Geçtiğimiz günlerde dunyabizim.com sitesinde yayınlanan bir dergi tanım yazısında adımız 28 Şubat sürecine "tanık olanlar"dan birisi olarak zikredildi. Doğrudur. Bu 'doğrudur' lafını netleştirmek için, o dönemde çıkardığımız Likâ dergisine göz gezdirmek ihtiyacı hissettim...
Bir yeraltı yayını olarak Likâ'nın ilk sayısını 1 Nisan 1998'te yayınlamışız. 28 Şubat 1997'den bir yıl kadar sonra. Haberleşme adresi olarak "P.K 29, Kırıkkale" kaydını düşmüşüz. Hazırlayanlar için kullandığımız şu ifade hayli özgün olmalı: "hazırlayanlar mı merak ediliyor? işte onlar: solda sıfır olanlar, yani, etsiz butsuz insanlar: Halil İbrahim Gümüş, Ali Işıklarlı..." İkisi de şahsımı temsil ediyordu. Sonradan başka müstearlarım da eklendi. Onları ifşa etmeyeceğim...
Likâ'nın var oluşuyla ilgili birkaç sebep sayılabilir. Bunlardan birisine değineceğim, doğal olarak, 28 Şubat sürecine dönük tavrımıza... Bu tavır en çok "Likâ" imzalı "Nasılsınız?" başlıklı yazılarımla belirginlik kazanıyordu. İlk sayının halleşmesinden birkaç cümle aktararak bunu görünür kılmaya çalışayım:
"esaretin düğümleri mi dolandı boynumuza? göğümüze ne oldu? orada uçuşup duran demir kütlelerinin kara bulutlar resmetmesi neyin nesi? denizimizi kan çölüne kim döndürdü? (...) kıt'alar arası silahlar mı var, çevrilmiş haritamıza? (...) kimiz biz? -sıradan olanlar?! -siviller?! -işte öyle birileri?!"
1 Mayıs tarihli 2. sayı önsözüne "Teneke çalıyoruz, evet!" diyerek başlamışız. Ardından "Daralan alanlarda oynamanın katmerli zorluğunu yaşıyor, korkuya çoğalan bir bozkır kışının içinde debelenip duruyoruz." diye devam etmişiz. Aynı metnin sonlarına doğru "Zorba, sırıtkan, ablak, alaycı suratlara rağmen, işte buradayız." cümlesini kullanmışız. Böylece, yaşanılan sürece yönelik dinamik çıkışımızı sürdürmüşüz...
Haziran sayımıza yani üç numaralı Likâ'ya başlarken, zulüm ortamına rağmen moralimizin yüksekliğine işaret etmiş, her kayıt ve şart altında dahi gülebileceğimizi, şen çığlıklar atabileceğimizi, özgürlük için "çınlayan, çınlatan heyamola sözleri" söyleyebileceğimizi bildirmiş, yaşamakta olduğumuz gecenin en koyu anında dahi, koro halinde şakımalar içinde bulunabileceğimizi dile getirmişiz... Benzeri bir hava, beşinci sayının (1 Ağustos) önsözünde de var: "adına andlar edilen nesneler akar bizim şiirimizden. özgürlükler için, kısrak koşuşturmaları için, sonsuz gönençler, fırtınadan esişler için..."
Likâ'nın 6. Sayısı 1 Eylül 1998 tarihli. 12 Eylül darbesine de bir gönderme yapmış olmalıyız bu sayının önsözünde. 12 Eylül ile 28 Şubat'ı bir kalemde çizip mahkûm etmişiz. Cümlelerimizin şiddeti buna delil: "Ne denli koyulaşırsa koyulaşsın barbarlığınız, biz varız ve işte karşınızdayız! (...) Sen: kapkara bir devrin sahibi. Hayat alanımızı hiçleyen kan emici. İğrençlikler üreten çukur..."
Dokuzuncu sayının "Nasılsınız?" başlıklı giriş yazısının tamamını vereyim de bütünlüklü bir çerçeve çıksın ortaya:
"Yaşanan zulmet-renk bir sahnenin sıkboğaz ortamında geçip gitmekte olan günlerimiz bizi neyler dersiniz?/ - Pekiştirir bizi!/ Artırır gücümüzü, bileyip durur bıçağımızı, bilincimiz kurtulur köhne bir yitiklik bölgesi olmaktan, bilenir usumuz.../ - Kimliğimizi daha bir belirleriz!/Adımıza ve andımıza döneriz yüzümüzü, hatırlarız Tek'liği, dirilmeyi hatırlarız, diklenişin şanlı niteliğini.../- Nitelik! Nitelik!/Dalar gideriz kitaba, açarız ucunu kalemlerimizin.../- Yenilenir, yeğnileşiriz./Kimdir dindirecek kalbimizin ritmini?/Adıyla O'nun"
Her biri Allah'ın yâdıyla nihayetlenen önsözlerimiz, edebiyatın imkânlarından olabildiğince faydalanılarak kaleme alınmıştı. Ama bu sanatlı hâl, bizim tavrımızı hiçbir şekilde örtmüyor, tersine, aslî duruşumuzu, bizden 'esas duruş' isteyenlerin gözüne sokuyordu.
Likâ, ilk 22 sayısını "Seçki" veya "Aylık Edebiyat Seçkisi" unvanıyla çıktı. 23. Sayıdan itibarense "Aylık Edebiyat Dergisi" unvanını kullandı. Bunun şöyle bir gerekçesi vardı: O tarihlerde bir soruşturmaya uğradı Likâ. Kapatılmak istenmişti. Yeraltından yayın yapması engellenmişti. Sözümüz vardı daha ve söylemeliydik. Böylece resmen çıkışımız başlamış oldu. "1 kasım 2000, yıl:3, sayı: 1 (23)..." idare yerimiz "Dikimevi, Ankara"da bir adresti; neresiydi, hiç bilmem...
Yayınlanışındaki yasal norm değişir gibi olsa da dergimiz 46. (1 Nisan 2004) sayıya kadar o bilindik edasıyla varlığını sürdürdü. 46. sayımızın bir son olacağını bilemezdik. Bu yüzden "Nasılsınız?" yazısında bir veda cümlesi kullanmadık. Tersine, çizgimizin aynı düzlükte sürüp gittiğini açıkça ifade ettik. Son sayımızın girişi şöyledir:
"işte siz, /şuara/128,/129,/yüz otuz:// cehaletin zirvesinde huzursuz/anıt yapımevlerinde korkak/ tapınaklarında vesvese... //sonsuzluk kuruntusuna gebe/alınlarında hasta bir sağlamlık /malikanelerinde küfür/işgal gücüdür onlar /hukuksuzluğa andaç zorbalıkta sınırsız/*/biz ise: /övülmüş ve eğilmiş/O'nun vaadine sığınmış/hamd olsun şairiz!/*/Adıyla, 7. yılımıza ..."
Görüldüğü üzere, bu son, bizim tercihimiz sonucu olmadı. Hatta, 47. ve 48. Sayılarımızın da hazırlığı içindeydik. O yıllarda bir gazeteye de verdiğimiz demeçte belirttiğimiz üzere, birinci AKP iktidarının basın yasasında yaptığı değişikliğin yaptırımlarına maruz kalmış, mağdur olmuştuk. Böylece, 28 Şubat'ın hüküm sürdüğü yıllarda yok edilemeyen Likâ, okuyucusuyla veda dahi edemeden kapanmış, kapatılmıştır...
Cevat Akkanat
Millî Gazete
4 Mart 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder