Kritik Üzerine Kritik Bir Konuşma
Çıkarken yazısında hem derginin özelliği tanıtılıyor, hem de ilk sayısında yer alan yazılar hakkında ön bilgi veriliyor:
"Kritik ilk adımını attı. Eleştirmen olmaya çalışan 'biz'in oluşturduğu Kritik, bir meseleyle kendi kendine uğraşmak kadar meseleyle aramızdaki mesafeyi ortak mesaimizle kat etmenin anlamına da inanarak yola çıktı.
Edebiyata dair dertlerimizin zayıf düşüncenin kısa vadeli korunaklığından sıyrılabileceği; yaygınlaşmış kanaatler(imiz)in, doğurduğu sorular ve sorunlara kulak vererek, incelikle işlenmiş fikirlere dönüşebileceği bir mecra olsun istedik."
Edebiyatı odağına alan bir eleştiri dergisi olarak çıkan Kritik, yılda iki kez okuruyla buluşacak. Fatih Altuğ'un Yayın yönetmenliğini yaptığı derginin çıkış amacı, eleştiri anlayışı ve diğer konuları derginin yayın yönetmeni Fatih Altuğ ile konuştuk:
Dergicilik ruhuna sahip birkaç isimden biri olarak görebileceğimiz Memet Fuat 1962'de yayımlanan Masanın Başında Oturup başlıklı yazısında "Kitap biçiminde en az 160 sayfalık, üç ayda bir yayımlanan (yani aceleye gelmeden) dergiler çıkarılmadıkça, memleketimizde ne tam anlamıyla eleştiri olur, ne de doğru dürüst bir düşünce yaşamı!" diyordu. Bu bakış açısına göre değerlendirebileceğimiz bir dergi Kritik. Ama altı aylık. Sayfa sayısı bakımından da oldukça fazla. Kritik dergisinin misyonu ile başlayalım derim. Kritik'in yayın anlayışı, çizgisi hakkında neler söylersiniz?
İkamet ettiğimiz eleştiri dünyasında eleştirmenin meselesiyle ilişkisi, yaygın olarak, meseleyle hemhal olarak, meseleyi içselleştirerek kendini yetiştirme/yetkinleştirme deneyiminden çok başkalarının ortaya koyduğu gündeme, hacme ve son tarihe göre yazıyı yetiştirme telaşıyla kuruluyor. Böyle bir kaygı, yazıların özlü olmasından çok kısa olmasına, temel soru(n)ların derinleştirilmesinden çok kültürel alanda dolaşım değeri yüksek olan bazı kavramların edebiyat eserlerine şöyle bir iliştirilmesine yol açıyor. Kritik, ortamın bu eğilimlerinden rahatsız olanlar, kendi yatkınlıklarıyla eleştirel alanın zorunlulukları arasında sıkışıp kalanlar, eleştirel meseleleriyle daha yakın ilişki kurabilmek için biraz daha geniş bir alana ihtiyacı olanlar için bir mecra olsun diye yola çıktı.
Temelde edebiyatın kültürel, toplumsal ve tarihsel düzlemlerle ilişkisini önemsiyoruz. Bu noktada farklı düzlemlerin birbirine temas noktalarında hareket etmek, edebiyatın ister istemez diğer düzlemlere de kayıtlı olduğunu vurgulamak, ancak yine de tüm kayıtların ötesinde edebi alanın kendine özgü işleyişlerine ve öteki düzlemleri belirli biçimlerde kayıt altına alışlarına da odaklanmak yayın çizgimizi belirleyen en temel dertler olarak görülebilir.
Günümüz edebiyatında eleştirinin kitap tanıtım yazılarına dönüştüğü hatta kadrolu eleştirmenlik gibi bir mesleğin oluştuğu son zamanlarda seyrek de olsa dile getiriliyor. Bu hususta sizin görüşünüz, yaklaşımınız nedir?
Günümüzde derinlemesine eleştiriden çok sektörel bir etkinlik olarak kitap tanıtım yazılarının revaçta olduğu inkâr edilemez bir olgu. Ölçütlerimiz yalnızca kitap tanıtımı ve değerlendirilmesi olduğunda bile eleştirel etkinliğin kısırlığı giderilemiyor. Tanıtım yazarının, yazının ilk yarısında içini döktüğü, ikinci yarısında kitaba şöyle bir temas ettiği kötü yazılmış denemeler hiç de azımsanmayacak miktarda. Ya da yazarın, kitabın ele aldığı konu hakkında fikirlerini söylediği ama kitabın konuyu nasıl ele aldığına hiç değinmediği, kitabı kendi meselelerinin vesilesi kıldığı metinlerle da sıkça karşılaşıyoruz. Bu durumda, yazıların acele halledilmesi gereken siparişler olarak deneyimlenmesinin, yayınevleri ile tanıtım yazarı arasındaki "organik" ilişkinin, kitap eklerinin yazının değerini harf sayısıyla ölçen yaklaşımlarının, bu eklerde editörlük kurumunun daha çok yazı toplayıcılığı ve seçiciliği olarak anlaşılmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Editörün ya da yazı kurulunun eleştirmenle "eleştirel" bir ilişkiye geçmediği, gönderilen yazının eklemeler, düzeltmeler, önerilerle değerlendirilmediği, her şeyin "şu sıkışık zamanda" gerçekleştiği bir ortamda eleştirinin gelişmesi de pek mümkün olamaz. Kitap tanıtım dergileri, kitap ekleri, buluştuğu okur kitlesinin genişliği bakımından etkili mecralardır; ancak yayınevlerinin, yazarların ve eklerin kalıcı bir etkiden çok acil bir etkiye odaklanmaları edebiyatı sıradan bir tüketim etkinliğine dönüştürmektedir.
Derginin adıyla eleştirinin krizi arasında nasıl bir bağ kurmayı düşündünüz?
Kriz ile kritik kelimelerinin kökteş oluşu, mevcut krizle ilişkimiz bakımından önemli ipuçları ima etmektedir. Kriz, kaçınılmaz olarak eskiden mümkün olan kimi fırsatların kaçmasına yol açarken yeni varoluş biçimlerinin de imkân dâhiline girmesini sağlar. Eleştiri, "kritik", tam da bir kriz ânında, müdahale etmenin hayati olduğu, imkânların varlıkla yokluğun sınırında ikamet ettiği bir alanın tam ortasında karar verme sorumluluğunu almaktır bir bakıma. Bu sorumluluk, mutlak bir krizsizlik özlemi, müphemiyetin olmadığı bir nizam adına değil her zaman başka türlü bir varoluşun mümkün olabileceği umuduyla gerçekleşir. Bu anlamda kriz zamanlarında eleştiri yapmak, vicdanlarında mevcut halden kaygı duyanların, bu halde engellenmiş, üzeri örtülmüş potansiyellerin açığa çıkarılacağına dair bir umududur. Bu durumu edebiyat özelinde daralttığımızda ise edebiyat ortamındaki mevcut söylemin bize sunduğu vukufla birlikte bizi körleştirdiği noktalara karşı duyarlı olmak, bu söylemin susturduğu imkânları, yapıtları, yaklaşımları hatırlatmak, edebiyatı başka türlü düşünebileceğimiz yordamları keşif için kendini başka imkânlara açmak eleştirinin kritik önemdeki sorumluluğudur.
Akademiden bir isim olarak edebiyat ve akademi ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Murat Belge Eleştiri başlıklı yazısında "Eleştiride akademizmin fazla ağır basmaya başladığını düşünüyorum" demişti. Kritik olarak kritik bir ifadeyle ' profesoral edebiyat eleştirisi' yapmakla itham edilmeyi göze aldınız mı?
Eleştirel alanın önemli sorunlarından biri de akademi ile eleştiri arasındaki ilişkinin kopukluğudur. Üniversitelerdeki Türk edebiyatı bölümleri, maalesef eleştirmenlerin yetişmesi için yeterince verimli ortamlar olamamışlardır. Bu bölümlerin özellikle güncel edebiyatla ilişkisi sağlıklı bir şekilde kurulamamıştır. Üniversitenin kendi içinde de hoca-öğrenci ilişkisi bir hakikatin arayışında söyleşen, düşünsel etkinliğiyle sorgulayan ve imkânlar arayan eleştirel bir yapıda değil de öğrencinin hocaya intisap ettiği, hocanın hiçbir zaman aşılamadığı, dolayısıyla da kuşaklar birbirini takip ettikçe yetkinliğin azaldığı bir yapıda gerçekleşmiştir. Diğer bölümlerde de olabilecek bu durum, Türk edebiyatı bölümlerinde daha yaygın olarak yaşanmıştır. Şüphesiz tüm ilişkiler bundan ibaret değildir ama Osmanlıca'nın dilsel ve kültürel bilgisinin çok önemli olduğu bir disiplinde "kurucu hoca"ların araştırma alanına zamansal yakınlığı, onların otoritelerini daha kuvvetli bir şekilde sağlamlaştırmıştır. Böylece sosyal bilimlerin diğer alanlarında meydana gelen yenilikler, Türk edebiyatı bölümlerince daha geç deneyimlenmiştir.
Kritik, ağırlıklı olarak akademiyle bağlantılı kadrosuyla eleştiri ortamına olduğu kadar akademik alana da yeni bir mecra açmak istemektedir. Bu noktada, her şeyin bizimle başladığı iddiasında değiliz tabii ki. Önceki kuşaklara ödenmesi imkânsız borçlarımız var. Tamamen yokluklarla dolu bir ortamdan yetişmedik. Ancak bu ortamın daha önce ortaya koyduğum kanallarda işler hale gelmesinin zenginleştirici olacağını düşünüyorum.
Eleştiride akademizmden anlaşılan, eleştirel etkinliği puan kazanma, akademik hiyerarşide yükselme çabasının yedeğine almaksa daha önce değindiğimiz yayın dünyası sorunlarının bir başka biçimiyle karşı karşıyayız demektir. Yayın sektörünün kitap anlayışıyla paralel bir akademik sermaye birikimi olarak akademizm, eleştiri için en ciddi tehlikelerden biridir. Bu yaklaşım, makale biçimini de etkiler. Eleştirel meselelerden, dertlerden azade, belli bir metni okumak için popüler bir teoriyi uygulayan, bu uygulamada metinle teorinin karşılaşması yerine metni teoriye indirgemeyi, teoriyi de haplaştırmayı tercih eden bir söylemle akademik kariyer hırsından doğan eleştiri birbirini beslemektedir.
Ancak akademi bundan ibaret değildir, akademi hala çıkarların, hesapların ötesinde bir konumda kalıp bir meseleyle hemhâl olarak hakikatin arayışına girmek isteyenler için bir alan sunmaktadır. Bu bakımdan eleştirinin derinleşme arzusu böyle bir akademiden beslenir.
Zeitgeist yani zamanın ruhuna uygun olarak önce sosyal bilimler alanında başlayan daha sonra giderek yaygınlaşan bir eğilim olarak hakemli ve belli aralıklarla yayımlanan dergileri çağrıştıran bir yapısı var derginin yanılıyor muyum?
Bir gün Toplum ve Bilim ve Defter gibi dergilerle birlikte anılmak Kritik'in amacına bir nebze yaklaştığı anlamına gelmektedir. Toplum ve Bilim'in hakemli, Defter'in hakemsiz olarak yaptığı hem belli bir çevrenin kendini ifade edebildiği, hem de o çevrenin dışındakilerin de kendi yollarını ararken kıstas alabileceği bir mecrayı açmak olmuştur. Onların edebiyatı da içererek toplumsal ve kültürel alanda yaptığını biz edebiyata odaklanarak gerçekleştirmek istiyoruz. Bu noktada, mesele hakemli ya da hakemsiz olmaktan, üç ya da altı ayda bir çıkmaktan çok belli bir meseleden yola çıkarak bir hakikat arayışına dahil olmak ve bu yolda sebat etmektir. Kendi aramızda bir tartışmayı sürdürebiliyorsak ve başkalarına -kendi meseleleriyle meşgul olurken- eşlik edebiliyorsak derginin sürekliliği de mümkün olacaktır. Bu sağlanmadığında, belli bir şekle takılı kalmaktan temel dertleri unutmuş, uzun aralıklarla yayımlanan, görünüşte hakemli bir dergiye dönüşmek önümüzdeki en önemli tehlikedir.
"Dergi, hür tefekkürün kalesidir" demiş Cemil Meriç. Ama bu hür tefekkür kalelerinde bile barınmakta güçlük çekmiş bazen. Edebiyat dergiciliğinin günümüzdeki seyri hakkında neler söylersiniz?
Edebiyat dergiciliğinde eğilimleri belirleyen, ortamı yönlendiren merkezlerin eskiye kıyasla azaldığını düşünüyorum. Edebiyata dair her türlü sözün söylenebildiği ama sözün hükmünün daha önce olmadığı kadar güçsüzleştiği, sözün kamusal yaygınlığının sekteye uğradığı bir ortamdayız sanırım. Bu durumun dünyanın mevcut siyasal ve kültürel işleyişiyle ilgili yanları olduğu kadar Türkiye'deki dağıtım sorunuyla da ilgisi var. Kritik, mensuplarının kendi cebinden masraflarını karşıladığı kâr amacı gütmeyen bir dergi olarak en büyük sorunu dağıtımda yaşıyor. Maalesef bu bize özgü değil. Dağıtımcıların istediği yüksek ücretler ve bunun karşılığında işine yeteri kadar özen göstermemesi çok fazla okunmak anlamında değil ama bizi merak eden, meşrebimize yakın olan okurlara ulaşmak anlamında ciddi sorunlar doğuruyor. Bu sorunu aşmak için kullanılabilecek internet ortamı ise kendi yapısından kaynaklanan nedenlerden dolayı sözü yüzeyselleştirebilme tehlikesini barındırıyor. Ancak bu noktada Feminist Yaklaşımlar (http://www.feministyaklasimlar.org/) gibi dergilerin seçtiği online yayıncılık biçimleri de takip edilebilir. Bu koşullarda dergicilere düşen her koşulda "hür tefekkürün" "hür teşebbüs"le mücadelesine destek olmaktır. Ancak bunu yapmak, söylemekten çok daha zor.
Dergicilik tarihimizde eleştiri dergileri desek neler söylenebilir? Bu noktada ilk deneyimler denildiğinde hangi isimler akla gelir?
Dergicilik tarihi üzerinden düşündüğümüzde benim için en önemli geleneklerden biri Hüseyin Cöntürk'ün dergicilik deneyimidir. Özellikle 1966-1969 yılları arasında Yordam'da ortaya konan tutuma, Türkçe eleştiri çok şey borçludur. Hem eleştiriyi ciddi bir mesele olarak gündeme getirmesi, hem eleştiri kuramından haberdar oluşu hem de güncel edebiyat ve eski edebiyatla ilişki kurma biçimi bakımından Yordam benzersiz bir deneyimdir. Kritik'in yapısı Yordam'dan farklıdır ama yine de hem kendimizi yetiştirebildiğimiz hem de başkalarının yetiştiği bir okul olarak Kritik kurumsallaşırsa Yordam'la bir nebze de olsa akrabalık kurmuş demektir. Cöntürk dergiciliğinin dışında, Papirüs, Edebiyat Dostları, Defter, Kuram, Atlılar, Mesele gibi dergiler bambaşka mecralarda ve zamanlarda hareket etseler de eleştiri geleneğimiz bakımından önemli noktalardır bence. Bu noktada bizim tarzımıza yakın bir eleştiri dergiciliğine bizden önce başlayan Pasaj dergisi de kesinlikle unutulmamalıdır. Üniversite ile edebiyat dünyası arasındaki ilişkiyi yeniden kurmak için önemli teşebbüslerdendir.
Türkiye özelinde düşünce ve edebiyat dergilerinin başlı başına rol oynadığı ama buna karşın uzun soluklu ve geniş boyutlu eleştiri dergilerinin kültür dünyasında yer al(a)mamış oluşunu nasıl açıklarsınız?
Bunda eleştirinin edebiyattan özerk olarak algılanmasının payı olduğunu söyleyebilirim. Eleştirel düşünce, erdemleri ve kusurlarıyla düşünce ve edebiyat dergilerinin içine yedirilmiş durumda zaten. Bu durumun eleştiriyi kolaycılığa sevk ettiğini, incelikten uzaklaştırdığını ve edebiyatın özgüllüğünü ihmal etmesine yol açtığını iddia edebiliriz ama tüm bu kusurlara rağmen bu yaklaşım, gündelik hayatla daha yakın bir temas sağlamaktadır.
Bunun yanı sıra üniversite ve yayın dünyası arasındaki ilişkiler, editörlük kurumunun yeterince eleştirel işleyemeyişi gibi etkenler de bir eleştiri dergisinin kalıcılığı bakımından önemlidir. Ancak bu sorun, anlattığımdan çok daha karmaşık bir süreci ifade etmektedir büyük ihtimalle, daha yakından incelemek gerekir.
İlk sayınızda Yeni tarihselcilik konusunu odağınıza alma gerekçeniz nedir?
Üniversite-edebiyat dünyası ilişkisinden, edebiyat ders kitaplarının içeriğine kadar birçok tartışmada eski edebiyat ve çağdaş edebiyat üzerinden yapılan bir tartışma var. Bana göre bu tartışma, karşıtlıkları keskinleştirerek sunduğu için yeterince verimli olamamış bir tartışma. Üniversite eski edebiyatla, "tarih"le fazla ilgili olmakla suçlanırken eski edebiyatla uğraşmak zorunlu olarak muhafazakârlığın alanına kaydediliyor. Derginin çıkış yazısında da belirtildiği gibi, geçmiş ve şimdi arasında böyle bir karşıtlık görmüyoruz. Geçmişin şimdinin bağrında her zaman mevcut olduğuna inanıyoruz. Geçmişi şimdinin terimlerine indirgemekle, geçmişi artık ilişki kurulması imkânsız bambaşka bir şey addetmek dışında bir yolun arayışı için "Yeni Tarihselcilik" yaklaşımı bizim için önemliydi. Nispeten az bilindiği için tanıtmak istedik, elden geldiğince de edebiyatı bu yaklaşım eşliğinde düşünmek istedik. Ancak bu dosyanın bir başlangıç adımı olduğunu unutmamalıyız. "Yeni Tarihselcilik" gösterebildiğimizden çok daha verimli bir imkân alanı sunuyor bize.
Günümüzde dil ve görsellik, hiç bir zamanda olmadığı kadar iç içe. Kritik dergisi başta kapak olmak üzere sayfalarında herhangi bir görsel unsura yer vermemiş. Bu bilinçli bir seçimin sonucu mu?
Bunu görsellikten uzak duralım diye yapmadık ama sonraki sayılarda görsel unsurlara yer verilse de asıl kaygımız okurken gözü yormayacak bir tasarım olacaktır. Yazının ağırlığını hafifletmek için görüntüyü öne çıkarmak istemiyoruz.
Eleştiri nedir? Öznel eleştiri, nesnel eleştiri, bilimsel eleştiri... Derginin eleştirel tavrı belli bir eleştiri kuramından hareketle mi temellendirilecek? Eleştiriye görev biçilebilir mi?
Denemeci eleştiri ile incelemeci eleştiri arasında bir fark görüyor musunuz? Bu derginize nalı yansıyacak? Eleştiri edebiyatın nesi olur ya da neresinde durur?
Maalesef eleştirinin mahiyetine dair kolayca formülleştirebileceğim bir cevabım yok ama derginin tutumu hakkında birkaç söz söyleyebilirim. Yazı kurulundaki arkadaşların birbirine yakın eleştirel eğilimleri olsa da birbiriyle çatışan, birbirinden farklı düşünen birçok yanı da var. Bu anlamda Kritik bir eleştirel yaklaşıma katı bir şekilde bağlanan bir dergi değil. Kendi içindeki çoğulluğu önemseyen ve korumaya çalışan bir dergi. Ortaklık noktalarımıza önceki sorularda biraz değinmiştim. Eleştiriye dışarıdan biçilen bir görevden çok dışsal koşullar karşısında eleştirmenin hissettiği bir sorumluluktan söz etmek daha doğru sanırım. Bu sorumluluğunun hakkını verme çabasında "denemeci eleştiri" ya da "incelemeci eleştiri" izlenen yollar olabilir ama bu ikisi arasında karşıtlık asıl meselelerden uzaklaştırmamalı bizi. Asıl olan, sunmak ve keşfetmek istediğimiz hakikati makale formatının biçimciliğinin ya da edebiyatla ilişkimizde duygulanımlarımız aracılığıyla oluşturulan vesileciliğin içinde boğmamaktır. Sıradan bilgileri üslup oyunlarıyla yüceltince, zaten apaçık konuları bilimsel terimlerle açıklıyormuş gibi yapıp karmaşıklaştırınca -denemeci ve incelemeci olduğu önemli değil- eleştiri işlevini kaybetmektedir. Bu anlamda dergimiz, eleştiri yazılarında kanaatlerin bombardımanından çok fikirlerin açıklığına ve desteklenmesine önem veriyor, buna uygun bir üslubun arayışında.
Kritik dergisinin ikinci sayısında değişiklikler, yenilikler olacak mı? Dosya konuları bağlamında edebi ürünler yer alacak mı? Soruşturmalar dosyalara dahil edilecek mi?
Kritik, Eylül ayında çıkacak ikinci sayısında 19. yüzyıl Osmanlı edebiyatını tartışacak. Bu edebiyatı ulusal bir edebiyattan çok imparatorluk edebiyatı olarak ele almaya çalışacak. Bu bakımdan Türkiye'deki edebiyat ortamında pek bilinmeyen birçok metin ve yazarı gündeme getirmeyi amaçlıyoruz. Müslümanların, gayrimüslimlerin, Türklerin, Bulgarların, İranlıların, Arapların, Yunanlıların, Ermenilerin birlikte, yan yana ya da karşı karşıya yaptıkları bir edebiyatı tartışmak için küçük birkaç adım atmak istiyoruz. Bu nedenle, değerlendirmeye yönelik yazılar kadar bilgilendirici yazılar da olacak bu sayıda.
Kurmaca metinler yayımlamayı düşünmüyoruz, eleştiriye odaklanmayı tercih ettik. Soruşturmalar da çoğu zaman fikirden çok kanaat üretimine yarıyor. Ancak belli bir konu etrafında yapılacak oturumlar, çeşitli eleştirmenlerle söyleşiler gündemimizde yer alıyor.
Edebiyat dergilerinde çeviriye yer olmadığı sıkça tekrar edilir. Kritik her sayısında çeviri metne yer vermeyi düşünüyor mu?
İkinci sayıda ilk sayıya göre daha çok çeviri olacak. Ele aldığımız konu Türkiye'de nispeten az tartışıldığı için biraz buna mecbur kaldık. Ancak çeviri yoluyla kendi konumumuzu meşrulaştırmaktansa koşullar elverdiğince telif yazılarla konumuzu tartışmayı daha doğru buluyoruz.
Kritik, hangi okurun hangi ihtiyacını karşılar?
Kritik, edebiyatı edebiliği, kültürelliği, toplumsallığı ve tarihselliği içerisinde düşünmeyi kendi varoluşunu anlamlandırmakla ilişkilendiren okurlarla söyleşmek, onlara konuşmak, onları dinlemek ister.
İşiniz zor görünüyor... Çok teşekkür ediyorum, söyleşi için.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj: Asım Öz
Haksöz-Haber
"Kritik ilk adımını attı. Eleştirmen olmaya çalışan 'biz'in oluşturduğu Kritik, bir meseleyle kendi kendine uğraşmak kadar meseleyle aramızdaki mesafeyi ortak mesaimizle kat etmenin anlamına da inanarak yola çıktı.
Edebiyata dair dertlerimizin zayıf düşüncenin kısa vadeli korunaklığından sıyrılabileceği; yaygınlaşmış kanaatler(imiz)in, doğurduğu sorular ve sorunlara kulak vererek, incelikle işlenmiş fikirlere dönüşebileceği bir mecra olsun istedik."
Edebiyatı odağına alan bir eleştiri dergisi olarak çıkan Kritik, yılda iki kez okuruyla buluşacak. Fatih Altuğ'un Yayın yönetmenliğini yaptığı derginin çıkış amacı, eleştiri anlayışı ve diğer konuları derginin yayın yönetmeni Fatih Altuğ ile konuştuk:
Dergicilik ruhuna sahip birkaç isimden biri olarak görebileceğimiz Memet Fuat 1962'de yayımlanan Masanın Başında Oturup başlıklı yazısında "Kitap biçiminde en az 160 sayfalık, üç ayda bir yayımlanan (yani aceleye gelmeden) dergiler çıkarılmadıkça, memleketimizde ne tam anlamıyla eleştiri olur, ne de doğru dürüst bir düşünce yaşamı!" diyordu. Bu bakış açısına göre değerlendirebileceğimiz bir dergi Kritik. Ama altı aylık. Sayfa sayısı bakımından da oldukça fazla. Kritik dergisinin misyonu ile başlayalım derim. Kritik'in yayın anlayışı, çizgisi hakkında neler söylersiniz?
İkamet ettiğimiz eleştiri dünyasında eleştirmenin meselesiyle ilişkisi, yaygın olarak, meseleyle hemhal olarak, meseleyi içselleştirerek kendini yetiştirme/yetkinleştirme deneyiminden çok başkalarının ortaya koyduğu gündeme, hacme ve son tarihe göre yazıyı yetiştirme telaşıyla kuruluyor. Böyle bir kaygı, yazıların özlü olmasından çok kısa olmasına, temel soru(n)ların derinleştirilmesinden çok kültürel alanda dolaşım değeri yüksek olan bazı kavramların edebiyat eserlerine şöyle bir iliştirilmesine yol açıyor. Kritik, ortamın bu eğilimlerinden rahatsız olanlar, kendi yatkınlıklarıyla eleştirel alanın zorunlulukları arasında sıkışıp kalanlar, eleştirel meseleleriyle daha yakın ilişki kurabilmek için biraz daha geniş bir alana ihtiyacı olanlar için bir mecra olsun diye yola çıktı.
Temelde edebiyatın kültürel, toplumsal ve tarihsel düzlemlerle ilişkisini önemsiyoruz. Bu noktada farklı düzlemlerin birbirine temas noktalarında hareket etmek, edebiyatın ister istemez diğer düzlemlere de kayıtlı olduğunu vurgulamak, ancak yine de tüm kayıtların ötesinde edebi alanın kendine özgü işleyişlerine ve öteki düzlemleri belirli biçimlerde kayıt altına alışlarına da odaklanmak yayın çizgimizi belirleyen en temel dertler olarak görülebilir.
Günümüz edebiyatında eleştirinin kitap tanıtım yazılarına dönüştüğü hatta kadrolu eleştirmenlik gibi bir mesleğin oluştuğu son zamanlarda seyrek de olsa dile getiriliyor. Bu hususta sizin görüşünüz, yaklaşımınız nedir?
Günümüzde derinlemesine eleştiriden çok sektörel bir etkinlik olarak kitap tanıtım yazılarının revaçta olduğu inkâr edilemez bir olgu. Ölçütlerimiz yalnızca kitap tanıtımı ve değerlendirilmesi olduğunda bile eleştirel etkinliğin kısırlığı giderilemiyor. Tanıtım yazarının, yazının ilk yarısında içini döktüğü, ikinci yarısında kitaba şöyle bir temas ettiği kötü yazılmış denemeler hiç de azımsanmayacak miktarda. Ya da yazarın, kitabın ele aldığı konu hakkında fikirlerini söylediği ama kitabın konuyu nasıl ele aldığına hiç değinmediği, kitabı kendi meselelerinin vesilesi kıldığı metinlerle da sıkça karşılaşıyoruz. Bu durumda, yazıların acele halledilmesi gereken siparişler olarak deneyimlenmesinin, yayınevleri ile tanıtım yazarı arasındaki "organik" ilişkinin, kitap eklerinin yazının değerini harf sayısıyla ölçen yaklaşımlarının, bu eklerde editörlük kurumunun daha çok yazı toplayıcılığı ve seçiciliği olarak anlaşılmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Editörün ya da yazı kurulunun eleştirmenle "eleştirel" bir ilişkiye geçmediği, gönderilen yazının eklemeler, düzeltmeler, önerilerle değerlendirilmediği, her şeyin "şu sıkışık zamanda" gerçekleştiği bir ortamda eleştirinin gelişmesi de pek mümkün olamaz. Kitap tanıtım dergileri, kitap ekleri, buluştuğu okur kitlesinin genişliği bakımından etkili mecralardır; ancak yayınevlerinin, yazarların ve eklerin kalıcı bir etkiden çok acil bir etkiye odaklanmaları edebiyatı sıradan bir tüketim etkinliğine dönüştürmektedir.
Derginin adıyla eleştirinin krizi arasında nasıl bir bağ kurmayı düşündünüz?
Kriz ile kritik kelimelerinin kökteş oluşu, mevcut krizle ilişkimiz bakımından önemli ipuçları ima etmektedir. Kriz, kaçınılmaz olarak eskiden mümkün olan kimi fırsatların kaçmasına yol açarken yeni varoluş biçimlerinin de imkân dâhiline girmesini sağlar. Eleştiri, "kritik", tam da bir kriz ânında, müdahale etmenin hayati olduğu, imkânların varlıkla yokluğun sınırında ikamet ettiği bir alanın tam ortasında karar verme sorumluluğunu almaktır bir bakıma. Bu sorumluluk, mutlak bir krizsizlik özlemi, müphemiyetin olmadığı bir nizam adına değil her zaman başka türlü bir varoluşun mümkün olabileceği umuduyla gerçekleşir. Bu anlamda kriz zamanlarında eleştiri yapmak, vicdanlarında mevcut halden kaygı duyanların, bu halde engellenmiş, üzeri örtülmüş potansiyellerin açığa çıkarılacağına dair bir umududur. Bu durumu edebiyat özelinde daralttığımızda ise edebiyat ortamındaki mevcut söylemin bize sunduğu vukufla birlikte bizi körleştirdiği noktalara karşı duyarlı olmak, bu söylemin susturduğu imkânları, yapıtları, yaklaşımları hatırlatmak, edebiyatı başka türlü düşünebileceğimiz yordamları keşif için kendini başka imkânlara açmak eleştirinin kritik önemdeki sorumluluğudur.
Akademiden bir isim olarak edebiyat ve akademi ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Murat Belge Eleştiri başlıklı yazısında "Eleştiride akademizmin fazla ağır basmaya başladığını düşünüyorum" demişti. Kritik olarak kritik bir ifadeyle ' profesoral edebiyat eleştirisi' yapmakla itham edilmeyi göze aldınız mı?
Eleştirel alanın önemli sorunlarından biri de akademi ile eleştiri arasındaki ilişkinin kopukluğudur. Üniversitelerdeki Türk edebiyatı bölümleri, maalesef eleştirmenlerin yetişmesi için yeterince verimli ortamlar olamamışlardır. Bu bölümlerin özellikle güncel edebiyatla ilişkisi sağlıklı bir şekilde kurulamamıştır. Üniversitenin kendi içinde de hoca-öğrenci ilişkisi bir hakikatin arayışında söyleşen, düşünsel etkinliğiyle sorgulayan ve imkânlar arayan eleştirel bir yapıda değil de öğrencinin hocaya intisap ettiği, hocanın hiçbir zaman aşılamadığı, dolayısıyla da kuşaklar birbirini takip ettikçe yetkinliğin azaldığı bir yapıda gerçekleşmiştir. Diğer bölümlerde de olabilecek bu durum, Türk edebiyatı bölümlerinde daha yaygın olarak yaşanmıştır. Şüphesiz tüm ilişkiler bundan ibaret değildir ama Osmanlıca'nın dilsel ve kültürel bilgisinin çok önemli olduğu bir disiplinde "kurucu hoca"ların araştırma alanına zamansal yakınlığı, onların otoritelerini daha kuvvetli bir şekilde sağlamlaştırmıştır. Böylece sosyal bilimlerin diğer alanlarında meydana gelen yenilikler, Türk edebiyatı bölümlerince daha geç deneyimlenmiştir.
Kritik, ağırlıklı olarak akademiyle bağlantılı kadrosuyla eleştiri ortamına olduğu kadar akademik alana da yeni bir mecra açmak istemektedir. Bu noktada, her şeyin bizimle başladığı iddiasında değiliz tabii ki. Önceki kuşaklara ödenmesi imkânsız borçlarımız var. Tamamen yokluklarla dolu bir ortamdan yetişmedik. Ancak bu ortamın daha önce ortaya koyduğum kanallarda işler hale gelmesinin zenginleştirici olacağını düşünüyorum.
Eleştiride akademizmden anlaşılan, eleştirel etkinliği puan kazanma, akademik hiyerarşide yükselme çabasının yedeğine almaksa daha önce değindiğimiz yayın dünyası sorunlarının bir başka biçimiyle karşı karşıyayız demektir. Yayın sektörünün kitap anlayışıyla paralel bir akademik sermaye birikimi olarak akademizm, eleştiri için en ciddi tehlikelerden biridir. Bu yaklaşım, makale biçimini de etkiler. Eleştirel meselelerden, dertlerden azade, belli bir metni okumak için popüler bir teoriyi uygulayan, bu uygulamada metinle teorinin karşılaşması yerine metni teoriye indirgemeyi, teoriyi de haplaştırmayı tercih eden bir söylemle akademik kariyer hırsından doğan eleştiri birbirini beslemektedir.
Ancak akademi bundan ibaret değildir, akademi hala çıkarların, hesapların ötesinde bir konumda kalıp bir meseleyle hemhâl olarak hakikatin arayışına girmek isteyenler için bir alan sunmaktadır. Bu bakımdan eleştirinin derinleşme arzusu böyle bir akademiden beslenir.
Zeitgeist yani zamanın ruhuna uygun olarak önce sosyal bilimler alanında başlayan daha sonra giderek yaygınlaşan bir eğilim olarak hakemli ve belli aralıklarla yayımlanan dergileri çağrıştıran bir yapısı var derginin yanılıyor muyum?
Bir gün Toplum ve Bilim ve Defter gibi dergilerle birlikte anılmak Kritik'in amacına bir nebze yaklaştığı anlamına gelmektedir. Toplum ve Bilim'in hakemli, Defter'in hakemsiz olarak yaptığı hem belli bir çevrenin kendini ifade edebildiği, hem de o çevrenin dışındakilerin de kendi yollarını ararken kıstas alabileceği bir mecrayı açmak olmuştur. Onların edebiyatı da içererek toplumsal ve kültürel alanda yaptığını biz edebiyata odaklanarak gerçekleştirmek istiyoruz. Bu noktada, mesele hakemli ya da hakemsiz olmaktan, üç ya da altı ayda bir çıkmaktan çok belli bir meseleden yola çıkarak bir hakikat arayışına dahil olmak ve bu yolda sebat etmektir. Kendi aramızda bir tartışmayı sürdürebiliyorsak ve başkalarına -kendi meseleleriyle meşgul olurken- eşlik edebiliyorsak derginin sürekliliği de mümkün olacaktır. Bu sağlanmadığında, belli bir şekle takılı kalmaktan temel dertleri unutmuş, uzun aralıklarla yayımlanan, görünüşte hakemli bir dergiye dönüşmek önümüzdeki en önemli tehlikedir.
"Dergi, hür tefekkürün kalesidir" demiş Cemil Meriç. Ama bu hür tefekkür kalelerinde bile barınmakta güçlük çekmiş bazen. Edebiyat dergiciliğinin günümüzdeki seyri hakkında neler söylersiniz?
Edebiyat dergiciliğinde eğilimleri belirleyen, ortamı yönlendiren merkezlerin eskiye kıyasla azaldığını düşünüyorum. Edebiyata dair her türlü sözün söylenebildiği ama sözün hükmünün daha önce olmadığı kadar güçsüzleştiği, sözün kamusal yaygınlığının sekteye uğradığı bir ortamdayız sanırım. Bu durumun dünyanın mevcut siyasal ve kültürel işleyişiyle ilgili yanları olduğu kadar Türkiye'deki dağıtım sorunuyla da ilgisi var. Kritik, mensuplarının kendi cebinden masraflarını karşıladığı kâr amacı gütmeyen bir dergi olarak en büyük sorunu dağıtımda yaşıyor. Maalesef bu bize özgü değil. Dağıtımcıların istediği yüksek ücretler ve bunun karşılığında işine yeteri kadar özen göstermemesi çok fazla okunmak anlamında değil ama bizi merak eden, meşrebimize yakın olan okurlara ulaşmak anlamında ciddi sorunlar doğuruyor. Bu sorunu aşmak için kullanılabilecek internet ortamı ise kendi yapısından kaynaklanan nedenlerden dolayı sözü yüzeyselleştirebilme tehlikesini barındırıyor. Ancak bu noktada Feminist Yaklaşımlar (http://www.feministyaklasimlar.org/) gibi dergilerin seçtiği online yayıncılık biçimleri de takip edilebilir. Bu koşullarda dergicilere düşen her koşulda "hür tefekkürün" "hür teşebbüs"le mücadelesine destek olmaktır. Ancak bunu yapmak, söylemekten çok daha zor.
Dergicilik tarihimizde eleştiri dergileri desek neler söylenebilir? Bu noktada ilk deneyimler denildiğinde hangi isimler akla gelir?
Dergicilik tarihi üzerinden düşündüğümüzde benim için en önemli geleneklerden biri Hüseyin Cöntürk'ün dergicilik deneyimidir. Özellikle 1966-1969 yılları arasında Yordam'da ortaya konan tutuma, Türkçe eleştiri çok şey borçludur. Hem eleştiriyi ciddi bir mesele olarak gündeme getirmesi, hem eleştiri kuramından haberdar oluşu hem de güncel edebiyat ve eski edebiyatla ilişki kurma biçimi bakımından Yordam benzersiz bir deneyimdir. Kritik'in yapısı Yordam'dan farklıdır ama yine de hem kendimizi yetiştirebildiğimiz hem de başkalarının yetiştiği bir okul olarak Kritik kurumsallaşırsa Yordam'la bir nebze de olsa akrabalık kurmuş demektir. Cöntürk dergiciliğinin dışında, Papirüs, Edebiyat Dostları, Defter, Kuram, Atlılar, Mesele gibi dergiler bambaşka mecralarda ve zamanlarda hareket etseler de eleştiri geleneğimiz bakımından önemli noktalardır bence. Bu noktada bizim tarzımıza yakın bir eleştiri dergiciliğine bizden önce başlayan Pasaj dergisi de kesinlikle unutulmamalıdır. Üniversite ile edebiyat dünyası arasındaki ilişkiyi yeniden kurmak için önemli teşebbüslerdendir.
Türkiye özelinde düşünce ve edebiyat dergilerinin başlı başına rol oynadığı ama buna karşın uzun soluklu ve geniş boyutlu eleştiri dergilerinin kültür dünyasında yer al(a)mamış oluşunu nasıl açıklarsınız?
Bunda eleştirinin edebiyattan özerk olarak algılanmasının payı olduğunu söyleyebilirim. Eleştirel düşünce, erdemleri ve kusurlarıyla düşünce ve edebiyat dergilerinin içine yedirilmiş durumda zaten. Bu durumun eleştiriyi kolaycılığa sevk ettiğini, incelikten uzaklaştırdığını ve edebiyatın özgüllüğünü ihmal etmesine yol açtığını iddia edebiliriz ama tüm bu kusurlara rağmen bu yaklaşım, gündelik hayatla daha yakın bir temas sağlamaktadır.
Bunun yanı sıra üniversite ve yayın dünyası arasındaki ilişkiler, editörlük kurumunun yeterince eleştirel işleyemeyişi gibi etkenler de bir eleştiri dergisinin kalıcılığı bakımından önemlidir. Ancak bu sorun, anlattığımdan çok daha karmaşık bir süreci ifade etmektedir büyük ihtimalle, daha yakından incelemek gerekir.
İlk sayınızda Yeni tarihselcilik konusunu odağınıza alma gerekçeniz nedir?
Üniversite-edebiyat dünyası ilişkisinden, edebiyat ders kitaplarının içeriğine kadar birçok tartışmada eski edebiyat ve çağdaş edebiyat üzerinden yapılan bir tartışma var. Bana göre bu tartışma, karşıtlıkları keskinleştirerek sunduğu için yeterince verimli olamamış bir tartışma. Üniversite eski edebiyatla, "tarih"le fazla ilgili olmakla suçlanırken eski edebiyatla uğraşmak zorunlu olarak muhafazakârlığın alanına kaydediliyor. Derginin çıkış yazısında da belirtildiği gibi, geçmiş ve şimdi arasında böyle bir karşıtlık görmüyoruz. Geçmişin şimdinin bağrında her zaman mevcut olduğuna inanıyoruz. Geçmişi şimdinin terimlerine indirgemekle, geçmişi artık ilişki kurulması imkânsız bambaşka bir şey addetmek dışında bir yolun arayışı için "Yeni Tarihselcilik" yaklaşımı bizim için önemliydi. Nispeten az bilindiği için tanıtmak istedik, elden geldiğince de edebiyatı bu yaklaşım eşliğinde düşünmek istedik. Ancak bu dosyanın bir başlangıç adımı olduğunu unutmamalıyız. "Yeni Tarihselcilik" gösterebildiğimizden çok daha verimli bir imkân alanı sunuyor bize.
Günümüzde dil ve görsellik, hiç bir zamanda olmadığı kadar iç içe. Kritik dergisi başta kapak olmak üzere sayfalarında herhangi bir görsel unsura yer vermemiş. Bu bilinçli bir seçimin sonucu mu?
Bunu görsellikten uzak duralım diye yapmadık ama sonraki sayılarda görsel unsurlara yer verilse de asıl kaygımız okurken gözü yormayacak bir tasarım olacaktır. Yazının ağırlığını hafifletmek için görüntüyü öne çıkarmak istemiyoruz.
Eleştiri nedir? Öznel eleştiri, nesnel eleştiri, bilimsel eleştiri... Derginin eleştirel tavrı belli bir eleştiri kuramından hareketle mi temellendirilecek? Eleştiriye görev biçilebilir mi?
Denemeci eleştiri ile incelemeci eleştiri arasında bir fark görüyor musunuz? Bu derginize nalı yansıyacak? Eleştiri edebiyatın nesi olur ya da neresinde durur?
Maalesef eleştirinin mahiyetine dair kolayca formülleştirebileceğim bir cevabım yok ama derginin tutumu hakkında birkaç söz söyleyebilirim. Yazı kurulundaki arkadaşların birbirine yakın eleştirel eğilimleri olsa da birbiriyle çatışan, birbirinden farklı düşünen birçok yanı da var. Bu anlamda Kritik bir eleştirel yaklaşıma katı bir şekilde bağlanan bir dergi değil. Kendi içindeki çoğulluğu önemseyen ve korumaya çalışan bir dergi. Ortaklık noktalarımıza önceki sorularda biraz değinmiştim. Eleştiriye dışarıdan biçilen bir görevden çok dışsal koşullar karşısında eleştirmenin hissettiği bir sorumluluktan söz etmek daha doğru sanırım. Bu sorumluluğunun hakkını verme çabasında "denemeci eleştiri" ya da "incelemeci eleştiri" izlenen yollar olabilir ama bu ikisi arasında karşıtlık asıl meselelerden uzaklaştırmamalı bizi. Asıl olan, sunmak ve keşfetmek istediğimiz hakikati makale formatının biçimciliğinin ya da edebiyatla ilişkimizde duygulanımlarımız aracılığıyla oluşturulan vesileciliğin içinde boğmamaktır. Sıradan bilgileri üslup oyunlarıyla yüceltince, zaten apaçık konuları bilimsel terimlerle açıklıyormuş gibi yapıp karmaşıklaştırınca -denemeci ve incelemeci olduğu önemli değil- eleştiri işlevini kaybetmektedir. Bu anlamda dergimiz, eleştiri yazılarında kanaatlerin bombardımanından çok fikirlerin açıklığına ve desteklenmesine önem veriyor, buna uygun bir üslubun arayışında.
Kritik dergisinin ikinci sayısında değişiklikler, yenilikler olacak mı? Dosya konuları bağlamında edebi ürünler yer alacak mı? Soruşturmalar dosyalara dahil edilecek mi?
Kritik, Eylül ayında çıkacak ikinci sayısında 19. yüzyıl Osmanlı edebiyatını tartışacak. Bu edebiyatı ulusal bir edebiyattan çok imparatorluk edebiyatı olarak ele almaya çalışacak. Bu bakımdan Türkiye'deki edebiyat ortamında pek bilinmeyen birçok metin ve yazarı gündeme getirmeyi amaçlıyoruz. Müslümanların, gayrimüslimlerin, Türklerin, Bulgarların, İranlıların, Arapların, Yunanlıların, Ermenilerin birlikte, yan yana ya da karşı karşıya yaptıkları bir edebiyatı tartışmak için küçük birkaç adım atmak istiyoruz. Bu nedenle, değerlendirmeye yönelik yazılar kadar bilgilendirici yazılar da olacak bu sayıda.
Kurmaca metinler yayımlamayı düşünmüyoruz, eleştiriye odaklanmayı tercih ettik. Soruşturmalar da çoğu zaman fikirden çok kanaat üretimine yarıyor. Ancak belli bir konu etrafında yapılacak oturumlar, çeşitli eleştirmenlerle söyleşiler gündemimizde yer alıyor.
Edebiyat dergilerinde çeviriye yer olmadığı sıkça tekrar edilir. Kritik her sayısında çeviri metne yer vermeyi düşünüyor mu?
İkinci sayıda ilk sayıya göre daha çok çeviri olacak. Ele aldığımız konu Türkiye'de nispeten az tartışıldığı için biraz buna mecbur kaldık. Ancak çeviri yoluyla kendi konumumuzu meşrulaştırmaktansa koşullar elverdiğince telif yazılarla konumuzu tartışmayı daha doğru buluyoruz.
Kritik, hangi okurun hangi ihtiyacını karşılar?
Kritik, edebiyatı edebiliği, kültürelliği, toplumsallığı ve tarihselliği içerisinde düşünmeyi kendi varoluşunu anlamlandırmakla ilişkilendiren okurlarla söyleşmek, onlara konuşmak, onları dinlemek ister.
İşiniz zor görünüyor... Çok teşekkür ediyorum, söyleşi için.
Ben teşekkür ederim.
Röportaj: Asım Öz
Haksöz-Haber
Kaynak:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder