2008-09-14
'Yaralı bilinç'
Varlık dergisi, Yahya Kemal Yılı dolayısıyla, Ekim sayısında Yahya Kemal için ayırdığı bölümde, "Atik Valde'den İnen Sokakta" şiirini tartışmaya açmış.
Bu şiir etrafında Yücel Kayıran tarafından yapılan kapsamlı değerlendirmenin yanı sıra, Doğan Hızlan, Ataol Behramoğlu, Kemal Bek, Oğuz Demiralp, Şavkar Altınel, Adil İzci ve İrfan Yıldız'ın görüşlerine yer verilmiş. Benim de kısa bir yazıyla katkıda bulunduğum dosyada, dikkatimi çeken değerlendirmelerden biri Şavkar Altınel imzasını taşıyor. Ancak Altınel'in değerlendirmesine geçmeden önce, söz konusu şiirden kısaca söz etmeliyim:
Bir Ramazan günü iftar vaktine doğru, "öz varlık" dediği "manzara"yı daha derinden hissedebilmek için kalkıp çok sevdiği Atik Valide semtine giden Yahya Kemal, bu semtte yerli halkın iftar vaktini nasıl yaşadığından söz eder. Ramazan'ın yarattığı manevi hava sokakların her zamanki sükûnetini bir tatlı bekleyişe çevirmiştir. Süzülmüş benizleriyle çarşıdan birer birer dönen mahalleliler ve bakkalda bekleşen fukara kızcağızların telaşı iftar vaktinin yaklaştığını göstermektedir. Bir süre sonra bir top gürültüsüyle gün biter ve sokak büsbütün boşalır. Oruçlar açılmış ve şimdi kerpiç evleri derin bir neş'e kaplamıştır. Sokakta tek başına kalan Yahya Kemal, bu 'ferahlı', 'temiz' âlemden ve yurdun bu güzel iftarından uzak kaldığı için kendini adeta gurbette (yani yabancı, "köksüz" ve "öksüz") hissederek üzülür. Tek tesellisi, "çok şükür" böyle duygularının kalmış olmasıdır. "Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz" mısraının geçtiği "Atik Valde'den İnen Sokakta" şiiri, her şeye rağmen yitirilmeyen bu duygunun şiiridir.
"Bu sahne" diyor Şavkar Altınel, "V. S. Naipaul tarafından yazılmış olsaydı, yazarın köksüzlüğünün yanı sıra, baktığı insanların acısını da yansıtır, yoksulluğun ve ezilmenin çarpıttığı dünyalarını 'ferahlı ve temiz' değil, korkunç olarak görmemizi sağlardı. Yahya Kemal, her yazarın yapması gereken iki şeyden, yani kendi deneyimine sadık kalmakla dünyanın yaşayan gerçeğine sadık kalmaktan yalnızca birisini yapmış, kendisine sadık kalmış, ama dünyayı duygusal bir rüyaya dönüştürerek ona ihanet etmiştir!"
Altınel önemli bir tespitte bulunuyor; söz konusu şiire elbette bu açıdan bakmakta da fayda vardır. Ancak Yahya Kemal, yoksulluğa gerçekten kayıtsız mı kalmıştır? Yoksa halkın kendi yoksulluğunu yaşayış biçimine duyduğu saygıyı mı ifade ediyor? Yoksulluk her zaman 'korkunç' mudur? İnsan yoksulluğunun üzerine mutluluk inşa edemez mi? Yani insan, yoksulluğunu bir öfke ve isyan olarak değil, Fuzuli'nin ifadesiyle "fakîr-i pâdşeh-âsâ gedâ-yı muhteşem" olarak yaşayamaz mı?
V. S. Naipaul, bir iftar vaktini 1930'ların Atik Valde'sinde yaşasaydı, Yahya Kemal gibi mi düşünürdü, Şavkar Altınel gibi mi? Emin değilim. Bu tartışılabilir bir meseledir.
Yahya Kemal, söz konusu şiirin doğmasına yol açan ziyaretten dönerken, yıllar sonra Orhan Şaik Gökyay'a anlattığına göre, vapurda Mehmed Âkif'in dostlarından biriyle karşılaşmış ve sohbet sırasında söz şiire ve Âkif'e intikal edince şunları söylemiş: "Eğer Âkif benim duyduğum İslâm'ın şevkini, hüznünü duymuş olsaydı başka türlü olurdu. O İslâm'ın yükselişini, akaidini terennüm etti; şiir, Atik Valde'nin iftar saatidir. O zat teslim etti bunu. 'Evet, Âkif'in bu tarafı noksandır' dedi. O İslâm'ın sefaletini anlatmıştır, yani sosyaldir."
Meseleye Şavkar Altınel gibi bakılacak olursa, Âkif'in de, dünyanın yaşayan gerçeğine sadık kaldığını, sadece Müslüman halkın yoksulluğundan, içinde yüzdüğü sefaletten söz ederek kendi 'deneyim'ine ihanet ettiğini söylemek gerekecektir. İşin tuhafı, Âkif bu yüzden eleştirilmiş ve şiire ihanet etmekle suçlanmıştır.
Varlık dergisinin soruşturmasına verdiğim cevapta, Yahya Kemal'in dramını ben de Daryush Shayegan'ın "yaralı bilinç" kavramını kullanarak şöyle açıkladım:
"Bilindiği gibi, İranlı düşünür, köklü bir medeniyete sahip olmakla beraber modernitenin ani atakları karşısında şaşkınlığa uğramış, gelişmelere ayak uydurabilmek için acele ederken üstüste yanlışlar yapan toplumlarda özellikle aydınların yaşadığı 'kültürel şizofreni'yi tahlil etmektedir. Bu gibi toplumlarda, en moderninden en muhafazakârına kadar, bütün aydınların ayırıcı vasfı, duygu ve düşünce dünyalarında iki farklı kültürün sürekli itişip kakışmasından doğan zihin çarpıklıklarıdır. Bir yanda tarihin dışına düşme (anakronizm) kaygısı, diğer yanda "köksüzleşme" (yabancılaşma) korkusu...
Mehmed Âkif gibi aydınlar ise, Yahya Kemal'in oruçsuz olduğu için hüzünlendiği saatlerde iftar sofralarındadırlar; dolayısıyla onun hissettiklerini hissetmeleri mümkün değildir. Ne var ki onlar da tarihin dışına sürüklenmemek için moderniteyle başka türlü bir alışveriş içindedirler; kaçınılmaz bir realite olarak karşılarında buldukları 'garp' medeniyetini meşrulaştırmak için kendilerini ait hissettikleri medeniyetin depolarından gerekçeler devşirip dururlar. Onların 'bilinç'leri de yaralıdır."
Beşir Ayvazoğlu
"Zaman" gazetesi
11 Eylül 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder