Ebû Eyyûb el-Ensârî, seksen küsur yaşında Bizans üzerine gidecek sefere katılmıştı. O yaşta bir insana bu azmi veren güç ne olabilirdi?
Vasiyeti şuydu:
“Vefât edersem, beni ulaşabildiğiniz en ileri noktaya defnedin!”
Çünkü onun gönül verdiği müjdeler vardı:
Bizim onun sayesinde işittiğimiz müjdede Efendiler Efendisi buyuruyordu, müjdeliyordu:
“İstanbul elbette fetholunacaktır! Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan!.. Onu fetheden asker ne güzel asker!” (Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300)
Bir müjde daha vardı, kendisine daha yakın bulduğu:
“Efendimiz’den işittim:
«Konstantiniyye surunun dibine sâlih bir kişi defnedilecektir.» Umarım ki o kişi ben olayım.” (İbn-i Abd-i Rabbih, el-Ikdü’l Ferîd, II, 213)
İstanbul’a yakın bir noktada sâlih bir zâtın defnedileceğini işitmişti. O müjdeye de gönül vermişti. O, gönül verdiği müjdeye nâil oldu.
Fetih müjdesi ise asırlarca, kumandanların ve milletlerin liyâkat imtihanı oldu… O müjdeye gönül verenler, O en güzel Zât’ın «ne güzel!» diye taltif ettiği şahsiyet kıvamına da gönül verdiler. Zarafetin, nezaketin, merhametin, güzelliğin, çalışkanlığın, fedâkârlığın, yiğitliğin, şehâdetin de gönüllüsü oldular.
Böylece çağlar açıldı önlerinde… Hem kendileri zirveleşti, hem zirve hasletleri ufuklara, çağlara taşıdılar. Toplum da, önderleri de «ne güzel!» müjdesine nâil oldu.
Tarihimizin en mühim en büyük müjdeli haberleriden birine tevâfuk eden Mayıs ayında, İstanbul’un fethini; ÇAĞLAR AÇACAK BİR MÜJDEYE GÖNÜL VERİNCE KUMANDAN NE GÜZEL, ASKER NE GÜZEL!hatırlatmasıyla ve fethi seyreden, fatih ordularına otağlık eden, gönlü Harem’de, gözü İstanbul’da bir şehir olan Üsküdar’la ele aldık.
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, tarihimizin şan ve şeref tablolarının hep diri bir müjdeye gönül vermenin eseri olduğunu hatırlatarak, soruyor:
İç dünyamıza bir bakalım: Gönlümüzü âbide şahsiyetler misâli verdiğimiz, verebildiğimiz bir müjde var mı? Bir müjde! İnsanı eğiten ve canlı tutan bir müjde! Sevindiren; yüzünü, gözünü açan bir müjde! İnsanın bağrındaki aşkı ve sonsuz enerjiyi ortaya çıkaran bir müjde!
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; Fahr-i Kâinât Efendimiz’le iki cihanda beraberliğin şartını, nebevî muhabbetle kıvam bulmayı sahâbe-i kiram hazerâtından eşsiz misallerle kaleme aldı.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, İstanbul’un yedi tepesini yedi medeniyet mührü olarak ele aldı. Medine eksenli medeniyetimizin, zalim ve vicdansız Roma eksenli batı uygarlığı karşısındaki üstünlüğünü işledi. Ayla AĞABEGÜM; eski Üsküdar’ın tabiî, mütevâzı, mütevekkil günlük hayatını, âdâb-ı muâşeret ile kaleme aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, Yahya Kemal’in Üsküdar’ını misallerle yazdı. Sadettin KAPLAN, hayali cihan değer bir geçmiş zaman Üsküdar nüktesini anlattı.
H. Kübra ERGİN, kimilerinin zâit gördüğü dînî eğitimin kimilerince maksadı dışına çıkarılışına, vefatının 900’üncü yılında olduğumuz İmâm-ı Gazâlî’nin hayatından pencerelerle temas etti.
Ömer OKUDAN, son muhâcir Zü’l-bicâdeyn’in yaralar içinde hicretini; Âdem SARAÇ, öz annesiyle îman-küfür mücadelesi içinde kalan Sa‘d bin Ebî Vakkās’ın çırpınışını anlattı. Ahmet MERAL’in kaleme aldığı Kısa Dünya Tarihi’nin bu ayki bölümünde, Fatih Sultan Mehmed döneminde dünya ve Fatih’in yönetim siyaseti ele alınırken; Can ALPGÜVENÇ, Hatice Turhan Sultan ve yaptırdığı Yeni Cami’nin hikâyesini anlattı.
Ve şiirler… Seyrî, fethe Bursa Ulu Cami’den bir pencere açtı. Niğbolu’nun muzaffer kumandanı Yıldırım’ın ulu hâtırasını 66 beyitle anlattı. Üsküdar, cemiyet hâfızasındaki hâtıraları ve şair muhayyilesine akisleriyle mısralara büründü.
Cebrâil’in teyit ettiği bir Hassân olmak… Gönül huzurunu erişerek, dünyaya zâhid olarak, lüzumsuz lokma ve lâkırdılardan ağzı koruyarak, bir yetimin mes’ûliyetini üstlenerek cennette Efendimiz’le beraber olmak… “Bu din, gecenin ve gündüzün ulaştığı yere ulaşacaktır. Allah, onun girmediği hiçbir ev bırakmayacaktır.” (Müsned) diyerek hâlâ gönül fatihlerini bekleyen ufukların yollarına baş koymak…
Olur mu? Olur! Bir şartla; Bir Müjdeye Gönül Verince…
Yüzakıyla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder