan Aycın, Kadir Tanır, Zeki Bulduk, İsmail Demirel, Yunus Emre Özsaray olarak göze çarpıyor.
İki de çeviri var bu sayıda: Biri öykü, diğeri şiir. T.S. Eliot’a ait şiir Mustafa Burak Sezer tarafından Türkçeleştirilirken, Malachi Whitaker’a ait öykü ise Ebru Ak tarafından dilimize kazandırılmış.
Kâmil Eşfak Berki, Süleyman Nazif’in Fuzuli’yi anlattığı kitabından okurlara yeni demetler sunmaya devam ediyor. Bu ayki başlık: Fuzulî’nin Dili ve Üslûbu.
Osman Bayraktar Yaşantılar üst-başlığıyla gezi notlarını yazmaya devam ediyor.
Mehmet Özger, kuşaktaşı Ahmet Edip Başaran’ın şiir kitabı Oyunbozan’ı değerlendirmiş oylumlu bir şekilde. Başaran şirine giriş mahiyetinde bir yazı olmuş.
Musatafa Cemil Efe, Hatta Mustafa Râkım Efendi’yi anlatmış.
Şerafettin Yapıcı bir denemeyle katılıyor bu ayki sayıya.
Mehmet Ragıp Karcı Şiirler ve Şairler üst-başlığını kullandığı seri yazısında bu kez İhsan Sezal’i ve şiirini anlatıyor.
Mete Çamdereli Eski Yazı Okumalarına devam ediyor. Kendisinden çeviri şiirler beklediğimizi buradan ifade edelim.
Değiniler bölümü bu sayıda da dolu dolu. Bünyamin K., Cafer Keklikçi’nin son kitabı Tahammül Şeridi’ni yazmış, İbrahim Coşkun, Diriliş Yayınlarından çıkan yeni baskı kitapları ve Kısa Öykü adlı kitabı yazmış. Nihat Malkoç, Güllerin Vedası adlı kitabıyla bizlere şahadet hikâyeleri anlatan Bahattin Yıldız’ı ve şahadetini anlatıyor. Nuhan Nebi Çam, Maraş Öykü Günlerine değinmiş. Zeynep Dilyâre, ‘aşk yazgısıdır yaşamak’ demiş.
Nuri Pakdil’in sözüyle bitirelim:
“Mekke, Medine, Kudüs: Yüreği İstanbul’un.”
Hayırlı okumalar.
2010-07-14
'Az Edebiyat' dergisi (7)
Önsöz niyetine…
Yaz sıcağının bastırdığı şu günlerde. Tam da rehavete kendimizi kaptırmışken, okumak gibi bir eyleme davet edip sizi rahatsız ediyor olmaktan rahatsız değiliz. Hatta içten içe mutlu olduğumuz bile söylenir. “Tatil” modern insanın uydurduğu en güzel gevşetme yöntemlerinden biridir. Gibi direk hesabın içine giriyor oluşumuz, bizleri yersiz kılsa da eylemlerimizi (eylemsizliğinizi) haklı çıkarmaz.
Koşulduğumuz yüklerimizin tam da “ne olduğunu” ve biz “neyin sayhası” olduğumuzu sorma noktasına geliyoruz; “Bir süre boşsunuz” diyor düzenin sözcüsü. Boşalıyoruz. nereye gittiğimiz, nasıl geçirdiğimiz çok da anlam içermiyor bu aşamada. Tatili nasıl geçirdiğimizin sorgulanmasından çok neyi tatil ettiğimizi sorgulamak gerekliliği öne çıkıyor, “duraksayabilir bir şey midir insan yaşamı?” Gibi sorular eklesek de biliyoruz ki bizler tatildeyiz. Bırakın sorulara yaz sıcağında ansızın bastıran yaz yağmurunun serin ürpertisine bile hazır değiliz. Kapattık neyimiz varsa. Bu durumda Yanımıza almayı unuttuğumuzda yazıklanacağımız bir şey değildir edebiyat dergisi. Hele gündelik dilin ötesinde başka bir iklime sizi çağırıyorsa. “tatildeyiz gelemeyiz.”
Tam da yola çıkmışken bir arkadaşınızın överek anlattığı tatil yerine, tam da “oh be ne iyi oldu da geldik” diyorken memnun bir yüzle, tam da uzanmışken kumsala, parmak ucunuza bir diken gibi batmaya geldik. Yağmaya geldik, tüm ağırlığımızla kölesi olduğunuz yükün yıllık hesabını biraz daha artırmak için.
Peşinden koştuğumuz her ne ise eylemimiz peşinden koştuğumuzu yansıtıyor ve yaşatıyor bize.her anın hiçbir ana ait olmadığını her anın aynı zamanda bütünün birer aynılığı olduğunu kavramak için elbette kelimelere bulaşmak gerek. Gündelik dilin çepeçevre sardığı ve sizi dışta eşyada mekânda maddede tuttuğu anlam kodlamalarının ötesine çıkmak insanın özgürlüğe adım atmasının ilk ve en temel şartlarından biridir..
ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim… (asaf halet çelebi)
Doğruyu yapmak da yıkmaktır aslında…
"Az Edebiyat" irtibat:
Ordu Cad. 140. Sk. Belediye Arkası Nazilli/Aydın
www.azedebiyat.com
E-Posta: azedebiyat@gmail.com
Telefon: 0 506 582 95 94
Yaz sıcağının bastırdığı şu günlerde. Tam da rehavete kendimizi kaptırmışken, okumak gibi bir eyleme davet edip sizi rahatsız ediyor olmaktan rahatsız değiliz. Hatta içten içe mutlu olduğumuz bile söylenir. “Tatil” modern insanın uydurduğu en güzel gevşetme yöntemlerinden biridir. Gibi direk hesabın içine giriyor oluşumuz, bizleri yersiz kılsa da eylemlerimizi (eylemsizliğinizi) haklı çıkarmaz.
Koşulduğumuz yüklerimizin tam da “ne olduğunu” ve biz “neyin sayhası” olduğumuzu sorma noktasına geliyoruz; “Bir süre boşsunuz” diyor düzenin sözcüsü. Boşalıyoruz. nereye gittiğimiz, nasıl geçirdiğimiz çok da anlam içermiyor bu aşamada. Tatili nasıl geçirdiğimizin sorgulanmasından çok neyi tatil ettiğimizi sorgulamak gerekliliği öne çıkıyor, “duraksayabilir bir şey midir insan yaşamı?” Gibi sorular eklesek de biliyoruz ki bizler tatildeyiz. Bırakın sorulara yaz sıcağında ansızın bastıran yaz yağmurunun serin ürpertisine bile hazır değiliz. Kapattık neyimiz varsa. Bu durumda Yanımıza almayı unuttuğumuzda yazıklanacağımız bir şey değildir edebiyat dergisi. Hele gündelik dilin ötesinde başka bir iklime sizi çağırıyorsa. “tatildeyiz gelemeyiz.”
Tam da yola çıkmışken bir arkadaşınızın överek anlattığı tatil yerine, tam da “oh be ne iyi oldu da geldik” diyorken memnun bir yüzle, tam da uzanmışken kumsala, parmak ucunuza bir diken gibi batmaya geldik. Yağmaya geldik, tüm ağırlığımızla kölesi olduğunuz yükün yıllık hesabını biraz daha artırmak için.
Peşinden koştuğumuz her ne ise eylemimiz peşinden koştuğumuzu yansıtıyor ve yaşatıyor bize.her anın hiçbir ana ait olmadığını her anın aynı zamanda bütünün birer aynılığı olduğunu kavramak için elbette kelimelere bulaşmak gerek. Gündelik dilin çepeçevre sardığı ve sizi dışta eşyada mekânda maddede tuttuğu anlam kodlamalarının ötesine çıkmak insanın özgürlüğe adım atmasının ilk ve en temel şartlarından biridir..
ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim… (asaf halet çelebi)
Doğruyu yapmak da yıkmaktır aslında…
"Az Edebiyat" irtibat:
Ordu Cad. 140. Sk. Belediye Arkası Nazilli/Aydın
www.azedebiyat.com
E-Posta: azedebiyat@gmail.com
Telefon: 0 506 582 95 94
2010-07-13
'Kertenkele' edebiyat ve düşünce dergisi
90’larda Anadolu’nun birçok yerinde irili ufaklı dergi oluşumlarının çokluğu hatırlanacaktır. Bu dergilerin önemli bir kısmının “taşralılığı”, poetik iddia bakımından yoksunluğu ve tasarımından içeriğine kadar büyük acemiliği düşünüldüğünde geriye çok azından izler kaldığını söyleyebiliriz.
‘Merkez’in dışında ‘merkez’ oldular
Ancak Türkiye’nin her anlamda geçirdiği dönüşüm karşısında (ekonomiden, sosyolojiye ve politikaya kadar) 2000’lerden sonra yayınlanan ya da geçmişteki yayın anlayışını bu dönüşüme koşut yeniden konumlandıran dergi oluşumları içinde, ‘merkez’ dediğimiz (ki bu ‘merkez’ denen şeyin de post-modern zamanlarda işlevinin buharlaştığı ayrı bir tartışma alanıdır) ana koridora karşı bütüncül anlamda direnebilen ve başkaca arterler oluşturabilen yeni dergilerin belirdiğini görürüz. Bu anlamda Avangart, Mor Taka, Bireylikler, Ada, İtaki gibi birçok dergi hem ‘merkez’ dışında, Anadolu’nun değişik coğrafyalarında çıkmaları, hem de içerik ve tasarım olarak ‘merkez’deki bazı dergilerden kalite bağlamında sıkı bir yayın anlayışına yaslanmaları dikkate alındığında oldukça manidar bir fotoğraf çıkıyor ortaya.
Kertenkele’nin vizyonu var
Yayın yönetmenliğini Muammer Yavaş’ın yaptığı Kertenkele Edebiyat ve Düşünce dergisi, 90’ların sonunda yayınlanmaya başlayan ve değişik evreler geçirip son iki yıldır gösterdiği performans ile yukarıda bahsettiğimiz önemli dergi oluşumlarına eklemlenen bir yayın olarak ele alınmaya müsait. Ayrıca kapanmama, pes etmeme, iddialarından geri durmama konusundaki ısrarı da alkışa değer.
Yeni çıkan ve 19.-20. sayılarının birleştirilerek yayınlandığı dergi, yine birbirinden sıkı yazı ve şiirler ile iyi okur dediğimiz azınlığın ilgisini çekebilecek bir vizyon koyuyor ortaya. Bunun yanında Kentenkele için Fayrap’ta Ömer Yalçınova’nın, Hece’de Murat Erol’un, Gerçek Hayat’ta Osman Özbahçe’nin özel yazılar kaleme almaları derginin sadece okur bağlamında değil, diğer dergi oluşumları tarafından da özenle takip edildiğini göstermekte. Tabii Kertenkele’nin son iki yıldaki yayın anlayışı, içerik ve tasarım yeniliğinin bunda önemli etkisi söz konusu. Bu vizyonun, biraz evvel bahsettiğim ve 2000’lerden sonraya sarkan Anadolu dergicilindeki atılımla da kuşkusuz ortak paydaları mevcut.
Eleştiride Ali Celep’e dikkat
Özellikle eleştiri dergiciliği dediğimiz alana kayma iddiası ortaya koyan derginin bu vizyonunu, uzun süre müstear isim kullanan Ali Celep’in yazıları sürükledi denilebilir. Kertenkele üzerine diğer dergilerde yazılan bütün yazılarda da bu hak teslim ediliyor. Günümüz dergilerinde yayınlanan şiirler ve şairlerin ilk kitapları üzerine yoğunlaşan bu yazılar çok ilgi çekti. Benim bu yazılarda gördüğüm; Ali Celep’in, belirlenmiş kliklerin, grupların, şair cemaatlerinin ve ideolojik kapanların çok dışında salt estetik belirlenimler ile yola çıktığıdır. Farklı kesimlerden ve Kertenkele ile uzaktan yakından hiç ilgisi olmadığı halde üzerine yazı çıkartılan bunca isim, dergiyi aynı zamanda ‘merkez’deki dergi oluşumlarının yanına çekti. ‘Merkez’deki dergi oluşumlarının önemli bir kısmında mesela, böylesi bir genişlik göremeyiz. Bunu bir olumsuzlama olarak söylemiyorum. Ve belirli bir kadro, anlayış ve yayın politikasına yaslanan dergi oluşumlarının da mutlak bir ihtiyaç olduğunu düşünüyor ve önemsiyorum. Kertenkele bu özelliği ile ayrışıyor sanırım. Tabii bütün bunlar Ali Celep’in metinleri üzerinden gelişen tartışmalar…
Ali CelepCelep yeni çıkan sayıda, 124 sayfa olarak sunulan derginin neredeyse yarıya yakınında yine ilk kitaplar ve dergilerdeki şiirleri incelemeye devam ediyor. Ali K. Metin’in 1999 yılında Beyan Yayınları’ndan ve Vural Kaya’nın da 2007 yılında Ebabil Yayınlar’ından çıkan ilk kitaplarını inceleyen Celep, ‘dergilerde yayınlananlar’ bölümünde de Akif Kurtuluş’un Heves’te, Ahmet Güntan’ın Kitap-lık’ta, Esma Güneş’in Fayrap’ta, Onur Bayrak’ın Kertenkele’de, Gonca Özmen’in Heves’te, Resul Tamgüç’ün Bir Nokta’da, Orhan Tepebaş’ın Dergah’ta, Mustafa Özçelik’in Bir Nokta’da ve Ali Emre’nin Karagöz’deki birer şiiri üzerine eğilmiş.
Şevval büyümüş de küçülmüş
Kertenkele’nin yeni sayısında şiir yayınlayan isimler ise şöyle: Şevval Sert, Onur Bayrak, Murat Tuzcu, Muhammed Hüküm, Bülent Keçeli, Şinasi Tepe, Ali Celep ve Muammer Yavaş. Bu isimlerden Şevval Sert’in ilköğretim 5. sınıf öğrencisi olduğunu ve şiirinin kendi yaşına göre oldukça iddialı ifadeler içerdiğini ekleyelim. Kertenkele özellikle bu tür yayın anlayışı olarak da diğer dergilerden farklı bir politikaya sahip. Başka sayılarında da küçük yaştaki öğrencilerin şiirlerine yer vermişti.
Adnan Duran’ın “Bir Ayete Bir Adım” adlı yazısı; Levent Şen’in, Adem Turan’ın yeni yayınlanan seçkisi “Şairlerin Gazze’si” üzerine incelemesi; M.Arzu Ayan’ın “Ostrov” başlıklı film yazısı; Aydın Hız’ın “Aliya İzzet Begoviç” portresi; Orhan Tepebaş’ın, Tütün dergisini çıkartan ekipten Ahmet Şimşek’in bir şiirinden hareketle “Boşluğu Daraltan Atlılar” ve kalem üzerine yazdığı metin yine derginin dikkat çeken başkaca yazıları. Ben, Kertenkele’nin bu sayısında, şiirlerini Defter, Varlık, Kavram Karmaşa, Ütopiya ve Mecmua gibi dergilerde yayınlayan şair Bayram Balcı’nın yeni çıkan kitabı “Livar”daki “gerilim” meselesi üzerinde durdum.
19. ve 20. sayılarını birleştirerek sunan Kertenkele dergisi böylece yaz mevsiminde tatil yapacak gibi. Ağustos sonu veya Eylül başında da sanırım 21. sayısı ile tatilden dönecek.
Mustafa Celep
Kertenkele edebiyat ve düşünce dergisi iletişim:
kertenkeleedebiyatdergisi@gmail.com
‘Merkez’in dışında ‘merkez’ oldular
Ancak Türkiye’nin her anlamda geçirdiği dönüşüm karşısında (ekonomiden, sosyolojiye ve politikaya kadar) 2000’lerden sonra yayınlanan ya da geçmişteki yayın anlayışını bu dönüşüme koşut yeniden konumlandıran dergi oluşumları içinde, ‘merkez’ dediğimiz (ki bu ‘merkez’ denen şeyin de post-modern zamanlarda işlevinin buharlaştığı ayrı bir tartışma alanıdır) ana koridora karşı bütüncül anlamda direnebilen ve başkaca arterler oluşturabilen yeni dergilerin belirdiğini görürüz. Bu anlamda Avangart, Mor Taka, Bireylikler, Ada, İtaki gibi birçok dergi hem ‘merkez’ dışında, Anadolu’nun değişik coğrafyalarında çıkmaları, hem de içerik ve tasarım olarak ‘merkez’deki bazı dergilerden kalite bağlamında sıkı bir yayın anlayışına yaslanmaları dikkate alındığında oldukça manidar bir fotoğraf çıkıyor ortaya.
Kertenkele’nin vizyonu var
Yayın yönetmenliğini Muammer Yavaş’ın yaptığı Kertenkele Edebiyat ve Düşünce dergisi, 90’ların sonunda yayınlanmaya başlayan ve değişik evreler geçirip son iki yıldır gösterdiği performans ile yukarıda bahsettiğimiz önemli dergi oluşumlarına eklemlenen bir yayın olarak ele alınmaya müsait. Ayrıca kapanmama, pes etmeme, iddialarından geri durmama konusundaki ısrarı da alkışa değer.
Yeni çıkan ve 19.-20. sayılarının birleştirilerek yayınlandığı dergi, yine birbirinden sıkı yazı ve şiirler ile iyi okur dediğimiz azınlığın ilgisini çekebilecek bir vizyon koyuyor ortaya. Bunun yanında Kentenkele için Fayrap’ta Ömer Yalçınova’nın, Hece’de Murat Erol’un, Gerçek Hayat’ta Osman Özbahçe’nin özel yazılar kaleme almaları derginin sadece okur bağlamında değil, diğer dergi oluşumları tarafından da özenle takip edildiğini göstermekte. Tabii Kertenkele’nin son iki yıldaki yayın anlayışı, içerik ve tasarım yeniliğinin bunda önemli etkisi söz konusu. Bu vizyonun, biraz evvel bahsettiğim ve 2000’lerden sonraya sarkan Anadolu dergicilindeki atılımla da kuşkusuz ortak paydaları mevcut.
Eleştiride Ali Celep’e dikkat
Özellikle eleştiri dergiciliği dediğimiz alana kayma iddiası ortaya koyan derginin bu vizyonunu, uzun süre müstear isim kullanan Ali Celep’in yazıları sürükledi denilebilir. Kertenkele üzerine diğer dergilerde yazılan bütün yazılarda da bu hak teslim ediliyor. Günümüz dergilerinde yayınlanan şiirler ve şairlerin ilk kitapları üzerine yoğunlaşan bu yazılar çok ilgi çekti. Benim bu yazılarda gördüğüm; Ali Celep’in, belirlenmiş kliklerin, grupların, şair cemaatlerinin ve ideolojik kapanların çok dışında salt estetik belirlenimler ile yola çıktığıdır. Farklı kesimlerden ve Kertenkele ile uzaktan yakından hiç ilgisi olmadığı halde üzerine yazı çıkartılan bunca isim, dergiyi aynı zamanda ‘merkez’deki dergi oluşumlarının yanına çekti. ‘Merkez’deki dergi oluşumlarının önemli bir kısmında mesela, böylesi bir genişlik göremeyiz. Bunu bir olumsuzlama olarak söylemiyorum. Ve belirli bir kadro, anlayış ve yayın politikasına yaslanan dergi oluşumlarının da mutlak bir ihtiyaç olduğunu düşünüyor ve önemsiyorum. Kertenkele bu özelliği ile ayrışıyor sanırım. Tabii bütün bunlar Ali Celep’in metinleri üzerinden gelişen tartışmalar…
Ali CelepCelep yeni çıkan sayıda, 124 sayfa olarak sunulan derginin neredeyse yarıya yakınında yine ilk kitaplar ve dergilerdeki şiirleri incelemeye devam ediyor. Ali K. Metin’in 1999 yılında Beyan Yayınları’ndan ve Vural Kaya’nın da 2007 yılında Ebabil Yayınlar’ından çıkan ilk kitaplarını inceleyen Celep, ‘dergilerde yayınlananlar’ bölümünde de Akif Kurtuluş’un Heves’te, Ahmet Güntan’ın Kitap-lık’ta, Esma Güneş’in Fayrap’ta, Onur Bayrak’ın Kertenkele’de, Gonca Özmen’in Heves’te, Resul Tamgüç’ün Bir Nokta’da, Orhan Tepebaş’ın Dergah’ta, Mustafa Özçelik’in Bir Nokta’da ve Ali Emre’nin Karagöz’deki birer şiiri üzerine eğilmiş.
Şevval büyümüş de küçülmüş
Kertenkele’nin yeni sayısında şiir yayınlayan isimler ise şöyle: Şevval Sert, Onur Bayrak, Murat Tuzcu, Muhammed Hüküm, Bülent Keçeli, Şinasi Tepe, Ali Celep ve Muammer Yavaş. Bu isimlerden Şevval Sert’in ilköğretim 5. sınıf öğrencisi olduğunu ve şiirinin kendi yaşına göre oldukça iddialı ifadeler içerdiğini ekleyelim. Kertenkele özellikle bu tür yayın anlayışı olarak da diğer dergilerden farklı bir politikaya sahip. Başka sayılarında da küçük yaştaki öğrencilerin şiirlerine yer vermişti.
Adnan Duran’ın “Bir Ayete Bir Adım” adlı yazısı; Levent Şen’in, Adem Turan’ın yeni yayınlanan seçkisi “Şairlerin Gazze’si” üzerine incelemesi; M.Arzu Ayan’ın “Ostrov” başlıklı film yazısı; Aydın Hız’ın “Aliya İzzet Begoviç” portresi; Orhan Tepebaş’ın, Tütün dergisini çıkartan ekipten Ahmet Şimşek’in bir şiirinden hareketle “Boşluğu Daraltan Atlılar” ve kalem üzerine yazdığı metin yine derginin dikkat çeken başkaca yazıları. Ben, Kertenkele’nin bu sayısında, şiirlerini Defter, Varlık, Kavram Karmaşa, Ütopiya ve Mecmua gibi dergilerde yayınlayan şair Bayram Balcı’nın yeni çıkan kitabı “Livar”daki “gerilim” meselesi üzerinde durdum.
19. ve 20. sayılarını birleştirerek sunan Kertenkele dergisi böylece yaz mevsiminde tatil yapacak gibi. Ağustos sonu veya Eylül başında da sanırım 21. sayısı ile tatilden dönecek.
Mustafa Celep
Kertenkele edebiyat ve düşünce dergisi iletişim:
kertenkeleedebiyatdergisi@gmail.com
2010-07-12
Gazze Özgür Oluncaya Dek!
Yeni Dünya dergisi Temmuz sayısında “Gazze Özgür Oluncaya Dek” manşetiyle arşivlik bir sayıya imza atarak çıkıyor okurlarının karşısına...
Bazı hadiseler vardır umulan ve hedeflenenin çok üstünde hayırlara vesile olur.
Gazze’de uzun yıllardır yaşananların ve umudunu hiç kaybetmeden hayata tutunan çocukların gülen yüzleri, tarihe beyaz bir sayfa açılması için tetikleyici bir vazife gördüler adeta. Mavi Marmara Barış Harekatı, bir millet ruhunun, bir ümmet şuurunun silkinişi anlamına geliyordu. Mavi Marmara, gündemimiz, Mavi Marmara umudumuz, Mavi Marmara geleceğimiz olmuştu.
Bütün dergilerin ‘Mavi’ çıkmasını bekliyorduk için için. Mavi Mavi baksınlar, Mavi Mavi konuşsunlar istiyorduk. Öyle de yaptı bir çoğu. Sayafalarına misafir etti Özgürlük Filosu’nu. Fakat beklenen vurgu, Yeni Dünya dergisinden geldi. Sayfalarının bir kısmını değil tamamını Mavi Marmara rüzgarına açmıştı Yeni Dünya.
“Gazze Özgür Oluncaya Dek” manşetiyle arşivlik bir sayıya imza atıldığını gördük umutla. Mavi Marmara’nın Özgürlük Yolculuğu’na ayrılmış sayı, her cümlesi satır satır okunacak, heyecan aşk ve ideal tazeleyen sıkı yazılarla doluydu. Mikrofonlarını Mavi Marmara’nın ve Masmavi bir dünyanın kutlu direnişçilerine uzatarak çok önemli tanıklıklar gündeme taşınmıştı.
“Bu, ne yaptığını, neye dayanarak yaptığını bilen akıllı ve gönüllü direniş erlerine sorduk; neler hissettiklerini, neler yaşadıklarını, ne getirdiklerini, ne götürdüklerini…” diyerek…
Ve her zamanki o Yeni Dünya manifestosuna uygun bir satır arası vurgu da kendini hissettiyordu yine. Nefsimizin bitmez tükenmez zalim arzularını İsrail, garip yüreğimizi Gazze ve hakka adalete susamışlığımızı da ruhumuzun dinamik kuvveleri gibi düşünmemizi istiyordu dergi sayfaları bizden.
Dergi, “En iyilerimizi şehit verdik” diyecek kadar saf yürekli, gadre uğradığı hapishanelerde belki düşmana hidayet ulaşır zannıyla tenzir ayetleriyle saf tutup namaza duracak kadar cesur ve ferasetli, başından sonuna kadar sefere destek verip diğer milletlerden gönüllülerin de sağ salim yerlerine ulaştırılması için bütün şartları hazırlayan devletlileriyle milletimiz yeniden bir destan yazmıştır.” cümleleri ile birliğin ve beraberliğin akıllı ve şuurlu izdivacına çağırıyor bizi.
Yeni Dünya, çağrısına kulak verilmesi gereken bir ağabey dergi olarak yoluna vakarla devam ediyor. Bu kendine has davudi sesin, hoş sedalara hasret gökkubbesinde daimi yankılar bırakmasını diliyoruz.
Yavuz Gencer
Bazı hadiseler vardır umulan ve hedeflenenin çok üstünde hayırlara vesile olur.
Gazze’de uzun yıllardır yaşananların ve umudunu hiç kaybetmeden hayata tutunan çocukların gülen yüzleri, tarihe beyaz bir sayfa açılması için tetikleyici bir vazife gördüler adeta. Mavi Marmara Barış Harekatı, bir millet ruhunun, bir ümmet şuurunun silkinişi anlamına geliyordu. Mavi Marmara, gündemimiz, Mavi Marmara umudumuz, Mavi Marmara geleceğimiz olmuştu.
Bütün dergilerin ‘Mavi’ çıkmasını bekliyorduk için için. Mavi Mavi baksınlar, Mavi Mavi konuşsunlar istiyorduk. Öyle de yaptı bir çoğu. Sayafalarına misafir etti Özgürlük Filosu’nu. Fakat beklenen vurgu, Yeni Dünya dergisinden geldi. Sayfalarının bir kısmını değil tamamını Mavi Marmara rüzgarına açmıştı Yeni Dünya.
“Gazze Özgür Oluncaya Dek” manşetiyle arşivlik bir sayıya imza atıldığını gördük umutla. Mavi Marmara’nın Özgürlük Yolculuğu’na ayrılmış sayı, her cümlesi satır satır okunacak, heyecan aşk ve ideal tazeleyen sıkı yazılarla doluydu. Mikrofonlarını Mavi Marmara’nın ve Masmavi bir dünyanın kutlu direnişçilerine uzatarak çok önemli tanıklıklar gündeme taşınmıştı.
“Bu, ne yaptığını, neye dayanarak yaptığını bilen akıllı ve gönüllü direniş erlerine sorduk; neler hissettiklerini, neler yaşadıklarını, ne getirdiklerini, ne götürdüklerini…” diyerek…
Ve her zamanki o Yeni Dünya manifestosuna uygun bir satır arası vurgu da kendini hissettiyordu yine. Nefsimizin bitmez tükenmez zalim arzularını İsrail, garip yüreğimizi Gazze ve hakka adalete susamışlığımızı da ruhumuzun dinamik kuvveleri gibi düşünmemizi istiyordu dergi sayfaları bizden.
Dergi, “En iyilerimizi şehit verdik” diyecek kadar saf yürekli, gadre uğradığı hapishanelerde belki düşmana hidayet ulaşır zannıyla tenzir ayetleriyle saf tutup namaza duracak kadar cesur ve ferasetli, başından sonuna kadar sefere destek verip diğer milletlerden gönüllülerin de sağ salim yerlerine ulaştırılması için bütün şartları hazırlayan devletlileriyle milletimiz yeniden bir destan yazmıştır.” cümleleri ile birliğin ve beraberliğin akıllı ve şuurlu izdivacına çağırıyor bizi.
Yeni Dünya, çağrısına kulak verilmesi gereken bir ağabey dergi olarak yoluna vakarla devam ediyor. Bu kendine has davudi sesin, hoş sedalara hasret gökkubbesinde daimi yankılar bırakmasını diliyoruz.
Yavuz Gencer
2010-07-11
Kurtuba [5] çıktı
Kurtuba Dergisi’nin beşinci sayısı çıktı. Türkiye sathında dağıtımlara başlandı.
Bu sayıda Kurtubalılar olarak Mavi Marmara Devrimi’ni selamladık. İslamcı-liberal ittifakını tartışmaya açtık. Ömer Lekesiz’le İslamcılık, Sağcılık ve Muhafazakarlık merkezli edebiyata dair geniş bir söyleşi yaptık.
Dostumuz Faruk Yücel’i vefatının birinci yıldönümünde bir kez daha andık. Yayınladığımız dört öyküyle, Kurtuba’nın öykü damarını canlı tutmayı sürdürdük. The Molla Kasım ümmeti bir kez daha sigaya çekti, biz de el pençe divan durduk.
Ezcümle; bir kez daha İttihad-ı İslam’a inanan kardeşlerimizle dertleştik.
İletişim:
www.kurtubadergisi.com
Bu sayıda Kurtubalılar olarak Mavi Marmara Devrimi’ni selamladık. İslamcı-liberal ittifakını tartışmaya açtık. Ömer Lekesiz’le İslamcılık, Sağcılık ve Muhafazakarlık merkezli edebiyata dair geniş bir söyleşi yaptık.
Dostumuz Faruk Yücel’i vefatının birinci yıldönümünde bir kez daha andık. Yayınladığımız dört öyküyle, Kurtuba’nın öykü damarını canlı tutmayı sürdürdük. The Molla Kasım ümmeti bir kez daha sigaya çekti, biz de el pençe divan durduk.
Ezcümle; bir kez daha İttihad-ı İslam’a inanan kardeşlerimizle dertleştik.
İletişim:
www.kurtubadergisi.com
2010-07-08
'Yolcu' dergisi
Haziran-Temmuz 2010, Sayı:59
Bu Sayıda:
I ferhat kalender I ali emre I yaşar bedri I ömer idris akdin I e. ibrahim I mehmet aycı I ismail aykanat I rabia bulut I ayşe eyyüpkoca atila I ahmet mercan I ahmet savaş özpınar I mehmet yüzücü I bülent sönmez I aslınur akdeniz I kamil yeşil I ümit zeynep kayabaş I selami ay I abdullah olmak I aydın hız I seyyit köse I dursun ali sazkaya I hüseyin güç I m.erkam bülbül I yahya kurtkaya I mehmet çelik I selçuk küpçük I faik öcal I adem özbay I ümran yaka I bünyamin doğruer I müslim kılıç I bilal can I
MECMUANIN ORTA YERİ: AHMET USTA SIDDIK AKBAYIR’I KONUŞTURDU:
“AYNI GÖĞÜN UZAK YILDIZLARI: NAZIM HİKMET – NECİP FAZIL”
“ Evet, her ikisi de birer ‘deha’dır.
Çünkü, deha, benzersiz bir yaratıcılıktır. Deha, ‘sonsuz bir yaratma gücü’yle dünyayı görmekle kalmaz, onu değiştirerek, dönüştürerek yeniden kurar.
Çünkü, deha, bir yalnızlıktır. Çağında anlaşılmış deha pek yoktur.
Çünkü, deha, bitmeyen bir uzaklıktır. Bilim ya da sanat tarihinde ‘emekli olmuş deha yoktur.’ Çünkü, deha, bir yolculuktur; deha’nın mekânı, Baudelaire’in ‘Ben nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir.’ dediği yerdir.
Çünkü, deha, ‘bir uyumsuzluktur.’ Deha, kendisine bile tenhadır.
Çünkü, deha, bir tedirginliktir. Deha, hayatın ve kitapların onaramadığı bir yerdedir. Çünkü, deha, bir çelişkidir, çelişkideki trajedidir.”
İletişim:
Kale mah. Kazımpaşa cad. Akman iş merkezi 18 / 2 Samsun
0362 431 14 44
yolcu@yolcudergisi.com
www.yolcudergisi.com
'Yağmur' dergisi
Sayı: 49 Temmuz - Agustos 2010
"Varlığın en bereketli ışık kaynağı, sözün en çarpıcı, en kuvvetli nüktesi" Kurân-ı Kerîm için kaleme alınmış olan başyazımızla açılan sayfalarımız, yine bereketli bir okuma şöleni sunuyor. Yeryüzündeki bütün cazibedar güzelliklerin, onun ışığının varlık üzerine akseden gölgesi olduğu tespitiyle başlayan makale, Kur'ân-ı Kerîm'in olmadığı bir dünyada insanî değerleri aramanın bir aldanmışlık olduğu tespitiyle nihayete eriyor.
Başyazımızı takip eden ilk yazı, Bozkır'a Atılan İmza. Sözkonusu hatıra, Kur'ân-ı Kerîm iklimini Asya steplerine taşımak üzere yola çıkan bir babanın, yavrusunu bozkıra emanet edişini hikâye ediyor.
Bu sayımızın ilk makalesi, Kadir Erdal imzasını taşıyor. Millî kültür mirasımızın en kıymetli ürünlerinden olan atasözleri hakkında yapılmış bir derleme çalışmasına; Güvahî'nin Pendname'sine dikkat çeken Erdal, kültürümüze dair atasözü ve benzeri ögelerin gün yüzüne çıkarılmasının, kendi medeniyetimizin izlerini sürmek hususunda çok büyük yardımları olacağı tezini savunuyor.
Ali Osman Dönmez'in Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Edebiyata Dair Fikirlerini Anlama Yolculuğu devam ediyor. Bu sayımızda serinin altıncı bölümünü okuyacaksınız. Kendi dünyamıza bakan yönüyle sanatın ifade edilmeye çalışıldığı bölümde, "Sanat Tanımlarında Karşılaşılan Bir Husus", "Hocaefendi'ye Göre Sanat", "İnanç ve Sanat", "Sanatta Tecrid" ve "Hocaefendi'nin Dilindeki Tecrid" başlıkları ele alınıyor.
Bu sayımızla birlikte iki seri yazı dizisine daha başlıyoruz. İki kıymetli hocamızın, Prof. İlhan Özkeçeci ve Prof. Dr. Cihan Okuyucu'nun imzalarını taşıyan bu yazıların ilki "Yeni Nesiller ve Kültür Hayatımız". Her düşünce sisteminin, kendini anlatan bir sanat üslûbu ve her dönemin karakterini yansıtan bir sanat yaklaşımı olduğunun altını çizen Özkeçeci, serinin her bölümünde klasik sanatlarımızdan birini mercek altına alacak.
Müjdesini verdiğimiz diğer yazı dizisi ise "Icapa Gezileri: Seul'den Jakarta'ya". Seri, Cihan Okuyucu'nun uluslar arası felsefe kulübü Icapa tarafından 2009 yılında gerçekleştirilen bir sempozyum dolayısıyla görme imkânı bulduğu Uzak Asya coğrafyasına dair gezi notlarından oluşuyor. Notların, 24-28 Ekim tarihlerini kapsayan bu bölümünü beğenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz.
Doç. Dr. Mehmet Gümüşkılıç, "Dilin Menşei Hakkında Bazı Mülahazalar" başlıklı yazısında, bugüne kadar ortaya atılan görüşlerle ilgili bilgiler verdikten sonra, âyet-i kerîmelerin ışığında kendi kanaatini ortaya koyuyor. Gümüşkılıç, Allah'ın Hz. Âdem'e dünyada olan her şeyi isimleriyle birlikte öğretmesi ve bu isimleri onun vasıtasıyla meleklere tâlim ettirmesi gibi hususlardan hareketle, bugün yeryüzünde konuşulan dillerin ilâhî bir menşeden geldiği fikrini savunuyor.
Hikâye ve şiir yönüyle de oldukça zengin olan sayımızı beğenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz.
Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle...
İçindekiler:
Hasbihâl ( Editör'den ) Yağmur
Kurân ( Başyazılar ) Yağmur
Bozkıra Atılan İmza ( Hatıra ) Ahmet AKBAŞ
Mektup ( Şiir ) Ali Osman KURUN
Bir Atasözleri Hazinesi: Güvâhî'nin Pendnâmesi ( İnceleme ) Kadir ERDAL
Rubâiler ( Şiir ) Ahmet Metin ŞAHİN
Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun ( Sinema ) Dr. Abdulhak Tekiner
Bir Düş Eksilir ( Şiir ) Hasan ÇAĞLAYAN
Yeşil Kubbe Altında ( Hikaye ) Salim NİZAM
Ümit Kuşları ( Deneme ) Gülbahar REÇBER
Yeni Nesiller ve Kültür Hayatımız ( Makale ) Prof. İlhan ÖZKEÇECİ
Münacat ( Şiir ) Ziya Paşa AKYÜREK
Dilin Menşei Hakkında Bazı Mülahazalar ( Makale ) Mehmet Gümüşkılıç
Hocaefendi’nin Edebiyata Dâir Fikirlerini Anlama Yolculuğu-6 ( İnceleme ) Ali Osman DÖNMEZ
NA’T - KUDDÛSÎ ( Edebiyat Şaheserleri ) Yağmur
SULTANIM EFENDİM - ALİ ULVİ KURUCU ( Edebiyat Şaheserleri ) Yağmur
Keteni ( Hikaye ) Cuma HUDAYGULI
Bir Dua İzi ( Şiir ) Yaşar BEÇENE
Yazıcıoğlu Mehmed ve Muhammediyesi ( Biyografi ) Ahmet Ali Özer
Dervişler ( Şiir ) Mustafa ÇAKMAK
Bir Ruhun İzinde ( Deneme ) Nihat Dağlı
İftar Topu ( Hikaye ) Abdülmecid Orhan
Oldum Esir ( Şiir ) Mollanepes
Icapa Gezileri: Seul’den Jakarta’ya ( Gezi ) Cihan OKUYUCU
Bu Yağmur ( Şiir ) Yusuf Türkoğlu
Hikmet ( Hikaye ) Emrah Bilge Merdivan
Durgun ( Şiir ) Mehmet AYCI
Ana Bizim Nemiz Eksik ( Hikaye ) Şemseddin YAPAR
İletişim:
Kısıklı Mah. Meltem Sk. No: 5 P.K. 72 Üsküdar-İSTANBUL
Tel: 0 216 318 60 11 - (3622) Faks: 0 216 422 41 40
info@yagmurdergisi.com.tr
"Varlığın en bereketli ışık kaynağı, sözün en çarpıcı, en kuvvetli nüktesi" Kurân-ı Kerîm için kaleme alınmış olan başyazımızla açılan sayfalarımız, yine bereketli bir okuma şöleni sunuyor. Yeryüzündeki bütün cazibedar güzelliklerin, onun ışığının varlık üzerine akseden gölgesi olduğu tespitiyle başlayan makale, Kur'ân-ı Kerîm'in olmadığı bir dünyada insanî değerleri aramanın bir aldanmışlık olduğu tespitiyle nihayete eriyor.
Başyazımızı takip eden ilk yazı, Bozkır'a Atılan İmza. Sözkonusu hatıra, Kur'ân-ı Kerîm iklimini Asya steplerine taşımak üzere yola çıkan bir babanın, yavrusunu bozkıra emanet edişini hikâye ediyor.
Bu sayımızın ilk makalesi, Kadir Erdal imzasını taşıyor. Millî kültür mirasımızın en kıymetli ürünlerinden olan atasözleri hakkında yapılmış bir derleme çalışmasına; Güvahî'nin Pendname'sine dikkat çeken Erdal, kültürümüze dair atasözü ve benzeri ögelerin gün yüzüne çıkarılmasının, kendi medeniyetimizin izlerini sürmek hususunda çok büyük yardımları olacağı tezini savunuyor.
Ali Osman Dönmez'in Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Edebiyata Dair Fikirlerini Anlama Yolculuğu devam ediyor. Bu sayımızda serinin altıncı bölümünü okuyacaksınız. Kendi dünyamıza bakan yönüyle sanatın ifade edilmeye çalışıldığı bölümde, "Sanat Tanımlarında Karşılaşılan Bir Husus", "Hocaefendi'ye Göre Sanat", "İnanç ve Sanat", "Sanatta Tecrid" ve "Hocaefendi'nin Dilindeki Tecrid" başlıkları ele alınıyor.
Bu sayımızla birlikte iki seri yazı dizisine daha başlıyoruz. İki kıymetli hocamızın, Prof. İlhan Özkeçeci ve Prof. Dr. Cihan Okuyucu'nun imzalarını taşıyan bu yazıların ilki "Yeni Nesiller ve Kültür Hayatımız". Her düşünce sisteminin, kendini anlatan bir sanat üslûbu ve her dönemin karakterini yansıtan bir sanat yaklaşımı olduğunun altını çizen Özkeçeci, serinin her bölümünde klasik sanatlarımızdan birini mercek altına alacak.
Müjdesini verdiğimiz diğer yazı dizisi ise "Icapa Gezileri: Seul'den Jakarta'ya". Seri, Cihan Okuyucu'nun uluslar arası felsefe kulübü Icapa tarafından 2009 yılında gerçekleştirilen bir sempozyum dolayısıyla görme imkânı bulduğu Uzak Asya coğrafyasına dair gezi notlarından oluşuyor. Notların, 24-28 Ekim tarihlerini kapsayan bu bölümünü beğenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz.
Doç. Dr. Mehmet Gümüşkılıç, "Dilin Menşei Hakkında Bazı Mülahazalar" başlıklı yazısında, bugüne kadar ortaya atılan görüşlerle ilgili bilgiler verdikten sonra, âyet-i kerîmelerin ışığında kendi kanaatini ortaya koyuyor. Gümüşkılıç, Allah'ın Hz. Âdem'e dünyada olan her şeyi isimleriyle birlikte öğretmesi ve bu isimleri onun vasıtasıyla meleklere tâlim ettirmesi gibi hususlardan hareketle, bugün yeryüzünde konuşulan dillerin ilâhî bir menşeden geldiği fikrini savunuyor.
Hikâye ve şiir yönüyle de oldukça zengin olan sayımızı beğenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz.
Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle...
İçindekiler:
Hasbihâl ( Editör'den ) Yağmur
Kurân ( Başyazılar ) Yağmur
Bozkıra Atılan İmza ( Hatıra ) Ahmet AKBAŞ
Mektup ( Şiir ) Ali Osman KURUN
Bir Atasözleri Hazinesi: Güvâhî'nin Pendnâmesi ( İnceleme ) Kadir ERDAL
Rubâiler ( Şiir ) Ahmet Metin ŞAHİN
Çizme Neyi Ezmeye Çalışıyorsun ( Sinema ) Dr. Abdulhak Tekiner
Bir Düş Eksilir ( Şiir ) Hasan ÇAĞLAYAN
Yeşil Kubbe Altında ( Hikaye ) Salim NİZAM
Ümit Kuşları ( Deneme ) Gülbahar REÇBER
Yeni Nesiller ve Kültür Hayatımız ( Makale ) Prof. İlhan ÖZKEÇECİ
Münacat ( Şiir ) Ziya Paşa AKYÜREK
Dilin Menşei Hakkında Bazı Mülahazalar ( Makale ) Mehmet Gümüşkılıç
Hocaefendi’nin Edebiyata Dâir Fikirlerini Anlama Yolculuğu-6 ( İnceleme ) Ali Osman DÖNMEZ
NA’T - KUDDÛSÎ ( Edebiyat Şaheserleri ) Yağmur
SULTANIM EFENDİM - ALİ ULVİ KURUCU ( Edebiyat Şaheserleri ) Yağmur
Keteni ( Hikaye ) Cuma HUDAYGULI
Bir Dua İzi ( Şiir ) Yaşar BEÇENE
Yazıcıoğlu Mehmed ve Muhammediyesi ( Biyografi ) Ahmet Ali Özer
Dervişler ( Şiir ) Mustafa ÇAKMAK
Bir Ruhun İzinde ( Deneme ) Nihat Dağlı
İftar Topu ( Hikaye ) Abdülmecid Orhan
Oldum Esir ( Şiir ) Mollanepes
Icapa Gezileri: Seul’den Jakarta’ya ( Gezi ) Cihan OKUYUCU
Bu Yağmur ( Şiir ) Yusuf Türkoğlu
Hikmet ( Hikaye ) Emrah Bilge Merdivan
Durgun ( Şiir ) Mehmet AYCI
Ana Bizim Nemiz Eksik ( Hikaye ) Şemseddin YAPAR
İletişim:
Kısıklı Mah. Meltem Sk. No: 5 P.K. 72 Üsküdar-İSTANBUL
Tel: 0 216 318 60 11 - (3622) Faks: 0 216 422 41 40
info@yagmurdergisi.com.tr
'Kuşluk Vakti' baba özel sayısı
Yayın yaşamını Manisa’da sürdüren Kuşluk Vakti edebiyat dergisi, haziran sayısını (sayı 23) baba özel sayısı olarak yayımladı. Dergide yayımlanan şiir ve yazıların tamamı baba ile ilgili. Ali Büyükçapar ve Mustafa Oğuz şiirleriyle; Yıldız Ramazanoğlu, Melek Altun, Sibel Eraslan, Cihan Aktaş, Âdem Turan, İbrahim Eryiğit, Yunus Develi, Mehmet Özcan, Tayyib Atmaca, Salih Güzel, Şemsettin Yapar, Recep Şükrü Güngör, Muhsine Arzu ve Aliye Akan yazılarıyla dergide yer alan isimler.
Kuşluk Vakti’nin “baba özel sayısı” Âdem Turan ve Mustafa Oğuz’un editörlüğünde yayına hazırlandı.
Bu sayıda
Ali Büyükçapar – Güneşin Gözü
Mustafa Oğuz – Güneş Mersiyesi
Yıldız Ramazanoğlu – Lise Bire Giden Kızın Babası
Melek Altun – Babalar ve Kızları
Sibel Eraslan – Babamın Gözleri…
Cihan Aktaş – Babam, İlk Kahramanım
Âdem Turan Herkesin Ali Babası
İbrahim Eryiğit – En Güvenli Liman: Baba Yüreği
Yunus Develi – Babalık Zor Zenaat
Mehmet Özcan – Babamın Hakkı
Tayyib Atmaca – Baba, Baba Olunca Söz Ne Kadar Uzuyor
Salih Güzel – Sırlı Yol
Şemsettin Yapar – Lafı Mecazından Almak
Recep Şükrü Güngör – Babamın Defteri
Muhsine Arzu – Mazi Kalbimde Yaradır
Aliye Akan – Ulu Dağ Babam
Kuşluk Vakti’nin “baba özel sayısı” Âdem Turan ve Mustafa Oğuz’un editörlüğünde yayına hazırlandı.
Bu sayıda
Ali Büyükçapar – Güneşin Gözü
Mustafa Oğuz – Güneş Mersiyesi
Yıldız Ramazanoğlu – Lise Bire Giden Kızın Babası
Melek Altun – Babalar ve Kızları
Sibel Eraslan – Babamın Gözleri…
Cihan Aktaş – Babam, İlk Kahramanım
Âdem Turan Herkesin Ali Babası
İbrahim Eryiğit – En Güvenli Liman: Baba Yüreği
Yunus Develi – Babalık Zor Zenaat
Mehmet Özcan – Babamın Hakkı
Tayyib Atmaca – Baba, Baba Olunca Söz Ne Kadar Uzuyor
Salih Güzel – Sırlı Yol
Şemsettin Yapar – Lafı Mecazından Almak
Recep Şükrü Güngör – Babamın Defteri
Muhsine Arzu – Mazi Kalbimde Yaradır
Aliye Akan – Ulu Dağ Babam
'Sıcak Nal' üçüncü sayısında
AFRİKA YUVARLAK DEĞİLDİR!
Sıcak Nal / Temmuz - Ağustos 2010
İki Aylık Edebiyat Dergisi
Sıcak Nal üçüncü sayısında, dünya edebiyatındaki arayışına devam ediyor. Vuvuzela sesleri eşliğinde günümüz yenilikçi Güney Afrika edebiyatını mercek altına aldığı gibi, genç kuşak İran edebiyatının deneyci kalemlerinden Leila Sadeghi ve “Zzz Kuşağı” diye anılan genç edebiyatçılardan Tao Lin’le buluşturuyor okurları. Postyapısalcı düşünceye ve feminist teoriye önemli katkılarda bulunan Julia Kristeva İstanbul’a gelince, Sıcak Nal için Anita Sezgener ile biraraya geldi ve ortaya sıkı bir söyleşi çıktı.
Ian Christie’nin sinema üzerinden “avangardı haritalandıran” yazısı ya da Savaş Kılıç’ın “Tin” ve “Ruh” kavramlarını dilbilim açısından irdeleyen yazısı gibi incelemelerin yanında, eleştiri yazılarının da yer aldığı bu sayıda Sema Aslan, İlhan Algör’le; Özge Ercan, Selçuk Orhan’la; Can Özoğuz, Mehmet Zaman Saçlıoğlu’yla söyleşiler gerçekleştirdi. Shakespeare’i Kürtçeye çeviren şair-çevirmen Kawa Nemir ile de Şener Özmen söyleşti ve Sıcak Nal “Rewşen Kuşağı”nın ne olduğunu araştırdı.
“Twit’e Gel” köşesinin bu sayıdaki konukları Metin Üstündağ, Ahmet Ümit ve Vivet Kanetti; “Çok Gezen Yazar mı Bilir” köşesine ise Özcan Yüksek konuk olup bizi Tanzanya’da bir yolculuğa çıkardı. Ali Karabayram, bu sayıda şiiriyle yer alırken, Gülseli İnal da “mensur şiir” tadında yazdığı “Rüya Günlüğü”ne yeni sayfalar ekledi.
Sıcak Nal’ın üçüncü sayısı öykü açısından da zengin bir sayı oldu. Fezisa Mdibi’nin, İbrahim Halaçoğlu’nun, Melida Tüzünoğlu’nun, Umut Y. Karaoğlu’nun, Tao Lin’in, Leila Sadeghi’nin, Makbule Aras’ın, Sine Ergün’ün, Eduardo Liendo’nun, Hikmet Temel Akarsu’nun, Dawn Raffel’in ve Demet Çaltepe’nin öyküleriyle, Sıcak Nal “başka bir öykü”nün izini sürmeye devam etti.
Sıcak Nal, Sayı 3 / İçindekiler:
Günümüz Yenilikçi Güney Afrika Edebiyatı / Haz. Fouad Asfour - Süreyyya Evren
Soruşturma / Goodenough Mashego, Grace Musila, Martin Njaga, Achal Prabhala,
Wesley Pepper (çev. Feride Evren Sezer)
Bilinç Yitimi -Kontrolden Döne Döne Çıkan Yaşam / Fezisa Mdibi (çev. Feride Evren Sezer)
Amatörizm Manifestosu / Anton Krueger (çev. Feride Evren Sezer)
Peki Dünya Kupasını Kim Kazanacak? -Edebiyatçılar Açıklıyor! / Haz. Neval Güven Türkeli
Geleceğin Tarihleri: Avangardı Haritalandırmak / Ian Christie (çev. İbrahim Halaçoğlu)
Kendime Gelmek / İbrahim Halaçoğlu
Odun / Melida Tüzünoğlu
Zırtapoz - Dört Otuz / Umut Y. Karaoğlu
Julia Kristeva ile söyleşi "Yaşıyor Olmak için Yazın!" / Anita Sezgener
Tao Lin ile söyleşi - “Zzz Kuşağı” Türkçede! / Ilgın Yıldız
Noel / Tao Lin (çev. Çağlar Demirbağ)
Candace / Tao Lin (çev. Ilgın Yıldız)
Hipermetinden Über-Romana / Leila Sadeghi (Haz. Makbule Aras)
Leila Sadeghi ile söyleşi - "Her Boşluğun Bir Önemi Vardır" / Makbule Aras
Ben Kimdim? / Leila Sadeghi (çev. Makbule Aras)
Bir adam ..... düşünüyor / Leila Sadeghi (çev. Makbule Aras)
Benler / Leila Sadeghi (çev. Makbule Aras)
Timsahın Gözyaşları / Eduardo Liendo (çev. Sine Ergün)
Tin, Tin mi? Ruh mu? Peki Zihin de Olamaz mı? / Savaş Kılıç
Ilhami Algör ile söyleşi - "Sadece Başkalarının Acılarını Anlayabilen İnsanlarla Konuş" / Sema Aslan
Çember ve Uçurum / Makbule Aras
Kawa Nemir ile söyleşi - "Sıra Geldi 'Rewşen Kuşağı'na" / Şener Özmen
Selçuk Orhan ile söyleşi -"Bir İlk Roman: 40 Hadis" / Özge Ercan
Quis custodiet ipsos custodes? / Ali Karabayram
Rüya Günlüğü (Düşeylik) / Gülseli İnal
En Çok Gezen Yazar mı Bilir? (Özcan Yüksek ile söyleşi) / Haz. Özge Ercan
Twit'e Gel (Met-Üst, Ahmet Ümit, Vivet Kanetti) / Haz. Özge Ercan
Buralar Sakin / Sine Ergün
Şafak Vakti Cihangir / Hikmet Temel Akarsu
Elia Süleyman ve Farklı Sularda Filistin / Nil Pınar Arın
Yetkililerin şişt'iyle, gazetecilere "Sadece suratları seyredin" dendi / Etgar Keret (çev. Nil Pınar Arın)
Mehmet Zaman Saçlıoğlu ile söyleşi / Can Özoğuz
Avize / Serhat Çelikel
Küçük Bir Ayrıntı / Demet Çaltepe
Takip / Burak Delier, Cem Akaş, Nil Pınar Arın, Süreyyya Evren
'Sıcak Nal' için muhalefet şerhi:
Yeniden çeviri edebiyatı: Sıcak Nal
Cemal Süreya kolej çocuklarının yazar olamayacağını, çünkü Türkçe'yi ve Türkiye'yi hissedemediklerini, ancak çevirmen olabileceklerini, başka edebiyatları Türkçe'ye kazandırabileceklerini söyler. Yasakmeyve çevresinden çıkan Sıcak Nal dergisi, özellikle Thomas Pynchon'ın Entropi hikayesi gibi önemli bazı son dönem metinlerinin çevirileriyle dikkat çekiyor. Kendi yazdıklarında fazla iş yok; yağma yok yani. Selçuk Orhan gibi iyi birkaç yazarları yok değil. Ama genellikle Süreyya Evren sınırlılığı hakim dergiye. Bir şey yabancı dilde düşünülüp Türkçe söylenmemişse değer verilmeyecekmiş gibi bir görüntüsü var Sıcak Nal'ın. Cemal Süreya ile tek ilgisi, derginin, ismi. Tamamen telif diyebileceğimiz bir şairdi Cemal Süreya. Sıcak Nal tamamen değilse bile tamama yakın oranda çeviri hüviyetinde bir yayın. Bilgi-Boğaziçi edebiyatı gibi bir şey. Fazla bir şey beklemeyeceğiz demek ki. Ne çıkarsa bahtımıza. Feride Evren Sezer'in Entropi (Pynchon) çevirisi önemliydi. Düzgün, anlaşılır bir çeviri; birçok açıdan orijinal ve önemli bir hikaye. Belki tek başına koca Pynchon'ı kavramayı sağlamaz, ama hemen hemen ilk ve tek çeviri olduğu için de Sıcak Nal mürettebatını ve çevirmeni tebrik etmek lazım. Ama dediğim gibi, Sıcak Nal biraz soğuk, hep soğuk kalacak, nehrin öbür yanından getirebildiği seslerle kazanabilirse bir anlam ve değer kazanabilecek, yaban bir dergi. Bu da böyle.
ps. Yukarıdaki 3. sayılarının kapağı. Entropi hikayesi, 2. sayıdaydı.
Kaynak:
http://fayrap.blogspot.com/2010/07/yeniden-ceviri-edebiyat-scak-nal.html
'Mostar' İstanbul'un kaybolan mirasının peşinde
Kimliği korumak
İstanbul bir kültür şehri. 2010 Kültür Başkenti etkinlikleriyle bu vurgu daha da pekişti. Herkesin bildiği, dilimize pelesenk ettiğimiz kültür şehri, ne yazık ki, gün geçtikçe kültüründen oluyor, İstanbul’u İstanbul eden ne varsa neoliberalizmin aygıtlarıyla yerinden ediliyor. Bu konuya hem kurumsal anlamda hem de toplum olarak yeterli önem gösterilmiyor. Ne var ki, “kültürümüzü koruyalım” naif dileği de çoğu zaman yeterli olmuyor. Bu sayıdaki dosya, kültürü ve tarihî mirası korumanın o kadar da kolay olmadığını, buna yönelik her tür çabanın çeşitli (ama tanıdık) engellerle örselendiğini vurgulaması bakımından önemli.
Dosyaya adını veren yazısında Fatih Güldal, tarihî eserlerin tahrip edilmesini geçmişten günümüze gelen bir panoramayla sunuyor. Güldal’ın sunduğu panoramanın en çarpıcı yanı kültürel mirasa yönelik saldırının bir noktadan sonra sistematik bir hâl alması: “İstanbul’da 19. yüzyılın sonlarında lokal olarak başlayan tarihî eserlerin yok edilmesi faaliyeti, 1930 ve 1940’lı yıllarda sistematik bir hal alırken, 1950-1960 yılları arasında ise kitlesel imhalara dönüştü.” Bu toplumsal hafızayı sekteye uğratan yıkım programının farklı bir göstergesi olması bakımından da dikkat çekici. Güldal, yıkım sürecinin tarihsel dönüm noktalarının dışında, kaybolan, kaybettirilen önemli eserlerin de üzerinde duruyor. Dosyanın bir diğer yazısında Sinan Ceco, kaybolan Boğaziçi saraylarına dair bir döküm sunarken, Murat Küçükuğurlu “Mezarlıkların Hikâyesi”ni anlatıyor.
Dosya bağlamında kendisiyle konuştuğumuz Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun sözleri, tam da kültürü korumanın o kadar da kolay olmadığının altını çiziyor. Göncüoğlu, şehir-mimari-medeniyet ilişkisinin kimlikle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtirken, yapılan yıkımlar sonucu kaybolan asıl şeyin topyekûn kimlik olduğunu söylüyor. Göncüoğlu’nun mevcut sorunu tanımlaması da bu yönde: “Sorun 300-400 yıllık eserlerin kaybolması değil direkt olarak. Sorun bu eserlerin üzerinde nesneleşmiş olan medeniyet değerlerinin ortadan kaldırılması.”
Mostar bu sayısında, dünü korumaya odaklanan dosyanın yanında bugünü korumayla ilgili değerlendirmelere de yer veriyor. Olgun Gündüz, “Toplumsal Bir Algı Sorunu Olarak Deprem” başlıklı yazısında hem toplum olarak depremi alımlama tarzlarının, bu tavırlardaki sakatlığın üzerinde duruyor hem de olası çözümleri değerlendiriyor. Gündüz’ün yazısının dışında konuyla ilgili Büyük Marmara depremine yönelik çalışmalar yapan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi direktörü Kazım Gökhan Elgin’le yapılan söyleşi ayrıca önemli.
Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle…
Mustafa Fuat ER
İletişim:
www.mostar.com.tr/
İstanbul bir kültür şehri. 2010 Kültür Başkenti etkinlikleriyle bu vurgu daha da pekişti. Herkesin bildiği, dilimize pelesenk ettiğimiz kültür şehri, ne yazık ki, gün geçtikçe kültüründen oluyor, İstanbul’u İstanbul eden ne varsa neoliberalizmin aygıtlarıyla yerinden ediliyor. Bu konuya hem kurumsal anlamda hem de toplum olarak yeterli önem gösterilmiyor. Ne var ki, “kültürümüzü koruyalım” naif dileği de çoğu zaman yeterli olmuyor. Bu sayıdaki dosya, kültürü ve tarihî mirası korumanın o kadar da kolay olmadığını, buna yönelik her tür çabanın çeşitli (ama tanıdık) engellerle örselendiğini vurgulaması bakımından önemli.
Dosyaya adını veren yazısında Fatih Güldal, tarihî eserlerin tahrip edilmesini geçmişten günümüze gelen bir panoramayla sunuyor. Güldal’ın sunduğu panoramanın en çarpıcı yanı kültürel mirasa yönelik saldırının bir noktadan sonra sistematik bir hâl alması: “İstanbul’da 19. yüzyılın sonlarında lokal olarak başlayan tarihî eserlerin yok edilmesi faaliyeti, 1930 ve 1940’lı yıllarda sistematik bir hal alırken, 1950-1960 yılları arasında ise kitlesel imhalara dönüştü.” Bu toplumsal hafızayı sekteye uğratan yıkım programının farklı bir göstergesi olması bakımından da dikkat çekici. Güldal, yıkım sürecinin tarihsel dönüm noktalarının dışında, kaybolan, kaybettirilen önemli eserlerin de üzerinde duruyor. Dosyanın bir diğer yazısında Sinan Ceco, kaybolan Boğaziçi saraylarına dair bir döküm sunarken, Murat Küçükuğurlu “Mezarlıkların Hikâyesi”ni anlatıyor.
Dosya bağlamında kendisiyle konuştuğumuz Süleyman Faruk Göncüoğlu’nun sözleri, tam da kültürü korumanın o kadar da kolay olmadığının altını çiziyor. Göncüoğlu, şehir-mimari-medeniyet ilişkisinin kimlikle doğrudan bağlantılı olduğunu belirtirken, yapılan yıkımlar sonucu kaybolan asıl şeyin topyekûn kimlik olduğunu söylüyor. Göncüoğlu’nun mevcut sorunu tanımlaması da bu yönde: “Sorun 300-400 yıllık eserlerin kaybolması değil direkt olarak. Sorun bu eserlerin üzerinde nesneleşmiş olan medeniyet değerlerinin ortadan kaldırılması.”
Mostar bu sayısında, dünü korumaya odaklanan dosyanın yanında bugünü korumayla ilgili değerlendirmelere de yer veriyor. Olgun Gündüz, “Toplumsal Bir Algı Sorunu Olarak Deprem” başlıklı yazısında hem toplum olarak depremi alımlama tarzlarının, bu tavırlardaki sakatlığın üzerinde duruyor hem de olası çözümleri değerlendiriyor. Gündüz’ün yazısının dışında konuyla ilgili Büyük Marmara depremine yönelik çalışmalar yapan İstanbul Proje Koordinasyon Birimi direktörü Kazım Gökhan Elgin’le yapılan söyleşi ayrıca önemli.
Önümüzdeki sayıda görüşmek dileğiyle…
Mustafa Fuat ER
İletişim:
www.mostar.com.tr/
'Semerkand' dergisi
Kutlu Zamanlar
Semerkand dergisi Temmuz sayısı, dinimizin “mübarek” saydığı vakitler üzerine bir dosya ile okuruyla buluşuyor. Ali Yurtgezen’in hazırladığı dosyanın başlığı “Kutlu Zamanlar”.
Dosyada, mübarek vakitlerin gafletle geçirilen, kulluğun ihmal edildiği, salih amellerin yeterince yapılamadığı zamanları telafi imkânı olduğu hatırlatılıyor. Ayrıca kutlu vakit kavramının genel olarak algılandığı üzere sadece Üç Aylar ve kandil geceleriyle sınırlı olmadığı vurgulanarak seher vaktine, Cuma günlerine ve bayramlara da dikkat çekiliyor. Ali Yurtgezen, bütün bu vakitlerin hayatın rutini içinde düştüğümüz gafletten bizi sırat-ı müstakime döndürecek birer kutlu kapı, birer rahmet ve mağfiret vesile olduğunu, manen müflislerden olmamak için yeni bir hamle şansı sunduğunu belirttikten sonra şu uyarıyı yapıyor:
“Bütün Müslümanlar bilir ki din, Ramazandan Ramazana, bayramdan bayrama, kandilden kandile hatta namazdan namaza hatırlanacak ve yaşanacak bir olgu değildir. Buna rağmen mübarek gün, gece yahut ayların ihmal edilen mükellefiyetlerin daha pratik tarzda toptan telafisine, ertelenen farzların az maliyetle ucuza getirilmesine imkân veren zamanlar gibi görülmesi yaygınlaşıyor.
Bu kabul bir taraftan özel zamanlar dışında farz, vacip ve sünnetlerin ihmalini meşrulaştırırken bir taraftan da Müslümanlığı ancak belli günlerde giyilip daha sonra saklanan göstermelik bir giysi fonksiyonuna indirgiyor. Kutlamalardaki coşku, uhrevî bir yönelişin zevkinden ziyade dünya hayatını daha da renklendiren bir farklı çeşniyi yakalamaktan kaynaklanıyor.”
Semerkand Dergisinin bu sayısında dikkat çeken yazılardan biri de “Din-Bilim Çatışması”. Dergi yazarlarından Halil Akgün, son dört asırda Batı düşünce tarihinin en temel konularından biri olagelen din-bilim çatışması meselesine dair bir özet verdikten sonra, konunun Müslüman için anlamıyla birlikte bilimci yaklaşımın sonuçlarını sorguluyor. Dergi yazarlarından Kürşad Salih Yaman ise, “Din İstismarı” adlı yazısında çeşitli yönleriyle din istismarını ve sebeplerini ele alıyor. Abdullah Gökmen, “Muhabbetli Bir Hizmet Eri: Beşiktaşlı Yahya Efendi” adlı yazısıyla; Hasan Akçay da, “Bir Ev Hikâyesi” adlı akıcı denemesiyle dergide yer alıyor.
Semerkand Dergisi bu sayısında da her ilgiye hitap eden konu çeşitliliğinin yanı sıra yine özenle hazırlanmış bir çocuk ekini hediye olarak veriyor.
İletişim:
http://www.semerkanddergisi.com/
Semerkand dergisi Temmuz sayısı, dinimizin “mübarek” saydığı vakitler üzerine bir dosya ile okuruyla buluşuyor. Ali Yurtgezen’in hazırladığı dosyanın başlığı “Kutlu Zamanlar”.
Dosyada, mübarek vakitlerin gafletle geçirilen, kulluğun ihmal edildiği, salih amellerin yeterince yapılamadığı zamanları telafi imkânı olduğu hatırlatılıyor. Ayrıca kutlu vakit kavramının genel olarak algılandığı üzere sadece Üç Aylar ve kandil geceleriyle sınırlı olmadığı vurgulanarak seher vaktine, Cuma günlerine ve bayramlara da dikkat çekiliyor. Ali Yurtgezen, bütün bu vakitlerin hayatın rutini içinde düştüğümüz gafletten bizi sırat-ı müstakime döndürecek birer kutlu kapı, birer rahmet ve mağfiret vesile olduğunu, manen müflislerden olmamak için yeni bir hamle şansı sunduğunu belirttikten sonra şu uyarıyı yapıyor:
“Bütün Müslümanlar bilir ki din, Ramazandan Ramazana, bayramdan bayrama, kandilden kandile hatta namazdan namaza hatırlanacak ve yaşanacak bir olgu değildir. Buna rağmen mübarek gün, gece yahut ayların ihmal edilen mükellefiyetlerin daha pratik tarzda toptan telafisine, ertelenen farzların az maliyetle ucuza getirilmesine imkân veren zamanlar gibi görülmesi yaygınlaşıyor.
Bu kabul bir taraftan özel zamanlar dışında farz, vacip ve sünnetlerin ihmalini meşrulaştırırken bir taraftan da Müslümanlığı ancak belli günlerde giyilip daha sonra saklanan göstermelik bir giysi fonksiyonuna indirgiyor. Kutlamalardaki coşku, uhrevî bir yönelişin zevkinden ziyade dünya hayatını daha da renklendiren bir farklı çeşniyi yakalamaktan kaynaklanıyor.”
Semerkand Dergisinin bu sayısında dikkat çeken yazılardan biri de “Din-Bilim Çatışması”. Dergi yazarlarından Halil Akgün, son dört asırda Batı düşünce tarihinin en temel konularından biri olagelen din-bilim çatışması meselesine dair bir özet verdikten sonra, konunun Müslüman için anlamıyla birlikte bilimci yaklaşımın sonuçlarını sorguluyor. Dergi yazarlarından Kürşad Salih Yaman ise, “Din İstismarı” adlı yazısında çeşitli yönleriyle din istismarını ve sebeplerini ele alıyor. Abdullah Gökmen, “Muhabbetli Bir Hizmet Eri: Beşiktaşlı Yahya Efendi” adlı yazısıyla; Hasan Akçay da, “Bir Ev Hikâyesi” adlı akıcı denemesiyle dergide yer alıyor.
Semerkand Dergisi bu sayısında da her ilgiye hitap eden konu çeşitliliğinin yanı sıra yine özenle hazırlanmış bir çocuk ekini hediye olarak veriyor.
İletişim:
http://www.semerkanddergisi.com/
'Genç Birikim' dergisi
Genç Birikim dergisi Haziran 2010 sayısında Filistin'e insani yardım için seferber olan Mavi Marmara gemisini kapak yapmış. Genç Birikim bu sayısında şehid Şeyh Ahmet Yasin'in çağrısına bir icabet olarak ele aldığı yardım seferberliğini ve bu uğurda sergilenen cesaret ve şehadetin geniş bir analizine yer veriyor. Derginin sunuş yazısını okuyanlarımızla paylaşmak istedik:
Selam İle…
Yeni bir sayıyla bizleri karşılaştıran Allah'a hamdolsun. Gazze gemisi "bizler ileri atıldık ve kazandık" diyen Şeyh Ahmet Yasin'e icabet etti. Ve "bizler de" dedi. Bu hadise Allah'ın izni ile önemli sonuçlara yol açmıştır ve açacaktır.
1. Filistin, yalnız orda yaşayan insanların davası değildir. Başta Türkiyeli Müslümanlar ve otuzu aşkın ülkeden ve değişik dinlerden insan davayı sahiplendiklerini göstererek, Filistin'i insanlığın gündemine taşıdılar.
2. 13 Temmuz 2006'da, İsrail Lübnan'a saldırdıktan 2-3 gün sonra, Türkiye'de savaşla ilgili hassas bir kamuoyu oluşmuştu. Tam o günlerde Siirt'ten bir PKK katliamı haberi geldi. Ertesi gün Hürriyet'in manşeti, "LÜBNAN'I BIRAK GÜNEYDOĞU'YA BAK" ve "İSRAİL GİBİ YAPARIZ" oldu. Kısacası İsrail-PKK koalisyonu pası verdi, Ertuğrul Özkök golü attı. Film tekrar İskenderun'da vizyona kondu.
3. Gemiden edindiğimiz ortak kanaat, gönüllülerin zerre kadar korkmadan büyük bir iman, teslimiyet sekineti ve vakarı ile karşı koyarken Siyonistlerin korkudan ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette panikledikleri.
4. Bu hadise bölgedeki emperyalistlerin işbirlikçisi yönetimlerin işini bu günden sonra daha da zorlaştıracaktır. Yönetimlerdeki bu işbirlikçilik devam ettikçe bu saldırılar ne ilk ne de son olacaktır.
5. Saldırı, batının yıllardır doğuya açtığı savaşın bir parçası olduğunu batı'dan medet umanlar artık anlamalı.
6. Saldırı aynı zamanda medeniyetler savaşının da bir parçasıdır. Bunun göstergesi, aynı zamanda saldırının devam ettiği coğrafyanın en belirgin vasfı. Ne ilginçtir ki bu coğrafya, Afganistan, Irak, Çeçenistan, Pakistan ve İran'ı kapsıyor.
7. Gönüllü insanların ve kuruluşların donatıp yönettiği yardım gemilerine yapılan bu saldırı, sadece, sözüm ona bir devletin kendi başına tertipleyip gerçekleştirdiği saldırısı değil, kendi aralarındaki Soğuk Savaş'ı sona erdirdikten sonra, düşman ilân ettikleri İslâm'a, Batı'nın açtığı topyekûn savaşın bir gecelik enstantanesi olma özelliğini taşımaktadır.(Sezai Karakoç)
8. Bu, bir zincirin bir halkasıdır. Ve sembolik anlamı itibarı ile önemlidir. Bir taraftan en son modern silâhlarla donanmış bir güç, öbür tarafta, gıda ve ilaç gibi zaruri ihtiyaç maddelerini muhtaç olanlara götüren silâhsız insanlar vardı. Merhamet yüklü bir medeniyete, düşmanlık ve silâh yüklü sözde medeniyet, ölüm kustu.(Sezai Karakoç)
9. Bu, görüldü ki, tesadüfi, öncesiz sonrasız bir olay değil, öteden beri devam eden medeniyetler savaşının – ona "Çatışma" demek onu çok küçültmek olur. – bir anı, bir parçası ve ruhların bir aynası, bir gösterge işaretidir.(Sezai Karakoç)
10. Bir kere daha kafalara dank etmelidir ki, bir Medeniyetler İttifakı ya da Dinler Arası Diyalog yok, maalesef İslâm'ın doğuşundan bugüne kadar, Batı'nın ve Doğu'nun, kesilmeyen ve çağlar ve yüzyıllar boyu süren, tarihi alt üst eden, şehirleri ve medeniyeti yıkıma uğratan saldırısı vardır. (Sezai Karakoç)
11. Afganistan'da, Irak'ta, Kafkasya'da, hatta Afrika'da ve tüm İslam ülkelerinde, açık ya da gizli, dolaylı ya da dolaysız bu istilâ ve saldırı, bu, İslâm'ı yok etme savaşının iz ve eserleri, tesir ve tahribi göz önündedir. Bu istilâ ve saldırının durması için Batı'dan medet umanlar daima hüsrana ve hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Batı ile uzlaşma imkânı olduğunu sanan bu kişiler, böylesi tavırlarla sonunda devletin batmasını önleyemeyen son dönem Osmanlı vezirlerinin durumuna düşeceklerdir. (Sezai Karakoç)
12. Fethullah Gülen'in mesajını anlamak için, daha önce İsrail'e scud füzesi gönderen Saddam'a gösterdiği tepkiye ve Beslan'da Çeçen direnişçilerin rehin aldığı bir ilkokulda Putin'in yapıp Mücahidlere mal edilen katliamda gösterdiği tepkiye bakıp öyle karar vermek lazım.
Önümüzdeki sayıda yeniden buluşmak dileği ile Allah'a emanet olun.
Selam İle…
Yeni bir sayıyla bizleri karşılaştıran Allah'a hamdolsun. Gazze gemisi "bizler ileri atıldık ve kazandık" diyen Şeyh Ahmet Yasin'e icabet etti. Ve "bizler de" dedi. Bu hadise Allah'ın izni ile önemli sonuçlara yol açmıştır ve açacaktır.
1. Filistin, yalnız orda yaşayan insanların davası değildir. Başta Türkiyeli Müslümanlar ve otuzu aşkın ülkeden ve değişik dinlerden insan davayı sahiplendiklerini göstererek, Filistin'i insanlığın gündemine taşıdılar.
2. 13 Temmuz 2006'da, İsrail Lübnan'a saldırdıktan 2-3 gün sonra, Türkiye'de savaşla ilgili hassas bir kamuoyu oluşmuştu. Tam o günlerde Siirt'ten bir PKK katliamı haberi geldi. Ertesi gün Hürriyet'in manşeti, "LÜBNAN'I BIRAK GÜNEYDOĞU'YA BAK" ve "İSRAİL GİBİ YAPARIZ" oldu. Kısacası İsrail-PKK koalisyonu pası verdi, Ertuğrul Özkök golü attı. Film tekrar İskenderun'da vizyona kondu.
3. Gemiden edindiğimiz ortak kanaat, gönüllülerin zerre kadar korkmadan büyük bir iman, teslimiyet sekineti ve vakarı ile karşı koyarken Siyonistlerin korkudan ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette panikledikleri.
4. Bu hadise bölgedeki emperyalistlerin işbirlikçisi yönetimlerin işini bu günden sonra daha da zorlaştıracaktır. Yönetimlerdeki bu işbirlikçilik devam ettikçe bu saldırılar ne ilk ne de son olacaktır.
5. Saldırı, batının yıllardır doğuya açtığı savaşın bir parçası olduğunu batı'dan medet umanlar artık anlamalı.
6. Saldırı aynı zamanda medeniyetler savaşının da bir parçasıdır. Bunun göstergesi, aynı zamanda saldırının devam ettiği coğrafyanın en belirgin vasfı. Ne ilginçtir ki bu coğrafya, Afganistan, Irak, Çeçenistan, Pakistan ve İran'ı kapsıyor.
7. Gönüllü insanların ve kuruluşların donatıp yönettiği yardım gemilerine yapılan bu saldırı, sadece, sözüm ona bir devletin kendi başına tertipleyip gerçekleştirdiği saldırısı değil, kendi aralarındaki Soğuk Savaş'ı sona erdirdikten sonra, düşman ilân ettikleri İslâm'a, Batı'nın açtığı topyekûn savaşın bir gecelik enstantanesi olma özelliğini taşımaktadır.(Sezai Karakoç)
8. Bu, bir zincirin bir halkasıdır. Ve sembolik anlamı itibarı ile önemlidir. Bir taraftan en son modern silâhlarla donanmış bir güç, öbür tarafta, gıda ve ilaç gibi zaruri ihtiyaç maddelerini muhtaç olanlara götüren silâhsız insanlar vardı. Merhamet yüklü bir medeniyete, düşmanlık ve silâh yüklü sözde medeniyet, ölüm kustu.(Sezai Karakoç)
9. Bu, görüldü ki, tesadüfi, öncesiz sonrasız bir olay değil, öteden beri devam eden medeniyetler savaşının – ona "Çatışma" demek onu çok küçültmek olur. – bir anı, bir parçası ve ruhların bir aynası, bir gösterge işaretidir.(Sezai Karakoç)
10. Bir kere daha kafalara dank etmelidir ki, bir Medeniyetler İttifakı ya da Dinler Arası Diyalog yok, maalesef İslâm'ın doğuşundan bugüne kadar, Batı'nın ve Doğu'nun, kesilmeyen ve çağlar ve yüzyıllar boyu süren, tarihi alt üst eden, şehirleri ve medeniyeti yıkıma uğratan saldırısı vardır. (Sezai Karakoç)
11. Afganistan'da, Irak'ta, Kafkasya'da, hatta Afrika'da ve tüm İslam ülkelerinde, açık ya da gizli, dolaylı ya da dolaysız bu istilâ ve saldırı, bu, İslâm'ı yok etme savaşının iz ve eserleri, tesir ve tahribi göz önündedir. Bu istilâ ve saldırının durması için Batı'dan medet umanlar daima hüsrana ve hayal kırıklığına uğrayacaklardır. Batı ile uzlaşma imkânı olduğunu sanan bu kişiler, böylesi tavırlarla sonunda devletin batmasını önleyemeyen son dönem Osmanlı vezirlerinin durumuna düşeceklerdir. (Sezai Karakoç)
12. Fethullah Gülen'in mesajını anlamak için, daha önce İsrail'e scud füzesi gönderen Saddam'a gösterdiği tepkiye ve Beslan'da Çeçen direnişçilerin rehin aldığı bir ilkokulda Putin'in yapıp Mücahidlere mal edilen katliamda gösterdiği tepkiye bakıp öyle karar vermek lazım.
Önümüzdeki sayıda yeniden buluşmak dileği ile Allah'a emanet olun.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)