2008-09-12
"Ay Vakti" dergisi
Ay Vakti 96. Sayı: Medeniyetimizin Hilâli Bosna-Hersek
"Budur benim çabam, bu… Binlerce kök salarak, kavramak hayatı derinden ve ortasından geçerek acının, olgunlaşmak hayatın taa ötesinde, taa ötesinde zamanın!"
Yıllar önce Rilke'nin ağzından zamana dökülen bu deyiş, kuşkusuz İslam medeniyetinin temel aforizmasını da hatırlatıyor bize. Elest bezminde yüklendiğimiz aşk'ın, amellerimize bindirdiği göstergelerden biri de, bir ay boyunca dilimize ve nefsimize vurduğumuz kutlu prangalar… Oruç, bir mahya. Şeref Akbaba'nın da dediği gibi... Gönül dünyamıza yılda bir vuran, ama huzmelerini hayatımız boyu hissettiğimiz sükûtun, asırlık haykırışı.
Asırlardır davasına yürek koyduğumuz Şehr-i Ramazan, bu yıl rahmetini sonbaharın yaprakları arasına karıştırıyor. Yaklaşan zamanı haber veriyor Eylül! Bizler can çekişen baharın içinden yeni yeni hayatlar çıkarıyoruz Ay Vakti ile…
Ay Vakti Eylül sayısı ile dünyaya mal olmuş bir entelektüelin, hayatından biyografik kesitler sunuyor. Ve bizler bu sayıyı Aliya İzzetbegoviç'e ithaf ediyor, yaklaşan zamanın anahtarını O'ndan teslim alıyoruz.
İçimizde susmanın volkanları… İçimizde kendi inkılâbını bekleyen konuşmanın istirahatı… İçimize sahurla gelen bereket, iftarla soluğumuza yanaşan şükür gemisi ve içine doluşan iman ziyafeti ile metafizik bir yolculuk… Yükselen ay ışığı ile meşalemizi tutuşturuyor Şeref Akbaba.
Atilla İlhan bir Pia düşürüyor aklıma, aklım üşüyor Pia'da… Naz Ferniba, mor ve ötesi ile İlhan'ın şiir odasına bir yaprak düşürüyor. / sen şairsen, ben şiirinim desem… Duysan, duyduğunu anlasan, ben de anladığını bilsem /
Aynalar suya iner yağmurlardan gizli / bilmezler ki çoğalır yalnızlıklar aynaya bakınca / el salladıkça göçmen kuşlar / göğü yonttukça yıldızlar / satırları ile bu sayıda Selami Şimşek, bulutlara meydan okumuş gibi…
Mütekâsıl olmak yerine mütekâmil olmak… Ruhun açlığını, eprimişliğini, kalbin eskiyen elbisesini, tefekkür ile onore etmek. Soyutun ontolojik süreğenliğini somutla pekiştirmek. Hayatı kâsıl olmaktan berî tutarak, yaradılışın kemaline noktayı koymak. Olmak, yerine olmak, yerinde olmak! Başlığı ile Üzeyir Süğümlü bizlere enfes bir tefekkür dizisi sunmakta.
"Her insan içindeki dünya kadardır!" Yaşamın boşluğuna düşen bu söz, aslında bizim ne kadar bizim olduğumuz? Sorusunu da akla getiriyor. Sahip olduklarımızdan tutun da, aklımız ve kalbimiz dâhil, düşüncelerimize bile bizim hükmedemediğimiz bir gerçek. Damarlarımızda akmakta olan kan'ın tek bir söz ile işlevini sürdürüşü, nefeslerimize biçilen mühlet, hiç'liğimiz konusundaki gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor. "Her fark ediş, yeni bir uyanıştır!" Recep Garip, Hayat'tan söz açıyor…
Mehmet Atillâ Maraş, Mavi emzikli çocuk, Yavuz Ertürk, Yusuf'a düşen kuyu, Abdüssamed Bilgili, Savaş örgüsü, İsa Karaaslan, Kanla tutulmuş çetele, başlıkları ile şiirin safında yer alırken, Muhammed Çetinkaya, Bir adet şiir alayım, estetiği fazla olmasın başlıklı yazısı ile şiir-anlam, şiir-estetik, şiir-dokunuş kozalarından oluşan incelemeyi bizlerle buluşturuyor.
İffet Oral, Sevim kahramanına bitiştirdiği öyküsü ile inceden-dersler veriyor bize. Öyküyü de aşan üslûbu, sağ avucumuza bir tutam güneş, sol avucumuza aydan nağmeler bırakıyor…
Bazen nasıl olduğun değil, nasıl göründüğün önemli, nasıl göründüğün kadar nasıl olduğunda… Düşüncelerimizi tamamlayan fizikselimiz, vücud şekillerimizde tamama eriyor. Alnı açık olmak, yüzü kızarmak, burnu dik, darb-ı mesellerimiz, iç dünyamızın nasılda yüzümüzde farkındalaştığını göstermekte. Hasan Yitik, Omuz isimli denemesinde, "…bir meta gibi onur, şeref, izzet, haysiyet, alın, yüz, omuz satanlar. Koltuk sevdalıları… Ala-ı illin dururken, esfeli safilin müptelâları. Hamal kadar onurlu olmadıktan sonra, mevkilerinizin, servetlerinizin ne önemi var! Derken, imtihanı nereden 'omuz'ladığımıza dikkat çekmiş…
Hayat ve ölüm… iki ucu bekaya uzanan, imtihan ipinden kurulmuş salıncak. Her nereye savrulursak savrulalım ve ne kadar uzağa gidersek gidelim, yine başladığımız yerdeyiz. O arafta, toprağa matuf bir seferde. Toprağın henüz kucakladığı bir Üstad adına kalem oynatan Yekta Haktan İnci, Erdem Beyazıt'a ithafen, "Aşk'ın bir adı da yorulmamaktır" isimli yazısı ile anılar defterine bir ağıt daha düşürmüş…
İnsanı harflerle resmetmeye çalışan Mustafa Oğuz, Hayat resimleri'nde, yüksek muhasebeye dikkat buyuruyor. Aşk'ın felsefik akımlarından oluşan yazıda, başak özne; zaman…
"Eğer şimdi ben zulme karşı çıkmazsam, ileride doğruluk için kimse savaşamaz!" sözleriyle Mazlumdan Yana Kırılmalar adlı yazısında Gürcistan-Osetya hakkında ölümü özgür atlarla uzaklaşmasının hikmeti Ayşegül Genç'in kaleminden… Bu denemeyi Yusuf Bal'ın Siyah-Beyaz Davetlisiniz adlı şiiriyle birlikte okumalısınız.
Derginin genel konusunu oluşturan Aliya ve Bosna üzerine muhteşem bir yazı kaleme alan Yunus Emre Tozal, Aşk'ın, dahası imanın yeşerdiği topraklardan bize buram buram Osmanlı rayihaları getirmiş.
Vezirler şehri Travnik ve Osman Efendi Recoviç Medresesi'nden esintiler,
Saraybosna'dan medeniyet örnekleri,
Savaş zamanı kazılan o muhteşem Tünel'in ibretlik hikâyesi,
Yıkılışı ile dünyada yankılar uyandıran Mostar'ın yitik bırakılışını
l. Dünya Savaşı'nın başladığı nokta; Latin köprüsü,
Batıya insanlık dersi veren entelektüel lider Aliya İzzetbegoviç,
Aliya'nın hapishane arkadaşı, İsmet Kasiyoviç ve Aziyade hanım ile sohbet,
Bosnalı bir bilge ve şair Cemalettin Latiç'in ağzından Aliya,
Nejat Kurdoviç ile İHH Bosna teşkilatı: Diriliş derneği ile Bosna üzerine.
Ve son olarak, Bosna savaşını kazandıran Tünel'e yazılan mesaj…
Bosna'nın aslen İstanbul ile ne kadar özdeşleştiğinden bahseden Yunus Emre Tozal, Bosna kültüründen bariz örnekler sunarak, Türkiye'yi anavatanı sayan Boşnaklar ile Türklerin birbirlerini olarak bilmelerini, ensar-muhacir kardeşliği içerisinde birbirlerine kucak açması gerektiğinin altını çiziyor. Anlatılanların güzelliği, o havayı solumayan bizleri öyle kuşatıyor ki, yazı hiç bitmesin istiyoruz. Balkanların incisi medeniyetimizin hilâli Bosna-Hersek'te bir yolculuğa ne dersiniz.
Emperyalizmin Avrupa'nın ortasında estirdiği vahşet fenomeninden konuya giren Ayşenur Bulut, Aliya'nın hayatından köşe taşlarını taşıyor okuyucuya…
Umut ateşini özgürlük meşalesiyle tutuşturan bir hayatı konu alan Mehlika Toyga, zulmün angaryasında, mutazarrır bedenini görmezden gelip, yüreklere cesaret anıtı diken Bosna'yı anlatıyor. Dünyaya meydan okuyan haykırışın, ontolojik ve epistemolojik boyutlarından konuya yaklaşıp, Aliya'nın o müthiş aforizmalarıyla özgürlük meşalesini tutuşturuyor.
Emine Batar, Ebrulî vakitler başlıklı denemesi ile dergideki yerini alırken, Ayşegül Tulû, İstanbul'da halk-aydın ilişkisini inceliyor. Okuyucuyu Osmanlıda yangınların olduğu zaman dilimine götüren Ayşegül Tulû, modernleşmenin temeline iniyor.
Derginin kitap sayfasında Hayati Koca'nın kaleminden Kandillerin aydınlattığı romancılardan biri olan Mustafa Miyasoğlu'ndan deyişler, Türk romanından kesitler… Ve Şiraze -XLIII- sayılı mektubuyla yüreğe sesleniyor…
Yekta Haktan İnci
İrtibat:
www.ayvakti.net
ayvakti@gmail.com
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder