2010-10-23

Edebiyatımızdan hazin baba-oğul manzaraları

Türk Edebiyatı dergisi, 'Babalar ve Oğullar' başlıklı özel sayısında, edebiyatımızın sancılı baba-oğul öykülerine odaklanıyor. Nâmık Kemal'den Mehmed Âkif'e, İlhan Berk'ten Ece Ayhan'a ve Cevat Şakir'e kadar edebiyatımızın önemli isimlerinin babaları ve oğullarıyla yaşadıkları ilginç bir tablo oluşturuyor. Edebiyatımızın bu 'mahrem' alanında övünç, gurur, pişmanlık ve hüsran iç içe geçiyor.

Turgenyev, 'Babalar ve Oğullar'ı yazalı çok oldu. Edebiyat tarihinde genelde kuşak çatışması etrafında şekillenen baba-oğul ilişkisi farklı seyirler izleyebilen bir insanlık durumu. Dünyanın her yerinde, her dilinde görülme olasılığı yüksek olsa da özellikle bu topraklarda bu ilişki ideal, umut, övünç, gurur, hayal kırıklığı, pişmanlık ve hatta düşmanlıkla içli dışlı olabiliyor. Nihayetinde insanoğlu, sınırlı ömrüne sığdıramadığı sonsuz isteklerinden bir kısmını evladının sırtına yükler; tamamlanmamış bir görev gibi... Annelerden çok babalarda görülen bu tutum, 'yüklenici' bireyin kişiliğini bazen bir uçtan öbür uca savurabilir. Türk edebiyatının 'mahrem' dehlizlerinde biraz dolaşınca bu manzara daha berrak bir hal alıyor.

Türk Edebiyatı dergisi, 'Babalar ve Oğullar' özel sayısında edebiyatımızdan hüzün dolu baba-oğul manzaralarını bulup çıkarıyor. Bir nevi 'Manzaradan Parçalar' izliyoruz, derginin sayfalarında ilerledikçe. Baba-oğul ilişkisi her millette olduğu gibi yaşadığımız topraklarda da bireyin karakterini ve bütün bir hayatını etkileyen önemli bir faktör. Edebiyatta en son Orhan Pamuk'un ünlü Nobel konuşmasında gündeme oturmuştu. Aslında önceki akşam Haldun Taner Öykü Ödülü'nü alan Yekta Kopan'ın, haberi ilk öğrendiğinde tepkisinin "Keşke babam ve Tarçın da ödülü görseydi." olması, edebiyat tarihimize bakınca pek şaşırtıcı gelmiyor.

Edebiyatımızdaki baba-oğul manzaraları nedense hep hazin 'parçalar'dan oluşuyor. Tevfik Fikret'in oğlu Haluk'la olan hikâyesi herkesin mâlumu. Fikret'in "inkılap ordusunda çarpışacak kahraman" olarak 'tasarladığı' ve adına 'defter' tuttuğu Haluk, eğitim için gönderildiği İskoçya'dan geri dönmemişti. Ömrünü de Amerika'da bir papaz olarak tamamlamıştı. Diğer tarafta Mehmed Âkif'in, 1967'de Tophane'de yatıp kalktığı kamyon karoserinde ölü bulunan oğlu Emin var. Beşir Ayvazoğlu'nun 'vatan şairi' Nâmık Kemal'in oğlu Ali Ekrem ve torunu Cezmi'yle olan ilişkisiyle başlayan Türk Edebiyatı özel sayısında bunun gibi pek çok örnek yer alıyor. 1896'da doğan ve ismini dedesinin ünlü romanından alan Cezmi, kemandaki başarısıyla dikkat çekmiş ve geleceğin virtüözü olarak görülmüştü. Henüz 12 yaşında Fransız Mektebi'nde okurken babası Ali Ekrem'den gelen mektup, onun sırtına 'yüklenmiş' ideal hayatı anlatıyor aslında: "Senin ulvi bir maksadın var: Büyük adam olacaksın."

Recaizade, Halit Ziya, Nâzım Hikmet, Peyami Safa, Rıza Tevfik, Cevat Şakir, nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı, Yahya Kemal, Cemal Süreya, İlhan Berk, Ece Ayhan... Farklı zamanlardaki farklı hayatların ortak bir yönünü bulup genelleme yapmanın çekiciliğine kendimizi kaptırınca ortaya bu topraklarda çok görülen bir durum çıkıyor: Yapamadıklarımızı, isteklerimizi, hayallerimizi, ideallerimizi -kızlardan çok- oğullara yüklüyoruz. Üstelik, hesapsızca yaptığımız bu işe ne kadar hırsımız varsa katık yaparak... Bu 'projeler' her zaman mutlu sonla bitmiyor elbette. Türk Edebiyatı özel sayısının sayfalarında Zeynep Kerman, Seval Şahin, Nihal Anar, Alâattin Karaca, Abdullah Uçman, Âlim Kahraman, Sadık Kutalmış, Hüsrev Hatemi gibi kılavuzlarla edebiyat tarihimize yapılan yolculukta olduğu gibi çoğu zaman hazin hikâyeler kalıyor geriye. Edebiyattan en çok beslenen sanat dalı olarak sinemamızın da, son yıllarda baba-oğul ilişkisine kamerayı çevirip, trajik hallerimizi göstermesi boşuna değil. Aslında Recaizade de, Fikret de, Ali Ekrem de rahat olsalar yeridir. Mesele onların yetersizliği değil; bu topraklarda onları anımsatacak daha çok hayat yaşanmakta.


Ali Koca



Zaman

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com