Bugüne kadar sayısız yazıya konu olan taşra-merkez ilişkisi, Hece Öykü dergisininin son sayısında bu kez edebiyatla kendini gösteriyor. 'Taşranın Öyküsü Öykünün Taşrası' adlı kapak dosyası, farklı yazarların değerlendirmeleriyle Türk aydının taşrayla ilişkisi, öykücülerimizin taşraya bakışı, taşranın edebiyata yansıyan halleri gibi konuları değişik yönleriyle ele alıyor.
Edebiyat dünyasında taşra, merkezin tezlerini öne sürmek için kullandığı bir malzeme olmak ile kendini merkeze kabul ettirmek arasında savrulan bir çıkış noktası gibidir. Birbirine uzak görünen bu iki ucun bir tarafında taşraya merkezden bakanlar varsa diğerinde de taşradan merkeze seslenenler yer alır. Özellikle Avrupa ve Amerikan edebiyatı göz önüne alındığında Türk edebiyatındaki gibi keskin ve olumsuz bir 'merkez-taşra ayrımı' olmadığı söylenebilir. Türkiye'nin yaşadığı sosyal, siyasi ve kültürel değişimler edebiyattaki merkez-taşra ilişkisini ister istemez keskinleştiriyor. Taşranın tüm olumsuzluğu, 'sıkıcılık' ve 'boğuculuk' kelimelerinin sırtına yüklenirken "Işık merkezden yükselir, taşrayı aydınlatır" yaklaşımının 'piyasa' ile içli dışı olan günümüz edebiyatında hâlâ hâkim olduğu görülüyor. Edebiyat haricinde diğer sanat dallarında da bunun izlerine rastlamak mümkün. Örneğin sinemamız son yıllarda taşrayı bu malum iki kelimeden yola çıkarak anlatmayı tercih ediyor. Nuri Bilge Ceylan'ı ustalığa götüren adımların taşra üzerinden ilerlediğini söyleyebiliriz.
Edebiyatta taşranın yeri
Kolay hükümler vermeye çok müsait bir zemine sahip merkez-taşra ilişkisinin, bolca su isteyen hamur cinslerinden olduğu açık. Hece Öykü dergisi, 40. sayısında bu ilişkiyi öykünün alanından değerlendiren bir kapak dosyasıyla ele alıyor. Altı yazından oluşan 'Taşranın Öyküsü Öykünün Taşrası' adlı dosya, Türk aydının, taşrayla olan ilişkisi, öykücülerimizin taşraya bakışı, taşranın edebiyata yansıyan halleri, mekânın öyküdeki taşraya etkisi gibi konuları eşeliyor. H. Sevgi Zengin'in makale kıvamındaki bol kaynakçalı yazısı, taşra-edebiyat ilişkisini inceliyor. Avrupa edebiyatındaki 'taşrasızlık' durumunu anlatan Zengin, Osmanlı'dan sonra Cumhuriyet'te de farklı bir yüzle kendini gösteren edebiyatımızdaki taşra olgusuna odaklanıyor. Merkezden taşraya bakmanın arızi hallerinden bahseden Zengin, yazarların taşra tahayyüllerindeki ideolojik ve zihinsel imgelere dikkat çekiyor. Yazının içindeki kaydadeğer tespitlerden biri de şöyle: "Taşra kültürünün eserleri, geleneği yansıtması bakımından değerli olmakla birlikte, 'coğrafyaya tabi bir üsluptan' öteye geçemez. Tam da bu yüzden, yani coğrafyaya bağlı mahalli vasfı nedeniyle taşra ve halk kültürü, bütüncül ve hegemonik kültürün tali bir bileşeni olmaya mahkûm görünmektedir."
'Taşraya bakmak, kendine bakmaktır'
Kendisi de taşradan taşra öyküleri yazan Necati Mert, Ahmet Mithat'tan günümüze 'Öykücülüğümüzde Taşra'yı anlatıyor. Dolayısıyla da Refik Halit'ten Ömer Seyfettin'e ,Yaşar Kemal'den Kemal Tahir'e, Kemal Bilbaşar'dan Tarık Dursun K.'ya ve Rasim Özdenören'den Mustafa Kutlu'ya uzanan 'taşrayı yazanlar'a mercek tutuyor. Necip Tosun, öyküyü bütünüyle değiştirebilen mekân'ın taşradaki hallerini ele alıyor. Bir ara James Joyce'un Ulysses'inin ana karakterlerinden saydığı Dublin kentine de pencere açan Tosun, Mustafa Kutlu, Cemil Kavukçu, Yusuf Atılgan, Tahsin Yücel ve Ethem Baran'ın öykülerindeki mekânın öyküdeki rolüne örneklerle birlikte dikkat çekiyor. Ömer Solak, diğerlerine nispeten kısa yazısında dünya edebiyatının taşrası ile Türk aydının taşra sorunsalına değiniyor. Dosyanın en dikkat çeken metni, Ethem Baran'ın deneme üslubundaki yazısı. 'Taşraya bakmak, insanın kendi içine bakmasıdır' diyen Baran, taşranın nerede başlayıp merkezin nerede bittiğini sorguluyor: "Taşranın, dışarıyı, dışarıda olanı, bir anlamda uzağı gösterdiğini kabul edecek olursak, ona ne kadar yakından bakarsak bakalım, o uzak kalacaktır yine de." Usta öykücü, "Taşrayı yazdığımı bilmeden taşrayı yazmışım; tıpkı taşrayı okuduğumu bilmeden okuyuşum gibi." diyerek zihin dünyasından bir perdeyi aralıyor. En önemli paylaşımı ise şu cümlede saklı: "İşin aslı, orada doğup büyümüş yazarlar için çocukluktur taşra; yoksulluktur, uzakta olmaktır; azınlık olma, kıyıda kalma, kenara itilme durumudur."
Bugüne kadar sayısız yazıya konu olan 'taşra' meselesi, bundan sonra da tartışılmaya davam edecek. Fakat şunu söylemek mümkün: Artık, teknoloji sayesinde o bildik duvarlar aşıldı ve taşra-merkez sınırı en azından fiziki olarak ortadan kalktı. Tabii olayın bir de zihinsel tarafı var. Son yıllarda taşradan bu sorunu da aşan çok sayıda nitelikli şair ve yazarın çıktığını sevinerek görüyoruz. Bunu görmek için İstanbul dışında çıkan nitelikli edebiyat dergilerini takip etmek yeterlidir sanırım. (0312 419 69 13)
Ali Koca
Zaman
3 Ağustos 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder