2008-06-30

"Kurtuba" dergisi


Merhaba değerli dostlar. Yaz ayına girdik. Havalarla birlikte gündem de ısınıyor. Özellikle kapatma davasıyla açığa çıkarılan kaotik ortam, yeni gelişmeleri doğuracak gibi gözüküyor. Sistemin kendisiyle yüzleşmesi olarak tabir edebileceğiz ve bir çok tabunun yıkılmasıyla sonuçlanması muhtemel bu süreç sadece Türkiye’ye değil, genelde dünya siyasetine, özelde ise İslam dünyasının geleceğine etki edecek. ABD seçimleri öncesinde ortada dolaşan söylentilere bakacak olursak, kısa bir süre sonra ABD ve Terör şebekesi İsrail İran’a saldıracak. Ancak, Irak ve Afganistan’da batağa saplanan ABD’yle; Filistin’de HAMAS’ın ve Lübnan’da ise Hizbullah’ın ardı ardına aldığı zaferlere engel olamayan terör şebekesi İsrail’in, tıpkı Türkiye’deki darbe taraftarları gibi akıllarını başlarına almaları gerekiyor. Yoksa bu süreç hakikaten onların sonu olacak… Türkiye’deki elit kesimde olacağı gibi.

Dergimizin 35. sayısında geçtiğimiz hafta İstanbul’da gerçekleştirilen “Darbeye Karşı Ses Çıkar” eylemine dair Hatice Algın’ın hazırladığı, “Oradaydık” başlıklı dosyayı dikkatlerinize sunuyoruz. Mesira Meriç’in, Filistinli Şair Mahmut Derviş’in şiirlerini tahlil ettiği, “Siyah Şiir” adlı çalışma yeni sayımızın ürünleri arasında yer alıyor.

Türkiye ve Filistin’de son dönemde yaşanan gelişmeleri mercek altına alan Selman Maltaş’ın, “Aleyhinize Delil Olarak Kullanılacaktır” isimli dosyasına dikkatinizi çekiyoruz.

Hüseyin Kaya’nın “Huzur Evi” adlı hikayesiyle birlikte, Kübra Çomaklı’nın, “Kıyamet Senfonisi” ve Sümeyye Ş. Akkök’ün, “Kızıl Vadi” şiirlerini sayfalarımızda bulabilirsiniz. Ayrıca, Gerçek Hayat Dergisi’nin 400. sayısı dolayısıyla hazırlanan kutlama yazısı da bu sayımızda olacak. Son olarak Dergimiz Çizeri Hatice Büşra Gülcan’ın çizgi çalışmasını dergimizde bulabilirsiniz.

Yeni sayılarda buluşmak ümidiyle.

Saygılarımızla.

Selman Maltaş

"Kur'ani Hayat" dergisi çıktı


Kur'ani Hayat, dili itibariyle mümkün olduğunca İslami ıstılahları tercih ederek, Kur'an'ın kavramsallaştırmasını önceleyecektir. Toplumun tüm katmanlarını kucaklayan bir üslubu yeğleyerek, her kesimden insanın anlamasını kolaylaştıracak ortak ve ortalama bir dil kullanacaktır.

Kur'ani Hayat, toplumun bütün kesiminden insanları hedef kitlesi olarak kabul eder. Toplumun bir kesimine hitap etmeyi yeterli görerek diğer kesimleri ihmal etmez. Bu sebeple alimi, münevveri, amiri, memuru, işçisi ve öğrencisiyle toplumun bütün kesimleri, keza erkeği, kadını ve yaşlısıyla aile fertlerinin her biri bu dergide kendisine uzanan bir bilgi ve bilinç demeti bulabilecektir.

Kur'ani Hayat,"kaleme and olsun…" emr-i ilahisi ile okuma kadar yazmanın da önemli olduğunun bilincindedir. Sözlü gelenek kadar yazılı geleneğin de vahyi aktarmada ne kadar etkili ve kalıcı olduğunu bilir. Zamanla bir mektebe dönüşmesi arzu edilen bu dergi bir taraftan da Kur'an merkezli düşünen mütefekkirler ve yeni yazarlar yetiştirecektir.

Kur'ani Hayat,sadece soyut tefekkürü yeterli bulmaz. Kur'an merkezli bir düşünce geleneği oluşturma yanında bu geleneğin hayata nasıl yansıtılacağı konusunda açılımlarda bulunmayı da önemser.

Kur'ani Hayat, ümmetin zengin mirasını vahyin süzgecinden geçirerek yeniden üretir. Tarihiyle ve kendisiyle yüzleşerek, entelektüel cesaretle özeleştiride bulunmayı önemser ve bunu 'fiili tevbe' olarak kabul eder.

Kur'ani Hayat, hayatını Kur'an çalışmalarına adamış âlim, akademisyen ve önderlere sayfalarını açarak, birikimlerini toplumla paylaşmaları için bir köprü görevi görür. Ahlaklı bir müzakere zemini oluşturarak, ilim ve kalem ehlini Kur'an merkezli hakikat arayışlarını bu zeminde yürütmeye davet eder.

Kur'ani Hayat, farklı düşünceleri önemser. Ancak, vahyin vaz'ettiği ilkeleri ortak kabuller olarak görür. Vahyin bildirdiği kat'i bilgiyi tartışmaya açmaz.

Kur'ani Hayat, Kur'an ile ilgili dünyanın her tarafında yürütülen çalışmaları yakından takip eder ve bu çalışmaları okuyucuları ile paylaşır.

Kur'ani Hayat, Kur'an'sız bir hayatın ve hayatsız bir Kur'an'ın hikmete mugayir olduğu düşüncesiyle, bunları ayrılmaz bir bütün olarak kabul eder.

Kur'ani Hayat,hayatın tamamına vahyin kılavuzluğunda bakmayı esas alır. Gündelik hayatta karşılığı olmayan teorik bilgilere ve tartışmalara sayfalarında yer vermemeye özen gösterir. Çabasını vahye uygun bir tasavvurun inşası ve bu tasavvura uygun davranışların hayata yansıması üzerinde yoğunlaştırır.

Kur'ani Hayat, Kur'an-ı Kerim'e istediğini söyletme gayretiyle değil, onun söylediğini can kulağıyla dinleyip doğru anlama çabasıyla yaklaşır.

Kur'ani Hayat, asla 'Kur'ancılık' yapmaz. Bilakis, 'Kur'anlı' bir hayata kılavuzluk etmeye çalışır. 'Kitabına uydurma' değil, 'Kitab'a uyma' gayreti içinde olur.

Kur'ani Hayat, sadece bir cemaatin, bir hareketin, yada bir vakfın dergisi değildir. Çıkış noktası Kur'an olan, Kur'anla inşa olmayı ve Kur'anla inşa etmeyi amaçlayan ve tüm Müslümanları kucaklayan bir ilim ve fikir dergisidir.

Kur'ani Hayat,Kur'an ilimleri ve tefsir alanında akademik makalelere de zaman zaman yer verir. Ancak, tüm bu bilgilerin hayata dönük yüzüne öncelik tanır. Kur'an'a yaslanır, ana kaynak olarak ondan beslenir. Nevarki, vahyin hayata yansıyan müşahhas şekli olan sünneti her dem göz önünde bulundurur. Kur'an'ı tek kaynak olarak değil, temel kaynak olarak kabul eder. Kur'an'ın en isabetli ve kamil tefsiri olan Sünnetten her zaman istifade eder.

Kur'ani Hayat,vahyin birinci dereceden muhatabı olan Rasulullah'ın (s) Kur'an'a yaklaşım ve onu okuma biçimini temel alır. Vahyi en iyi anlamanın yolunun, onun bizzat kendisine indiği seçilmiş elçiyi yakından takip etmekten geçtiğini kabul eder. Peygamberin vahiyle terbiye ettiği örnek toplumu, model almak açısından büyük bir imkan olarak görür.

Kur'ani Hayat,müminin düşünce evrenini oluşturan dil, tarih, coğrafya, irfan, hikmet, bilgi gibi mefhumların Kur'an ekseninde yeniden üretilmesini hayati bir mesele olarak görür.

Kur'ani Hayat, tek taraflı, buyurgan bir üslup yerine özneler arası bir ilişkiye davet eder. Müminler arasında kurulacak böyle bir ilişkinin rahmeti celbedeceğini kabul eder. Hedefler
"Hayatı Allah'tan koparmak, anlamdan koparmaktır.
Hayatı Allah'a bağlamak, anlama bağlamaktır.
Hayatı anlamlandırmanın ise, vahiyden başka yolu yoktur.

Kur'an bizim öznemiz olduğu zamanlarda biz de tarihin öznesiydik. Biz Kur'an'ı nesneleştirdiğimizde tarihin nesnesi olduk. Oysa Kur'an, hayatı inşa eden özne olmalı.
Kur'an üç aşamada nesneleştirildi: 1- Anlam üretilemeyince form yüceltildi. 2- Yüceltilen form 'hitab'ı fetiş haline dönüştürdü. 3- Hitap fetiş haline dönüşünce yaşamayan, sadece tilavet edilen bir nesne haline geldi.
Oysa Kur'an; kavramlarıyla tasavvuru, önermeleriyle aklı, örnekleriyle şahsiyeti ve bütünüyle hayatı inşa eder."

Mustafa İSLAMOĞLU


İrtibat:

2008-06-27

"Tasfiye" dergisi

Tasfiye dergisinin 16. sayısı çıktı
Tasfiye Edebiyat-Düşünce dergisinin Haziran – Temmuz tarihli 16. sayısı çıktı. Bu sayısıyla Tasfiye 4. yılını tamamlamış oldu.

Tokat'ta bir grup Müslüman tarafından çıkarılan Tasfiye'nin bu sayısında yer alan eser ve isimler şu şekilde:

Direnen Edebiyat – Ahmet Örs
Uyum Döneminin Eleştirmeni – Asım Öz
Rüyası Yetmiyor Savaşmaların (Şiir) – Mustafa Uçurum
Bir Yolculuktur Süregiden, II – Mehmet Sacit
Dalgalar (Hikâye) – Özkan Şahin
Kafkasya'da Bir Direnişçinin Öyküsü – Murat Kayacan
Cepten Yiyen Şair (Şiir) – Ahmet Örs
Gitmek (Şiir) – Bünyamin Doğruer
'İslami Edebiyat Dergisi' İslami Edebiyatın Son Halkası mıdır? - Asım Öz
Gazze/l (Şiir) – Enes Malikoğlu
Bir Sevda Oldu Başörtüsü – Şule Yüksel Gökyar
Allah Affetsin! (Hikâye) – Mustafa Kıyak
Kent Söylencesi – Emine Şimşek
Gelirken Ölüm (Hikâye) – Serim Düğüm
Deniz Halkına Tuzlu Gerçekler (Şiir) – Habil Sağlam

İrtibat:
http://www.tasfiyedergisi.com/
tasfiyedergisi@gmail.com
0505 259 07 15

Yeni bir edebiyat dergisi "Kritik"


Kritik Üzerine Kritik Bir Konuşma

Yeni bir edebiyat eleştirisi dergisi yayımlanmaya başladı. Adı: Kritik. İlk sayısının dosyası: Yeni Tarihselcilik...
Çıkarken yazısında hem derginin özelliği tanıtılıyor, hem de ilk sayısında yer alan yazılar hakkında ön bilgi veriliyor:
"Kritik ilk adımını attı. Eleştirmen olmaya çalışan 'biz'in oluşturduğu Kritik, bir meseleyle kendi kendine uğraşmak kadar meseleyle aramızdaki mesafeyi ortak mesaimizle kat etmenin anlamına da inanarak yola çıktı.
Edebiyata dair dertlerimizin zayıf düşüncenin kısa vadeli korunaklığından sıyrılabileceği; yaygınlaşmış kanaatler(imiz)in, doğurduğu sorular ve sorunlara kulak vererek, incelikle işlenmiş fikirlere dönüşebileceği bir mecra olsun istedik."
Edebiyatı odağına alan bir eleştiri dergisi olarak çıkan Kritik, yılda iki kez okuruyla buluşacak. Fatih Altuğ'un Yayın yönetmenliğini yaptığı derginin çıkış amacı, eleştiri anlayışı ve diğer konuları derginin yayın yönetmeni Fatih Altuğ ile konuştuk:

Dergicilik ruhuna sahip birkaç isimden biri olarak görebileceğimiz Memet Fuat 1962'de yayımlanan Masanın Başında Oturup başlıklı yazısında "Kitap biçiminde en az 160 sayfalık, üç ayda bir yayımlanan (yani aceleye gelmeden) dergiler çıkarılmadıkça, memleketimizde ne tam anlamıyla eleştiri olur, ne de doğru dürüst bir düşünce yaşamı!" diyordu. Bu bakış açısına göre değerlendirebileceğimiz bir dergi Kritik. Ama altı aylık. Sayfa sayısı bakımından da oldukça fazla. Kritik dergisinin misyonu ile başlayalım derim. Kritik'in yayın anlayışı, çizgisi hakkında neler söylersiniz?
İkamet ettiğimiz eleştiri dünyasında eleştirmenin meselesiyle ilişkisi, yaygın olarak, meseleyle hemhal olarak, meseleyi içselleştirerek kendini yetiştirme/yetkinleştirme deneyiminden çok başkalarının ortaya koyduğu gündeme, hacme ve son tarihe göre yazıyı yetiştirme telaşıyla kuruluyor. Böyle bir kaygı, yazıların özlü olmasından çok kısa olmasına, temel soru(n)ların derinleştirilmesinden çok kültürel alanda dolaşım değeri yüksek olan bazı kavramların edebiyat eserlerine şöyle bir iliştirilmesine yol açıyor. Kritik, ortamın bu eğilimlerinden rahatsız olanlar, kendi yatkınlıklarıyla eleştirel alanın zorunlulukları arasında sıkışıp kalanlar, eleştirel meseleleriyle daha yakın ilişki kurabilmek için biraz daha geniş bir alana ihtiyacı olanlar için bir mecra olsun diye yola çıktı.
Temelde edebiyatın kültürel, toplumsal ve tarihsel düzlemlerle ilişkisini önemsiyoruz. Bu noktada farklı düzlemlerin birbirine temas noktalarında hareket etmek, edebiyatın ister istemez diğer düzlemlere de kayıtlı olduğunu vurgulamak, ancak yine de tüm kayıtların ötesinde edebi alanın kendine özgü işleyişlerine ve öteki düzlemleri belirli biçimlerde kayıt altına alışlarına da odaklanmak yayın çizgimizi belirleyen en temel dertler olarak görülebilir.
Günümüz edebiyatında eleştirinin kitap tanıtım yazılarına dönüştüğü hatta kadrolu eleştirmenlik gibi bir mesleğin oluştuğu son zamanlarda seyrek de olsa dile getiriliyor. Bu hususta sizin görüşünüz, yaklaşımınız nedir?
Günümüzde derinlemesine eleştiriden çok sektörel bir etkinlik olarak kitap tanıtım yazılarının revaçta olduğu inkâr edilemez bir olgu. Ölçütlerimiz yalnızca kitap tanıtımı ve değerlendirilmesi olduğunda bile eleştirel etkinliğin kısırlığı giderilemiyor. Tanıtım yazarının, yazının ilk yarısında içini döktüğü, ikinci yarısında kitaba şöyle bir temas ettiği kötü yazılmış denemeler hiç de azımsanmayacak miktarda. Ya da yazarın, kitabın ele aldığı konu hakkında fikirlerini söylediği ama kitabın konuyu nasıl ele aldığına hiç değinmediği, kitabı kendi meselelerinin vesilesi kıldığı metinlerle da sıkça karşılaşıyoruz. Bu durumda, yazıların acele halledilmesi gereken siparişler olarak deneyimlenmesinin, yayınevleri ile tanıtım yazarı arasındaki "organik" ilişkinin, kitap eklerinin yazının değerini harf sayısıyla ölçen yaklaşımlarının, bu eklerde editörlük kurumunun daha çok yazı toplayıcılığı ve seçiciliği olarak anlaşılmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Editörün ya da yazı kurulunun eleştirmenle "eleştirel" bir ilişkiye geçmediği, gönderilen yazının eklemeler, düzeltmeler, önerilerle değerlendirilmediği, her şeyin "şu sıkışık zamanda" gerçekleştiği bir ortamda eleştirinin gelişmesi de pek mümkün olamaz. Kitap tanıtım dergileri, kitap ekleri, buluştuğu okur kitlesinin genişliği bakımından etkili mecralardır; ancak yayınevlerinin, yazarların ve eklerin kalıcı bir etkiden çok acil bir etkiye odaklanmaları edebiyatı sıradan bir tüketim etkinliğine dönüştürmektedir.
Derginin adıyla eleştirinin krizi arasında nasıl bir bağ kurmayı düşündünüz?
Kriz ile kritik kelimelerinin kökteş oluşu, mevcut krizle ilişkimiz bakımından önemli ipuçları ima etmektedir. Kriz, kaçınılmaz olarak eskiden mümkün olan kimi fırsatların kaçmasına yol açarken yeni varoluş biçimlerinin de imkân dâhiline girmesini sağlar. Eleştiri, "kritik", tam da bir kriz ânında, müdahale etmenin hayati olduğu, imkânların varlıkla yokluğun sınırında ikamet ettiği bir alanın tam ortasında karar verme sorumluluğunu almaktır bir bakıma. Bu sorumluluk, mutlak bir krizsizlik özlemi, müphemiyetin olmadığı bir nizam adına değil her zaman başka türlü bir varoluşun mümkün olabileceği umuduyla gerçekleşir. Bu anlamda kriz zamanlarında eleştiri yapmak, vicdanlarında mevcut halden kaygı duyanların, bu halde engellenmiş, üzeri örtülmüş potansiyellerin açığa çıkarılacağına dair bir umududur. Bu durumu edebiyat özelinde daralttığımızda ise edebiyat ortamındaki mevcut söylemin bize sunduğu vukufla birlikte bizi körleştirdiği noktalara karşı duyarlı olmak, bu söylemin susturduğu imkânları, yapıtları, yaklaşımları hatırlatmak, edebiyatı başka türlü düşünebileceğimiz yordamları keşif için kendini başka imkânlara açmak eleştirinin kritik önemdeki sorumluluğudur.
Akademiden bir isim olarak edebiyat ve akademi ilişkisini nasıl görüyorsunuz? Murat Belge Eleştiri başlıklı yazısında "Eleştiride akademizmin fazla ağır basmaya başladığını düşünüyorum" demişti. Kritik olarak kritik bir ifadeyle ' profesoral edebiyat eleştirisi' yapmakla itham edilmeyi göze aldınız mı?
Eleştirel alanın önemli sorunlarından biri de akademi ile eleştiri arasındaki ilişkinin kopukluğudur. Üniversitelerdeki Türk edebiyatı bölümleri, maalesef eleştirmenlerin yetişmesi için yeterince verimli ortamlar olamamışlardır. Bu bölümlerin özellikle güncel edebiyatla ilişkisi sağlıklı bir şekilde kurulamamıştır. Üniversitenin kendi içinde de hoca-öğrenci ilişkisi bir hakikatin arayışında söyleşen, düşünsel etkinliğiyle sorgulayan ve imkânlar arayan eleştirel bir yapıda değil de öğrencinin hocaya intisap ettiği, hocanın hiçbir zaman aşılamadığı, dolayısıyla da kuşaklar birbirini takip ettikçe yetkinliğin azaldığı bir yapıda gerçekleşmiştir. Diğer bölümlerde de olabilecek bu durum, Türk edebiyatı bölümlerinde daha yaygın olarak yaşanmıştır. Şüphesiz tüm ilişkiler bundan ibaret değildir ama Osmanlıca'nın dilsel ve kültürel bilgisinin çok önemli olduğu bir disiplinde "kurucu hoca"ların araştırma alanına zamansal yakınlığı, onların otoritelerini daha kuvvetli bir şekilde sağlamlaştırmıştır. Böylece sosyal bilimlerin diğer alanlarında meydana gelen yenilikler, Türk edebiyatı bölümlerince daha geç deneyimlenmiştir.
Kritik, ağırlıklı olarak akademiyle bağlantılı kadrosuyla eleştiri ortamına olduğu kadar akademik alana da yeni bir mecra açmak istemektedir. Bu noktada, her şeyin bizimle başladığı iddiasında değiliz tabii ki. Önceki kuşaklara ödenmesi imkânsız borçlarımız var. Tamamen yokluklarla dolu bir ortamdan yetişmedik. Ancak bu ortamın daha önce ortaya koyduğum kanallarda işler hale gelmesinin zenginleştirici olacağını düşünüyorum.
Eleştiride akademizmden anlaşılan, eleştirel etkinliği puan kazanma, akademik hiyerarşide yükselme çabasının yedeğine almaksa daha önce değindiğimiz yayın dünyası sorunlarının bir başka biçimiyle karşı karşıyayız demektir. Yayın sektörünün kitap anlayışıyla paralel bir akademik sermaye birikimi olarak akademizm, eleştiri için en ciddi tehlikelerden biridir. Bu yaklaşım, makale biçimini de etkiler. Eleştirel meselelerden, dertlerden azade, belli bir metni okumak için popüler bir teoriyi uygulayan, bu uygulamada metinle teorinin karşılaşması yerine metni teoriye indirgemeyi, teoriyi de haplaştırmayı tercih eden bir söylemle akademik kariyer hırsından doğan eleştiri birbirini beslemektedir.
Ancak akademi bundan ibaret değildir, akademi hala çıkarların, hesapların ötesinde bir konumda kalıp bir meseleyle hemhâl olarak hakikatin arayışına girmek isteyenler için bir alan sunmaktadır. Bu bakımdan eleştirinin derinleşme arzusu böyle bir akademiden beslenir.
Zeitgeist yani zamanın ruhuna uygun olarak önce sosyal bilimler alanında başlayan daha sonra giderek yaygınlaşan bir eğilim olarak hakemli ve belli aralıklarla yayımlanan dergileri çağrıştıran bir yapısı var derginin yanılıyor muyum?
Bir gün Toplum ve Bilim ve Defter gibi dergilerle birlikte anılmak Kritik'in amacına bir nebze yaklaştığı anlamına gelmektedir. Toplum ve Bilim'in hakemli, Defter'in hakemsiz olarak yaptığı hem belli bir çevrenin kendini ifade edebildiği, hem de o çevrenin dışındakilerin de kendi yollarını ararken kıstas alabileceği bir mecrayı açmak olmuştur. Onların edebiyatı da içererek toplumsal ve kültürel alanda yaptığını biz edebiyata odaklanarak gerçekleştirmek istiyoruz. Bu noktada, mesele hakemli ya da hakemsiz olmaktan, üç ya da altı ayda bir çıkmaktan çok belli bir meseleden yola çıkarak bir hakikat arayışına dahil olmak ve bu yolda sebat etmektir. Kendi aramızda bir tartışmayı sürdürebiliyorsak ve başkalarına -kendi meseleleriyle meşgul olurken- eşlik edebiliyorsak derginin sürekliliği de mümkün olacaktır. Bu sağlanmadığında, belli bir şekle takılı kalmaktan temel dertleri unutmuş, uzun aralıklarla yayımlanan, görünüşte hakemli bir dergiye dönüşmek önümüzdeki en önemli tehlikedir.
"Dergi, hür tefekkürün kalesidir" demiş Cemil Meriç. Ama bu hür tefekkür kalelerinde bile barınmakta güçlük çekmiş bazen. Edebiyat dergiciliğinin günümüzdeki seyri hakkında neler söylersiniz?
Edebiyat dergiciliğinde eğilimleri belirleyen, ortamı yönlendiren merkezlerin eskiye kıyasla azaldığını düşünüyorum. Edebiyata dair her türlü sözün söylenebildiği ama sözün hükmünün daha önce olmadığı kadar güçsüzleştiği, sözün kamusal yaygınlığının sekteye uğradığı bir ortamdayız sanırım. Bu durumun dünyanın mevcut siyasal ve kültürel işleyişiyle ilgili yanları olduğu kadar Türkiye'deki dağıtım sorunuyla da ilgisi var. Kritik, mensuplarının kendi cebinden masraflarını karşıladığı kâr amacı gütmeyen bir dergi olarak en büyük sorunu dağıtımda yaşıyor. Maalesef bu bize özgü değil. Dağıtımcıların istediği yüksek ücretler ve bunun karşılığında işine yeteri kadar özen göstermemesi çok fazla okunmak anlamında değil ama bizi merak eden, meşrebimize yakın olan okurlara ulaşmak anlamında ciddi sorunlar doğuruyor. Bu sorunu aşmak için kullanılabilecek internet ortamı ise kendi yapısından kaynaklanan nedenlerden dolayı sözü yüzeyselleştirebilme tehlikesini barındırıyor. Ancak bu noktada Feminist Yaklaşımlar (http://www.feministyaklasimlar.org/) gibi dergilerin seçtiği online yayıncılık biçimleri de takip edilebilir. Bu koşullarda dergicilere düşen her koşulda "hür tefekkürün" "hür teşebbüs"le mücadelesine destek olmaktır. Ancak bunu yapmak, söylemekten çok daha zor.
Dergicilik tarihimizde eleştiri dergileri desek neler söylenebilir? Bu noktada ilk deneyimler denildiğinde hangi isimler akla gelir?
Dergicilik tarihi üzerinden düşündüğümüzde benim için en önemli geleneklerden biri Hüseyin Cöntürk'ün dergicilik deneyimidir. Özellikle 1966-1969 yılları arasında Yordam'da ortaya konan tutuma, Türkçe eleştiri çok şey borçludur. Hem eleştiriyi ciddi bir mesele olarak gündeme getirmesi, hem eleştiri kuramından haberdar oluşu hem de güncel edebiyat ve eski edebiyatla ilişki kurma biçimi bakımından Yordam benzersiz bir deneyimdir. Kritik'in yapısı Yordam'dan farklıdır ama yine de hem kendimizi yetiştirebildiğimiz hem de başkalarının yetiştiği bir okul olarak Kritik kurumsallaşırsa Yordam'la bir nebze de olsa akrabalık kurmuş demektir. Cöntürk dergiciliğinin dışında, Papirüs, Edebiyat Dostları, Defter, Kuram, Atlılar, Mesele gibi dergiler bambaşka mecralarda ve zamanlarda hareket etseler de eleştiri geleneğimiz bakımından önemli noktalardır bence. Bu noktada bizim tarzımıza yakın bir eleştiri dergiciliğine bizden önce başlayan Pasaj dergisi de kesinlikle unutulmamalıdır. Üniversite ile edebiyat dünyası arasındaki ilişkiyi yeniden kurmak için önemli teşebbüslerdendir.
Türkiye özelinde düşünce ve edebiyat dergilerinin başlı başına rol oynadığı ama buna karşın uzun soluklu ve geniş boyutlu eleştiri dergilerinin kültür dünyasında yer al(a)mamış oluşunu nasıl açıklarsınız?
Bunda eleştirinin edebiyattan özerk olarak algılanmasının payı olduğunu söyleyebilirim. Eleştirel düşünce, erdemleri ve kusurlarıyla düşünce ve edebiyat dergilerinin içine yedirilmiş durumda zaten. Bu durumun eleştiriyi kolaycılığa sevk ettiğini, incelikten uzaklaştırdığını ve edebiyatın özgüllüğünü ihmal etmesine yol açtığını iddia edebiliriz ama tüm bu kusurlara rağmen bu yaklaşım, gündelik hayatla daha yakın bir temas sağlamaktadır.
Bunun yanı sıra üniversite ve yayın dünyası arasındaki ilişkiler, editörlük kurumunun yeterince eleştirel işleyemeyişi gibi etkenler de bir eleştiri dergisinin kalıcılığı bakımından önemlidir. Ancak bu sorun, anlattığımdan çok daha karmaşık bir süreci ifade etmektedir büyük ihtimalle, daha yakından incelemek gerekir.
İlk sayınızda Yeni tarihselcilik konusunu odağınıza alma gerekçeniz nedir?
Üniversite-edebiyat dünyası ilişkisinden, edebiyat ders kitaplarının içeriğine kadar birçok tartışmada eski edebiyat ve çağdaş edebiyat üzerinden yapılan bir tartışma var. Bana göre bu tartışma, karşıtlıkları keskinleştirerek sunduğu için yeterince verimli olamamış bir tartışma. Üniversite eski edebiyatla, "tarih"le fazla ilgili olmakla suçlanırken eski edebiyatla uğraşmak zorunlu olarak muhafazakârlığın alanına kaydediliyor. Derginin çıkış yazısında da belirtildiği gibi, geçmiş ve şimdi arasında böyle bir karşıtlık görmüyoruz. Geçmişin şimdinin bağrında her zaman mevcut olduğuna inanıyoruz. Geçmişi şimdinin terimlerine indirgemekle, geçmişi artık ilişki kurulması imkânsız bambaşka bir şey addetmek dışında bir yolun arayışı için "Yeni Tarihselcilik" yaklaşımı bizim için önemliydi. Nispeten az bilindiği için tanıtmak istedik, elden geldiğince de edebiyatı bu yaklaşım eşliğinde düşünmek istedik. Ancak bu dosyanın bir başlangıç adımı olduğunu unutmamalıyız. "Yeni Tarihselcilik" gösterebildiğimizden çok daha verimli bir imkân alanı sunuyor bize.
Günümüzde dil ve görsellik, hiç bir zamanda olmadığı kadar iç içe. Kritik dergisi başta kapak olmak üzere sayfalarında herhangi bir görsel unsura yer vermemiş. Bu bilinçli bir seçimin sonucu mu?
Bunu görsellikten uzak duralım diye yapmadık ama sonraki sayılarda görsel unsurlara yer verilse de asıl kaygımız okurken gözü yormayacak bir tasarım olacaktır. Yazının ağırlığını hafifletmek için görüntüyü öne çıkarmak istemiyoruz.
Eleştiri nedir? Öznel eleştiri, nesnel eleştiri, bilimsel eleştiri... Derginin eleştirel tavrı belli bir eleştiri kuramından hareketle mi temellendirilecek? Eleştiriye görev biçilebilir mi?
Denemeci eleştiri ile incelemeci eleştiri arasında bir fark görüyor musunuz? Bu derginize nalı yansıyacak? Eleştiri edebiyatın nesi olur ya da neresinde durur?
Maalesef eleştirinin mahiyetine dair kolayca formülleştirebileceğim bir cevabım yok ama derginin tutumu hakkında birkaç söz söyleyebilirim. Yazı kurulundaki arkadaşların birbirine yakın eleştirel eğilimleri olsa da birbiriyle çatışan, birbirinden farklı düşünen birçok yanı da var. Bu anlamda Kritik bir eleştirel yaklaşıma katı bir şekilde bağlanan bir dergi değil. Kendi içindeki çoğulluğu önemseyen ve korumaya çalışan bir dergi. Ortaklık noktalarımıza önceki sorularda biraz değinmiştim. Eleştiriye dışarıdan biçilen bir görevden çok dışsal koşullar karşısında eleştirmenin hissettiği bir sorumluluktan söz etmek daha doğru sanırım. Bu sorumluluğunun hakkını verme çabasında "denemeci eleştiri" ya da "incelemeci eleştiri" izlenen yollar olabilir ama bu ikisi arasında karşıtlık asıl meselelerden uzaklaştırmamalı bizi. Asıl olan, sunmak ve keşfetmek istediğimiz hakikati makale formatının biçimciliğinin ya da edebiyatla ilişkimizde duygulanımlarımız aracılığıyla oluşturulan vesileciliğin içinde boğmamaktır. Sıradan bilgileri üslup oyunlarıyla yüceltince, zaten apaçık konuları bilimsel terimlerle açıklıyormuş gibi yapıp karmaşıklaştırınca -denemeci ve incelemeci olduğu önemli değil- eleştiri işlevini kaybetmektedir. Bu anlamda dergimiz, eleştiri yazılarında kanaatlerin bombardımanından çok fikirlerin açıklığına ve desteklenmesine önem veriyor, buna uygun bir üslubun arayışında.
Kritik dergisinin ikinci sayısında değişiklikler, yenilikler olacak mı? Dosya konuları bağlamında edebi ürünler yer alacak mı? Soruşturmalar dosyalara dahil edilecek mi?
Kritik, Eylül ayında çıkacak ikinci sayısında 19. yüzyıl Osmanlı edebiyatını tartışacak. Bu edebiyatı ulusal bir edebiyattan çok imparatorluk edebiyatı olarak ele almaya çalışacak. Bu bakımdan Türkiye'deki edebiyat ortamında pek bilinmeyen birçok metin ve yazarı gündeme getirmeyi amaçlıyoruz. Müslümanların, gayrimüslimlerin, Türklerin, Bulgarların, İranlıların, Arapların, Yunanlıların, Ermenilerin birlikte, yan yana ya da karşı karşıya yaptıkları bir edebiyatı tartışmak için küçük birkaç adım atmak istiyoruz. Bu nedenle, değerlendirmeye yönelik yazılar kadar bilgilendirici yazılar da olacak bu sayıda.
Kurmaca metinler yayımlamayı düşünmüyoruz, eleştiriye odaklanmayı tercih ettik. Soruşturmalar da çoğu zaman fikirden çok kanaat üretimine yarıyor. Ancak belli bir konu etrafında yapılacak oturumlar, çeşitli eleştirmenlerle söyleşiler gündemimizde yer alıyor.
Edebiyat dergilerinde çeviriye yer olmadığı sıkça tekrar edilir. Kritik her sayısında çeviri metne yer vermeyi düşünüyor mu?
İkinci sayıda ilk sayıya göre daha çok çeviri olacak. Ele aldığımız konu Türkiye'de nispeten az tartışıldığı için biraz buna mecbur kaldık. Ancak çeviri yoluyla kendi konumumuzu meşrulaştırmaktansa koşullar elverdiğince telif yazılarla konumuzu tartışmayı daha doğru buluyoruz.
Kritik, hangi okurun hangi ihtiyacını karşılar?
Kritik, edebiyatı edebiliği, kültürelliği, toplumsallığı ve tarihselliği içerisinde düşünmeyi kendi varoluşunu anlamlandırmakla ilişkilendiren okurlarla söyleşmek, onlara konuşmak, onları dinlemek ister.
İşiniz zor görünüyor... Çok teşekkür ediyorum, söyleşi için.
Ben teşekkür ederim.

Röportaj: Asım Öz
Haksöz-Haber


Kaynak:


"Karagöz" dergisi


KARAGÖZ 3 ÇIKTI

Her hâli lâtif, elfâzı düzgün, etvârı zarif edebiyat dergisi Karagöz’ün 3. sayısı çıktı.
Şiir Kalır
Karagöz’ün “Muhavere”sinde İsmet Özel, “kalacak şiir”in şartlarını sıralıyor. 2. sayısında ilk bölümü sunulan söyleşinin bu bölümünde İsmet Özel kendi şiir macerasını anlatıyor. Erbain’nin neden İsmet Özel dışında bir şair tarafından yazılamayacağından evini satın alışına kadar son derece zevkli bir İsmet Özel söyleşisi.
Karagöz ŞiirKaragöz’ün bu sayısında Oğuz Karakaş, Yavuz Altınışık, Murat Menteş, Ahmethan Yılmaz, Berk İybar, Hakan Şarkdemir, Serkan Işın, Osman Özbahçe ve Evren Kuçlu’nun şiirleri yer alıyor.
Yeninin İmkânsızlığıTürk şiirinde yeniliğin hangi temeller üzerine kurulduğunu ele alan Karagöz bu meseleye dair kalıcı yorumlar getiriyor. Hakan Şarkdemir “Türk Şiirinde Yeninin Akçesi Geçer” başlıklı yazısında yenilik meselesinin istikametini ortaya koyuyor. Osman Özbahçe, “Bizzat Türk Şiiri” diyerek yeninin adresini ve şiirimizdeki tarihsel seyrini dile getiriyor. Ercan Yıldırım “Refik Türk Değilse Kimdir?” başlıklı yazısında yenilik düşüncesinin bize kaça, neye mal olduğunu gösteriyor. Serkan Işın “Hayaletin Tonajı”nda bitmeyen eski ve yeni tartışmasının birden bir memleket meselesine dönüşmesini sorguluyor. Yenilik düşüncesinin ergin olanla olmayan arasındaki gerilime işaret ettiğini belirten Yücel Kayıran ise, “Modernistler, modern değildir” diyerek meseleye yeni bir bakış açısı getiriyor. Yenilik bağlamındaki “Meydan Muhaveresi”ne Ali Günvar, Murat Menteş, Cafer Turaç, Güven Turan, Ahmethan Yılmaz ve Necmi Zekâ katılıyor.
Orda Bir Şair Var Uzakta
“Ara Fasıl”ın konuğu Helen White. Karagöz bu sayısından itibaren ara fasıllarında “Orda Bir Şair Var Uzakta” başlığı altında şairleri, sanatçıları ağırlamaya başlıyor. White’la “Ana Akım Dışı Şiir” başlığı altında yapılan söyleşiyi Serkan Işın gerçekleştirdi.
Temaşa ki Ne Temaşa!
Karagöz’ün temaşası Bülent Ata’nın “O Şerbetten Bile Güzel” adlı hikâyesiyle başlıyor. Günümüz hikâyesinin en dikkat çekici isimlerinden biri olan Abdullah Harmancı “Ötegeçe” adlı hikâyesiyle temaşada yerini alıyor. Murat Zelan’dan sonra Samed Karagöz’ün de ilk hikâyesi Karagöz’de yayımlanıyor: “Kâzım Beyin Ölümü.” Temaşanın eleştiri bölümü genç yazarların birbirinden kıymetli yazılarından oluşuyor. Ümit Savaş Taşkesen’in Abdullah Harmancı’nın hikâyesini ele aldığı yazısını Ali Görkem Userin ve Evren Kuçlu’nun Tüğün yazıları takip ediyor. Serkan Işın’ın eleştiri yazılarını bir araya getirdiği Tüğün’ü, Userin ve Kuçlu’nun kaleminden nasıl görünüyor? Ercan Yıldırım ise “Şiir Sağlam Türkiye Büyük” başlıklı yazısında Osman Özbahçe’nin Sağlam Şiiri’ni eleştiriyor. Yavuz Altınışık’ın “şiirimizin sandalyesi eksik” yazısı genç bir şairin azminden hiçbir konunun kurtulamayacağının kanıtı.
“Kıraathane”sinde birbirinden değerli kitaplar, haberler, dizi yazılarıyla Karagöz sizi bekliyor.
İLETİŞİM:
karagoz@ebabilyayinlari.com
hsarkdemir@ebabilyayinlari.com
http://www.karagozedebiyat.com/

"Kitap-lık" dergisi

EDİTÖRDEN
Sayı: 118 Temmuz - Ağustos 2008
“Öykü üretimi”ndeki canlılık şiiri yakaladı. Son dönemde yazarlık kurslarının, yazı atölyelerinin açılmasına, öykü dergilerinin bir elin parmaklarınca çoğalmasına, edebiyat dergilerinde hatırı sayılır oranda öyküye yer verilmesine, öykü kitaplarının artışına, ödüllerin sağladığı görünürlüğe bakılırsa bu canlılık kolayca görülür. (Bu arada Eşik Cini dergisinin iki yılın sonunda kapanmasına üzüldük. Umarız günün birinde okuyanlar da yazanlara ulaşır, sayıca.)
“Öyküde 90’lar” kuşkusuz kapsamlı bir dosya olabilirdi. Şimdilik ana çizgilerini, yönelimlerini gösteren iki yazıyla, Semih Gümüş’ün kısa saptamalarıyla yetindik. Gelecekte bu konuya farklı açılardan yaklaşmayı umuyoruz... Son sayılardaki uzun dosyalar nedeniyle askıya aldığımız Babil Kulesi bölümüne tekrar yer verebildik. Bu bölümde seçici davranmaya çalışıyoruz. Basmakalıp kitap tanıtım yazılarından uzak duruyoruz. Oylumlu, nitelikli, kalıcı, dişe dokunur saptamalar içeren eleştiri ve incelemeler bekliyoruz.
Yayımlamak için kitap-lık’ı seçen arkadaşlara bazı konularda tek tek yanıt vermektense burada bazı noktalara değinmemiz gerekiyor: e-posta ile gönderilen çalışmalara bir ay içinde, yayımlanıp yayımlanmayacağına ilişkin, yanıt veriliyor; editöre bu sürenin tanınması, yayımlanmayacağı mesajını alanların herhangi bir gerekçe/açıklama isteğinde bulunmaması, değerlendirmede elbette salt yazınsal ölçülerin geçerli olduğunun bilinmesi... bunlar bile, ilişkileri saygı çerçevesinde yürütmemize yardımcı olacaktır.
Son olarak, Lâle Müldür’ün geçen sayıdaki “Amerika Yolculuğumuz” başlıklı yazısı imla hatalarıyla yayımlandı. Daha fenası, Amerikalı şair Edward Foster yerine İngiliz romancı E.M. Forster’ın adının geçmesi, üstelik fotoğrafının konmasıydı. Yazarımızdan, bu hataları gören okurlarımızdan özür dileriz.
Yazın dolu bir yazın ardından buluşmak üzere.

Murat Yalçın

İÇİNDEKİLER:


RÜZGÂR GÜLÜ
Kemal Bek, Aslı Tohumcu, Turgut Yüksel, Hakan Cem, Mehmet Can Doğan, Sevgi Ünal
ŞİİR
Hüseyin Peker - Su Vermedim
İsmail Uyaroğlu - Cinnet Vadisi, Rötuş, ‘Gül-Bülbül’ün Çağdaş Yorumu, İp
Metin Cengiz - Yağmur
Lâle Müldür - İsmail Akyıldız, Yaban Çiçekleri
Betül Tarıman - Her Şeyden Önce
Gülümser Çankaya - Tüy Gibi
Cengiz Şenol - Biten Kalem Gazeli
Emel Güz - Haber Alamadım Kendimden e-posta
Olcay Öztunalı - Toprakta Gül Yorgunluğu
Ertan Yılmaz - Tüm Zamanların En İyi Yalnızlığı, Bir Hayat KlasiğiJaime Siles - Lukretius’un Bir Teması Üzerine Barok Çeşitleme
ÖYKÜ
Âlim Kahraman – Eleştirmenin açıklaması her şeyi değiştirecek mi?
Barış Acar - Silgi
Kerem Işık - Bir Fırça Darbesi Kadardır Yaşamak
Onat Bahadır - SinekPınar Sönmez - Gölgede
DENEME / İNCELEME
Oğuz Demiralp - Yeniden Huzur
Gürsel Korat - Deniz Göründü II: Mevsimler
Hatice Tekin - ŞivlilikAdil İzci - Yaz Evleri
DOSYA ÖYKÜDE 90’LAR
Ahmet Sait Akçay - 90 Kuşağı’nı Okumayı Denemek
Semih Gümüş - “90 Kuşağı’nın belirgin özelliği özgürlüğüdür”
Selçuk Orhan - 90 Kuşağı Öyküsü İçin İğreti Bir Pusula
BABİL KULESİ
Mehmet Rifat - Öyküler Arasında Türk Ruhu
Abdullah Uçman - Rıza Tevfik’ten İstanbul Şehir Tiyatrosu’na Bir Mektup
Emel Koşar - Edip Cansever’in “Tragedyalar I” Şiirinde Ceset Tasvirleri
İrtibat:
Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık
Yapı Kredi Yayınları Genel MüdürlükYapı Kredi Kültür Merkeziİstiklal Caddesi No: 161-161A34433, Beyoğlu, İstanbulTel: (0212) 252 47 00 (pbx)Faks: (0212) 293 07 23


"Türk Edebiyatı" dergisinde "mahalle" dosyası



Hasbihal

Sevgili Türk Edebiyatı okuyucuları,Çok renkli ve zengin bir sayıyla yine karşınızdayız. Bu sayımız da her zamanki gibi bir röportajla başlıyor. Misafirimiz Selim İleri. “Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar” adlı roman serisini Daha Dün adlı beşinci romanla tamamlaması dolayısıyla, arkadaşımız Burcu Aslan’ın sorularını cevaplandıran değerli yazar, bu röportajda zihnini sürekli kurcalayan “geçmiş zaman” meselesini irdeledi ve yazarlık macerasını anlattı. Elimizdeki malzemenin çokluğu yüzünden hikâyeye yer veremediğimiz bu sayıda dosya konusu olarak da “mahalle”yi seçtik. Prof. Dr. Şerif Mardin’in “mahalle baskısı” kavramını ortaya atması üzerine başlayan tartışmaya, mahalle olgusunun edebiyatımıza nasıl yansıdığına bakarak mütevazı bir katkıda bulunmak istedik, o kadar. Mahallenin bir uzviyet olarak şehrin karakterini belirlediği devirlerde, İstanbul sokaklarında gecelerin nasıl yaşandığını anlatmaya çalıştığım bir denemeyle başlayan dosyada, Mehmet Samsakçı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı romanında tasvir ettiği Elâgöz Mehmet Efendi Mahallesi’nden yola çıkarak “mahallenin ruhu”nu anlatıyor. M. Fatih Andı ise Ahmet Muhip Dıranas’ın ünlü “Fahriye Abla” şiirine farklı bir açıdan baktı. Bu şiirin o kadar sevilmesinde, arka planındaki mahalle dekorunun önemli bir paya sahip olduğunu düşünen Andı, bu dekorun başka şairlerin metinlerinde de çocukluğa özlem, hâlihazırın bunaltıcı ve karartıcı ortamından ve şartlarından mutlu, âsude zamanların huzurlu kucağına sığınma temasıyla birlikte yer aldığını söylüyor. Ergün Yıldırım “Mahallede Modernlik Arayışı” başlıklı yazısında, Şinasi’nin Şair Evlenmesi adlı oyununun cinsiyet ilişkilerinin düzenlenmesinde mahallenin oynadığı role karşı modern bir meydan okuma olduğu görüşünü savunuyor. Nuri Sağlam ise modernleşme sürecinde, maddî ve manevî değerlerimizi ifade eden kavramların içlerinin boşaltıldığını, mahalle kavramının da bunlardan biri olduğunu, nitekim uzun zamandan beri mahallenin sözlüklerde kavramsal anlamından soyutlanarak çıplak bir arazi parçası gibi tarif edildiğini söylüyor. Mücahit Kaçar’ın “sevgilinin oturduğu mahalle” hakkında divan şairlerinin tasavvurlarını anlattığı yazısı herhâlde ilginizi çekecektir. Birlikte yaşama iradesinin güçlü bir biçimde tezahür ettiği mahallenin deyimlere ve atasözlerine nasıl yansıdığını da Rıdvan Canım araştırdı. Mahalle konusunda Ahmet Rasim, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Refik Halit Karay’dan seçtiğimiz metinleri de zevkle okuyacağınızdan eminiz. Muhterem Yüceyılmaz’ın İstanbul manzaralarını bazı yapıların yerlerini değiştirerek tasvir ettiği “Kuleler Yer Değiştirseydi” başlıklı denemesine ve Ali Çolak’ın “Sigara Yasağı Edebiyatımızı Nasıl Etkiler?” başlıklı yazısına özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, 19 Mayıs 2008 tarihinden itibaren kapalı yerlerde sigara yasağı başladı. Bu yasağın edebiyatımızı da yakından ilgilendirdiği düşünen Ali Çolak’ın ironik bir üslûpla kaleme aldığı denemeyi seveceksiniz. Biz de tiryaki yazar ve şairlerin sigaralı fotoğraflarını bulup Ali Çolak’ın yazısını süsledik. Ama bu yazımız yasağı protesto olarak anlaşılmamalıdır; aksine sigara yasağını doğru bir karar, hayırlı bir yasak olarak gördüğümüzü belirtmek isteriz. Ali Çolak’ın yazısını Serap Aslan’ın “Bir Tartışmanın Hikâyesi: Dekadanlar” adlı kitabını değerlendirdiği yazısı takip ediyor. İzzet Tanju da ilgi çekici bir denemeyle bu sayıda aramıza katıldı. M. Selim Gökçe’nin Osmanlı Bankası Müzesi’nde açılan “Sedad Hakkı Eldem I: Gençlik Yılları” adlı sergiden yola çıkarak, Osman Hamdi Bey, Halil Edhem, Cemal Reşit Rey gibi kültür ve sanat adamlarının mensup olduğu ünlü aile hakkında anlattıkları da dikkate değer. KOCAV’ın nisan sonlarında düzenlediği Erol Güngör’ü Anma Programı çerçevesinde bir grup aydın otobüsle Ankara, Kırşehir ve Konya’ya giderek büyük ilim adamını anmıştı. Genç bir kalem olan Mehmet Emre Ayhan, kendisinin de katıldığı bu yolculuğu Erol Güngör’ün dilinden anlattı.Kısa bir süre önce ölen ünlü siyahî yazar Aimé Césaire’le, kölelik, hürriyet ve sanatta güdümlülük üzerine yapılmış röportajı da Cemal Aydın’ın tercümesiyle sunuyoruz.Bu sayının şairlerine gelince: Zafer Acar, Ferhat Özkan ve Sami Ünal…Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.Muhabbetle.


Beşir Ayvazoğlu

YAZILAR:

Beşir Ayvazoğlu
Hasbihal
Konuşan: Burcu Aslan
“Tahayyül Ettiğimle Yazdığım Arasında Hep Uçurum Oldu”
Selim İleri
Daha Dün’den Marcel’in Büyükannesi
Beşir Ayvazoğlu
“Karanlık Işığın Cevheridir” Eski İstanbul Sokaklarında Geceler
Ahmet Râsim
Sokaklarda Geceler
Mehmet Samsakçı
Mahallenin Ruhu Elâgöz Mehmet Efendi Mahallesi’nde Hayat
Ahmet Hamdi Tanpınar
Türk İstanbul’un Eski Mahallesi
M. Fatih Andı
Mahallenin Çapkın Kızı Fahriye Abla
Ergün Yıldırım
Mahallede Modernlik Arayışı Şair Evlenmesi
Nuri Sağlam
Mahallenin Hâli Yahut İnhilâli
Mücahit Kaçar
Sevgilinin Mahallesi Ve Mahallenin Köpekleri
Refik Halit Karay
Mahallenin Köpekleri
Rıdvan Canım
“Komşu Komşunun Külüne Muhtaç” Atasözü Ve Deyimlerde Kalan Mahalleler
Muhterem Yüceyılmaz
Kuleler Yer Değiştirseydi -Muhal De Güzel-
Ali Çolak
Sigara Yasağı Edebiyatımızı Nasıl Etkiler?
Serap Aslan
Dekadanlar Tartışmasının Hikâyesi
İzzet Tanju
“Edebiyatımız Türk Olsun”
M. Selim Gökçe
“Sedad Hakkı Eldem I: Gençlik Yılları” Sergisinin Düşündürdükleri Çok Renkli Bir Sanatçı Ailesi
Mehmet Emre Ayhan
İstanbul’dan Konya’ya Erol Güngör’ün İzinde
Tercüme: Cemal Aydın
Aimé Césaire: “Hür Olmak Köle Olmaktan Daha Zordur”
Türk Edebiyatı
Kırkambar
ŞİİRLER
Zafer Acar
Gezinti
Sami Ünal
Rüya
Ferhat Özkan
Yol
İrtibat:
Telefon : (0212) 526 16 15 / 527 50 32
Fax : (0212) 513 77 49
Adres : Divanyolu Cad. No:14 Sultanahmet / istanbul
E-Posta Adreslerimiz
tedev30@gmail.com - tedev@turkedebiyati.com.

2008-06-22

"Bir nokta" edebiyat dergisi



İnsan olma niteliğini muhafaza edebilen herkese, bütün zamanlarda, insan özgü, insana yaraşır, insana yakışır bir duyarlığı anımsatabilme, çağrıştırabilme yetisine sahip olabilen edebi metinler geçerliliklerini sürdüreceklerdir. Yeter ki, üretilenin ya da esinlenilenin özyapısına yapaylık ve içtenliksizlik ile yabancı maddeler karışmasın. Yazar ya da şair, kendi tabiatının gereği olarak eserini var ederken, aynı zamanda bunalan ve sıkıştırılan insan için de bir şifa kanalı açar. Evet, insan belki tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar bir sıkıştırılmışlığı ve yabancılaşmayı yaşıyor. Bir kıyım, soyut ve somut olarak yeryüzünün her köşesinde egemenliğini hoyratça sürdürüyor. Sanatçı da bu kıyımdan nasibini alıyor ve çarpık algılarla kıyıma kapılıp kaptırıyor kendini, seyrek de olsa. Güvencesi ve kalkış yeri vicdanı olanın ürettikleri, kendisi ve insan için sağaltıcı bir nefes oluyor. Bir nokta, ben tatmini peşinde olmayan bir dergi. Mütevazi adımlarla ama içtenliği önceleyerek ve “insanı savunmayı” esas kabul ederek çabalarını sürdürüyor ve bir adım daha ilerisi için, bir iyi kelimeyi daha dolaşıma sokmak ya da yaşatmak için, yaşıyor. Katılıyoruz Alev Alatlı'nın “Eyy Uhnem!” Adlı romanındaki şu cümleye: Edebiyatçılar ve sanatçılar sahte tanrıları yenebilirler.

Esenlikle.

M.S



"Bir Nokta" edebiyat dergisinin 76. sayısında (Mayıs 2008) yer alan isimler ve yazı başlıkları:
·Süleyman Çelik - Ah Teslimiyet
·N. Halil Atlıhan - Şaşkınlık Müziği
·Adem Yazıcı - Gelen
·Mustafa Oğuz - Ah Biz Üç Vakit İnsanız Ne Acı
·Mürsel Sönmez - Yazı Yazalım
·N. Halil Atlıhan - İstanbullu Güzellik
·Sedat Erginöz - Şarkî Ayrılık
·Cemal Kılınç - Herkesin Kendi Sabahı
·Resul Tamgüç - Yani Aydın Amca’ya
·Mesut Doğan - Siyah Işık
·Onur Özbekrem - Oyun Sonu
·Serkan Tarifçi - Labirent-2
·M. Davut Yücel - Karınca Şiiri
·Mahmut Avcı - Güvercin
·Murat Soyak - Kökler
·Yılmaz Yılmaz - Gaybet
·Bedran Yoldaş - Hindinin Fendi
.Yasin Şafak - Terk-i Diyar
·Aliye Akan - Bir Hayal Bin Kaygı
·Mehmet Kurtoğlu - Romeo Ve Juliet Örneğinde Batının Aşk Anlayışı
·Ulvi Ali Birkardeşler - Câm-ı Cem'den
·Klasik Şiirler - Nâbi'den İki Gazel
·Sıddık Ertaş - Varlığın Kokusunu Almak
İrtibat:
Örnek Mahallesi 35. Cad. No: 26 Üsküdar 81190 /İstanbul
Tel: 0216 324 36 05

2008-06-20

"Kültür" Dergisi Fetih Özel Sayısı


Dünya tarihinin şüphesiz en büyük hadiselerinden biri İstanbul’un fethidir. Bizim için önemli olan dünyanın en uzun süre ayakta kalan imparatorluğunun, Roma’nın, son parçasının yıkılışından ziyade henüz bir buçuk asır önce kurulan bir devletin yani Osmanlı hanedanının beynelmilel bir imparatorluğa dönüşmesidir. Aslında fetih herkes için farklı algılamalar oluşturmaktadır. Batılılar için genellikle Hıristiyanlığın doğudaki kalesinin yıkılması iken, Müslümanlar için İslam peygamberinin en sıkıntılı günlerinden biri olan Hendek savaşında fethini müjdelediği bir idealin gerçekleşmesiydi. Türkler bu müjdeye mazhar olmanın mutluluğunu yaşarken Batı dünyası Roma’yı farklı bir yerde inşa etme telaşına kapılmıştı. Avrupalılar Hıristiyanlığın merkezi olarak Vatikan’ı işaret ederken, kuzeyde Ortodoksların hamisi olma ümidindeki Ruslar ulusal politikalarına yeni bir yön veriyorlardı.
Bununla birlikte Türkleri dünya dengelerinde taraf haline getiren bu hadisenin önemini bugün kanıksamışlıktan dolayı pek idrak edemiyor gibiyiz. İstanbul’un fethinin 555. yıldönümü tıpkı fetih gibi görkemli bir şekilde kutlanabilirdi. Ancak üzülerek ifade etmek gerekir ki, yerel yönetimlerin bazı etkinliklerini saymazsak bu alanda ciddi projeler görmek çok zor. Bu eksikliğin farkında olan Kültür dergisi yaz sayısını fetih özel sayısı olarak hazırladı. Dergide İstanbul’un fethinin siyasi neticelerinden fetih üzerine oluşturulan edebiyata, fethin sosyal hayatta yarattığı değişmelerden mimari üzerindeki etkilerine kadar birçok alanda önemli kalemlerden yazılar bulacaksınız. Kültür dergisinin bu sayısında İstanbul üniversitesi Tarih bölüm başkanı Prof.Dr. Fahameddin Başer fethin Türk ve İslam dünyası üzerinde yarattığı etkileri, Doç.Dr. Ahmet Kavas ise fetih kavramını irdelemiş. Osmanlı donanması üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız İdris Bostan Fetih sürecinde Osmanlı deniz gücünün fethe katkısını anlatırken, Prof.Dr. Mehmet İpşirli Fatih dönemi ilim hayatını konu alan bir makale hazırlamış. Tarihçi Dursun Gürlek Fatih Sultan Mehmed’in kütüphanecisi Molla Lütfi’nin ilginç hayat hikâyesini, Nakkaş Semih İrteş ise Fatih dönemi nakkaşhane üslubu başlıklı yazısını okuyucuyla paylaşıyor. Süleyman Faruk Göncüoğlu Fetih sonrası kurulan ilk Osmanlı semti Saraçhaneyi yazarken, mezar taşları üzerine yaptığı çalışmalarla tanıdığımız Necdet İşli, Fatih ricali mezar taşlarını birbirinden orijinal resimler eşliğinde değerlendirmiş. Millet kütüphanesi müdüresi Melek Gençboyacı ise geçen günlerde hizmete tekrar açılan Millet kütüphanesindeki Fatih dönemi eserlerini tanıtmış. İstanbul tarihçisi Prof.Dr. Semavi Eyice bugünlerde hayata geçirilmeye çalışılan bir problemi dile getirmiş:İstanbul’un tarihi mahalleleri ve bunların değiştirilmek istenen adları. Fatih Şeker, klasik ve modern eserler zaviyesinden Fatih’in kâinatı ve fethin manevi iklimini konu alan bir çalışma hazırlarken Prof.Dr. Bilal Kemikli Fatih’in şairliğini anlatmış. Ayrıca tarihçi Necdet Sakaoğlu ile fetih kutlamaları ile ilgili önemli bir ropörtaj yapılmış. Bunlardan başka Ali Haydar Haksal, Ahmet Uçar, Cemal Aksu, Şemseddin Şeker ve daha birçok usta yazarın bulunduğu Kültür Dergisi fetih özel sayısı yine göz alıcı bir görsellikle ve tatmin edici bir içerikle okuyucusunun ilgisini bekliyor.


İrtibat:


0 212 491 04 27

"Bizim Külliye" edebiyat dergisi



Merhaba Muhterem Okurlar,Türkiye Yazarlar Birliğinin “2007 Dergi Ödülü”nü Mart ayı içerisinde aldık. Mayısta yine bizleri sevince gark eden ikinci değer-takdiri yaşadık. Balkan Aydınlar ve Yazarlar Birliği, Vakıf Başkanımız Nihat Eriş Bey ile Genel Yayın Yönetmenimiz Nazım Payam’a Türk kültürüne hizmetlerinden dolayı “Teşekkür Plaketi” verdi. Hizmet etmek, okunur olmak, hatırlanmak ne güzel… Tevafuk bu olsa gerek! Dergimizin 36. sayısını “Yazarlar ve Hatıraları”na ayırdık. Hatırlanmayı ve hatırlatmayı siz okurlarımızla birlikte yaşayacağız. Bu sayının hatırlatanları; Yavuz Bülent Bâkiler, Mustafa Miyasoğlu, Muhterem Yüceyılmaz, A. Vahap Akbaş, Mahir Adıbeş, M. Naci Onur, Hasan Akçay, Ahmet Ak, Şeref Yılmaz ve Yahya Akengin. Kemal Batmaz’ın “Soruşturma”sında yer alan yazarlarımızın hatırlamalarını gözden kaçırmayacağınızı umuyoruz: İsa Kocakaplan, bir bilim adamının titizliğini, Halil Tuncay Önür, “Ebu Turâb” isimli radyofonik senaryonun yağmurunu, İhsan Kurt, Mehmet Kaplan’ın takipçiliğini hatırlatıyor bizlere.Taner Namlı, hayatla kitap, hayatla ses arasında iki güzel söyleşi gerçekleştirdi: Doğan Hızlan ve Fırat Kızıltuğ’un bilgi ve tecrübelerini sizlere ulaştırmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Necati Kanter hikâyesiyle, Seval Koçoğlu, Serdar Aslan, Asuman Omay, Ömer Demirbağ, Ahmet Tevfik Ozan, Nurettin Durman ve Ömer Kazazoğlu şiirleriyle mutluluk sayfalarımızı doldurdular. Serdar Bedii Omay’ın “Mistik Bir Zen Bilgesi”nden, Şinasi Gülaçtı’nın “Güler Yüzlü Yazılar”ın ironisinden enerji alacağınıza inanıyoruz. Bundan böyle dergimizin “Kitap Vitrin” sorumluluğunu Ahmet Faruk Güler kardeşimiz üstlendi. Yazar ve şairlerimizin yeni yayımları onun köşesinden siz okurlarımıza tanıtılacak. Gelecek sayımızın dosya konusu “Ahmet Kabaklı”.. Ömrünü Türk kültürüne, edebiyatına, fikir hayatına vakfetmiş Kabaklı Hocayı yâd edip yâr sofrasına katkı sağlayacağınızı, bizleri yalnız bırakmayacağınızı umuyoruz.
Tekrar buluşmak dileğiyle...


Nazım PAYAM


"Bizim Külliye" dergisinin 36. sayısında yer alan isimler ve yazı başlıkları:
· Nazım PAYAM-- Benim Hatıralarım
· Taner NAMLİ-- Doğan HİZLAN (Röportaj)
· Mustafa MİYASOĞLU-- Hatırat, Günkük ve Seyahat Edebiyatı
· Yavuz Bülent BAKİLER--Denktaş'tan
· Muhterem YÜCEYILMAZ-- Memleket Hatıraları
· A. Vahap AKBAŞ-- İlk Yazı
· Mehmet Nuri EMİNLER--Pop Kültürü
· Serdar Bedii OMAY-- Mistik Bir Zen Bilgesi...
· Ümit Fehmi SORGUNLU-- Ayrılık Rüzgarı.
· Yahya AKENGİN-- Biraz Burukluk, Biraz Tebessüm.
· Taner NAMLI--Fırat KIZILTUĞ (Röportaj)
· Kemal BATMAZ--Soruşturma
· Mahir ADIBEŞ--Herkesin Diyecek Bir Sözü Vardır...
· Hasan AKÇAY--Bir Şiirin Desenli İzleri.
· Şeref YILMAZ--Özbekistan Hatıraları
· Osman BAYMAK--Balkanlar
· Şinasi GÜLAÇTI-- Güler Yüzlü Yazılar-14
· Necati KANTER--Bizim Şehrin Divaneleri-5
· M. Naci ONUR-- Bir İki Hatıra.
· Ahmet AK--Sürgün Vezirin Sözü
· Ahmet Faruk GÜLER-- Hoca Tanpınar'dan Birey Tanpınar!a.
· Nazım PAYAM-- Albümden
· Ahmet Tevfik OZAN-- Bir Rüya Kıza Şiir
· Seval KOÇOĞLU-- Seyirci ve Penceresi
· Ömer KAZAZOĞLU-- Şahadet Bir Güvercin Öpücüğüdür.
· Nurettin DURMAN-- Gönül Çelen
· Serdar ASLAN-- Dair
· Ömer DEMİRBAĞ-- Gazel
· Asuman OMAY-- Rumi


Dergi irtibat:

İZZETPAŞA CAD. İZZETPAŞA VAKFI
EK BİNA NO:16/2, ELAZIĞ
TLF: 0(424) 233 55 13– 233 15 00 (114)
BELGE GEÇER ( FAX): 0 (424) 237 49 65



2008-06-19

Genç Kardelen, Çanakkale !..

“Genç Kardelen” sanat, edebiyat dergisinin 15. sayısı (Mart-Nisan 2008) Çanakkale özel sayısı olarak çıktı. Dergi kapağında yer alan önsöz niteliğindeki başlık şöyle: “Çanakkale’de diriliş- Çanakkale için sözümüz var.”
Çanakkale cephesi, 1. Cihan Harbi içinde verilen mücadele ve sonuçları açısından çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle son yıllarda yapılan araştırma-inceleme çalışmaları ile bu cephede olup bitenler, yaşanan acılar bir kez daha gündeme gelmektedir. Tarih ilmi, ibret almak için bir imkân. Çanakkale cephesine üzerine yazılan eserler, bizleri bir kez daha düşünmeye, anlamaya davet niteliğindedir. Kuru hamaset yerine yaşanan hadiseleri arka planı ile derinliği ile anlama/anlatma çabası bizleri gelecek adına umut var kılıyor elbet.
Mehmet Âkif Ersoy’un “Safahat” isimli eserinin “Asım” bölümünde yer alan Çanakkale konulu şiir ile dosya konusuna giriş yapılmış.
“Çanakkale’de Diriliş” isimli yazısında Hayrullah Eraslan, mazi ile bugün arasında bir bağ kurup olup bitenleri iyi anlamanın gereği üzerinde durmuş. Yazıda altını çizdiğim tespitler: “Çanakkale’de bir milletin topyekün kıyamı vardı. Bugün ülkemizin geldiği noktaya bakıldığı zaman Çanakkale ruhunda kırılmalar olduğunu görüyoruz. Geçmişte omuz omuza Çanakkale’de düşmana geçit vermeyen dedelerin torunları bugün birbirlerine karşı aynı samimiyeti göstermemektedir. Kendi ülkesinin, kendi milletinin ve manevi değerlerinin, gücünün farkında olanlar için Çanakkale destanı önemli bir yol göstericidir.”
Murat Soyak, “Çanakkale’de Buluşmak” isimli yazısında Çanakkale savaşına, cephede olup bitenlere ve Çanakkale ruhuna dair tespitlerde bulunmuş. Bu yazıdan bir iktibas: “Çanakkale geçilmez. Dünya bunu gördü, yaşadı, bildi. Top ile tüfek ile hedefine ulaşamayan düşman, başka zamanlarda, başka yolları deneyerek -sinsice- çıkar gelir yurdumuza, evimize. Eğer uyanmaz isek yenilgi kaçınılmaz. Şimdi yer altına inmiş karanlık adamlar, bizi etnik oyunlar ile yoz kültür ile parçalama çabasındalar. Gör bunu iki gözüm !..”
“Çanakkale’ye Asimetrik Bakış” isimli yazısında Zafer Güler, alışılmış kutlama biçimlerine; zaferi okuma, anlama, sunma tarzına bir eleştiri getirmiş. Yazının bütününde bir muhasebe, sorgulama belirgin: “ Peki o şühedanın kahramanlığına sahip çıkıp destan yazarken, uğruna kan dökülüp can verilen değerlere niçin sahip çıkmayız?”
Çanakkale üzerine yaptığı araştırma-inceleme çalışmaları ile tanınan Ekrem Şama, dergideki yazısında “Çanakkale Centilmenler Savaşı mı ?” diye soruyor. Ve bu sorunun cevabı: “Çanakkale savaşları bir centilmenler savaşıdır. Ama tek taraflı centilmenlerin, kural tanımayan vahşilere karşı verdikleri bir savaştır.”
Kibar Ayaydın, Mehmet Niyazi’nin “Çanakkale Mahşeri” romanı odağında savaşa, millî şuura ve alınması gereken derse dair görüşlerini dile getirmiş. “Çanakkale Mahşeri” romanı üzerine inceleme-değerlendirme niteliği de taşıyan bu makaleden bir iktibas: “Çanakkale Mahşeri millî şuurun oluşmasına katkı yapan bir romandır. Çanakkale’nin isimsiz kahramanları bu romanla gün yüzüne çıkmıştır.”
“Bir Yâd-ı Cemil: Çanakkale” isimli yazısında Yılmaz Bacaklı, okuyucuları Çanakkale savaşı üzerine yeniden düşünmeye çağırıyor: “Çanakkale için hatırlamaktan fazlasını yapmak gerekir: Yaşamak !.. Dahası hiçbir destan, içinde doğduğu toplumun inanma biçiminden ayrıştırılarak değerlendirilemez. Umarız çok yakın bir gelecekte Çanakkale’yi gerçek hüviyeti ile değerlendirecek kalbî ve aklî hasletleri yeniden kazanırız.”
Şehit Muallim Hasan Ethem’in yazdığı mektup dergide yayımlanmış. Tarihî kıymeti olan bu emsalsiz mektup tekrar tekrar okunmalı.
Rıfkı Kaymaz “Çanakkale Destanı”, İsmail Okutan “Yüreğime Hükmediyorsun Ey Şehit”, Yaşar Beçene “Çanakkale”, Hamdi Oruç “Şehidin Duası”, Ahmet Mahir Pekşen “Bahadır” isimli şiirleri ile derginin bu sayısında yer almışlar.
Osman Aytekin, “Çanakkale Ruhundan Bugüne Ne Kaldı?” diye soruyor. Yazının içeriğinde mazi ile günümüz arasındaki uçuruma dikkat çekilmiş. Güncel örnekler işlenen konuya açıklık getirilmiş. Yazıdan bir iktibas: “Vatanın bağımsızlığı için canlarını feda eden atalarımız neden bu topraklar için şehit düştüler? Eğer bugün millî bir ruhtan söz edilecekse vatanımıza ve şehitlerimize sahip çıkmalıyız.”
Bedran Yoldaş “Çanakkale’ye Ruh Veren Dinamizm” isimli yazısında bizi var eden, güçlü kılan dinamiklere değinmiş. Yazının devamında günümüzde yaşanan meseleler anlatılmış. Altını çizdiğim cümleler: “ Çanakkale’ye dinamizm kazandıran temel unsurlar bir bir yok edildi . Kimi unsurlar hor görüldü. İnsanların bakış açıları değiştirildi zaman akışı içerisinde.”
“Çanakkale ve Biz” isimli yazısında Fatma Çınar, olup bitenleri ve günümüzde yaşananları sorguluyor. Dikkatli bir bakış ile önemli tespitlerde bulunmuş: “ Tarihimizi ve kültürümüzü unutmamızı istiyorlar, çünkü bu milleti savaşarak yenemeyeceklerini çok iyi biliyorlar.” Ve yazının sonuç kısmından bir iktibas: “ Kalbimize ve kültürümüze sahip çıkmamız için illa yeni cephelerin daha açılması mı, düşmanların saldırması mı gerekiyor?”
Dergide savaş ve kahramanlık konusunu işleyen bir de hikâye yayımlanmış. Oyhan Hasan Bıldırki’nin “Kadersiz Başım Oy” isimli çalışması.
Mehmet Ali Talayhan “Zaferlerin Ardından”, Bedrettin Keleştimur “Çanakkale Bu Milletin Hal Tercümesi”, Hamdi Oruç “Cihangirlik Üzerine”, Sevim Çakıcı “Orada Zaferin Diğer Adıydı Mucize”, Filiz Kılınçel “Utandım Kendimden”, İdris Yavuz “Çanakkale İçinde”, Fatih Başbuğ “ Türk Resminde Savaş ve Zafer Konulu Tablolar”, Kerim Sandal “Toprağın Rengi Neden Kırmızı Anne?” isimli yazıları ile Çanakkale dosyasında yer almışlar. “Kitaplar Arasında” isimli bölümde Çanakkale konulu kitaplar tanıtılmış.
Derginin bu sayısındaki dosya konusu dışında A.Rahmi Şeyhoğlu’nun “İnsanlığın Satırbaşları”, Özcan Yeniçeri’nin “ Anlamak İçin Anlamı Yıkmak” ve Senem Gezeroğlu’nun “Bekir Oğuzbaşaran ve Bir Portrenin Şiiri” isimli yazıları ile Nazlı Rana Gürel’in “Ren ve Tren” isimli şiiri yayımlanmış.
“Genç Kardelen” dergisinin bu sayısını okuyunca tarihte yaşanan hadiseler bir kez daha hatırlanıyor. Yalnız bu hatırlayış beraberinde bir sorgulamayı, muhasebeyi getiriyor. Tarihimize tefekkür, sanat ve edebiyat penceresinden bakışlar, çözümlemeler, değerlendirmeler. Okunaklı, güzel bir çalışma. Emek verenlere selâm olsun !..



Dergi için irtibat:
0388 2130003

"Edebiyat Ortamı" dergisi, yeniden !..


GÜZELLİK HEPİMİZİ PUSUDA BEKLİYOR/ MUSTAFA AYDOĞAN
Yeni bir dergi çıkıyorsa, yeni bir dünya kuruluyor demektir. İster birkaç kişi birlikte, isterse tek kişi çıkarıyor olsun, sonuç değişmez. Yeni bir dünya kurulmuştur. Ya da dünya, yeniden kurulmuştur.
Olayları ve olguları tesadüfle izah etmek saçmadır. Varlık bulan her gerçeklik, aslında zorunlu bir sonuçtur. Bu zorunluluğun mahiyetinin açıklanabilir olup olmaması çok da önem taşımaz. Çünkü varoluş, izahtan önce gelir. O, kendi kaderini yaşamak üzere yaratılmış, gerekleri ve gerekçeleri ile ortaya çıkmıştır artık. Nefes aldığı müddetçe kendine verilmiş yeri dolduracak ve varlığın bütünlüğüne dolaylı ya da doğrudan bir katkı sağlayacaktır.
Dergi, hem bir sonuçtur, hem de bir süreç. Sonuç içinde devam eden bir süreç. Çünkü yazı, yazılmaya ‘mecburdur’. Edebiyat, keyifli anlarda kurgulanmış hayaller, düşülmüş notlar, kurulmuş cümlelerden oluşmaz. Yazı, yazar için ‘verilmiş söz’dür. Ona söz ‘verilmiştir’, o da ‘söz’ vermiştir. Bu ‘söz’, yazı aracılığıyla yerine getirilir. Yazının en taze mekanı ise, kuşkusuz ki, dergilerdir.
*
Edebiyatın işlevi, insanda bir serüven duygusu yaratmaya yöneliktir. Yola çıkmak isteyenle, yerinden kımıldamak istemeyen ‘kös’ arasındaki fark, sadece bir duyarlık farkı değil, bir mutluluk farkıdır aynı zamanda. Birinin kamçısı kendi içindedir, diğerini ise başkasının elindeki kamçı harekete geçirir. Kamçının içeride kendiliğinden şaklaması, serüveni, mesafeden ve zamandan soyutlayarak, sonsuzluğun sahnesinde oynanan canlı bir tiyatroya çevirir. Oysa ‘kös’ için serüven, uzun mesafe ve bitmek bilmez zamandan ibarettir.
Serüven duygusu derken, bir süreci kast etmiyorum. Bir varoluş biçimine göndermede bulunuyorum. Serüven duygusu, tekil bir duygudur. Doğrudan insan tekiyle ilgilidir. İnsanın kendi içinde kat edeceği mesafe, bütün mesafelerin toplamından fazladır: Sınırsız, bilinmezliklerle dolu ve karmaşık.
*
Edebiyatın muhatabının toplum mu yoksa insan teki mi olduğu sorusu, bana anlamlı görünüyor. Bu sorunun demagojik yapısının açığa çıkarmak istediği şey, toplumla insan teki arasında edebiyat açısından bir ayrım yapılıp yapılamayacağıdır.
Sık ifade edildiği üzere; edebiyatın ‘geniş toplum kesimlerinde yeterince karşılık bulamadığı’, ‘dar bir alana sıkıştığı’ ya da ‘okuyucusuz kaldığı’ yönündeki yargıların, edebiyatın hedefinin toplum olduğu varsayımından hareket eden düşünüş tarzından kaynakladığını sanıyorum.
Bu durumda, şu soruları yeniden ve baştan sormamız gerekiyor. Çünkü her yargı, mümkün sorulara yeterli ve geniş cevaplar verdiği iddiasını da barındırır:
Şiir, toplum için mi yazılır?
Roman, toplum için mi yazılır?
Eleştiri yazısı, toplum için mi yazılır?
Peki, toplum kimlerden oluşuyor? Toplumun edebî arzusundan bahsedebilir miyiz? Bir yazar, yazarken toplumu düşünerek mi yazar? Biraz daha gidelim… Toplum dediğimiz kitlenin/toplamın neyi, nasıl ve niçin okuyacağını belirleyecek merci midir yazar?
Bir kere, toplum derken kaç kişiyi kast ediyoruz? Bin mi, onbin mi, yüz bin mi, bir milyon mu ya da bir milyar mı? Bu rakamlardan hangisine sahip çıkarsak çıkalım toplum dediğimiz kitlenin bir kesimini yine dışarıda bırakmak zorunda kalacağız. Sonra, toplumdan kasıt ‘herkes’ ise, ‘herkes’in edebiyata ihtiyacı olduğu sonucuna nereden varılıyor?
Burada, iki hususun açıklanması gerekiyor.
Birincisi; edebiyat sadece yazar için değil, okur için de bir ‘yeteneği’ zorunlu kılar. Okurun da, edebiyat yoluyla çözeceği bir sorun, gideceği bir yol, ulaşacağı bir menzil olmalıdır. Buna inanmalıdır. Bu inanç yoksa, onu bir edebiyat okuru olarak düşünemeyiz, hesaba katamayız.
İkincisi; edebiyata, öncelikle yazarların/şairlerin ihtiyacı vardır. Hiçbir yazar, toplumun fısıltılar halinde gelen talebini duyduğu için yazmaz; sadece ve sadece, içinden yükselen ses kulaklarında yankılandığı için yazar. Onun duyduğu tek ses budur. Onu davet eden tek çağrı da budur. Yazarın hayatını, yazının serüveni şekillendirir. En çok o okur. Ve, bir tek o yazar.
Bu nedenle, edebiyatın ‘nasıl’, ‘kimlerden’ ve ‘ne oranda’ bir karşılık bulduğu sorusu, kendine ‘rakamlarla’ cevap arayamaz/aramamalıdır. Edebiyat, kendi okuruna ‘ulaşır’. Sadece ‘kendi okuruna’ ulaşır. Ulaştığı bu kesim, sayıca az görünse de, gerçekte edebiyatın yegane ‘canlı mekanı’dır. Edebiyat eğer bir yerlere etki edecekse, bu ‘azınlık’ kanalıyla etki eder. Hayata nüfuz edeceği ilk hareketini bu ‘mekan’dan alır.
*
Her söz, her cümle, kendini duyacak kulağı, okuyacak gözü, kavrayacak belleği, anlayacak kalbi özler, arar, hedefler ve bulur. Yazı, canlı bir varlıktır. Her canlı gibi kendine bir mekan arar. Uzaklarda, gizlilerde kendini bekleyen biri olduğunu bilir, sezer, umut eder. Söz, kalbe; kalp de söze mekandır. Bir mekan duygusu ve tutkusu içinde birbirine karşılık gelirler; biri diğerinin ritmi, coşkusu, umudu, hüznü ve yurdu olur. Yazı, iki kalp arasındaki doğuş ve tamamlanış sürecinde serüvenden serüvene koşar.
Bizi bir bekleyenin olduğuna inanıyorsak, ancak o zaman, sadece o vakit yola çıkmaya cüret edebiliriz. Sevgiye ve inanca, mesafeden ve zamandan yapılmış bir engel olamaz.
Denemenin, şiirin, öykünün bir cümle, bir mısra ile çıkaracağı dorukları, bu topraklar üzerinde yaşayan insanların defalarca gördüğünü biliyoruz. Onların bir serüven duygusu içinde diri vakitlere erdiğini biliyoruz. Modern zamanlar içinde de, bütün zamanlara hükmeden hakikatin saydam ipliğinin düzgün ve taze bir şekilde uzanmakta olduğunu; karanlıkla aydınlığın ayrıldığı o ince-beyaz çizgiyi apaçıklık içinde gören gözler, ayırt eden bakışlar, arzu eden kalpler olduğunu da biliyoruz. Sayıları az da olsa, onları tanımıyor da olsak, yazılarımız kendilerine ulaştığında bizi yalnızlıklarına dost kılacak bu insanların var olduğuna inanmak yeter.
Güzellik hepimizi pusuda bekliyor. Güzellik pusuda bekliyorsa, tuzağa düşme korkusunu değil, yakalanma ânının sevincini yaşarız.
(Edebiyat Ortamı Sayı:1)


İrtibat:


Hece Öykü, 27

ÖYKÜ GÜNDEMİ
Necati Mert “Eskici”yi Yeniden/İzmir Mutluluğu 3
Ercan Yıldırım Küresel ve Postmodern Hayatı Anlatmak 6

ÖYKÜLER
Cemal Şakar Hikâyat 13
Abdullah Harmancı Pusuda 16
Mihriban İnan Karatepe Korku 20
Güray Süngü Dokunabildiğim 24
Murat Taş Jeneratör 38
Ahmet Sarı İçte Bastırılmamış Bir Yalnızlık Sevgisi 42

Hasan Aycın Çizgi 44

DOSYA ÇAĞDAŞ SURİYE ÖYKÜSÜ
Muhammet Tasa Çağdaş Suriye Öykücülüğüne Genel Bir Bakış 46
Mehmet Harmancı Şam’da “Hikaye”nin Vefası “Öykü”nün Sefası 52
Neyrûz Mâlik’le Öykücülüğü Üzerine Söyleşi 57
Abdüsselâm El-Uceylî Acılar 65
Velid İhlâsî Alentirik 73
Fazıl Es-Sıbaî Beklenen Sabah Yıldızı 77
Delâl Hâtim Bir Genç Daha 83
Yusuf Cadulhak Çağdaş Buda 88
Ulfet El-İdlibî Elveda Ey Dımaşk 99
Kûlît El-Hûrî İnci 107
Kamer Kîlânî İstasyon 115
Hasan Hamîd Geceleyin Mezarlık Bekçisinin Peşinde 123
Muzaffer Sultan Uzak Sahildeki Harap Kulübe/İşaret 128
Zekeriya Tamir Randa 132
Şeza Bargus Şeza Bargus’tan Dört Kıpkısa Öykü 149
Yasin Rifâiyye Toprak 151

ÖYKÜLER
Hüseyin Avni Cinozoğlu İki Saatli Mabet 153
Osman Koca Vaktâ ki... 160
Muammer Küçükergör Hanımeli Mutluluğu 165
Selvigül Kandoğmuş Şahin Ahiret Meyvesi 170
Şeref Yılmaz Hastalık Yoklayınca 174
Esra Kara Yollar Hikâye Anlatır, Denizler Masal 177
Mehmet Öztunç Söyleşi 182

ÖYKÜ KİTAPLIĞI
Mukadder Değirmenci Kırmızı 188
Seda Yücel Gülün İçinde Bülbül Sesi Var 191

İrtibat:
http://www.hece.com.tr

Hece Hece Modernizm, Postmodernizm

Düşüncede, Edebiyatta, Sanatta
MODERNİZMDEN POSTMODERNİZME

Modernizm kavramıyla Postmodernizm kavramının varoluş sebepleriyle tarihî ve toplumsal arka planları elbette Batılı. Ancak bu kavramlara değin ulaşan bilgi birikimiyle yaşantı deneyiminin, felsefî ve düşünsel kökenleri, her ne kadar coğrafyamızda doğmamış ve bu kavramların varoluşsal durumlarına coğrafyamızla kültür dünyamız katkı yapmamışsa da 19. yüzyıldan itibaren eklemlenmeye, bir parçası hâline gelmeye çalıştığımız, başka bir deyişle 'can attığımız' ana karanın algı biçimleri olmalarından ötürü bu kavramlar bizi, iki yüzyılı aşkın bir süreden beri derinden etkiledi. Çünkü bu paradigmalar, öncelikle doğdukları ana karanın insanını, toplumunu, coğrafyasını derinden etkilemiş, âdeta belirlemiş ve nihayet Yeniçağın başından itibaren bütün dünyayla birlikte kültürümüzü, düşüncemizi kısaca bütünlüğümüzü derinden sarsmaya başlamıştır. İlk sarsıntıyı "Bundan böyle gavura 'gavur' denilmeyecek!" ironisiyle karşılayan insanımız, bu etkilenme ve eklemlenme sürecinin sonunu da henüz görebilmiş değil.
Kavramsal olarak 'karşı'lıktan beslendiği hâlde, kendi düşünüş biçimi söz konusu olduğunda 'karşı'(t)lığa asla tahammül edemeyen Modernizm, bir ideoloji, bir 'izm' olarak doğduğu topraklarda birbirine karşıtmış gibi görünen iki değer dizgesiyle dünyayı algılama, yorumlama dikkati geliştirmiş; en önemlisi de iki büyük Paylaşım Savaşı'yla insanlığa bitimsiz acılar yaşatmıştır. Evreni tek bir bakma noktasından/perspektiften görmeye, algılamaya üstelik bu görme noktasını da tepeden inmeci, totaliter bir hoşgörüsüzlükle herkese dayatan, merkezîleştiren Modernizm, her şeye karşın evrensel bir denetlenemezliğe kavuşmuş, küresel anamalcı sermayeyle birlikte evrimini son aşamasına değin sürdürmüştür.
Modernizm, İkinci Paylaşım Savaşı'yla -her ne kadar tam tersini savunanlar varsa da- Postmoderniz'e evrilir. Bu evrilme süreci de yine 'karşı'tlıktan beslenir. Bazılarına göre 'Tarihin sonu' olan bu süreç, her türlü 'bilgi' ve 'değer'in karşısında, ânın ve hazzın egemenliğiyle, kaosla bekli de selefinden daha yıkıcı boyutlara taşıyacak…
* * *
HECE dergisi, on altıncı özel sayısını daha önceki özel sayılarının birikim ve perspektifiyle büyütecini, 'gavur' dememeye karar verdiğimiz günden 'tütün yasakları'nın yürürlüğe girdiği 19 Mayıs 2008'e değin bizi; Düşüncede, Edebiyatta, Sanatta derinden etkileyen Modernizmden Postmodernizme çeviriyor.
Aslında aydınlarımızın, entelektüellerimizin, sanat ve edebiyatçılarımızın bugüne gelene değin farklı bağlamlarda çok tartıştığı Batı Olgusu bu özel sayıda, önceki tartışma bağlamlarından çok daha değişik, çok daha köklü bir bağlamda irdelenme zemini buluyor. Ancak HECE, Batı Olgusu'nu böylesine ansiklopedik bir özel sayı hacminde, Modernizm/Postmodernizm bağlamıyla tartışmanın bu alandaki sorunları: I. Düşünsel, Felsefî Arkâplan II. Edebiyat III. Sanat, Mimari, Resim IV. Sinema, Tiyatro ve Tv. olmak üzere dört ana başlık altında inceledikten sonra V. Bölümde, konuyla ilgili geniş bir Soruşturma'ya yer verip bir de Kaynakça hazırlayarak altı bölümde konuyu hülasa ederek çözümleyeceğini, bu alandaki bütün açmazlarımıza teklifler getireceğini iddia ediyor değil. Daha önce yayımlanan on beş özel sayıda olduğu gibi bu özel sayıyla da HECE, devraldığı ve ait olduğu düşünce, kültür, sanat ve edebiyat mirasını geliştirmeyi; siyasal, kültürel, sanatsal duruşumuzun daha iyi, daha dolaysız kavranmasına katkı yapmayı amaçlıyor. Kısaca söylemek gerekirse sorumluluğunu yerine getiriyor. Bu sorumluluk bilincinin on iki yıldan beri 138. kez aylık; on altı kez de özel sayı hacminde somutlaşmasının herhangi bir karşılık bulup bulmadığı HECE dergisini doğrudan ilgilendirmiyor. Ancak dergi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da sorumluluğunu daha iyi yerine getirmek için bütün birikimini seferber edecek; her türlü öneriyle gönül, fikir, düşünce, yazı katkısıyla eleştirel katkılara açık olacaktır. Yine amatör ruhumuzu koruyarak profesyonelce ürünler vermeye devam edeceğiz.
* * *
HECE'nin devamlılığı, artık gelenekselleşen her yıl iki özel sayıyla 2009 yılında da sürecek: On altıncı özel sayımızın yayına hazırlandığı günlerde planlamasını bitirdiğimiz, Türk edebiyat ve düşüncesinin yönelimlerini belirleyen kişiliklerden birini konu edinen özel sayılarımızın dokuzuncusu; Bozgunda Bir Fetih Düşü: Yahya Kemal Özel Sayısı, on yedinci özel sayımız olarak 01. 01. 2009'da yayımlanacak.
Burada 01.01. 2008'de yayımladığımız, Karakter Âbidesi ve Bir Çığlık Olarak Mehmet Âkif Özel Sayısı'nın kısa bir süre sonra tükenmesinden dolayı okurlarımıza teşekkür etmeyi bir borç biliriz. Baştan sona bir kez daha gözden geçirip elimize geçen son bir mektup ve kaynakçasını güncelleyerek ikinci baskısını yaptığımız bu özel sayının, şairin adına ve mirasına yakışır bir sayı olduğundan dolayı kıvanç duyduğumuzu bir kez daha yinelemeliyiz.
* * *
HECE dergisinin 138/139/140. sayısı, aynı zamanda özel sayılarımızın on altıncısının planlanma ve tasarım aşamasındaki katkılarından dolayı Şaban Sağlık, Cemal Şakar, Necip Tosun'a, Amerika'dan soruşturmaya katılan akademisyen ve romancı Robert D. Vivian'a, kaynakçasını yine büyük bir özveriyle hazırlayan Yusuf Turan Günaydın'a ve emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
Verdikleri sözde durmayıp yazılarını yazmayan ve sorumluluklarını yerine getirmeyen Şerif Aktaş, Erdal Çakır, Yücel Bulut ve Faruk Deniz'in programımızı deldiklerini de okurlarımızın bilmesini isteriz.
Yeni sayılarımızda, özel sayılarımızda buluşmak dileğiyle…

HECE


İçerik:

Hasan Aycın/Çizgi 7

I. BÖLÜM: DÜŞÜNSEL, FELSEFİ ARKAPLÂN (8-277)
Yasin Aktay/Kavramsal Açıdan Modernizm ve Postmodernizm'e Bakmak 8
Hakan Poyraz/Modernitenin İki Efendisi: Descartes ve Bacon 17
Işık Yanar/Postmodernizm: Doğuşu, Etkisi ve Sınırları 26
Mustafa Aydın/Postmodernizm ve Eleştirisi 34
Cevat Özyurt/Özgürleşme ve Özdeşleşme Arasında Öznenin Direnişi... 47
Necdet Subaşı/Bir Darbeye Ad Koymak ya da Postmodern Darbe 55
Milay Köktürk/Zaman Algısının Değişimi ve Tarihselci Söylemler Üzerine 66
Alev Erkilet/Postmodernizmin Fırsatları ve Açmazları: Kime Göre, Kimin İçin? 82
Vefa Taşdelen/Hermeneutik ve Postmodernizm 89
Kadir Canatan/Modernizm ve Postmodernizm Perspektifinden Toplumsal Değişme 110
Ali Emre/Gelenekçilik ile Modernlik Tartışmalarında Sentez Arayışları... 120
Kenan Çağan/Sosyal Bilimler ve Postmodernizm 129
Recep Duran/Postmodernizm Bir Düşünce Okulu mudur? 142
Veli Urhan/Postmodernizm ve Kişilik 152
Murat Erol/"Yaşamıyormuş Gibi Yaşamak" ya da Postmodern Hayat Tarzı 158
Mustafa Karaosmanoğlu/Durumdan İzme Postmodern 169
Cemal Şakar/Milliyetçiliğin İnşâsı Olarak: Millîlik 182
Yunus Balcı/Modernden Postmoderne Türk Romanının Jakoben Aydınları 187
Ercan Yıldırım/Paradigmayı Yenilemek, Değiştirmek, Terketmek Sürecinde... 196
İbrahim Gürses/Modernizm, Postmodernizm ve Hipermodernizm Üçgeninde Ahlak 224
Abdurrahim Karadeniz/Modernizmden Postmodernizme Gençlik ve Gelecek Kurgusu 227
Ertuğrul Aydın/Bir Kaçış Olarak Modern ve Postmodern Tavır 233
Aydın Aktay/Bir Yorum Mektebi: Oryantalizm 236
Firdevs Canbaz/İmkânları ve Sorunlarıyla Postmodern Feminizm 245
Ahmet Oktay/Postmodern'den Popüler'e Destek 253
Mehmet Ali Aydemir/Modern ve Postmodern Zamanlarda Tüketim Kültürü 255
Ihab Hassan/"Bir Postmodernizm Kavramına Doğru" 267

II. BÖLÜM: EDEBİYAT (278-545)
Selahattin İpek/Batılılaşma, Modernleşme ve Edebiyat: Hayat ve Tipler 278
Hayriye Ünal/Postmodern Stratejiler ve Yöntem Sorunu Üzerine 286
Şaban Sağlık/Modern/Postmodern Öykü ve Romanda Anlatıcının Değişimi ve İşlevi 297
Mehmet Narlı/Postmodern Romanda Modern Gerçekliğin Yitimi 311
M. Murat Özkul/Post-Modern Dönemde Roman ve Nitelikleri 322
Yıldız Ecevit/Postmodern Türk Romanında Osmanlıca Kullanımı 333
S. Dilek Yalçın/1980 Sonrası Türk Edebiyatında Postmodern Tarih Romanları 343
Yavuz Demir/Üst(ü)Kurmaca A(n)L(a)Tı Roman 357
Dinçer Ateş/Modernden Postmodern Anlatılara Uzanan Yolculuğunda... 360
Oğuzhan Karaburğu/Postmodern Anlatılarda Zaman 363
Bekir Şakir Konyalı/Büyük Anlatılar ve Postmodern Durum 368
Necip Tosun/Postmodern Öykü ve Türk Öyküsünde Postmodernizmin Etkileri 374
İshak Yetiş/Türk Öykücülüğünde Postmodernizmin İzleri 389
Celâl Fedai/Tekmeden Çok Çifte: Şiir Sanatı, Modernizm ve Postmodernizm... 395
Dursun Ali Tökel/Bir Modern Var-Olan ya da Ebedi Şimdi Olarak Divan Şiiri 401
Ali K. Metin/Türk Şiirinde Postmodern Yükseltiler 415
Şahin Köktürk/Modern ve Postmodern Kavramlarından Halk Şiirine Bakmak 439
Gönül Utku/Kayıp Kilit 450
Necati Mert/Postmodern ve Okur 454
Atiye Gülfer Kaymak/Yazarın Canına 'Okur', Yazar Olsa Kaç 'Yazar'?:... 459
Hilmi Uçan/J. Derrida ve Dil Bağlamında Postmodernizm 467
Metin Tavukçuoğlu/Modernliğin Zaferi ve Hezimeti: Dil 489
Aysun Aslaner/Kılavuzu Postmodernizm Olanın Burnu Belirsizlikten Kurtulmaz 499
Kadir Can Dilber/Postmodernizm ve Yeni Adlandırmalar 505
Ali Galip Yener/Modernizmden Postmodernizme Edebi Eleştiri Meselesi 516
Salih Nurdağ/Modernizm-Postmodernizm Bağlamında Edebiyat Dergileri 523
Ihab Hassan/Postmodernizm Parakritik Bir Bibliyografya 532

III. SANAT, MİMARİ, RESİM, SİNEMA, TİYATRO, TV... (546-615)
Hasanali Yıldırım/Modernizm: Hayalin Perdetanımazlığı 546
Akif Emre/Postmodern Mimari Bir Alternatif Olabilir mi? 553
Köksal Alver/Mekân Tartışmaları ve Değişen Mekân Algısı 557
Sevgi Soylu Koyuncu/Halesini Yitiren Sanat/Postmodernizm 571
Gül Ebru Turna/Türk Tiyatrosunda Modernleşme ve Modernizm Üzerine 576
Rıdvan Şentürk/Modern Entropi ve Film 585
Azra Yetiş/Postmodern Sinema ve Tarantino 596
Cafer Özgül/Televizyon Günleri 599
Mehmet Harmancı/Moderniteden Postmoderniteye Türk Müziğinin Serencamı 611

IV. BÖLÜM: SORUŞTURMA (616-655)
Atasoy Müftüoğlu/Tamamlanmamış Bütünlükler 616
Talât Sait Halman/Post-Post-Modernizm 618
İsmet Emre/ 620
İskender Savaşır/ 624
Abdullah Şevki/Moderniteden Postmoderniteye Güdülenen Toplum 626
Ali Akay/ 630
Müge İplikçi/Modernizm 634
Ömer Lekesiz/Boğulurken Bir Kütük Edinmek 636
Hüseyin Atlansoy/Postmodernizm: Öldüğünü Hatırlarsan(!) Yaşarsın 638
Ömer Aksay/Yok Modernizmden Halâs Artık Başımıza Oldu Postmodernizm... 639
Hilmi Yavuz/Oryantalizm ve Aydınlar 641
Mustafa Şerif Onaran/Postmodernizm Açık Bir Yol mu? 643
Ömer Faruk Dönmez/Adı: Mazlum/Soyadı: Türk 645
Mehmet H. Maraşlıoğlu/Diyalojizm ve Postmodernizm 647
Zeynep Sayın/ 650
Robert D. Vivian/Postmodernizm Üzerine Bir Denemedir 651

V. BÖLÜM: KAYNAKÇA (656-736)
Yusuf Turan Günaydın/Modernizm/Postmodernizm Bibliyografyası 656
A. Yazılar 657
B. Kitaplar 708
C. Kitaplarda Bölümler 720
D. Röportaj, Soruşturma ve Açıkoturumlar 727
E. Özel Sayılar 730
F. Dosyalar 730
G. Tezler 730

İrtibat:
http://www.hece.com.tr

2008-06-18

"Vuslat" dergisi


Vuslat dergisi, Haziran sayısında "Kur'an'ın insanı güzelleştirmesi" konusunu kapağa taşımış. Konuyla ilgili olarak Mustafa Sezer'in "İnsanın Güzelleşmesi Ya Da Hayatın Merkezi'ne Allah'ı Yerleştirerek Yaşamak" başlıklı yazısı okuyucunun ilgisine sunulmuş.
Derginin önemli gündem maddelerinden biri de, Filistin'deki siyonist işgalin 60. yılı. Konuyla ilgili olarak Mehmet Pamak'ın "Filistin Topraklarında Siyonist Terör Devleti Kurulmasının 60. Yıldönümünde Ümmeti Vahiyle İnşa Sorumluluğumuz" başlıklı yazısı okuyucunun ilgisine sunulmuş.
Ayrıca "Kur'an'da İnsan Tipleri; Mü'min, Kafir, Münafık" başlıklı yazıyı Ahmed Kalkan'ın kaleminden, "Kur'an'ın Aydınlığında İnsan ve Aile" başlıklı yazıyı Ahmet Çağlayan'ın kaleminden, "Din Eğitiminde Sevginin Önem ve Gereği" başlıklı yazıyı Ahmet Avcı'nın kaleminden, "Allah İle Aldatmak Aldatmacası" İbrahim Küçük'ün kaleminden, "Müslümanlar Cahili Sisteme Kanat Olmamalı!" başlıklı yazıyı Şükrü Hüseyinoğlu'nun kaleminden, "Nehy-i Ani'l-Münker (Kötülüğe engel Olmak)" başlıklı yazıyı Hüseyin K. Ece'nin kaleminden, "Çocuğun Manevi İhtiyaçları" başlıklı yazıyı Dr. Mehmet Demir'in kaleminden okuyabilirsiniz.
Dergide Eğitimci-Yazar Ramazan Kayan'la "Vahiy Işığında Toplum ve Gençlik" üzerine ve Eğitimci-Yazar Şaban Piriş'le "Kur'an Işığında Müslüman" adlı kitabı üzerine söyleşiler de Vuslat'ın Haziran sayısında yer alan dosyalar arasında.

İrtibat:

2008-06-16

"Umran" dergisi


Aylık düşünce-siyaset-kültür dergisi Umran, Haziran (166.) sayısında havaların ısınmasıyla daha da artan ülke gündeminin sıcaklığında Müslümanları hayatın her alanında rehavetten kaçınmaya davet ediyor. Umran’ın yeni böylesine gevşetici ve genişletici bir ortamın aldatıcılığına karşı yazı fırsat bilerek, okuyucusunu yeniden arınmaya ve hem iç hem de ümmet içersindeki durumunu gözden geçirmeye davet ediyor.
Derginin kapağındaki “Zaman Kaybediyoruz” ifadesiyle siyasetten topluma, ahlaktan insana kadar her seviyede yaşanan fasit daireden artık çıkılması zarureti vurgulanıyor. Dergiye göre modern zamanların en büyüleyici numaralarından olan tatil hakkı aslında yine modern hayat tarzının elimizden aldıklarını biraz ambalajlamak suretiyle üstelik de kısmen geri vermeyi vaat etmesinden ibaret. Müslümanların bizatihi sistemin kendi kurgusundan kaynaklanan gerekçelerle akıl ve siyasi düşünce melekelerinin zaafa uğraması ve bu bağlamda tatil zamanlarının heba edilmesi tehlikesine dikkat çekilirken, cari olan bu akış ve anlayışa karşı zamanı daha da değerli kılacak İslami bir düşünüş ve yaşayış biçiminin önemi vurgulanıyor. Yaşam biçiminin endüstriyelleşmesi ile birlikte arta kalan vakitleri birer harcama etkinliklerine dönüştürdüğümüzden yakınan Umran kapitalist çarkın vazettiği sınırsız birikim kurgusunun gönüllüleri olmadan hayatın her alanında bir ölçü/denge arayışına ve bu ölçünün biricik kaynağına dönüşe davet ediyor. Umran, bu bakışla ele aldığı kapak dosyasında Tevfik Emin’in tatil kurmacasını eleştirdiği ve müslüman aklını tatilden geri dönmeye çağırdığı yazısına, Seyhan Yaman’ın yaz dönemini Kur’an ve onun biçimlendirdiği bir zamanla bereketlendirmek üzerine değerlendirmesine, Mustafa Aldı’nın yazı okumak ve okumayı sevdirmek için bir imkan hüviyetinde okuyan ve son olarak Hikmet Demir’in eğitimde yaz kurslarının ve bunda da ailenin hayati rolünü vurguladığı makalelerine yer veriyor. Gündem kısmında ise Cevat Özkaya’nın “Türkiye’de Vesayet Rejiminin Sonu Mu?” sor(g)usuyla siyasallaşan hukuk ve enformel muhalefet geleneğini merkeze alan tahlilini, Abbas Apaydın’ın Ak Parti’nin ön savunması üzerine kaleme aldığı değerlendirme yazısı bütünlüyor. Alptekin Dursunoğlu’nun İran üzerine Ortadoğu’daki son gelişmeleri eksene aldığı makalesi ile Dilaver Demirağ’ın coşkulu üslubuyla bu defa dışarıya, kasırganın vurduğu Myanmar’a (Burma) eğildiği eleştirel metni tamamlıyor.
Derginin geçen sayısında ilk bölümleri yayımlanan Abdurrahman Arslan’ın “Sivil Akıl, Sivil Toplum, Sivil Müslüman” başlıklı düşünce yazısı ile Atasoy Müftüoğlu söyleşisinin ikinci ve son kısımlarını bu sayıda okuyabiliyorsunuz. Bu sayının düşünce yoğunluğuna bir katkı ise Perviz Manzur’un “Modernite, Aşkınlık ve Siyasal Kuram” isimli tefekküre çağıran tahlili olmuş. Yaşayan İslam bölümünde Abdullah Yıldız’ın, Myanmar ve Çin’deki afetlerden hareketle ölüm üzerinde düşünmeye davet ettiği çarpıcı yazısına ilaveten, Geçmişten Geleceğe Ko(nuş)anlar bölümünün bu ayki konuğu olan “ayaklı tarih” Metin Hasırcı’yı bulabilirsiniz. Umran’ın Kültür-Sanat kısmında yine farklı ve çeşitli etkinliklerden haberdar olabilir, derinlikli kitap ve dergi analizlerini bulabilirsiniz.

İrtibat için:
0 212 640 0122

2008-06-12

"Beyaz Gemi" dergisi



“Beyaz Gemi” aylık kültür ve sanat dergisinin Haziran 2008 tarihli 9. sayısı çıktı. Derginin bu sayısında yer alan isimler ve yazı başlıkları:
Koy Beni Yorulayım- Müştehir Karakaya
Kırklar Divanı- Muhsin Macit
Gazel- Ömer Demirbağ
Önsözler- Sören Kierkegaard (Çeviri: Vefa Taşdelen, Ralp Lebro)
İhtimaller ve İlmihaller- İsmail Aykanat
Yıldızlar-Alphonse Daudet (Çeviri: Mustafa Sarıca)
Bilgenin Günlüğü- Müştehir Karakaya
İki Mısra- Ayşe Eren
Sessiz Gürültü- M.Zahir Ertekin

Bir Diriliş Şairi ve Düşünürü Olarak Sezai Karakoç-Alâattin Karaca
Gönül Taksimi- Uğur Cumaoğlu
Ben Hiç Eve Gelmemişim- Gülistan Çoban
Terzi ve Ben- Ruhi Konak
Zaman- Muharrem Demirci
İntiharname- Deniz Atila
Adım Ağrı Olsun- Fatih Yüksel
Mersiye- Nurullah Ulutaş
Kar- Murat Erdem
Van’dan sesleniyor “Beyaz Gemi”. Edebiyat, kültür, sanat ikliminde yürüyüş devam ediyor. Nice güzelliklere, iyiliklere…

Dergi için irtibat:
beyazgemivan@hotmail.com

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com