İstanbul Birnokta dergisinin (ki, sevgili Mürsel Sönmez'in yönetiminde çıkmaktadır) Mart 2012 sayısında yer alan İbrahim Yarış'la yaptığımız söyleşide "Hikaye ve öykü" ayrımını da içeren bir soruyu şöyle cevaplamıştım:
"Hikaye, edebi olma yükümlülüğü olmayan, varlığı kendisiyle kaim olan sözlü ve yazılı anlatıların genel adıdır. Öykü ise varlığını edebilik esasından alan, zorunlu olarak bunu gözeten, tahkiyesi ancak okunmakla anlaşılan, sözle nakledilemeyen, özetlenemeyen bir anlatımdır. '90 yıllarda yaptığım ve hep (şimdi de arkasında olduğum) bu kesin ayrımı, son yıllarda farklı bir bağlamda hikaye lehine yumuşatmak zorunda kaldım. Şöyle ki, öykü olmayan ancak kıssaların, rivayetlerin, mesellerin, menkıbelerin, masalların izlerini sürerek yazılmış güzel metinler yayınlanmaya başladı son yıllarda. Sibel Eraslan, Sadık Yalsızuçanlar ve Nazan Bekiroğlu bu metinlerin ilk ve değerli isimleri. Bunların ilgili çalışmaları öykü değil, anlatı hiç değil, roman ise kesinlikle değil... Hal böyle olunca tam bu noktada hikaye kavramına tekrar sahip çıkmamız gerektiğini düşündüm ve ilgili çalışmaların hikaye olarak tanımlanmasının makul olacağı sonucuna vardım. (...) Öykü kendi biricikliği, biçimi ve özüyle tür olarak oturmuş durumda. Hikaye ise yukarıda belirttiğim etkiyle biraz boynu bükük ve sahipsiz kalmıştır. Edebiyatta tür tanımı eserden sonra ortaya çıkar, önce tür belirlenip, sonra eser yazılmaz. O halde biz de son yıllarda Müslüman yazarların ellerinden çıkan öykü, roman ve anlatı olmayan tahkiyeleri tür olarak 'hikaye' adı altında toplayabiliriz. Bu sayede hikaye asıl yerini bulmuş olur, biz de resmi ideolojinin kültürel baskısı nedeniyle uzağımıza ittiğimiz hikayeye karşı suçluluğumuzu da bu sayede gidermiş oluruz".
Söz konusu söyleşiyi yaptıktan birkaç gün sonra iki yeni kitap çıka geldi. Biri Hasan Aycın'ın "Bin Hüseyin – Nam-ı diğer Battalname"si, diğeri Sibel Eraslan'ın "Canfeda Hz. Fatıma"sı.
Beni 'hikayeye tekrar sahip çıkmalıyız' düşüncesine yönelten Hasan Aycın'ı ilk isim olarak zikretmeyişim tek telimeyle hatadır. Çünkü Aycın, Esrarname'nin ve Sahipkıran'ın sahibidir. Edebiyat ve toplumsal yarar dengesini zamanımızda en iyi gözeten, Müslümanların işlerine yaramayacak sözlere kendisini kapalı tutan bir yazardır.
Battalgazi dendikte kalbi hoplamayacak kaç kişi çıkar dersiniz? Osmanlı'nın bir çınar gibi Anadolu'da kök salma, dünyayı kaplama rüyasının eşiğidir Hüseyin Gazi'nin oğlu Battalgazi. Babalar için küffara diz çöktüren, anneler için tertemiz aşkın taşıyıcısıdır; çocuklar için ab-ı hayatı içmekle kalmamış, cihat için onu zaman zaman sahibinin emanetine de vermiş Div-zade Aşkar'ın sahibi, yağız delikanlısı, güçlü adamı, ihtiyar kurdudur.
Aycın'ın masalları dahil tüm metinlerinde dikkatle izlediğim şudur: Tek Parti devrinde neredeyse dinin yerini almaya başlamış, dolayısıyla bu etkiye bağlı olarak içeriği tahrip edilmiş, özü zedelenmiş hikayelerimizi tashih etmek suretiyle bizlere yeniden anlatmaktadır Aycın.
Battalgazinin gerçeğiyle buluşmak, onun hakikati hakiki olan hikayelerini öğrenmek istiyorsanız Aycın'ın dil sofrasına oturmak zorundasınız.
İkinci kitabın "Canfeda Hz. Fatıma" olduğunu söylemiştim. Eraslan'ın 'Hz. Asiye' kitabı üzerine yazdığım bir yazıda ('Canparçası Hz. Fatıma'yı da cennetin hanımları serisine karar vermeden önce yazdığına hükmederek) onu ilgili üçlemenin son kitabı olarak zikretmiştim. Eraslan gibi kelime avcısı bir yazar varsa karşınızda siz de yanılırsınız elbette.
Aslında bir avuçtur Hz. Fatıma'nın hikayesi. O peygamber kızı olmakla babasının Büyük Hikaye'sinin içinde göz kamaştıran renklerden bir renk olmaktan ibarettir. Şia Hz. Fatıma'nın hikayesini zenginleştirmek çabasını gütse de asıl Büyük Hikaye'nin bilinmesini önceleyen çoğunluk tarafından onun hikayesiyle ilgili detaylar Büyük Hikaye'nin içine hıfzedilmiştir.
Sibel Eraslan bu bir avuç hikayenin bereketiyle sadece Hz. Fatıma'nın hikayesini değil çeşitli milletlere ve geniş coğrafyalara yayılmış Ehl-i Beyt sevdalılarının da hikayesini yazmış adeta. Tıkritli Destigül Nine, el-Kurtubi, Belhli Tüccar Cüneyt Bey, Abbas, Kuşadalı Haşim, Necefli Hüsrev Ağa, Botanlı Ramazan Usta, Behzat, Mecnun, Nesibe... Hikayeleri, ona hürmet ederek söze başladıkları ve ona hürmeten sustukları için Hz. Fatıma'nın hikayesine bitişen bu insanlar Fuzuli'den minyatür üstadı Behzat'a, Veysel Karani'den el-Kurtubi'ye... kültürümüzün kilometre taşlarının hikayelerini de temsil etmişler içten içe.
Ezcümle: Bin Hüseyin ve Canfeda. Hikayeye yeniden sahip çıkalım derken asıl söylemek isteğimi daha gür bir sesle söyleyen iki yeni kitap.
Ben bu konuda yorulup sussam da onlar hep konuşacak.
Ömer Lekesiz
Yeni Şafak
14 Mart 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder