2008-09-21
Edebiyatımızın "Hisar"ı
Son dönemlerinde de olsa, ‘mensubu bulunmakla gurur duyduğum’ Hisar dergisi, Türk edebiyatında özgün ve müstesna bir yere sahiptir. Aradan uzun yıllar geçmesine ve sözde teknolojinin insanlara bunca imkân sunmasına rağmen, Hisar’ın bir kır çiçeği kadar saf, duru ve nahif estetiğine; tavizsiz seçiciliğine, herkese açık tarafsızlığına hemen hiçbir dergi sahip olabilmiş değil. Günümüz dergilerinin büyük bir çoğunluğu ya siyasî, ya islâmî veya edebî bir cemaat/klik içinde hapsolmuş; edebiyattan, estetikten, sembolik söyleyişten nasipsiz; âdeta ‘yeteneksizler bülteni’/şiir ve yazılarını başka yerde yayınlatamayan ‘çapsız aykırılar seçkisi’ görüntüsü içindedir.
Hisar Dergisini, Türk edebiyatı ve Türk fikir hayatında önemli kılan başlıca unsurlar şöyle sıralanabilir:
Kültür ve medeniyet köklerine, yani geleneğe bağlılık/Fikrî, edebî ve estetik seçicilik. Bu konuda gösterdiği titizlik ve tavizsizlik. /Edebî-estetik zevk üstünlüğü-özgünlüğü./Uydurma dile tepki olarak, yaşayan güzel Türkçe taraftarlığı./Geleneği, geleceğe taşıma misyonu ve uzun solukluluğu ile, ‘Bir okul olma özelliğini’ taşıması. /Türk edebiyatının köklerinin ve ana kaynaklarının devamcısı ve savunucusu olması./Ahlâkî ve bediî endişeyle birlikte, aynı zamanda evrensel değerlere-çağdaş gelişmelere ve hür düşünceye açık olması./Cemil Meriç’in, ifadesiyle, ‘Tefekkürün kalesi!” olma fonksiyonunu hakkıyla yerine getirmiş bulunması. (Türk edebiyatının birçok özgün, seviyeli, millî ve mânevî değerlere bağlı ismi buran yetişmiştir.)/O bilinen, tavizsiz ‘edebî seçiciliğine’ paralel olarak, ümit vâdeden yeni ve orijinal yeteneklere imkân tanıması. Edebî bir cemaat bağnazlığına düşmemesi; sadece yeteneği, ibda gücünü, derinliği, yoğunluğu, söz söyleme ustalığını/yani sanatın ölçülerini, edebiyat disiplininin gereklerini şiâr edinip, ‘çirkine kapalı, güzele açık’ bir espri ile hareket etmesi./Türk kültürünü, Türk edebiyatını, Türk sanatını, uydurmacılara ve yozlaştırmacılara karşı koruma fonksiyonuyla, fikir hayatımızda gerçekten bir ‘Hisar’vazifesi görmesi...
HİSAR’LA İLGİNÇ TANIŞMA
Hisar dergisi ile ilginç bir tanışma hatıram var. Liseyi, kozmopolit yapıdaki “karaelmas şehri” Zonguldak’ın Fener Lisesinde okudum. Zaman, yetmişlerin ortası, ‘havada kurşunun kurşuna değdiği’, ‘kitabın ve kültürün ideolojik bir silah olarak kullanıldığı yıllar’ Öyle ki, bu şehirde muhafazakâr bir eser bulmak nerede ise imkânsızdı. Dergi bakımından da, durum aynıydı. Vitrinleri hep sol ve Marksist dergiler süslüyordu. Millî ve mânevî susamışlığımızı, sadece ‘Halka ve Olaylara Tercüman’ olan gazete sayesinde giderebiliyorduk. (Töre ve Türk Edebiyatı Dergisi ile tanışmamız için aradan iki-üç yıl daha geçmesi gerekiyordu.)
Tabii ki, yazma ve okuma merakıyla tutuşan ruhumu bir şekilde teskin etmem kaçınılmazdı. Bu yüzden, herkes gibi vitrindeki edebiyat, fikir dergilerini okumak zorundaydım. Bunlar Varlık’tı, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi idi, Soyut’tu, Somut’tu falan. Onları okuyor ama, içimdeki edebî tecessüsü/büyük arzuyu/arayışı bir türlü kandıramıyor, mutmain olamıyordum. Adını ancak yıllar sonra koyabileceğim, Grek-Helen hayranlığı, jakobenlik hastalığı ve laik riyakârlıkla, sistemleştirilmiş gayrî ahlâkilik, mânâ düşmanlığı, metafizik yoksunluk kombinezonları ruhumu bunaltıyor; ideolojik çığırtkanlıklarla, bayağılaşan cinsel kışkırtıcılık beynimin zihnî fonksiyonlarını kesintiye uğratıyor, ufkumu daraltıyordu. Oysa içimde ‘bize ait büyük oluşları kavrama, tasavvur etme; sırra ve hikmete ulaşma özlemi günden güne büyüyordu.
KIŞ ORTASINDA BAHAR
Hisar, bu büyük âşkı karşılayan, edebî bir iklimdi işte. Kış ortasında bahara ermiş gibiydim. Böyle derunî/böyle mistik bir âşk vardı aramızda Hisar’la. Evet, itiraf etmeliyim ki, ruhsuz bilgi cürufundan Hisar dergisinin aşkın iklimi sayesinde arınıp, kurtulabildim.
Birçokları gibi ben de, bu toprağın, bu kültürün ve neticede mensubu bulunduğumuz bu âlî medeniyetin ‘cevherini’, İbn-i Sina’nın, ‘varlığın özü’, Alman filozoflarının ‘zamanın ruhu’ diye adlandırdıkları o ‘mücerret muhtevaya/mistik enerjiye’ Hisar dergisindeki yazı ve şiirlerin oluşturduğu atmosfer sayesinde kavuştum.
Serde vatan severlik, geleneğe/köklere bağlılık, ahlâki endişe ve ‘başka dünyalara duyulan hasret vardı.’ Oysa, yukarıda sözünü ettiğim sol eğilimli dergiler, bu değerlere düşmandı. Çünkü, ‘asâlete, kelimelerde bile tahammülü olmayan’; ‘dışı İdris, içi İblis’ kişilerin başını çektiği bir ideolojinin hükümran olduğu günlerde yaşıyorduk.
Ömür boyu bankalarla hiçbir işim olmadı. O güne kadar, hiçbir bankanın kapısından içeri girmemiştim. Ta ki, Almanya’dan gelen bir yakınımın döviz bozdurmak üzere Zonguldak Ziraat Bankasının Merkez Şubesine girmesine ve beni de beraberinde getirmesine kadar.
Yakınım olan kişi döviz bozduracaktı. Ben alışık olmadığım için, ürkerek girdim bankadan içeri. Tedirgin ve eğreti oturdum, siyah meşin koltuğa. Küçük sehpanın üzerinde bir fikir-edebiyat-sanat dergisi vardı. Adı, ‘Hisar.’ Çekingen bir edâ ile dergiyi elime aldım, büyük bir edebî özlemle sayfalarını çevirdim. Telaşla okuduğum yazı başlıkları ve belli bir estetik zevk süzgecinden geçmiş gelenek rayihalı şiirleri, ruhuma taze bir iklim gibi, bir ilkyaz cemresi gibi, kar içinde uç veren sıcak bir kardelen gibi, bir fikir ve diriliş nevruzu gibi tesir etmişti.
Öylesine mutlu olmuştum ki. Aradığım, hasretiyle yandığım fikrî, edebî ve estetik ırmak bu sayfalarda akıyordu. Duru, güzel ve berrak kelimelerle yazılmıştı bütün şiir ve yazılar. Aralara serpiştirilen desenler de Anadolu’yu, bizim çizgilerimizi, bizim motiflerimizi, bizim çehremizi, bizim renklerimizi yansıtıyordu. Kalbimiz, beynimiz ve gönlümüz bu sayfalara yansıyordu. Bir güldeste gibiydi. Cihanı gösteren berrak bir ayna gibiydi. Gönlümüzü sükûnete erdiren mânevî bir iklim gibiydi. Kırkikindi yağmurları gibi; ruh yangınımızı serinlendiriyordu ‘yayla çiçeği kokuşlu’ kutlu kelimeler.
Hemen kâğıt-kalem çıkardım ve derginin haberleşme adresini, ‘erişilmez sevgiliye yazılan ilk âşk mektubu heyecanıyla’ not ettim. Yetkililerden, örnek sayı istedim. Kısa zamanda gönderdiler. O büyük tutku, o büyük aşk ve o edebî sevda, işte böyle başladı.
İlk tanışıklığın ardından dergiye, ‘Anamın Elleri’ isimli şiirimi gönderdim. Yine heyecanlıydım. Acaba şiirim bu güzel dergide yer alacak mıydı? Kısa bir süre sonra şiirimi yayınlandı. Düşünün ki, daha lise öğrencisiyim. Oysa o gün ve bugün, edebiyatla iştigal eden birçok kişi, derginin mezkur edebî titizliği münasebetiyle, bu mutluluğu yaşayamamış; Hisar’da yazma icâzet ve onurunu elde edememiştir.
‘KLİŞELERİ YAKMAK’
Ardından, derginin 25. Yıl Kutlamaları ile devam eden edebî ve fikrî dostluğumuz, ta ki 80’li yıllara; ta ki, rahmetli Mehmet Çınarlı beyin, bizleri derinden sarsan “Klişeleri Yakmak!” yazısının yayınlanmasına, yani Hisar’ın son sayısına kadar devam etti. O elem verici yazıyla, Mehmet Çınarlı, klişeleri değil, aslında yüreğimizi yakmıştı. Böylece, kederli Hisar okuyucuları, o müstesna dergiyi, ‘dergiler mezarlığına’ değil, ebedî hatıralar ülkesinin kutsal toprağına gömdü.
Hemen her sayıda şiirlerime yer veriyorlardı. ‘Anamın Elleri’, ‘Bir Mavi Türküdür Deniz’ ve ‘Erdem Emekçileri’ hatırımda kalan şiir isimlerinden bazıları.
Özetle, ciddi mânâda edebiyat dünyasına ilk açılışım, edebî çevrelerde ilk tanınışım, kuruluşunun ardından 50 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, ‘her dem tazeliğini’ muhafaza eden, seçkin Hisar dergisi sayesinde olmuştur. Bu yüzden, muhterem ‘Hisarcılara’ müteşekkirim.
Zamanla, özellikle Mehmet Çınarlı ve İlhan Geçer beyefendilerle yazışmalarımız oldu. Yine Zonguldak’ta, sokak satıcısının kitap tezgâhında, ismine Hisar’dan âşina olduğum Gültekin beyin “Alacakaranlık” adlı şiir kitabına rastlamış ve okul harçlığımla onu almıştım. İlhan Geçer bey ise “Yeşil Çağ” isimli şiir kitabını imzalayıp göndermişti.
Daha sonra HİSAR’ın temel taşları olan Gültekin Sâmânoğlu, Mustafa Necati Karaer ve İlhan Geçer beylerle çok samimi dostluklarımız oldu.
Netice olarak, fikir, sanat, edebiyat, estetik ve dil şuuru bakımından Hisar, edebiyatımızda efsaneleşen ender dergilerden birdir.
Bence, edebî, estetik ve sembolik ustalığıyla Hisar şairleri arasında müstesna bir yere sahip olan, (Bu, Yazarlar Birliğindeki Hisar Dergisi toplantısında, Hisarın duayenlerinden ve lirik şairlerinden sayın İlhan Geçer beyefendi tarafından da, ifade edildi. Şiirini en sevdiğim şair Karaer’di dedi. Zaten, öteki kıymetli şairleri gücendirmemek için sıkça dillendirilmese de, Karaer şiirinin farklılığı hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu da onun titizliğinden, söze en derin mânâyı yükleme ustalığından kaynaklanıyordu.)
Merhum “Mustafa Necati Karaer Armağanı” kitabının hazırlanmasına katkıda bulunmak; daha sonra Mehmet Çınarlı vefat ettiğinde, çalıştığım gazetenin Kültür Sanat sayfasında kendisine uzunca bir yer ayırarak, “Hisar’dan bir taş daha düştü!” manşetini atmak, bendenize nasip olmuştu.
(Üzülerek belirteyim ki, Mart’ta Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesinde yaptığımız Hisar’ı ve Hisarcıları Anma Gününde, Gültekin Sâmânoğlu’nun iyileşmesi için dua etmiştik. Yazı tamamlanmadan, Sâmânoğlu’nun hepimizi kederlendiren vefat haberi geldi. Bu kez ne diyeceğiz: ‘Hisar’dan bir taş daha düştü!’ demek artık yetmiyor!
‘İşte kasımpatılar, işte el titremesi/Artık kolay olmuyor, akşam olsun demesi!”
Sultanahmet meydanının bahara hazırlandığı güneşli bir Nisan gününde, zihnimde ondan kalan mısralar ve dilimde mahzun duâlarla, kıymetli ağabeyimizi ebedîyete uğurladık. Mekânı cennet olsun.)
Biz bugün yaşayan veya ebedîyete hicret eden birçok kaliteli isimle birlikte, Türk tefekkür hayatının mümtaz şahsiyeti Cemil Meriç ustayı da, Hisar’daki yazılarıyla tanıdık.
ONURLU BİR GÖREV
Hisar, edebî zevkin ve kültür geleneğinin intikali açısından, ülkemiz için çok mühim bir görevi başarıyla, onurla ifâ etmiş; yozlaştırmacı baskın kültür karşısında gerçekten koruyucu, muhafaza edici, diriltici ve yaşatıcı bir ‘hisar’ vazifesi görmüştür.
Yıllar sonra yine, gerek uzun süre çalıştığım Türkiye gazetesinde kültür röportajları yaptığım günlerde, gerekse Türk edebiyatına yeni bir tarz ve estetik seviye kazandırdığı otoriteler tarafından belirtilen Kültür Dünyası dergisini yönetmek görevi bana nasip olduğunda, o güzel insanlara olan vefâ borcumu kısmen de olsa ödeme imkânı bulduğum için çok bahtiyarım.
‘Sığmıyor başıboş gönlüm şu beton yığınlarına!” diyen Mehmet Çınarlı ağabeyimizi son kez ‘Ayın Şairi’ diye takdim ettiğimde; belli ki, bir unutuluş hüznüyle, ‘Ben ‘Ayın Şairi’ olacak yeni bir şey yapmadım ki?” diye samimi bir şaşkınlık belirterek; günümüzün şöhret budalası, sefil ve küstah popülistlerine tevazu dersi vermişti. Ayın Şairi serisine, İlhan Geçer ve Gültekin Sâmânoğlu ile devam etmiştik.
Yazarlar Birliği İstanbul Şubesindeki konuşmamda, Hisar’ın edebiyatımızda ve Türk fikir hayatındaki yerini, orijinalitesini ve önemini vurguladıktan sonra; bu müstesna derginin günün birinde yeniden filiz vereceğini ümit ettiğimi, yüreğimde böyle bir his taşıdığımı dile getirdim. İnşallah öyle olur. Çünkü, servetin ve şöhretin hükmü musallada bitiyor; oysa edebiyat, ebedîyettir!
Olcay Yazıcı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder