"Yağmur" dergisi, Sayı: 47, Mart - Nisan 2010
Ellerinizde tuttuğunuz sayımız, zihinlerinizde tatlı bir hatırayı canlandıracak. Bundan tam on bir yıl evvel sayfalarını siz kıymetli okurlarına “Beyan” diyerek açan Yağmur, bu enfes başyazıyı gözden geçirilmiş yeni hâliyle tekrar dikkatlerinize sunuyor.
Başyazımızı takip eden sayfalar bu ay Nuh Utku’yu ağırlıyor. Utku’nun “Edebiyat bir imtihan vesilesi midir?“ sorusunun cevabını aradığı sayfalar, sözlerinin havasıyla kendilerinden geçip kibir damarları kabaran, bir gölgeden ibâret olan fânilik yurdunda insana sağlıklı bir öte yürüyüşünü anlamlı kılacak katkılardan uzaklaşan kalem erbabına sesleniyor.
Nihat Dağlı, nitelikli denemeleriyle Yağmur’a destek olmaya devam ediyor. Derdin Sana Dermandır, yazarın biyolojiye batmış psikiyatrinin, önüne geleni tamir edilecek bir aygıt gibi gördüğü, hastayı aşıp insana varamadığı tezini ortaya koyduğu istifade edilecek bir metin.
Ayşe Akdağ, aramıza yeni katılan bir isim. Dede Korkut’ta Aile Motifi isimli kısa incelemesini beğenerek okuyacağınızı düşünüyoruz.
Nitelikli hikâyeleriyle tanıdığımız Recep Şükrü Güngör bu ay, şahsî ve edebî kimliğinin şekillenmesinde emeği olan öğretmenlerini anlatıyor. Hatıra, Recep Bey’in hikâye kahramanlarını işaret etmesi bakımından dikkate değer.
Emrah Bilge Merdivan, hikâye vadisindeki yürüyüşünü kendine has ve emin adımlarla sürdürüyor. Bu ay imza attığı Yogi isimli hikâyesini eğlenerek okuyacağınızı ümit ediyoruz.
Hasan Çağlayan, Yaz Karpuz Üzüm Kiraz’la baharda yaz hayâli kurmaya davet ediyor bizi. Ve denemesini vakti gelince diğer meyvelerden de bahsedeceği müjdesini vererek noktalıyor.
Ali Osman Dönmez, Hocaefendi’nin Edebiyata Dair Fikirlerini Anlama Yolculuğu’na devam ediyor. İnsanı Kültürel Olarak İnşa Eden Dil, Türkçenin Son Bir Asırdaki Serüvenine Genel Bakış, Türkçenin Fakirleşmesine Yol Açan İki Temel Unsur, Hocaefendi ve Türkçe... Yazının son bölümündeki başlıklardan bazıları. Seri yazı dizisi, bundan sonraki sayılarımızda da devam edecek.
Müziğe ilgi duyanlar için de bir yazımız var bu ay. Mûsikîşinaslığıyla tanıdığımız Üçüncü Selim’in hayatının, şairliğinin ve müziğe olan ilgisinin anlatıldığı makaleyi Ahmet Karataş kaleme aldı.
A. Erdem Sözeri’nin Hikâye Mektupları’nın ardı arkası kesilmiyor. Yazı dizisinin bu bölümünde Tezadın Kıvılcımı, İç Konuşmalar ve Buruk Son tekniklerine temas ediliyor.
Emrah Eker, Yaşar Beçene, İbrahim Türkhan, Yusuf Dursun ve İbrahim Gökburun bu sayımızın şairleri.
Bereketli okumalar diliyoruz. Yeni sayılarda buluşmak ümidiyle.
İletişim:
info@yagmurdergisi.com.tr
2010-03-27
Bu dergide "Esrar" var !
Anadolu’nun birçok şehrinde farklı anlayışlara mensup çeşitli edebiyat dergileri var. Ortak özellikleri samimi ve bir insan sıcaklığında olmalarıdır. İktidar olma hırsından uzak, rekabete yanaşmayan, kendi yollarını kendileri çizen dergiler bunlar. Yayın politikaları ve oluşturduğu dosyalarla farklılıklarını belirginleştirebilen bu dergilerin en büyük gereksinimlerinin tanıtım ve reklam olduğunu düşünüyorum.
Kayseri’de çıkan Esrar dergisi de odağına aldığı şair ve mesele edindiği konu bakımından farklı ve bizi şaşırtan özelliklere sahip. Sanırım birçoğumuz habersiz Esrar’dan. Yazı işleri müdürü Veysel Karani Tur. Editörler İbrahim Ercan, Ahmet Yeşilyaprak.
Bir Amerikan Şairi
Esrar’ın odağına aldığı isim Amerikan şiiri denilince ilk akla gelen şairlerden: Jennifer K. Sweeney. Esrar, Anadolu’da çıkan bir dergi, tekrar hatırlamada fayda var. İlginç olan şu ki, dergide bir eleştirmenler kuşağı var adeta. Her biri söz konusu şairin şiirlerini Türkçeye çevirerek dergiye güç katmış durumdalar. 9o’ların ve 2000’lerin dergilerinden Şehrengiz’i ve Atlılar’ı anımsatıyor bu biraz da.
Ekmek ve Müzikle Yaşamak
Dergide Sweeney’le bir söyleşi de var. Şairin şiir görüşünü ve şiire yaklaşım biçimini öğrenebileceğimiz bir söyleşi yer alıyor dergi sayfalarında. Bireyci ve feminist bir karaktere sahip Sweeney. Ancak şairin kendini ve şiirini feminist olarak tanımlamaktan uzak bir tutum içinde görüyoruz. ‘Kendini-sorgulama’ şiiri şeklinde tanımlıyor sanatını daha çok. Buna ek olarak şairin ağzından çıkan şu nitelemeler de ilginç ve öğretici: ‘Sıkı bir gerçeküstü lirik ve sıkıştırılmış bir düzyazı eseri’
Tamlamalardan Şiire Bakmak
Veysel Karni Tur’un Tamlamalardan Şiire Bakmak başlıklı yazısı da dergide üzerinde durulması gereken bir metin olarak dikkat çekiyor. Bu yazıdan hareketle Tur’un eleştiri kumaşının sağlam olduğunu düşünüyorum. Öğretici bir eleştirel yazı kaleme almış yazar. Esrar’ın çıtasının yükselmesi adına bu yazılar ve benzerleri çoğalmalı diyoruz.
Öneriler ve Olması Gerekenler
Esrar’ı sevdik, ancak bir sözümüz var Esrar’a, olması gerekenler adına. Mercek altına alınan şair, bu gün Amerikan şiirinin geldiği yer bakımından öğretici. Ancak madem yabancı dil gibi yeteneğimiz var. Öyleyse Çağdaş Amerikan Şiiri veya Afro-Amerikan şiiri ve imajistler de pekâlâ odağa yerleştirilebilir. Amiri Baraka ve kara şiir hareketi ve geçmişten modern Türk şiirine ciddi etkiler bırakmış T.S Eliot, Ezra Pound gibi güçlü şairlerden de çevriler yapılabilir. Gerçekten bu yapıldığında Esrar edebiyat dergiciliğinde hatırı sayılır bir yer edinecektir.
Henüz 3.sayısı çıkan Esrar dergisinin önünde uzun bir ömür var. Esrar’ın bu uzun yolculuğunda desteklenmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Umarım önerilerimiz dikkate alınır ve Esrar ilerleyen yıllarda söz alan, sözü edilen bir dergi konumuna yükselir.
Mustafa Celep
Kayseri’de çıkan Esrar dergisi de odağına aldığı şair ve mesele edindiği konu bakımından farklı ve bizi şaşırtan özelliklere sahip. Sanırım birçoğumuz habersiz Esrar’dan. Yazı işleri müdürü Veysel Karani Tur. Editörler İbrahim Ercan, Ahmet Yeşilyaprak.
Bir Amerikan Şairi
Esrar’ın odağına aldığı isim Amerikan şiiri denilince ilk akla gelen şairlerden: Jennifer K. Sweeney. Esrar, Anadolu’da çıkan bir dergi, tekrar hatırlamada fayda var. İlginç olan şu ki, dergide bir eleştirmenler kuşağı var adeta. Her biri söz konusu şairin şiirlerini Türkçeye çevirerek dergiye güç katmış durumdalar. 9o’ların ve 2000’lerin dergilerinden Şehrengiz’i ve Atlılar’ı anımsatıyor bu biraz da.
Ekmek ve Müzikle Yaşamak
Dergide Sweeney’le bir söyleşi de var. Şairin şiir görüşünü ve şiire yaklaşım biçimini öğrenebileceğimiz bir söyleşi yer alıyor dergi sayfalarında. Bireyci ve feminist bir karaktere sahip Sweeney. Ancak şairin kendini ve şiirini feminist olarak tanımlamaktan uzak bir tutum içinde görüyoruz. ‘Kendini-sorgulama’ şiiri şeklinde tanımlıyor sanatını daha çok. Buna ek olarak şairin ağzından çıkan şu nitelemeler de ilginç ve öğretici: ‘Sıkı bir gerçeküstü lirik ve sıkıştırılmış bir düzyazı eseri’
Tamlamalardan Şiire Bakmak
Veysel Karni Tur’un Tamlamalardan Şiire Bakmak başlıklı yazısı da dergide üzerinde durulması gereken bir metin olarak dikkat çekiyor. Bu yazıdan hareketle Tur’un eleştiri kumaşının sağlam olduğunu düşünüyorum. Öğretici bir eleştirel yazı kaleme almış yazar. Esrar’ın çıtasının yükselmesi adına bu yazılar ve benzerleri çoğalmalı diyoruz.
Öneriler ve Olması Gerekenler
Esrar’ı sevdik, ancak bir sözümüz var Esrar’a, olması gerekenler adına. Mercek altına alınan şair, bu gün Amerikan şiirinin geldiği yer bakımından öğretici. Ancak madem yabancı dil gibi yeteneğimiz var. Öyleyse Çağdaş Amerikan Şiiri veya Afro-Amerikan şiiri ve imajistler de pekâlâ odağa yerleştirilebilir. Amiri Baraka ve kara şiir hareketi ve geçmişten modern Türk şiirine ciddi etkiler bırakmış T.S Eliot, Ezra Pound gibi güçlü şairlerden de çevriler yapılabilir. Gerçekten bu yapıldığında Esrar edebiyat dergiciliğinde hatırı sayılır bir yer edinecektir.
Henüz 3.sayısı çıkan Esrar dergisinin önünde uzun bir ömür var. Esrar’ın bu uzun yolculuğunda desteklenmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Umarım önerilerimiz dikkate alınır ve Esrar ilerleyen yıllarda söz alan, sözü edilen bir dergi konumuna yükselir.
Mustafa Celep
2010-03-21
Kur’ani Hayat Dergisi 11. Sayısı Çıktı !
Vahiyle hayat bulma ve peygamberlerin izinden gitme çabalarına mütevazı bir katkı yapmak niyetiyle Temmuz 2008’de yola çıkan Kur’ani Hayat Dergisi, Kur’an ayı ramazan, mahşerin provası hac, Rabbani eğitim, ümmetin iftiharı Gazze’yi, vahdetin çekirdeği aile, nifakın panzehiri infak, gök sofrası vahiy, varlık hiyerarşisini öğreten kurban ve hayatımız namazı işleyen sayılarıyla okurlarıyla buluşmuştu.
11. sayısında Peygamberleri, özellikle Efendimiz aleyhisselamı daha yakından tanımaya ve anlamaya ayıran dergide Mustafa İslâmoğlu hoca peygamber tasavvurumuzu doğrultan, Ahmet Coşkun peygamberlerin medeniyetlere katkısına dikkat çeken, Mahmut Çınar, nübüvvet müessesesinin mahiyetini ve zaruretini açıklayan, İbrahim Sarmış Rasulullah’ın büyülendiği iddiasını inceleyen, Bilgin Erdoğan adalet uğruna başını veren Yahya aleyhisselamın mesajını hatırlatan yazılarıyla katkıda bulunmuşlar.
Söyleşi için peygamber konulu sayıda çiçeği burnunda yeni bir çalışma seçilmiş. Muhammed Emin Yıldırım’ın Allah Rasulü ve ashabı, Oğuzhan Yağuz’un ise Siyer Araştırmaları Merkezi (SAMED) ile ilgili açıklamalarını ilgiyle okuyacaksınız.
Genç kalemler bölümünde Mehmet Çakıl peygamberlerin ümmetlerine ilk ve son sözlerini, Mustafa Altaş çocuklarımıza peygamberleri nasıl öğretebileceğimizi kaleme almışlar. Mehmet Azimli’nin ifk hadisesini, Kadir Canatan’ın İbn Haldun’da Hz.Peygamber algısını, Abdulcelil Candan’ın peygamber inancı etrafında oluşan hurafeleri, Özcan Hıdır’ın Batı’daki Hz.Muhammed imajını ve kilisenin önemli bir kararını inceleyen akademik makaleleri okurların istifadesine sunulmuş.
Murat Sülün sanat eserlerinde Hz.Peygamber sevgisini, Cemal Şakar edebi eserlerde oluşturulan Hz.Peygamber imajlarını, Arzu Melek Arıkan Hz.Peygamber’in çok evliliğini eleştirel gözle irdelediği bu sayıda Yasemin İslamoğlu Kur’an’ın Burçları’ndan Maide Sûresi’ni açıklıyor. Kur’an Kitaplığı’nda Ali Koçak, İbrahim Sarmış’ın Hz.Muhammed’i Doğru Anlamak başlıklı eserini tanıtıyor. Peygamber sayısı Bünyamin Doğruer’in insanlık güzeline ithaf ettiği ‘Muhammed’ şiiriyle son buluyor.
Kur’ani HayatDergisi dünyanın dört bir yanından daha geniş kitlelerin kolayca takip edebilmesi için internet sitesini güçlendirdi. Siteye üye kaydı yaptıranlar sembolik bir bedel karşılığında geçmiş tüm sayılara, dergide basılamayan yazılara ve çıkan yeni dergiyi elektronik ortamda ilk günden itibaren erişebilme imkanına sahip olacaklar.
2010 yılı abone kampanyası devam eden deryiye telefon ederek veya internet sitesinden abonelik formunu doldurarak abone olunabilir. Yakın dostlarınızı da abone olmaya teşvik ederek, dikkatle okuyarak ve okutarak Kur’ani Hayat Dergsi’ne destek verebilirsiniz.
Dergi bir sonraki sayısının "Kardeşlik" konulu olacağını şimdiden okurlarına duyuruyor.
"hayatın inşası için"
K U R A N İ H A Y A T
0212 531 30 30
11. sayısında Peygamberleri, özellikle Efendimiz aleyhisselamı daha yakından tanımaya ve anlamaya ayıran dergide Mustafa İslâmoğlu hoca peygamber tasavvurumuzu doğrultan, Ahmet Coşkun peygamberlerin medeniyetlere katkısına dikkat çeken, Mahmut Çınar, nübüvvet müessesesinin mahiyetini ve zaruretini açıklayan, İbrahim Sarmış Rasulullah’ın büyülendiği iddiasını inceleyen, Bilgin Erdoğan adalet uğruna başını veren Yahya aleyhisselamın mesajını hatırlatan yazılarıyla katkıda bulunmuşlar.
Söyleşi için peygamber konulu sayıda çiçeği burnunda yeni bir çalışma seçilmiş. Muhammed Emin Yıldırım’ın Allah Rasulü ve ashabı, Oğuzhan Yağuz’un ise Siyer Araştırmaları Merkezi (SAMED) ile ilgili açıklamalarını ilgiyle okuyacaksınız.
Genç kalemler bölümünde Mehmet Çakıl peygamberlerin ümmetlerine ilk ve son sözlerini, Mustafa Altaş çocuklarımıza peygamberleri nasıl öğretebileceğimizi kaleme almışlar. Mehmet Azimli’nin ifk hadisesini, Kadir Canatan’ın İbn Haldun’da Hz.Peygamber algısını, Abdulcelil Candan’ın peygamber inancı etrafında oluşan hurafeleri, Özcan Hıdır’ın Batı’daki Hz.Muhammed imajını ve kilisenin önemli bir kararını inceleyen akademik makaleleri okurların istifadesine sunulmuş.
Murat Sülün sanat eserlerinde Hz.Peygamber sevgisini, Cemal Şakar edebi eserlerde oluşturulan Hz.Peygamber imajlarını, Arzu Melek Arıkan Hz.Peygamber’in çok evliliğini eleştirel gözle irdelediği bu sayıda Yasemin İslamoğlu Kur’an’ın Burçları’ndan Maide Sûresi’ni açıklıyor. Kur’an Kitaplığı’nda Ali Koçak, İbrahim Sarmış’ın Hz.Muhammed’i Doğru Anlamak başlıklı eserini tanıtıyor. Peygamber sayısı Bünyamin Doğruer’in insanlık güzeline ithaf ettiği ‘Muhammed’ şiiriyle son buluyor.
Kur’ani HayatDergisi dünyanın dört bir yanından daha geniş kitlelerin kolayca takip edebilmesi için internet sitesini güçlendirdi. Siteye üye kaydı yaptıranlar sembolik bir bedel karşılığında geçmiş tüm sayılara, dergide basılamayan yazılara ve çıkan yeni dergiyi elektronik ortamda ilk günden itibaren erişebilme imkanına sahip olacaklar.
2010 yılı abone kampanyası devam eden deryiye telefon ederek veya internet sitesinden abonelik formunu doldurarak abone olunabilir. Yakın dostlarınızı da abone olmaya teşvik ederek, dikkatle okuyarak ve okutarak Kur’ani Hayat Dergsi’ne destek verebilirsiniz.
Dergi bir sonraki sayısının "Kardeşlik" konulu olacağını şimdiden okurlarına duyuruyor.
"hayatın inşası için"
K U R A N İ H A Y A T
0212 531 30 30
Mostar’ın gündeminde “nostalji” var
Mostar, 61. sayısında (Mart 2010) “Nostaljinin gör dediği” başlığıyla nostaljinin sakladıklarını ifşa ediyor.
Mostar dergisi bu ay “Nostaljinin gör dediği” başlığı altında ‘yeniden kurucu nostalji’ olgusunu sayfalarına taşıyor. Dosya kapsamında Levent Cantek “Nostalji ve Cumhuriyet Folkloru” başlıklı yazısında konuyu “Nostaljinin kaynağı, bugünle didişen, genellikle modernizme yönelen eleştirel bir duyarlılıktır. Ama gerek eleştiri gerekse duyarlılık olarak tanımladığımız hissiyat, analitik değil, asıl olarak bir tür vicdani serzeniş, siyasal romantizmle ifade edilebilecek bir tür yakınmadır. Modernizmin dönüştürücü gücü karşısındaki çaresizlik, geçmişe başvurmaya, bazen de ondan kaçmaya zorlar insanları. Geçmiş, insanların zihinlerinde bozulmamış olan ‘asıldır’.” sözleriyle değerlendiriyor. Cantek’in dışında Alper Çeker “Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri”, Dilaver Demirağ “Tarih, Yas, Melankoli ve Nostalji: Kentlilik Neyi Anlatıyor?”, Ahmet Terzioğlu ise “Mazi Kalbimde Bir Yaradır…” başlıklı yazılarıyla konuyu derinlemesine inceliyor.
Mostar, bu ay gündem dosyasının konusunu ise son dönemin tartışmalı konularından ‘katsayı sorunu’na ayırıyor. “Katsayı tartışmaları: Danıştay ile vicdan arasındaki mücadele” başlıklı dosyaya konunun uzmanlarından Bekir S. Gür “Kim demiş eğitim sistemini hep askerler yapar diye?”, Samet Günek ise “İdeolojik pratikler, nesnel öneriler” yazılarıyla katkı veriyor. Dosyanın söyleşi konuğu ise YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan. Önemli açıklamalarda bulunan Özcan, katsayı sorununu çözmeye kararlı olduklarını belirtiyor.
Mostar’ın diğer sayfaları ise yine dopdolu. Murat Yılmaz “Cunta, mahkeme ve ‘kapatma’: Türkiye’nin fasit dairesi”, M. Mücahit Küçükyılmaz “Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasını bozmasın!” ve Mustafa Şentop “Yargı bağımsızlığı ve HSYK” yazılarıyla Türkiye gündemine ışık tutarken; Berdal Aral “İsrail’i telaşlandıran Goldstone raporu”, Mesut Özcan ise “Ukrayna seçimleri turuncu devrimin sonu mu?” başlıklı yazılarıyla dünya gündemini yorumluyor.
Bunların dışında Naci Bostancı “Metaforların kırık aynası” ve Yıldız Ramazanoğlu “Kadın hikâyelerinin büyülü evi” yazılarıyla toplumsal meselelerimize parmak basarken, Ali Şükrü Çoruk “Turkuaz yahut Müstecip Onbaşı’nın hikâyesi” ile okuyucuya tarihin kapılarını aralıyor. Mostar’ın klasikleşmiş sayfalarından Gündemden, Görsel Hafıza, Çizi-Yorum, Kültür-Sanat, Kitap, Edebiyat Gündemi ve Sinema bölümleri ise okura yine oldukça renkli bir içerik sunuyor.
Mostar dergisi bu ay “Nostaljinin gör dediği” başlığı altında ‘yeniden kurucu nostalji’ olgusunu sayfalarına taşıyor. Dosya kapsamında Levent Cantek “Nostalji ve Cumhuriyet Folkloru” başlıklı yazısında konuyu “Nostaljinin kaynağı, bugünle didişen, genellikle modernizme yönelen eleştirel bir duyarlılıktır. Ama gerek eleştiri gerekse duyarlılık olarak tanımladığımız hissiyat, analitik değil, asıl olarak bir tür vicdani serzeniş, siyasal romantizmle ifade edilebilecek bir tür yakınmadır. Modernizmin dönüştürücü gücü karşısındaki çaresizlik, geçmişe başvurmaya, bazen de ondan kaçmaya zorlar insanları. Geçmiş, insanların zihinlerinde bozulmamış olan ‘asıldır’.” sözleriyle değerlendiriyor. Cantek’in dışında Alper Çeker “Günümüzü biçimlendiren geçmişin otoriteleri”, Dilaver Demirağ “Tarih, Yas, Melankoli ve Nostalji: Kentlilik Neyi Anlatıyor?”, Ahmet Terzioğlu ise “Mazi Kalbimde Bir Yaradır…” başlıklı yazılarıyla konuyu derinlemesine inceliyor.
Mostar, bu ay gündem dosyasının konusunu ise son dönemin tartışmalı konularından ‘katsayı sorunu’na ayırıyor. “Katsayı tartışmaları: Danıştay ile vicdan arasındaki mücadele” başlıklı dosyaya konunun uzmanlarından Bekir S. Gür “Kim demiş eğitim sistemini hep askerler yapar diye?”, Samet Günek ise “İdeolojik pratikler, nesnel öneriler” yazılarıyla katkı veriyor. Dosyanın söyleşi konuğu ise YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan. Önemli açıklamalarda bulunan Özcan, katsayı sorununu çözmeye kararlı olduklarını belirtiyor.
Mostar’ın diğer sayfaları ise yine dopdolu. Murat Yılmaz “Cunta, mahkeme ve ‘kapatma’: Türkiye’nin fasit dairesi”, M. Mücahit Küçükyılmaz “Yargı kesin: Acı duymak ruhun fiyakasını bozmasın!” ve Mustafa Şentop “Yargı bağımsızlığı ve HSYK” yazılarıyla Türkiye gündemine ışık tutarken; Berdal Aral “İsrail’i telaşlandıran Goldstone raporu”, Mesut Özcan ise “Ukrayna seçimleri turuncu devrimin sonu mu?” başlıklı yazılarıyla dünya gündemini yorumluyor.
Bunların dışında Naci Bostancı “Metaforların kırık aynası” ve Yıldız Ramazanoğlu “Kadın hikâyelerinin büyülü evi” yazılarıyla toplumsal meselelerimize parmak basarken, Ali Şükrü Çoruk “Turkuaz yahut Müstecip Onbaşı’nın hikâyesi” ile okuyucuya tarihin kapılarını aralıyor. Mostar’ın klasikleşmiş sayfalarından Gündemden, Görsel Hafıza, Çizi-Yorum, Kültür-Sanat, Kitap, Edebiyat Gündemi ve Sinema bölümleri ise okura yine oldukça renkli bir içerik sunuyor.
2010-03-14
"Akpınar" dergisi
"Beşinci yılın ilk sayısı, 25. sayı ile huzurunuzdayız. Bu sayıda kıymetli eğitimci, kültür ve edebiyat adamı Besim Atalay’ı rahmetle anacağız.
1882’de Uşak’ta doğdu. 1965’te Ankara’da vefat etti. 1918-1919 yıllarında Niğde Milli Eğitim Müdürlüğünde bulundu. Silifke’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurdu ve Milli Mücadele çalışmalarına katıldı.
Bazı şehirlerimizi elimizden almak için düzenler kurmaya çalışanlara cevap olarak; güçlü kalemi, birikimi ve yüksek vatanperver duygularla; yazdığı yazıları bir uyanışın müjdesi oldu.
Kara günlerin aydınlık yüzünü bize gösteren bu yazılardan; o zamanki, Zaman Gazetesinde yayınlanan; birkaç makalesini ilgiyle ve ibretle okuyacaksınız.
Nâzım H. Polat’a dergimize bu yazıyı kazandırdığı için teşekkür ediyor, Besim Atalay’ı da rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Kıymetli Yazar Doğan Hızlan, Hürriyet Gazetesinin 26 Aralık 2009 günlü nüshasındaki yazısında, üç cildi bir arada yayımlana “Niğdeli Şair ve Yazarlar” kitabımı konu alan, “Edebiyatımızın Niğdeli Ustaları” başlıklı yazısını ilgiyle okuyacaksınız.
Saim Sakaoğlu’nun “Nasrettin Hocaya Yeniden bir Bakış” konulu konferansı vesilesiyle Niğde’de geçen misafirliğini anlatan “Niğde Güzellemesi” başlıklı yazısını, İsmail Görkem’in “Ziya Gökalp’ın Türkçülük Anlayışı–2”, Namık Aslan’ın “Niğde/Bor Kaynaklı Dört Cönk ve muhtemel Niğdeli Âşıklar”, Tayfun Haykır’ın “Besim Atalay’ın Niğde Maarif Müdürüyken kaleme aldığı bir yazı dizisi”ni, Bedrettin Keleştimur’un “Yine Dergiler Yine Kitaplar,” İsmail Özmel’in “Her Mutluluğun Bir Bedeli Vardır,” Cahit Mun’un “Yer Adları ve Aksaray,” Murat Soyak’ın “Fareler ve İnsanlar’a Dair” ve “ Mehmet Akif Aydınlığı” başlıklı yazılarını, İsmail Özmel, Ali İhsan Kolcu, İsmail Âdil Şahin, Fikret Dikmen, Nisari Özdoğan ve Esin Ardıç’ın şiirlerini zevkle okuyacağınıza inanıyoruz.
Beşinci yılın ilk sayısı, 25. sayı ile huzurunuzdayız. Bizi yazıları, şiirleriyle ve destekleriyle yüreklendiren herkese saygılarımı sunuyor, sağlıcakla kalın, mutlu olun diyorum.
İsmail Özmel
İletişim:
ismailozmel@hotmail.com
"Ay Vakti" 114: Sular aka aka...
Ay Vakti 114. Sayı: Sular aka aka...
Mektubumuz var…
Ay Vakti'nin sayfalarını araladıgımızda ilk olarak Şiraze sesleniyor bize. Bu ay dergimizde bir öyküsü olduğundan habersizler var, resim çizmeyi bilip kalemi olmayanlar, kalemi olup yazamayanlar, yazmayı bilip de cesaretini kökten kaybetmişler var…
Öykü de; Arif Akpınar ruhlardaki eksik cümleler tamama erecek diyor “Söz Hira’dan Çoktan İndi” isimli öyküsü ile. Naz Ferniba anlatıyor engebeli toprak yollarda devam eden aşemin ve dayenin yolculugunu, “Cezada Elif Kapısı”. Dünya üzerinde en güçlü silah, ateşlenmiş insan ruhudur diyor Emre Miyasoğlu “Ölümcül Şiirler” öyküsüyle. Akabinde “Kardan Adam” Ebubekir Koçak ve “Şekerden Bir Yalnızlık” Zuhal Gedik.
Araştırmada; Eyyüp Azlal geleneksel halk kültürümüze ışık tutan ata sözlerimiz arasında, “Darb-ı Meselden Atalar Sözüne” ile bir gezinti yapıyor.
Denemede; Şadi Aydın “Üç Gömleğin Sırrı”nı , Faik Öcal “Uzaktaki”ni anlatıyor. İsmail Bingöl “Kar Hatırlatır” yazısı eski kışların hatıralarıyla dolu, tamda Eyyüp Azlal’ın yazısına atıf yaparcasına, yöre halkının kışa dair sözleri ve darb-ı mesellerle keyifli bir yazı çıkarmış.
“Nokta Kalemin Secdesidir” de Yunus Emre Tozal, varlığın sırlarıyla donatılmış kâinata, arif penceresinden bakabilmenin tezahürüdür kalemin nesneye dokunduğu an, diyor.
Üzeyir Süğümlü, her çağda değişen sistemler ideal mutluluğu bir türlü getiremedi insanlığa… Eksik bir şeyler vardı… Ve ardından ekliyor; dön kendine ve gör suretini… O zaman ufukların sonsuzlaşacak… Oku ve dokun ruhuna, hakikate...
Ahmet Durmuş, insan coğrafyasının en kudretli hislerinden biridir hüzün diyor ve “Eflatunik Deneme” ile hüznün peşinden takip ediyor insanoğlunun seyrüseferini.
Dil, düşüncenin kendini gerçekleştirmesi için tek yardımcı. Değirmene buğday olan dil. Düşünce öğüttüğü buğdayla varolabilen. Söz, ikisini kenardan izlerken kendini gerçekleştiren diyor Mehmet Gedizli söz kelimesinin etimolojisinden günümüze kadar kullanımı ve sözün mahiyetine dair keyifli bir yazı “Söz” Söz Konusu Olunca”da sizi bekliyor. “Cemre Düştü” Ayla Ceren’in kaleminden.
Zehra Betül Bulut bu ay bizlere, “Bir Derviş, Bir Gece”yi yazmış…
Kitap bölümünde; ise Cavit Marancı’nın Sarıkamış Harekâtı ve 91. Alay kitabı konu alınmış. Uğur Mantu’nun hazırladığı bu bölümde kitapla ilgili detaylı bilgileri bulabilrsiniz, “Kar Altında Bir Hüzün ve Kahramanlık Hikâyesi.
Derginin sinema kategorisinde bu ay, kendine has üslubuyla dikkati çeken Hollywood’un en yetenekli yönetmenlerinden biri olan Martin Scorsese konu alınmış. “Martin Scorsese: Güç ve Adalet Arasında Sinema Estetiği” Abdullah Ömer Yavuz tarafından kaleme alınmış keyifli bir yazı.
Dergiye bu sayıda şiirleriyle konuk olanlar ise; “Hayata, Aşk’a ve Savaşa Dair” A. Vahap Akbaş, “Kar Yağınca Bir Oh Çekiyorum” Erol Erdoğan, “Kış Hazırlığı” İsa Karaaslan, “Gözler Aynalarda Susar” Selami Şimşek ve “Eğik Notalar”Yavuz Ertürk.
İyi okumalar…
Yasemin Başpınar
İletişim:
www.ayvakti.net
ayvakti@gmail.com
"Yüzakı" dergisi
YÜZAKI DERGİSİ MART 2010 (61. SAYISI) “VATAN” KONULU DOSYA ÇALIŞMASIYLA ÇIKTI.
Topraktan yaratılan insan, ekseriya toprak vesilesiyle rızık bulur. Evi için arsaya, ekip biçmek için araziye ihtiyaç duyar. Hattâ yeri-yurdu belli bir mezar içinde muhtaçtır toprağa...
Fertten millet plânına çıktığımızda, îmar edecek bir yurda, bir vatan parçasına ihtiyaç duyar. Fakat, insan gibi, onun özü olan toprak da kıymetlidir. O kıymete sahip olmak isteyen niceleri vardır. O yüzden sahip çıkmalıdır, bu emanet kıymete...
Emanettir vatan...
Önce mânevî vazifelerle insanı dünyaya halîfe kılan Allâh’ın emaneti... Kanlarını, canlarını fedâkârca sebil etmiş ecdadın emaneti...
Şehid kanıyla yoğrulmamış, mâbed mâbed, imâret imâret, mektep mektep îmar edilmemiş, adâletle muhkemleştirilmemiş, ilim ve irfanla yüceltilmemiş, kültür ve sanatla, şiir ve edebiyatla bezenmemiş bir toprak parçası; üzerindekilere aslî bir vatan olmuş sayılmaz. Ayakların altından çekiliverecek bir halıya döner. Böyle bir toprak parçasında, bu temel harcından mahrum bir bina, bu sütunlardan yoksun bir memleket de Mehmed Âkif’in çok yerinde ikaz ettiği gibi batmaya müstehaktır:
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır!..
Çanakkale’yi gündemimize düşüren Mart ayında, vatana sahip çıkma mevzuunu dosya konumuz olarak seçtik. Vatana sahip çıkmanın maddî boyutunu, kılıç ve tüfekle, hattâ bıçak kemiğe dayandığında kazmayla kürekle en asil şekilde defalarca ortaya koymuş bir milletin evlâtlarıyız. Fakat bugün vatana sahip çıkmak, yumruktan ziyade beyinle, silâhtan ziyade kalemle, baruttan ziyade mürekkeple, vuruştan ziyade duruşla...
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, gözle görülmeyen işgallere dikkat çekiyor ve vatana sahip çıkmanın başta kişinin kendisine sahip olmakla başladığını tespit ediyor:“Memlekete sahip olmak; evvelâ onun; maddî ve manevî temel dinamiklerine sahip çıkmaktan geçer. Bu da öncelikle; ilmine ve irfanına sahip çıkmaktır. Geçmişe ve geleceğe bütün tarihî dokusu ve ruhuyla beraber sahip çıkmaktır. Asla ve nesle sahip çıkmaktır. Söze ve öze, şiire ve şuura, lisana ve beyana, zamana ve mekâna, hayata ve sanata, hakka ve ahlâka sahip çıkmaktır.”
Dosyada Mustafa KÜÇÜKAŞCI; vatan-millet mevzuunda devrin rüzgârları karşısında mûtedil duruşu işliyor. Ayla AĞABEGÜM; Yahya Kemal’in vatan görüşleriyle başladığı yazısında, Türkçe düşünemeyen popüler bir romancının çalışmasını tenkit ediyor. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; vatanın millet boyutunu, birlik-beraberlik şuurunu kaleme alıyor. H. Kübra ERGİN ve Aynur TUTKUN, insandaki millet şuurunun psikolojik ve fizyolojik esaslarını inceliyorlar. Vatanın Edirne’den Ardahan’a daralışı, Nihad Sami BANARLI’dan bir iktibasla dosyamızda.
Karakter bölümümüzde Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Tarihe Yön Veren Zirve Şahsiyetler; Gönüllere Taht Kuranlar» üst başlıklı bir yazı dizisinin ilk makalesinde; «Çâr Yâr-ı Güzîn; Allah Rasûlü’nün Dört Seçkin Dostu»ndan Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer’i kaleme aldı.
Tarih bölümünde Ahmet MERAL; adım adım Anadolu’nun Türk vatanı oluşunun sahnelerinden birini, II. Haçlı Seferi’nin Anadolu’nun bağrında eritilişini yazıyor.
“Ve şiirleriyle M. Ali EŞMELİ, Bestami YAZGAN, Halil GÖKKAYA, Harun ÖĞMÜŞ, Hadi ÖNAL, Recep YILDIZ, M. Faik GÜNGÖR, Servet YÜKSEL, Mustafa KÜÇÜKAŞCI, M. Nejat SEFERCİOĞLU, Ahmet ARSLAN, Hakkı ŞENER, Rıfat ARAZ, Sadettin KAPLAN, Memduh CUMHUR, Mehmet Ali VAR, Yusuf DURSUN, Mahmut TOPBAŞLI, Olcay YAZICI, Zahit GENÇ, Köksal CENGİZ, Hızır İrfan ÖNDER bu sayımızda yer alan şâirler.”
Türk dilinin ilk şiir örneği, kaybedilmiş bir vatan için yakılan bir ağıt mâhiyetinde... İlk yazılı kaynaklarımız, vatan derdinde... Dünden bugüne, vatana sahip çıkmanın en etkili yollarından biri; lisanı ve kalemi, toprağı vatan yapacak değerler uğrunda kullanabilmek...
Yüzakı 6. yılında da bu mâhiyette, yüz akı şiirlerle sizlerle... 6. yılımızda yeni kampanyamızla karşınızdayız. Şair Seyrî / M. Ali EŞMELİ’nin, Peygamber Efendimiz’in güzîde sûret ve sîretini nazmettiği Hilye-i Şerîfe adlı eserini siz değerli okuyucularımıza hediye ediyoruz.
Yüzakıyla...
Topraktan yaratılan insan, ekseriya toprak vesilesiyle rızık bulur. Evi için arsaya, ekip biçmek için araziye ihtiyaç duyar. Hattâ yeri-yurdu belli bir mezar içinde muhtaçtır toprağa...
Fertten millet plânına çıktığımızda, îmar edecek bir yurda, bir vatan parçasına ihtiyaç duyar. Fakat, insan gibi, onun özü olan toprak da kıymetlidir. O kıymete sahip olmak isteyen niceleri vardır. O yüzden sahip çıkmalıdır, bu emanet kıymete...
Emanettir vatan...
Önce mânevî vazifelerle insanı dünyaya halîfe kılan Allâh’ın emaneti... Kanlarını, canlarını fedâkârca sebil etmiş ecdadın emaneti...
Şehid kanıyla yoğrulmamış, mâbed mâbed, imâret imâret, mektep mektep îmar edilmemiş, adâletle muhkemleştirilmemiş, ilim ve irfanla yüceltilmemiş, kültür ve sanatla, şiir ve edebiyatla bezenmemiş bir toprak parçası; üzerindekilere aslî bir vatan olmuş sayılmaz. Ayakların altından çekiliverecek bir halıya döner. Böyle bir toprak parçasında, bu temel harcından mahrum bir bina, bu sütunlardan yoksun bir memleket de Mehmed Âkif’in çok yerinde ikaz ettiği gibi batmaya müstehaktır:
Sâhipsiz olan memleketin batması haktır,
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır!..
Çanakkale’yi gündemimize düşüren Mart ayında, vatana sahip çıkma mevzuunu dosya konumuz olarak seçtik. Vatana sahip çıkmanın maddî boyutunu, kılıç ve tüfekle, hattâ bıçak kemiğe dayandığında kazmayla kürekle en asil şekilde defalarca ortaya koymuş bir milletin evlâtlarıyız. Fakat bugün vatana sahip çıkmak, yumruktan ziyade beyinle, silâhtan ziyade kalemle, baruttan ziyade mürekkeple, vuruştan ziyade duruşla...
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, gözle görülmeyen işgallere dikkat çekiyor ve vatana sahip çıkmanın başta kişinin kendisine sahip olmakla başladığını tespit ediyor:“Memlekete sahip olmak; evvelâ onun; maddî ve manevî temel dinamiklerine sahip çıkmaktan geçer. Bu da öncelikle; ilmine ve irfanına sahip çıkmaktır. Geçmişe ve geleceğe bütün tarihî dokusu ve ruhuyla beraber sahip çıkmaktır. Asla ve nesle sahip çıkmaktır. Söze ve öze, şiire ve şuura, lisana ve beyana, zamana ve mekâna, hayata ve sanata, hakka ve ahlâka sahip çıkmaktır.”
Dosyada Mustafa KÜÇÜKAŞCI; vatan-millet mevzuunda devrin rüzgârları karşısında mûtedil duruşu işliyor. Ayla AĞABEGÜM; Yahya Kemal’in vatan görüşleriyle başladığı yazısında, Türkçe düşünemeyen popüler bir romancının çalışmasını tenkit ediyor. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; vatanın millet boyutunu, birlik-beraberlik şuurunu kaleme alıyor. H. Kübra ERGİN ve Aynur TUTKUN, insandaki millet şuurunun psikolojik ve fizyolojik esaslarını inceliyorlar. Vatanın Edirne’den Ardahan’a daralışı, Nihad Sami BANARLI’dan bir iktibasla dosyamızda.
Karakter bölümümüzde Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Tarihe Yön Veren Zirve Şahsiyetler; Gönüllere Taht Kuranlar» üst başlıklı bir yazı dizisinin ilk makalesinde; «Çâr Yâr-ı Güzîn; Allah Rasûlü’nün Dört Seçkin Dostu»ndan Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer’i kaleme aldı.
Tarih bölümünde Ahmet MERAL; adım adım Anadolu’nun Türk vatanı oluşunun sahnelerinden birini, II. Haçlı Seferi’nin Anadolu’nun bağrında eritilişini yazıyor.
“Ve şiirleriyle M. Ali EŞMELİ, Bestami YAZGAN, Halil GÖKKAYA, Harun ÖĞMÜŞ, Hadi ÖNAL, Recep YILDIZ, M. Faik GÜNGÖR, Servet YÜKSEL, Mustafa KÜÇÜKAŞCI, M. Nejat SEFERCİOĞLU, Ahmet ARSLAN, Hakkı ŞENER, Rıfat ARAZ, Sadettin KAPLAN, Memduh CUMHUR, Mehmet Ali VAR, Yusuf DURSUN, Mahmut TOPBAŞLI, Olcay YAZICI, Zahit GENÇ, Köksal CENGİZ, Hızır İrfan ÖNDER bu sayımızda yer alan şâirler.”
Türk dilinin ilk şiir örneği, kaybedilmiş bir vatan için yakılan bir ağıt mâhiyetinde... İlk yazılı kaynaklarımız, vatan derdinde... Dünden bugüne, vatana sahip çıkmanın en etkili yollarından biri; lisanı ve kalemi, toprağı vatan yapacak değerler uğrunda kullanabilmek...
Yüzakı 6. yılında da bu mâhiyette, yüz akı şiirlerle sizlerle... 6. yılımızda yeni kampanyamızla karşınızdayız. Şair Seyrî / M. Ali EŞMELİ’nin, Peygamber Efendimiz’in güzîde sûret ve sîretini nazmettiği Hilye-i Şerîfe adlı eserini siz değerli okuyucularımıza hediye ediyoruz.
Yüzakıyla...
2010-03-07
"Bizim Külliye"de ev, mahalle dosyası
Muhterem Okurlar,
Bu sayıda söze evle başladık.
Ev, şehri dolduran sokağın, mahallenin toplamıdır.
Evin kapısı sokağa; sokak mahalleye açılır. Eğer, sokağımızın, mahallemizin sinir uçları yoksa bizi şehrimize bağlayan yalnızca odamız kalmıştır. Zaman öylece bir odaya bırakır bizi. Çünkü “içinde gönüllerin birbirine kavuşamadığı, birbirine ulaşamadığı duvarlar ev olmaz” sokak da mahalle de…
Namık Açıkgöz “Eskiden evler, sokaklar, mahalleler, bir insan ömrünü aşan zamanlarda yüz değiştirirlerdi; şimdi bir insan ömrüne birkaç değişim sığacak neredeyse.” diyor. Suat Bulut ise “Türk kültüründe mahalle, sokak ve evin farklı bir misyon ve fonksiyonu var” oluşundan bahsediyor.
Tanzimat’tan bu yana evimizde ve hayatımızda görülen değişikliği en iyi sokak ile mahalle ile izah edebiliriz Bugün modern mahalle durumundaki büyük sitelerin marketlerini, taksi duraklarını da söz konusu etmezsek, konumuz hem sosyal ve hem de kültürel bakımdan tam olarak anlatılmış olmaz.
Evcil şairlerimiz, evi yaşadığımız dünyanın sembolü olarak ele almışlardır. Sokak ve mahalleyi işleyen hikâye, tiyatro ve roman yazarlarımız da öyle… Son yıllarda bu işlemeye televizyon dizilerimizi de katabiliriz. Mesela “Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar, Ekmek Teknesi” gibi televizyon dizileri ancak mahalle kültürüyle bir anlam taşır.
Sokağımızın bakkalı, kasabı, kapı komşu ilişkileri, mahalle arkadaşlığı, dayanışma hatta “mahallenin namusu” neden gündemde… Neden sanatçılarımız eski sokağımıza, eski mahallemize döndüler.
Galiba sokağın, mahallenin yenisinde bizi durmaksızın kemiren bir eksiklik var. Biz bu sayımızda “ev, sokak, mahalle”yi konuştuk.
Gelecek sayımızın dosya konusu Yavuz Bülent Bâkiler. Yavuz Bülent Bâkiler özel sayısında buluşmak dileğiyle.
İletişim:
www.bizimkulliye.com
Bu sayıda söze evle başladık.
Ev, şehri dolduran sokağın, mahallenin toplamıdır.
Evin kapısı sokağa; sokak mahalleye açılır. Eğer, sokağımızın, mahallemizin sinir uçları yoksa bizi şehrimize bağlayan yalnızca odamız kalmıştır. Zaman öylece bir odaya bırakır bizi. Çünkü “içinde gönüllerin birbirine kavuşamadığı, birbirine ulaşamadığı duvarlar ev olmaz” sokak da mahalle de…
Namık Açıkgöz “Eskiden evler, sokaklar, mahalleler, bir insan ömrünü aşan zamanlarda yüz değiştirirlerdi; şimdi bir insan ömrüne birkaç değişim sığacak neredeyse.” diyor. Suat Bulut ise “Türk kültüründe mahalle, sokak ve evin farklı bir misyon ve fonksiyonu var” oluşundan bahsediyor.
Tanzimat’tan bu yana evimizde ve hayatımızda görülen değişikliği en iyi sokak ile mahalle ile izah edebiliriz Bugün modern mahalle durumundaki büyük sitelerin marketlerini, taksi duraklarını da söz konusu etmezsek, konumuz hem sosyal ve hem de kültürel bakımdan tam olarak anlatılmış olmaz.
Evcil şairlerimiz, evi yaşadığımız dünyanın sembolü olarak ele almışlardır. Sokak ve mahalleyi işleyen hikâye, tiyatro ve roman yazarlarımız da öyle… Son yıllarda bu işlemeye televizyon dizilerimizi de katabiliriz. Mesela “Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar, Ekmek Teknesi” gibi televizyon dizileri ancak mahalle kültürüyle bir anlam taşır.
Sokağımızın bakkalı, kasabı, kapı komşu ilişkileri, mahalle arkadaşlığı, dayanışma hatta “mahallenin namusu” neden gündemde… Neden sanatçılarımız eski sokağımıza, eski mahallemize döndüler.
Galiba sokağın, mahallenin yenisinde bizi durmaksızın kemiren bir eksiklik var. Biz bu sayımızda “ev, sokak, mahalle”yi konuştuk.
Gelecek sayımızın dosya konusu Yavuz Bülent Bâkiler. Yavuz Bülent Bâkiler özel sayısında buluşmak dileğiyle.
İletişim:
www.bizimkulliye.com
"Nida" dergisi
Nida Dergisinin 139. (Aralık-Ocak) sayısı, “İslam Düşüncesinin Şekillenmesinde Kaynak Problemi” başlığı ile çıktı...
Nida Dergisi bu ay "…Kuran'a olan eğilimimize balta vuruyor. Tartışmayı, cedeli, tenkiti vs. medeniyet havzası içinde eriterek olgun düzlemde yoğuran İslam kültürü, nice anlayışlar üretmiştir." diyerek ana kaynağı anlamaya yönelik bir eksen belirlemiş.
"…Tüm bu tartışmaların odağında olan Kur'an'ı anlama gayretini, okuma cehdini ve yaşama erdemini göstermek her dönemin 'artık' kültürlerine bir başkaldırı olarak tarih sahnesinde altın harflerle kendine yer edinmiştir. İşte Kur'an'ı merkeze alma iddiasındaki her ekolün algı biçimi ve anlama metodu tartışmaların şemasını oluşturmuştur."
"Aşkın bir kaynağa sahip olan Müslümanların bu potansiyeli kullanamamaları ve sebepleri"ni derinlemesine inceleyip istifadelerimize açmış. "İslami açıdan bilgi kaynakları". "Bilgi kirliliğine neden olan kaynak(sızlık), ölçü(süzlük) ve referans problemi", "Kurandaki "ilim, hikmet, zikr marifet" gibi İslam bilgi sisteminin temel kavramlarının bugünün "bilgi kaynakları" ile olan ilişkisi de Nida'nın bu ayki sorgulamasına dâhil ettiği alt başlıklar.
"Kaynak sıralaması problemi", "Rivayete dayalı kaynaklarımızı tenkid zorunluluğu.(cerh-tadil ve metin tenkidi)", "Modern ve geleneksel algının kaynaklarda yaptığı tahribat ya da yönlendirici etki", "Modernizm ve post-modernizm çıkmazında batılı kaynakların ve metotların Kur'an'a bakışımızda yönlendirici etkisi", "Kaynakları (kuranı) okumaya anlamaya çalışırken zihin manipülasyonu yapan yerel ve evrensel kültür kodları", gibi yoğun tartışmalı konulara da değinmeye çalışmış Nida. 'Kur'an'a dönüş' söyleminin soyut düzlemden somut gerçekliğe geçişi" başlığı da Nida'nın bu sayısına yön veren önemli başlıklardan biri.
Kaynak problemi gibi küçümsenmeyecek derecede öneme sahip bir konuda Nida Dergisi iki değerli ilim adamının röportajlarını istifadelerinize sunmuş: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu ve Prof. Dr. Sait Şimşek, görüşlerini Nida aracılığı ile bizlerle paylaşmış.
Ayrıca bu ay şu yazıları da istifadelerimize sunmuş Nida Dergisi:
Modern ya da Geleneksel Algını kaynaklarda Yaptığı Tahribat ya da Yönlendirici Etki
Nurettin ÖZCAN
Bilginin Üç Veçhesi
Zübeyir Yetik
Kuran İslam'ı ya da Kurancılık Söylemi Üzerine Bazı Tespit ve Değerlendirmeler
Doç. Dr. Mustafa Öztürk
İslam'ı Anlamada Kaynak(sızlık) Sorunu
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Röportaj: Prof Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile...
Röportaj: Prof. Dr. Sait Şimşek ile...
Siyeri Farklı Okumak-II/ Medine Yılları Kitabı
Prof. Dr. İbrahim Sarmış
İslam Düşüncesinin Şekillenmesinde Delil veya Kaynaklar Nedir?
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu
Modernitenin Ahlak Sorunu
Altan Murat Ünal
Kötülüğe Sessiz Kalmak da Bir Kötülük Değil midir?
Ferda KILINÇ
Kadın Savunusuna Eleştiri
Mücahid Sağman
Güneşe Aşık Çocuk: Çocuk Şiirleri Albümü
Mustafa Aldı
Medeniyete Özlemin Teorisi: Alınyazısı Saati
Asaf Emingil
Bilinçaltına Giden Yol
İdris Bilen
Nida Dergisi'ne ulaşmak için:
0422 321 21 87
nida_dergisi@hotmail.com
Nida Dergisi bu ay "…Kuran'a olan eğilimimize balta vuruyor. Tartışmayı, cedeli, tenkiti vs. medeniyet havzası içinde eriterek olgun düzlemde yoğuran İslam kültürü, nice anlayışlar üretmiştir." diyerek ana kaynağı anlamaya yönelik bir eksen belirlemiş.
"…Tüm bu tartışmaların odağında olan Kur'an'ı anlama gayretini, okuma cehdini ve yaşama erdemini göstermek her dönemin 'artık' kültürlerine bir başkaldırı olarak tarih sahnesinde altın harflerle kendine yer edinmiştir. İşte Kur'an'ı merkeze alma iddiasındaki her ekolün algı biçimi ve anlama metodu tartışmaların şemasını oluşturmuştur."
"Aşkın bir kaynağa sahip olan Müslümanların bu potansiyeli kullanamamaları ve sebepleri"ni derinlemesine inceleyip istifadelerimize açmış. "İslami açıdan bilgi kaynakları". "Bilgi kirliliğine neden olan kaynak(sızlık), ölçü(süzlük) ve referans problemi", "Kurandaki "ilim, hikmet, zikr marifet" gibi İslam bilgi sisteminin temel kavramlarının bugünün "bilgi kaynakları" ile olan ilişkisi de Nida'nın bu ayki sorgulamasına dâhil ettiği alt başlıklar.
"Kaynak sıralaması problemi", "Rivayete dayalı kaynaklarımızı tenkid zorunluluğu.(cerh-tadil ve metin tenkidi)", "Modern ve geleneksel algının kaynaklarda yaptığı tahribat ya da yönlendirici etki", "Modernizm ve post-modernizm çıkmazında batılı kaynakların ve metotların Kur'an'a bakışımızda yönlendirici etkisi", "Kaynakları (kuranı) okumaya anlamaya çalışırken zihin manipülasyonu yapan yerel ve evrensel kültür kodları", gibi yoğun tartışmalı konulara da değinmeye çalışmış Nida. 'Kur'an'a dönüş' söyleminin soyut düzlemden somut gerçekliğe geçişi" başlığı da Nida'nın bu sayısına yön veren önemli başlıklardan biri.
Kaynak problemi gibi küçümsenmeyecek derecede öneme sahip bir konuda Nida Dergisi iki değerli ilim adamının röportajlarını istifadelerinize sunmuş: Prof. Dr. M. Hayri Kırbaşoğlu ve Prof. Dr. Sait Şimşek, görüşlerini Nida aracılığı ile bizlerle paylaşmış.
Ayrıca bu ay şu yazıları da istifadelerimize sunmuş Nida Dergisi:
Modern ya da Geleneksel Algını kaynaklarda Yaptığı Tahribat ya da Yönlendirici Etki
Nurettin ÖZCAN
Bilginin Üç Veçhesi
Zübeyir Yetik
Kuran İslam'ı ya da Kurancılık Söylemi Üzerine Bazı Tespit ve Değerlendirmeler
Doç. Dr. Mustafa Öztürk
İslam'ı Anlamada Kaynak(sızlık) Sorunu
Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Röportaj: Prof Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile...
Röportaj: Prof. Dr. Sait Şimşek ile...
Siyeri Farklı Okumak-II/ Medine Yılları Kitabı
Prof. Dr. İbrahim Sarmış
İslam Düşüncesinin Şekillenmesinde Delil veya Kaynaklar Nedir?
Prof. Dr. Osman Eskicioğlu
Modernitenin Ahlak Sorunu
Altan Murat Ünal
Kötülüğe Sessiz Kalmak da Bir Kötülük Değil midir?
Ferda KILINÇ
Kadın Savunusuna Eleştiri
Mücahid Sağman
Güneşe Aşık Çocuk: Çocuk Şiirleri Albümü
Mustafa Aldı
Medeniyete Özlemin Teorisi: Alınyazısı Saati
Asaf Emingil
Bilinçaltına Giden Yol
İdris Bilen
Nida Dergisi'ne ulaşmak için:
0422 321 21 87
nida_dergisi@hotmail.com
159 "Hece"
EDEBİYAT GÜNDEMİ
Necati Mert/Meğer Bir Başka Hayatı da Örmekteymişim 3
Cemal Şakar/Birikim'in Özgürlükçü Teolojisi 4
Erol Yılmaz/Hediye Kitap Kabul Edilmez! 6
Süleyman Ceran/Haiti 7
TAKİP MESAFESİ
Hayriye Ünal/İnsanın Kalıcılık Talebi ve Yazma Eyleminin Anlamı 11
Sayıyla 1 Dergi/Başka Bir Modernleşme İhtimali 14
Yazıyla Bir Şair/Hüseyin Atlansoy/Ucuz Oyuncak Taciri 17
Salon Kıyameti/ 18
Hasan Aycın/Çizgi 19
Hüseyin Atlansoy/Yüzümdeki Eşik 20
Mustafa Muharrem/Hayret 22
Kenan Çağan/Uğurlama 24
Cafer Keklikçi/Aşk Olsun Bize 26
Hasan Yurtoğlu/Orta Doğuda Acele Satılık 28
Ayşe Sevim/Benden Sarkan Balkon/Karakol Çıkışı 29
Mustafa Köneçoğlu/Omzumdan Bir Ağırlık da Sen Kaldır 30
Baran Çaçan/Gelin Atı 31
Akif Emre/Bir Metafor Olarak İpek Yolu-I 32
Gönül Yonar Utku/Kimin Oğluysan Sen O'sun 37
Celâl Fedai/Neo Klasik Poetika: Politika Değil Poetika 42
Ömer Aksay/Şiirin İşlevinde Yaşanan Zihinsel Kayma 45
Ali K. Metin / "Şiir Sırası" 53
Ali Duman/Hüseyin Atlansoy Şiiri: Sis ve Ayna 59
Kâmil Aydoğan/Günlüklerim 62
DOSYA
EDEBİYATIN ÖZERKLİĞİ-II
Hayriye Ünal/Eşikteki Özgürlük: Üç Örnek 70
Ali K. Metin /Sanatsal Özerklik, Varoluş ve Bağlanma Paradoksu 81
Ercan Yıldırım/Cumhuriyet Politikaları, Edebiyat ve Özerklik 86
Nilay Özer/Değer Tabii! 93
Ömer Erinç/Sanatın/Sanatçının Bağlanma Sorunu 97
Ali Ayçil/ 102
Selçuk Orhan/ 104
Gökhan Arslan/Neyin Özgürlüğü; Şiirin mi, Şairin mi? 106
Stuart Hall/"İdeoloji'nin Yeniden Keşfi" 110
Engin Sezer/Nesnel Karşılık Üzerine-I 124
Mustafa Şerif Onaran/Ah Güzel İstanbul 134
Mustafa Aldı/Ayşe Kara ile Roman Üzerine: "Lâl, Uzun ve Sancılı... 137
Cemal Şakar/Kaza ve Kader Arasında Lâl 146
KİTAPLIK
Yusuf Turan Günaydın/Yaşamak Sorumluluktur 150
Âtıf Bedir/Alçalma 151
Ali Emre/Batı'nın Kaynakları 152
"Umran" dergisinde "Aile" dosyası
UMRAN’DA AİLENİN DÖNÜŞÜMÜ
Türkiye’de ailenin gerek geleneksel, gerekse çağdaş toplum yapılarında görmediğimiz kendine özgü bir yapı kazandığını, toplumun değişim ve dönüşüm sürecinde bu durumun özel bir aile yapısı yarattığını ortaya koyan bir dosya ile okurlarıyla buluştu Umran dergisi.
Son yıllarda ağırlıklı olarak gündem darbe ve vesayetçi yapılanmaların halkı kafesleme faaliyetleri etrafındaki tartışmalarla şekillendi. Bunun yanında dünyada da önemli gelişmeler yaşandı. Filistin, İran, Afganistan ve tabii küresel imparatorluk ABD’de.Dergimizin gündem sayfalarında dünyada ve Türkiye’de öne çıkan olaylardan birkaçının değerlendirmesi yer alıyor.Cevat Özkaya ve Dilaver Demirağ Türkiye’de yaşanan hukuk(suzluk) tartışmalarını hem tarihsel hem de zihniyet konumlanışı bakımından analiz ettiler.
Elbette toplumsal hayattaki gelişmeler sadece bununla sınırlı değil. Aileden ekonomiye değin bir dizi değişim ve dönüşüm söz konusu. İçinde yaşadığımız dünyada aile yapısı da ciddi bir değişim/dönüşüm geçirmekte.
Türkiye’deki aile yapısı değişiyor ama Türkiye’de standart bir aile yapısının olmadığı da ortada. RTÜK Başkanı Davut Dursun aile yapısının farklılığından hareketle şunları ifade ediyor: “Türk aile yapısı deyince şehirli aileyi mi kastediyoruz köylü aileyi mi? Yoksa geniş aileyi mi çekirdek aileyi mi, İstanbul'dakini mi Hâkkari'dekini mi? Standardı bulmak sanıldığı kadar kolay değil. Söylenmesi gereken şey, aile yapısının korunmasının önemsenmesi olmalı.”
Aile yapısının değişme nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Değişen mekânlar, değişen hayat kazanma biçimleri, aile kompozisyonunda değişmeler, roller ve ilişkilerde yaşanan değişim, kadının çalışmasıyla değişen ev içi roller, çocuk yetiştirilmesi, konum sağlamak, güvence ve uyum. Türkiye’de ailenin kentleşmeyle beraber, sosyal etkileşim, kişiler arası bağlılık ve karşılıklı bağımlılığa dayanan yeni yapısı içinde melezleştiğini, bunun da farklı bir aile yapısını oluşturduğunu ifade edebiliriz. Türkiye’de ailenin gerek geleneksel, gerekse çağdaş toplum yapılarında görmediğimiz kendine özgü bir yapı kazandığını, toplumun değişim ve dönüşüm sürecinde bu durumun özel bir aile yapısı yarattığını ortaya koyan bir dosya ile okurlarıyla buluştu Umran dergisi
Ailenin Dönüşümü çerçevesinde Burhanettin Can, Mustafa Aydın, Kadir Canatan, Mustafa Tekin ve H.Vicdan Tekin yazılarıyla aile yapısında meydana gelen dönüşümü anlamayı ve değerlerimizden hareketle bu konuda yapılabilecekleri ortaya koydular. Bu çerçevede Türkiye’de Aile (Ailenin Yapısal Özellikleri, İşlevleri ve Değişimi) adlı araştırmanın verileri de oldukça önemli. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM) tarafından yapılan araştırmayı aile yapısında meydana gelen değişimleri anlamak için Celalettin Vatandaş ile konuştuk.
Yaşayan İslam bölümünde Özcan Taşçı eleştirel akıl ve orta ümmet kavramalarından hareketle İslam düşüncesi okumalarında karşımıza çıkan kimi sorunları irdeledi.Düşünce sayfamızda İslamcılık araştırmalarında öne çıkan muhafazakâr yaklaşımı İsmail Kara’nın son kitabı üzerinden masaya yatırdı.
Kültür sanat bölümünde söyleşi konuğumuz eleştirmen Ömer Lekesiz. Kendisiyle eleştir, eleştiri anlayışı ve eleştiri dünyasındaki güncel kimi tartışmaları konuştuk. Ayrıca Ekrem Sakar ve Habil Sağlam kitap eleştirileri ile katkıda bulundular.Süleyman Ceran ise Tanrının Kitabı filmi üzerinden Holywood’un yeni yönelimlerini irdeledi.
UMRAN DERGİSİ iletişim:
0212)220 98 90
www.umrandergisi.com
umran@umrandergisi.com
abone@umrandergisi.com
Türkiye’de ailenin gerek geleneksel, gerekse çağdaş toplum yapılarında görmediğimiz kendine özgü bir yapı kazandığını, toplumun değişim ve dönüşüm sürecinde bu durumun özel bir aile yapısı yarattığını ortaya koyan bir dosya ile okurlarıyla buluştu Umran dergisi.
Son yıllarda ağırlıklı olarak gündem darbe ve vesayetçi yapılanmaların halkı kafesleme faaliyetleri etrafındaki tartışmalarla şekillendi. Bunun yanında dünyada da önemli gelişmeler yaşandı. Filistin, İran, Afganistan ve tabii küresel imparatorluk ABD’de.Dergimizin gündem sayfalarında dünyada ve Türkiye’de öne çıkan olaylardan birkaçının değerlendirmesi yer alıyor.Cevat Özkaya ve Dilaver Demirağ Türkiye’de yaşanan hukuk(suzluk) tartışmalarını hem tarihsel hem de zihniyet konumlanışı bakımından analiz ettiler.
Elbette toplumsal hayattaki gelişmeler sadece bununla sınırlı değil. Aileden ekonomiye değin bir dizi değişim ve dönüşüm söz konusu. İçinde yaşadığımız dünyada aile yapısı da ciddi bir değişim/dönüşüm geçirmekte.
Türkiye’deki aile yapısı değişiyor ama Türkiye’de standart bir aile yapısının olmadığı da ortada. RTÜK Başkanı Davut Dursun aile yapısının farklılığından hareketle şunları ifade ediyor: “Türk aile yapısı deyince şehirli aileyi mi kastediyoruz köylü aileyi mi? Yoksa geniş aileyi mi çekirdek aileyi mi, İstanbul'dakini mi Hâkkari'dekini mi? Standardı bulmak sanıldığı kadar kolay değil. Söylenmesi gereken şey, aile yapısının korunmasının önemsenmesi olmalı.”
Aile yapısının değişme nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Değişen mekânlar, değişen hayat kazanma biçimleri, aile kompozisyonunda değişmeler, roller ve ilişkilerde yaşanan değişim, kadının çalışmasıyla değişen ev içi roller, çocuk yetiştirilmesi, konum sağlamak, güvence ve uyum. Türkiye’de ailenin kentleşmeyle beraber, sosyal etkileşim, kişiler arası bağlılık ve karşılıklı bağımlılığa dayanan yeni yapısı içinde melezleştiğini, bunun da farklı bir aile yapısını oluşturduğunu ifade edebiliriz. Türkiye’de ailenin gerek geleneksel, gerekse çağdaş toplum yapılarında görmediğimiz kendine özgü bir yapı kazandığını, toplumun değişim ve dönüşüm sürecinde bu durumun özel bir aile yapısı yarattığını ortaya koyan bir dosya ile okurlarıyla buluştu Umran dergisi
Ailenin Dönüşümü çerçevesinde Burhanettin Can, Mustafa Aydın, Kadir Canatan, Mustafa Tekin ve H.Vicdan Tekin yazılarıyla aile yapısında meydana gelen dönüşümü anlamayı ve değerlerimizden hareketle bu konuda yapılabilecekleri ortaya koydular. Bu çerçevede Türkiye’de Aile (Ailenin Yapısal Özellikleri, İşlevleri ve Değişimi) adlı araştırmanın verileri de oldukça önemli. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM) tarafından yapılan araştırmayı aile yapısında meydana gelen değişimleri anlamak için Celalettin Vatandaş ile konuştuk.
Yaşayan İslam bölümünde Özcan Taşçı eleştirel akıl ve orta ümmet kavramalarından hareketle İslam düşüncesi okumalarında karşımıza çıkan kimi sorunları irdeledi.Düşünce sayfamızda İslamcılık araştırmalarında öne çıkan muhafazakâr yaklaşımı İsmail Kara’nın son kitabı üzerinden masaya yatırdı.
Kültür sanat bölümünde söyleşi konuğumuz eleştirmen Ömer Lekesiz. Kendisiyle eleştir, eleştiri anlayışı ve eleştiri dünyasındaki güncel kimi tartışmaları konuştuk. Ayrıca Ekrem Sakar ve Habil Sağlam kitap eleştirileri ile katkıda bulundular.Süleyman Ceran ise Tanrının Kitabı filmi üzerinden Holywood’un yeni yönelimlerini irdeledi.
UMRAN DERGİSİ iletişim:
0212)220 98 90
www.umrandergisi.com
umran@umrandergisi.com
abone@umrandergisi.com
"Başkasının Hayatı" hakkında
Sevgili Türk Edebiyatı okuyucuları,elinizdeki sayıya, Ertuğrul Emre’nin sorularına Sevinç Çokum’un verdiği cevaplarla başlıyoruz. Kısa bir süre önce Yarım Kalmış Tebessüm adlı yeni romanı yayımlanan Sevinç Çokum, hiç şüphesiz, yaşayan en önemli kadın romancılarımızdan biridir. Edebiyat dünyasına hikâyeci olarak giren; fakat yoluna -hikâyeyi büsbütün bırakmamakla beraber- romanla devam eden Sevinç Hanım’ın son romanı hakkında Sezai Coşkun’un da kapsamlı bir değerlendirmesine yer verdik.
Sezai Coşkun’un yazısını Nazan Bekiroğlu’nun geçen sayıda birinci bölümünü yayımladığımız “Sahaflar Bürokrasisi Kâğıt Gemi” adlı hikâyesinin ikinci bölümü takip ediyor. Bir kutuda ise Deniz Özbeyli’nin “Dalgın Bakışlı Adam” adlı kısa hikâyesini okuyacaksınız. M. Selim Gökçe, Bursa’da ressam Malik Aksel’in oğlu Murat Aksel’in bağışladığı otuz bin civarında kitapla oluşturulan Şehbenderler Konağı Kütüphanesi’nden söz ediyor. Zafer Acar’ın eleştiri hakkındaki yazısının da ilginizi çekeceğini tahmin ediyorum.
Bu sayının dosya konusu olarak biyografiyi ele aldık. Aslında niyetimiz kapsamlı bir özel sayı hazırlamaktı; fakat bazı dostlarımız sözlerini yerine getiremedikleri için bir dosyayla yetinmek zorunda kaldık; gönderilen yazıları daha fazla bekletmeye hakkımız yoktu.
Bizde pek önemsenmeyen biyografi, Batı’da belki de romandan sonra en çok okunan türdür. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ilgi görmeye başlayan bu türün bir kısmı Türkçeye de çevrilen benzersiz örnekleri var. Stefan Zweig’ın biyografileri gibi... Unutmamak gerekir ki, her biyografi bir hayat projesidir. İnsanlar biyografi okuyarak kendi hayatlarında karşılaştıkları soruların cevaplarını başkalarının hayatlarında bulmaya çalışırlar. Evet, biyografi yazmak ve okumak, “başkasının hayatı”na bakmaktır. Tarihin her döneminde başarılı olmuş insanların hayat hikâyeleri merak edilmiştir. Özellikle ürkütücü bir değerler kargaşasının yaşandığı, normların altüst olduğu günümüzde, biyografi türü ayrı bir önem taşıyor.
Aslında biyografinin bizde köklü bir geleneği vardır; bu gelenek Hüseyin Vassaf ve İbnülemin Mahmut Kemal gibi biyografi yazarları tarafından devam ettirilmiştir. Ancak modern anlamda biyografi literatürümüz ne yazık ki çok zayıf. Hafızanızı bir yoklayınız, önemli kaç edebî biyografi hatırlayacaksınız? Mithat Cemal Kuntay’ın Nâmık Kemal’i ve Mehmed Âkif’i, Mehmed Emin Erişirgil’in Bir Fikir Adamının Romanı ve İslâmcı Bir Şairin Romanı, Osman Nuri Ergin’in Muallim Cevdet’i, Tahir Alangu’nun Ülkücü Bir Yazarın Romanı Ömer Seyfettin’i, Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan’ı, Orhan Okay’ın Beşir Fuad’ı, Ahmet Güner Sayar’ın A. Süheyl Ünver’i...
Ciddi monografi ve biyografiler yazılmadıkça tarih yazmak da mümkün değildir. Biyografi yazanlar çok iyi bilirler; herhangi bir şahsiyetin hayatını mercek altına alıp ciddi bir biçimde incelemeye başladığınız zaman, ne kadar çok yalan söylendiğini, ne kadar çok yanlışın, bilgi ve yorum hatasının sürekli tekrarlandığını görür, hayretler içinde kalırsınız.
En iyi biyografiler, akademik bir disiplin içinde; fakat edebî bir duyarlık ve üslûpla yazılmış olanlardır. Biyografi yazarı, hayatını anlattığı şahsın ruhuna nüfuz etmeli, beyninin kıvrımlarında dolaşmalı, hatta mahremiyetine girmeli, onunla özdeşleşmeli, güçlü bir emphaty kabiliyetine sahip olmalı, ancak onun taraftarı veya muhalifi olarak davranmamalıdır.
Biyografi dosyamıza Abdullah Uçman, İsmail Kara, Handan İnci, Turan Karataş, Mustafa Tatcı, Cemâl Kurnaz, Mustafa Gündüz ve Senail Özkan yazılarıyla katkıda bulundular. Amerikalı romancı John Updike’ın edebî biyografi üzerine yazdığı önemli bir yazısı da Emre Ayvaz tarafından Türk Edebiyatı okuyucuları için kısaltılarak tercüme edildi.
“Resimli Türk Edebiyatı” sayfasında Yakup Kadri’yi yakın arkadaşı Şahabeddin Süleyman’la birlikte gösteren ilgi çekici bir fotoğraf ve Yakup Kadri’nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’ndan bir iktibas bulacaksınız. Bu sayının şairlerine gelince: Mustafa Ruhi Şirin, Ercan Yılmaz, Yılmaz Taşçıoğlu, Nadir Aşçı ve Kubilay Yıldız... “Dünya Şiirinden” sayfasında da Ezra Pound’un “Dans Üstadı” adlı şiirini Özgür Çavuşoğlu’nun Türkçesinden okuyacaksınız. Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu.
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.Muhabbetle, efendim...
Beşir Ayvazoğlu
Sezai Coşkun’un yazısını Nazan Bekiroğlu’nun geçen sayıda birinci bölümünü yayımladığımız “Sahaflar Bürokrasisi Kâğıt Gemi” adlı hikâyesinin ikinci bölümü takip ediyor. Bir kutuda ise Deniz Özbeyli’nin “Dalgın Bakışlı Adam” adlı kısa hikâyesini okuyacaksınız. M. Selim Gökçe, Bursa’da ressam Malik Aksel’in oğlu Murat Aksel’in bağışladığı otuz bin civarında kitapla oluşturulan Şehbenderler Konağı Kütüphanesi’nden söz ediyor. Zafer Acar’ın eleştiri hakkındaki yazısının da ilginizi çekeceğini tahmin ediyorum.
Bu sayının dosya konusu olarak biyografiyi ele aldık. Aslında niyetimiz kapsamlı bir özel sayı hazırlamaktı; fakat bazı dostlarımız sözlerini yerine getiremedikleri için bir dosyayla yetinmek zorunda kaldık; gönderilen yazıları daha fazla bekletmeye hakkımız yoktu.
Bizde pek önemsenmeyen biyografi, Batı’da belki de romandan sonra en çok okunan türdür. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ilgi görmeye başlayan bu türün bir kısmı Türkçeye de çevrilen benzersiz örnekleri var. Stefan Zweig’ın biyografileri gibi... Unutmamak gerekir ki, her biyografi bir hayat projesidir. İnsanlar biyografi okuyarak kendi hayatlarında karşılaştıkları soruların cevaplarını başkalarının hayatlarında bulmaya çalışırlar. Evet, biyografi yazmak ve okumak, “başkasının hayatı”na bakmaktır. Tarihin her döneminde başarılı olmuş insanların hayat hikâyeleri merak edilmiştir. Özellikle ürkütücü bir değerler kargaşasının yaşandığı, normların altüst olduğu günümüzde, biyografi türü ayrı bir önem taşıyor.
Aslında biyografinin bizde köklü bir geleneği vardır; bu gelenek Hüseyin Vassaf ve İbnülemin Mahmut Kemal gibi biyografi yazarları tarafından devam ettirilmiştir. Ancak modern anlamda biyografi literatürümüz ne yazık ki çok zayıf. Hafızanızı bir yoklayınız, önemli kaç edebî biyografi hatırlayacaksınız? Mithat Cemal Kuntay’ın Nâmık Kemal’i ve Mehmed Âkif’i, Mehmed Emin Erişirgil’in Bir Fikir Adamının Romanı ve İslâmcı Bir Şairin Romanı, Osman Nuri Ergin’in Muallim Cevdet’i, Tahir Alangu’nun Ülkücü Bir Yazarın Romanı Ömer Seyfettin’i, Oğuz Atay’ın Bir Bilim Adamının Romanı Mustafa İnan’ı, Orhan Okay’ın Beşir Fuad’ı, Ahmet Güner Sayar’ın A. Süheyl Ünver’i...
Ciddi monografi ve biyografiler yazılmadıkça tarih yazmak da mümkün değildir. Biyografi yazanlar çok iyi bilirler; herhangi bir şahsiyetin hayatını mercek altına alıp ciddi bir biçimde incelemeye başladığınız zaman, ne kadar çok yalan söylendiğini, ne kadar çok yanlışın, bilgi ve yorum hatasının sürekli tekrarlandığını görür, hayretler içinde kalırsınız.
En iyi biyografiler, akademik bir disiplin içinde; fakat edebî bir duyarlık ve üslûpla yazılmış olanlardır. Biyografi yazarı, hayatını anlattığı şahsın ruhuna nüfuz etmeli, beyninin kıvrımlarında dolaşmalı, hatta mahremiyetine girmeli, onunla özdeşleşmeli, güçlü bir emphaty kabiliyetine sahip olmalı, ancak onun taraftarı veya muhalifi olarak davranmamalıdır.
Biyografi dosyamıza Abdullah Uçman, İsmail Kara, Handan İnci, Turan Karataş, Mustafa Tatcı, Cemâl Kurnaz, Mustafa Gündüz ve Senail Özkan yazılarıyla katkıda bulundular. Amerikalı romancı John Updike’ın edebî biyografi üzerine yazdığı önemli bir yazısı da Emre Ayvaz tarafından Türk Edebiyatı okuyucuları için kısaltılarak tercüme edildi.
“Resimli Türk Edebiyatı” sayfasında Yakup Kadri’yi yakın arkadaşı Şahabeddin Süleyman’la birlikte gösteren ilgi çekici bir fotoğraf ve Yakup Kadri’nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’ndan bir iktibas bulacaksınız. Bu sayının şairlerine gelince: Mustafa Ruhi Şirin, Ercan Yılmaz, Yılmaz Taşçıoğlu, Nadir Aşçı ve Kubilay Yıldız... “Dünya Şiirinden” sayfasında da Ezra Pound’un “Dans Üstadı” adlı şiirini Özgür Çavuşoğlu’nun Türkçesinden okuyacaksınız. Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu.
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.Muhabbetle, efendim...
Beşir Ayvazoğlu
Ay Vakti 113. Sayı: Neler Oluyor?
“Ne çok acı var “ diye haykırırken Zarifoğlu, cümlenin evrenselliği kalkıp oturuyor tam da şimdi zamanın ortasına…
Bir tarafta Gazze yardım konvoyu beklerken, Mısır Kıptileri geçit vermiyor, zalimin çirkin hesabı bitmiyor. Bir tarafta Haiti de insanlar açlık ve yoksulluktan kıvranıyor ve yardım bekliyor. Diğer tarafta, yeryüzünün her bir köşesi yeni acılara gebe, ve yaşam akıp gidiyor… Bırakın tembelliği! Diyor Ay Vakti ; uyumak için önümüzde sonsuzluk var.
Ay Vakti’nin bu sayısında bol bol denemelerle demlenecek ve kendinizi bulacaksınız . Yaşamak, düşünmek, çok bilinmeyenli bir denklemi çözmek gibidir diyen Necmettin Evci; Düşünür adam , düşünen adam isimli yazısı ile bizlerle.
Ahmet Durmuş da Tomurcuk’la benzer bir konuya değiniyor; ben hep düşündüm, düşe kalka düşündüm. Yorula yorula... Susuz, havasız ve fakat ateşli, toprağı düşündüm…
Derginin diğer denemeleri; Düşünce Ucuzculuğu ile Üzeyir Süğümlü, Estetiğin Ontolojik Boyutu ve Duygusal Estetiğin Betimi Üzerine; Adem Marancı, Konu ‘Söz’den Açılırken... Mehmet Gedizli, Zaman zaman İçinde Berrin Sönmez, Şair de Bir İnsandır, Ama... Afşin Selim, Kitap, Kadın ve Şehir Adem Yıldız.
Ve masalsı gerçek devam ediyor… geçtiğimiz sayıdaki “ceza”ve bu sayıda devamı olan “cezanın başlangıcı” ile Naz Ferniba “hayatın içinde yönü nereye bilmeyen sade iki yolcuyu” anlatmaya devam ediyor. “Eylülün Kırılgan sabah güneşi, dut yaprakları arasından ara sokakların tozlu yollarına düşerken…” birde bakmışsınız ki daha ilk satırlarda öykünün içine girivermişsiniz. Gülmek İçin’de anlatıyor Muhammet Erdevir öyküsünü. Dolmuş ile Cenk Abadan, Ihlamur ile İlhan Mete Koç okunmayı bekliyor.
Bu sayıda Şeref Akbaba Bakü’den sesleniyor; Bakü’de baki kalan hoş bir sada. "Şiir ve Kardeşlik" inceleme başlığı altında; Rusya’da Bir Rind ü Zâhid: Babalar ve Oğullar, Mustafa Uğurlu ve Niyazi Mısri’nin “Gerek” Redifli Gazeli Üzerine Tasavvufi Bir Şerh, Salih Uçak.
Sinema kategorisinde; Türk Sinemasının Otantik Kadrajı, Abdullah Ömer Yavuz.
Bu ay kitapların kapağını Ömer Özden bizim için aralamış; Ay Düşleri.
Bu sayının şairleri; Semazen / Kitap A. Vahap Akbaş, Her Şey Yâr Değil mi Sevince Selami Şimşek, Belli Belirsiz Mehmet Baş.Ve yine tabi ki; Saklı Mektuplar.
Yasemin Başpınar
www.ayvakti.net
ayvakti@gmail.com
Bir tarafta Gazze yardım konvoyu beklerken, Mısır Kıptileri geçit vermiyor, zalimin çirkin hesabı bitmiyor. Bir tarafta Haiti de insanlar açlık ve yoksulluktan kıvranıyor ve yardım bekliyor. Diğer tarafta, yeryüzünün her bir köşesi yeni acılara gebe, ve yaşam akıp gidiyor… Bırakın tembelliği! Diyor Ay Vakti ; uyumak için önümüzde sonsuzluk var.
Ay Vakti’nin bu sayısında bol bol denemelerle demlenecek ve kendinizi bulacaksınız . Yaşamak, düşünmek, çok bilinmeyenli bir denklemi çözmek gibidir diyen Necmettin Evci; Düşünür adam , düşünen adam isimli yazısı ile bizlerle.
Ahmet Durmuş da Tomurcuk’la benzer bir konuya değiniyor; ben hep düşündüm, düşe kalka düşündüm. Yorula yorula... Susuz, havasız ve fakat ateşli, toprağı düşündüm…
Derginin diğer denemeleri; Düşünce Ucuzculuğu ile Üzeyir Süğümlü, Estetiğin Ontolojik Boyutu ve Duygusal Estetiğin Betimi Üzerine; Adem Marancı, Konu ‘Söz’den Açılırken... Mehmet Gedizli, Zaman zaman İçinde Berrin Sönmez, Şair de Bir İnsandır, Ama... Afşin Selim, Kitap, Kadın ve Şehir Adem Yıldız.
Ve masalsı gerçek devam ediyor… geçtiğimiz sayıdaki “ceza”ve bu sayıda devamı olan “cezanın başlangıcı” ile Naz Ferniba “hayatın içinde yönü nereye bilmeyen sade iki yolcuyu” anlatmaya devam ediyor. “Eylülün Kırılgan sabah güneşi, dut yaprakları arasından ara sokakların tozlu yollarına düşerken…” birde bakmışsınız ki daha ilk satırlarda öykünün içine girivermişsiniz. Gülmek İçin’de anlatıyor Muhammet Erdevir öyküsünü. Dolmuş ile Cenk Abadan, Ihlamur ile İlhan Mete Koç okunmayı bekliyor.
Bu sayıda Şeref Akbaba Bakü’den sesleniyor; Bakü’de baki kalan hoş bir sada. "Şiir ve Kardeşlik" inceleme başlığı altında; Rusya’da Bir Rind ü Zâhid: Babalar ve Oğullar, Mustafa Uğurlu ve Niyazi Mısri’nin “Gerek” Redifli Gazeli Üzerine Tasavvufi Bir Şerh, Salih Uçak.
Sinema kategorisinde; Türk Sinemasının Otantik Kadrajı, Abdullah Ömer Yavuz.
Bu ay kitapların kapağını Ömer Özden bizim için aralamış; Ay Düşleri.
Bu sayının şairleri; Semazen / Kitap A. Vahap Akbaş, Her Şey Yâr Değil mi Sevince Selami Şimşek, Belli Belirsiz Mehmet Baş.Ve yine tabi ki; Saklı Mektuplar.
Yasemin Başpınar
www.ayvakti.net
ayvakti@gmail.com
"Temrin" dergisi
Temrin Dergisi Mart ayında 23. sayısını okurlarıyla buluşturdu. Derginin Mart sayısında üç tercüme şiir dikkat çekiyor: Hırvat şairi Tin Ujević ( Tin Uyeviç), Fars şairi Furuğ Ferruhzad, Kırgız şairi Tursunbay Adaşpayev. Bu yabancı şairlere Şeref Yılmaz, Selma Ayerdem ve Kâmil Çağlar Aksu eşlik ediyor. Sıddık Akbayır bu sayıda ''eleştirmenler tipolojisi'' üzerine önemli ve farklı bir değerlendirmede bulunuyor. Mehmet Öztunç, ''Öykübaz'' isimli kitabı değerlendiriyor. V. Hüseyin Kaya ''Yitik Sevda'' isimli öyküsüyle okurun karşısına çıkıyor. Hatice Eğilmez Kaya ''Pervanenin Duası Makbul Olsa Gerektir'' isimli denemesiyle okurun bam teline dokunuyor. Eylül Başak, ''Maske'' isimli öyküsüyle okurun karşısına çıkıyor. Onur Akbaş'ın ''Polisiye Roman İncelemesi'' bu sayıda da yer alıyor. Kadir Durmuş, ''Pardon Yoksa Siz Saadet misiniz?'' isimli öyküsüyle okurun karşısına çıkıyor. Mehmet Uyar ''Şeytanın Çemberi'' isimli öyküsüyle ilk kez dergide yer alıyor. Tahsin Yıldırım ''Salah Birsel'de Ölüm Duygusu''nu irdeliyor. Ceyhun Emre Teoman, ''Niyaz Çay Bahçesi'' isimli öyküsüyle dergide yer alıyor. Gülbahar Reçber, ''Anıları Koruyamayan Rüzgar'' isimli yazısıyla okurun karşısına çıkarken İhsan Safi, ''Yahya Kemal'de Fetih ve fetih Duyguları'' isimli inceleme yazısı ile dikkat çekiyor. Sibel Giray Özşirin, ''Makondo Kahvesi'' isimli öyküsünü okura sunuyor.
İletişim:
www.temrin.com
Bir 28 Şubat muhalifi olarak LİKÂ…
Geçtiğimiz günlerde dunyabizim.com sitesinde yayınlanan bir dergi tanım yazısında adımız 28 Şubat sürecine "tanık olanlar"dan birisi olarak zikredildi. Doğrudur. Bu 'doğrudur' lafını netleştirmek için, o dönemde çıkardığımız Likâ dergisine göz gezdirmek ihtiyacı hissettim...
Bir yeraltı yayını olarak Likâ'nın ilk sayısını 1 Nisan 1998'te yayınlamışız. 28 Şubat 1997'den bir yıl kadar sonra. Haberleşme adresi olarak "P.K 29, Kırıkkale" kaydını düşmüşüz. Hazırlayanlar için kullandığımız şu ifade hayli özgün olmalı: "hazırlayanlar mı merak ediliyor? işte onlar: solda sıfır olanlar, yani, etsiz butsuz insanlar: Halil İbrahim Gümüş, Ali Işıklarlı..." İkisi de şahsımı temsil ediyordu. Sonradan başka müstearlarım da eklendi. Onları ifşa etmeyeceğim...
Likâ'nın var oluşuyla ilgili birkaç sebep sayılabilir. Bunlardan birisine değineceğim, doğal olarak, 28 Şubat sürecine dönük tavrımıza... Bu tavır en çok "Likâ" imzalı "Nasılsınız?" başlıklı yazılarımla belirginlik kazanıyordu. İlk sayının halleşmesinden birkaç cümle aktararak bunu görünür kılmaya çalışayım:
"esaretin düğümleri mi dolandı boynumuza? göğümüze ne oldu? orada uçuşup duran demir kütlelerinin kara bulutlar resmetmesi neyin nesi? denizimizi kan çölüne kim döndürdü? (...) kıt'alar arası silahlar mı var, çevrilmiş haritamıza? (...) kimiz biz? -sıradan olanlar?! -siviller?! -işte öyle birileri?!"
1 Mayıs tarihli 2. sayı önsözüne "Teneke çalıyoruz, evet!" diyerek başlamışız. Ardından "Daralan alanlarda oynamanın katmerli zorluğunu yaşıyor, korkuya çoğalan bir bozkır kışının içinde debelenip duruyoruz." diye devam etmişiz. Aynı metnin sonlarına doğru "Zorba, sırıtkan, ablak, alaycı suratlara rağmen, işte buradayız." cümlesini kullanmışız. Böylece, yaşanılan sürece yönelik dinamik çıkışımızı sürdürmüşüz...
Haziran sayımıza yani üç numaralı Likâ'ya başlarken, zulüm ortamına rağmen moralimizin yüksekliğine işaret etmiş, her kayıt ve şart altında dahi gülebileceğimizi, şen çığlıklar atabileceğimizi, özgürlük için "çınlayan, çınlatan heyamola sözleri" söyleyebileceğimizi bildirmiş, yaşamakta olduğumuz gecenin en koyu anında dahi, koro halinde şakımalar içinde bulunabileceğimizi dile getirmişiz... Benzeri bir hava, beşinci sayının (1 Ağustos) önsözünde de var: "adına andlar edilen nesneler akar bizim şiirimizden. özgürlükler için, kısrak koşuşturmaları için, sonsuz gönençler, fırtınadan esişler için..."
Likâ'nın 6. Sayısı 1 Eylül 1998 tarihli. 12 Eylül darbesine de bir gönderme yapmış olmalıyız bu sayının önsözünde. 12 Eylül ile 28 Şubat'ı bir kalemde çizip mahkûm etmişiz. Cümlelerimizin şiddeti buna delil: "Ne denli koyulaşırsa koyulaşsın barbarlığınız, biz varız ve işte karşınızdayız! (...) Sen: kapkara bir devrin sahibi. Hayat alanımızı hiçleyen kan emici. İğrençlikler üreten çukur..."
Dokuzuncu sayının "Nasılsınız?" başlıklı giriş yazısının tamamını vereyim de bütünlüklü bir çerçeve çıksın ortaya:
"Yaşanan zulmet-renk bir sahnenin sıkboğaz ortamında geçip gitmekte olan günlerimiz bizi neyler dersiniz?/ - Pekiştirir bizi!/ Artırır gücümüzü, bileyip durur bıçağımızı, bilincimiz kurtulur köhne bir yitiklik bölgesi olmaktan, bilenir usumuz.../ - Kimliğimizi daha bir belirleriz!/Adımıza ve andımıza döneriz yüzümüzü, hatırlarız Tek'liği, dirilmeyi hatırlarız, diklenişin şanlı niteliğini.../- Nitelik! Nitelik!/Dalar gideriz kitaba, açarız ucunu kalemlerimizin.../- Yenilenir, yeğnileşiriz./Kimdir dindirecek kalbimizin ritmini?/Adıyla O'nun"
Her biri Allah'ın yâdıyla nihayetlenen önsözlerimiz, edebiyatın imkânlarından olabildiğince faydalanılarak kaleme alınmıştı. Ama bu sanatlı hâl, bizim tavrımızı hiçbir şekilde örtmüyor, tersine, aslî duruşumuzu, bizden 'esas duruş' isteyenlerin gözüne sokuyordu.
Likâ, ilk 22 sayısını "Seçki" veya "Aylık Edebiyat Seçkisi" unvanıyla çıktı. 23. Sayıdan itibarense "Aylık Edebiyat Dergisi" unvanını kullandı. Bunun şöyle bir gerekçesi vardı: O tarihlerde bir soruşturmaya uğradı Likâ. Kapatılmak istenmişti. Yeraltından yayın yapması engellenmişti. Sözümüz vardı daha ve söylemeliydik. Böylece resmen çıkışımız başlamış oldu. "1 kasım 2000, yıl:3, sayı: 1 (23)..." idare yerimiz "Dikimevi, Ankara"da bir adresti; neresiydi, hiç bilmem...
Yayınlanışındaki yasal norm değişir gibi olsa da dergimiz 46. (1 Nisan 2004) sayıya kadar o bilindik edasıyla varlığını sürdürdü. 46. sayımızın bir son olacağını bilemezdik. Bu yüzden "Nasılsınız?" yazısında bir veda cümlesi kullanmadık. Tersine, çizgimizin aynı düzlükte sürüp gittiğini açıkça ifade ettik. Son sayımızın girişi şöyledir:
"işte siz, /şuara/128,/129,/yüz otuz:// cehaletin zirvesinde huzursuz/anıt yapımevlerinde korkak/ tapınaklarında vesvese... //sonsuzluk kuruntusuna gebe/alınlarında hasta bir sağlamlık /malikanelerinde küfür/işgal gücüdür onlar /hukuksuzluğa andaç zorbalıkta sınırsız/*/biz ise: /övülmüş ve eğilmiş/O'nun vaadine sığınmış/hamd olsun şairiz!/*/Adıyla, 7. yılımıza ..."
Görüldüğü üzere, bu son, bizim tercihimiz sonucu olmadı. Hatta, 47. ve 48. Sayılarımızın da hazırlığı içindeydik. O yıllarda bir gazeteye de verdiğimiz demeçte belirttiğimiz üzere, birinci AKP iktidarının basın yasasında yaptığı değişikliğin yaptırımlarına maruz kalmış, mağdur olmuştuk. Böylece, 28 Şubat'ın hüküm sürdüğü yıllarda yok edilemeyen Likâ, okuyucusuyla veda dahi edemeden kapanmış, kapatılmıştır...
Cevat Akkanat
Millî Gazete
4 Mart 2010
Bir yeraltı yayını olarak Likâ'nın ilk sayısını 1 Nisan 1998'te yayınlamışız. 28 Şubat 1997'den bir yıl kadar sonra. Haberleşme adresi olarak "P.K 29, Kırıkkale" kaydını düşmüşüz. Hazırlayanlar için kullandığımız şu ifade hayli özgün olmalı: "hazırlayanlar mı merak ediliyor? işte onlar: solda sıfır olanlar, yani, etsiz butsuz insanlar: Halil İbrahim Gümüş, Ali Işıklarlı..." İkisi de şahsımı temsil ediyordu. Sonradan başka müstearlarım da eklendi. Onları ifşa etmeyeceğim...
Likâ'nın var oluşuyla ilgili birkaç sebep sayılabilir. Bunlardan birisine değineceğim, doğal olarak, 28 Şubat sürecine dönük tavrımıza... Bu tavır en çok "Likâ" imzalı "Nasılsınız?" başlıklı yazılarımla belirginlik kazanıyordu. İlk sayının halleşmesinden birkaç cümle aktararak bunu görünür kılmaya çalışayım:
"esaretin düğümleri mi dolandı boynumuza? göğümüze ne oldu? orada uçuşup duran demir kütlelerinin kara bulutlar resmetmesi neyin nesi? denizimizi kan çölüne kim döndürdü? (...) kıt'alar arası silahlar mı var, çevrilmiş haritamıza? (...) kimiz biz? -sıradan olanlar?! -siviller?! -işte öyle birileri?!"
1 Mayıs tarihli 2. sayı önsözüne "Teneke çalıyoruz, evet!" diyerek başlamışız. Ardından "Daralan alanlarda oynamanın katmerli zorluğunu yaşıyor, korkuya çoğalan bir bozkır kışının içinde debelenip duruyoruz." diye devam etmişiz. Aynı metnin sonlarına doğru "Zorba, sırıtkan, ablak, alaycı suratlara rağmen, işte buradayız." cümlesini kullanmışız. Böylece, yaşanılan sürece yönelik dinamik çıkışımızı sürdürmüşüz...
Haziran sayımıza yani üç numaralı Likâ'ya başlarken, zulüm ortamına rağmen moralimizin yüksekliğine işaret etmiş, her kayıt ve şart altında dahi gülebileceğimizi, şen çığlıklar atabileceğimizi, özgürlük için "çınlayan, çınlatan heyamola sözleri" söyleyebileceğimizi bildirmiş, yaşamakta olduğumuz gecenin en koyu anında dahi, koro halinde şakımalar içinde bulunabileceğimizi dile getirmişiz... Benzeri bir hava, beşinci sayının (1 Ağustos) önsözünde de var: "adına andlar edilen nesneler akar bizim şiirimizden. özgürlükler için, kısrak koşuşturmaları için, sonsuz gönençler, fırtınadan esişler için..."
Likâ'nın 6. Sayısı 1 Eylül 1998 tarihli. 12 Eylül darbesine de bir gönderme yapmış olmalıyız bu sayının önsözünde. 12 Eylül ile 28 Şubat'ı bir kalemde çizip mahkûm etmişiz. Cümlelerimizin şiddeti buna delil: "Ne denli koyulaşırsa koyulaşsın barbarlığınız, biz varız ve işte karşınızdayız! (...) Sen: kapkara bir devrin sahibi. Hayat alanımızı hiçleyen kan emici. İğrençlikler üreten çukur..."
Dokuzuncu sayının "Nasılsınız?" başlıklı giriş yazısının tamamını vereyim de bütünlüklü bir çerçeve çıksın ortaya:
"Yaşanan zulmet-renk bir sahnenin sıkboğaz ortamında geçip gitmekte olan günlerimiz bizi neyler dersiniz?/ - Pekiştirir bizi!/ Artırır gücümüzü, bileyip durur bıçağımızı, bilincimiz kurtulur köhne bir yitiklik bölgesi olmaktan, bilenir usumuz.../ - Kimliğimizi daha bir belirleriz!/Adımıza ve andımıza döneriz yüzümüzü, hatırlarız Tek'liği, dirilmeyi hatırlarız, diklenişin şanlı niteliğini.../- Nitelik! Nitelik!/Dalar gideriz kitaba, açarız ucunu kalemlerimizin.../- Yenilenir, yeğnileşiriz./Kimdir dindirecek kalbimizin ritmini?/Adıyla O'nun"
Her biri Allah'ın yâdıyla nihayetlenen önsözlerimiz, edebiyatın imkânlarından olabildiğince faydalanılarak kaleme alınmıştı. Ama bu sanatlı hâl, bizim tavrımızı hiçbir şekilde örtmüyor, tersine, aslî duruşumuzu, bizden 'esas duruş' isteyenlerin gözüne sokuyordu.
Likâ, ilk 22 sayısını "Seçki" veya "Aylık Edebiyat Seçkisi" unvanıyla çıktı. 23. Sayıdan itibarense "Aylık Edebiyat Dergisi" unvanını kullandı. Bunun şöyle bir gerekçesi vardı: O tarihlerde bir soruşturmaya uğradı Likâ. Kapatılmak istenmişti. Yeraltından yayın yapması engellenmişti. Sözümüz vardı daha ve söylemeliydik. Böylece resmen çıkışımız başlamış oldu. "1 kasım 2000, yıl:3, sayı: 1 (23)..." idare yerimiz "Dikimevi, Ankara"da bir adresti; neresiydi, hiç bilmem...
Yayınlanışındaki yasal norm değişir gibi olsa da dergimiz 46. (1 Nisan 2004) sayıya kadar o bilindik edasıyla varlığını sürdürdü. 46. sayımızın bir son olacağını bilemezdik. Bu yüzden "Nasılsınız?" yazısında bir veda cümlesi kullanmadık. Tersine, çizgimizin aynı düzlükte sürüp gittiğini açıkça ifade ettik. Son sayımızın girişi şöyledir:
"işte siz, /şuara/128,/129,/yüz otuz:// cehaletin zirvesinde huzursuz/anıt yapımevlerinde korkak/ tapınaklarında vesvese... //sonsuzluk kuruntusuna gebe/alınlarında hasta bir sağlamlık /malikanelerinde küfür/işgal gücüdür onlar /hukuksuzluğa andaç zorbalıkta sınırsız/*/biz ise: /övülmüş ve eğilmiş/O'nun vaadine sığınmış/hamd olsun şairiz!/*/Adıyla, 7. yılımıza ..."
Görüldüğü üzere, bu son, bizim tercihimiz sonucu olmadı. Hatta, 47. ve 48. Sayılarımızın da hazırlığı içindeydik. O yıllarda bir gazeteye de verdiğimiz demeçte belirttiğimiz üzere, birinci AKP iktidarının basın yasasında yaptığı değişikliğin yaptırımlarına maruz kalmış, mağdur olmuştuk. Böylece, 28 Şubat'ın hüküm sürdüğü yıllarda yok edilemeyen Likâ, okuyucusuyla veda dahi edemeden kapanmış, kapatılmıştır...
Cevat Akkanat
Millî Gazete
4 Mart 2010
2010-03-06
"Edep" dergisi çıktı !..
Bir Klas Duruş!
Edebiyat Dergisi, edebiyatta kendine özgü devinimleri olan, hayallerini kendi sarkacında kuran, düzenleyen, merkeze ‘kendi olanı’ alarak, ‘‘gerilla’’ demenin gürbüzlüğünü de kuşanarak bir yandan, İslamcı edebiyat içerisinde de farklı bir duruşa öncülük etti. Nuri Pakdil’in, Edebiyat’ı bir yaşama biçimi, bir direniş şekli, bir cephe tarzı olarak gördüğünü, böyle bir duruşla hareket ettiğini en azından Otel Gören Defterler’den biliyoruz. Pakdil, Ankara’da sessizliğe bürünmüş olarak yaşamaya devam etse de, açtığı yollardan geçen, bir yerlere, başka duruşlara ulaşan çok sayıda talebesi mevcut ve günümüz edebiyatının bir yanını da hâlâ bu devinim ilerletiyor.
Edep, ideolojisi olan bir dergi
Bir aya yakın bir süredir bir haber duyuyordum, Arif Ay bir edebiyat dergisi çıkarmaya niyetleniyor diye. Evet vefasızlığımdan dönüş yapıp Arif Hoca’ya meselenin aslını soramamıştım ki Turhan Kitabevi’nin önünde dergileri karıştırırken karşılaştık. Yazıları Öncü Matbaası’na teslim ettiğini, kapitalin, sömürünün, haksızlıkların karşısında, yerli duruşunu kuşanacak bir dergi çıkardığını söyledi.
Derginin adı Edep olacak diye de ekledi. Hazırlıkları tamamlanan dergi Mart ayında ilk sayısını yayımladı. ‘‘Merhaba!’’ diye başlayan giriş yazısında ideolojinin insanın değerlerinin sonucunda ona bir bakış, bir duruş kazandırdığını ve bir iş yapmanız gerekiyorsa, ideolojiniz ölçüsünde yapmanız gerektiğini söylüyor. Edep ideolojisi olan bir dergi, tavrı, duruşu var. Künyesinden de derginin tavrı net olarak görülebilir, Edebiyat Dergisi’nin çizgisini imleyen ibareler bunlar. Türkiye için yıllık abone miktarı belirlenmesinin yanında, Ortadoğu, Asya, Afrika, Latin Amerika, Avrupa ve ABD için de ayrı ayrı abone miktarı belirtiliyor ve banka, holding, içki, parti ilanları alınmaz ibaresi de hemen ardına yerleştiriliyor.
İlk sayıda neler var?
Edep Dergisi’nin Mart tarihli 1. sayısı, Arif Ay’ın ‘‘Genetik Bozma Dersleri’’ şiirinin birinci bölümüyle başlıyor. Vehbi Başer’in ‘‘Gümbürgû’’ adlı şiiri, Musa Deniz’in ‘‘İnsanlıktan Çıkmak’’ başlıklı kısa denemesi, Eyüp Önder’in metafizik gerilimle sağlamlaşan ‘‘Tıkır Tıkır’’ öyküsü ilk sayının yazılarından. İbrahim Eryiğit’in Âdem Turan’ın Şairlerin Gazze’si kitabı hakkında bir yazısı, Halis Emre’nin yeni çıkan kitaplardan birkaçını değerlendirdiği bölüm de ‘‘Kitaplık’’ kısmını oluşturuyor. Arka kapakta yer alan Derya Sezen’in ‘‘Sayıklamalar II’’ yazısı diğer sayılarda da devam edecek. ‘‘Vav Yorumları’’ başlığı altında ise Arif Ay’ın çeşitli konulara ve olaylara dair yorumlarını okuyabileceğiz. Unutmadan, Edep Dergisi 4 sayfadan müteşekkil.
M. Fatih Kutan
Edebiyat Dergisi, edebiyatta kendine özgü devinimleri olan, hayallerini kendi sarkacında kuran, düzenleyen, merkeze ‘kendi olanı’ alarak, ‘‘gerilla’’ demenin gürbüzlüğünü de kuşanarak bir yandan, İslamcı edebiyat içerisinde de farklı bir duruşa öncülük etti. Nuri Pakdil’in, Edebiyat’ı bir yaşama biçimi, bir direniş şekli, bir cephe tarzı olarak gördüğünü, böyle bir duruşla hareket ettiğini en azından Otel Gören Defterler’den biliyoruz. Pakdil, Ankara’da sessizliğe bürünmüş olarak yaşamaya devam etse de, açtığı yollardan geçen, bir yerlere, başka duruşlara ulaşan çok sayıda talebesi mevcut ve günümüz edebiyatının bir yanını da hâlâ bu devinim ilerletiyor.
Edep, ideolojisi olan bir dergi
Bir aya yakın bir süredir bir haber duyuyordum, Arif Ay bir edebiyat dergisi çıkarmaya niyetleniyor diye. Evet vefasızlığımdan dönüş yapıp Arif Hoca’ya meselenin aslını soramamıştım ki Turhan Kitabevi’nin önünde dergileri karıştırırken karşılaştık. Yazıları Öncü Matbaası’na teslim ettiğini, kapitalin, sömürünün, haksızlıkların karşısında, yerli duruşunu kuşanacak bir dergi çıkardığını söyledi.
Derginin adı Edep olacak diye de ekledi. Hazırlıkları tamamlanan dergi Mart ayında ilk sayısını yayımladı. ‘‘Merhaba!’’ diye başlayan giriş yazısında ideolojinin insanın değerlerinin sonucunda ona bir bakış, bir duruş kazandırdığını ve bir iş yapmanız gerekiyorsa, ideolojiniz ölçüsünde yapmanız gerektiğini söylüyor. Edep ideolojisi olan bir dergi, tavrı, duruşu var. Künyesinden de derginin tavrı net olarak görülebilir, Edebiyat Dergisi’nin çizgisini imleyen ibareler bunlar. Türkiye için yıllık abone miktarı belirlenmesinin yanında, Ortadoğu, Asya, Afrika, Latin Amerika, Avrupa ve ABD için de ayrı ayrı abone miktarı belirtiliyor ve banka, holding, içki, parti ilanları alınmaz ibaresi de hemen ardına yerleştiriliyor.
İlk sayıda neler var?
Edep Dergisi’nin Mart tarihli 1. sayısı, Arif Ay’ın ‘‘Genetik Bozma Dersleri’’ şiirinin birinci bölümüyle başlıyor. Vehbi Başer’in ‘‘Gümbürgû’’ adlı şiiri, Musa Deniz’in ‘‘İnsanlıktan Çıkmak’’ başlıklı kısa denemesi, Eyüp Önder’in metafizik gerilimle sağlamlaşan ‘‘Tıkır Tıkır’’ öyküsü ilk sayının yazılarından. İbrahim Eryiğit’in Âdem Turan’ın Şairlerin Gazze’si kitabı hakkında bir yazısı, Halis Emre’nin yeni çıkan kitaplardan birkaçını değerlendirdiği bölüm de ‘‘Kitaplık’’ kısmını oluşturuyor. Arka kapakta yer alan Derya Sezen’in ‘‘Sayıklamalar II’’ yazısı diğer sayılarda da devam edecek. ‘‘Vav Yorumları’’ başlığı altında ise Arif Ay’ın çeşitli konulara ve olaylara dair yorumlarını okuyabileceğiz. Unutmadan, Edep Dergisi 4 sayfadan müteşekkil.
M. Fatih Kutan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)