Likâ dergisinin kurucusu ve yayın danışmanı Cevat Akkanat'la hem Likâ hem de Anadolu'da dergicilik ekseninde yapılan bir konuşma. 1998 yılında Kırıkkale'de çıkmaya başlayan ve çıktığı günden bu yana "Osmanlı Şiiri Özel Sayısı", "En Yeni Şiirleri Özel Sayısı", "Panik ve Edebiyat Özel Sayısı", "Şiddet ve Şiir Özel Sayısı", "Nazir Akalın Özel Sayısı" gibi dosyalara imza atan Likâ'yı Cevat Akkanat'ın ağzından dinleyelim.
• Bize derginizi kısaca tanıtır mısınız?
Likâ, bir grup genç arkadaş tarafından 1 Nisan 1998'de Kırıkkale'de yayınlanmaya başlamıştır. Dergi künyesinde kendilerini "Solda sıfır olanlar, yani etsiz butsuz insanlar" olarak tanımlayan bu gençler, Likâ'yı bir "yeraltı" (fanzin) edebiyat seçkisi olarak tasarlamışlar ve bu tavrı küçük değişiklikler dışında, günümüze kadar sürdürmüşlerdir.
Likâ, sözlüklerde "görme, rast gelip kavuşma, buluşma, vuslat; yüz, çehre, simâ" anlamlarını taşıyordu. Bu sözcüğe biz de bir anlam kattık ve 4 sayfalık edebiyat seçkimizin adı yaptık.
Şiirler, denemeler, öyküler, kuramsal sanat yazıları ve değiniler yayınlanan Likâ, 'resmiyet dışı' yaşamını 17 sayı sürdürdü. İçinde bulunulan toplumsal "süreç"in bazı olumsuz koşulları gereği (statükonun sacayağını oluşturan bazı organlar bütün yayın organlarını kayıt, gözetim ve güdüm altına alma kararlığı içindeydiler), Likâ'yı da "mercek" altına aldılar. Likâ'yı karşısına alma "bahtsızlığını" gösterenlerin korkusu o kadar genişlemiş olacak ki, bu korku çevremizdeki bazı "fukara"ya da yansıdı. Kısacası, süreç bizi "göç" etmeye zorluyordu. Böylece bulunduğu kentin tek "edebî" yayın organı olan Likâ, "dergi" kimliğini de alarak "yönetimin başkenti" Ankara'ya uçtu.
Altıncı yayın yılı içinde olan Likâ'nın sahipliğini ve yazı işleri müdürlüğünü M. Sami Köktaş, yapmaktadır. Dergimize gönderilen ürünler Murat Soyak, M. Sami Köktaş, Beyza Kara, Can Siirt ve Cem Efendi gibi adların incelemesinden geçmektedir. Bu güne kadar Likâ'da ürününe yer verilen isimlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Metin Önal Mengüşoğlu, Arif Ay, Cevat Akkanat, Murat Soyak, Mehmet Aycı, Mustafa Özçelik, Nurettin Durman, Murat Küçük, Adem Turan, Akif İnan, Nazir Akalın, Nurullah Genç, Özcan Ünlü, Gökhan Akçiçek, Müştehir Karakaya, Himmet Karataş, Tayyib Atmaca, İbrahim Yolalan, Selçuk Küpçük, Durdu Şahin, Metin Demirci, A. Vahap Akbaş, Ramazan Seydaoğlu, Hüseyin Akın, Cahit Yeşilyurt, Mustafa Orhan, Ali Candan, Muammer Yavaş, Cuma Kelebek, Üzeyir Lokman Çaycı, Cem Efendi, Mehmet Şamil Baş, Can Siirt, Ali Işıklarlı, Beyza Kara, Berdal Aral, İlyas Kolukısa, Tahir Ayata, Hüseyin Güç, M. Sami Köktaş, A. Baki Akgün, Mehmet Çağan, Nurullah Ulutaş, Mustafa Uçurum, Muhammed Eroğlu, Hayati Ayçiçek, Zuhal Gedik, Faruk Sevindim, Hüseyin Kaya, Mustafa Küçüktepe, Nevzat Akyar, Vedat Kamer Mehmet Kara, Azra Gülsüm, Musa Demir, Asım Yavuz, Zekeriya Mercan, Serhat Oğuz, Mustafa Akar, Fuat Kayacan, Ogün Kaymak, Mehmet Yavuz, Behçet Necatigil, Bakî, Fuzuli, Cem Sultan, Alvarlı Hace Muhammed Lütfi, Erzurumlu Emrah, Şeyh Galip, Dertli, Figani, Hayalî, Akkirmanlı Nakşî, Nâilî-i Kadim, Âşık Dede Bekâr, Cevrî...
Bu arada Likâ'nın 21. (Aralık 1999) sayısı "Osmanlı Şiiri Özel Sayısı", 31. (Eylül 2001) sayısı "En Yeni Şiirleri Özel Sayısı", 35. (Haziran 2002) "Panik ve Edebiyat Özel Sayısı", 37. (Aralık 2002) "Şiddet ve Şiir Özel Sayısı", 38. (Şubat 2003) "Nazir Akalın Özel Sayısı" olarak yayınlanmıştır.
Dinamik ve eylemci tavrıyla Likâ, sürekli olarak özgün ve öncü bir kimlik içinde olmuştur. Bu kimlik, içeriğini oluşturan ürünlerde olduğu kadar, künyesinde ve yaşantısında bulunan bazı ilkelerle de kendisini göstermiştir. Sözgelimi, "Telif ödenir." "Reklâm almaz.", "Tanıtım yapmaz.", "Ücretsizdir.", "Fotokopiyle çoğaltılabilir.", "Bulunduğu mekanlardan izinsiz ve ücretsiz almak serbesttir." "Okuyucusuna posta masrafı (pul) karşılığında gönderilir.", "Bir yıllık pul bedeli: 1 tl!" gibi "etik", "iktisadî" ve "edebî" duruşlar Likâ'ya ait önceliklerdir... Kısacası, sözü olanlara ve sözünü her bakımdan çaplı söyleyebilenlerin dergidir Likâ.
• Anadolu'da dergi çıkarmanın zorlukları neler? Avantaj ve dezavantajlarından bahseder misiniz?
Mazlumların yurdu sıfatını kimliğinde taşıyan Anadolu her zaman zorlu sınavların yaşanma alanı olmuştur. Bu bakımdan bırakın "Anadolu'da dergi çıkarmanın zorlukları"nı, attığınız adımın, yediğiniz lokmanın, içtiğiniz suyun, kısacası, "hayatı idame ettirmenin" zorluklarıyla karşı karşıya kalırsınız. İşte Likâ, böyle zorlu bir Anadolu coğrafyasında açtı gözlerini. Kırıkkale gibi her yönüyle "kırık" ve "kurak" bir Cumhuriyet kentinde. Gerçekten de, hâlâ kaldırımları olmayan, kışın yolları çamur deryasından geçilmeyen, sağlıklı bir içme suyunun olmadığı, plânsız, yığma, toplama, yerlisi olmamış bir son dönem kentidir Kırıkkale.
1925-30'larda kurulmaya başlayan bu yeni ve "çağdaş" kentten isterdim ki "estetize edilmiş" cümlelerle söz edeyim. Üzgünüm, yeni devletin bu yeni kenti neredeyse hiçbir bakımdan dört dörtlük bir niteliğe sahip değildi, değil. Bütün bu olumsuzlukların yanıbaşında, edebiyat denen "laf ü güzaf"la uğraşanların "deli" addedildiği geniş bir "sözde okumuşlar" tayfasıyla iç içesiniz. Ayrıca, "şehrin hâkimi" konumunda bulunanlar yayınladığınız "mevkute"ye kuşkuyla bakıyorlar. İşte böyle bir ortamda "edebiyat dergisi" çıkarıyorsunuz. Sonuçta, ya "pes" diyeceksiniz, ya da "göç davulu" çalacak...
Burada Anadolu'nun genel bir avantajından da söz edeyim: İnsanî ilişkilerin henüz tamamen bozulmamışlığı, kokuşmamışlığı... Bu, bir edebiyat dergisinin oluşumu için de en önemli güzelliktir. Fakat, Likâ'nın böyle bir Anadolu'da yaşama şansı olmadı...
Tabii, dergimizin ikinci durağı Ankara oldu. Doğrusu, bu başkentin ne kadar Anadolu olduğu tartışılır. Özellikle bir önceki paragrafta işaret ettiğim olumsuzluklar, Ankara'nın sadece politik arenasında değil, edebiyat dünyasında da her yönüyle vıcık vıcıktı. Likâ'nın buradaki tek avantajı, bir "kütle kent"te bulunmuş olmasıydı...
• Türkiye'nin her yerine ulaşabilen bir dergi çıkarmayı, mesela bu dergiyi İstanbul'da basmayı ister miydiniz?
Bugün dergilerin ulaşabilecekleri alanın sınırı yoktur. Bu, elektronik ortamda yayınlanan yayın organları için geçerli bir husus değil sadece. Matbuu yayınlar da, gelişen ulaşım ağları ile dünyanın bütün alanlarına kısa dönemler içinde ulaşabilir. Likâ, bu yolların ikisiyle de, gerek Türkiye'nin gerekse dünyanın pek çok mekânında okunabilmiştir. Dergimiz bir yandan www.lika.cjb.net internet adresinden dünyaya yayılırken, diğer yandan, matbu Likâ isteyenlere de posta ve kargo yollarıyla gönderilmektedir. Likâ'nın kitapçı vitrinlerindeki yeri ise, yukarıda belirttiğimiz bilinçli tavırlar sonucu, süreğen bir niteliğe büründürülmemiştir. Sonuç olarak, "her yere ulaşma" kaygısıyla, "bu dergiyi İstanbul'da basmak", bana pek cazip gelmiyor.
• Türkiye'deki dergicilik hakkında ne düşünüyorsunuz? İstanbul'daki dergilere oranla farklarınız, benzerlikleriniz neler?
Umutsuzum. Adları büyük puntolarla yazılan dergilerden kuşkusuz. Sadece İstanbul'dakilerden değil. Kültür ve sanat ortamının oluşturucusu ve sözcüsü konumundaki bütün sözde büyük dergilerden. Adlarıyla profesyonellik statüsü kazanmış olan bu dergilerin acemi ellerde ne kadar küçüldüğünü gün geçmiyor ki görmeyelim. Bu dergilerin genellikle "büyük şirketler" tarafından ticari kaygıyla yayınlanması, bilgi ve beceri yönünden yeteneksiz ellere emanet edilmesi, belli bir uygarlık bilincinin ve edebî tutumun amaçlanılmaması, vb. gibi etkenler, onları iyice "küçültüyor." Bu tür olumsuzluklara ahbap-çavuş ilişkilerine dayalı yayın politikaları da eklenmiyor mu? Eh, işte size kalitesizlik...
Likâ ve onun gibi dergilerin, anılan "büyük" dergilerle ne kadar benzerliği olabilir ki? Harflerin dizilip kağıda basılması gibi aralarında ortak benzerlikler olabilir. Bu yönüyle dahi onların ötesindedir Likâ. Çünkü onlar önlerine açılan olanaklar sonucu renkli, kuşe kağıda basılmış, çok sayfalı, bol reklamlı olabilirler. Oysa Likâ ve onun benzerleri, kağıdın bedenini iktisatlı kullanmak zorundadır. Kirli ilişkilere ve kalitesizliğe ise tahammülü hiç yoktur bizimkilerin.
• Derginize yerel halkın ilgisi nasıl?
Geçenlerde bir şiir akşamına izleyici olarak katılmıştım. İktidar partisinin yerel örgütü tarafından düzenlenen gecede Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet ve Cahit Zarifoğlu, "Haziran ayında ölmek" paydası altında anılacaklar, şiirlerinden örnekler sunulacaktı. Bunlar gerçekleşti de. Fakat, bütün zamanlarda olduğu gibi, iktidar hayattan yine kopuktu. Salonun giriş kapısına "diktikleri" görevliler, geceye dinleyici olarak katılmaya gelen şiirseverlerden "davetiye/bilet" istiyorlardı. Bu, evet, iktidarın aymazlığıdır. Çünkü, şiirden bunca uzak bir toplumda, bir elin parmakları kadar insan şiir dinlemeye geliyor ve iktidar olarak sen, "bilet" soruyorsun. Sözüm size değil, içinde bulunduğumuz ortama: Demem odur ki, dergimize "yerel halkın" ilgisi yoktur. Hatta, "halk" denilen kitlenin içinden kendisini soyutlamış "okumuşlar" kitlesinin de dergimize öyle pek bir ilgisi olduğu söylenemez. Bizimle ilgilenenler, bizim de kendileriyle ilgilendiklerimiz, şiire, öyküye, denemeye, değiniye... kısacası edebiyata gönül vermiş bir avuç insandır. Bunlar arasında olup da bize ulaşmak isteyenler internetteki sitemizi ziyaret edebilirler. Böyle bir imkanı olmayanlar ise P.K. 103, Yenişehir /Ankara adresimize "zarftan kuşlar" uçurabilirler...
Söyleşi: Özlem Ateş
29 Eylül 2003
Kaynak:
www.dergibi.com
1 yorum:
"LİKÂ" dergimizi bu güzel söyleşi vesilesi ile bir kez daha hatırlamış olduk. "LİKÂ" dergisi bir dönemin tutanağı gibi. Çağın tanığı sesler bir dergi ortamında buluşmuştu. Şimdi çıkmıyor "LİKÂ". Gelecek zamanlarda çıkacağını umut ediyor ve bekliyoruz. Dergi için emek veren Cevat AKKANAT'a ve cümle dostlara selâm olsun !..
A.Birokur
Yorum Gönder