2014-01-13

Gelenekten Geleceğe dergisi "Mimarimiz" özel dosyasıyla çıktı

Gelenekten Geleceğe dergisi bir medeniyet perspektifi ile ortaya çıktı. Amacı bizi biz yapan değerleri ortaya koymak ve bu değerlerimizi günümüzün ehil insanlarına yeniden yorumlatarak geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurmak. Böyle bir niyetle çıktığımız yolculuğumuzun bu sayısında, kültür birikimimizin en bariz somut nesnesi ve medeniyetimizin en göz önünde duran bir meyvesi olan MİMARİMİZ’i konu olarak seçtik.
Mimarlık, sırtında taşıdığı sorumluluğu itibariyle en yüksek ve en zor bir sanat dalı. İhtiyaçlar hiyerarşisinde en temel ikinci bir ihtiyaç kabul edilen barınmaya tekabül etmesi dolayısıyla insanlık tarihiyle yaşıt ve artık bugün bir uzmanlık alanı olmanın ötesinde, bir çok alt disiplini içinde barındıran, meslekler üstü bir kavram olma yolunda ilerleyen kadim bir meslek mimarlık. Mimarlığın onu anlamlı kılan bu faydacı yönü ve ayrılmaz parçası olan teknik boyutu dolayısıyla belki sanat deyince her zaman ilk akla gelen mimarlık değil ama, resim, heykel, yazı, süsleme vb. tüm güzel sanatların ev sahipliğini ve öncülüğünü üstlenme, bir anlamda onların 'sebeb-i vücudu' olma şerefi, mimarlığa çok özel bir imtiyaz veriyor. İnsanlık için bir terakki ve gelişmişlik ifade eden 'medenî' olmak, aynı zamanda 'şehirli' olmak demek. Bu yüzden medeniyetin bir bakıma doğrudan ilk göstergesi olan şehirleşme, mimarlığın eseri. Gelmiş geçmiş medeniyetlerin en bariz izlerini îmar eserlerinde buluyoruz. Selimiye'yi 'Edirne'nin tapusu' mertebesinde ehemmiyetli kılan, mimarlığımızın medeniyetimizdeki yerinin büyüklüğü. Bu yüzden 'sanat tarihi' denilince akla ilk olarak 'mimarlık tarihi' geliyor ve bu yüzden bu alanda öncelik her zaman mimarlığın olmuş.
Mimarlığının üzerinden, bir toplumun ilmini, ahlâkını, maddî ve manevî terakki seviyesini, nasıl yönetildiğini, genel mânâda kalitesini ölçmek mümkün. Şehirleşmesinden, o toplumun insanlarının kâinatı idrâk ve anlamlandırma biçimini, birbirine ve diğer canlılara gösterdiği saygı anlayışını, birlik olabilme vasfını, demokrasi düzeyini ve daha bir çok şeyi okuyabilirsiniz. Mobilya vs. mekân donatılarından, o insanların günlük hayatına dair bir çok ayrıntıya ulaşabilirsiniz. Bu yüzden mimarîyi konuşmak demek, insanlığı konuşmak demek; geleceğin mimarîsine yön verebilmek ise, insanlığın istikbaline yön verebilmek demek.
Peki mimarîde dünya ne durumda, biz bu gidişin neresindeyiz? Taha F. Ünal, bu tabloyu şöyle ortaya koymuş:
“Artık evlerimizde olsun, şehirlerimizde olsun bir bütünlük, aileyi, mahalleyi, tabiî çevreyi ve şehri, bir başka cihetten düşünceyi, faaliyeti, maddeyi, ma'nâyı, faydayı, estetiği, mahremiyeti, açıklığı yekpareleştiren bir bütünlük değil, bir ferdîlik hakimdir. "Artık kimse yanındaki ile âhenk kurmaya çalışmıyor, aksine yanındakinden daha etkili olmaya bakıyor". Esasen varlığı, birbirini anlamlı bir âhenk halinde bütünleyen değil, birbirine zıt ve birbiriyle çatışan madde ve ruh gibi iki kutba ayıralıdan beri batıda ve sonra bizde hayat da, san'at da kutuplaşmıştır. Buna, pratik faydacılığın teknolojiyi her mes'eleyi çözecek bir put haline getirmesi de eklenince, insan kitleleri ekonomik, politik ve idarî güçlerin aleti haline dönüşmüş, bu "gayr-ı ahlakî, insana saygısız, kısa vadeli, faydacı ve yağmacı zihniyet"in meydana getirdiği kültürel kirlenme, tabiî olarak çevreye de, mimarîye de tesir etmiştir. Dolayısıyla, modern mimarî, bilhassa bizim gibi kendi tarihî temellerinden uzaklaşmış ve her türlü rüzgâra açık toplumlarda komşu yapıyı, tabiatı, insanı, insan rûhunu, hisleri, düşünceyi ve inançları nazara almayan, tamamen faydacı, estetikten uzak, kâra dönük, fonksiyonalist, sosyal muhtevalı ve tek boyutlu bir manzara arzetmektedir. Bu manzaranın evlerimiz ve şehirlerimizdeki yansıması üslûpsuz, şekilsiz, her türlü güzellik duygusundan uzak, fonksiyonu ön plâna çıkaran, mahremiyete kapalı, tabiî, hattâ içtimaî çevreden kopuk, tek başına ve hepsinden öte insanı hiç hesaba katmayan beton yığınlarıdır. Bu yığınlarda mekân metre metre bölünmekte, dört köşe arasında zamanın ve mekânın her türlü sonsuzca genişliği, amûdî yüksekliği, derinliği ve dinlendiriciliği kaybolmakta ve insana, üzerine dar, sıkıcı ve betondan ikinci bir elbise giydiği intibaı vermektedir.”
Bu karamsar tabloya rağmen Turgut Cansever; “mimarîde yeni yönelişleri ortaya koyabilecek tek ülke Türkiye'dir” demişti. Ona bunu söyleten inancın kaynağı neydi? 20. Yüzyıl'ın ikinci yarısından itibaren bugüne gelinceye kadar ülkemizde mimarlık nazariyatı anlamında son derece kısır ve verimsiz geçen bir dönemde adeta tek başına mücadele ederek müslüman kimliğiyle bütünleşen bir mimarlık nazariyesi ortaya koyan Turgut Cansever'in bu birikimini değerlendirebildiğimiz ve onu anlayabildiğimiz ne yazık ki söylenemez. Daha geriye gidildiğinde, İkinci ve Birinci Ulusal Mimarlık dönemlerinde yaşanan nazarî ve tatbikî tecrübelerin, Osmanlı dönemindeki zirveye çıkış ve iniş süreçlerinin yeni nesiller tarafından anlaşılmadığı ve değerlendirilmediği, gerek bunların gerekse Modern Mimarî maceramızın zayıf ve güçlü yanlarının neler olduğunun üzerinde durulmadığı bir gerçek.
Dünyanın git gide daha da birlikden, ahenkden uzaklaştığı, üslûplar devrinin geçmişte kaldığı, sanatın ve sanatçıların parçalandığı ve ferdî bir yol tuttuğu söylenedursun, kâinattaki vahdet sırrına ve kaynağını insan fıtratından alan geleneğin gücüne inanan bizler, bu dağılış ve savruluşun ilanihaye sürüp gidemeyeceğini, bunun kendi içinden bir birleşme ve toparlanma dalgasının geleceğini, hayatın akışına bakarak öngörüyoruz. Diğer taraftan, büyük sermayelerin hareket ettirilmesiyle adeta şehrin dev parçaları halinde gerçekleştirilen toplu konut projelerindeki tekdüze mimarînin de, tıpkı popüler müzikdeki tekdüzelik gibi insanî olmadığını görüyoruz. Biz; bu tezatlıklar arasında geçmişi ve geleceğindeki belirsizliklerle bulanıklaşmış dimağlara, bir ölçü ve rehber olabilecek hakikatlerin gün ışığına çıkmasında, bilginin münevver camiamızda paylaşılarak çoğalmasında ve yaygınlaşmasında, böylelikle geleneğin tıkanan yollarının açılmasında küçük de olsa bir katkımız olabilirse bahtiyar olacağız. Geleneğin geçmişe dönmekle sürdürülemeyeceğini, geçmişden geleceğe uzanan bir silsilenin hayatla iç içe, canlı ve insanla karşılıklı etkileşen bir halkası haline getirilmesiyle ancak yaşatılabileceğini savunan Gelenekten Geleceğe Dergisi; mimarîmizin geleceğine ışık tutacak kalıcı bir kayıt düşebilmek ve mimarlık camiasında tartışılan güncel konulara farklı bir yaklaşım getirebilmek adına projektörlerini mimarîmize çeviriyor ve sizlere mimarî fikir birikimimizden seçkin ve umut vadeden bir kesit sunma iddiasıyla karşınıza çıkıyor.
Bu sayımızdaki ilk mülâkatımızda Nuran Kara Pilehvarian; Osmanlı döneminden başlayarak bugüne uzanan modernleşme sürecimizin, şehirleşmemizin, Taksim Meydanı ve Topçu Kışlası'nın tarihini, Cumhuriyet dönemindeki cami mimarlığının durumunu ve kentsel dönüşüm projelerini yorumluyor. İkinci mülâkatımızda İlhan Tekeli; son yıllarda çok eleştirilen, siyasetin mimarîye müdahalesinin hangi sınırlarda meşru olabileceğinin ölçüsünü tartışıyor ve mimarî üzerinden modernleşme hikâyemizi anlatıyor. Bu mülâkatta, gerek bilimde, gerekse sanatta ithalâtçılığı nasıl aşabileceğimizin kendince bir reçetesini de veriyor sayın Tekeli. Ertuğrul Çağrı Korkmaz; son yıllarda sıkça tartışılan ve Çamlıca Camii örneği ile gündemi daha da meşgul eden 'cami mimarîsi' üzerinden, mimarîde taklitçilik ve tekrarcılığın sınırlarına, sanatın tanımından başlayarak açıklık getirdiği yazısında, kendi mimarî çizgimizi bulmamızın ipuçlarını araştırıyor ve birbirimize ötekileştirmeden, empatiyle yaklaşarak toplumsal bir uzlaşı tesis etmemizin de bunda rolü olacağına vurgu yapıyor. Sevcan Güleç; bir medeniyet göstergesi olarak kentin ve mekânlarının görünenden çok daha derin anlamlarla yüklü olduğunu, mimarlık tarihiyle birlikte ele alıyor. Hasan Bacanlı; Batı'nın ve İslâm'ın zaman ve mekân algısının farklı olduğunu, Cumhuriyet döneminde mimarlığın laikliğin etkisinde kaldığını, apartmanlaşmayla birlikte insan-mekân ilişkisinin kişiliksizleştiğini, Türklere ve Müslümanlara özgü bir mimarînin tarihe karıştığını dile getiriyor. Ali Değirmenci; yazısında Topkapı Sarayı'nın mimarî özellikleriyle birlikte, müthiş bir düzen içinde işleyen Osmanlı saray hayatının ayrıntılarını da aktarıyor. Mahmut Babacan; bir edebiyatçı olarak Ahmet Hamdi Tanpınar'ın mimarîye vukufiyetini, onun bir çok eserine atıflar yaparak tesbit ediyor. Metin Şenbil; İstanbul'un ulaşımında giderek artan bir yere sahip olan raylı taşımacılığı ve raylı sistemin en önemli istasyonlarından biri haline gelecek olan Taksim'i, kentsel çevresiyle beraber ele alıyor ve Topçu Kışlası'nın bu alana anlam katacağını savunuyor. Dosya dışı bir konu olarak ise Alper Gürkan; esasen sosyalist bir kavram olan 'sosyal adalet'i, devlet, toplum, iktisat, din ve felsefe ilişkileriyle geniş bir çerçevede ele alıyor ve bu kavramın İslâmî düşünce içinde kabul edilebileceğini öne sürüyor. İşte yine dopdolu bir içerikle Gelenekten Geleceğe Dergisi huzurlarınızda...
Musikimiz sayısında buluşmak üzere...


Dergi için irtibat:
gelenekdergi@gmail.com

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com