Aynı tarihi paylaşmak sadece geçen zamanı birlikte yaşamak değil aynı havayı aynı suyu ortak bir mekânda yoğurup adına medeniyet denilen bir birlikteliği inşa etmektir. Üzeyir İlbak “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu”nu anlatırken “Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır” demekte ve bütün reelpolitik söylemleri, endişeleri, ithamları yersiz kılacak bir gerçekliği hatırlatmaktadır.
Ülkemiz edebiyat ve kültür hayatının toplumsal gelişmelerle ilişkisi belki de her toplumdan daha fazladır. Bunun yaşadığımız coğrafyada son iki asırdır dinmeyen çalkantılı, sancılı toplumsal değişmelerle yakından ilgisi bulunmaktadır. Son dönemde ve özellikle de “barış süreci”nde edebiyata da yüklenecek misyon bu paralelde ve onun yaşananlara duyarsız ve ilgisiz kalamayacağı şeklindedir. Bu durumun en açık tanığı elbette zaman olacaktır.
Dil ve Edebiyat dergisi 53’üncü Mayıs 2013 sayısında tarihin tanık olduğu sürece katkı sunan bir sayı ile çıkıyor. Üzeyir İlbak’ın “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” başlıklı yazısını kapağına taşıyarak; İlbak’ın “Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır” cümlesinde ifadesini bulan ortak yaşanmışlıklarla dolu en az bin yıllık bir parantezi açmaya davet ediyor.
Dil ve Edebiyat dergisindeki yazısında dergimiz Genel Yayın Yönetmeni Üzeyir İlbak, özellikle “barış süreci”nde yaşanan gelişmeleri medeniyet perspektifinden ele alıyor. İlbak bu bakış açısıyla meseleyi kavramsal ve duygusal yönlerden kuşatıcı bir yaklaşımla değerlendirmeye çalışıyor.
İlbak yazısına “Hemdert olmak”ı hatırlatarak başlıyor: “Hemdert olmak, felaketlerin, ıstırapların, cehalet ve aymazlıkların ülkemiz coğrafyasında inşa ettiği düşmanlıklardan etkilenen ana-baba-kardeş insanlarımızın dert ve kayıplarını sayısallaştırmadan, karşılıklı istatistik verileri üzerinden gönülleri daha fazla karartmadan hepsiyle özdeşleşerek bir başlangıç yapmaktır.”
Bu ifadeler, “etnik ve dinî kimlikler üzerinden” yapılan suni tanımlamalarla “cendereye sıkışmış/sıkıştırılmış halimizden da kurtuluşun anahtarı gibi sunuluyor.
İlbak’ın yazısında üzerinde durduğu temel problem özellikle Cumhuriyet’le birlikte “bin yıllarla tanımlanan ortak tarih”in yok sayılmış ve “son seksen yılda görmezden gelinmiş” olmasıdır. “Tanzimat’la başlayan ‘ötekileştirme’ ve ‘tek-tip insan üretme’ çabası Cumhuriyet’in ilanından yirmi yıl sonra anayasaya konularak bu coğrafyanın insanları isyan ettirici bir etnik homojenlik cenderesine sıkıştırılmıştır.”
Yazıda çeşitli raporlardan yapılan alıntılarla bu sıkışma, sıkıştırma hâli örneklendiriliyor: 1940 yılında yayımlanan CHP Azınlıklar Raporu’undan yapılan alıntı şöyle:
“Vilayet ve kaza merkezlerinde, hükûmet ve belediye dairelerinde ve diğer kuruluşlarda, okullarda, çarşı ve pazarlarda Türkçeden başka dil kullananların cezalandırılması. Bölgeye gidecek yabancı kişi ve kuruluşların hükümetten izin almaları gerekmektedir. Ermeni mülklerine yerleşmiş Kürtler, yerleştikleri yerlerden çıkartılarak eski yerlerine veya batı bölgelerine gönderilmeli ve demografik yapı değiştirilmelidir. Dersim bir an evvel Kürtlüğe karışmaktan kurtarılmalıdır. Olağan mahkemelerde ve sıkıyönetim mahkemelerinde asker ve sivil ‘yerli’ hâkim [yani Kürt] bulunmayacaktır. Görkemli hükûmet konakları kurulmalıdır. …Kürtler Türkleştirilmelidir! Kürt meselesi Türkiye’nin en mühim meselesidir. Yol yapımına öncelik verilmelidir. Asimilasyonun ilk şartı dil öğretmektir.”
İlbak, “Ötekileştirme ve yargılamadan mahkûm etme devlet politikası hâline getirilerek sistematik bir şekilde uygulandı ve son bir asır, bu coğrafyada yaşayan dini ve etnik topluluklara zehir edildi.” tespitini yaptıktan sonra benzer yaklaşımın yakın dönemde de sergilendiğini şu cümlelerle belirtiyor: “Bulgar zulmüne ve Belen sürgünlerine resmî ağızlardan ağıt yakıldığı günlerde Diyarbakır cezaevinde işkence sesleri duvar dışına taşıyor, köylerde dışkı yedirme merasimleri düzenleniyordu.”
Ortak tarihi yok sayma anlayışıyla üretilen politikalar, uygulamaların aksine yazıda belirtildiği gibi “Anadolu çok kültürlü, çok dinli, çok topraklı kadim medeniyetlerin art arda ve bir arada yaşadığı coğrafya”dır. “Bu topraklar” İlbak’ın ifadesiyle “Anadolu, Mezopotamya, Kafkasya, Akdeniz ve Karadeniz’dir. Anadolu medeniyeti ve kültürleri, semavi dinlerden de beslenerek birbirlerini etkilediler, geliştirip, büyüttüler ve temasta bulundukları Avrupa medeniyetlerini de etkilediler. Anadolu, Akdeniz havzasının ve Ege kültür varlığının tüm değerlerini kendi muhteva hamurunda yoğurarak derleyip toparladı, büyülü bir bireşim meydana getirdi.”
İlbak bunun üzerinde şu hatırlatma/uyarıyı yapıyor: “‘Otuz yıllık’ aymazlık üzerinden bu coğrafyanın insanlarına ve tarihi birikimine öfke kusanlar, biraz durup bu coğrafyanın şehitliklerine göz atmalı ve aynı inançla bir Fatiha okumalı. Bilinmeli ki, Ahlat Şehitliği ile Çanakkale Şehitliği bu coğrafyayı paranteze alan en özel mekanlardır. Anadolu’nun doğu kapısında da batı kapısında da birlikte şehit olduk; kanlarımız bu topraklara anlam kazandırdı. Alpaslan’ın Cuma hutbesini birlikte dinledik Anadolu’nun Malazgirt kapısında… Buğday çorbasını paylaşan mektepli çocuklarla Çanakkale’de ‘süngü taktık’. 1071’de ortak rüyanın adı Anadolu’ydu. 1918’de de aynı rüya için Anadolu’nun en batı noktası Çanakkale’de bin yıllık ortak rüya yok olmasın diye birlikte şehit olduk; karındaşlığın ötesinde bir kardeşlikle, kanlarımızı yatacağımız topraklara katık ve gelecek yaparak. Son büyük ortak rüya Çanakkale mücadelesinin üzerinden bir asır bile geçmeden ellerimizle rüyalarımıza katran döktük.”
Aslında “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” yakın geçmişteki suni durumun geçiciliğine vurgu yapıyor. Gelecek perspektifini de böylece çiziyor: “birlikte yaşama kültürüne aşina bu topraklar Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Kafkas, Arap, Süryani, Asuri… dil ve kültürleriyle birbirini aşılayarak daha da zenginleşmeye devam edecekler. Anadolu, mevcut dil ve kültür zenginliğini yeni değerlerle besleyerek daha da büyütecektir. Farklılıklar bu toprakların zenginliği olmaya devam edecektir.”
“Geleneğimize dönüp bu toprakların kadim halklarıyla ‘eşit’ yurttaşlar olarak barışmak, helalleşmek, her bir topluluğun kendisi kalarak, kültürlerini yaşatarak ve her bir değerin “Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten ayetler vardır” [Kur’an 30/22] hakikati gereği, farklılıkların ‘yaratılmış bir ayet olduğu’ gerçeğini benimseyerek yeni bir asrın ilk çeyreğinde gelecek büyük vizyon sahibi ülke idealine katkı vermek zorundayız.”
Dil ve Edebiyat dergisi 53’üncü sayısında Üzeyir İlbak’ın “Tarihdeş Bir Milletin Yolculuğu” başlıklı yazısını kapağına taşıyarak tarihi sürece katkı sunan bir sayı ile çıkıyor.
Dil ve Edebiyat dergisinde öne çıkan diğer başlıklar ise şöyle:
Müçtehit Şair: Sezai Karakoç/ Zafer Acar
Bir Gönül Şairi: Yunus Emre/ Mustafa Özçelik
Necip Fazıl’ın Sinema Anlayışı ve Senaryo Romanları/ Mustafa Miyasoğlu
Otobüs –günlük- / Özkan Şahin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder