2011-10-24
'Edebi Müdahale' dergisinin 4. sayısı çıktı
Hicri takvimi unut(tur)muyorlar!
Kaç Müslüman farkında bilmiyoruz ama bugün 1 Zilkade 1432. Edebi Müdahale dergisinin 4. sayısı çıktı. Böylelikle dergi ilk yılını doldurmuş oluyor.
Ebubekir Sifil Hoca’yla söyleşi
Müdahale bu sayıda da yine nefis bir söyleşi ile okuyucusunun karşısına çıkıyor. Ebubekir Sifil Hoca ile modernizmin, hadislerin, sünnetin, geleneğin konuşulması tam Müdahale’ye göre olmuş. İlgililerinin dikkatine…
Türk – Kürt kardeş; ayrım yapan kalleş!
Ömer Faruk Dönmez, derginin ilk sayfalarında önemli mevzulara değinmeye devam ediyor. ‘Bölünmeye karşı’ olmanın ‘rejimden yana’ olmak anlamına gelmediğini ince bir dille anlatan Dönmez; İslam kardeşliğinden başka çerçeve tanımadıklarını ilan ediyor.
İskilipli Atıf Hoca
Kapakta ‘hak-an’ imzalı bir resim var: İskilipli Atıf Hoca… Giriş yazısında da şöyle söylenmiş: Neler olup bittiğini bir gün herkes öğrenecek!
Usta kalemler, Genç kalemler
Yakından tanıdığımız Yunus Develi, Mustafa Ökkeş Evren, Aykut Ertuğrul gibi isimler hoş metinler, güzel öyküler yazmışlar. Fakat Genç kalemler de onlardan geri kalmış değil. İlk sayıdan bu yana dikkat çeken ve ‘90 doğumlular’ kategorisinde Türkiye’de ilk sıraları tutan Hüseyin Çelik, Veysel Altuntaş, Regaib Albayrak gibi isimler yine yerlerini almışlar dergide. Büşra Polat, Günseli Işık Dönmez; Zeynep Ubeyde ve Kübranur Ayar da derginin ‘bayan yazarlar’ listesinde dikkatleri çekiyor.
Şiir yayımlamayan dergi
Salim Nacar, yayın kurulunda kitap sahibi üç şair bulunmasına rağmen derginin neden şiir yayımlamadığını kendine has üslubuyla anlatmış ve ‘şiir yayımlamayan dergi’ şeklindeki tanımdan çok da hoşnut olmadıklarını; çünkü şiire fazlasıyla değer verdiklerini ifade etmiş.
Devrimci Edebiyat
Hasılıvelkelam, edebiyatın devrimci bir iş olduğunu düşünenlere ısrarla Müdahale’yi tavsiye ediyoruz.
Yiğit Sürerdamar
İrtibat:
mertedebiyat@gmail.com
'Kertenkele' düşünce ve edebiyat dergisinin 15. seferi
15. sayısına ulaşan Kertenkele düşünce ve edebiyat dergisi artık görmezden gelinemez bir yayın boyutuna ulaştı. 114 sayfa olarak çıkan dergi birbirinden önemli yazı ve şiirler ile ciddi bir külliyat oluşturmaya doğru yol alıyor. Yayın Yönetmenliğini şair Muammer Yavaş‘ın, editörlüğünü Şermin Hüküm‘ün yaptığıKertenkeleözellikle yeni yayın döneminde ortaya koyduğu performansla adı büyük harfler ile yazılan nice dergiden çok daha sıkı ürünler sunuyor okuruna. Kesinlikle bir ölçü değil ama Kitap-lık dergisinin yeni yayınlanan şiir yıllığında da adı sıkça anılan ve alıntılar yapılan bir dergi bugün Kertenkele. Çünkü kayıtsız kalınamayacak kadar işini önemsiyor ve bu fark edilmek zorunda.
Ben Kertenkele dergisi ile 90′lı yılların sonunda tanıştım. O zaman dergiyi çıkartan ekipten Muammer Yavaş, Mehmet Şamil ve rahmetli Muhammet Esatdaha üniversiteyi bitirmemişlerdi. Üçü de KTÜ‘de okuyordu. Giresun’da yapılan bir etkinlikte tanıştık evvela. Sonra Muammer Bey mezun oldu. Edebiyat öğretmeni olarak atandı. Esat okulu uzattı. Şamil yüksek lisansı kazandı. Ve Kertenkeleböylece zorunlu olarak bir süre yayınını durdurdu.
Bu arada Kertenkele‘nin ilk sayıları cep dergisi diyebileceğimiz şekilde ve adeta küçük bir resim defteri ebatlarında idi. İlk elime aldığımda oldukça sıradışı ve ilginç gelmişti açıkçası. Kertenkele dergisinin ismi de sanırım sevgili şair ağabeyimiz Yaşar Bedri‘ye ait. Dergi ekibi daha çıkışlarını yapmadan evvel Yaşar Bedri‘yi ziyarete gidiyorlar ve orada Yaşar Ağabey bu ismi öneriyor.
Muammer Yavaş, ekip mekân olarak dağılınca dergiyi tek başına yürütme durumunda kaldı. Bu arada dergi ebat değiştirdi ve tıpkı 80 kuşağının dergileri gibi kitap bütünlüğüne dönüştü. Sevgili Muammer Bey ile biz de yıllar geçtikçe daha fazla görüşür olduk ve sanırım iyi bir dostluk kurduk.
Dergi periyodik olmamak şartı ile yine de Muammer Yavaş‘ın ısrarlı tutumu sonucu yarı yolda kalmadan bugünlere geldi. Tabi biz bu arada epey toplantılar yapıp derginin hem tasarım hem de içerik olarak dönüşümü ve zenginleşmesi için mesai harcadık. Önce derginin boyutlarını büyütmeye ikna ettik Muammer beyi, sonra kapak tasarımını. Özellikle son zamanlarda Orhan Tepebaş, Yakup Altıyaprak, Mustafa Özdemirve Muammer bey ile iki üç ayda bir buluşarak derginin açılımları için fikirlerimizi ortaya koyduk. Sevgili Ali Celeb‘in de belki burada açıklamamın uygun olmayacağı kritik desteklerini hatırlatmamda fayda var. Aslında bu hususları Muammer Bey yayın yönetmeni olarak daha detaylı biliyor. Çünkü biz netice olarak derginin çevrisindeki isimlerdik. Ve asıl yükü doğal olarak her zaman O taşıdı. Belki bir söyleşi ile bu detayları alabiliriz O’ndan. Böylece tarihe de not düşmüş oluruz bir derginin öyküsünü.
Şimdi gelelim 15. sayısına Kertenkele‘nin…
Kertenkele aslında Muammer Yavaş’ın da kendisini ideolojik olarak yakın hissettiği Sezai Karakoç‘un manevi havasında şekillenen bir yapı izledi. Hatta kimi sayılarının kapak tasarımında Diriliş‘in izi sürülebilir. Bu son sayıya daKarakoç‘un Filistin meselesine ilişkin yaklaşımını konu edinen ve üstada aitYahudiye Çağrıve Hristiyana Çağrı adlı metinler ile “Ve Kudüs şehri. İyiyle ve ruhuyla suskun” dizelerinin yer aldığı şiirinden alıntı ilk sayfalarda göze çarpıyor.
Muhammed Hüküm‘ün geçen sayı yayınlanmaya başlayan ve uzun soluklu bir yazı olacağı intibaını veren Selim İleri’nin romancılığı üzerine çözümlemeler yapan metni 15. sayıda da devam ediyor. Derginin ilgi çeken felsefi metinlerine imza atan Mustafa Öztürk ise kadim bir konu olarak “Zaman” kavramını ele alıyor ve Doğu-Batı medeniyeti ikileminde zaman kavramına yüklenen anlamı irdeliyor.
İkinci Yeni’nin modernizm ile ilişkisini merkez alan makalelerinden oluşan kitabı geçtiğimiz aylarda Ebabil Yayınları arasından çıkan Yakup Altıyaprak da artık ürünlerini burada yayınlama kararı aldı ve ilk yazısını 80 Kuşağının önemli isimlerinden Tuğrul Tanyol‘un bir şiirinden yola çıkarak oluşturdu.
Kertenkele gibi bir dergide benim başından beri eksikliğini hissettiğim sinema yazılarına da nihayet kavuştuk. Sinemanın kült isimlerinden Tarkovski‘nin sinema anlayışı üzerine Muhsine Arzu Ayan‘ın hazırladığı metin ilgi çekici bir yazı olmuş bence. Orhan Tepebaş da bu sayıda unutulmuş bir şairi yeniden hatırlatıyor. Bir zamanlar çıkan ve çıktığı dönemde önemli işlevler gören Kırağı dergisinde ilk ürünlerini yayınlayan ve sonra geri çekilen kayıp şair İbrahim Yolalan üzerine yazılan yazı, umarım Yolalan‘ı tahrik eder de yeniden şiire döner.
Genç kuşak şiirimizin önemli isimlerinden Mustafa Celep önceki sayıdan itibaren başladığı poetik metinlerine devam ediyor ve bir anlamda kendi poetik derinliğini ortaya koyan yazılar yayınlıyor. Bu anlamda Mücadeleci Şiir dediği alanın içini doldurmaya çalıştığı yazının ikincisini yazdı Kertenkele‘de.
Dergide görülmeye başladığı andan itibaren büyük dikkat çeken ve günümüz kuşağının yayınlanmış ilk kitapları ve aynı zamanda dergilerde o ay yayınlanan şiirler üzerine detaylı çözümlemeleri yapan C. Ali Ahmet bu sayıda da Osman Özbahçe ve Evser Ölüç‘ün önceki yıllarda yayınlanan ilk kitaplarını inceliyor. Dergilerde yayınlanan şiirler bölümünde ise Bülent Keçeli, Ahmet Edip Başaran, Ahmet Çiçek ve Berk İybar’ın yayınladıkları şiirler ele alınmış.
Ben de Kertenkele‘de epey bir süredir müzik üzerine yazılar yayınlıyorum. Bu anlamda Nusret Fatih, Erkan Oğur, Arabesk müzik vs gibi meselelerden sonra bu son sayıda da Gürültü’den Sessizliğe ikileminde ele aldığım ve enstrümantal müzik yapan Yansımalar grubunu açmaya çalıştım.
Kertenkele dergisinin 15. sayısında şiirleri yer alan isimler ise şöyle: Nizar Kabbani (Çev: Kemal Yüksel), Bülent Keçeli, İshak Koç, Şinasi Tepe, Ezra Cenker, Abdülkadir Akdemir, Nihat Ağacıkoğluve Muammer Yavaş.
Derginin ilk ekibinden sayılan Adnan Duran‘ın Bir Ayete Bir Adım adlı denemesi, yine genç kuşak öykücülerimizden Osman Koca, Hakan Özen ve Nihat Ayten‘in ürünleri dergide yer alan diğer çalışmalar.
Kertenkele’nin bu son sayısının ön kapağını önemli çizerimiz Hasan Aycın‘ın Hanzala‘yı merkez aldığı bir ürünü, arka kapağını da dergiye sürekli çizgileri ile katılan Yaşar Salkım‘ın yine ilginç bir deseni süslüyor.
Selçuk Küpçük
Ben Kertenkele dergisi ile 90′lı yılların sonunda tanıştım. O zaman dergiyi çıkartan ekipten Muammer Yavaş, Mehmet Şamil ve rahmetli Muhammet Esatdaha üniversiteyi bitirmemişlerdi. Üçü de KTÜ‘de okuyordu. Giresun’da yapılan bir etkinlikte tanıştık evvela. Sonra Muammer Bey mezun oldu. Edebiyat öğretmeni olarak atandı. Esat okulu uzattı. Şamil yüksek lisansı kazandı. Ve Kertenkeleböylece zorunlu olarak bir süre yayınını durdurdu.
Bu arada Kertenkele‘nin ilk sayıları cep dergisi diyebileceğimiz şekilde ve adeta küçük bir resim defteri ebatlarında idi. İlk elime aldığımda oldukça sıradışı ve ilginç gelmişti açıkçası. Kertenkele dergisinin ismi de sanırım sevgili şair ağabeyimiz Yaşar Bedri‘ye ait. Dergi ekibi daha çıkışlarını yapmadan evvel Yaşar Bedri‘yi ziyarete gidiyorlar ve orada Yaşar Ağabey bu ismi öneriyor.
Muammer Yavaş, ekip mekân olarak dağılınca dergiyi tek başına yürütme durumunda kaldı. Bu arada dergi ebat değiştirdi ve tıpkı 80 kuşağının dergileri gibi kitap bütünlüğüne dönüştü. Sevgili Muammer Bey ile biz de yıllar geçtikçe daha fazla görüşür olduk ve sanırım iyi bir dostluk kurduk.
Dergi periyodik olmamak şartı ile yine de Muammer Yavaş‘ın ısrarlı tutumu sonucu yarı yolda kalmadan bugünlere geldi. Tabi biz bu arada epey toplantılar yapıp derginin hem tasarım hem de içerik olarak dönüşümü ve zenginleşmesi için mesai harcadık. Önce derginin boyutlarını büyütmeye ikna ettik Muammer beyi, sonra kapak tasarımını. Özellikle son zamanlarda Orhan Tepebaş, Yakup Altıyaprak, Mustafa Özdemirve Muammer bey ile iki üç ayda bir buluşarak derginin açılımları için fikirlerimizi ortaya koyduk. Sevgili Ali Celeb‘in de belki burada açıklamamın uygun olmayacağı kritik desteklerini hatırlatmamda fayda var. Aslında bu hususları Muammer Bey yayın yönetmeni olarak daha detaylı biliyor. Çünkü biz netice olarak derginin çevrisindeki isimlerdik. Ve asıl yükü doğal olarak her zaman O taşıdı. Belki bir söyleşi ile bu detayları alabiliriz O’ndan. Böylece tarihe de not düşmüş oluruz bir derginin öyküsünü.
Şimdi gelelim 15. sayısına Kertenkele‘nin…
Kertenkele aslında Muammer Yavaş’ın da kendisini ideolojik olarak yakın hissettiği Sezai Karakoç‘un manevi havasında şekillenen bir yapı izledi. Hatta kimi sayılarının kapak tasarımında Diriliş‘in izi sürülebilir. Bu son sayıya daKarakoç‘un Filistin meselesine ilişkin yaklaşımını konu edinen ve üstada aitYahudiye Çağrıve Hristiyana Çağrı adlı metinler ile “Ve Kudüs şehri. İyiyle ve ruhuyla suskun” dizelerinin yer aldığı şiirinden alıntı ilk sayfalarda göze çarpıyor.
Muhammed Hüküm‘ün geçen sayı yayınlanmaya başlayan ve uzun soluklu bir yazı olacağı intibaını veren Selim İleri’nin romancılığı üzerine çözümlemeler yapan metni 15. sayıda da devam ediyor. Derginin ilgi çeken felsefi metinlerine imza atan Mustafa Öztürk ise kadim bir konu olarak “Zaman” kavramını ele alıyor ve Doğu-Batı medeniyeti ikileminde zaman kavramına yüklenen anlamı irdeliyor.
İkinci Yeni’nin modernizm ile ilişkisini merkez alan makalelerinden oluşan kitabı geçtiğimiz aylarda Ebabil Yayınları arasından çıkan Yakup Altıyaprak da artık ürünlerini burada yayınlama kararı aldı ve ilk yazısını 80 Kuşağının önemli isimlerinden Tuğrul Tanyol‘un bir şiirinden yola çıkarak oluşturdu.
Kertenkele gibi bir dergide benim başından beri eksikliğini hissettiğim sinema yazılarına da nihayet kavuştuk. Sinemanın kült isimlerinden Tarkovski‘nin sinema anlayışı üzerine Muhsine Arzu Ayan‘ın hazırladığı metin ilgi çekici bir yazı olmuş bence. Orhan Tepebaş da bu sayıda unutulmuş bir şairi yeniden hatırlatıyor. Bir zamanlar çıkan ve çıktığı dönemde önemli işlevler gören Kırağı dergisinde ilk ürünlerini yayınlayan ve sonra geri çekilen kayıp şair İbrahim Yolalan üzerine yazılan yazı, umarım Yolalan‘ı tahrik eder de yeniden şiire döner.
Genç kuşak şiirimizin önemli isimlerinden Mustafa Celep önceki sayıdan itibaren başladığı poetik metinlerine devam ediyor ve bir anlamda kendi poetik derinliğini ortaya koyan yazılar yayınlıyor. Bu anlamda Mücadeleci Şiir dediği alanın içini doldurmaya çalıştığı yazının ikincisini yazdı Kertenkele‘de.
Dergide görülmeye başladığı andan itibaren büyük dikkat çeken ve günümüz kuşağının yayınlanmış ilk kitapları ve aynı zamanda dergilerde o ay yayınlanan şiirler üzerine detaylı çözümlemeleri yapan C. Ali Ahmet bu sayıda da Osman Özbahçe ve Evser Ölüç‘ün önceki yıllarda yayınlanan ilk kitaplarını inceliyor. Dergilerde yayınlanan şiirler bölümünde ise Bülent Keçeli, Ahmet Edip Başaran, Ahmet Çiçek ve Berk İybar’ın yayınladıkları şiirler ele alınmış.
Ben de Kertenkele‘de epey bir süredir müzik üzerine yazılar yayınlıyorum. Bu anlamda Nusret Fatih, Erkan Oğur, Arabesk müzik vs gibi meselelerden sonra bu son sayıda da Gürültü’den Sessizliğe ikileminde ele aldığım ve enstrümantal müzik yapan Yansımalar grubunu açmaya çalıştım.
Kertenkele dergisinin 15. sayısında şiirleri yer alan isimler ise şöyle: Nizar Kabbani (Çev: Kemal Yüksel), Bülent Keçeli, İshak Koç, Şinasi Tepe, Ezra Cenker, Abdülkadir Akdemir, Nihat Ağacıkoğluve Muammer Yavaş.
Derginin ilk ekibinden sayılan Adnan Duran‘ın Bir Ayete Bir Adım adlı denemesi, yine genç kuşak öykücülerimizden Osman Koca, Hakan Özen ve Nihat Ayten‘in ürünleri dergide yer alan diğer çalışmalar.
Kertenkele’nin bu son sayısının ön kapağını önemli çizerimiz Hasan Aycın‘ın Hanzala‘yı merkez aldığı bir ürünü, arka kapağını da dergiye sürekli çizgileri ile katılan Yaşar Salkım‘ın yine ilginç bir deseni süslüyor.
Selçuk Küpçük
2011-10-22
Müslüman duyarlıklı epik şair!
Mustafa Celep’i, Yedi İklim’den önce Kertenkele dergisinde tanıdım. Kertenkele’deki genç şairlerden, bütün edebiyat dergilerinde olduğu gibi pek azı bugüne kaldı ve merkezi dergilerde kendilerine yer bulup şiirlerini kitap bütünlüğüne kavuşturabildi; Mustafa, işte onlardan biri. Kertenkele dergisinin o yıllarda bir şiir tarzı vardı: İsmet Özel. Özel, popüler denecek denli şiir ortamına yayılmıştı. İşte, Mustafa’nın şiirine de öncelikle İsmet Özel’den bakmak gerekiyor.
İsmet Özel etkisi
Mustafa’nın ilk başlarda, son dönemin pek çok Müslüman genç şairi gibi, kendine örnek aldığı şair, İsmet Özel’di. 90 kuşağı İslami kesim şairlerinin üzerinde İsmet Özel şiirinin baskısı olduğu artık kabul görmüş bir görüştür. Bu kuşağın sol menşe’li şairleri de İsmet Özel’i sıkı okumalardan geçirmişlerdi. Mustafa, 90 kuşağının uzantısı olarak, bir anlamda onlara özenerek ve güvenerek İsmet Özel’in zihin işleyişini, daha bir detay söyleyecek olursak, imgeyi kuruş şeklini ödünç almıştı; ama İsmet Özel gibi sağlam imajlar yaratmak kolay değildi. Kertenkele dergisinin tatil edildiği dönemlerde Mustafa, sıklıkla Yedi İklim’de göründü. Merkezi ve köklü bir dergi olması ve Mustafa’ya edebiyat ortamında bilinirlik kazandıran dergi olması nedeniyle, Yedi İklim çıkışlı bir şair de diyebiliriz onun için. Önceleri, şiirinin tökezleyen kimi tarafları vardı Mustafa’nın, ilk gençlik yıllarında imge konusunda kafası karışıktı. Şiirini konuşma dilinden uzak ve uzak çağrışımlarla, birbirini çağırmaktan uzak imgelerle kurmaya çalışmıştı uzun bir süre. Yedi İklim’deki akranı olmasa da dönemdaşı kimi şairin de bu tarz problemleri vardı. Sanırım, bunun kaynağı, Yedi İklim’e gönderilen şiirleri, Hasan Ali Binay ve daha sonraları Ali Günvar gibi şiire katı-imgecilik penceresinden bakan şairlerin seçmesiydi. Hasan Ali Binay’ın da şiiri imge konusunda fazlasıyla sıkıntılıydı zaten. O yılların Yedi İklim’inde yayımlanan şiirlere bakıldığında, durum açıklığıyla görülecektir. Yedi İklim’de benim de yayımlanan ilk şiirim, aslında imgeci tarzın sorunlu bir örneğiydi. Ama ben, o şiirimi dergiye gönderirken bile imge konusundaki sorunumun farkındaydım. Otomasyon tekniğini kullanmıştım; bu tekniğin yüz yıl evvelinden eskidiğini biliyordum. Birkaç şiirimden sonra bu teknikten hızla kaçtım. Yedi İkim ise Kamil Eşfak Berki’nin dergiyle organik bağ kurması ve özelde dergide yayımlanacak şiirleri belirlemesi ile imgecilik geleneğine son vermiş oldu. Neden sonra, Mustafa da kendi şiirindeki imge sorununun farkına vardı. İmgesizliği poetika ve politika haline getiren çıkışların –solda da bunun örnekleri var: Osman Serhat ve arkadaşları- etkisinde kaldı ve aşırı imgecilikten aşırı imgesizliğin belirişiyle kurtulabildi ancak. İmgesizliği poetika ve politika haline getiren çıkışların tepkiselliği, aslında birçok imgeci şairi dizginledi ve yola getirdi. Mustafa imgesizliğin yalınlık zannedilen basitliğine de düşmedi. Şiirinde, birçok hususta olduğu gibi imge hususunda da bir denge tutturdu.
Neden aldım o kitabı?
Son beş yılın Mustafa’sı şiiri bilerek konuşuyor. Özellikle, onun son üç dört yıldır Kertenkele’de kaleme aldığı poetik yazıları, bu paragrafın ilk cümlesine ispat olarak gösterilebilir. Hatta, Mustafa, yazılarında kimi zaman referans gösterdiği ağabeylerinden şiiri daha iyi biliyor. Onun “Okur Kitaplığı Yayınları”ndan çıkan “İnsanı Aşan Kan” kitabını görünce hiç düşünmeden aldım. Halbuki, Mustafa’nın bütün şiirlerini dergilerden okumuştum, peki niçin almıştım bu kitabı? Güzel kapağı nedeniyle değil elbette. Almıştım, çünkü, dergilerde farklı zamanlarda okuduğumuz şiirler, kitapta bir araya gelip sıralanınca, yeniden, taptaze bir şiir yazılmış oluyor. Hemen söylemek istiyorum, bu kitap, ustalığın getirisi bir tematikliği taşıyor, şiirler sağlam bir kafa tarafından bir araya getirilmiş, kusurlardan büyük oranda arındırılmış, bu nedenle, “İnsanı Aşan Kan”ı soluklu bir şiir gibi okumak da mümkün; çünkü imgeler spontane ve samimi bir şekilde birbirine sarmallanıp eklemlenerek, bütünlük içerisinde kitabın sonuna dek kusursuz ilerliyor. O çok önemsediğim ve has şiirlerde hissettiğim lirik tadı damağımda bırakıyor; Mustafa’nın epik şiirlerinde lirizm daha bir öne çıkıyor. Bizde, özellikle de Erdem Bayezıt’ın ortaya koyduğu Müslüman duyarlılıkta taşan epik şiir, bu son yıllarda birçok şairimizde olduğu gibi Mustafa Celep’te de belirdi, göverdi, bu şiiri besleyen su değil kandır. Solda Nazım Hikmet ve Ahmet Arif’ten sonra devrimci-Marksist şairler çıkmaz oldu, epik şiir tükendi; çünkü, artık eskisi gibi Marksistler silahlı mücadele vermiyor ve daha da önemlisi ezilip zulme uğramıyor, iktidarla barışıklar. Evvelde de olduğu gibi hâlâ Müslümanlar, saldırgan dünyaya karşı, savunma savaşı veriyor. Geçen yüzyılın ikinci yarısında İsrail’in Ortadoğu’ya konaçlanması ve Müslüman kanı akıtması, Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve diğer birçok ülkede Müslümanlara yönelik tacizde bulunulması bizde epik şiirin canlanmasının en büyük sebebidir. Dünyada büyük epik şiirler yazılacaksa, bunu Müslüman şairler yazacaktır. Mustafa, işte bu bilinçle hareket ediyor.
Mustafa, dünyaya Müslümanca bakıyor, kendini, yanlış bir vatan inanışı içerisinde konumlandırmıyor. “Misak-ı Milli”yi aşarak bütün bir İslam coğrafyasının acılarına ortak olmaya çalışıyor. “İnsanı Aşan Kan” da geçen “dirilmek”, “dirim”, “diriliş” gibi göstergeler, onun bu bilinci zamanımızın en yakın büyük tanığı Sezai Karakoç’tan aldığını gösteriyor. Tam da burada, yazının girişinde sözünü ettiğimiz o usta şairden ödünç zihinden kurtulduğunu ve kendini bulduğunu görüyoruz. Mustafa’nın gürül gürül bir edayla konuşması da bunun bir göstergesidir. O, en dingin durumlardan en şedit olaylara yağdan kıl çekercesine geçiş yapabiliyor; bu kitaptaki şiirlerini bizi tasavvufa ulaştıran yol haliyle yazmış gibi; kutsal bir davaya inandığı için, şiirini sıradana yaklaştırmıyor, konuşma diliyle yazdığı zamanlarda bile birçok solcu şairde gördüğümüz gibi sokak diline düşmüyor, yüce temaları kendine işaret taşı biliyor. Berrak etkilere açık, ama sel suyuna kapılmayan bir şiiri var Mustafa’nın, şiirini hele de şairseniz takip etmek zorundasınız. Onun şiirinde sindirilip özümsenmiş bir modern Türk şiirinin panoramasını görmek de mümkün.
Zafer Acar
www.dunyabizim.com
22 Ekim 2011
İsmet Özel etkisi
Mustafa’nın ilk başlarda, son dönemin pek çok Müslüman genç şairi gibi, kendine örnek aldığı şair, İsmet Özel’di. 90 kuşağı İslami kesim şairlerinin üzerinde İsmet Özel şiirinin baskısı olduğu artık kabul görmüş bir görüştür. Bu kuşağın sol menşe’li şairleri de İsmet Özel’i sıkı okumalardan geçirmişlerdi. Mustafa, 90 kuşağının uzantısı olarak, bir anlamda onlara özenerek ve güvenerek İsmet Özel’in zihin işleyişini, daha bir detay söyleyecek olursak, imgeyi kuruş şeklini ödünç almıştı; ama İsmet Özel gibi sağlam imajlar yaratmak kolay değildi. Kertenkele dergisinin tatil edildiği dönemlerde Mustafa, sıklıkla Yedi İklim’de göründü. Merkezi ve köklü bir dergi olması ve Mustafa’ya edebiyat ortamında bilinirlik kazandıran dergi olması nedeniyle, Yedi İklim çıkışlı bir şair de diyebiliriz onun için. Önceleri, şiirinin tökezleyen kimi tarafları vardı Mustafa’nın, ilk gençlik yıllarında imge konusunda kafası karışıktı. Şiirini konuşma dilinden uzak ve uzak çağrışımlarla, birbirini çağırmaktan uzak imgelerle kurmaya çalışmıştı uzun bir süre. Yedi İklim’deki akranı olmasa da dönemdaşı kimi şairin de bu tarz problemleri vardı. Sanırım, bunun kaynağı, Yedi İklim’e gönderilen şiirleri, Hasan Ali Binay ve daha sonraları Ali Günvar gibi şiire katı-imgecilik penceresinden bakan şairlerin seçmesiydi. Hasan Ali Binay’ın da şiiri imge konusunda fazlasıyla sıkıntılıydı zaten. O yılların Yedi İklim’inde yayımlanan şiirlere bakıldığında, durum açıklığıyla görülecektir. Yedi İklim’de benim de yayımlanan ilk şiirim, aslında imgeci tarzın sorunlu bir örneğiydi. Ama ben, o şiirimi dergiye gönderirken bile imge konusundaki sorunumun farkındaydım. Otomasyon tekniğini kullanmıştım; bu tekniğin yüz yıl evvelinden eskidiğini biliyordum. Birkaç şiirimden sonra bu teknikten hızla kaçtım. Yedi İkim ise Kamil Eşfak Berki’nin dergiyle organik bağ kurması ve özelde dergide yayımlanacak şiirleri belirlemesi ile imgecilik geleneğine son vermiş oldu. Neden sonra, Mustafa da kendi şiirindeki imge sorununun farkına vardı. İmgesizliği poetika ve politika haline getiren çıkışların –solda da bunun örnekleri var: Osman Serhat ve arkadaşları- etkisinde kaldı ve aşırı imgecilikten aşırı imgesizliğin belirişiyle kurtulabildi ancak. İmgesizliği poetika ve politika haline getiren çıkışların tepkiselliği, aslında birçok imgeci şairi dizginledi ve yola getirdi. Mustafa imgesizliğin yalınlık zannedilen basitliğine de düşmedi. Şiirinde, birçok hususta olduğu gibi imge hususunda da bir denge tutturdu.
Neden aldım o kitabı?
Son beş yılın Mustafa’sı şiiri bilerek konuşuyor. Özellikle, onun son üç dört yıldır Kertenkele’de kaleme aldığı poetik yazıları, bu paragrafın ilk cümlesine ispat olarak gösterilebilir. Hatta, Mustafa, yazılarında kimi zaman referans gösterdiği ağabeylerinden şiiri daha iyi biliyor. Onun “Okur Kitaplığı Yayınları”ndan çıkan “İnsanı Aşan Kan” kitabını görünce hiç düşünmeden aldım. Halbuki, Mustafa’nın bütün şiirlerini dergilerden okumuştum, peki niçin almıştım bu kitabı? Güzel kapağı nedeniyle değil elbette. Almıştım, çünkü, dergilerde farklı zamanlarda okuduğumuz şiirler, kitapta bir araya gelip sıralanınca, yeniden, taptaze bir şiir yazılmış oluyor. Hemen söylemek istiyorum, bu kitap, ustalığın getirisi bir tematikliği taşıyor, şiirler sağlam bir kafa tarafından bir araya getirilmiş, kusurlardan büyük oranda arındırılmış, bu nedenle, “İnsanı Aşan Kan”ı soluklu bir şiir gibi okumak da mümkün; çünkü imgeler spontane ve samimi bir şekilde birbirine sarmallanıp eklemlenerek, bütünlük içerisinde kitabın sonuna dek kusursuz ilerliyor. O çok önemsediğim ve has şiirlerde hissettiğim lirik tadı damağımda bırakıyor; Mustafa’nın epik şiirlerinde lirizm daha bir öne çıkıyor. Bizde, özellikle de Erdem Bayezıt’ın ortaya koyduğu Müslüman duyarlılıkta taşan epik şiir, bu son yıllarda birçok şairimizde olduğu gibi Mustafa Celep’te de belirdi, göverdi, bu şiiri besleyen su değil kandır. Solda Nazım Hikmet ve Ahmet Arif’ten sonra devrimci-Marksist şairler çıkmaz oldu, epik şiir tükendi; çünkü, artık eskisi gibi Marksistler silahlı mücadele vermiyor ve daha da önemlisi ezilip zulme uğramıyor, iktidarla barışıklar. Evvelde de olduğu gibi hâlâ Müslümanlar, saldırgan dünyaya karşı, savunma savaşı veriyor. Geçen yüzyılın ikinci yarısında İsrail’in Ortadoğu’ya konaçlanması ve Müslüman kanı akıtması, Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve diğer birçok ülkede Müslümanlara yönelik tacizde bulunulması bizde epik şiirin canlanmasının en büyük sebebidir. Dünyada büyük epik şiirler yazılacaksa, bunu Müslüman şairler yazacaktır. Mustafa, işte bu bilinçle hareket ediyor.
Mustafa, dünyaya Müslümanca bakıyor, kendini, yanlış bir vatan inanışı içerisinde konumlandırmıyor. “Misak-ı Milli”yi aşarak bütün bir İslam coğrafyasının acılarına ortak olmaya çalışıyor. “İnsanı Aşan Kan” da geçen “dirilmek”, “dirim”, “diriliş” gibi göstergeler, onun bu bilinci zamanımızın en yakın büyük tanığı Sezai Karakoç’tan aldığını gösteriyor. Tam da burada, yazının girişinde sözünü ettiğimiz o usta şairden ödünç zihinden kurtulduğunu ve kendini bulduğunu görüyoruz. Mustafa’nın gürül gürül bir edayla konuşması da bunun bir göstergesidir. O, en dingin durumlardan en şedit olaylara yağdan kıl çekercesine geçiş yapabiliyor; bu kitaptaki şiirlerini bizi tasavvufa ulaştıran yol haliyle yazmış gibi; kutsal bir davaya inandığı için, şiirini sıradana yaklaştırmıyor, konuşma diliyle yazdığı zamanlarda bile birçok solcu şairde gördüğümüz gibi sokak diline düşmüyor, yüce temaları kendine işaret taşı biliyor. Berrak etkilere açık, ama sel suyuna kapılmayan bir şiiri var Mustafa’nın, şiirini hele de şairseniz takip etmek zorundasınız. Onun şiirinde sindirilip özümsenmiş bir modern Türk şiirinin panoramasını görmek de mümkün.
Zafer Acar
www.dunyabizim.com
22 Ekim 2011
173. 'Hece'
EDEBİYAT GÜNDEMİ
Necati Mert/Edebiyat Derslerinde Edebiyat/ 3
Ömer Aksay/Zorunlu Bir Açıklama: Edebiyatımız Allah'a Emanet! 4
Selçuk Küpçük/Mahsus Mahal Dergisi Üzerine Aytekin Yılmaz'la Söyleşi 6
TAKİP MESAFESİ
Yazıyla Bir Şair/Aitsiz Bir Mustafa: Mustafa Irgat 14
Sayıyla 1 Dergi/Öteki-Siz 18
Enerjinin Yozlaşması 20
Selçuk Orhan/Dijital Kopyalama Çağında Sanat Yapıtı 21
Hasan Aycın/Çizgi 24
Hüseyin Atlansoy/Şehir Düşerse Birden Ali 25
Ömer Erdem/Firavunun Karısı 26
Hayriye Ünal/Yeni Lirikler 1/Bir Otoyol Liriği 27
Ömer Aksay/Umarsız Dualar 39
Mustafa Muharrem/Sin Vesair Sinema 41
Vural Kaya/Toplumbağa Kinayeleri 43
Gökhan Arslan/Unutma Takvimi 44
Mustafa Köneçoğlu/Karlı Bir Hava, Ağır Çekimle 46
Yahya Kurtkaya/Gök Diyaloğu 47
Hasan Yurtoğlu/İlan 48
Mustafa Uçurum/Emanet Yangın 49
İbrahim Gökburun/Bir Kızın Babası Oldum Kar Yağıyor Sesime 51
Nurettin Durman/Saklı Ben 53
Miroslav Holub/Kapı 54
Celâl Fedai/Neo Klasik Poetika 55
Mustafa Köneçoğlu/Parrhesia, Hakikati Söyleme ve Sanatsal Ahlâk 59
Yahya Kurtkaya/'Hâle' Şiirin Neresinde 62
Ali K. Metin/Şiir Sırası 66
Kâmil Aydoğan/Günlüklerim 77
Yunus Develi/Frenk Havası -XX-Kule 83
Merve Koçak Kurt/(………........) Doldurmaca 86
Muharrem Sevil/Dargınım Ey Gönül Sana! 92
DOSYA
İDEOLOJİDEN UZAKTA EDEBİYAT...
Lütfi Bergen/Edebî Metnin İdeolojisi 95
Cemal Şakar/Sanatçı Eser Bağlamında İdeoloji 108
Murat Erol/Başıboş Zamanlarda Başıbozuk Edebiyat 113
Ali Emre/Edebiyatta Kimliksizlik Batağı 118
Mustafa Şerif Onaran/Şiirin Dağları 122
Ayşe Kara/Mistik ve Masal Mekânlara Yolculuk: IV/Vadi-i Rum 126
Tahir Karaç/Sizi Rahatsız Etmeye Geldim 133
Betül Tarıman-Koray Feyiz/Betül Tarıman-Koray Feyiz: Şiir Üzerine Söyleşi:
"Şiir; Özgür Bir Ateş, Özgür Bir Orkestrasyondur" 138
KİTAPLIK
Eriş Özgül/Varlığın Öteki Yüzü 142
Bülent Güler/Türkiye Yazarlar Birliği 2011 Yıllığı 143
'Dergâh' aylık edebiyat, sanat, kültür dergisi
Ekim 2011, Sayı:260
Mustafa Kutlu yönetiminde yayın hayatına istikrarlı bir şekilde devam eden Dergâh dergisi, 260. sayısında da nitelikli çalışmalara ev sahipliği yapıyor.
Dünya dengesini kayderek bir kaosa yuvarlandı. Ya büyük bir felaket yaşanacak, yahut yeni bir fikir yeşerecek. Bu hengâme içinde Türkiye yeniden kuruluyor. Yol haritasının ilk adımı belli: “Yeni ve sivil bir Anayasa”. Türkiye bir Anayasa yapmayı beceremezse hiçbir şeyi beceremez. Fatma Şengil Süzer, Buşra Dilek, Mustafa Akar, Fatma Esti, Mikail Söylemez, Kâmil Çağlar Aksu, İdris Ekinci ve Mustafa Oral bu sayının şairleri. Işık Yanar ile Yiğit Özdemir ‘derkenar’ sütunlarında yazdı. Aykut Ertuğrul ve Mustafa Başpınar hikâyeleri ile bu sayıya katkıda bulundular. Murat Sözer, şair Melek Arslanbenzer’in ilk kitabı “Metro’da Cuma Namazı”ndan hareketle onun şiir dünyasına eğiliyor. İdris Ekinci Berna Moran’ın eleştiri anlayışını irdeledi. Bu sayının ‘orta sayfa sohbeti’ni şair, gazeteci ve yemek yazarı H. Salih Zengin ile yaptık. Zengin, gazetede “Sonradan Gurme” imzası ile yazdığı, sonra televizyon programı ile devam ettirdiği çalışmalarını bir kitapta topladı: “İstanbul’un En Güzel Alkolsüz Lokantaları”. Zengin ile Türk yemek kültürünü konuştuk. Ali Ayçil, Âkif’in modern şiirimize bir etki yapıp-yapmadığını tartışıyor. Emir Ali Çevirme, İhsan Oktay Anar’ın “Kita-bu’l-Hiyel” romanı etrafında modern ve postmodern anlayışların temel felsefelerini ve bu romanın yapısını ele alan geniş bir inceleme yazdı. Bu sayının son yazısı M. Cüneyt Kaya’nın. Kaya, rahmetli Muhammed Hamidullah Bey’in biyo-bibliyografyasına katkıda bulunuyor. Daha güzel sayılarda buluşmak umuduyla.
Haksöz dergisinin 247. sayısı
Ekim 2011
Haksöz Dergisi bu ay ilköğretimdeki başörtüsü yasağını kapağa taşıdı. İsmail Kara’nın eleştirildiği “İslamcılık” yazısı dikkat çekiyor.
“Milliyetçiliğin nasıl koyu bir cahiliye olduğunun bir kere daha net biçimde gözler önüne serildiği bu günlerde cahilî kirliliklerden arınmanın büyük kurtuluş olduğu belirginlik kazanıyor. Rabbimiz bu ülkeyi ve insanlarını ateş çukurunun kenarına götüren bu cahiliyeden hepimizi kurtarsın, korusun, uzak tutsun! Bize aklımızı ve vicdanımızı temiz tutmayı, insanlığımızı yitirmeyi getirebilecek bu cinnet atmosferinden beri kalmayı nasip etsin!”
Bu duayla başlıyor Haksöz Dergisi son sayısı… PKK-MİT görüşmelerinin yaşanan kirli savaşın anlamsızlığını ortaya koyduğunu yazan Murat Koç, görüşmelerle birlikte son günlerde PKK’nın tırmandırdığı şiddet ve TSK operasyonları çerçevesinde Kürt sorununu tartışıyor.
“Kızlarımızın Hak ve Onurlarının Çiğnenmesine İzin Vermeyelim!” başlıklı Gündem yazısında ilköğretimde bazı okulların başörtüsü yasağını uygulamadaki ısrarı işleniyor. Yaşanan zulme son vermenin fırsatına dikkat çekilen yazıda çocuklarımızı, geleceğimizi ve kimliğimizi zorbaların ya da boş vermişlerin insafına terk edemeyeceğimiz vurgusu öne çıkıyor. Dergide bu bağlamda bazı ilköğretim okullarında yaşanan hadiselere yer veriliyor. Yine bu çerçevede Yusuf Tanrıverdi “okul” ve “eğitim” konusunu irdeliyor: Okul ne işe yarar? İnsanlığımızı okula mı borçluyuz!
“Yasalar değişti; ya kafalar?” diye soran Rıdvan Kaya, Hizbut Tahrir yargılamaları üzerinden “Yüce Türk Adaleti”nden keyfilik manzaralarına yer veriyor. Niyet okumakta, ciğer sökmekte uzmanlaşmış bir yargının zulümlerine Müslümanların kayıtsızlığını da eleştiriyor Kaya.
Zeytinburnu’nda şehit edilen Çeçenlerle ilgili olarak İMKANDER Başkanı Murat Özer ile bir röportaj yapılmış dergide. Röportajda Çeçen mültecilerin dramına da dikkat çekiliyor.
Güney Uzun ise Suriye’deki halk gösterilerine yönelik Türkiyeli Müslümanların farklı tutumlarını kategorize ederek değerlendirmiş.
Amani Maged, Mısır’daki güçlenen İslami akımların seçim sürecindeki tavırları yorumlarken Crescent’ten yapılan çeviride Anders Breveik üzerinden Batı’nın Hıristiyan-Siyonist teröristlerine dikkat çekiliyor.
Fevzi Zülaloğlu, Kur’an’daki iki kavram; takva ve fücur kavramlarını incelediği Kur’an çalışmasının yanı sıra Cengiz Duman, gelenek içerisinde yanlış yorumlanan bir kıssayı analiz ediyor: Hz. Davud ve Davacılar kıssası… Hamza Türkmen, Mustafa Siel’in “Günlük Hayatımızda Tevhid ve Şirk” kitabını merkeze alarak hayatın ve gaybın anlamını irdeliyor.
İsmail Kara, Akif ve İslamcılık…
Dergide Kenan Alpay’ın uzun yazısı dikkat çekici… “Mehmet Akif’in Kur’an anlayışı vesilesiyle İslamcılık akımı, modernizme ve oryantalizme nasıl bağlanır?” diye soran Alpay, İsmail Kara’nın Akif’in Kur’an anlayışı üzerinden İslamcılık eleştirilerini masaya yatırıyor. Kara üzerinden gelenekçi-muhafazakâr kesimin İslamcılık saldırılarını analiz eden Alpay, İsmail Kara’nın ve öne çıkardığı müellifler Nurettin Topçu ile İsmet Özel’in temel yanılgılarını işaretliyor.
Derginin kültür-sanat/edebiyat sayfalarında Osman Atavi Erdemir ile Bünyamin Doğruer’in şiirlerine; Sezai Arıcıoğlu ile Gülşen Demirkol Özer’in denemelerine yer veriliyor. Arka kapakta ise Çeçen şehitlerle ilgili bir çalışma var.
İrtibat:
0212 524 10 28 / 534 58 08
Haksöz Dergisi bu ay ilköğretimdeki başörtüsü yasağını kapağa taşıdı. İsmail Kara’nın eleştirildiği “İslamcılık” yazısı dikkat çekiyor.
“Milliyetçiliğin nasıl koyu bir cahiliye olduğunun bir kere daha net biçimde gözler önüne serildiği bu günlerde cahilî kirliliklerden arınmanın büyük kurtuluş olduğu belirginlik kazanıyor. Rabbimiz bu ülkeyi ve insanlarını ateş çukurunun kenarına götüren bu cahiliyeden hepimizi kurtarsın, korusun, uzak tutsun! Bize aklımızı ve vicdanımızı temiz tutmayı, insanlığımızı yitirmeyi getirebilecek bu cinnet atmosferinden beri kalmayı nasip etsin!”
Bu duayla başlıyor Haksöz Dergisi son sayısı… PKK-MİT görüşmelerinin yaşanan kirli savaşın anlamsızlığını ortaya koyduğunu yazan Murat Koç, görüşmelerle birlikte son günlerde PKK’nın tırmandırdığı şiddet ve TSK operasyonları çerçevesinde Kürt sorununu tartışıyor.
“Kızlarımızın Hak ve Onurlarının Çiğnenmesine İzin Vermeyelim!” başlıklı Gündem yazısında ilköğretimde bazı okulların başörtüsü yasağını uygulamadaki ısrarı işleniyor. Yaşanan zulme son vermenin fırsatına dikkat çekilen yazıda çocuklarımızı, geleceğimizi ve kimliğimizi zorbaların ya da boş vermişlerin insafına terk edemeyeceğimiz vurgusu öne çıkıyor. Dergide bu bağlamda bazı ilköğretim okullarında yaşanan hadiselere yer veriliyor. Yine bu çerçevede Yusuf Tanrıverdi “okul” ve “eğitim” konusunu irdeliyor: Okul ne işe yarar? İnsanlığımızı okula mı borçluyuz!
“Yasalar değişti; ya kafalar?” diye soran Rıdvan Kaya, Hizbut Tahrir yargılamaları üzerinden “Yüce Türk Adaleti”nden keyfilik manzaralarına yer veriyor. Niyet okumakta, ciğer sökmekte uzmanlaşmış bir yargının zulümlerine Müslümanların kayıtsızlığını da eleştiriyor Kaya.
Zeytinburnu’nda şehit edilen Çeçenlerle ilgili olarak İMKANDER Başkanı Murat Özer ile bir röportaj yapılmış dergide. Röportajda Çeçen mültecilerin dramına da dikkat çekiliyor.
Güney Uzun ise Suriye’deki halk gösterilerine yönelik Türkiyeli Müslümanların farklı tutumlarını kategorize ederek değerlendirmiş.
Amani Maged, Mısır’daki güçlenen İslami akımların seçim sürecindeki tavırları yorumlarken Crescent’ten yapılan çeviride Anders Breveik üzerinden Batı’nın Hıristiyan-Siyonist teröristlerine dikkat çekiliyor.
Fevzi Zülaloğlu, Kur’an’daki iki kavram; takva ve fücur kavramlarını incelediği Kur’an çalışmasının yanı sıra Cengiz Duman, gelenek içerisinde yanlış yorumlanan bir kıssayı analiz ediyor: Hz. Davud ve Davacılar kıssası… Hamza Türkmen, Mustafa Siel’in “Günlük Hayatımızda Tevhid ve Şirk” kitabını merkeze alarak hayatın ve gaybın anlamını irdeliyor.
İsmail Kara, Akif ve İslamcılık…
Dergide Kenan Alpay’ın uzun yazısı dikkat çekici… “Mehmet Akif’in Kur’an anlayışı vesilesiyle İslamcılık akımı, modernizme ve oryantalizme nasıl bağlanır?” diye soran Alpay, İsmail Kara’nın Akif’in Kur’an anlayışı üzerinden İslamcılık eleştirilerini masaya yatırıyor. Kara üzerinden gelenekçi-muhafazakâr kesimin İslamcılık saldırılarını analiz eden Alpay, İsmail Kara’nın ve öne çıkardığı müellifler Nurettin Topçu ile İsmet Özel’in temel yanılgılarını işaretliyor.
Derginin kültür-sanat/edebiyat sayfalarında Osman Atavi Erdemir ile Bünyamin Doğruer’in şiirlerine; Sezai Arıcıoğlu ile Gülşen Demirkol Özer’in denemelerine yer veriliyor. Arka kapakta ise Çeçen şehitlerle ilgili bir çalışma var.
İrtibat:
0212 524 10 28 / 534 58 08
'Berceste' dergisinin 112.sayısı çıktı
Ekim 2011
Kederli Kapılar /Selim TUNÇBİLEK
Yeni Cami Avlusu/ Rasim DEMİRTAŞ
Yusuf Yusuf /Filiz KALYON
Erciyesle Buluşma/ Oraz YAĞMUR
Olunca Böyle Olur/ İsmail Adil ŞAHİN
Yâ Mü’min/ Musa TEKTAŞ
Tutuşan Ömürler/ Mahmut YAVUZ
Parantez İçi Ayna /Yusuf AKYÜZ
Palyaço / Kubilay YILDIZ
Ağacın Hüznü/Atantay AKBAROV/Çeviri İbrahim TÜRKHAN
Dönüşümü Bekleyen Yâr/ Oyhan Hasan BILDIRKİ
Kirpiklerimde Asılı Garda Akşam/ İbrahim ÖZGÜLEÇ
Mutluluk Yarın Dediler /Kadir KARAMAN
Kitap/ Bekir OĞUZBAŞARAN
Rakib ve Zahid Kıskacında Bir Cihan Hükümdarı: Muhibbî/ Prof. Dr. Mahmut KAPLAN
Gönül Kasırgaları/ İbrahim ŞAHİN
Üç Saraylı Arasında Hoş Bir Gün/ A. Dilara OKUYUCU
Bir Çocuğa Benzer Gönlümüz /Hatice Eğilmez KAYA
Kumru /Cansaran KIZILTAŞ
Vahiy Alan Bal Arısı / Hikmet USLU
Hüzeyme Yeşim Koçak’ın Sarılmak Romanını Tahlil/ Prof. Dr. Nurullah ÇETİN
“Bir Gül Düştü” /Ahmet ŞAHİN
Diriliş Mimarı ile Uyanış / Sergül VURAL
Emanet midir Yalnızlık? / Mustafa AYVALI
Sanatalemi.net’ten Yarışma
Bir Kuş /Mahir ADIBEŞ
'Yüzakı' gönül aydınlığı !
Kulaklarımızın duyması için bir alt ve üst sınır var. O eşiklerin altını da üstünü de işitmiyoruz. Bir an bu eşiklerin olmadığını düşünsek, yerin altında, üstünde ve göklerdeki muazzam sistemleri bir işitsek; buna tahammül edebilir miydik?..
Güneşteki ve güneş gibi milyonlarcasındaki dev reaktörler...
Binlerle galaksideki, katrilyonlarca araçlık trafik...
Mikro âlem farklı mı? Her hücrede, her atomda bir cevelân, bir hareket, bir çalışma...
Mahlûkata bakın; mevsim mevsim vazifesini yapan nebâtat, hayvanat, hattâ bulutlar, sular, rüzgârlar...
Hepsi, Yaratıcı’nın emrinde, vazifeleriyle meşgul...
O mahlûkat içinde biri var ki, gayreti ve gayretinin estetiği, Varlığın Nûru tarafından hâlis mü’mine benzetilmiş:
MÜ’MİN ARI GİBİDİR...
Vazifesini yapmak, insanlara faydalı olmak, gayretini en güzel, en zarif sûrette ortaya koymak... Kimseyi incitmemek, kul hakkına girmemek...
80. sayımıza ulaştığımız Ekim sayımızda dosya konumuz; çalışmak, alın teri ve emek...
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, başyazıda; her şekle ve işleyişe müsait yaratılışta olan insanın, yabancı profilleri benimseme hatasına temas etti. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in mü’minlere gösterdiği en güzel modeli, bal arısı ve hâlis altın misallerini on beş maddeyle şerh etti. Eğitimde kovan sistemini ise şöyle tanıttı:
“Binlerce çiçekten toplanan malzemenin; olduğu gibi bırakılmayıp mutlaka neticeye bağlanması, daha doğrusu petek petek bala dönüştürülmesi.”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Mü’min ve Dünya» başlıklı makalelerinin birincisinde, tevekkül, istiğnâ, yardımlaşma ve dünyaya kapılmama dengeleri içinde, bir mü’minin helâl rızık endişesini kaleme aldı.
Kalbin Gözyaşlarında; Turgut Bey, Yûnus Dede’den kul hakkı endişesini öğrendi.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, ahîlikten günümüze iş ve emek kesimlerinin dînî hassâsiyetlerine tesir eden âmilleri ele aldı. Ayla AĞABEGÜM, iş ahlâkı ve bunu düzeltmede halka ve münevverlere düşen vazifeleri hâtıra ve yorumlarla işledi. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, ilim tahsilinde başarıya ulaşmanın şartlarını İmam Şâfiî’den dört maddeyle serdetti. H. Kübra ERGİN; kapitalizmin, reklâmlar mârifetiyle mutluluğu maddiyatta arama hilesine dikkat çekti. B. Cahit ÖZDEMİR, «Emek» çerçevesinde medeniyet hâfızamızı tazeledi.
İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, gaflet dolu uykulardan uyanmaya davet ederken; Âdem SARAÇ ilk müslümanların sosyal yapısını ve fedâkâr gayretlerini anlattı.
Ahmet ZİYLAN; Hüdâyî Hazretleri’nin geçtiği mânâ yolundaki ciğer satma terbiyesini, tevâzu, medenî cesaret ve azimli çalışmanın bir modeli olarak iş hayatına adapte etti. Hakkı ŞENER, sıra dışı bir berberin, çok farklı bir düğün tebrikini kaleme aldı.
Sadettin KAPLAN’dan çocuk ve edebiyat irtibatına dair bir yaklaşım, Mehmet DERE’den bir söz edebi muhtevamız arasında yerini aldı.
Tarih köşemizde çalışkan bir âlimimiz Molla Gûrânî, sekiz yıla büyük başarılar sığdıran gayretkeş padişah Yavuz Sultan Selim ve renkli kişiliğiyle Yusuf Kâmil Paşa’nın da aralarında bulunduğu bir çok sîmâyı okuyacaksınız.
Ve elbette şiirler... Emek mahsulü mısralar, titiz söz ve mânâ, şekil ve ruh işçiliğinden geçmiş şiirler... Petek petek sözün balı, dilin kaymağı...
İnsanı vazifesine, arılar gibi faydalı olmaya, altın gibi kıymetini muhafaza etmeye davet eden...
Yüzakıyla...
Güneşteki ve güneş gibi milyonlarcasındaki dev reaktörler...
Binlerle galaksideki, katrilyonlarca araçlık trafik...
Mikro âlem farklı mı? Her hücrede, her atomda bir cevelân, bir hareket, bir çalışma...
Mahlûkata bakın; mevsim mevsim vazifesini yapan nebâtat, hayvanat, hattâ bulutlar, sular, rüzgârlar...
Hepsi, Yaratıcı’nın emrinde, vazifeleriyle meşgul...
O mahlûkat içinde biri var ki, gayreti ve gayretinin estetiği, Varlığın Nûru tarafından hâlis mü’mine benzetilmiş:
MÜ’MİN ARI GİBİDİR...
Vazifesini yapmak, insanlara faydalı olmak, gayretini en güzel, en zarif sûrette ortaya koymak... Kimseyi incitmemek, kul hakkına girmemek...
80. sayımıza ulaştığımız Ekim sayımızda dosya konumuz; çalışmak, alın teri ve emek...
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, başyazıda; her şekle ve işleyişe müsait yaratılışta olan insanın, yabancı profilleri benimseme hatasına temas etti. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in mü’minlere gösterdiği en güzel modeli, bal arısı ve hâlis altın misallerini on beş maddeyle şerh etti. Eğitimde kovan sistemini ise şöyle tanıttı:
“Binlerce çiçekten toplanan malzemenin; olduğu gibi bırakılmayıp mutlaka neticeye bağlanması, daha doğrusu petek petek bala dönüştürülmesi.”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Mü’min ve Dünya» başlıklı makalelerinin birincisinde, tevekkül, istiğnâ, yardımlaşma ve dünyaya kapılmama dengeleri içinde, bir mü’minin helâl rızık endişesini kaleme aldı.
Kalbin Gözyaşlarında; Turgut Bey, Yûnus Dede’den kul hakkı endişesini öğrendi.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, ahîlikten günümüze iş ve emek kesimlerinin dînî hassâsiyetlerine tesir eden âmilleri ele aldı. Ayla AĞABEGÜM, iş ahlâkı ve bunu düzeltmede halka ve münevverlere düşen vazifeleri hâtıra ve yorumlarla işledi. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, ilim tahsilinde başarıya ulaşmanın şartlarını İmam Şâfiî’den dört maddeyle serdetti. H. Kübra ERGİN; kapitalizmin, reklâmlar mârifetiyle mutluluğu maddiyatta arama hilesine dikkat çekti. B. Cahit ÖZDEMİR, «Emek» çerçevesinde medeniyet hâfızamızı tazeledi.
İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, gaflet dolu uykulardan uyanmaya davet ederken; Âdem SARAÇ ilk müslümanların sosyal yapısını ve fedâkâr gayretlerini anlattı.
Ahmet ZİYLAN; Hüdâyî Hazretleri’nin geçtiği mânâ yolundaki ciğer satma terbiyesini, tevâzu, medenî cesaret ve azimli çalışmanın bir modeli olarak iş hayatına adapte etti. Hakkı ŞENER, sıra dışı bir berberin, çok farklı bir düğün tebrikini kaleme aldı.
Sadettin KAPLAN’dan çocuk ve edebiyat irtibatına dair bir yaklaşım, Mehmet DERE’den bir söz edebi muhtevamız arasında yerini aldı.
Tarih köşemizde çalışkan bir âlimimiz Molla Gûrânî, sekiz yıla büyük başarılar sığdıran gayretkeş padişah Yavuz Sultan Selim ve renkli kişiliğiyle Yusuf Kâmil Paşa’nın da aralarında bulunduğu bir çok sîmâyı okuyacaksınız.
Ve elbette şiirler... Emek mahsulü mısralar, titiz söz ve mânâ, şekil ve ruh işçiliğinden geçmiş şiirler... Petek petek sözün balı, dilin kaymağı...
İnsanı vazifesine, arılar gibi faydalı olmaya, altın gibi kıymetini muhafaza etmeye davet eden...
Yüzakıyla...
2011-10-21
"İnsanı Aşan Kan" çıktı
Şair Mustafa Celep'in "İNSANI AŞAN KAN" isimli yeni şiir kitabı çıktı. Tebrik eder; hayırlı, bereketli olmasını dileriz.
Mustafa Celep, Sakarya doğumlu(1979). Orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 2005’de Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü bitirdi. Şiir ve yazıları Milli Gazete, Yedi İklim, Karagöz, Kökler, Kertenkele, İkindi Yağmuru, Az Edebiyat ve Aşkar gibi gazete ve dergilerde yayınlandı. İlk şiir kitabı ‘Ateş Bandosu’ 2007’de yayınlandı. Hâlen öğretmenlik görevine devam etmektedir.
Kitaba ulaşmak için ayrıntılı bilgi: www.okurkitapligi.com
Mustafa Celep, Sakarya doğumlu(1979). Orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. 2005’de Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği bölümünü bitirdi. Şiir ve yazıları Milli Gazete, Yedi İklim, Karagöz, Kökler, Kertenkele, İkindi Yağmuru, Az Edebiyat ve Aşkar gibi gazete ve dergilerde yayınlandı. İlk şiir kitabı ‘Ateş Bandosu’ 2007’de yayınlandı. Hâlen öğretmenlik görevine devam etmektedir.
Kitaba ulaşmak için ayrıntılı bilgi: www.okurkitapligi.com
Ceviz acı, sözler tatlı
Bir şairin şiir dışında yazdığı düzyazılar önemlidir. Yazdıkları; öykü, deneme, roman olabilir. Yazdığı tür çok da önem arz etmez. Önemli olan düzyazıya bir şair gözüyle baktığıdır. Şiirin kendine has iç ve dış yapısı vardır. Buna hakim olan bir şairin yazacağı düzyazıda nasıl bir yol izleyeceği önemlidir.
Şairlerin genelde düzyazıda tercih ettikleri tür, denemedir. Çünkü şiirin kardeşi gibidir deneme. Bazen içerik olarak şiire çok yakınlaşan deneme sadece şekil olarak farklılıklar gösterir, o kadar. Fakat bir şairin yazdığı öykü kitabı ise, daha bir dikkatli olmak gerekir. Çünkü öykü, başlı başına kendine has yapısı olan, içerik ve kurgusuyla koyu çizgilerle hatları belirlenmiş bir türdür. Bu sebepten de “öykücü” olarak bildiğimiz isimlere baktığımızda ya hiç şiir yazmamışlardır ya da önceden yazıp şiiri bırakarak öyküye geçmişlerdir. İkisini birlikte yürütmüş olan Sait Faik, Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı gibi isimleri de burada saymak mümkündür.
İşte bu düşüncelerle şair Murat Soyak’ın Acı Ceviz adlı hikâyelerini okudum. Kitabın kapağında hikâyeler yazması bilinçli bir tercih olsa gerek. Hikâye mi öykü mü tarzında bir zamanların tartışma konusu hakkında bu kitapta hikâyeler yazması önemli ayrıntı olarak dikkatimi çekti. Kitabı okuduktan sonra içindekilerin hikâye olduğunu görünce kitap hakkındaki iyi kanaatlerime birini daha eklemiş oldum.
Acı Ceviz, Murat Soyak’ın üçüncü kitabı. Irmaklarca (şiir) ve Bahar Sürgünü ( deneme) ardından çıkan bu kitabında Soyak, on yedi hikâyeye yer vermiş. Hayatın içinden, bizden, sımsıcak hikâyeler bunlar. Murat Soyak, az sözle çok anlam ifade eden bir şairdir. Şiirleri kısadır ama uzun soluklu anlamları kuşanmaktadır. Hikâyelerinde de bu özelliği kullanmış Soyak. Kısa, zihinde kalan, okuyanı hemen kuşatan, her gün karşılaştığımız ama gözümüzden kaçan hikâyeleri kaleme almış. Zaten yazar olmak da “görmek”ten geçmektedir.
Hikâyelerde tam anlamıyla pastoral bir tabloyla karşı karşıyayız. Bağlar, dağ, bayır, toprağa bulanan çocuklar… Hikâyelerde derin bir toprak kokusu hakim. Betonlar arasına sıkışan çocukların karşısında ağaçlardan, yeşillikten, bağda dolaşmaktan, bağ sahibi olduklarını sanıp dünyalar bağışlanmış gibi mutlu olan çocuklar karşılıyor bizi. En çok da ihtiyacımız olan şey işte burada yatıyor. Çocuklarımız çiçekleri göremeden, yeşilliklerle kucaklaşmadan büyüyor. Sait Faik’in Son Kuşlar hikâyesinde dediği gibi “Biz yeşillikleri ve kuşları çok gördük. Sizin için kötü olacak.”
Bu hikâyeleri okurken, Kenan Hulusi’nin Beşer Dakikalık Hikâyeleri aklıma geldi. Acı Ceviz’deki hikâyeler de bir solukta okunacak türden. Hatta derslerin son beş dakikasında okuduk bu hikâyeleri. Hakkında konuştuk. Öğrencilerin kendilerine yakın buldukları hikâyeler genelde içinde çocukların olduğu, kendi dünyalarına yakın olanlardı.
Olay yazılarının planında karşımıza çıkan serim, düğüm, çözüm bölümlerinde genelde düğüm bölümünde “acaba ne olacak?” merakını uyandıran soru işaretine Soyak’ın hikâyelerinde pek rastlamıyoruz. Hikâyelerin konusunun bizden, günlük hayatın akışından oluşması, bu meraka yer vermiyor. “Gönül Sohbet İster” adlı hikâyede yazar, artık yaşlanmış, iç dünyasına çekilmiş yaşlı kalplerin kendilerine sığınak olarak seçtikleri ve “ikinci adresimiz” dedikleri kahvehanede yaptıkları sohbeti anlatıyor. Olağanüstü hiçbir olayla karşılaşmadan hikâye başlıyor ve sona eriyor. Böylesine sıradan bir konuda iş yazara düşüyor ve diyaloglarda kurduğu sıcak bağ ile böyle bir olayı okuyucuya tadımlık bir hoşlukta sunuyor.
Elbette sonunu merak ederek okuduğumuz, acaba ne olacak dediğimiz hikâyeler de yok değil. Kitaba ismini veren Acı Ceviz’de bir dedenin ceviz toplamak için yanına kimseyi bulamaması, orada yaşadığı bir kaza sonucunda hayatını yitirmesi ve bu olay sonunda ağızlarda acı bir tat bir bırakan ceviz…
Hikâyelerde önemli olan olayların veriliş şeklidir. Sıradan bir olayı bile akıcı bir üslupla, okuyucuyu sıkmadan anlatmaktır esas olan. Murat Soyak, Acı Ceviz’de bunu başarmış. Tam da ceviz mevsiminde, öğrencilerin ellerinin ceviz rengine boyandığı bir zamanda gelen bu kitap, okuduklarının kalbine dokunmasını isteyenler için çok iyi bir tercih.
Hayat geçiyor, zorluklarla baş etmek bazen içinden çıkmaz bir hâl alıyor ama müminler için bir müjde gibi Yaratıcı’nın ayetleri imdada yetişiyor. Şen Boyacılar adlı hikâyede Murat Soyak bu müjdeyi tekrarlıyor. “Her zorluğun ardında bir kolaylık vardır.” Acı Ceviz bize bu kolaylıkları bir mümin duyarlılığıyla sunuyor. Okuyunuz ve okutunuz lütfen.
Murat Soyak- Acı Ceviz- Romantik Kitap
Mustafa Uçurum
"Memleket" gazetesi
19 Ekim 2011
http://www.memleket.com.tr/author_article_detail.php?id=14536
Şairlerin genelde düzyazıda tercih ettikleri tür, denemedir. Çünkü şiirin kardeşi gibidir deneme. Bazen içerik olarak şiire çok yakınlaşan deneme sadece şekil olarak farklılıklar gösterir, o kadar. Fakat bir şairin yazdığı öykü kitabı ise, daha bir dikkatli olmak gerekir. Çünkü öykü, başlı başına kendine has yapısı olan, içerik ve kurgusuyla koyu çizgilerle hatları belirlenmiş bir türdür. Bu sebepten de “öykücü” olarak bildiğimiz isimlere baktığımızda ya hiç şiir yazmamışlardır ya da önceden yazıp şiiri bırakarak öyküye geçmişlerdir. İkisini birlikte yürütmüş olan Sait Faik, Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı gibi isimleri de burada saymak mümkündür.
İşte bu düşüncelerle şair Murat Soyak’ın Acı Ceviz adlı hikâyelerini okudum. Kitabın kapağında hikâyeler yazması bilinçli bir tercih olsa gerek. Hikâye mi öykü mü tarzında bir zamanların tartışma konusu hakkında bu kitapta hikâyeler yazması önemli ayrıntı olarak dikkatimi çekti. Kitabı okuduktan sonra içindekilerin hikâye olduğunu görünce kitap hakkındaki iyi kanaatlerime birini daha eklemiş oldum.
Acı Ceviz, Murat Soyak’ın üçüncü kitabı. Irmaklarca (şiir) ve Bahar Sürgünü ( deneme) ardından çıkan bu kitabında Soyak, on yedi hikâyeye yer vermiş. Hayatın içinden, bizden, sımsıcak hikâyeler bunlar. Murat Soyak, az sözle çok anlam ifade eden bir şairdir. Şiirleri kısadır ama uzun soluklu anlamları kuşanmaktadır. Hikâyelerinde de bu özelliği kullanmış Soyak. Kısa, zihinde kalan, okuyanı hemen kuşatan, her gün karşılaştığımız ama gözümüzden kaçan hikâyeleri kaleme almış. Zaten yazar olmak da “görmek”ten geçmektedir.
Hikâyelerde tam anlamıyla pastoral bir tabloyla karşı karşıyayız. Bağlar, dağ, bayır, toprağa bulanan çocuklar… Hikâyelerde derin bir toprak kokusu hakim. Betonlar arasına sıkışan çocukların karşısında ağaçlardan, yeşillikten, bağda dolaşmaktan, bağ sahibi olduklarını sanıp dünyalar bağışlanmış gibi mutlu olan çocuklar karşılıyor bizi. En çok da ihtiyacımız olan şey işte burada yatıyor. Çocuklarımız çiçekleri göremeden, yeşilliklerle kucaklaşmadan büyüyor. Sait Faik’in Son Kuşlar hikâyesinde dediği gibi “Biz yeşillikleri ve kuşları çok gördük. Sizin için kötü olacak.”
Bu hikâyeleri okurken, Kenan Hulusi’nin Beşer Dakikalık Hikâyeleri aklıma geldi. Acı Ceviz’deki hikâyeler de bir solukta okunacak türden. Hatta derslerin son beş dakikasında okuduk bu hikâyeleri. Hakkında konuştuk. Öğrencilerin kendilerine yakın buldukları hikâyeler genelde içinde çocukların olduğu, kendi dünyalarına yakın olanlardı.
Olay yazılarının planında karşımıza çıkan serim, düğüm, çözüm bölümlerinde genelde düğüm bölümünde “acaba ne olacak?” merakını uyandıran soru işaretine Soyak’ın hikâyelerinde pek rastlamıyoruz. Hikâyelerin konusunun bizden, günlük hayatın akışından oluşması, bu meraka yer vermiyor. “Gönül Sohbet İster” adlı hikâyede yazar, artık yaşlanmış, iç dünyasına çekilmiş yaşlı kalplerin kendilerine sığınak olarak seçtikleri ve “ikinci adresimiz” dedikleri kahvehanede yaptıkları sohbeti anlatıyor. Olağanüstü hiçbir olayla karşılaşmadan hikâye başlıyor ve sona eriyor. Böylesine sıradan bir konuda iş yazara düşüyor ve diyaloglarda kurduğu sıcak bağ ile böyle bir olayı okuyucuya tadımlık bir hoşlukta sunuyor.
Elbette sonunu merak ederek okuduğumuz, acaba ne olacak dediğimiz hikâyeler de yok değil. Kitaba ismini veren Acı Ceviz’de bir dedenin ceviz toplamak için yanına kimseyi bulamaması, orada yaşadığı bir kaza sonucunda hayatını yitirmesi ve bu olay sonunda ağızlarda acı bir tat bir bırakan ceviz…
Hikâyelerde önemli olan olayların veriliş şeklidir. Sıradan bir olayı bile akıcı bir üslupla, okuyucuyu sıkmadan anlatmaktır esas olan. Murat Soyak, Acı Ceviz’de bunu başarmış. Tam da ceviz mevsiminde, öğrencilerin ellerinin ceviz rengine boyandığı bir zamanda gelen bu kitap, okuduklarının kalbine dokunmasını isteyenler için çok iyi bir tercih.
Hayat geçiyor, zorluklarla baş etmek bazen içinden çıkmaz bir hâl alıyor ama müminler için bir müjde gibi Yaratıcı’nın ayetleri imdada yetişiyor. Şen Boyacılar adlı hikâyede Murat Soyak bu müjdeyi tekrarlıyor. “Her zorluğun ardında bir kolaylık vardır.” Acı Ceviz bize bu kolaylıkları bir mümin duyarlılığıyla sunuyor. Okuyunuz ve okutunuz lütfen.
Murat Soyak- Acı Ceviz- Romantik Kitap
Mustafa Uçurum
"Memleket" gazetesi
19 Ekim 2011
http://www.memleket.com.tr/author_article_detail.php?id=14536
2011-10-18
'Yedi İklim' dergisinin 259.sayısı
Yedi İklim, 259, Ekim 2011
Yedi İklim sanat edebiyat kültür medeniyet dergisi Ekim 2011 tarihli 259. sayısıyla yeniden merhaba diyor okurlarına.
Yedi İklim Cevdet Karal’ın şiirleriyle açıyor sayfalarını. Karal sekiz şiirle katılıyor bu sayımıza. Bu sayımızın sürprizi Ali Haydar Haksal’ın şiiri. Öykücülüğüyle edebiyat tarihindeki yerini alan Haksal’ın şairliği de biliniyordu. Fakat Haksal herhangi bir şiir yayınlamamıştı. Haksal’ın ilk şiirini yayınlıyoruz: Hani. İlerleyen sayılarımızda Haksal’dan şiirler okumayı ümit ediyoruz. Bu sayımızın diğer şairleri ise Habil Tecimen, Nurettin Durman, Yeprem Türk, Kadir Tanır, Fatma Şengil Süzer, Ümit Zeynep Kayabaş, Mustafa Ergin Kılıç ve Abdullah İlhan.
Ekim sayımızda dört öyküye yer veriyoruz. Ali Haydar Haksal, Recep Seyhan, Mustafa Oral ve Ebru Ak’tan birer öykü okuyabilecek okurlarımız. Recep Seyhan, Mavera öykücülerinden. Zarifoğlu’nun Okuyucularla köşesinden Mavera sayfalarına taşıdığı bir isim. Uzun zaman sonra kendisinden öyküler okumak bizi memnun etti. Öykülerinin devamını bekliyoruz.
Dergimizin bu sayısına, her sayıda olduğu gibi Hasan Aycın bir çizgi ile, Mustafa Cemil Efe bir hat ile, Özden Aydın da bir ebru ile katılıyor. Arkadaşımız Mustafa Cemil Efe, söyleşilerini sürdürüyor. Bu ayki söyleşiyi hattat Gülşen Yıldız ile gerçekleştirmiş. Bu arada kapaktaki hattın da Gülşen Hanım’a ait olduğunu bildirelim.
Dergimizin inceleme eleştiri metinlerinin de yoğunluklu yer aldığı okurların gözünden kaçmayacaktır. Bu ayki sayımızda da bu tarz metinlere yer veriyoruz. Ali Haydar Haksal’ın geçen aydan süren Kazancakis ile ilgili yazısı bu ay sona eriyor. Osman Bayraktar, geçtiğimiz aylarda yayınlanan Münire Kevser Baş’ın Sezai Karakoç Şiirinde Metafizik Vurgu kitabını inceliyor. Yüksel Kanar, Abbasi Devrimi, Bağdat ve Beytü’l-Hikme adlı yazısıyla tarihimizin bir dönemini incelikle ele alıyor. Yazının gelecek sayımızda da süreceğini bildirelim. Elmas Şahin Adalet Ağaoğlu’nun bir eserinden yola çıkarak Tarihin Söyleyemediklerini Edebiyat Söyler diyor. Recep Seyhan Augsburg Notları’nın altıncısıyla bu sayımızda.
Bu sayımızda üç çevirimiz var: İkisi Batı edebiyatından ve şiir diğeri Arap edebiyatından ve tiyatro. Robert Frost ve Theophile Guatier sayfalarımızda kendilerine yer bulan yabancılar. Frost’un şiirini Mustafa Burak Sezer, Guatier’in şiirini ise Habil Tecimen çevirdi dilimize. Son çevirimiz Tevfik el-Hakim’den. Türkiyede daha çok trendeki Derviş adlı irrasyonel tiyatro eseriyle tanınan el-Hakim’den daha önce Veysel Akkaya’nın tercüme ettiği Yemek adlı uzunca bir irrasyonel tiyatroyu yayınlamıştık. Bu sayımızda ise Mahkeme adlı ironi dolu okurken bu kadar da olmaz dedirten fakat diktatörlüğün bulunduğu her yerde kendine yaşam alanı bulabilecek enfes tiyatroyu İsmail Cebeci’nin nefis Türkçesiyle yayınlıyoruz.
Son bölümümüz okumalar ve değinilerde ise İbrahim Coşkun’un değinileri var. Coşkun, Mana Yayıncılık’a; Enes’in Günlüğü, Bir Kitap Bir Balta ve Sezai Karakoç Şiirinde Metafizik Vurgu adlı kitaplara; Ahmet Sait Akçay ve Eleştiri Tahtası adlı köşesine; Türk Edebiyatı dergisinin Ramazan özel sayısına değiniyor, dikkat çekiyor.
Daha güzel sayılarda bulabilmek ümidiyle hayırlı okumalar…
Yeni abonelerimize, kargo ücretini karşılamaları şartıyla, aboneliklerinin ilk sayısıyla birlikte, eski sayılarımızdan 24 adedi ücretsiz gönderilecektir.
İrtibat:
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com
0 216 399 19 14
0 216 352 49 77
Yedi İklim sanat edebiyat kültür medeniyet dergisi Ekim 2011 tarihli 259. sayısıyla yeniden merhaba diyor okurlarına.
Yedi İklim Cevdet Karal’ın şiirleriyle açıyor sayfalarını. Karal sekiz şiirle katılıyor bu sayımıza. Bu sayımızın sürprizi Ali Haydar Haksal’ın şiiri. Öykücülüğüyle edebiyat tarihindeki yerini alan Haksal’ın şairliği de biliniyordu. Fakat Haksal herhangi bir şiir yayınlamamıştı. Haksal’ın ilk şiirini yayınlıyoruz: Hani. İlerleyen sayılarımızda Haksal’dan şiirler okumayı ümit ediyoruz. Bu sayımızın diğer şairleri ise Habil Tecimen, Nurettin Durman, Yeprem Türk, Kadir Tanır, Fatma Şengil Süzer, Ümit Zeynep Kayabaş, Mustafa Ergin Kılıç ve Abdullah İlhan.
Ekim sayımızda dört öyküye yer veriyoruz. Ali Haydar Haksal, Recep Seyhan, Mustafa Oral ve Ebru Ak’tan birer öykü okuyabilecek okurlarımız. Recep Seyhan, Mavera öykücülerinden. Zarifoğlu’nun Okuyucularla köşesinden Mavera sayfalarına taşıdığı bir isim. Uzun zaman sonra kendisinden öyküler okumak bizi memnun etti. Öykülerinin devamını bekliyoruz.
Dergimizin bu sayısına, her sayıda olduğu gibi Hasan Aycın bir çizgi ile, Mustafa Cemil Efe bir hat ile, Özden Aydın da bir ebru ile katılıyor. Arkadaşımız Mustafa Cemil Efe, söyleşilerini sürdürüyor. Bu ayki söyleşiyi hattat Gülşen Yıldız ile gerçekleştirmiş. Bu arada kapaktaki hattın da Gülşen Hanım’a ait olduğunu bildirelim.
Dergimizin inceleme eleştiri metinlerinin de yoğunluklu yer aldığı okurların gözünden kaçmayacaktır. Bu ayki sayımızda da bu tarz metinlere yer veriyoruz. Ali Haydar Haksal’ın geçen aydan süren Kazancakis ile ilgili yazısı bu ay sona eriyor. Osman Bayraktar, geçtiğimiz aylarda yayınlanan Münire Kevser Baş’ın Sezai Karakoç Şiirinde Metafizik Vurgu kitabını inceliyor. Yüksel Kanar, Abbasi Devrimi, Bağdat ve Beytü’l-Hikme adlı yazısıyla tarihimizin bir dönemini incelikle ele alıyor. Yazının gelecek sayımızda da süreceğini bildirelim. Elmas Şahin Adalet Ağaoğlu’nun bir eserinden yola çıkarak Tarihin Söyleyemediklerini Edebiyat Söyler diyor. Recep Seyhan Augsburg Notları’nın altıncısıyla bu sayımızda.
Bu sayımızda üç çevirimiz var: İkisi Batı edebiyatından ve şiir diğeri Arap edebiyatından ve tiyatro. Robert Frost ve Theophile Guatier sayfalarımızda kendilerine yer bulan yabancılar. Frost’un şiirini Mustafa Burak Sezer, Guatier’in şiirini ise Habil Tecimen çevirdi dilimize. Son çevirimiz Tevfik el-Hakim’den. Türkiyede daha çok trendeki Derviş adlı irrasyonel tiyatro eseriyle tanınan el-Hakim’den daha önce Veysel Akkaya’nın tercüme ettiği Yemek adlı uzunca bir irrasyonel tiyatroyu yayınlamıştık. Bu sayımızda ise Mahkeme adlı ironi dolu okurken bu kadar da olmaz dedirten fakat diktatörlüğün bulunduğu her yerde kendine yaşam alanı bulabilecek enfes tiyatroyu İsmail Cebeci’nin nefis Türkçesiyle yayınlıyoruz.
Son bölümümüz okumalar ve değinilerde ise İbrahim Coşkun’un değinileri var. Coşkun, Mana Yayıncılık’a; Enes’in Günlüğü, Bir Kitap Bir Balta ve Sezai Karakoç Şiirinde Metafizik Vurgu adlı kitaplara; Ahmet Sait Akçay ve Eleştiri Tahtası adlı köşesine; Türk Edebiyatı dergisinin Ramazan özel sayısına değiniyor, dikkat çekiyor.
Daha güzel sayılarda bulabilmek ümidiyle hayırlı okumalar…
Yeni abonelerimize, kargo ücretini karşılamaları şartıyla, aboneliklerinin ilk sayısıyla birlikte, eski sayılarımızdan 24 adedi ücretsiz gönderilecektir.
İrtibat:
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com
0 216 399 19 14
0 216 352 49 77
'Akpınar' dergisinin 35.sayısı Yunus Emre dosyasıyla çıktı
Akpınar dergisi, Eylül-Ekim 2011, Sayı:35
Bizde eksik olan aşk
Ne sihirli, ne ahenkli, muhteviyatı ne zengin, sazın ve sözün biraz duraladığı, biraz sendelediği cezbeli bir zaman parçasını hangi kelime ile ifade edebilirsiniz?
Büyülüdür, her muhayyile ona elbise biçmekte, giydirmekte bütün mahareti ile süsleyip anlatmakta ne kadar da heveskâr…
İstediğiniz kadar tekrarlayınız o her kafilenin başında bir bayraktar, her yüksek tepede bir alem, her duygulu yürekte bir sembol, bir tek taş pırlanta.
Söylerken nefes alışınız, gözlerinizdeki pırıltı, yüzünüzde ömürlük tecrübelerin tebessümü, tekrar tekrar söylemek veya ağzına yakışan birilerinden duymak bile bir tatmin olan kelime. İçinde nice manaların, nice manzaraların, tahayyüllerin şekillendiği, ilhama benzer semavi bir ses, bir çağrı, hangi mevkide ve hangi birikimde olursanız olun, dağarınızı zenginleştiren muhteva.
Uzun çöl yolculuğunda karşınıza çıkan vaha, kurak mevsimleri sona erdiren, bulutları ümit dolu, bereket dolu yağmur. Çocukların sebebi hayatları olan aile efradı, insanlığın ayıracı, yüksek frekansların boşluğa çizdiği manzara, ümitsizlerin ümidi, durağan zamanların şaha kalktığı iklim, gönülleri hoplatan fırtına, gönüllerin tatmin olup sükûnet bulduğu liman, her güzel şeyin adı.
Kimi çalışırken, kimi asası elinde yollara düşmüş derviş, kimi deney laboratuarının, kimi kitapların, kimi musiki dünyasının lezzet dağıtan gönüllüsü, yöneticisi, taciri, fakiri, zengini velhasıl insan ve insan eliyle yapılmış her mükemmeliyetin tabelasına ad olmuş, lezzetinden haberdar olanı başarılı kılmış bir sinerji, bir ateşleyici, bir şerare, zihinlerin ve gönüllerin.
Neye değse eli cevher oluyor, sanat oluyor, başarı oluyor, külleri savruluyor gönüllerin. Sen başarıya susuz kalmışların ekmeği, sen solgun yüzlerin sebebi, sen gülen yüzlerin iksiri, sihir dolu, anlam yüklü kelime, sen hangi renge, hangi şekle, hangi kıyafete bürünürsen bürün şu cümlede karar kıldım ve diyorum ki aşk bir zoru başarmaktır. Her başarının, her zaferin temelinde aşk vardır, işte bizde eksik olan bu…
Sevgili Akpınar okuyucuları, bu sayıda ne yapmak mı istedik, aşkın en parlak terennümcüsü ve aşkı Yaratan’a kadar götüren ve bunu elhak çok da güzel yapan, Türkçenin ve Türk şiirinin şaheserlerine imza atmış, birlik ve beraberliğin faziletini ifade etmiş, gönüller sefası Yunus Emre’yi bir hatırlatmak, kendi kendimize eli kalem tutan tutmayan şu Yunus 700 yıldır neden dillerden ve gönüllerden hiç düşmemiş, ne yapmış, nasıl yapmış bu aşkın kaynağı nedir, o mısralar nasıl bir ilhamın, nasıl bir gücün, nasıl bir malzemenin eseri? Bütün bunlar üzerine düşünelim ve gönlümüzü yoklayalım istedim.
Bir daha anladım ki Yunus Emre mevsimler üstü bir mevsim, duygular üstü bir duygu, söylemler üstü bir şiir, bir büyü, bir şaheser. Onun pınarından nasiplenmek, beslenmek, birlik ve beraberlik ruhu ile Türkçenin sırlarına ulaşmak gayreti içinde olalım istedim.
Daha güzel sayılarda buluşmak dileğiyle sağlıcakla kalın, hoşçakalın.
İsmail Özmel
İletişim:
Yeni Çarşı İş Merkezi B Blok No:1/5 NİĞDE
ismailozmel@hotmail.com
0388 2131250
2011-10-13
Diyalog Cedel
"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş..."
Bu söz tencere için geçerli olabilir. Ya insan? İnsan yuvarlanmaya teslim edip kendisini, bırakırsa boşluğa, evet, kapaklanma diye bir akıbete ulaşabilir.
Oysa 'insan' yuvarlanarak var olan bir yaratık değildir. Ayakta durur. Aklını kullanır. Tercihleri vardır. Yerini belirler. Saf tutar. Hakkı tutar.
Hele ki, insanın hakikîsi, Hakka rağmen iş tutmanın ne denli tehlikeli olduğunu çok iyi bilir...
Şu halde, müeddep insan olmanın şartları arasında, rastgelelik, gelişigüzellik, rastlantıylalık gibi salimliği şüpheli lafların yeri yok.
Edebiyata gelelim.
- Edebiyat bir yer (kapak) bulma sanatı mıdır?
- Değildir, bir mevzî savaşı sanatıdır. Edebiyatta yeriniz yurdunuz bellidir. Oradan edebiyat yaparsınız.
- Hep mi böyledir bu, yani henüz yetişme çağındakiler için de...
- Geçerli değildir elbet, çocukluk (masal) çağından bahsetmiyoruz, belli bir yolu katetmiş şairler, yazarlar için diyoruz.
- Fakat yenilik, sürekli yenilik edebiyatın özünden değil midir?
- Köklere bağlı yenilik, evet; geleneksizleşme ise hayır tabii ki...
- Bir örnek verir misiniz?
- Sizin için tehlikeli olmaz mı?
- Niçin?
- Hücuma geçiriyorsunuz beni. Oysa "dostlarımız" (!) susturulmamı diliyor...
- Bir kere konu açıldı, dönmeyelim geri...
- Piyasaya sürdükleri her mevkutede bir yenilikten bahseden ekipler görüyoruz. Üç beş sayı görünüp kaybolan ekipler... Bir süre sonra tekrar görünüp tekrar kaybolan... Sanki kaybolmayı tekrarlayıp duruyorlar...
- Siz sanırım edebiyatta çeteleşmeden bahsediyorsunuz...
- Çeteleşmek mi diyorsunuz siz ona, yanlış kelime kullanıyorsunuz...
- Tashih edin öyleyse, bugün beni hep ters köşeye yatıracaksınız.
- Muteber bir adlandırma sayacaksan, neden tashih etmeyeyim?
- Size cevap verecek gücü bulamıyorum!
- İfratın itibarı olmaz, istikbarı olur!
- Yani kibirle mi ilgili her çıkışları bu kaybolmayı tekrarlayanların?
- Müstekbir kibirden gelir, ateşe gider!
- Sizi anlayamıyorum, mevzî sanatı dediniz, sözü nerelere getirdiniz...
- Ölüm ile dirim gibi iki zıtlığın farkını gösteriyorum; modanın demodeliğini işaret edip, seni salt şiircilikten men etmeye...
- Çalışıyorsunuz!.. Peki, nasıl yapacağım bunu, allak bullak oldu kafam...
- Önce git, biraz dinlen. Kendine gelince dediklerimi muhakeme et.
- Sonra?
- Kabul ediyorsan şunu yaparsın zaten: Müfretliğe terfi et! Hele hele, içinde kırk birinci kişinin barınamayacağı gayr-i edebî kümelenmelerle meşguliyetin varsa, tek taraflı olarak teşkilatı lağv et!
- Benim için zor olacak ama...
- Ya kırk katır ya kırk satır, dostum tercih senin...
"Çürümenin Kitabı"ndaki bir yazısında kimi şairler için, "şair bir tahrip etkenidir, bir virüstür, kılık değiştirmiş bir hastalıktır." diyor kafası karışıkgillerden Emil Michel Cioran. "Şairlerin Asalağı" bağlamında doğrudur bu. Fakat, tufeyli olmayı reddeden, parazitliğe set çeken, kısacası asâleti tercih edenler için, boşuna söylenmiş...
Zira asâlet, asıldan gelir, asilliğe gider. Arı duru bir soyluluk... Yabancı unsurlarla karışmamış...
Klâsik şairlerimiz, söze ve yazıya bayağı kelime ve deyimler katmamayı "asâlet" olarak tanımlamışlar.
Edebiyatı "yuvarlaklaştırıp" "yer bulma sanatı"na indirgemek nedir peki?
Mehmet Âkif böyle teşebbüs sahibi "şuarâ" için "İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh/ O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh./Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri.../ Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri." diyor ve onlar için şu nidâyı ediyor: "Vâ-esefâ"...
Cevat Akkanat
Millî Gazete
13 Ekim 2011
Bu söz tencere için geçerli olabilir. Ya insan? İnsan yuvarlanmaya teslim edip kendisini, bırakırsa boşluğa, evet, kapaklanma diye bir akıbete ulaşabilir.
Oysa 'insan' yuvarlanarak var olan bir yaratık değildir. Ayakta durur. Aklını kullanır. Tercihleri vardır. Yerini belirler. Saf tutar. Hakkı tutar.
Hele ki, insanın hakikîsi, Hakka rağmen iş tutmanın ne denli tehlikeli olduğunu çok iyi bilir...
Şu halde, müeddep insan olmanın şartları arasında, rastgelelik, gelişigüzellik, rastlantıylalık gibi salimliği şüpheli lafların yeri yok.
Edebiyata gelelim.
- Edebiyat bir yer (kapak) bulma sanatı mıdır?
- Değildir, bir mevzî savaşı sanatıdır. Edebiyatta yeriniz yurdunuz bellidir. Oradan edebiyat yaparsınız.
- Hep mi böyledir bu, yani henüz yetişme çağındakiler için de...
- Geçerli değildir elbet, çocukluk (masal) çağından bahsetmiyoruz, belli bir yolu katetmiş şairler, yazarlar için diyoruz.
- Fakat yenilik, sürekli yenilik edebiyatın özünden değil midir?
- Köklere bağlı yenilik, evet; geleneksizleşme ise hayır tabii ki...
- Bir örnek verir misiniz?
- Sizin için tehlikeli olmaz mı?
- Niçin?
- Hücuma geçiriyorsunuz beni. Oysa "dostlarımız" (!) susturulmamı diliyor...
- Bir kere konu açıldı, dönmeyelim geri...
- Piyasaya sürdükleri her mevkutede bir yenilikten bahseden ekipler görüyoruz. Üç beş sayı görünüp kaybolan ekipler... Bir süre sonra tekrar görünüp tekrar kaybolan... Sanki kaybolmayı tekrarlayıp duruyorlar...
- Siz sanırım edebiyatta çeteleşmeden bahsediyorsunuz...
- Çeteleşmek mi diyorsunuz siz ona, yanlış kelime kullanıyorsunuz...
- Tashih edin öyleyse, bugün beni hep ters köşeye yatıracaksınız.
- Muteber bir adlandırma sayacaksan, neden tashih etmeyeyim?
- Size cevap verecek gücü bulamıyorum!
- İfratın itibarı olmaz, istikbarı olur!
- Yani kibirle mi ilgili her çıkışları bu kaybolmayı tekrarlayanların?
- Müstekbir kibirden gelir, ateşe gider!
- Sizi anlayamıyorum, mevzî sanatı dediniz, sözü nerelere getirdiniz...
- Ölüm ile dirim gibi iki zıtlığın farkını gösteriyorum; modanın demodeliğini işaret edip, seni salt şiircilikten men etmeye...
- Çalışıyorsunuz!.. Peki, nasıl yapacağım bunu, allak bullak oldu kafam...
- Önce git, biraz dinlen. Kendine gelince dediklerimi muhakeme et.
- Sonra?
- Kabul ediyorsan şunu yaparsın zaten: Müfretliğe terfi et! Hele hele, içinde kırk birinci kişinin barınamayacağı gayr-i edebî kümelenmelerle meşguliyetin varsa, tek taraflı olarak teşkilatı lağv et!
- Benim için zor olacak ama...
- Ya kırk katır ya kırk satır, dostum tercih senin...
"Çürümenin Kitabı"ndaki bir yazısında kimi şairler için, "şair bir tahrip etkenidir, bir virüstür, kılık değiştirmiş bir hastalıktır." diyor kafası karışıkgillerden Emil Michel Cioran. "Şairlerin Asalağı" bağlamında doğrudur bu. Fakat, tufeyli olmayı reddeden, parazitliğe set çeken, kısacası asâleti tercih edenler için, boşuna söylenmiş...
Zira asâlet, asıldan gelir, asilliğe gider. Arı duru bir soyluluk... Yabancı unsurlarla karışmamış...
Klâsik şairlerimiz, söze ve yazıya bayağı kelime ve deyimler katmamayı "asâlet" olarak tanımlamışlar.
Edebiyatı "yuvarlaklaştırıp" "yer bulma sanatı"na indirgemek nedir peki?
Mehmet Âkif böyle teşebbüs sahibi "şuarâ" için "İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh/ O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh./Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri.../ Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri." diyor ve onlar için şu nidâyı ediyor: "Vâ-esefâ"...
Cevat Akkanat
Millî Gazete
13 Ekim 2011
2011-10-12
'Bir nokta' edebiyat dergisinin 117.sayısı çıktı
Edebiyat, sanat yurdunda 11 yıldır süren güzel bir yolculuk. Mürsel Sönmez yönetiminde çıkan ‘Bir nokta’ aylık edebiyat dergisinin Ekim 2011 tarihli nüshasında yazılarıyla ve şiirleriyle yer alan isimler: İbrahim Yarış, Aliye Akan, İbrahim Eryiğit, Süleyman Çelik, Mustafa Özçelik, Murat Soyak, Abdurrahman Karakaş, Bünyamin Durali, Mahmut Avcı, Mehmet Kurtoğlu, Necmeddin Atlıhan, Ulvi Ali Birkardeşler, Tahsin Hamdi Yılmaz, Said Emre, Sare Çermik, Fatih Kınalı, Arif Dülger, Resul Tamgüç, Mesut Doğan.
İrtibat:
istanbulbirnokta@hotmail.com
0216 3243605
İrtibat:
istanbulbirnokta@hotmail.com
0216 3243605
2011-10-11
EDEP edebiyat dergisinin 20.sayısı çıktı
EDEP aylık edebiyat dergisi
Ekim 2011, Sayı:20
Edep'in bu sayısında gündeme son noktayı koyacak Zeynep Okur'un Altı Çizili Satırlar'ında Mehmet Akif İnan'dan 'Senteze Paydos' yazısı yer almaktadır.
Öyküleriyle Mehmet Selim Özban ve Özden Apaydın,
Şiirleriyle Mustafa Ökkeş Evren, İbrahim Eryiğit, Çağatay Telli, Abdurrahman Adıyan, Mediha İstanbullu,
Yazılarıyla Elif İnceli, Arif Ay,
Çağdaş Afrika şiirinden çevirisiyle Mevlüt Ceylan yer almaktadır.
İrtibat:
edepdergisi@gmail.com
Müslüman Gençlik ve Edebiyat
Edebiyattan söz edilince spesifik bir konuyu gündeme alınmış gibi görünebilir. Günümüzün tuhaf bakışı. Edebi kavramları sıradanlaştıran bir süreç ve bir kuşakla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu kuşak, edebiyat, sanat ve düşünceyle bağlarını koparmış. Sıradan olan bir hayatın savruluşunu yaşıyor ne yazık ki. Hele şu son yirmi yılda ise internet bataklığında çırpınaduruyor. Sıradan, havai ve geleceksiz.
Edebiyat denilince edep kavramından başlayarak uzun bir yol sürecinden söz etmek durumundayız. Bu yol süreci baştan sona bir iç eğitim gerektirir. Bu disiplin sanılanın tersine edep ve bağlılık ruhunu içerir. Zaman içinde olgunlaşmış bir seçkinlikle yüzleşiriz. Bu, salt şiir ve sanat adına değil, zekâ ve yeteneklerin buluştuğu bir diğer yanı oluşturur. Bu, bununla da sınırlı değil. Hayatın hangi alanında bulunulursa bulunulsun, her meslek grubu için kaçınılmaz bir güzellik.
Edebiyat özellikle okuma ve düşünme üzerine kurulu bir öz taşır. Okumanın ise sınırı yoktur. Bu sınır insanın hayal dünyasını, düşünce ufkunu, zekâ refleksini geliştirir. Sıradan gibi görünen, kendisinden beklenilmeyen insan tiplerinin edebi bir terbiyeden geçtikten sonra nasıl bir özgünlüğe kavuştuğu görülecek. Tabii sıradan olmayan insanların bu terbiyeden geçtikten sonraki hâlleri ise bambaşka olur.
İyi ve yetenekli insan yetiştirmenin biricik kapısıdır edebiyat ve sanat. İyi bir hukukçu, iyi bir doktor, iyi bir bilim adamı, iyi bir siyasa insanı, iyi bir hatip, iyi bir gözlemci, iyi bir esnaf bu kapıdan geçerse özgünleşir. Sıradanlıktan kurtulur. İnsanı hayal ve düşünce ufkunu açan bu edim bir kenara bırakılamaz. Bırakıldığı içindir ki toplumun düzeyi aşağılarda seyrediyor. Etrafında olup bitenleri sıradan algı içinde anlamaya ve kavramaya çalışıyor.
Müslüman gençlik için düşüncelerimiz, onların zaten kendilerine seçtikleri yol ve ideal hayat tarzı bir özgünlüktür, ama yeterli değil. Giderek sıradanlaşan büyük genç kitlelerin yönlendirilmesi, yetiştirilmesi ileri bir hamle ile hayata hazırlanması bir sorumluluk.
Müslüman gençlik kendi şairini, yazarını, düşünce adamını tanımıyorsa burada önemli bir sorun var demektir. Televizyon ekranlarında, şiir 'panayır'larında şiir ve sanat kavranamaz. Ancak orada belli karakterleri görmüş ve tanımış olur. Onlar bir rüya gibi gelip geçerler. Onları bize sunacak olan o anlık durumlar değil. Eserleridir. Eser okunur, altı çizilir, üzerinde düşünülür. Eser, tekrar tekrar okunan bir nesnedir. Raflarımızda yerini alır sonra bir daha elimiz ona uzanır.
Müslüman gençlik üstat Necip Fazıl'ın ifadesiyle: "Zifiri karanlıkta ak süt içinde ak bir kılı çekip çıkaracak bir gençlik..." Bunu daha özgün hâle getirmek mümkün. Gençliğin bugünkü hâlini görünce, çırpınışımızın nedenleri var. Türkiye'nin geleceğini belirleyecek olan bir gençlik üzerinde duruyoruz. İyi donanmış bir gençlik ancak geleceği belirler. Hitabet düşünceyle zengindir, açılımlıdır. Konuşanların sıradanlıkları yanılsatıcı ve geçicidir. Anında parlayan ve yiten bir durumdur bu. İnsan duyarlığı, inceliği, nahifliği, görgüsü bu terbiyeden geçer.
Hayal dünyası zengin olmayan bir hukukçu hukuk maddeleri arasında boğulur gider. Savunmasını iyi bir dille yapamıyorsa etkisi olmaz. İyi siyasa adamının, durumlar karşısında anî olarak karşı koyacak bir birikime ve zekâ üstünlüğüne sahip olabilmesi için engin bir birikime, hayal gücüne, kavrama yeteneğine gereksinimi vardır. Zekâ kendiliğinden gelişmez. Onu parlatacak ve ruh zenginliği kazandıracak olan sıkı bir edebi terbiyedir. Siyasaya aday bir gencin sadece edebi eserler okumasını önermiyoruz. Onların özellikle siyasi tarihi, kültür tarihi, genel tarihi iyi bilmeleri gerekir. Çünkü geçmişte yaşananlar bugünkünden farklı değildir. Sadece taktikler ve modernliklerde farklılıklar olabilir. Sözünü ettiğimiz alanda kendilerini oluştururlarsa farklı özellikleriyle öne çıkarlar. Bugün ve gelecek için en önemli konu budur.Bunu salt siyasa yapacaklar için söylemiyoruz. Hayatın bütün alanları için geçerlidir.
Şiir hayatımızın seçkin ve öz dilidir. Edebiyat geneli olarak da böyledir. İyi bir hikâye ve roman okurunun hayata bakışı, insanı tanıması çok farklıdır, insanı çözümlemesinin tek yolu da budur.
Muhatabımız insan ise eğer, insanı yeterince tanımayan bir gençlik gelecek oluşturamaz.
Yetkin bir edebiyat alanı bilinç oluşturur. Bilinçli bir gençlik ise yeni bir dünya kurmaya aday. Yeni dünya dediğimiz yabancılaşmış olan insanımızın kendi uygarlık temeli üzerine yeni ve özgün bir yapıyı inşası demek.
Müslüman gençlik günümüz yetkin yazarlarını, düşünürlerini, şairlerini, bilim ve kültür adamlarını bilmek zorunda. Çünkü günümüzde de düşünce geleneğimizi temsil eden önemli kalemler bulunmakta.
Yabancı bir ruh dünyasından gelen, gösteriş yapanların peşinde sürüklenmemeli. Yabancı ruhluların peşine takılmamalı. Geleneği ve düşünceyi malzeme olarak kullananlara aldanmamalı. Kavmiyetçilik ruhu ile şekillenmişlerin sakat bakışlarına kapılınmamalı.
Düşünce geleneğimizdeki düşünürlerimizi küçümseyen, onların açıklarını arayan, onları tartışılır hâle getirmeye çalışanlara dikkat edilmeli.
Müslüman gençlik bilinç düzeyini kendi öz ruhunda aramalı ve oluşturmalı. Geleneğimiz çok zengindir. Eskimiş gibi görünse de onu yeniden keşifle kendine dönüştürebilir. Büyük bir şairin bir beyti çok geniş bir alana götürebilir insanı.
Özümüz bize aittir. Yabancıların ruhu bizi ancak kirletir.
Ali Haydar Haksal
Millî Gazete
11 Ekim 2011
Edebiyat denilince edep kavramından başlayarak uzun bir yol sürecinden söz etmek durumundayız. Bu yol süreci baştan sona bir iç eğitim gerektirir. Bu disiplin sanılanın tersine edep ve bağlılık ruhunu içerir. Zaman içinde olgunlaşmış bir seçkinlikle yüzleşiriz. Bu, salt şiir ve sanat adına değil, zekâ ve yeteneklerin buluştuğu bir diğer yanı oluşturur. Bu, bununla da sınırlı değil. Hayatın hangi alanında bulunulursa bulunulsun, her meslek grubu için kaçınılmaz bir güzellik.
Edebiyat özellikle okuma ve düşünme üzerine kurulu bir öz taşır. Okumanın ise sınırı yoktur. Bu sınır insanın hayal dünyasını, düşünce ufkunu, zekâ refleksini geliştirir. Sıradan gibi görünen, kendisinden beklenilmeyen insan tiplerinin edebi bir terbiyeden geçtikten sonra nasıl bir özgünlüğe kavuştuğu görülecek. Tabii sıradan olmayan insanların bu terbiyeden geçtikten sonraki hâlleri ise bambaşka olur.
İyi ve yetenekli insan yetiştirmenin biricik kapısıdır edebiyat ve sanat. İyi bir hukukçu, iyi bir doktor, iyi bir bilim adamı, iyi bir siyasa insanı, iyi bir hatip, iyi bir gözlemci, iyi bir esnaf bu kapıdan geçerse özgünleşir. Sıradanlıktan kurtulur. İnsanı hayal ve düşünce ufkunu açan bu edim bir kenara bırakılamaz. Bırakıldığı içindir ki toplumun düzeyi aşağılarda seyrediyor. Etrafında olup bitenleri sıradan algı içinde anlamaya ve kavramaya çalışıyor.
Müslüman gençlik için düşüncelerimiz, onların zaten kendilerine seçtikleri yol ve ideal hayat tarzı bir özgünlüktür, ama yeterli değil. Giderek sıradanlaşan büyük genç kitlelerin yönlendirilmesi, yetiştirilmesi ileri bir hamle ile hayata hazırlanması bir sorumluluk.
Müslüman gençlik kendi şairini, yazarını, düşünce adamını tanımıyorsa burada önemli bir sorun var demektir. Televizyon ekranlarında, şiir 'panayır'larında şiir ve sanat kavranamaz. Ancak orada belli karakterleri görmüş ve tanımış olur. Onlar bir rüya gibi gelip geçerler. Onları bize sunacak olan o anlık durumlar değil. Eserleridir. Eser okunur, altı çizilir, üzerinde düşünülür. Eser, tekrar tekrar okunan bir nesnedir. Raflarımızda yerini alır sonra bir daha elimiz ona uzanır.
Müslüman gençlik üstat Necip Fazıl'ın ifadesiyle: "Zifiri karanlıkta ak süt içinde ak bir kılı çekip çıkaracak bir gençlik..." Bunu daha özgün hâle getirmek mümkün. Gençliğin bugünkü hâlini görünce, çırpınışımızın nedenleri var. Türkiye'nin geleceğini belirleyecek olan bir gençlik üzerinde duruyoruz. İyi donanmış bir gençlik ancak geleceği belirler. Hitabet düşünceyle zengindir, açılımlıdır. Konuşanların sıradanlıkları yanılsatıcı ve geçicidir. Anında parlayan ve yiten bir durumdur bu. İnsan duyarlığı, inceliği, nahifliği, görgüsü bu terbiyeden geçer.
Hayal dünyası zengin olmayan bir hukukçu hukuk maddeleri arasında boğulur gider. Savunmasını iyi bir dille yapamıyorsa etkisi olmaz. İyi siyasa adamının, durumlar karşısında anî olarak karşı koyacak bir birikime ve zekâ üstünlüğüne sahip olabilmesi için engin bir birikime, hayal gücüne, kavrama yeteneğine gereksinimi vardır. Zekâ kendiliğinden gelişmez. Onu parlatacak ve ruh zenginliği kazandıracak olan sıkı bir edebi terbiyedir. Siyasaya aday bir gencin sadece edebi eserler okumasını önermiyoruz. Onların özellikle siyasi tarihi, kültür tarihi, genel tarihi iyi bilmeleri gerekir. Çünkü geçmişte yaşananlar bugünkünden farklı değildir. Sadece taktikler ve modernliklerde farklılıklar olabilir. Sözünü ettiğimiz alanda kendilerini oluştururlarsa farklı özellikleriyle öne çıkarlar. Bugün ve gelecek için en önemli konu budur.Bunu salt siyasa yapacaklar için söylemiyoruz. Hayatın bütün alanları için geçerlidir.
Şiir hayatımızın seçkin ve öz dilidir. Edebiyat geneli olarak da böyledir. İyi bir hikâye ve roman okurunun hayata bakışı, insanı tanıması çok farklıdır, insanı çözümlemesinin tek yolu da budur.
Muhatabımız insan ise eğer, insanı yeterince tanımayan bir gençlik gelecek oluşturamaz.
Yetkin bir edebiyat alanı bilinç oluşturur. Bilinçli bir gençlik ise yeni bir dünya kurmaya aday. Yeni dünya dediğimiz yabancılaşmış olan insanımızın kendi uygarlık temeli üzerine yeni ve özgün bir yapıyı inşası demek.
Müslüman gençlik günümüz yetkin yazarlarını, düşünürlerini, şairlerini, bilim ve kültür adamlarını bilmek zorunda. Çünkü günümüzde de düşünce geleneğimizi temsil eden önemli kalemler bulunmakta.
Yabancı bir ruh dünyasından gelen, gösteriş yapanların peşinde sürüklenmemeli. Yabancı ruhluların peşine takılmamalı. Geleneği ve düşünceyi malzeme olarak kullananlara aldanmamalı. Kavmiyetçilik ruhu ile şekillenmişlerin sakat bakışlarına kapılınmamalı.
Düşünce geleneğimizdeki düşünürlerimizi küçümseyen, onların açıklarını arayan, onları tartışılır hâle getirmeye çalışanlara dikkat edilmeli.
Müslüman gençlik bilinç düzeyini kendi öz ruhunda aramalı ve oluşturmalı. Geleneğimiz çok zengindir. Eskimiş gibi görünse de onu yeniden keşifle kendine dönüştürebilir. Büyük bir şairin bir beyti çok geniş bir alana götürebilir insanı.
Özümüz bize aittir. Yabancıların ruhu bizi ancak kirletir.
Ali Haydar Haksal
Millî Gazete
11 Ekim 2011
2011-10-07
'Değirmen' dergisinin 27. sayısı 'Sanalite' dosyasıyla çıktı
Zahirde olan biten kavgaların dip dalgalarını oluşturan kavramsal kargaşa tüm hızıyla sürerken kavramlara anlam yükleyen veya anlamlardan anlamlı kavramlar üretme iradesiyle dönen “değirmen”imiz yine anlamlı bir dosya konusuyla karşınızda: SANALİTE
Sanalitenin egemenliğindeki yaşam üzerine yapılan tüm yoğunlaşmalar, harcanan onca emek, zaman ve akla hayale gelmedik diğer seferberlikleri de dikkate aldığımızda ortada dişe dokunur ne vardır?
Hastalar gerçekten tedavi mi olmaktadır?
Seyirciler gerçekten spor mu yapmaktadır?
Üreticiler gerçekten emeklerinin karşılığını mı almaktadır?
Asalaklar gerçekten meşru bir zenginliğe mi sahiptir?
Yöneticiler gerçekten kendilerinde ışık görülen kimseler midir?
Öğrencilerin öğrendikleri, öğretmenlerin öğrettiklerinin-öğretim usulleri de dâhil- gerçekliği gerçeklik midir?
Benzeri soruların bizzat cevabını vermek yerine benzeri sorular üzerinde birlikte düşünebilme ve buna ait bazı örneklikler oluşturma gayretiyle sanalite dosyamızla siz gönül dostlarımızı baş başa bırakırken idrak edeceğimiz bu hazan zamanında sözün farklı biçimlerini de sözcülerimizin dilinden sizlere sunmaya çalıştık.
Şiir:
Bir De Sen Kaldın Bana/ Bahaettin Karakoç
Su/ Sohrab Sepehri (Çeviren: Nihan Işıker)
Ayn-ı Zuleyhâ/ Ahmet Gözübüyük
Titrek Savunma/ Mahmut Yavuz
Kirazın Söylediği/ Murat Soyak
Elmanın Türkçe Şiiri/ İsmail Karakurt
Zaman/ Şükrü Özmen
Avluya Çıkmak/ Evliya Çelik
Karşılama/ Rasim Demirtaş
Leylâ’ya/ İbrahim Açılan
Elinde Kalır Yüzün/ Mehmet Özdemir
Bülbülün Çilesi/ Mehmet Binboğa
Veba/ Osman Tuğlu
Kundura Tamircisi/ Ünal Akbulut
Aşk... H/İçmişiz.../ Mehtap Humeyragül Dallı
Dosya: Sanalite
Sanaldan Gerçeğe Geçişin Sırat Köprüsü: Kâbe/ Rüstem Budak
Sanalite- Sanat İle/ Hakan Poyraz
Postmodern Bombalar/ Servet Kızılay
Bana Ne Yahu!/ Necati Mert
İnternet Ahlak ve Devrim/ Yusuf Yavuzyılmaz
Hakikat ve Sahte Gerçek: Sanalite/ Lütfi Bergen
Çagdaş Bir Büyü Olarak Kapitalizmin Sanallığı veya İnsani Gerçeklik İçin Feta/ Menderes Daşkıran
Simülasyon, Sanal Cehennem Ve Doğadan Siper Kurmak/ Yavuz Soysal
Edebiyat Yazıları:
Dil ve Anlam İlişkisi Üzerine Bir Giriş Denemesi/ İsmail Süphandağı
İzlenimci Eleştirinin Uçlarından Persona ve Gölgeye: Ahmet Hamdi
Tanpınar’ın Bakışıyla Yunus Kâzım Köni/ Cafer Gariper
Peyami Safa Neden Yılbaşı Kutlamıyordu?/ Said Coşar
Abiler ve Kardeşler/ Aslan Gülce
Modern Çağın Ecinnileri; Davetsiz Misafirler!/ Reşit Güngör Kalkan
Bahçesiz Evlerin Balkonsuz Çocukları/ Asiye Yücel
Barla ve Maranka/ Mustafa Oral
Sinema:
Duvara Çarpan Aşklar/ Hakan Bilge
İrtibat:
Tığcılar Mah. Dönergeçit Sok. Altun İş Merkezi No:4 Daire:3 Adapazarı / Sakarya
Tel: 0505 647 03 25 –
e-posta: degirmendergi@gmail.com
www.degirmendergisi.com
12. yılında 'Ay Vakti'
Düşünce - kültür ve edebiyat dergisi Ay Vakti, 12. yılında muhteşem bir sayıyla okurlarına merhaba diyor.
İçten ve samimi bir mektup
M. Şükrü AKKOCA’nın kaleme aldığı mektup bir anlamda yazarın bamtelinden Ay Vakti ile olan bağının yansımalarına şahit oluyoruz. “…Ben Isparta’dayım şu an. Her ay şehrimize gelirsin bir tanecik, koşarak gelirim yanına, sarılırım sana. Sonra beni içine almadığını görünce canım acır, dikenlerin batar. Şikâyet etmem, dertlenmem hiç. Zaten dikenlerin geceleri susayan gönlümü emziren bir gıdaya inkılap eder. Önce acır içim, sonra diner yalnızlığım ve kana kana içerim seni. Dedim ya şikayetçi değilim. Yıllar geçse de olmam, olamam.”
Prof. Dr. Durali Yılmaz röportajı
Günümüz Türk aydınının derin buhranını ve edebiyatımızdaki birçok hastalığa teşhis koyuyor. Durali Yılmaz, “Tanzimatla birlikte başlayan aydınımızın kendine güvensizliği ve Batı karşısında ezilmişliği bir türlü bitmedi. Bitmek ne kelime; daha da derinleşiyor. Bu aydın kendi halkının değerlerine düşman. Böyle bir aydın kimin romanını, nasıl yazacak?”
Sanatın Amentü’sü
Sanat kelimesinin köküne inen AZLAL, “ İnsan, güzellik ölçülerini yalnız doğadan çıkarır. Her sanatçının başka şey yapmak ve daha iyi yapmak, taklide, kopyaya yanaşmamak istemesini, öze gitmek, ilkel ve temel uyumları bulmak istemesini anlarım. Ama bunlar, ne kadar şaşırtıcı olurlarsa olsunlar, sanatçı gene de doğanın en son tutumluluğunu, tükenmez derinliklerini yaydıklarını umar. Gelenek ve görenek de güzelliğin ölçülerini belirlemede tabiatta ki kadar olmasa da bu ölçüleri belirlemede etkilidir.”
Şeref Akbaba yönetiminde hazırlanan derginin ekim ayı sayısında: On İki / Hilal / Ay Vakti /Giriş, Teklif / Şeref AKBABA /Deneme. Bir Mısrada Meçhul/Bir İsimde Bin Ses Bir Başkasının Şiirine Zeyl / M. Ragıp KARCI /Şiir. Prof. Dr. Durali Yılmaz İle Söyleşi / Şeref AKBABA & Öznur ERTEKİN /Söyleşi. Yalnızlığın İblis Gözlü Nazarı / Mehmet BAŞ /Şiir. Aydınlanmanın Karanlığı / Necmettin EVCİ /İnceleme.Sanat ve İnsan / Ömer ÖZDEN /Deneme.Sanatın Amentüsü / Eyüp AZLAL /İnceleme.Türk Edebiyatı Üzerine / Muammer YALÇIN /Deneme.Fıratın Çağrısı: Sanat / Mustafa UĞURLU /Deneme.Sıradan Bir Cumartesi / Mehmet ERİKLİ /Öykü. Sessiz Ölüm / Ercan KÖKSAL /Öykü. Kentte Bir Yürüyüşten Çıkarımlar... / İsmail BİNGÖL /Deneme. Yanmayı Göze Al(a)mayan İbrahim Olamaz / M. Nihat MALKOÇ /Deneme. Yol Düşünceleri / Sanrılar / Mehmet Sait CELAYİR /Hatıra. Ayna Kırılınca / Necip Fazıl AKKOÇ /Şiir. Yansıma / Nurten CAN /Şiir.Gazel / Yusuf ŞAHİN /Şiir.Randevu / Fahri AYHAN /Öykü. Devrik Cümlelerde Bir Kahve Falı / M. Şükrü AKKOCA /Öykü. Saklı Mektuplar LXIX / Şiraze /Mektup, yer alıyor.
Yüsra Dal
İçten ve samimi bir mektup
M. Şükrü AKKOCA’nın kaleme aldığı mektup bir anlamda yazarın bamtelinden Ay Vakti ile olan bağının yansımalarına şahit oluyoruz. “…Ben Isparta’dayım şu an. Her ay şehrimize gelirsin bir tanecik, koşarak gelirim yanına, sarılırım sana. Sonra beni içine almadığını görünce canım acır, dikenlerin batar. Şikâyet etmem, dertlenmem hiç. Zaten dikenlerin geceleri susayan gönlümü emziren bir gıdaya inkılap eder. Önce acır içim, sonra diner yalnızlığım ve kana kana içerim seni. Dedim ya şikayetçi değilim. Yıllar geçse de olmam, olamam.”
Prof. Dr. Durali Yılmaz röportajı
Günümüz Türk aydınının derin buhranını ve edebiyatımızdaki birçok hastalığa teşhis koyuyor. Durali Yılmaz, “Tanzimatla birlikte başlayan aydınımızın kendine güvensizliği ve Batı karşısında ezilmişliği bir türlü bitmedi. Bitmek ne kelime; daha da derinleşiyor. Bu aydın kendi halkının değerlerine düşman. Böyle bir aydın kimin romanını, nasıl yazacak?”
Sanatın Amentü’sü
Sanat kelimesinin köküne inen AZLAL, “ İnsan, güzellik ölçülerini yalnız doğadan çıkarır. Her sanatçının başka şey yapmak ve daha iyi yapmak, taklide, kopyaya yanaşmamak istemesini, öze gitmek, ilkel ve temel uyumları bulmak istemesini anlarım. Ama bunlar, ne kadar şaşırtıcı olurlarsa olsunlar, sanatçı gene de doğanın en son tutumluluğunu, tükenmez derinliklerini yaydıklarını umar. Gelenek ve görenek de güzelliğin ölçülerini belirlemede tabiatta ki kadar olmasa da bu ölçüleri belirlemede etkilidir.”
Şeref Akbaba yönetiminde hazırlanan derginin ekim ayı sayısında: On İki / Hilal / Ay Vakti /Giriş, Teklif / Şeref AKBABA /Deneme. Bir Mısrada Meçhul/Bir İsimde Bin Ses Bir Başkasının Şiirine Zeyl / M. Ragıp KARCI /Şiir. Prof. Dr. Durali Yılmaz İle Söyleşi / Şeref AKBABA & Öznur ERTEKİN /Söyleşi. Yalnızlığın İblis Gözlü Nazarı / Mehmet BAŞ /Şiir. Aydınlanmanın Karanlığı / Necmettin EVCİ /İnceleme.Sanat ve İnsan / Ömer ÖZDEN /Deneme.Sanatın Amentüsü / Eyüp AZLAL /İnceleme.Türk Edebiyatı Üzerine / Muammer YALÇIN /Deneme.Fıratın Çağrısı: Sanat / Mustafa UĞURLU /Deneme.Sıradan Bir Cumartesi / Mehmet ERİKLİ /Öykü. Sessiz Ölüm / Ercan KÖKSAL /Öykü. Kentte Bir Yürüyüşten Çıkarımlar... / İsmail BİNGÖL /Deneme. Yanmayı Göze Al(a)mayan İbrahim Olamaz / M. Nihat MALKOÇ /Deneme. Yol Düşünceleri / Sanrılar / Mehmet Sait CELAYİR /Hatıra. Ayna Kırılınca / Necip Fazıl AKKOÇ /Şiir. Yansıma / Nurten CAN /Şiir.Gazel / Yusuf ŞAHİN /Şiir.Randevu / Fahri AYHAN /Öykü. Devrik Cümlelerde Bir Kahve Falı / M. Şükrü AKKOCA /Öykü. Saklı Mektuplar LXIX / Şiraze /Mektup, yer alıyor.
Yüsra Dal
2011-10-04
'Yolcu' dergisi güzel yürüyüşünü sürdürüyor
YOLDAKİLER:
*ferhat kalender *mustafa karaosmanoğlu *müştehir karakaya *atasoy müftüoğlu *ömer idris akdin *rabia gelincik *kübra usta *ahmet mercan *mustafa uçurum *ercan çiftçi *tuğba gülşen doğru *bilal can *raşit ulaş çetinkaya *hares yalçi *ümit zeynep kayabaş *ali can çınar *yaşar bedri özdemir *hakan bilge *faik öcal *sulhi ceylan *seyyit köse *fahri eyhan *dursun ali sazkaya *ahmet şevki şakalar *mustafa bilgücü *hayrettin durmuş *ferhat özbadem *banu özbek *a.vahap dağkılıç *gülsüm eren *kadri raşit akdeniz *cemile bayraktar
MECMUANIN ORTA YERİ: AHMET USTA, METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU’NU KONUŞTURDU: “HER İNSANIN İÇİNDE KENDİNİ HESABA ÇEKEN BİR KENDİ VARDIR!”
Ben o kanaatteyim ki eğer biz varsak, ayaklarımızın üzerinde dik duruyor ve yere sağlam basıyorsak, inançlarımızdan yeterince eminsek akil adamlar, sohbet evleri ve mektuplar da var olacaktır. Biz ortada yok isek, bir kimliğimiz, kişiliğimiz, kalabalıklar arasında kaybolmayan makul ve maruf bir bilinmişliğimiz yoksa hülasa bir fikrimiz yoksa varsın mektuplar da mektepler de olmayıversin. Kendimize kent değil kendimiz inşa edelim. Bunun yolu kendi gündemimizi magazin veya aktüalitenin tayin etmesine bırakmamaktan geçer. Gündemimizi her gün kendimiz tayin edecek ve her gün evimizden çıkarken kapımızın önünde üzerinden atladığımız çıtayı da bir basamak yukarıya çekeceğiz. Denk olmamalı bir günümüz bir önceki günümüze. İşte o vakit bizim şahsiyetimizden umutlu olunabilir.
FERHAT KALENDER SEYİR DEFTERİ’NDE YAZDI:
Modernite denilen soğuk yüz, yaklaşık üç yüz yıldır kullanabileceği ne varsa içini boşaltıp nemalandıktan sonra kendine bir evren inşa etmektedir. İlk ortaya çıktığı dönemlerde materyalist eğilimleri ağır basan bu algı biçimi, kutsal olan ne varsa hayatın dışında bırakarak seküler bir ahlakı, totaliter ve tanımlayıcı bir konsepti, insanı yalnızlaştırıcı ve öteki olarak belirlediklerine karşı müdahale edici bir tarzı ifade eder. Allahsız bir zamanda insanı insan yapan (eşref-i mahlukat) değerleri devre dışı bırakarak, tamahkar, tahammülsüz, içeriksiz ve makinalaşmış bir türü icad etmenin peşindeki modernite, her korkudan bir tanrı yontarak yaşadığımız dünyayı put galerisine dönüştürdü. Gündelik yaşamı yirmi dört saat esasına göre yeniden organize ederek klişe/tekdüze bir hayat tarzını dayattı. Böylesi bir tarza itiraz edebilecek kim ve ne varsa zaman dışı, tarih dışı ve dünya dışı ilan edilerek sistem düşmanı olarak gösterildi.
ATASOY MÜFTÜOĞLU “ELEŞTİREL FARKINDALIK” ÜZERİNE YAZDI:
Ortadoğu’da daha çok genç kuşakların, kentli ve kozmopolit genç kuşakların öncülüğünde gerçekleştirilen ayaklanmaların hiçbir biçimde anti-emperyalist bir içeriği, amacı ve tasavvuru yok. Bilindiği üzre; İslam toplumlarında anti-emperyalist her mücadele ve direniş terörizmle etiketleniyor ve bu mücadelelere karşı savaşlar başlatılıyor. Bütün direniş mücadeleleri emperyalist savaşlarda durdurulmak isteniyor. Müslümanlar olarak, çok garip, anlaşılması çok güç, açıklanması çok zor çelişkiler yaşıyoruz. Bir yanda emperyalistler tarafından alkışlanan, sahiplenen, ekonomik yardımlarla desteklenen ve tebcil edilen “devrimler”den söz edilirken; bir diğer yanda küresel ölçekte yalnızlaştırılan, kuşatılan, engellenen, baskılanan devrim ve direniş hareketleri var. İthal edilen düşünsel/ zihinsel/ entelektüel/ siyasal çerçevelerle İslami bir dönüşümün/ değişimin/ devrimin gerçekleştirilemeyeceğini bilmek ve anlamak gerekiyor.
*ferhat kalender *mustafa karaosmanoğlu *müştehir karakaya *atasoy müftüoğlu *ömer idris akdin *rabia gelincik *kübra usta *ahmet mercan *mustafa uçurum *ercan çiftçi *tuğba gülşen doğru *bilal can *raşit ulaş çetinkaya *hares yalçi *ümit zeynep kayabaş *ali can çınar *yaşar bedri özdemir *hakan bilge *faik öcal *sulhi ceylan *seyyit köse *fahri eyhan *dursun ali sazkaya *ahmet şevki şakalar *mustafa bilgücü *hayrettin durmuş *ferhat özbadem *banu özbek *a.vahap dağkılıç *gülsüm eren *kadri raşit akdeniz *cemile bayraktar
MECMUANIN ORTA YERİ: AHMET USTA, METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU’NU KONUŞTURDU: “HER İNSANIN İÇİNDE KENDİNİ HESABA ÇEKEN BİR KENDİ VARDIR!”
Ben o kanaatteyim ki eğer biz varsak, ayaklarımızın üzerinde dik duruyor ve yere sağlam basıyorsak, inançlarımızdan yeterince eminsek akil adamlar, sohbet evleri ve mektuplar da var olacaktır. Biz ortada yok isek, bir kimliğimiz, kişiliğimiz, kalabalıklar arasında kaybolmayan makul ve maruf bir bilinmişliğimiz yoksa hülasa bir fikrimiz yoksa varsın mektuplar da mektepler de olmayıversin. Kendimize kent değil kendimiz inşa edelim. Bunun yolu kendi gündemimizi magazin veya aktüalitenin tayin etmesine bırakmamaktan geçer. Gündemimizi her gün kendimiz tayin edecek ve her gün evimizden çıkarken kapımızın önünde üzerinden atladığımız çıtayı da bir basamak yukarıya çekeceğiz. Denk olmamalı bir günümüz bir önceki günümüze. İşte o vakit bizim şahsiyetimizden umutlu olunabilir.
FERHAT KALENDER SEYİR DEFTERİ’NDE YAZDI:
Modernite denilen soğuk yüz, yaklaşık üç yüz yıldır kullanabileceği ne varsa içini boşaltıp nemalandıktan sonra kendine bir evren inşa etmektedir. İlk ortaya çıktığı dönemlerde materyalist eğilimleri ağır basan bu algı biçimi, kutsal olan ne varsa hayatın dışında bırakarak seküler bir ahlakı, totaliter ve tanımlayıcı bir konsepti, insanı yalnızlaştırıcı ve öteki olarak belirlediklerine karşı müdahale edici bir tarzı ifade eder. Allahsız bir zamanda insanı insan yapan (eşref-i mahlukat) değerleri devre dışı bırakarak, tamahkar, tahammülsüz, içeriksiz ve makinalaşmış bir türü icad etmenin peşindeki modernite, her korkudan bir tanrı yontarak yaşadığımız dünyayı put galerisine dönüştürdü. Gündelik yaşamı yirmi dört saat esasına göre yeniden organize ederek klişe/tekdüze bir hayat tarzını dayattı. Böylesi bir tarza itiraz edebilecek kim ve ne varsa zaman dışı, tarih dışı ve dünya dışı ilan edilerek sistem düşmanı olarak gösterildi.
ATASOY MÜFTÜOĞLU “ELEŞTİREL FARKINDALIK” ÜZERİNE YAZDI:
Ortadoğu’da daha çok genç kuşakların, kentli ve kozmopolit genç kuşakların öncülüğünde gerçekleştirilen ayaklanmaların hiçbir biçimde anti-emperyalist bir içeriği, amacı ve tasavvuru yok. Bilindiği üzre; İslam toplumlarında anti-emperyalist her mücadele ve direniş terörizmle etiketleniyor ve bu mücadelelere karşı savaşlar başlatılıyor. Bütün direniş mücadeleleri emperyalist savaşlarda durdurulmak isteniyor. Müslümanlar olarak, çok garip, anlaşılması çok güç, açıklanması çok zor çelişkiler yaşıyoruz. Bir yanda emperyalistler tarafından alkışlanan, sahiplenen, ekonomik yardımlarla desteklenen ve tebcil edilen “devrimler”den söz edilirken; bir diğer yanda küresel ölçekte yalnızlaştırılan, kuşatılan, engellenen, baskılanan devrim ve direniş hareketleri var. İthal edilen düşünsel/ zihinsel/ entelektüel/ siyasal çerçevelerle İslami bir dönüşümün/ değişimin/ devrimin gerçekleştirilemeyeceğini bilmek ve anlamak gerekiyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)