Vatan gibisi var mı?
O mukaddes anneden ayrılmak zorunda
kalanların mutlaka zarurî sebepleri var.
Dünya hayatı için emniyetlerini ve âhiret
hayatları için îmanlarını koruyamadıkları için terk ettiler vatanlarını. Hicran
içinde hicret ettiler. Fakat daima bir anne özlemiyle; yeniden sarılmak,
yeniden o kucağa atılmak arzusuyla semâlardadır gözler. Onlara bir Medine
meltemi sunabilmek en büyük ikram...
Hicret; hasretlerin, acıların
girdaplarıyla dolu fırtınalı bir denize açılmak... O seferin bir limanı olmazsa
öğütür savruluşlar. Akdeniz’de boğulan muhâcirin kolu, âhirette yakamıza
yapışır. Hicret ne kadar mukaddes ise, bu sebeple hicretin limanı olan ensarlık
da o kadar mühim...
Kardeşi, imtihanıyla baş başa
bırakmamaktır ensar olmak. Acıyı bölüşmek, tatlıyı paylaşmaktır ensar olmak.
Bu gerçeği;
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ;
“Hepimiz İçin İlâhî İmtihan, ENSAR OLMA VAKTİ” yaklaşımıyla ele aldı. Ağırlıklı
olarak yakın komşumuz Suriye’den ülkemize misafir olan muhâcir kardeşlerimize
vazifelerimizi hatırlatırken, İslâm tarihinden ve ilâhî beyanlardan örneklerle
nasıl bir ensar olmamız gerektiğinin altını çizdi. Tarihî fotoğrafımızda
maksadı vurguladı:
“Türkiye’miz, zarurî bir göç merkezi.
Dağılan devâsâ Osmanlı mülkünden merkeze doğru iki yüz senedir devamlı bir
hicret yaşanıyor. Çaresizliklerle dolu hicretler zinciri. Ecdâdımızın
yetimlerinin hicreti. Hepsinin sebebi aynı:
Zulümler ve katliamlar.
Bu yüzden;
Memleket memleket, maddî bakımdan nice
garipler kerem beklerken, Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da ve Asya’da mânevî
fukarâ da ayrıca kerem bekliyor. Hidâyet fakirleri de, îman fakirleri de, ahlâk
fakirleri de, insâniyet fakirleri de, ayrıca kendilerine yardım eli uzatacak
rahmet dolu cömert gönüller bekliyor.
Vakit, ensar olma vakti...”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi;
ensârıyla, muhâciriyle ashâb-ı kirâmı; «İlâhî Hoşnutluk ve Methe Nâil Olan
Ashâb-ı Kirâmın Örnek Hasletleri»ni kaleme aldı.
Mevlânâ’dan Sır ve Hikmetler köşesinde
ise, mahlûkātı tefekkür ve bundan insana çıkarılacak
hikmet dolu dersler var.
Öyle ya;
Dallarına sığınan bülbülleri yılanlardan
koruyan bir gül ağacı mı olmalı, yoksa susuz vaziyette suya yaklaşan ceylânları
avlayan bir timsah mı?
Ensar olmak dosyamızda; vicdan muhasebesi
var, içtimâî ve siyasî değerlendirmeler var ve tarihî mes‘ûliyetlerimiz var.
Yazarlarımız; Endülüs’ü hatırlattı, -Allah
korusun- diyerek; Balkanları hatırlattı, ensar olmanın boynumuzun borcu olduğuna mâzîyi şahit tutarak; insan kaçakçılığını anlattı,
batıdan bir şeyler beklemenin anlamsızlığını vurgulayarak; ümmet olduğumuzu
hatırlattı, ensar olmanın bir mânâda da ötekileştirmemek demek olduğunu
hissettirerek.
Tarih; duraklama sebeplerimiz arasında toplumlar arası
kaynaşma zaafımıza işaret ederek, yine; «Ensar olmak lâzım!» diyor. Gönüller
almaya gelen Yûnus Emre; «Ensar olmak lâzım!» diyor. Mahzun mahzun kanlı
gözyaşlarıyla akan Drina; «Ensar olmak lâzım!» diyor.
Bu
bizim imtihanımız. Hepimiz için ilâhî imtihan.
Kalemimiz, şiirimiz, gönlümüz, dilimiz bu
imtihandan yüz akı ile çıkmaya davet hâlinde.
Yüzakıyla...