2012-03-30
'Divan' dergisi, Gazzâlî özel sayısı
900. vefat yıldönümü sebebiyle ağırlıklı olarak Gazzâlî’ye ayırdığımız bu sayımızda, Gazzâlî’nin kelâm ve fıkıh/siyaset alanındaki görüşlerini irdeleyen iki makale ile Gazzâlî’nin eserlerinin Türkçeye aktarımını konu edinen bir bibliyografya çalışması yer alıyor. “el-Menhûl’den İlcâm’a Gazzâlî’ye Göre Kelâm İlmi ve Kelâmcılar” başlıklı ilk makalede Osman Demir, kelâm ilminin tarihinde bir dönüm noktasını teşkil eden Gazzâlî’nin, ilk eseri olan el-Menhûl’den, son eseri olan İlcâm’a uzanan süreçte kelâm ilmine ve kelâmcılara yönelik tavrındaki değişimlerin izini takip ediyor. Demir’e göre Gazzâlî, kelâm ilminin kendisinden sonraki gelişimini hem metot hem de muhteva olarak derinden etkilemiştir. O, bu disiplinin geçmiş birikimine ve dönemindeki uygulamalarına yönelik önemli tespitlerde de bulunmuştur. Kelâmın İslâmî ilimler içindeki aslî ve temellendirici rolünün farkında olan Gazzâlî, dönemin şartlarının da etkisiyle bu ilmin metodundan ve yanlış uygulamalarından kaynaklanan sorunlara dikkat çekmiştir. Bazen bu eleştiriler topyekun bir kelâm sorgulamasına dönüşmüş ve bu tavır onun kelâma verdiği değer ve bu ilmin diğer ilimler içindeki konumu ile çelişir görünmüştür. Bu nedenle onun kelâmcılığı kadar kelâm ilmi ve kelâmcılar hakkındaki değerlendirmeleri de öteden beri tartışılmıştır. Bu çerçevede Gazzâlî’nin Eş‘arî kelâmına tamamen bağlı olduğu, mezhebini kısmen ya da tamamen terk ettiği, tasavvufa meylettiği, kelâmı felsefîleştirdiği ve kelâm ve felsefe düşmanı olduğu gibi, birbirinden oldukça farklı görüşler ortaya atılmıştır. Demir, Gazzâlî’nin kelâmla ilişkisine dair bu farklı yaklaşımlara değindikten sonra, onun kelâm ilmi ve kelâmcılar hakkındaki görüşlerini kronolojik olarak ortaya koymakta ve buradan hareketle onun kelâm algısını tespite çalışmaktadır. Özgür Kavak’ın “İki Âlim, İki Halife Adayı: Cüveynî’nin Nizâmülmülk’ü, Gazzâlî’nin Müstazhir’i” başlıklı çalışması ise Gazzâlî’nin hilâfet meselesi çerçevesinde hem fıkhî hem de siyasî görüşlerini irdelerken, aynı zamanda Gazzâlî’nin, hocası Cüveynî ile olan fikrî ilişkisini de gözler önüne sermektedir. Dîvân’ın “İslâm Siyaset Düşüncesi” konulu 27. sayısında Cüveynî’nin el-Gıyâsî adlı eserindeki kat‘iyyât-zanniyyât ayırımını inceleyen ve buna dair modern yorumları eleştirel bir gözle okuyan Kavak, bu çalışmasında da aynı zeminden hareket ederek Cüveynî ve talebesi Gazzâlî’nin hilâfet hakkındaki görüşlerini, dönemin siyasî bağlamını da dikkate alarak ele almaktadır. Çalışmasının, Müslümanları yönetmeye tâlip olan kişinin hangi vasıflara sahip olması gerektiği ve bu vasıfların zamana ve mekâna göre şekil alıp almadığı sorusunu merkeze aldığını belirten Kavak, sözkonusu meselenin bu makalede, aralarında hoca-talebe ilişkisi olan, aynı fıkhî ve itikadî mezhebe mensup olup (Şâfiî-Eş‘arî) aynı teorik zeminden beslenen (kat‘iyyât/zanniyyât tasnifi) Cüveynî ve Gazzâlî’nin görüşleri çerçevesinde inceleneceğini belirtmektedir. Kavak’ın tespitlerine göre, Cüveynî, Selçuklu veziri Nizâmülmülk’ün, Gazzalî ise Abbasî halifesi Müstazhir’in, içinde bulunulan zaman diliminin yegâne halifesi olduğunu/olması gerektiğini ileri sürmektedir. Kavak, aynı siyasî organizasyonların hâkimiyetinde yaşayan bu iki âlimin birbirine yakın zamanda ve fakat farklı siyasî-toplumsal şartlarda tüm Müslümanların siyasî idarecisi olarak tercih ettikleri farklı isimler çerçevesinde dile getirdikleri düşüncelerin amaç ve hedefler bakımından büyük bir benzerlik arz etmesi konusuna odaklanarak ulemanın siyasete müdahalesinin arkasındaki sâikleri belirlemeye çalışmaktadır. Bu sayımızda Gazzâlî ile ilgili yer verdiğimiz son yazı, Sadık Yazar’a ait: “Gazzâlî’nin XIII-XIX. Yüzyıllar Arasında Batı Türkçesinde Tercüme Edilen Eserleri”. Ölümünden sonra önde gelen birçok eseri, Arapça (Farsça yazdıkları), Farsça (Arapça yazdıkları) ve Türkçe gibi Doğu dilleri ile Latince, İngilizce, Fransızca gibi birçok Batı diline tercüme edilen Gazzâlî’nin eserlerinin, Yazar’ın tespitlerine göre, Batı Türkçesine tercüme serüveni ise XV. yüzyıldan itibaren başlamıştır. Yazar, çalışmasında, Batı Türkçesinin ilk verimlerini verdiği XIII. yüzyılın sonundan XIX. yüzyılın başlarında kadarki süreçte Gazzâlî’nin eserlerine yapılan Türkçe tercümeleri tanıtmakta, mütercimlerin tercüme üslupları hakkında bilgi vermekte ve tercümelerin mevcut nüshalarına dair kayıtları aktarmaktadır. Yazma eser kütüphane ve kataloglarına dayanarak hazırladığı çalışmasında Yazar, sözkonusu yüzyıllarda, Gazzâlî’ye aidiyeti kesin 9, ona ait olduğu varsayılan 3 eserin tercümeleri üzerinde durmaktadır. Bu sayıda konu dışı olarak üç yazıya yer veriyoruz. Bunlardan ilkini, İsmail Kara’nın “Ebülûla Mardin’in Ulema Haltercümelerine Dair Çalışmaları” başlıklı makalesi oluşturuyor. Cumhuriyet devrinde Osmanlı ilmiye sınıfı mensuplarının haltercümelerini yazan müellifler arasında Ebülûla Mardin’in hususî bir yeri olduğuna işaret eden Kara, onun hem medrese ve mektep eğitimi almış bir kişi hem de Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi hukuk modernleşmesi süreçlerine aktif olarak katılmış bir hoca olmasının, yaptığı çalışmaları daha anlamlı hale getirdiğini belirtmektedir. Kara, bu çalışmasında, Ebülûlâ Mardin’in Huzur Dersleri kitabını merkeze alarak, onun ulema biyografilerine dair çalışmalarının tarihî seyrini, ortaya çıkış şartlarını, arka planlarını, kaynaklarını, zenginliklerini, imkânlarını ve bazı problemlerini incelemektedir. Mahmut Dilbaz ise “II. Mahmud’un Askerî Islahatlarına Dair Tercüme Bir Müdafaanâme: el-Kevkebü’l-Mes‘ûd fî Kevkebeti’l-Cünûd” adlı çalışmasında, Osmanlı-Türk modernleşme tarihinin önemli bir devrini, İbnü’l-‘Annâbî ve eserinin Türkçeye çevirisi üzerinden irdeliyor. Osmanlı modernleşmesinin, askerî yenilgilerin ve toprak kayıplarının artması akabinde askerî sistemde yapılan Batı tarzı yeniliklerle başladığını belirten Dilbaz, siyasî merkezin, hususen XVIII. asrın ikinci yarısından itibaren, girişilen bu yeniliklerin halk nazarında ve muhalif çevrelerdeki meşrûiyetini sağlamak için ulemanın nüfûzuna ihtiyaç duyduğunu vurgulamaktadır. Dilbaz’a göre ulema hem yönetimin çeşitli kademelerinde yeniliklerin bizzat uygulayıcısı olarak üzerine düşen görevleri yapmış ve hem de ıslahatların meşrûiyetini ve gerekliliğini yazdığı “savunmacı” eserlerle desteklemiştir. Cezayir’de Hanefî kadılığı ve İskenderiye’de müftülük yapan Cezayir doğumlu İbnü’l-‘Annâbî’nin (1775-1851) II. Mahmud’un askerî ıslahatını savunmak üzere Mısır’da kaleme aldığı Arapça es-Sa‘yü’l-Mahmûd fî Nizâmi’l-Cünûd adlı risalesi de bunlardan biridir. Bu eseri ilmiye teşkilatının önemli mevkilerinde görev almış Sahhâflar Şeyhizâde Es‘ad Efendi (1789-1848) el-Kevkebü’l-Mes‘ûd fî Kevkebeti’l-Cünûd adıyla pek çok ilavelerle Türkçeye tercüme etmiştir. Arapça aslı Ocak-Şubat 1827’de telif edilen eserin 26 Nisan 1829’da temize çekilip padişaha sunulmuş olan tercüme metni, Dilbaz’a göre, askerî ıslahatın ayet, hadis ve ilk dönem İslâm tarihi uygulamalarının delil gösterilerek savunulduğu bir ıslahat metni olmasının yanında aynı zamanda Hz. Peygamber dönemi savaşlarının mufassalan anlatıldığı bir megâzî kitabıdır. Dilbaz, makalesinde, dönemin diğer ıslahat metinlerine değinerek Es‘ad Efendi ve İbnü’l-‘Annâbî’nin biyografilerine kısaca değinmekte ve el-Kevkebü’l-Mes‘ûd fî Kevkebeti’l-Cünûd adlı eseri tanıtıp değerlendirmektedir. Bu sayının son yazısı Arzu Güldöşüren’e ait: “Bilinmeyen Bir Medrese Islahatı Metni: Vildan Faik Efendi ve Islah Risalesi”. Medreselerin, kuruluştan itibaren eğitim, hukuk ve din hizmetleri alanında devletin ihtiyaç duyduğu görevlileri yetiştiren kurumlar olduğunu belirten Güldöşüren, medreselerin kendi sistemi içinde bazı aksaklıkların ortaya çıkmasının ve modernleşme hareketleri sonucunda açılan mektepler karşısında bozulmuş müesseseler olarak görülmesinin, medreselerin ıslahı meselesini gündeme getirdiğini vurgulamaktadır. Başta medrese hocaları ve talebeler olmak üzere gidişattan memnun olmayanlar medreselerin ıslahı ile ilgili öneriler sunmaya, risaleler yazmaya başlamıştır. Medreselerin ıslahı konusuna eğilenlerden biri de dönemin önemli âlimlerinden Vildan Faik Efendi olmuştur. Güldöşüren makalesinde, medreselerin ıslahı ile ilgili bugüne kadar tespit edilip gündeme getirilmemiş Vildan Faik Efendi’ye ait metinlerden birini konu edinmektedir. Makalede risaleyi kaleme alan Vildan Faik Efendi’nin hayatı ana hatlarıyla verilerek yazarın ıslah risalesinde öne çıkardığı hususlar vurgulanarak değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Son olarak Vildan Faik Efendi’nin risalesi, 1914’deki Islah-ı Medâris Nizamnâmesi ve Talimatnâmesi ile karşılaştırılmaktadır. Her zaman olduğu gibi kitap değerlendirmeleriyle sonlandırdığımız dergimizin bu sayısında beş kitaba dair değerlendirmeleri okuyucularımızla paylaşıyoruz. Nurullah Ardıç, Atila Doğan’ın Osmanlı Aydınları ve Sosyal Darwinizm; Muammer İskenderoğlu, Hilmi Yavuz’un İslam’ın Zihin Tarihi: Bir Müslüman Aydının İslam Üzerine Düşünceleri ve Mariam al-Attar’ın Islamic Ethics: Divine Command Theory in Arabo-Islamic Thought; Fatih Bayram, Ali Anooshahr’in The Ghazi Sultans and the Frontiers of Islam: A Comparative Study of the Late Medieval and Early Modern Periods; M. Macit Kenanoğlu ise Cengiz Aktar tarafından derlenen Tarihi, Siyasi, Dini ve Hukuki Açıdan Ekümenik Patrikhâne adlı eseri değerlendiriyor. Gelecek sayımızda buluşmak dileğiyle…
Adana'dan ses veren 'Başkalarının Hayatı'
Mart-Nisan 2012, 6.Sayı
İtikatte elitist, Amelde Popülist Şiir ve Edebiyat Dergisi şu sözlerle açılıyor: “Siyasi şiirle bir yere gelinebilir mi? Son yıllarda yazılan şiirin gidişatı bir yere gelinebileceğini gösteriyor. Ancak önemli olan bu şiirle bir yere gelinip gelinemeyeceğinden ziyade gelinen yerin bize Türkiye’nin varlığı ve devamı adına bir kararlılık sağlayıp sağlamayacağıdır. Siyasi şiiri, Türk Şiiri’nin standartlarını yükseltecek bir eğilim olarak görmek bizi şiirin siyaset üstü bir yöntem ve hakikat olduğu gerçeğine götürür.” Derginin Siyasi şiire inancı kesinleşmiş durumda. Dergideki şiirler de bu inancı pekiştiriyor.
Salim Nacar “Hesap Geldiğinde Biz Çoktan Dağılmıştık” şiirinde kendi şiir anlayışından yola çıkarak eleştirel bir metin ortaya koyuyor.
ve kanım böylece keskinleşti, alınyazım da
kaptırmadım sevgilimin gülüşündeki tek imlayı
kurttan kuzu olduran resmiyet yasasına
annemin köşe yastıklarına biriktirdiği zamanı
anlasın diye yatırmadım düşmanın tasasına
şimdi göğsümde çürüyen bir şamanla
onu çevreleyen halifenin kavgası var
ağızlarına geleni eskitiyorlar, dünyayı soldurmak için
o çürüyen şaman, benim göğsümdeki ezcadır
ve ben göğsümü yarıp attım, eski günlerin köprüsünden
halifenin şehrine kaçtım. artık kokusu çıkmadan yazgımın
el ele vereyim, bir dümen altı gemide
kalbimi müjdeleyen bir zafer edineyim.
İslam Sanatı adlı şahaser kitabın yazarı Titus Burckhardt hakkında William Stoddart’un yazdığı ve K. Özkan Dağ’ın çevirdiği bir biyografik deneme de yer alıyor dergide.
Derginin artık kemikleşen şair kadrosu şu isimlerden oluşuyor. Murat Çelik, Alptuğ Topaktaş, Alkan Kılıç, Talip Nacar, Tevfik Hatipoğlu. Osman Sifil’in kaleme aldığı Dergilerde Hayat bölümünde Habis ve Hayal Bilgisi dergileri eleştirilmiş. Dergi ortamının nabzını tutan bu tarz sayfaların muhtelif dergilerde artış göstermesi sevindirici bir gelişme.
Derginin tek öyküsü daha önceki sayılarda Kafka, Prous gibi yazarlar hakkında yazdığı denemelerle karşımıza çıkan Mehmet Gül’den geliyor: “İhtimal Kapıları”.
Her sayıda bir sinema yazısı yayımlamayı adet haline getiren Başkalarının Hayatı dergisinin bu ay ki yönetmen konuğu, geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz Ömer Lütfi Akad. Güven Adıgüzel’in kalema aldığı metin “Gökyüzüne Gerekçeli Açıklama Vizörün Ruhu: Lütfi Ömer Akad” gibi affili bir başlık taşıyor. Malumata boğmadan, estetiği ıskalamadan, filmler arasında bir geziye çıkarıyor Adıgüzel bizi.
Salim Nacar “2000 Sonrası Türk Şiirinde Üslup Arayışları” adlı poetik-eleştirel yazısında Enaniyet ve Palavra kavramlarından yola çıkarak Günümüz Türk Şiiri için bir çerçeve çizmeye çalışıyor.
Derginin Yazı İşleri Sorumlusu Ahmet Özdemir ilk sayıdan beri kaleme aldığı medya-iktidar merkezli eleştiri yazılarına devam ediyor. Bu kez ilginç bir başlık seçmiş Özdemir yazısına: “Salt Aklın Elştirisiyle Olmaz Bu İşler / Duygusal Olanın İktidarına Doğru”. Türkiye’nin siyaseten evrildiği tarafla ilgili ilgi çekici tespitler barındırıyor yazı.
Arka kapakta ise Akif İçin Şiir/Yapım ismini taşıyan bir şiir var. İçinde Akif’ten parçalar taşıyan deneysel bir şiir.
Adana’dan ses veren Başkalarının Hayatı’nın belki son sayısı olabilir bu sayı. Ama bu bir yorgunluk ya da pes etme belirtisi değil muhakkak. Dergi dağıtım aşamasında ciddi sorunlar yaşadı. Bunların aşıldığı daha oylumlu, daha güzel bir dergi için sadece bir başlangıç olabilir bu durum. Mevlam ne eylerse güzel eyler, bekleyip göreceğiz.
İtikatte elitist, Amelde Popülist Şiir ve Edebiyat Dergisi şu sözlerle açılıyor: “Siyasi şiirle bir yere gelinebilir mi? Son yıllarda yazılan şiirin gidişatı bir yere gelinebileceğini gösteriyor. Ancak önemli olan bu şiirle bir yere gelinip gelinemeyeceğinden ziyade gelinen yerin bize Türkiye’nin varlığı ve devamı adına bir kararlılık sağlayıp sağlamayacağıdır. Siyasi şiiri, Türk Şiiri’nin standartlarını yükseltecek bir eğilim olarak görmek bizi şiirin siyaset üstü bir yöntem ve hakikat olduğu gerçeğine götürür.” Derginin Siyasi şiire inancı kesinleşmiş durumda. Dergideki şiirler de bu inancı pekiştiriyor.
Salim Nacar “Hesap Geldiğinde Biz Çoktan Dağılmıştık” şiirinde kendi şiir anlayışından yola çıkarak eleştirel bir metin ortaya koyuyor.
ve kanım böylece keskinleşti, alınyazım da
kaptırmadım sevgilimin gülüşündeki tek imlayı
kurttan kuzu olduran resmiyet yasasına
annemin köşe yastıklarına biriktirdiği zamanı
anlasın diye yatırmadım düşmanın tasasına
şimdi göğsümde çürüyen bir şamanla
onu çevreleyen halifenin kavgası var
ağızlarına geleni eskitiyorlar, dünyayı soldurmak için
o çürüyen şaman, benim göğsümdeki ezcadır
ve ben göğsümü yarıp attım, eski günlerin köprüsünden
halifenin şehrine kaçtım. artık kokusu çıkmadan yazgımın
el ele vereyim, bir dümen altı gemide
kalbimi müjdeleyen bir zafer edineyim.
İslam Sanatı adlı şahaser kitabın yazarı Titus Burckhardt hakkında William Stoddart’un yazdığı ve K. Özkan Dağ’ın çevirdiği bir biyografik deneme de yer alıyor dergide.
Derginin artık kemikleşen şair kadrosu şu isimlerden oluşuyor. Murat Çelik, Alptuğ Topaktaş, Alkan Kılıç, Talip Nacar, Tevfik Hatipoğlu. Osman Sifil’in kaleme aldığı Dergilerde Hayat bölümünde Habis ve Hayal Bilgisi dergileri eleştirilmiş. Dergi ortamının nabzını tutan bu tarz sayfaların muhtelif dergilerde artış göstermesi sevindirici bir gelişme.
Derginin tek öyküsü daha önceki sayılarda Kafka, Prous gibi yazarlar hakkında yazdığı denemelerle karşımıza çıkan Mehmet Gül’den geliyor: “İhtimal Kapıları”.
Her sayıda bir sinema yazısı yayımlamayı adet haline getiren Başkalarının Hayatı dergisinin bu ay ki yönetmen konuğu, geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz Ömer Lütfi Akad. Güven Adıgüzel’in kalema aldığı metin “Gökyüzüne Gerekçeli Açıklama Vizörün Ruhu: Lütfi Ömer Akad” gibi affili bir başlık taşıyor. Malumata boğmadan, estetiği ıskalamadan, filmler arasında bir geziye çıkarıyor Adıgüzel bizi.
Salim Nacar “2000 Sonrası Türk Şiirinde Üslup Arayışları” adlı poetik-eleştirel yazısında Enaniyet ve Palavra kavramlarından yola çıkarak Günümüz Türk Şiiri için bir çerçeve çizmeye çalışıyor.
Derginin Yazı İşleri Sorumlusu Ahmet Özdemir ilk sayıdan beri kaleme aldığı medya-iktidar merkezli eleştiri yazılarına devam ediyor. Bu kez ilginç bir başlık seçmiş Özdemir yazısına: “Salt Aklın Elştirisiyle Olmaz Bu İşler / Duygusal Olanın İktidarına Doğru”. Türkiye’nin siyaseten evrildiği tarafla ilgili ilgi çekici tespitler barındırıyor yazı.
Arka kapakta ise Akif İçin Şiir/Yapım ismini taşıyan bir şiir var. İçinde Akif’ten parçalar taşıyan deneysel bir şiir.
Adana’dan ses veren Başkalarının Hayatı’nın belki son sayısı olabilir bu sayı. Ama bu bir yorgunluk ya da pes etme belirtisi değil muhakkak. Dergi dağıtım aşamasında ciddi sorunlar yaşadı. Bunların aşıldığı daha oylumlu, daha güzel bir dergi için sadece bir başlangıç olabilir bu durum. Mevlam ne eylerse güzel eyler, bekleyip göreceğiz.
'Beyazşehir Palandöken' dergisinin ilk sayısı çıktı
Peygamber Efendimize adanmış 'İlim' dergisi
'İlim' Aylık İslami Davet Dergisi, Sayı:6, Nisan 2012
İlimevi İslami İlimler Eğitim Akademisi’nin çıkadığı aylık İslami davet dergisi İlim’in Nisan 2012 sayısı çıktı. Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle bütün yazılarını Hazreti Peygamber Aleyhisselama tahsis eden İlim’de toplam 14 makale bulunuyor. Peygamberimiz Aleyhisselam’ın eğitimci kişiliğinden savaş ahlakına, hanımlarına karşı davranışından verdiği siyaset dersine kadar farklı nebevî yönlerin mercek altına alındığı dergiye ulaşmak ve abone olmak için 0549 654 39 98’i arayabilir; ilimdergisi.com adresine bakabilirsiniz.
2012-03-26
'Bilgi ve Hikmet' dergisi arşivi
1993 - 1995 yılları arasında İz Yayıncılık tarafından yayınlanan derginin arşivi, artık internette.
1993 - 1995 yılları arasında Ali Bulaç'ın yayın yönetmenliğinde İz Yayıncılık tarafından yayınlanan Bilgi ve Hikmet dergisi arşivi, artık internette. Yazarları arasında Ferhat Kentel, Davut Dursun, Şükrü Karatepe, Hüseyin Besli, Mehmet Bekaroğlu, Tanıl Bora, Abdurrahman Arslan, İlhan Kutluer, Ömer Dinçer, Dücane Cündioğlu, Mustafa Armağan, Turgut Cansever, Rasim Özdenören, A.Yaşar Sarıbay, Binnaz Toprak, Ömer Çelik, Mümtaz’er Türköne, Ergün Yıldırım, Kemal Sayar ve daha bir çok aydın, sanatçı ve bilim insanının bulunduğu dergi 12 sayı çıkmıştı.
Derginin pdf nüshaları www.bilgivehikmet.com adresinde yine İz Yayıncılık tarafından istifadeye sunuldu.
1993 - 1995 yılları arasında Ali Bulaç'ın yayın yönetmenliğinde İz Yayıncılık tarafından yayınlanan Bilgi ve Hikmet dergisi arşivi, artık internette. Yazarları arasında Ferhat Kentel, Davut Dursun, Şükrü Karatepe, Hüseyin Besli, Mehmet Bekaroğlu, Tanıl Bora, Abdurrahman Arslan, İlhan Kutluer, Ömer Dinçer, Dücane Cündioğlu, Mustafa Armağan, Turgut Cansever, Rasim Özdenören, A.Yaşar Sarıbay, Binnaz Toprak, Ömer Çelik, Mümtaz’er Türköne, Ergün Yıldırım, Kemal Sayar ve daha bir çok aydın, sanatçı ve bilim insanının bulunduğu dergi 12 sayı çıkmıştı.
Derginin pdf nüshaları www.bilgivehikmet.com adresinde yine İz Yayıncılık tarafından istifadeye sunuldu.
2012-03-25
' Edebî Müdahale' dergisinin 6.sayısı çıktı
Bugün 1 Cemaziyelevvel 1433; hicri takvimi esas alan Müdahale’nin son sayısı bugün kitapçılarda.
Zalimler devrilecekler!
“Bizim dergiler” uzun süredir Şuara suresinin son ayetini kapaklarına taşımıyorlardı. Doğrusu o heyecanı özlemişiz. Müdahale bize Şuara-227’yi hatırlatıyor: “Zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini pek yakında bilecekler!”
Kadro müthiş!
Cemal Şakar, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Yunus Develi, Güray Süngü, Aykut Ertuğrul gibi tanıdık isimler var dergide. Fakat her zaman olduğu gibi, ağırlık yine genç yazarlara verilmiş.
Müdahale ve şiir?
Mustafa Ökkeş Evren; Cahit Koytak’ın “Tanrı konuşmak için sizin susmanızı bekliyor.” mısralarını başlık edindiği bir yazı yazmış ve şiir yayımlamayan Müdahale’nin aslında nasıl da şiirsever bir dergi olduğunu göstermiş bize.
Ekibin diğer şairi Salim Nacar da “Şiirde söylenmemiş söz var mı?” diye soruyor ve Zarifoğlu şiiri hakkında oldukça kıymetli sözler ediyor.
Ekibin son şairi Güven Adıgüzel de öyle bir metin yazmış ki, adeta mensur şiir:
“Lazca fizik mesela, Kürtçe matematik, Çerkezce kimya ve Süryanice biyoloji… Türkçe ezan kadar dramatik bir final…”
Söyleşiler devam ediyor…
Abdurrahman Arslan ile müthiş bir söyleşi gerçekleştirilmiş. Dikkatle okunması gereken bir metin. Modernizme dair çok önemli tespitler var. Dil ile düşünce arasındaki ilişkiye temas eden Abdurrahman Arslan “Arapça, İslam’ın ve Müslüman zihnin evidir.” demiş. “Acaba şu an ülkemizdeki Müslüman yazarların kaçı Arapça biliyor?” diye muzır bir soru geldi aklımıza!
Müslümanca bir tasavvur…
Ömer Faruk Dönmez “Bu okullardan, bu üniversitelerden mezun olmuş; bu eğitim sistemine ve onun dayatmalarına maruz kalmış; bu piyasanın popüler kültürü içerisinde şahsiyeti şekillenmiş Müslümanlar olarak dürüstçe soralım: acaba bizler ‘akleden kalplere’ sahip miyiz?” diyor ve Müslümanca bir muhayyile inşa etme yolunda, edebiyatın imkânlarına değiniyor.
Hasılıvelkelam…
Hasılıvelkelam, yine fişek gibi bir sayı olmuş. Emek verenlerin ellerine sağlık!
Fatma Ünal
Zalimler devrilecekler!
“Bizim dergiler” uzun süredir Şuara suresinin son ayetini kapaklarına taşımıyorlardı. Doğrusu o heyecanı özlemişiz. Müdahale bize Şuara-227’yi hatırlatıyor: “Zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini pek yakında bilecekler!”
Kadro müthiş!
Cemal Şakar, Cihan Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu, Yunus Develi, Güray Süngü, Aykut Ertuğrul gibi tanıdık isimler var dergide. Fakat her zaman olduğu gibi, ağırlık yine genç yazarlara verilmiş.
Müdahale ve şiir?
Mustafa Ökkeş Evren; Cahit Koytak’ın “Tanrı konuşmak için sizin susmanızı bekliyor.” mısralarını başlık edindiği bir yazı yazmış ve şiir yayımlamayan Müdahale’nin aslında nasıl da şiirsever bir dergi olduğunu göstermiş bize.
Ekibin diğer şairi Salim Nacar da “Şiirde söylenmemiş söz var mı?” diye soruyor ve Zarifoğlu şiiri hakkında oldukça kıymetli sözler ediyor.
Ekibin son şairi Güven Adıgüzel de öyle bir metin yazmış ki, adeta mensur şiir:
“Lazca fizik mesela, Kürtçe matematik, Çerkezce kimya ve Süryanice biyoloji… Türkçe ezan kadar dramatik bir final…”
Söyleşiler devam ediyor…
Abdurrahman Arslan ile müthiş bir söyleşi gerçekleştirilmiş. Dikkatle okunması gereken bir metin. Modernizme dair çok önemli tespitler var. Dil ile düşünce arasındaki ilişkiye temas eden Abdurrahman Arslan “Arapça, İslam’ın ve Müslüman zihnin evidir.” demiş. “Acaba şu an ülkemizdeki Müslüman yazarların kaçı Arapça biliyor?” diye muzır bir soru geldi aklımıza!
Müslümanca bir tasavvur…
Ömer Faruk Dönmez “Bu okullardan, bu üniversitelerden mezun olmuş; bu eğitim sistemine ve onun dayatmalarına maruz kalmış; bu piyasanın popüler kültürü içerisinde şahsiyeti şekillenmiş Müslümanlar olarak dürüstçe soralım: acaba bizler ‘akleden kalplere’ sahip miyiz?” diyor ve Müslümanca bir muhayyile inşa etme yolunda, edebiyatın imkânlarına değiniyor.
Hasılıvelkelam…
Hasılıvelkelam, yine fişek gibi bir sayı olmuş. Emek verenlerin ellerine sağlık!
Fatma Ünal
Türkiye'de Edebiyat Dergiciliği
2012-03-23
Diriliş Okumaları- 10
2012-03-20
'İnceeleyen' dergisi kitap dünyasının nabzını tutmaya devam ediyor
Ocak-Şubat 2012, Sayı:10
“Tam Benim Tipim”, “Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti”, “Kayda Geçsin”, “Kış Günlüğü”, “Gözlerini Sımsıkı Kapat”, “Aşk'a Yolculuk/Veysel Karani”… Bugünlerde sürekli reklamlarından, görsel şölenlerinden hafızamda kalan kitaplardan sadece birkaçı. Peki, bu kitapları kimler okudu/okuyor, okuyacak? Doğrusu bu mesele, zihnimde hep bir soru işareti olarak kalmıştır. 56 sene öncesine nazaran, kitap dünyası epeyce gelişti. Hemen hemen her gün birçok kitap yayınlanıyor ve gündemi, gündemdeki kitapları takip etmek ciddi anlamda zorlaşıyor. Aslında sorulması gereken soru şu: “Okuyacağınız kitabı, çok satanlar listesine bakarak mı seçersiniz; yoksa bir kitap kurdu olarak, gerek internet ortamında gerekse kitabevlerinde ince eleyip sık dokuduktan sonra mı onu keşfedersiniz?”
Bu reklam hengâmesinde sessiz sedasız tozlu raflarda kaybolup giden birçok eser var ve bir daha onlarla karşılaşmama durumu olası. Benim seçtiklerim şöyle: Bulut Bulut Üstüne / Ethem Baran, Bahisleri Yükseltmek / Orhan Koçak, Beat Kuşağı / Jack Kerouac, Entelektüelin Kutsal Kitabı / David S. Kidder & Noah D. Oppenheim, Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları Su / Buket Uzuner, Zamansız / Füsun Saka, Edebiyattan Pek Anlamam / Jenny Davis, Kenneth C. Davis…
İnceeleyen, bu sayıda sizin için kitap dünyasının nabzını tutmaya devam ediyor. İşte İnceeleyen'in bazı dosyaları: “Borges'in Aynası”, “Dirilişe Giden Yol: Direniş Taşı”, “Edebiyat Beşlemesi -II-: Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Hikâyeleri”, “Türk Romanında İki Başkişi Tipi: Denetimi Elden Bırakmayanlar ve Başkalaşma Taraftarı Olanlar”, “Şarkın Birlik Kılıcı 'Sultan Selahaddin Elkürdi'”, “Yazgı mı, yoksa sıradanlık mı?”, “Düşler Atlasına Yolculuk: Bulut Bulut Üstüne” ve “Unutulmuş Bir Öykücünün İnceliklerle Dokunmuş Portresi: Fahri Celâl'in Hikâyeciliği” dosyalarını bulabilirsiniz.
İnceeleyen Kitap Eleştiri ve Tanıtım Dergisi, yakında, inceeleyen.com adresinde siz daha rahat ulaşın ve daha çok okuyun diye eleştiriler, röportajlar, dosyalar, kitap/yazar/yayınevi haberleri paylaşmaya başlayacak. Dolayısıyla, bir nevi kitap haber portalı haline dönüşecek diyebiliriz. Bu detayı da aktardıktan sonra, sizleri İnceeleyen ile baş başa bırakıyoruz.
Keyifli okumalar…
A. Cüneyt Issı
İrtibat:
www.inceeleyen.com
bilgi@inceeleyen.com
“Tam Benim Tipim”, “Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti”, “Kayda Geçsin”, “Kış Günlüğü”, “Gözlerini Sımsıkı Kapat”, “Aşk'a Yolculuk/Veysel Karani”… Bugünlerde sürekli reklamlarından, görsel şölenlerinden hafızamda kalan kitaplardan sadece birkaçı. Peki, bu kitapları kimler okudu/okuyor, okuyacak? Doğrusu bu mesele, zihnimde hep bir soru işareti olarak kalmıştır. 56 sene öncesine nazaran, kitap dünyası epeyce gelişti. Hemen hemen her gün birçok kitap yayınlanıyor ve gündemi, gündemdeki kitapları takip etmek ciddi anlamda zorlaşıyor. Aslında sorulması gereken soru şu: “Okuyacağınız kitabı, çok satanlar listesine bakarak mı seçersiniz; yoksa bir kitap kurdu olarak, gerek internet ortamında gerekse kitabevlerinde ince eleyip sık dokuduktan sonra mı onu keşfedersiniz?”
Bu reklam hengâmesinde sessiz sedasız tozlu raflarda kaybolup giden birçok eser var ve bir daha onlarla karşılaşmama durumu olası. Benim seçtiklerim şöyle: Bulut Bulut Üstüne / Ethem Baran, Bahisleri Yükseltmek / Orhan Koçak, Beat Kuşağı / Jack Kerouac, Entelektüelin Kutsal Kitabı / David S. Kidder & Noah D. Oppenheim, Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları Su / Buket Uzuner, Zamansız / Füsun Saka, Edebiyattan Pek Anlamam / Jenny Davis, Kenneth C. Davis…
İnceeleyen, bu sayıda sizin için kitap dünyasının nabzını tutmaya devam ediyor. İşte İnceeleyen'in bazı dosyaları: “Borges'in Aynası”, “Dirilişe Giden Yol: Direniş Taşı”, “Edebiyat Beşlemesi -II-: Çocuk Edebiyatı ve Çocuk Hikâyeleri”, “Türk Romanında İki Başkişi Tipi: Denetimi Elden Bırakmayanlar ve Başkalaşma Taraftarı Olanlar”, “Şarkın Birlik Kılıcı 'Sultan Selahaddin Elkürdi'”, “Yazgı mı, yoksa sıradanlık mı?”, “Düşler Atlasına Yolculuk: Bulut Bulut Üstüne” ve “Unutulmuş Bir Öykücünün İnceliklerle Dokunmuş Portresi: Fahri Celâl'in Hikâyeciliği” dosyalarını bulabilirsiniz.
İnceeleyen Kitap Eleştiri ve Tanıtım Dergisi, yakında, inceeleyen.com adresinde siz daha rahat ulaşın ve daha çok okuyun diye eleştiriler, röportajlar, dosyalar, kitap/yazar/yayınevi haberleri paylaşmaya başlayacak. Dolayısıyla, bir nevi kitap haber portalı haline dönüşecek diyebiliriz. Bu detayı da aktardıktan sonra, sizleri İnceeleyen ile baş başa bırakıyoruz.
Keyifli okumalar…
A. Cüneyt Issı
İrtibat:
www.inceeleyen.com
bilgi@inceeleyen.com
'BİR NOKTA' edebiyat dergisinin 122.sayısı çıktı
Mart 2012
'BİR NOKTA' edebiyat dergisi şair Mürsel Sönmez yönetiminde çıkıyor. Aylık yayımlanan derginin 122. sayısı çıktı. 'Sunuş' yazısından bir iktibas: "Dergimiz de bizimle birlikte yürüyor zamanda. O da bizim gibi halden hallere giriyor, değişik giysiler giyiniyor. Mevsimlerden mevsimlere geçiyor; kimi zaman çiçek açıyor, kimi zaman yaprak döküyor. Bir yere dek sürecek böyle ama nereye dek onu bilmiyoruz."
'BİR NOKTA' edebiyat dergisinin bu sayısında yer alan isimler ve yazı başlıkları:
Ey Kan, Dur!-Cumali Ü. Hasannebioğlu
Hurufat- İbrahim Eryiğit
Sosuke ya da- Emrah Tahiroğlu
Ben Meseli-3-Özcan Ünlü
Mağara- Mustafa Özçelik
Tütsü- Ulaş Konuk
Hayret Makamı- Murat Soyak
Akdeniz Yüzlü Çocuklar- Abdurrahman Karakaş
Ses- Derya Yanık
Ömer Lekesiz ile Söyleşi- İbrahim Yarış
Kardan Çocuk- Sıddık Ertaş
Yola Güzelleme- Suavi Kemal Yazgıç
Dua- Mürsel Sönmez
Sündüs Döşeği- Abdurrahman Adıyan
Zaman Tuhaf Sevgilim- Ahmed Şamlu
Şiir ve O Kızlar- Mehmet Kurtoğlu
Heyhat... Marsilya Ne Uzak!- Şefik Memiş
Mİtoslar Şehri Prag-3- Mesut Doğan
Şiir Heveslilerine Mektuplar- Bünyamin Durali
Almanya Mektupları- Özay Aslan
Gazel- Esrar Dede
Refik Erden
İrtibat:
'BİR NOKTA' edebiyat dergisi tüm NT mağazalarında bulunuyor.
0216 552 82 87
0216 324 36 05
www.istanbulbirnokta.com
istanbul-birnokta@hotmail.com
'BİR NOKTA' edebiyat dergisi şair Mürsel Sönmez yönetiminde çıkıyor. Aylık yayımlanan derginin 122. sayısı çıktı. 'Sunuş' yazısından bir iktibas: "Dergimiz de bizimle birlikte yürüyor zamanda. O da bizim gibi halden hallere giriyor, değişik giysiler giyiniyor. Mevsimlerden mevsimlere geçiyor; kimi zaman çiçek açıyor, kimi zaman yaprak döküyor. Bir yere dek sürecek böyle ama nereye dek onu bilmiyoruz."
'BİR NOKTA' edebiyat dergisinin bu sayısında yer alan isimler ve yazı başlıkları:
Ey Kan, Dur!-Cumali Ü. Hasannebioğlu
Hurufat- İbrahim Eryiğit
Sosuke ya da- Emrah Tahiroğlu
Ben Meseli-3-Özcan Ünlü
Mağara- Mustafa Özçelik
Tütsü- Ulaş Konuk
Hayret Makamı- Murat Soyak
Akdeniz Yüzlü Çocuklar- Abdurrahman Karakaş
Ses- Derya Yanık
Ömer Lekesiz ile Söyleşi- İbrahim Yarış
Kardan Çocuk- Sıddık Ertaş
Yola Güzelleme- Suavi Kemal Yazgıç
Dua- Mürsel Sönmez
Sündüs Döşeği- Abdurrahman Adıyan
Zaman Tuhaf Sevgilim- Ahmed Şamlu
Şiir ve O Kızlar- Mehmet Kurtoğlu
Heyhat... Marsilya Ne Uzak!- Şefik Memiş
Mİtoslar Şehri Prag-3- Mesut Doğan
Şiir Heveslilerine Mektuplar- Bünyamin Durali
Almanya Mektupları- Özay Aslan
Gazel- Esrar Dede
Refik Erden
İrtibat:
'BİR NOKTA' edebiyat dergisi tüm NT mağazalarında bulunuyor.
0216 552 82 87
0216 324 36 05
www.istanbulbirnokta.com
istanbul-birnokta@hotmail.com
2012-03-15
'Hayal Bilgisi' dergisi güzel yürüyüşünü sürdürüyor
Mart 2011’de ilk sayısını yayınladığımız Hayal Bilgisi, Mart 2012’de 7. sayısı ile 1. yılını dolduruyor.
Geride kalan 1 yılda, 32 sayfa ve kendinden kapaklı iken, 72 sayfalık bir hacme kavuştu Hayal Bilgisi. Türkiye’nin pek çok noktasında kitapçıların raflarında yer buldu kendisine. Dergide yayınlanan eserler daha fazla yazı arasından seçilmeye başladı. Dolayısıyla yazılarını gönderen insanlarla tanışıklıklar geliştirdik. Asli amacımız olan bu diyaloglar bizi giderek büyüyen bir aileye dönüştürdü.
Hayal Kitabevi, Temmuz/Ağustos/Eylül/Ekim (2011) ayları boyunca Van Erciş’te bir kütüphane gibi işledi ve sayısız kitap okur ile buluştu. Burada pek çok etkinliğe yer verildiği gibi, ilköğretim öğrencilerine de ücretsiz İngilizce kursları verildi. Kitabevimiz, yaşadığımız ve tüm Türkiye’nin yakından takip ettiği deprem nedeniyle kapandı.
Depremin ardından birçok proje gerçekleştirdik Hayal Bilgisi olarak. 6. sayımızın tüm geliri ile çocuk kitapları satın alıp hediye ettik depremzede çocuklara. Söz verdiğimiz gibi. Okurlarımızın destekleri ile özellikle çocuklara yönelik bu çabalarımız neticesinde hala yüzlerce tebessüm ile karşı karşıya kalıyoruz. Çocuklar, Türkiye’nin dört bir yanından ablaları ve abileri ile mektup arkadaşlığı yapıyorlar, hediyeler alıp, gönderiyorlar. O çocuklar, ‘Ben Edebiyattan Anlarım’ diye sloganlarını yazıp, 7. sayımızın okurları için birer resim yaptılar. Erciş’i, gökkuşağının en güzel renklerine boyadılar.
Hayal Bilgisi 7, bu bağlamda, ‘Edebiyatçının Sosyal Sorumluluğu’nu sordu Mevzubahis sayfasında. Çünkü parası olanın değil; gönlü olanın yardım edebileceğini, yeteneği ya da bilgisi olanın değil; bilinci ve vicdanı olanın ötekileri tebessüm ettirip hediyeleşmeyi gerçekleştirebileceğini göstermek ve ne yaparsak yapalım, icraatımız ne olursa olsun, elimizdeki malzemeyi ya da insan öğesini mutlu edebilecek tek gerçeğin doğru üslup olduğunu anlatmak istiyoruz.
Olabildiğince dikkat ediyoruz bu nedenle yaptıklarımıza. Hediye paketleri bazen, hediyenin maliyetini aşıyor. Ailemize ayıracağımız vakti, mektuplar, kısa notlar yazmak ya da hediye paketleri hazırlamak için harcayabiliyoruz. Misal, ‘fotokopisini çeksenize o notun, niçin elle yazıyorsunuz’ diyorlar bize. El yazısı; samimiyetin en uç noktasıdır. Biz istiyoruz ki, toplumda farklı noktalarda olan herkes, isimlerinin yanında hangi etiket olursa olsun, samimiyetlerini korusunlar birbirlerine karşı.
Ve istiyoruz ki, ‘çocuk’ insanın en önemli gündemi olsun. Hayal Bilgisi, bu nedenle çocukları önemsiyor. Bu nedenlerle, Hayal Bilgisi bir edebiyat dergisinin olması gereken halini simgeliyor pek çok açıdan; şiirinde ifade ettiğini kendi hayatında kendisine samimiyet olarak kanıtlayamayan insanlarla işimiz yok bizim. Hırsımız yok. Kıskançlığımız yok. Tartışmaları ön planda tutacak kadar müsrif değiliz Elhamdülillah.
Niyetimiz düşüncelerin, edebi kaygıların gerçek hayatta eylemlere dönüşmesi, harekete geçirebilmesi bizleri ve okurları. Allah, muvaffak etsin.
Hayal Bilgisi’nin sayfalarında mutlaka size hitap eden bir yazı ve yazar ile tanışacaksınız. Gelecek sayıda buluşmak üzere…
Cihat Albayrak
İrtibat:
www.hayalbilgisi.org
editor@hayalbilgisi.org
Geride kalan 1 yılda, 32 sayfa ve kendinden kapaklı iken, 72 sayfalık bir hacme kavuştu Hayal Bilgisi. Türkiye’nin pek çok noktasında kitapçıların raflarında yer buldu kendisine. Dergide yayınlanan eserler daha fazla yazı arasından seçilmeye başladı. Dolayısıyla yazılarını gönderen insanlarla tanışıklıklar geliştirdik. Asli amacımız olan bu diyaloglar bizi giderek büyüyen bir aileye dönüştürdü.
Hayal Kitabevi, Temmuz/Ağustos/Eylül/Ekim (2011) ayları boyunca Van Erciş’te bir kütüphane gibi işledi ve sayısız kitap okur ile buluştu. Burada pek çok etkinliğe yer verildiği gibi, ilköğretim öğrencilerine de ücretsiz İngilizce kursları verildi. Kitabevimiz, yaşadığımız ve tüm Türkiye’nin yakından takip ettiği deprem nedeniyle kapandı.
Depremin ardından birçok proje gerçekleştirdik Hayal Bilgisi olarak. 6. sayımızın tüm geliri ile çocuk kitapları satın alıp hediye ettik depremzede çocuklara. Söz verdiğimiz gibi. Okurlarımızın destekleri ile özellikle çocuklara yönelik bu çabalarımız neticesinde hala yüzlerce tebessüm ile karşı karşıya kalıyoruz. Çocuklar, Türkiye’nin dört bir yanından ablaları ve abileri ile mektup arkadaşlığı yapıyorlar, hediyeler alıp, gönderiyorlar. O çocuklar, ‘Ben Edebiyattan Anlarım’ diye sloganlarını yazıp, 7. sayımızın okurları için birer resim yaptılar. Erciş’i, gökkuşağının en güzel renklerine boyadılar.
Hayal Bilgisi 7, bu bağlamda, ‘Edebiyatçının Sosyal Sorumluluğu’nu sordu Mevzubahis sayfasında. Çünkü parası olanın değil; gönlü olanın yardım edebileceğini, yeteneği ya da bilgisi olanın değil; bilinci ve vicdanı olanın ötekileri tebessüm ettirip hediyeleşmeyi gerçekleştirebileceğini göstermek ve ne yaparsak yapalım, icraatımız ne olursa olsun, elimizdeki malzemeyi ya da insan öğesini mutlu edebilecek tek gerçeğin doğru üslup olduğunu anlatmak istiyoruz.
Olabildiğince dikkat ediyoruz bu nedenle yaptıklarımıza. Hediye paketleri bazen, hediyenin maliyetini aşıyor. Ailemize ayıracağımız vakti, mektuplar, kısa notlar yazmak ya da hediye paketleri hazırlamak için harcayabiliyoruz. Misal, ‘fotokopisini çeksenize o notun, niçin elle yazıyorsunuz’ diyorlar bize. El yazısı; samimiyetin en uç noktasıdır. Biz istiyoruz ki, toplumda farklı noktalarda olan herkes, isimlerinin yanında hangi etiket olursa olsun, samimiyetlerini korusunlar birbirlerine karşı.
Ve istiyoruz ki, ‘çocuk’ insanın en önemli gündemi olsun. Hayal Bilgisi, bu nedenle çocukları önemsiyor. Bu nedenlerle, Hayal Bilgisi bir edebiyat dergisinin olması gereken halini simgeliyor pek çok açıdan; şiirinde ifade ettiğini kendi hayatında kendisine samimiyet olarak kanıtlayamayan insanlarla işimiz yok bizim. Hırsımız yok. Kıskançlığımız yok. Tartışmaları ön planda tutacak kadar müsrif değiliz Elhamdülillah.
Niyetimiz düşüncelerin, edebi kaygıların gerçek hayatta eylemlere dönüşmesi, harekete geçirebilmesi bizleri ve okurları. Allah, muvaffak etsin.
Hayal Bilgisi’nin sayfalarında mutlaka size hitap eden bir yazı ve yazar ile tanışacaksınız. Gelecek sayıda buluşmak üzere…
Cihat Albayrak
İrtibat:
www.hayalbilgisi.org
editor@hayalbilgisi.org
Star'dan Okurlarına 'Büyük' Hediye
"Star" gazetesi, son yüzyılın büyük fikir, sanat ve aksiyon adamı üstad NECİP FAZIL KISAKÜREK’in muhteşem hazinesini gün ışığına çıkarıyor.
Özgül bir tarih muhasebesi, estetik bakış ve fikri duruş sergileyen bu dergilerle, tarihin gerçeklerine yelken açacaksınız...
Büyük Türkiye idealinin kaynağı BÜYÜK DOĞU dergilerinin tıpkı basım nüshaları her Cumartesi günü siz değerli okurlarımızla buluşacak.
Battalgazi ve Hz. Fatıma
İstanbul Birnokta dergisinin (ki, sevgili Mürsel Sönmez'in yönetiminde çıkmaktadır) Mart 2012 sayısında yer alan İbrahim Yarış'la yaptığımız söyleşide "Hikaye ve öykü" ayrımını da içeren bir soruyu şöyle cevaplamıştım:
"Hikaye, edebi olma yükümlülüğü olmayan, varlığı kendisiyle kaim olan sözlü ve yazılı anlatıların genel adıdır. Öykü ise varlığını edebilik esasından alan, zorunlu olarak bunu gözeten, tahkiyesi ancak okunmakla anlaşılan, sözle nakledilemeyen, özetlenemeyen bir anlatımdır. '90 yıllarda yaptığım ve hep (şimdi de arkasında olduğum) bu kesin ayrımı, son yıllarda farklı bir bağlamda hikaye lehine yumuşatmak zorunda kaldım. Şöyle ki, öykü olmayan ancak kıssaların, rivayetlerin, mesellerin, menkıbelerin, masalların izlerini sürerek yazılmış güzel metinler yayınlanmaya başladı son yıllarda. Sibel Eraslan, Sadık Yalsızuçanlar ve Nazan Bekiroğlu bu metinlerin ilk ve değerli isimleri. Bunların ilgili çalışmaları öykü değil, anlatı hiç değil, roman ise kesinlikle değil... Hal böyle olunca tam bu noktada hikaye kavramına tekrar sahip çıkmamız gerektiğini düşündüm ve ilgili çalışmaların hikaye olarak tanımlanmasının makul olacağı sonucuna vardım. (...) Öykü kendi biricikliği, biçimi ve özüyle tür olarak oturmuş durumda. Hikaye ise yukarıda belirttiğim etkiyle biraz boynu bükük ve sahipsiz kalmıştır. Edebiyatta tür tanımı eserden sonra ortaya çıkar, önce tür belirlenip, sonra eser yazılmaz. O halde biz de son yıllarda Müslüman yazarların ellerinden çıkan öykü, roman ve anlatı olmayan tahkiyeleri tür olarak 'hikaye' adı altında toplayabiliriz. Bu sayede hikaye asıl yerini bulmuş olur, biz de resmi ideolojinin kültürel baskısı nedeniyle uzağımıza ittiğimiz hikayeye karşı suçluluğumuzu da bu sayede gidermiş oluruz".
Söz konusu söyleşiyi yaptıktan birkaç gün sonra iki yeni kitap çıka geldi. Biri Hasan Aycın'ın "Bin Hüseyin – Nam-ı diğer Battalname"si, diğeri Sibel Eraslan'ın "Canfeda Hz. Fatıma"sı.
Beni 'hikayeye tekrar sahip çıkmalıyız' düşüncesine yönelten Hasan Aycın'ı ilk isim olarak zikretmeyişim tek telimeyle hatadır. Çünkü Aycın, Esrarname'nin ve Sahipkıran'ın sahibidir. Edebiyat ve toplumsal yarar dengesini zamanımızda en iyi gözeten, Müslümanların işlerine yaramayacak sözlere kendisini kapalı tutan bir yazardır.
Battalgazi dendikte kalbi hoplamayacak kaç kişi çıkar dersiniz? Osmanlı'nın bir çınar gibi Anadolu'da kök salma, dünyayı kaplama rüyasının eşiğidir Hüseyin Gazi'nin oğlu Battalgazi. Babalar için küffara diz çöktüren, anneler için tertemiz aşkın taşıyıcısıdır; çocuklar için ab-ı hayatı içmekle kalmamış, cihat için onu zaman zaman sahibinin emanetine de vermiş Div-zade Aşkar'ın sahibi, yağız delikanlısı, güçlü adamı, ihtiyar kurdudur.
Aycın'ın masalları dahil tüm metinlerinde dikkatle izlediğim şudur: Tek Parti devrinde neredeyse dinin yerini almaya başlamış, dolayısıyla bu etkiye bağlı olarak içeriği tahrip edilmiş, özü zedelenmiş hikayelerimizi tashih etmek suretiyle bizlere yeniden anlatmaktadır Aycın.
Battalgazinin gerçeğiyle buluşmak, onun hakikati hakiki olan hikayelerini öğrenmek istiyorsanız Aycın'ın dil sofrasına oturmak zorundasınız.
İkinci kitabın "Canfeda Hz. Fatıma" olduğunu söylemiştim. Eraslan'ın 'Hz. Asiye' kitabı üzerine yazdığım bir yazıda ('Canparçası Hz. Fatıma'yı da cennetin hanımları serisine karar vermeden önce yazdığına hükmederek) onu ilgili üçlemenin son kitabı olarak zikretmiştim. Eraslan gibi kelime avcısı bir yazar varsa karşınızda siz de yanılırsınız elbette.
Aslında bir avuçtur Hz. Fatıma'nın hikayesi. O peygamber kızı olmakla babasının Büyük Hikaye'sinin içinde göz kamaştıran renklerden bir renk olmaktan ibarettir. Şia Hz. Fatıma'nın hikayesini zenginleştirmek çabasını gütse de asıl Büyük Hikaye'nin bilinmesini önceleyen çoğunluk tarafından onun hikayesiyle ilgili detaylar Büyük Hikaye'nin içine hıfzedilmiştir.
Sibel Eraslan bu bir avuç hikayenin bereketiyle sadece Hz. Fatıma'nın hikayesini değil çeşitli milletlere ve geniş coğrafyalara yayılmış Ehl-i Beyt sevdalılarının da hikayesini yazmış adeta. Tıkritli Destigül Nine, el-Kurtubi, Belhli Tüccar Cüneyt Bey, Abbas, Kuşadalı Haşim, Necefli Hüsrev Ağa, Botanlı Ramazan Usta, Behzat, Mecnun, Nesibe... Hikayeleri, ona hürmet ederek söze başladıkları ve ona hürmeten sustukları için Hz. Fatıma'nın hikayesine bitişen bu insanlar Fuzuli'den minyatür üstadı Behzat'a, Veysel Karani'den el-Kurtubi'ye... kültürümüzün kilometre taşlarının hikayelerini de temsil etmişler içten içe.
Ezcümle: Bin Hüseyin ve Canfeda. Hikayeye yeniden sahip çıkalım derken asıl söylemek isteğimi daha gür bir sesle söyleyen iki yeni kitap.
Ben bu konuda yorulup sussam da onlar hep konuşacak.
Ömer Lekesiz
Yeni Şafak
14 Mart 2012
"Hikaye, edebi olma yükümlülüğü olmayan, varlığı kendisiyle kaim olan sözlü ve yazılı anlatıların genel adıdır. Öykü ise varlığını edebilik esasından alan, zorunlu olarak bunu gözeten, tahkiyesi ancak okunmakla anlaşılan, sözle nakledilemeyen, özetlenemeyen bir anlatımdır. '90 yıllarda yaptığım ve hep (şimdi de arkasında olduğum) bu kesin ayrımı, son yıllarda farklı bir bağlamda hikaye lehine yumuşatmak zorunda kaldım. Şöyle ki, öykü olmayan ancak kıssaların, rivayetlerin, mesellerin, menkıbelerin, masalların izlerini sürerek yazılmış güzel metinler yayınlanmaya başladı son yıllarda. Sibel Eraslan, Sadık Yalsızuçanlar ve Nazan Bekiroğlu bu metinlerin ilk ve değerli isimleri. Bunların ilgili çalışmaları öykü değil, anlatı hiç değil, roman ise kesinlikle değil... Hal böyle olunca tam bu noktada hikaye kavramına tekrar sahip çıkmamız gerektiğini düşündüm ve ilgili çalışmaların hikaye olarak tanımlanmasının makul olacağı sonucuna vardım. (...) Öykü kendi biricikliği, biçimi ve özüyle tür olarak oturmuş durumda. Hikaye ise yukarıda belirttiğim etkiyle biraz boynu bükük ve sahipsiz kalmıştır. Edebiyatta tür tanımı eserden sonra ortaya çıkar, önce tür belirlenip, sonra eser yazılmaz. O halde biz de son yıllarda Müslüman yazarların ellerinden çıkan öykü, roman ve anlatı olmayan tahkiyeleri tür olarak 'hikaye' adı altında toplayabiliriz. Bu sayede hikaye asıl yerini bulmuş olur, biz de resmi ideolojinin kültürel baskısı nedeniyle uzağımıza ittiğimiz hikayeye karşı suçluluğumuzu da bu sayede gidermiş oluruz".
Söz konusu söyleşiyi yaptıktan birkaç gün sonra iki yeni kitap çıka geldi. Biri Hasan Aycın'ın "Bin Hüseyin – Nam-ı diğer Battalname"si, diğeri Sibel Eraslan'ın "Canfeda Hz. Fatıma"sı.
Beni 'hikayeye tekrar sahip çıkmalıyız' düşüncesine yönelten Hasan Aycın'ı ilk isim olarak zikretmeyişim tek telimeyle hatadır. Çünkü Aycın, Esrarname'nin ve Sahipkıran'ın sahibidir. Edebiyat ve toplumsal yarar dengesini zamanımızda en iyi gözeten, Müslümanların işlerine yaramayacak sözlere kendisini kapalı tutan bir yazardır.
Battalgazi dendikte kalbi hoplamayacak kaç kişi çıkar dersiniz? Osmanlı'nın bir çınar gibi Anadolu'da kök salma, dünyayı kaplama rüyasının eşiğidir Hüseyin Gazi'nin oğlu Battalgazi. Babalar için küffara diz çöktüren, anneler için tertemiz aşkın taşıyıcısıdır; çocuklar için ab-ı hayatı içmekle kalmamış, cihat için onu zaman zaman sahibinin emanetine de vermiş Div-zade Aşkar'ın sahibi, yağız delikanlısı, güçlü adamı, ihtiyar kurdudur.
Aycın'ın masalları dahil tüm metinlerinde dikkatle izlediğim şudur: Tek Parti devrinde neredeyse dinin yerini almaya başlamış, dolayısıyla bu etkiye bağlı olarak içeriği tahrip edilmiş, özü zedelenmiş hikayelerimizi tashih etmek suretiyle bizlere yeniden anlatmaktadır Aycın.
Battalgazinin gerçeğiyle buluşmak, onun hakikati hakiki olan hikayelerini öğrenmek istiyorsanız Aycın'ın dil sofrasına oturmak zorundasınız.
İkinci kitabın "Canfeda Hz. Fatıma" olduğunu söylemiştim. Eraslan'ın 'Hz. Asiye' kitabı üzerine yazdığım bir yazıda ('Canparçası Hz. Fatıma'yı da cennetin hanımları serisine karar vermeden önce yazdığına hükmederek) onu ilgili üçlemenin son kitabı olarak zikretmiştim. Eraslan gibi kelime avcısı bir yazar varsa karşınızda siz de yanılırsınız elbette.
Aslında bir avuçtur Hz. Fatıma'nın hikayesi. O peygamber kızı olmakla babasının Büyük Hikaye'sinin içinde göz kamaştıran renklerden bir renk olmaktan ibarettir. Şia Hz. Fatıma'nın hikayesini zenginleştirmek çabasını gütse de asıl Büyük Hikaye'nin bilinmesini önceleyen çoğunluk tarafından onun hikayesiyle ilgili detaylar Büyük Hikaye'nin içine hıfzedilmiştir.
Sibel Eraslan bu bir avuç hikayenin bereketiyle sadece Hz. Fatıma'nın hikayesini değil çeşitli milletlere ve geniş coğrafyalara yayılmış Ehl-i Beyt sevdalılarının da hikayesini yazmış adeta. Tıkritli Destigül Nine, el-Kurtubi, Belhli Tüccar Cüneyt Bey, Abbas, Kuşadalı Haşim, Necefli Hüsrev Ağa, Botanlı Ramazan Usta, Behzat, Mecnun, Nesibe... Hikayeleri, ona hürmet ederek söze başladıkları ve ona hürmeten sustukları için Hz. Fatıma'nın hikayesine bitişen bu insanlar Fuzuli'den minyatür üstadı Behzat'a, Veysel Karani'den el-Kurtubi'ye... kültürümüzün kilometre taşlarının hikayelerini de temsil etmişler içten içe.
Ezcümle: Bin Hüseyin ve Canfeda. Hikayeye yeniden sahip çıkalım derken asıl söylemek isteğimi daha gür bir sesle söyleyen iki yeni kitap.
Ben bu konuda yorulup sussam da onlar hep konuşacak.
Ömer Lekesiz
Yeni Şafak
14 Mart 2012
'Yedi İklim’de Osman Serhat ve Ömer Seyfettin
Yedi İklim dergisi Mart 2012 tarihli 264. sayısıyla okurlarının karşısında.
Yedi İklim Şubat sayısını merhum Kadir Tanır’a ayırmıştı. Dergimiz okurlar tarafından büyük ilgi gördü. Özellikle Ankara ve Maraş’ta beklediğimizin üzerinde bir ilgiyle karşılaştık.
Mart sayımızda ise bir şairimize dosya hazırladık: Osman Serhat Erkekli. Osman Serhat dosyası, üzerinde durulmamış bir şairimizi bütün yönleriyle ortaya koyan doyurucu ve ilgi çekici bir dosya Dosyada, Zafer Acar’ın Osman Serhat’la yaptığı bir söyleşi var, kısacık. İnsan okuduğunda keşke daha uzun olsaydı diye içinden geçirmiyor değil. Dosyada Ali Haydar Haksal, Zafer Acar, Aykut Nasip Kelebek, Yeprem Türk, Abdullah İlhan, Erkan Kara ve Tuncer Uçarol’un yazılarını okumak mümkün.
Önümüzdeki sayılarımızda da şairlerimiz ve öykücülerimiz için hazırladığımız dosyalarla çıkmayı sürdüreceğiz okurların karşısına. Yakın zamanda Zeki Bulduk hakkında bir dosyayla çıkmayı düşünüyoruz okur karşısına.
Dosya nedeniyle bu sayımızda şiire ve öyküye önceki sayılarımızdaki kadar yer ayıramadık. Bu sayımızın şairleri, Şakir Kurtulmuş, Mustafa Ruhi Şirin, Nurettin Durman, Yeprem Türk, Ümit Zeynep Kayabaş, Bahtiyar Aslan ve Fatma Rânâ Çerçi. Dergimiz okurları öykücü yönleriyle tanıdığımız Aslan ve Çerçi’den ilk kez birer şiir okuyacaklar.
Öykülerini okuyabileceğiniz öykücülerimiz ise Selvigül Kandoğmuş Şahin ve Mustafa Oral.
Hasan Aycın, her zaman olduğu gibi, bir çizgi ile aramızda. Serap Ekizler’den de bir çizgi yayınlıyoruz bu sayımızda.
Bu sayımızın önemli bir yazısı da Osman Bayraktar’a ait. Bayraktar, öykücüler üzerine yazdığı yazılara Ömer Seyfettin öyküsüyle ilgili yazdığı yazıyı da ekliyor. Bayraktar’ın zamanla bu yazılarını, bir kitap bütünlüğünde değerlendirmesini temenni ediyoruz.
Recep Seyhan’ın Augsburg Notları’nın dokuzuncu bölümünü yayımlıyoruz. Bu yazılar toplamının da bir kitap bütünlüğüne doğru ilerlediğini görüyor ve seviniyoruz.
Yakın zamanda bütün şiirlerini bir araya toplayarak yayınlayan Cumali Ünaldı Hasannebioğlu’ndan da bir güzel yazı okuyabilecek okurlar. Yusuf Tosun, Selvigül Kandoğmuş Şahin’in son kitabı Hızırla Yolculuk üzerine yazdı.
Dergimizin bu sayısının fiyatını da 7 lira olarak belirledik. Kampanyamızı yeniden yineleyelim: Yedi İklim’e bir yıl (12 sayı) abone olan okurlarımıza, eski sayılarımızdan 24 adedi aboneliklerinin ilk ayıyla birlikte –kargo ücretini karşılamaları karşılığında- ücretsiz olarak gönderilecektir. Derginin yıllık abone bedeli 75 liradır.
Hayırlı okumalar.
İrtibat:
0 216 352 49 77
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com
www.yedi-iklim.com
Yedi İklim Şubat sayısını merhum Kadir Tanır’a ayırmıştı. Dergimiz okurlar tarafından büyük ilgi gördü. Özellikle Ankara ve Maraş’ta beklediğimizin üzerinde bir ilgiyle karşılaştık.
Mart sayımızda ise bir şairimize dosya hazırladık: Osman Serhat Erkekli. Osman Serhat dosyası, üzerinde durulmamış bir şairimizi bütün yönleriyle ortaya koyan doyurucu ve ilgi çekici bir dosya Dosyada, Zafer Acar’ın Osman Serhat’la yaptığı bir söyleşi var, kısacık. İnsan okuduğunda keşke daha uzun olsaydı diye içinden geçirmiyor değil. Dosyada Ali Haydar Haksal, Zafer Acar, Aykut Nasip Kelebek, Yeprem Türk, Abdullah İlhan, Erkan Kara ve Tuncer Uçarol’un yazılarını okumak mümkün.
Önümüzdeki sayılarımızda da şairlerimiz ve öykücülerimiz için hazırladığımız dosyalarla çıkmayı sürdüreceğiz okurların karşısına. Yakın zamanda Zeki Bulduk hakkında bir dosyayla çıkmayı düşünüyoruz okur karşısına.
Dosya nedeniyle bu sayımızda şiire ve öyküye önceki sayılarımızdaki kadar yer ayıramadık. Bu sayımızın şairleri, Şakir Kurtulmuş, Mustafa Ruhi Şirin, Nurettin Durman, Yeprem Türk, Ümit Zeynep Kayabaş, Bahtiyar Aslan ve Fatma Rânâ Çerçi. Dergimiz okurları öykücü yönleriyle tanıdığımız Aslan ve Çerçi’den ilk kez birer şiir okuyacaklar.
Öykülerini okuyabileceğiniz öykücülerimiz ise Selvigül Kandoğmuş Şahin ve Mustafa Oral.
Hasan Aycın, her zaman olduğu gibi, bir çizgi ile aramızda. Serap Ekizler’den de bir çizgi yayınlıyoruz bu sayımızda.
Bu sayımızın önemli bir yazısı da Osman Bayraktar’a ait. Bayraktar, öykücüler üzerine yazdığı yazılara Ömer Seyfettin öyküsüyle ilgili yazdığı yazıyı da ekliyor. Bayraktar’ın zamanla bu yazılarını, bir kitap bütünlüğünde değerlendirmesini temenni ediyoruz.
Recep Seyhan’ın Augsburg Notları’nın dokuzuncu bölümünü yayımlıyoruz. Bu yazılar toplamının da bir kitap bütünlüğüne doğru ilerlediğini görüyor ve seviniyoruz.
Yakın zamanda bütün şiirlerini bir araya toplayarak yayınlayan Cumali Ünaldı Hasannebioğlu’ndan da bir güzel yazı okuyabilecek okurlar. Yusuf Tosun, Selvigül Kandoğmuş Şahin’in son kitabı Hızırla Yolculuk üzerine yazdı.
Dergimizin bu sayısının fiyatını da 7 lira olarak belirledik. Kampanyamızı yeniden yineleyelim: Yedi İklim’e bir yıl (12 sayı) abone olan okurlarımıza, eski sayılarımızdan 24 adedi aboneliklerinin ilk ayıyla birlikte –kargo ücretini karşılamaları karşılığında- ücretsiz olarak gönderilecektir. Derginin yıllık abone bedeli 75 liradır.
Hayırlı okumalar.
İrtibat:
0 216 352 49 77
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com
www.yedi-iklim.com
'Temrin' dergisi
Mart 2012
Ülke insanı, çeyrek asırdır sürekli ve hızlı bir değişim sürecinden geçiyor. Son on senedir bu süreç, zihinsel bir değişime evrilmeye başladı. Dünyadaki değişimin bu evrilmede büyük etkisi var. Mevlana’nın pergel metaforu bu değişimde önemli bir yer tutuyor. Bir ayağımız dünyayı gezerken diğer ayağımız sabit bir yerde durmalı. Çünkü pergelin iki ayağı birden hareket ederse, ortaya şekil çıkmaz. Gezen ayak, evrensel değerlerdir, sabit ayak ise kendi değerlerimizdir. Bu aynı zamanda şu anlama geliyor: Kendimiz kalarak değişmek… Bu zihinsel değişimin dergiciliğe yansımaları henüz belli ve sınırlı bir düzeyde oluyor. Dünyadaki ve ülkemizdeki değişimi edebiyat dergilerinin büyük çoğunluğunun okuyamadığını söylememiz gerekiyor. Dergiler ne yapıyorlar veya dergilerin ne yapması bekleniyor? Demek istediğimiz şu: Yarım asır önce çıkan dergilerin konseptleri ile günümüzde çıkan birçok dergi bulmak mümkün… Ya ayakları yere basmıyor ya da elindekileri iki kapak arasına sıkıştırıyorlar. Yeni çıkan bir derginin büyük laflar yaparak çıkması, bu geleneğin bir tezahürüdür. Oysa edebiyat mezarlığı, bu tür büyük laflarla çıkan körpe dergilerle doludur. Onların mezar taşlarına bakınca insanın Yunus gibi “yanar içim göynür özüm” diyesi geliyor. Eldekileri iki kapak arasına sıkıştırıp okura servis yapmanın zamanı da geçti; en azından bu anlayış taşra dergiciliğinde kaldı. Dergilerin en büyük çıkmazlarından biri de bir ekip yetiştirememesi… Ekip yetiştirmek için ekiple hareket etmek gerekir. Çoğunluğu “hanedan dergisi” olan böyle bir ortamda nasıl ekip yetişsin? Ayrıca bu ekibi kim yetiştirecek? Herkes kendisi gol atmak istiyor. Defansı önemseyen yok. Teknik direktörlük zaten hak getire… “El âlemin avutamadığını ben mi avutacağım, oturur iki satır bir şey yazarım.” zihniyeti hâkim… Bir dergi birkaç sayıda bir dosya yapmıyorsa, yılda bir özel sayı yayınlamıyorsa, yeni kalemlere sayfalarını açmıyorsa sadece ahbap çavuş ilişkisiyle gurur duyabilir. Günümüz dergiciliğinin ve edebiyatının, edebiyat kanonlarına hiç ama hiç ihtiyacı yok. Temrin, bütün bu olan bitenlerin dışında kalmasını bildiği için önemseniyor. Bu sayıdaki isimler ve oylumlu yazılar bunun bir göstergesidir. Cemre toprağa da düştü. Gayri ısınma vakti. Elinizdeki sayının yazıları bu görevi hakkıyla yerine getirecek. Hele şiirler! Onlar bahar esintisini ruhlarınızda bütün varlığıyla hissettirecekler.
Ülke insanı, çeyrek asırdır sürekli ve hızlı bir değişim sürecinden geçiyor. Son on senedir bu süreç, zihinsel bir değişime evrilmeye başladı. Dünyadaki değişimin bu evrilmede büyük etkisi var. Mevlana’nın pergel metaforu bu değişimde önemli bir yer tutuyor. Bir ayağımız dünyayı gezerken diğer ayağımız sabit bir yerde durmalı. Çünkü pergelin iki ayağı birden hareket ederse, ortaya şekil çıkmaz. Gezen ayak, evrensel değerlerdir, sabit ayak ise kendi değerlerimizdir. Bu aynı zamanda şu anlama geliyor: Kendimiz kalarak değişmek… Bu zihinsel değişimin dergiciliğe yansımaları henüz belli ve sınırlı bir düzeyde oluyor. Dünyadaki ve ülkemizdeki değişimi edebiyat dergilerinin büyük çoğunluğunun okuyamadığını söylememiz gerekiyor. Dergiler ne yapıyorlar veya dergilerin ne yapması bekleniyor? Demek istediğimiz şu: Yarım asır önce çıkan dergilerin konseptleri ile günümüzde çıkan birçok dergi bulmak mümkün… Ya ayakları yere basmıyor ya da elindekileri iki kapak arasına sıkıştırıyorlar. Yeni çıkan bir derginin büyük laflar yaparak çıkması, bu geleneğin bir tezahürüdür. Oysa edebiyat mezarlığı, bu tür büyük laflarla çıkan körpe dergilerle doludur. Onların mezar taşlarına bakınca insanın Yunus gibi “yanar içim göynür özüm” diyesi geliyor. Eldekileri iki kapak arasına sıkıştırıp okura servis yapmanın zamanı da geçti; en azından bu anlayış taşra dergiciliğinde kaldı. Dergilerin en büyük çıkmazlarından biri de bir ekip yetiştirememesi… Ekip yetiştirmek için ekiple hareket etmek gerekir. Çoğunluğu “hanedan dergisi” olan böyle bir ortamda nasıl ekip yetişsin? Ayrıca bu ekibi kim yetiştirecek? Herkes kendisi gol atmak istiyor. Defansı önemseyen yok. Teknik direktörlük zaten hak getire… “El âlemin avutamadığını ben mi avutacağım, oturur iki satır bir şey yazarım.” zihniyeti hâkim… Bir dergi birkaç sayıda bir dosya yapmıyorsa, yılda bir özel sayı yayınlamıyorsa, yeni kalemlere sayfalarını açmıyorsa sadece ahbap çavuş ilişkisiyle gurur duyabilir. Günümüz dergiciliğinin ve edebiyatının, edebiyat kanonlarına hiç ama hiç ihtiyacı yok. Temrin, bütün bu olan bitenlerin dışında kalmasını bildiği için önemseniyor. Bu sayıdaki isimler ve oylumlu yazılar bunun bir göstergesidir. Cemre toprağa da düştü. Gayri ısınma vakti. Elinizdeki sayının yazıları bu görevi hakkıyla yerine getirecek. Hele şiirler! Onlar bahar esintisini ruhlarınızda bütün varlığıyla hissettirecekler.
2012-03-10
Yayın Dünyasının Gözbebekleri-1
Uzun zamandır bu köşemi ihmal ettim, evvela okurlarımın kusura bakmamalarını rica ediyorum. İnşallah bu köşemde daha sık yazmaya riayet edeceğim. Kütüphanemize kazandırılan her dergi, kitap artık yayın dünyamızın göz bebeğidir. Bu yazımda, yayın dünyamıza yeni katılan, daha önceden katılıp yolunda doludizgin devam eden birkaç dergiyi tanıtacağım.
Evvela komşu ilden olması sebebiyle, Bizim Külliye dergisinden başlamak istiyorum. Editörlüğünü emekli edebiyat öğretmeni Nazım Payam beyin yaptığı dergi, Elazığ’da çıkıyor. “Sesimiz Dağlarda Kaldı” başlıklı yazısıyla derginin açılışını yapan Payam, çetin kış şartlarında dergiyi okurlarına göndermeyi başardı. Dergi, “Mitoloji ve Edebiyat” ekseninde çevrelenmiş. Bu konuda birkaç yazıya dikkat çekmek istiyorum. Prof. Dr. Nurullah Çetin, “Mitoloji, Karanlıktan Aydınlığa Kaçış Özlemidir” başlıklı yazısını kaleme almış. Yakın zamanda Ötüken Yayınlarından çıkan “Türk Edebiyatında Fantastiğin Kökenleri” isimli kitabın yazarı Gönül Yonar ile söyleşi yapılmış. Fantastikten bahsolmuşken aklıma Hayat Yayınlarından çıkan Özlem Baş’ın kaleme aldığı “Meleklerin Fısıltısı” isimli fantastik roman geliyor. Sayfaları çevirmeye devam ediyorum. 2012 yılında ikinci baskısı yapılan “Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri” isimli kitabın yazarı Cevat Akkanat’ın kitabından esinlenerek kaleme aldığını düşündüğüm “İkinci Yeni Şiirinde Batı Mitolojisi” isimlisi yazısını görüyorum. Dolu dolu 51. sayısıyla okurla buluşan Bizim Külliye dergisini temin etmek isteyenler, bkulliye@yahoo.com adresine e-posta gönderebilirler. Ayrıca dergiyi bilgisayar ortamında okumak ve kaydetmek isteyenler, www.bizimkulliye.com adresini ziyaret edebilirler.
Sürekli olarak dergi mezarlığından dert yanarken zaman zaman çıkan dergiler de bizi sevindirmiyor değil. Elbette bu kulvarda herkesin söyleyeceği bir sözü var. Kimi daha geniş çapta söylüyor, tüm Türkiye’ye belki de dünyaya ulaşıyor. Kimiyse sadece kendi illerinde seslerini duyurmayı yeğliyor. Tabii yerel dergilerin de kendi kültürlerini ve yaşamlarını ölümsüzleştirmek ve gelecek kuşaklara aktarmaları açısından varlığını önemsiyorum. Bu düşüncelerin arasından sıyrılarak yeni bir edebiyat ve sinema dergisine merhaba diyoruz. İzmir’de birkaç genç öğrencinin heyecanla çıkmasını beklediği ve gecelerini gündüzlerine katarak büyük bir özveri ile çalışmalarının sonucunda “Âyîne Edebiyat ve Sinema Dergisi” okurla buluştu. Âyîne… Kişinin kendinin yansımasını göreceği bir dergi olsa gerek. Âyîne kelimesi her ne kadar ayna kelimesini çağrıştırsa da yazdığım metinlerde emin olmak için sözlüğe bakma gereği hissettim. Hemen Türk Dil Kurumunun sitesinde Güncel Türkçe Sözlüğe baktım, ama sözcük Farsça kökenli olduğundan ve günümüzde pek kullanmadığımızdan sözlükte bulamadım. Hemen yanı başımda duran “Osmanlı Türkçe Sözlüğü”ne baktım. Mehmet Kanar’ın hazırladığı bu sözlükte cevabını “ayna” olarak buldum. Bu yazımda yayın dünyasının göz bebeklerinden sıkça bahsedeceğim bunlar hem kitap olacak hem de dergi.
Âyîne dergisinin bütün yükünü Sümeyye Karadoru ve Yusuf Ay arkadaşlarımız çekiyor. Derginin çıkış amacı şu sözde yatıyor aslında: “Küreselleştikçe yalnızlaştığımız şu çağda, birbirinden habersiz fakat ıstırabda ortak ne çok şahıs var. Farklı şehirlerde, farklı üniversitelerde, kendi küçük ortamlarında ‘bir şeyler yapmalıyız, bir şeyler üretmeliyiz; ama nasıl?’ çıkmazında kalan nice genç… Dergimiz ‘Küresel yalnızlığa bir mola’ diyerek birbirinden habersiz lakin aynı hisleri/düşünceleri taşıyan gençleri ortak bir platformda buluşturmayı ve bunu güzel bir kardeşlik çerçevesinde yapmayı planlıyor.”
Âyîne Edebiyat ve Sinema Dergisi, edebiyata ve sinemaya dair sözü olan herkese kapısını açıyor. Nisan ayında gösterime giren “Fetih 1453 Kıyamet” filmine ilgi büyüktü. Her ne kadar tarihi hatalar yapılmış olsa da filmin büyük bir emek mahsulü olduğu açıktır. Elbette eksiklikleri görerek yeni yapılacak olan çalışmalarda bunlar dikkate alınmalıdır. Kendi tarihimizi, kültürümüzü işitsel, görsel ve duyusal her şekilde gelecek nesle aktarmak için gayret etmek kaçınılmazdır. Bu bağlamda sinema dergilerinin güzel ve faydalı projeler dile getireceğini diliyorum. Âyîne dergisi hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler, sosyal paylaşım sitesindeki www.facebook.com/ayinedergisi sayfasını ziyaret edebilirler.
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister mecusi,
ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...”
Bu dizeleri söyleyen engin hoşgörü sahibi Mevlana Celaleddin Rumî’nin uzun süre yaşadığı Konya’da birkaç üniversiteli arkadaşımızın gayretleriyle çıkan Habis dergisine dikkat çekmek istiyorum. Öyküleriyle tanıdığımız Murat Çelik’in gayretiyle çıkan Habis dergisi şiirleriyle, öykü ve denemeleriyle okura sunulmuş. Gayet mütevazı bir şekilde yayın dünyasında ilerleyen Habis dergisi iki ayda bir çıkıyor. Yedinci sayısıyla sınırlı yerlerde dağıtımda… Dergi hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler, sosyal paylaşım sitesindeki www.facebook.com/habissibah sayfasını ziyaret edebilirler.
Diğer yazımda yayın dünyasının göz bebeklerinden bahsetmeye devam edeceğim. Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın. Selamlar...
Erol Afşin
Evvela komşu ilden olması sebebiyle, Bizim Külliye dergisinden başlamak istiyorum. Editörlüğünü emekli edebiyat öğretmeni Nazım Payam beyin yaptığı dergi, Elazığ’da çıkıyor. “Sesimiz Dağlarda Kaldı” başlıklı yazısıyla derginin açılışını yapan Payam, çetin kış şartlarında dergiyi okurlarına göndermeyi başardı. Dergi, “Mitoloji ve Edebiyat” ekseninde çevrelenmiş. Bu konuda birkaç yazıya dikkat çekmek istiyorum. Prof. Dr. Nurullah Çetin, “Mitoloji, Karanlıktan Aydınlığa Kaçış Özlemidir” başlıklı yazısını kaleme almış. Yakın zamanda Ötüken Yayınlarından çıkan “Türk Edebiyatında Fantastiğin Kökenleri” isimli kitabın yazarı Gönül Yonar ile söyleşi yapılmış. Fantastikten bahsolmuşken aklıma Hayat Yayınlarından çıkan Özlem Baş’ın kaleme aldığı “Meleklerin Fısıltısı” isimli fantastik roman geliyor. Sayfaları çevirmeye devam ediyorum. 2012 yılında ikinci baskısı yapılan “Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri” isimli kitabın yazarı Cevat Akkanat’ın kitabından esinlenerek kaleme aldığını düşündüğüm “İkinci Yeni Şiirinde Batı Mitolojisi” isimlisi yazısını görüyorum. Dolu dolu 51. sayısıyla okurla buluşan Bizim Külliye dergisini temin etmek isteyenler, bkulliye@yahoo.com adresine e-posta gönderebilirler. Ayrıca dergiyi bilgisayar ortamında okumak ve kaydetmek isteyenler, www.bizimkulliye.com adresini ziyaret edebilirler.
Sürekli olarak dergi mezarlığından dert yanarken zaman zaman çıkan dergiler de bizi sevindirmiyor değil. Elbette bu kulvarda herkesin söyleyeceği bir sözü var. Kimi daha geniş çapta söylüyor, tüm Türkiye’ye belki de dünyaya ulaşıyor. Kimiyse sadece kendi illerinde seslerini duyurmayı yeğliyor. Tabii yerel dergilerin de kendi kültürlerini ve yaşamlarını ölümsüzleştirmek ve gelecek kuşaklara aktarmaları açısından varlığını önemsiyorum. Bu düşüncelerin arasından sıyrılarak yeni bir edebiyat ve sinema dergisine merhaba diyoruz. İzmir’de birkaç genç öğrencinin heyecanla çıkmasını beklediği ve gecelerini gündüzlerine katarak büyük bir özveri ile çalışmalarının sonucunda “Âyîne Edebiyat ve Sinema Dergisi” okurla buluştu. Âyîne… Kişinin kendinin yansımasını göreceği bir dergi olsa gerek. Âyîne kelimesi her ne kadar ayna kelimesini çağrıştırsa da yazdığım metinlerde emin olmak için sözlüğe bakma gereği hissettim. Hemen Türk Dil Kurumunun sitesinde Güncel Türkçe Sözlüğe baktım, ama sözcük Farsça kökenli olduğundan ve günümüzde pek kullanmadığımızdan sözlükte bulamadım. Hemen yanı başımda duran “Osmanlı Türkçe Sözlüğü”ne baktım. Mehmet Kanar’ın hazırladığı bu sözlükte cevabını “ayna” olarak buldum. Bu yazımda yayın dünyasının göz bebeklerinden sıkça bahsedeceğim bunlar hem kitap olacak hem de dergi.
Âyîne dergisinin bütün yükünü Sümeyye Karadoru ve Yusuf Ay arkadaşlarımız çekiyor. Derginin çıkış amacı şu sözde yatıyor aslında: “Küreselleştikçe yalnızlaştığımız şu çağda, birbirinden habersiz fakat ıstırabda ortak ne çok şahıs var. Farklı şehirlerde, farklı üniversitelerde, kendi küçük ortamlarında ‘bir şeyler yapmalıyız, bir şeyler üretmeliyiz; ama nasıl?’ çıkmazında kalan nice genç… Dergimiz ‘Küresel yalnızlığa bir mola’ diyerek birbirinden habersiz lakin aynı hisleri/düşünceleri taşıyan gençleri ortak bir platformda buluşturmayı ve bunu güzel bir kardeşlik çerçevesinde yapmayı planlıyor.”
Âyîne Edebiyat ve Sinema Dergisi, edebiyata ve sinemaya dair sözü olan herkese kapısını açıyor. Nisan ayında gösterime giren “Fetih 1453 Kıyamet” filmine ilgi büyüktü. Her ne kadar tarihi hatalar yapılmış olsa da filmin büyük bir emek mahsulü olduğu açıktır. Elbette eksiklikleri görerek yeni yapılacak olan çalışmalarda bunlar dikkate alınmalıdır. Kendi tarihimizi, kültürümüzü işitsel, görsel ve duyusal her şekilde gelecek nesle aktarmak için gayret etmek kaçınılmazdır. Bu bağlamda sinema dergilerinin güzel ve faydalı projeler dile getireceğini diliyorum. Âyîne dergisi hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler, sosyal paylaşım sitesindeki www.facebook.com/ayinedergisi sayfasını ziyaret edebilirler.
“Gel, gel, ne olursan ol yine gel,
ister kafir, ister mecusi,
ister puta tapan ol yine gel,
bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir,
yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...”
Bu dizeleri söyleyen engin hoşgörü sahibi Mevlana Celaleddin Rumî’nin uzun süre yaşadığı Konya’da birkaç üniversiteli arkadaşımızın gayretleriyle çıkan Habis dergisine dikkat çekmek istiyorum. Öyküleriyle tanıdığımız Murat Çelik’in gayretiyle çıkan Habis dergisi şiirleriyle, öykü ve denemeleriyle okura sunulmuş. Gayet mütevazı bir şekilde yayın dünyasında ilerleyen Habis dergisi iki ayda bir çıkıyor. Yedinci sayısıyla sınırlı yerlerde dağıtımda… Dergi hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler, sosyal paylaşım sitesindeki www.facebook.com/habissibah sayfasını ziyaret edebilirler.
Diğer yazımda yayın dünyasının göz bebeklerinden bahsetmeye devam edeceğim. Yüzünüzden tebessüm eksik olmasın. Selamlar...
Erol Afşin
2012-03-09
Şiir yıllığı hediyeli 'Edebiyat Ortamı'
Bu sayımızı diğer sayılarımızdan ayıran iki farklılık var. Birincisi, derginin eki olarak 2012 Şiir Yıllığı’nın üçüncüsünü veriyoruz. İkinci farklılık ise, iç tasarım. Derginin iç tasarımını yeniledik. Umarız okurlarımızın da beğenisini kazanır
Diğer bir husus ise, dergimizin yayınındaki süreklilik. Bu sayıyla birlikte 5. yıla girmiş oluyoruz. Çok bir süre değil belki ama az da değil. Üstelik sadece dergi yayımlamakla da kalmadık. Geçen 4 yıllık süreçte Türk edebiyatına kendimizce katkılar sağlamaya çalıştık. Nelerdi bunlar:
- 24 sayılık dergi yayını, bir gün bile aksatılmadan yürütüldü.
- Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı hayata geçirildi ve her yılın 1 Mart'ında derginin okurlarına ek olarak verildi.
- Türk edebiyat tarihinde bir ilk olan Edebiyat Ortamı Öykü Yıllığı hazırlandı ve derginin eki olarak verildi.
- Şiir Ödülü tesis edildi ve üç yıldır aksatılmadan sürdürüldü. Genç yetenekler edebiyat dünyasına takdim edildi.
Şimdi de yayıncılığa başlıyoruz.
2012 yılında Edebiyat Ortamı Yayınları olarak her iki ayda bir, bir kitap yayınlamayı hedefliyoruz. İlk iki kitap yayın aşamasında. Mustafa Aydoğan'ın ilk üç şiir kitabının bir arada yer aldığı "Az Önce" ve son şiirlerinin yer aldığı "Bugün Konuştuklarımız".
Bütün bunların dört yıllık bir süreye sığdırılmış olması ciddi bir emek gerektiriyor. Sadece emek de değil, ciddi bir düşünce yapısı da gerektiriyor. Üstelik, bütün bu çabalar genellikle sessizlikle karşılanıyor. Bizim ortamlarda bir şeyin yokluğundan bahsedilir ve şikayetten geçilmez ama o şey gerçekleştirildiğinde genellikle ya sessizlikle karşılanır ya da orasından burasından çekiştirilerek hesaplaşılır. Küçük küçük intikamlar alınır. Bu biraz şuna benziyor: Kudüs için ağlar sızlar ama bir kere bile Kudüs’e gitme gereği duymaz ve yanındaki Kudüs dolu kalpleri kırmaktan, onunla cedelleşmekten zevk alan bir anlayışı vardır. Türkiye’de ilk defa bir öykü yıllığı yayımlanır ama öykü dergilerinin bundan haberi olmaz. Öykü dergilerini inceleyen herkes görür bunu. Şimdi bu tavrı neresinden eleştireceksiniz? Şiir yıllığı çıkmıştır, şiir dergilerinin bundan haberi olmaz. Şiir dergilerini inceleyen herkes görebilir bunu. Velhasıl, garip, tuhaf bir Türkiye. Ama şu soru cevapsız kalır: Sizin ‘gündem’ dediğiniz şey nedir peki? Olan bitene sessiz kalmak mı?
Türkiye’de edebiyat “klan” duygusuyla hareket ediyor, eder, etmiştir. Seksen yıldır değişen bir şey yok.
*
Ortadoğu kan gölü. Önce devrim sonra didişme. Allah insanlığa merhamet etsin.
*
İyi okumalar.
M.A.
'İktibas' dergisi
Akif Emre İktibas dergisinin mart sayısında, İslamî sol olarak nitelenen eklektik söylemler, Uludere hadisesi, MİT krizi gibi birçok konuda görüşlerini anlattı.
İktibas dergisi, mart sayısı ile okurlarının karşısına çıktı. 399. sayısı ile yeniden merhaba diyen İktibas bu ay yine zengin içeriği ile dikkat çekiyor.
Akif Emre röportajı
Derginin önemli kalemlerinden Şükrü Hüseyinoğlu, bu ay önemli bir röportaja imza atıyor. Hüseyinoğlu, İslamcı camianın yakından tanıdığı gazeteci-yazar Akif Emre ile konuşuyor. Akif Emre, 28 Şubat süreciyle başlayan ve ardından AKP’nin iktidarıyla birlikte önü alınamaz bir hal alan zihinsel dönüşümler, AKP üzerinden sisteme eklemlenme süreci, İslamî değer yargısı ve iddiaların giderek yerini liberal söylemlere terk etmesi, kapitalistleşme eğilimlerine tepki olarak ortaya çıkan ve ‘İslamî sol’ olarak nitelenen eklektik söylemler, Uludere hadisesi, MİT krizi, ‘Arap Baharı’ olarak nitelenen bölgemizdeki hızlı değişimler, Suriye’de yaşananlar, İran’ın Suriye konusundaki tutumu gibi birçok konuda görüşlerini açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor.
İktibas’ın YORUM bölümünde, büyük bir hızla dönüşen Türkiye ve dünya gündemi ‘Sistem-içi Mücadele Sürecinde Pozisyon Kaymaları ve Krizler’ başlığı altında tartışılıyor. MİT-PKK görüşmelerinin planlı olarak kamuoyuna sızdırılması ile başlayan süreç, liberal sol ile hükümet arasındaki gerilim, cemaat-AKP arasındaki çatışma, ılımlı-laiklik zemininde inşa edilmeye çalışılan yeni Türkiye modeli bu bölümde detaylı olarak yorumlanıyor.
Göğsün açılması/ferahlatılması anlamına gelen Şerh-ı Sadr teriminin tanıtıldığı KAVRAM bölümünün ardından Atasoy Müftüoğlu’nun ‘Tarihsel Zamanları Etkilemek’ başlıklı yazısı geliyor.
Atasoy Müftüoğlu yeni yazısında; “Bizler Müslümanlar olarak, hayatımız boyunca yüklendiğimiz sorumluluklarla, ürettiğimiz içerik ve eylemlerle tarihi belirleriz. Allah’ın (c.c.) iradesini tarihe yansıtacak bir bilinci, bir duyarlılığı, ahlakı, çabayı, mücadeleyi, eylemi, içtenlikle, kararlılıkla, cesaretle sürdürmediğimiz takdirde, İslamî ilgilerimizin, ibadetlerimizin bir değer taşımayacağını bilmeliyiz.” vurgusunu yapıyor.
Şubat ayına damgasını vuran ‘Dindar gençlik’ tartışmasına Mehmed Durmuş da bu ayki yazısı ile katılıyor. Durmuş, yaşanan tartışmaların meselenin önemini gösterdiğini belirterek, “Bu önemin ne olduğu?”; “Başbakan ne istiyordu, karşıtlar ne tepki verdiler?”, “Devlet dindar nesil yetiştirebilir mi?”; “Hangi ‘din’ (hangi İslam) esas alınarak dindar nesil yetiştirilecekti?”; “Müslümanlar olarak bizlerin bu meseledeki tavrımız ne, tarafımız neresi olmalı?” sorularına net yanıtlar veriyor…
İktibas’ın Mart sayısında ayrıca ‘Küreselleşmenin Geleceğinde Dinin Etkisi’ başlıklı yazısı ile Abdullah Metin, ‘Değişim Algısının Değişimi’ ile Mustafa Bozacıoğlu, ‘Çağın İlerisinde ve Gerisinde Olmak ya da Hakka Yakın Durmak’ ile Bünyamin Zeran, ‘Dışarıda Kalarak İçinde Yaşamak’ ile Talat Özhan, ‘Müslüman Olarak Yaşlanmak’ ile Hikmet Ertürk, ‘Ahlak(sız) Müslümanlık mı?’ ile Elmas Şahin dergide bulunan diğer yazılar. Sanat Edebiyat’ta ise Mehmet Mortaş ve M. Akif Şahin’in denemeleri ile Dilek Buz imzalı öykü dikkat çekiyor.
Üsame Varol
İktibas dergisi, mart sayısı ile okurlarının karşısına çıktı. 399. sayısı ile yeniden merhaba diyen İktibas bu ay yine zengin içeriği ile dikkat çekiyor.
Akif Emre röportajı
Derginin önemli kalemlerinden Şükrü Hüseyinoğlu, bu ay önemli bir röportaja imza atıyor. Hüseyinoğlu, İslamcı camianın yakından tanıdığı gazeteci-yazar Akif Emre ile konuşuyor. Akif Emre, 28 Şubat süreciyle başlayan ve ardından AKP’nin iktidarıyla birlikte önü alınamaz bir hal alan zihinsel dönüşümler, AKP üzerinden sisteme eklemlenme süreci, İslamî değer yargısı ve iddiaların giderek yerini liberal söylemlere terk etmesi, kapitalistleşme eğilimlerine tepki olarak ortaya çıkan ve ‘İslamî sol’ olarak nitelenen eklektik söylemler, Uludere hadisesi, MİT krizi, ‘Arap Baharı’ olarak nitelenen bölgemizdeki hızlı değişimler, Suriye’de yaşananlar, İran’ın Suriye konusundaki tutumu gibi birçok konuda görüşlerini açık ve net bir biçimde ortaya koyuyor.
İktibas’ın YORUM bölümünde, büyük bir hızla dönüşen Türkiye ve dünya gündemi ‘Sistem-içi Mücadele Sürecinde Pozisyon Kaymaları ve Krizler’ başlığı altında tartışılıyor. MİT-PKK görüşmelerinin planlı olarak kamuoyuna sızdırılması ile başlayan süreç, liberal sol ile hükümet arasındaki gerilim, cemaat-AKP arasındaki çatışma, ılımlı-laiklik zemininde inşa edilmeye çalışılan yeni Türkiye modeli bu bölümde detaylı olarak yorumlanıyor.
Göğsün açılması/ferahlatılması anlamına gelen Şerh-ı Sadr teriminin tanıtıldığı KAVRAM bölümünün ardından Atasoy Müftüoğlu’nun ‘Tarihsel Zamanları Etkilemek’ başlıklı yazısı geliyor.
Atasoy Müftüoğlu yeni yazısında; “Bizler Müslümanlar olarak, hayatımız boyunca yüklendiğimiz sorumluluklarla, ürettiğimiz içerik ve eylemlerle tarihi belirleriz. Allah’ın (c.c.) iradesini tarihe yansıtacak bir bilinci, bir duyarlılığı, ahlakı, çabayı, mücadeleyi, eylemi, içtenlikle, kararlılıkla, cesaretle sürdürmediğimiz takdirde, İslamî ilgilerimizin, ibadetlerimizin bir değer taşımayacağını bilmeliyiz.” vurgusunu yapıyor.
Şubat ayına damgasını vuran ‘Dindar gençlik’ tartışmasına Mehmed Durmuş da bu ayki yazısı ile katılıyor. Durmuş, yaşanan tartışmaların meselenin önemini gösterdiğini belirterek, “Bu önemin ne olduğu?”; “Başbakan ne istiyordu, karşıtlar ne tepki verdiler?”, “Devlet dindar nesil yetiştirebilir mi?”; “Hangi ‘din’ (hangi İslam) esas alınarak dindar nesil yetiştirilecekti?”; “Müslümanlar olarak bizlerin bu meseledeki tavrımız ne, tarafımız neresi olmalı?” sorularına net yanıtlar veriyor…
İktibas’ın Mart sayısında ayrıca ‘Küreselleşmenin Geleceğinde Dinin Etkisi’ başlıklı yazısı ile Abdullah Metin, ‘Değişim Algısının Değişimi’ ile Mustafa Bozacıoğlu, ‘Çağın İlerisinde ve Gerisinde Olmak ya da Hakka Yakın Durmak’ ile Bünyamin Zeran, ‘Dışarıda Kalarak İçinde Yaşamak’ ile Talat Özhan, ‘Müslüman Olarak Yaşlanmak’ ile Hikmet Ertürk, ‘Ahlak(sız) Müslümanlık mı?’ ile Elmas Şahin dergide bulunan diğer yazılar. Sanat Edebiyat’ta ise Mehmet Mortaş ve M. Akif Şahin’in denemeleri ile Dilek Buz imzalı öykü dikkat çekiyor.
Üsame Varol
265. 'Dergâh'
Mart 2012
Süleyman Unutmaz, Abdulhâlik Aker, Hakan Özçelik, Selçuk Küpçük, Serdar Arslan, İbrahim Yolalan, Mustafa Ayyıldız ve Kübra Nur Duran bu sayının şairleri. Suavi Kemal Yazgıç, Atilla Mülayim, Vecdi Demir ‘derkenar’ sütunlarında yazdı. Bu sayının tek hikâyesi Duygu Küçüker’in. Yavuz Altınışık, Selman Bayer’in Okur Kitaplığı tarafından yayınlanan ilk romanı “Kendi İçine Düşenler Ansiklopedisi” üzerine yazdı. Mehmet Kahraman, her kitabı dikkat çeken hikâyeci Abdullah Harmancı’nın son eserini tanıtıyor. Nihal Yıldırım, ülkemiz edebiyat öğrenimine üniversite düzeyinde bir hoca olarak büyük katkı sağlayan Prof. Dr. İnci Enginün için çıkarılan “hatıra kitabı”nı ele aldı. Bu sayının “orta sayfa sohbeti”ni sosyal medyayı ilk keşfedenlerden ve uzun yıllar internet dergisi Sipesifik’i çıkaran Ertuğrul Fındık ile yaptık. Fındık geçen zaman içinde etkinliği ve yaygınlığı artan “sosyal medya”yı irdeliyor. Nazire Erbay, Cem şairi Şâhidî’nin “Leylâ vü Mecnûn”unu tanıtıyor. Emel Koşar, akademik hayatının neredeyse bütününü Rıza Tevfik üzerinde yoğunlaştıran Prof. Dr. Abdullah Uçman’ın aynı konudaki son kitabını ele aldı. Hasan Yüksel, Prof. Dr. Adnan Erzi’yi anlatıyor. Öner Buçukçu, Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi “Bir Zamanlar Anadolu’da” üzerine güzel bir eleştiri kaleme aldı. Fatma Çolak Asan, Dino Buzzati’nin hikâyeleri üzerine yazdı.
2012-03-08
Diriliş Okumaları- 9
2012-03-07
'Türk Edebiyatı' dergisinde Abdülhak Şinasi Hisar
Mart 2012
Bu sayıda ihmal edildiğini düşündüğümüz bir İstanbul yazarını, Abdülhak Şinasi Hisar’ı gündeme taşıdık. Romanları, denemeleri ve hatıralarıyla edebiyat tarihimizde seçkin bir yeri olan bu değerli yazarı hakkında, doktorasını onun üzerine yapan ve kitaplarına girmemiş yazılarını toplayarak ilk üç cildini yayımlayan Necmeddin Turinay’la konuştuk. Arkadaşımız Selçuk Karakılıç’ın yaptığı bu röportajın, henüz Abdülhak Şinasi’nin eserleriyle tanışmamış okuyucularımız için sağlam bir kılavuz olacağını düşünüyoruz. Prof. Dr. İnci Enginün ve Prof. Dr. Abdullah Uçman da yazılarında Abdülhak Şinasi’yi çeşitli yönleriyle ele aldılar. Ben de Abdülhak Şinasi’nin Yahya Kemal’le inişli çıkışlı dostluğu, Ihlamur mesiresiyle tuhaf alâkası ve meyvelerden niçin nefret ettiğine dair farklı görüşler üzerinde durdum. İnci Enginün hocamız ayrıca Abdülhak Sinasi’nin yakın dostlarından olan Taha Toros’u anlattı. Geçen ay kaybettiğimiz Taha Toros, inanılmaz zenginlikteki arşivi ve koleksiyonlarıyla kültür ve edebiyatımızın yakın tarihinin hafızasıydı.
Unutmadan, 2013’ün Abdülhak Şinasi’nin vefatının 50. Yılı olduğunu, sevenlerinin şimdiden hazırlanmaya başlamaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Ülkü Akagündüz, Sevinç Çokum’un son romanı olan Lacivert Taşı’nı değerlendirdi. Deniz Özbeyli de “İki İdam” başlıklı denemesinde Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkûmunun Son Günü ile Dominique Siagud’nun Mavi Ay adlı romanlarından yola çıkarak öldürme eylemi ve bu iki yazarın farklı yaklaşımları üzerinde durdu.
Bildiğiniz gibi, “Haydarpaşa Liman, Gar ve Geri Sahasının Dönüşüm Projesi” sebebiyle Anadolu’ya yapılan tren seferlerinin durdurulması üzerine Haydarpaşa Garı etrafında bir tartışma başladı. Biz de dergimizde sık sık şiirlerini okuduğunuz, Demiryolları camiasından yetişmiş önemli bir deneme yazarı olan Mehmet Aycı’dan bize Haydarpaşa Garı’nı anlatmasını istedik. Değerli fotoğraf sanatçısı Gültekin Çizgen’in kullanmamıza izin verdiği üç fotoğrafla bezediğimiz bu yazı herhâlde ilginizi çekecektir.
Mustafa Sarı, “Göçmenler, Dedemin İnsanları” başlıklı denemesinde, Çağan Irmak’ın son filminden yola çıkarak göçmenlik meselesini ve Rumeli göçmenlerinin Anadolu’da var olma mücadelesini anlattı. Edebiyatımızın yakın tarihini karikatürlerle anlatmaya devam eden Said Coşar’dan da bu sayıda Falih Rıfkı Atay’ın karikatüristlerin bakış açısından nasıl göründüğünü öğreniyoruz. M. Fatih Kanter, Reşat Nuri Güntekin’in eşi Hadiye Hanım’a yazdığı bazı mektupları bizimle paylaştı. Yusuf Çağlar ise, Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Hanım’la görüştü. Bu yazıyla birlikte fotoğrafını sunduğumuz levhadaki kıt’ayı okuyunca çok şaşıracaksınız.
Elinizdeki sayının ilgi çekici yazılarından biri de “Aytmatovların Dünyası” başlığını taşıyor. Cengiz Aytmatov’un kardeşi İlgiz Aytmatov tarafından kaleme alınan ve Ömer Küçükmehmetoğlu tarafından Türkiye Türkçesine aktarılan bu yazıda, büyük yazarın hayatıyla ilgili dikkat çekici ayrıntılar bulacaksınız.
Bu sayıda yazılarına yer verdiğimiz iki genç yazara, Batuhan Çolak ve Afşın Selim’e ayrıca dikkatinizi çekmek istiyorum.
Geçen ay Elazığ’da bir güzel buluşma vardı: “Elazığ-Bakü Kültür ve Sanat Buluşması”. İki gün boyunca önemli faaliyetlerin gerçekleştirildiği bu buluşmanın hikâyesini Hadi Önal’ın kaleminden okuyacaksınız.
Hikâyelerimiz Ayşe Göktürk Tunceroğlu ve Yılmaz Yılmaz’dan... Şairlerimiz ise Mustafa Ruhi Şirin, Mustafa Özçelik, Cafer Keklikçi, Cevdet Karal, Abdurahman Şimşek, Ahmet Cora, Kalender Yıldız, Mehmet Aycı, Hatice Eğilmez Kaya, Mehmet Özdemir, Necip Fazıl Akkoç ve Ahmet Mahir Pekşen imzalarını taşıyor.
Tabii, Kırkambar’ımız da her zaman olduğu gibi dopdolu.
Daha güzel ve daha zengin sayılarda buluşmak üzere…
Muhabbetle efendim.
Beşir Ayvazoğlu
Bu sayıda ihmal edildiğini düşündüğümüz bir İstanbul yazarını, Abdülhak Şinasi Hisar’ı gündeme taşıdık. Romanları, denemeleri ve hatıralarıyla edebiyat tarihimizde seçkin bir yeri olan bu değerli yazarı hakkında, doktorasını onun üzerine yapan ve kitaplarına girmemiş yazılarını toplayarak ilk üç cildini yayımlayan Necmeddin Turinay’la konuştuk. Arkadaşımız Selçuk Karakılıç’ın yaptığı bu röportajın, henüz Abdülhak Şinasi’nin eserleriyle tanışmamış okuyucularımız için sağlam bir kılavuz olacağını düşünüyoruz. Prof. Dr. İnci Enginün ve Prof. Dr. Abdullah Uçman da yazılarında Abdülhak Şinasi’yi çeşitli yönleriyle ele aldılar. Ben de Abdülhak Şinasi’nin Yahya Kemal’le inişli çıkışlı dostluğu, Ihlamur mesiresiyle tuhaf alâkası ve meyvelerden niçin nefret ettiğine dair farklı görüşler üzerinde durdum. İnci Enginün hocamız ayrıca Abdülhak Sinasi’nin yakın dostlarından olan Taha Toros’u anlattı. Geçen ay kaybettiğimiz Taha Toros, inanılmaz zenginlikteki arşivi ve koleksiyonlarıyla kültür ve edebiyatımızın yakın tarihinin hafızasıydı.
Unutmadan, 2013’ün Abdülhak Şinasi’nin vefatının 50. Yılı olduğunu, sevenlerinin şimdiden hazırlanmaya başlamaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum.
Ülkü Akagündüz, Sevinç Çokum’un son romanı olan Lacivert Taşı’nı değerlendirdi. Deniz Özbeyli de “İki İdam” başlıklı denemesinde Victor Hugo’nun Bir İdam Mahkûmunun Son Günü ile Dominique Siagud’nun Mavi Ay adlı romanlarından yola çıkarak öldürme eylemi ve bu iki yazarın farklı yaklaşımları üzerinde durdu.
Bildiğiniz gibi, “Haydarpaşa Liman, Gar ve Geri Sahasının Dönüşüm Projesi” sebebiyle Anadolu’ya yapılan tren seferlerinin durdurulması üzerine Haydarpaşa Garı etrafında bir tartışma başladı. Biz de dergimizde sık sık şiirlerini okuduğunuz, Demiryolları camiasından yetişmiş önemli bir deneme yazarı olan Mehmet Aycı’dan bize Haydarpaşa Garı’nı anlatmasını istedik. Değerli fotoğraf sanatçısı Gültekin Çizgen’in kullanmamıza izin verdiği üç fotoğrafla bezediğimiz bu yazı herhâlde ilginizi çekecektir.
Mustafa Sarı, “Göçmenler, Dedemin İnsanları” başlıklı denemesinde, Çağan Irmak’ın son filminden yola çıkarak göçmenlik meselesini ve Rumeli göçmenlerinin Anadolu’da var olma mücadelesini anlattı. Edebiyatımızın yakın tarihini karikatürlerle anlatmaya devam eden Said Coşar’dan da bu sayıda Falih Rıfkı Atay’ın karikatüristlerin bakış açısından nasıl göründüğünü öğreniyoruz. M. Fatih Kanter, Reşat Nuri Güntekin’in eşi Hadiye Hanım’a yazdığı bazı mektupları bizimle paylaştı. Yusuf Çağlar ise, Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Hanım’la görüştü. Bu yazıyla birlikte fotoğrafını sunduğumuz levhadaki kıt’ayı okuyunca çok şaşıracaksınız.
Elinizdeki sayının ilgi çekici yazılarından biri de “Aytmatovların Dünyası” başlığını taşıyor. Cengiz Aytmatov’un kardeşi İlgiz Aytmatov tarafından kaleme alınan ve Ömer Küçükmehmetoğlu tarafından Türkiye Türkçesine aktarılan bu yazıda, büyük yazarın hayatıyla ilgili dikkat çekici ayrıntılar bulacaksınız.
Bu sayıda yazılarına yer verdiğimiz iki genç yazara, Batuhan Çolak ve Afşın Selim’e ayrıca dikkatinizi çekmek istiyorum.
Geçen ay Elazığ’da bir güzel buluşma vardı: “Elazığ-Bakü Kültür ve Sanat Buluşması”. İki gün boyunca önemli faaliyetlerin gerçekleştirildiği bu buluşmanın hikâyesini Hadi Önal’ın kaleminden okuyacaksınız.
Hikâyelerimiz Ayşe Göktürk Tunceroğlu ve Yılmaz Yılmaz’dan... Şairlerimiz ise Mustafa Ruhi Şirin, Mustafa Özçelik, Cafer Keklikçi, Cevdet Karal, Abdurahman Şimşek, Ahmet Cora, Kalender Yıldız, Mehmet Aycı, Hatice Eğilmez Kaya, Mehmet Özdemir, Necip Fazıl Akkoç ve Ahmet Mahir Pekşen imzalarını taşıyor.
Tabii, Kırkambar’ımız da her zaman olduğu gibi dopdolu.
Daha güzel ve daha zengin sayılarda buluşmak üzere…
Muhabbetle efendim.
Beşir Ayvazoğlu
2012-03-06
Ve vakit, 'Ay Vakti'
Ay vakti dergisi 137. sayısıyla ve dopdolu içeriğiyle yine karşınızda. Uzun soluklu bir yayın periyodu izleyen dergimiz kalıcı yazılarıyla tam bir edebiyat arşivi. Ay vakti durmadan yoluna revan olanların, aşk ile sabır ile kanatlanıp pervaz edenlerin dergisi.
Baharı karşılayan bir kapakla okuyucunun karşısına çıkan dergimiz sanal âlemin edebiyat üzerinde ki olumsuz etkilerini eleştirerek başlıyor. İnternet üzerinden yapılan edebi faaliyetlerin bir disipline ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.
Şiraze “saklı mektuplarda” edebiyat bahçesinden derlediği gümüş kanatlı kelimelerle sesleniyor bize. Onun kalemi hüznün heykelini yontuyor sevincin bahçesinde.
Nurullah Genç “iktidar türküleri “isimli şiiriyle vefanın ve unutulmayanların şirini haykırıyor dünyaya. Samimiyetin solmayan çiçeklerini derleyip getiriyor şu kış gününde.
Özcan Ünlü “özgür ceset” isimli şiirinde bir çocuğun gözlerine yansıyan ölümü ve yansımalarını anlatan mısralarla sesleniyor bize.
Recep Garip” Ruhun Dirilişi'nden Gün Saati'ne “isimli incelemesinde Üstat Sezai Karakoç'un diriliş isimli bestesinin notalarını okuyucuya aktararak, ruhumuzun saatini bir diriliş gününün saatine kuruyor.
Necmettin Evci ” hiç yoktan trajedi” isimli öyküsüyle hayatın içinden tam kalbimizin içinden derlediği kelimeleri sunuyor.
Reşit Güngör Kalkan “icat çıkarma” isimli denemesiyle ve kendi nev-i şahsına münhasır bir dille düşünmeye ve düşündürmeye devam ediyor.
Ahmet Kaya”münacaat” isimli şiirinde bizi sahte gündemlerin koynundan asıl gündeme zamanlar ve mekânlar üstünün kapısına götürüyor.
Şeref Akbaba” yumoş” isimli şiirinde bize merhamet ırmağından çağlayan bir çağlayanı getiriyor. Bir sokak kedisinin ıslanmış kirli tüylerinden bize hayatı sorgulatıyor.
Mehmet Baş” bilimsel iktidar ve aydınlar üzerine “isimli denemesinde bilimin ve aydınların masum olmayan yüzünü anlatıyor.
Ayla Coşkun Ceren”şimşir kaşık”isimli öyküsüyle bizi emeğin ve ekmeğin meydanına ve yanımızda olduğu halde fark etmediğimiz hayatlara götürüyor.
Onur Akbaş ”ve bir bahar günü doğdun sen” isimli denemesiyle bizi baharın kalbine giden bir yolculuğa çıkarıyor.
Senem Gezeroğlu “Vakit geç/tir,Düş/erk” isimli denemesinde; iğneyle kuyu kazan bir madenci titizliğiyle sesleniyor. Ve bir kelimenin kaç anlama gelebileceğini öğreniyoruz.
Yavuz Ertürk “buluşma” isimli şiirinde bir iç hesaplaşmanın masasından sesleniyor okuyucuya. Kendi kendimizle oturup konuşmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz.
Berrin Sönmez “hamsin günleri “isimli denemesiyle bizi haksızlıklara karşı çıkmaya ve zorluklar karşısında yılmamaya çağırıyor. Bize hesap gününü hatırlatıyor.
Salih Uçak” bir roman kuramcısı olarak Orhan Pamuk” isimli incelemesinde bir roman yazarı olan Orhan Pamuk’u farklı bir yönüyle ele alarak roman kuramcısı Orhan Pamuk’u inceliyor.
Ömer Noyan “baharı beklemek” isimli denemede şiir tadında ve hüzün dolu bir yazıyla karşımızda.
Nurşah Karaca “elif gibi değil ,vav gibi” isimli öyküsüyle gariban rızanın doğumundan ölününe Allaha vasıl oluşunu anlatıyor.
Esra Ekinci “yağmur yürekli”isimli denemesiyle hüzünlü bir ikindiden sesleniyor.
İsa Karaaslan “kışbahar hüzün” isimli denemesinde duygu yüklü bulutlar gibi yağıyor şehrin üstüne.
Necip Fazıl Akkoç “gün gülü” isimli şiiriyle kelimeleri bir kılıç gibi çekip kalbin hisarlarını kuşatıyor.
Ayça Engin “mısra için” isimli şiirinde can mısrasını yazan kalemin şiirini yazıyor. Bir mısra için çöllere düşen şairleri çağırıyor soframıza.
Yavuz Ertürk” güzün son konuğunu karşılama “isimli kitap tanıtımında Reşit Güngör Kalkan'ın son kitabını tanıtıyor.
Dr.Ersoy Kutluk “muahhire ve müellifi “isimli kitap tanıtım yazısında “Mukaddime’den Muahhire’ye: Modern Dünya’nın, Ulus-Devlet’in, Din’in ve Milliyetçiliklerin Ekonomi, Kültür ve Siyaset Atlası” adlı eseri tanıtıyor.
Hayırlı okumalar.
Mehmet Baş
Baharı karşılayan bir kapakla okuyucunun karşısına çıkan dergimiz sanal âlemin edebiyat üzerinde ki olumsuz etkilerini eleştirerek başlıyor. İnternet üzerinden yapılan edebi faaliyetlerin bir disipline ihtiyaç duyduğunu belirtiyor.
Şiraze “saklı mektuplarda” edebiyat bahçesinden derlediği gümüş kanatlı kelimelerle sesleniyor bize. Onun kalemi hüznün heykelini yontuyor sevincin bahçesinde.
Nurullah Genç “iktidar türküleri “isimli şiiriyle vefanın ve unutulmayanların şirini haykırıyor dünyaya. Samimiyetin solmayan çiçeklerini derleyip getiriyor şu kış gününde.
Özcan Ünlü “özgür ceset” isimli şiirinde bir çocuğun gözlerine yansıyan ölümü ve yansımalarını anlatan mısralarla sesleniyor bize.
Recep Garip” Ruhun Dirilişi'nden Gün Saati'ne “isimli incelemesinde Üstat Sezai Karakoç'un diriliş isimli bestesinin notalarını okuyucuya aktararak, ruhumuzun saatini bir diriliş gününün saatine kuruyor.
Necmettin Evci ” hiç yoktan trajedi” isimli öyküsüyle hayatın içinden tam kalbimizin içinden derlediği kelimeleri sunuyor.
Reşit Güngör Kalkan “icat çıkarma” isimli denemesiyle ve kendi nev-i şahsına münhasır bir dille düşünmeye ve düşündürmeye devam ediyor.
Ahmet Kaya”münacaat” isimli şiirinde bizi sahte gündemlerin koynundan asıl gündeme zamanlar ve mekânlar üstünün kapısına götürüyor.
Şeref Akbaba” yumoş” isimli şiirinde bize merhamet ırmağından çağlayan bir çağlayanı getiriyor. Bir sokak kedisinin ıslanmış kirli tüylerinden bize hayatı sorgulatıyor.
Mehmet Baş” bilimsel iktidar ve aydınlar üzerine “isimli denemesinde bilimin ve aydınların masum olmayan yüzünü anlatıyor.
Ayla Coşkun Ceren”şimşir kaşık”isimli öyküsüyle bizi emeğin ve ekmeğin meydanına ve yanımızda olduğu halde fark etmediğimiz hayatlara götürüyor.
Onur Akbaş ”ve bir bahar günü doğdun sen” isimli denemesiyle bizi baharın kalbine giden bir yolculuğa çıkarıyor.
Senem Gezeroğlu “Vakit geç/tir,Düş/erk” isimli denemesinde; iğneyle kuyu kazan bir madenci titizliğiyle sesleniyor. Ve bir kelimenin kaç anlama gelebileceğini öğreniyoruz.
Yavuz Ertürk “buluşma” isimli şiirinde bir iç hesaplaşmanın masasından sesleniyor okuyucuya. Kendi kendimizle oturup konuşmaya ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlıyoruz.
Berrin Sönmez “hamsin günleri “isimli denemesiyle bizi haksızlıklara karşı çıkmaya ve zorluklar karşısında yılmamaya çağırıyor. Bize hesap gününü hatırlatıyor.
Salih Uçak” bir roman kuramcısı olarak Orhan Pamuk” isimli incelemesinde bir roman yazarı olan Orhan Pamuk’u farklı bir yönüyle ele alarak roman kuramcısı Orhan Pamuk’u inceliyor.
Ömer Noyan “baharı beklemek” isimli denemede şiir tadında ve hüzün dolu bir yazıyla karşımızda.
Nurşah Karaca “elif gibi değil ,vav gibi” isimli öyküsüyle gariban rızanın doğumundan ölününe Allaha vasıl oluşunu anlatıyor.
Esra Ekinci “yağmur yürekli”isimli denemesiyle hüzünlü bir ikindiden sesleniyor.
İsa Karaaslan “kışbahar hüzün” isimli denemesinde duygu yüklü bulutlar gibi yağıyor şehrin üstüne.
Necip Fazıl Akkoç “gün gülü” isimli şiiriyle kelimeleri bir kılıç gibi çekip kalbin hisarlarını kuşatıyor.
Ayça Engin “mısra için” isimli şiirinde can mısrasını yazan kalemin şiirini yazıyor. Bir mısra için çöllere düşen şairleri çağırıyor soframıza.
Yavuz Ertürk” güzün son konuğunu karşılama “isimli kitap tanıtımında Reşit Güngör Kalkan'ın son kitabını tanıtıyor.
Dr.Ersoy Kutluk “muahhire ve müellifi “isimli kitap tanıtım yazısında “Mukaddime’den Muahhire’ye: Modern Dünya’nın, Ulus-Devlet’in, Din’in ve Milliyetçiliklerin Ekonomi, Kültür ve Siyaset Atlası” adlı eseri tanıtıyor.
Hayırlı okumalar.
Mehmet Baş
İstanbul Çiçeği Şiirle Açıyor
İlk kez 2011 Mayıs’ında ulusal ölçekte düzenlenen İstanbulensis Şiir Festivali, bu yıl 7-10 Mart 2012 tarihleri arasında, toplam dört gün sürecek bir etkinlikle ve uluslararası platformda gerçekleşecek…
Sultanbeyli’yle özdeşleşen İstanbulensis çiçeği, uluslararası bir şiir festivalinin de sembol adı oluyor. İstanbullu şiirseverler ilk kez dünyanın şiirini dinleyecekler bu yıl. Öyle ya, İstanbul, Ankara, Bursa, Adapazarı, Eskişehir ve Van gibi Türkiye’nin farklı şehirlerinin yanı sıra, Kosova, Makedonya, Ukrayna, Bulgaristan, Arnavutluk, Gana, Azerbaycan, Irak, Bosna Hersek, Moldova, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Karadağ gibi ülkelerden şairler katılacak festivale… Ve bu şairler, yukarıda da belirttiğimiz üzere, dört gün boyunca birbirinden ilginç etkinliklerle şiirle kanatlandıracaklar şiirseverleri…
Festival programı birbirinden değerli halkalardan oluşuyor. Sözgelimi, şairler festival boyunca şehrin çeşitli okullarına gidip şiirlerini öğrencilerle paylaşacaklar. Bu bağlamda Hüsnü Özyeğin Anadolu Lisesi, Sultanbeyli İmam Anadolu Hatip Lisesi ve İmam Hatip Lisesi, Orhan Gazi Lisesi, Türk Telekom Anadolu Lisesi, Merkez İ. Ö. Okulu, Şehit Öğretmen Hamit Sütmen İ. Ö. Okulu, Kaptan-ı Derya İ. Ö. Okulu, Turgut Reis İ. Ö. Okulu gibi okullar ayrı ayrı oturumlar şeklinde şairleri misafir edecekler…
Uluslar arası İstanbulensis Şiir Festivali’nde kadınlar da unutulmadı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle kadın şairler, özel bir programla şiirseverlere dünya şiirinden örnekler verecekler. Bu çerçevede Bisera Boskailo (Karadağ/Sancak), Zekie Habib (Bulgaristan), Emel Kaya (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti), LiuboviTanasoğlu (Gagavuzya/Moldova), Fatma Şengil Süzer ve Saniye Öztürk (Türkiye) şiirlerini takdim edecekler…
Aynı gün saat 18.30’da Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde Turan Karataş, Turan Koç, Nurullah Genç, Muhammed Nur Doğan ve Fatih Andı gibi şiir ve edebiyat dünyamızda etkin roller üstlenmiş akademisyenlerin katılacağı “Modern İnsanın Şiir Arayışı Paneli” de gerçekleştirilecek…
Kapsamlı yapısıyla Türkiye’de benzeri görülmemiş bir etkinlik özelliği gösteren Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali’nde konser, kültür gezisi, havai fişek gösterileri de renk katacak. Festivalin sonunda çeşitli başlıklar altında dört şiir ödüllü de verilecek: Bekir Sıtkı Erdoğan, Nurettin Durman, Bahattin Karakoç, Cemalettin Latiç ödül verilecek şairler…
Festivalde yer alacak şairler şöyle: Metin Önal Mengüşoğlu, Cevat Akkanat, Arif Ay, Recep Garip, Fatma Şengil Süzer, Mürsel Sönmez, Ekrem Kaftan, Şeref Akbaba, Mehmet Aslan (Azerbaycan), Kazım Kadir(Erbil/Irak), Cemalettin Latiç (Bosna Hersek), Bisera Boskailo (Karadağ/Sancak), Zekie Habib (Bulgaristan), Emel Kaya (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti), Liubovi Tanasoğlu (Gagavuzya/Moldova), Fatma Şengil Süzer, Saniye Öztürk, Mustafa Özçelik, Adem Turan, Mustafa Oğuz, Müştehir Karakaya, Özcan Ünlü, Ahmet Murat, M. Atilla Maraş, Fatma Çolak, Sıddık Ertaş, Osman Baymak (Kosova), İlhami Emin (Makedonya), Dilaver Osman(Kırım/Ukrayna), Zekie Habib (Bulgaristan), AlbanTartari (Arnavutluk), Kofi Anyidoho (Gana)…
Cevat Akkanat
Sultanbeyli’yle özdeşleşen İstanbulensis çiçeği, uluslararası bir şiir festivalinin de sembol adı oluyor. İstanbullu şiirseverler ilk kez dünyanın şiirini dinleyecekler bu yıl. Öyle ya, İstanbul, Ankara, Bursa, Adapazarı, Eskişehir ve Van gibi Türkiye’nin farklı şehirlerinin yanı sıra, Kosova, Makedonya, Ukrayna, Bulgaristan, Arnavutluk, Gana, Azerbaycan, Irak, Bosna Hersek, Moldova, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Karadağ gibi ülkelerden şairler katılacak festivale… Ve bu şairler, yukarıda da belirttiğimiz üzere, dört gün boyunca birbirinden ilginç etkinliklerle şiirle kanatlandıracaklar şiirseverleri…
Festival programı birbirinden değerli halkalardan oluşuyor. Sözgelimi, şairler festival boyunca şehrin çeşitli okullarına gidip şiirlerini öğrencilerle paylaşacaklar. Bu bağlamda Hüsnü Özyeğin Anadolu Lisesi, Sultanbeyli İmam Anadolu Hatip Lisesi ve İmam Hatip Lisesi, Orhan Gazi Lisesi, Türk Telekom Anadolu Lisesi, Merkez İ. Ö. Okulu, Şehit Öğretmen Hamit Sütmen İ. Ö. Okulu, Kaptan-ı Derya İ. Ö. Okulu, Turgut Reis İ. Ö. Okulu gibi okullar ayrı ayrı oturumlar şeklinde şairleri misafir edecekler…
Uluslar arası İstanbulensis Şiir Festivali’nde kadınlar da unutulmadı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle kadın şairler, özel bir programla şiirseverlere dünya şiirinden örnekler verecekler. Bu çerçevede Bisera Boskailo (Karadağ/Sancak), Zekie Habib (Bulgaristan), Emel Kaya (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti), LiuboviTanasoğlu (Gagavuzya/Moldova), Fatma Şengil Süzer ve Saniye Öztürk (Türkiye) şiirlerini takdim edecekler…
Aynı gün saat 18.30’da Sultanbeyli Kültür Merkezi’nde Turan Karataş, Turan Koç, Nurullah Genç, Muhammed Nur Doğan ve Fatih Andı gibi şiir ve edebiyat dünyamızda etkin roller üstlenmiş akademisyenlerin katılacağı “Modern İnsanın Şiir Arayışı Paneli” de gerçekleştirilecek…
Kapsamlı yapısıyla Türkiye’de benzeri görülmemiş bir etkinlik özelliği gösteren Uluslararası İstanbulensis Şiir Festivali’nde konser, kültür gezisi, havai fişek gösterileri de renk katacak. Festivalin sonunda çeşitli başlıklar altında dört şiir ödüllü de verilecek: Bekir Sıtkı Erdoğan, Nurettin Durman, Bahattin Karakoç, Cemalettin Latiç ödül verilecek şairler…
Festivalde yer alacak şairler şöyle: Metin Önal Mengüşoğlu, Cevat Akkanat, Arif Ay, Recep Garip, Fatma Şengil Süzer, Mürsel Sönmez, Ekrem Kaftan, Şeref Akbaba, Mehmet Aslan (Azerbaycan), Kazım Kadir(Erbil/Irak), Cemalettin Latiç (Bosna Hersek), Bisera Boskailo (Karadağ/Sancak), Zekie Habib (Bulgaristan), Emel Kaya (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti), Liubovi Tanasoğlu (Gagavuzya/Moldova), Fatma Şengil Süzer, Saniye Öztürk, Mustafa Özçelik, Adem Turan, Mustafa Oğuz, Müştehir Karakaya, Özcan Ünlü, Ahmet Murat, M. Atilla Maraş, Fatma Çolak, Sıddık Ertaş, Osman Baymak (Kosova), İlhami Emin (Makedonya), Dilaver Osman(Kırım/Ukrayna), Zekie Habib (Bulgaristan), AlbanTartari (Arnavutluk), Kofi Anyidoho (Gana)…
Cevat Akkanat
2012-03-05
2012-03-01
Yıkımların ve yozlaşmaların gölgesinde son dönem şiiri
Her ne kadar başlıkta şiir desek de bu anlatacaklarım aslında şiir değil. Sadece şiir kılığına sokulmaya çalışılan manzume ve laf ebeliği. Anlamsız imgeler peşinde taçlandırılmaya çalışılan bomboş mısralar. Bir çetenin ve bir loncanın içinden edebiyat âlemine bilgiç bilgiç bakışlar. Malayani sözlerin arkasında heba edilen ömürler. Manasız sözlerin arkasında illa ki bir mana vardır diyerek mana arayanların akıl tutulmaları. Modern şiir diye şiirin kalbini söküp atmalar. Müslüman bir dünya görüşünün insanlarını aldatmayı iş haline dönüştürenler.
Bir sayıklama ile karşı karşıyayız. Kaidesi olmayan bir heykel gibi birer birer yıkılıyor sözler. Ruhunu yitirmiş bir bedenin hortlaması gibi korkunç bir tabloyla karşıyayız. Acaba suçumuz neydi ki tüm bu insanlar edebiyat bahçemize musallat oldular?
Şiir adına ortaya konanlar ve kelimelerin cambazlığını şiir diye yutturmaya çalışmalar. Bunların arkasında bir niyet saflığından söz etmemiz mümkün görünmüyor. Entelektüel görünme hastalığına yakalanmış tipler ve bu tiplerin "Efruz Bey" romanından fırlamış gibi arz-ı endam edişleri.
Bir tarafta diriliş şairinin inandığı gibi yaşayan gerçek bir dava adamı tavrı diğer tarafta şöhretten ve paradan başka bir şey düşünmeyen bu tipler. Bir gün sosyalist bir gün nasyonalist bir gün liberal olmanın tüm şubeleri bunlarda mevcuttur. Maske üstüne maske takmanın üstadırlar. Tüm bunlar insanın aklına suç bunlarda mı yoksa bunların gerçek yüzünü anlamayan gözü perdelenmiş bizlerde mi diye sormadan edemiyorum.
Halkın edebiyattan kopuk olmasından şikâyet etmeyen edebiyatçı yok gibidir. Doğru bir şikâyettir gerçekten halkta edebiyattan kopuk olma durumu vardır. Fakat bu kopuşun sebebi halk değil edebiyatçılardır. Saçma sapan mısraları halkın okumasını anlamasını beklemek ne kadar mantık ve şuurdan uzak bir tutumdur. Burada bu şairler hemen şu savunmayı yapacaklardır. Halk bizi anlayacak seviyede değil. Bu sözün karşısında cevabımız şudur; Hayır hayır siz halkın seviyesinin çok altındasınız. Siz bırakın halkın sizi anlamasını kendiniz bile kendinizi anlamaktan uzaksınız. Çünkü bu halk Fuzuli’yi, Nabi’yi, Nedim'i, Şeyh Galib’i anlamış da bir sizi mi anlamayacak! Yoksa siz Fuzuli’den daha mı büyük şairsiniz? Lütfen artık kandırmayın insanları.
Gündemimize soktukları meselelerin çoğu bizimle alakalı meseleler olmayan bu insanların neye tartıştıklarını niye tartıştıklarını anlamak için boşuna uğraşmamak lazım. Bunların meseleleri zaten zihinleri bulandırmaktan ibaret. Bunlar ana gündemimizi baltalayarak yeni yol adı altında bizi şuursuzlaştırmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Kibirlerini insanlara entelektüel birikim diye yutturan bu şairler ve de insanlara tepeden bakmayı kendilerince nasıl bir mantığa oturttuklarını anlamadığım bu insanlar gündemimizi karatmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bir de bunların kapısında odun kırıcısının hınk deyicisi kabilinden yancıları var. Hepsi birer ateşli mürit hepsi birer şerh üstadı. Kraldan çok kralcıların meydanı bu meydan.
Şiirin abur cuburu varmıdır diye sorsalar vardır ve işte şu şairlerin şiiridir diyebiliriz. Bunlar sağlığa zararlı sözlerin sağlığa zararlı kelimelerin birer münadisi olmaktan başka bir şey değiller. Belli dergilerin etrafında kümelenmiş kendileri dışında kimseyi şair olarak görmeyen bu insanlar tarihin tozlu rafları arasında kaybolup gitmeye mahkûmdurlar. Bunların şiirini arkasında insan ve insanımız yoktur. Nefislerinin derdine düşmüşler fani varlıklarından başka bir şeyi düşünemez hale gelmişlerdir.
Kral çıplak diye bağıramayanlara inat kralın çıplak olduğunu haykırıyorum. Evet, kral çıplaktır ve kimse kendi kendini aldatmak zorunda bırakılmamalıdır. Bunlar bizim şairimiz ve edebiyatçımız değildirler ve de hiç olmamışlardır zaten.
Rifat CANTEKİN
Bir sayıklama ile karşı karşıyayız. Kaidesi olmayan bir heykel gibi birer birer yıkılıyor sözler. Ruhunu yitirmiş bir bedenin hortlaması gibi korkunç bir tabloyla karşıyayız. Acaba suçumuz neydi ki tüm bu insanlar edebiyat bahçemize musallat oldular?
Şiir adına ortaya konanlar ve kelimelerin cambazlığını şiir diye yutturmaya çalışmalar. Bunların arkasında bir niyet saflığından söz etmemiz mümkün görünmüyor. Entelektüel görünme hastalığına yakalanmış tipler ve bu tiplerin "Efruz Bey" romanından fırlamış gibi arz-ı endam edişleri.
Bir tarafta diriliş şairinin inandığı gibi yaşayan gerçek bir dava adamı tavrı diğer tarafta şöhretten ve paradan başka bir şey düşünmeyen bu tipler. Bir gün sosyalist bir gün nasyonalist bir gün liberal olmanın tüm şubeleri bunlarda mevcuttur. Maske üstüne maske takmanın üstadırlar. Tüm bunlar insanın aklına suç bunlarda mı yoksa bunların gerçek yüzünü anlamayan gözü perdelenmiş bizlerde mi diye sormadan edemiyorum.
Halkın edebiyattan kopuk olmasından şikâyet etmeyen edebiyatçı yok gibidir. Doğru bir şikâyettir gerçekten halkta edebiyattan kopuk olma durumu vardır. Fakat bu kopuşun sebebi halk değil edebiyatçılardır. Saçma sapan mısraları halkın okumasını anlamasını beklemek ne kadar mantık ve şuurdan uzak bir tutumdur. Burada bu şairler hemen şu savunmayı yapacaklardır. Halk bizi anlayacak seviyede değil. Bu sözün karşısında cevabımız şudur; Hayır hayır siz halkın seviyesinin çok altındasınız. Siz bırakın halkın sizi anlamasını kendiniz bile kendinizi anlamaktan uzaksınız. Çünkü bu halk Fuzuli’yi, Nabi’yi, Nedim'i, Şeyh Galib’i anlamış da bir sizi mi anlamayacak! Yoksa siz Fuzuli’den daha mı büyük şairsiniz? Lütfen artık kandırmayın insanları.
Gündemimize soktukları meselelerin çoğu bizimle alakalı meseleler olmayan bu insanların neye tartıştıklarını niye tartıştıklarını anlamak için boşuna uğraşmamak lazım. Bunların meseleleri zaten zihinleri bulandırmaktan ibaret. Bunlar ana gündemimizi baltalayarak yeni yol adı altında bizi şuursuzlaştırmaktan başka bir şey yapmıyorlar.
Kibirlerini insanlara entelektüel birikim diye yutturan bu şairler ve de insanlara tepeden bakmayı kendilerince nasıl bir mantığa oturttuklarını anlamadığım bu insanlar gündemimizi karatmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bir de bunların kapısında odun kırıcısının hınk deyicisi kabilinden yancıları var. Hepsi birer ateşli mürit hepsi birer şerh üstadı. Kraldan çok kralcıların meydanı bu meydan.
Şiirin abur cuburu varmıdır diye sorsalar vardır ve işte şu şairlerin şiiridir diyebiliriz. Bunlar sağlığa zararlı sözlerin sağlığa zararlı kelimelerin birer münadisi olmaktan başka bir şey değiller. Belli dergilerin etrafında kümelenmiş kendileri dışında kimseyi şair olarak görmeyen bu insanlar tarihin tozlu rafları arasında kaybolup gitmeye mahkûmdurlar. Bunların şiirini arkasında insan ve insanımız yoktur. Nefislerinin derdine düşmüşler fani varlıklarından başka bir şeyi düşünemez hale gelmişlerdir.
Kral çıplak diye bağıramayanlara inat kralın çıplak olduğunu haykırıyorum. Evet, kral çıplaktır ve kimse kendi kendini aldatmak zorunda bırakılmamalıdır. Bunlar bizim şairimiz ve edebiyatçımız değildirler ve de hiç olmamışlardır zaten.
Rifat CANTEKİN
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)