2012-05-31

İki Kitap, İki Dünya...


Kabuğuna Sinmiş Adam, Çehov'un yarattığı yaratıcı durum öykülerinin en güzellerinden bir tanesi. Bu öyküye eşlik eden diğer seçkin öyküleriyle Çehov, modern zamanların en büyük yazarlarından biri olarak kabul edilmeyi nasıl başardığını gösteriyor.

Bir öykü yazarı olarak Çehov, öykü kişilerinin derinliklerini,iç çekişmelerini ve düşüncelerini okuruna anlatmaktan büyük bir zevk duyuyor ve yıllar içinde edindiği ustalıkla okurunun damağında değişmez, üstün bir tat bırakıyor.

Çehov, dünya edebiyatının yıkılmaz kalelerinden, çağlara meydan okuyan dilsel gücüyle kültür dünyamızın duayenlerinden biri olarak bu taptaze, duru çevirisi ile yeniden okunmayı fazlasıyla hak ediyor.



Kabuğuna Sinmiş Adam
Anton Çehov
Çev. İlker Balkan
Altın Bilek Yayınları
Dünya Edebiyatı Kitaplığı
112 sayfa



*


İçsel ve psikolojik bir drama olan Dönüş, insanlar arası ilişkileri, çatışma atmosferlerini ve zihinden geçen düşünceleri anlatmakta dünyanın en usta kalemlerinden biri olan Joseph Conrad'ın anlatım derinliği ve gerçekçi kurgulanmış, yerinde ve düşündürücü çatışma sahneleriyle, insanlığın birbirine duyduğu hürmet, samimiyet ve güvenin altında yatan pek çok soruyu gündeme getiriyor.

Zengin ve politik olarak da güçlü bir iş adamı olan Alvan Hervey, bir gün iş seyahatinden evine döndüğünde, eşinin, kendisini terk ettiğini bildiren bir mektup bulur boş evde. Yaşadığı derin iç bunalımı ve büyük çöküş, kısa bir zaman sonra eve geri gelen Bayan Hervey'in pişmanlığını belirtmesine Esasta rağmen, büyük bir çatışmaya dönüşür. Sevgiye, sevilmeye hasret olan Bayan Hervey, bir oyun mu oynamıştır, yoksa gerçekten de terk etme amacıyla evden ayrılmış ama cesaret edemeyerek geri mi dönmüştür?

Çevremizde, sevgisine sahip olduğumuz insanlara acaba ne kadar sevgi gösteriyoruz, onları ne kadar anlıyoruz? Bu büyük eserinde Conrad, bize kendi dünyamızı da sorgulayabileceğimiz önemli sorular hediye ediyor.

Gerçekler, gözyaşlarının arkasına saklı kalan buğulu gözlerde yıkıcı birer acıya dönüşür. Peki, bir gerçek sizi ne kadar incitebilir? Yanıtı mı? Hervey'in zihninde...



Dönüş
Joseph Conrad
Çev. Gizem Genç
Altın Bilek Yayınları
Dünya Edebiyatı Kitaplığı
112 sayfa



Abdullah Birokur

2012-05-29

'Hece' dergisi 'medeniyet' özel sayısı...

Haziran-Temmuz-Ağustos 2012

Hece dergisi 2012 yılının ikinci özel sayısını medeniyet konusuna ayırdı.

“Medeniyet Mirası İçin" sunuşu ve Hasan Aycın çizgisiyle başlayan özel sayı beş bölümden oluşuyor. Dergide yer alan bölümler ve yazılar şöyle:

Medeniyet Mirası İçin... 5

Hasan Aycın/Çizgi 7

I. BOLUM: FELSEFİ VE TARİHİ ARKAPLAN (1-326)
Vefa Taşdelen/Medeniyet: İnsanlığın Ortak Dili 8
İbrahim Demirci/Uygarlık Çevresinde Gezinti 23
Rasim Ozdenoren/Din Uygarlık İlişkisi 28
Lutfi Bergen/Medeniyet Ekseninde Kültür 33
Veli Urhan/Platon’un "Devlet"inde Kent ve Uygarlık 65
İshak Yetiş/Fernand Braudel ve Akdeniz Dünyası 69
Akif Emre/Din ve Tarih Karşısında Medeniyet 75
Turan Koc/Medeniyetin Dili 82
Recep Duran/Medeniyet 88
Hilmi Ucan/Görmek/Göstermek Eylemleri ve Uygarlıkların Dili 92
Mihriban İnan Karatepe/İnsanın Tarih Sahnesine Çıkmasının
Müslüman Düşüncede Yorumlanışı 107
Mustafa Zeki Cıraklı/Medeniyetlerin Karşılaşmasından Hibrid Kimliklere 111
Bedia Kocakoğlu/Bir Medeniyet Amentüsü: Antikiteden Postmoderniteye… 117
Bedri Gencer/Medenileşmeden Küreselleşmeye Modernleşmenin Akıbeti 127
Suleyman Hayri Bolay/Medeniyetin Temeli ve Yeni Medeniyete Duyulan İhtiyaç 130
Murat Erol/Medeniyet ve Yerlilik: Anadolu’da Bir Medeniyeti Düşünmek 140
Alper Gurkan/İslâm Geleneğinde Medeniyet Tasavvuru 157
Abdurrahim Karadeniz/Destanlarda Medeniyet İzleri 175
Necip Tosun/Medeniyetin Ürettiği Masal, Efsane ve Hikâye Dili 188
Mustafa Şerif Onaran/Uygarlıkla Değişen Dilin Şiire Etkisi 199
Ali K. Metin/Bir Paradigma ve Tarz-ı Hayat Meselesi Olarak Medeniyete Bakış 205
Cemal Şakar/Sanal Medeniyet 211
Koksal Alver/Kent ve Medeniyet Üzerine Bir Değerlendirme 218
Ali Galip Yener/Medeniyet Kavramı, Ütopyalar ve Kapitalizmin Krizi 221
Semiha Kavak/Kültürlerin Kesişme Noktasında Bir Durak: Medeniyet 227
Hayriye Unal/Medeniyete Karşı Distopya: Her Yerden Hiçbir Yere 243
Firdevs Canbaz Yumuşak/Erken Cumhuriyet Dönemi Romanlarında
Kemalist Medeniyet Projesinin Taşıyıcısı Kadınlar 249
Ercan Yıldırım/Küresel Medeniyet ve Zamanın Ruhu 260
Kenan Cağan/Teori ve Fantazma: Tarihin Sonunda Medeniyetler Çatışır mı? 285
Huseyin Tuncer/"Üç Medeniyet" ve "Medeniyette Vahdet" 298
Yuksel Aksu/Sinema ve Medeniyet 309ay
Canan OlpakModern Türk Edebiyatında İki Roman: Benim Adım Kırmızı’da
‘Batı’-Katre-i Matem’de Doğu Medeniyeti 315

II. BOLUM: ESKİ MEDENİYETLER (327-422)
Murat Erol/Mısır Uygarlığının Modern Görünümleri 327
Tarık Deniz/Çinkâri Tahayyülât 332
Lutfi Bergen/Hint ve Uygarlık 354
Altan Cetin/Platon’un Şölen’indeki Alkibiades Diyalogundan Hareketle Yunan
Düşüncesine Dair Bazı Tespitler 366
Abdurrahim Karadeniz/Truvalı Aineas’ten Trakyalı Spartaküs’e
Birazcık Roma’yı Hesaba Katmak 378
Necati Mert/Eski Türkler ve Bozkır Medeniyeti 385
Ahmet Şimşek/Göçebe ve Yerleşik Medeniyetler 393
M. Kurşad Atalar/Hıristiyan Batı Medeniyeti Modern Batı Medeniyeti 397
Yavuz Ahmet Koc/Anadolu Medeniyetleri ve Azrail 416

III. BOLUM: MEDENİYET YAKLAŞIMLARI (423-570)
Mehmet Harmancı/Medeniyet: Kurtulur mu, Kurtuluş mu? 423
Erhan Akdağ/İbn Haldun’un Medeniyet Anlayışı 428
Turan Koc/Medeniyet Mirasımızın Yeniden Yorumlanması 436
Asım Oz/Geçmiş İle Gelecek Arasında: "İslâm Medeniyeti" Kavramının
Serüvenine İlişkin Bazı Notlar 441
Ozgur Kavak/Zaman Osmanlı’ya Doğru Akarken: Bir Osmanlı Âliminin
Penceresinden Dünya Tarihi 463
Aydın Aktay/Bir Kentsel Ayrışma Modeli Olarak Osmanlı İstanbil’u 470
İsmail Sert/Toynbee’den Bize Kalan 475
Metin Erol/Garaduy’nin ‘Medeniyetler Destanı’ndan Toynbee’nin ‘Medeniyet
Yargılanıyor’una: Bir Köken Sorgusu 478
İbrahim Yenen/Weber’in Kenti 484
Yahya Kurtkaya/Kültür ve Uygatiarlık Eleştirisi 489
Kasım Kuçukalp/Modern Bilim ve Tekniğe Yönelik Değerlendirmeleri Bağlamında
Heidegger’in Modernizm Eleştirisi 500
Derda Kucukalp/Paul Feyerabend’in Modern Bilim Eleştirisi 514
Ali Emre/Müslüman Düşüncede Uygarlık Nazariyeleri 521
Abdullah Başaran/İsladm ve Bilim Tartışmaları ya da Çağdaş İslam Düşünürlerinin
Bilimle İmtihanı 540
Atilla Mulayim/Türk Düşüncesinde Medeniyet Anlayışı 551

IV BOLUM: SORUŞTURMA (571-586)
Atasoy Muftuoğlu/Küstah Bir Modernlik, Küstah Bir Uygarlık 571
Alev Erkilet 573
Ali Aycil/Eski Bir Soru:Kültür mü Uygarlık mı? 576
Ozlem Fedai/Çağdaş "Zorakî" Tek-Tip Medeniyet 578
Mustafa Orcan 580
Alper Gurkan 583
Dincer Ateş/Kültürel Kırımın Gücü ve Sonu Üzerine 585

V. BOLUM: KAYNAKCA (587-624)
Yusuf Turan Günaydın/Medeniyet Bibliyografyası 587
A. Yazılar 588 • B. Kitaplar 602 • C. Kitaplarda Bölümler 615
D. Özel Sayılar-Dosyalar 621 • E. Panel, Soruşturma ve Röportajlar 621 • F. Tezler 622

2012-05-28

Dergiler, dergiler...

‎"Düşünce de, sanat da, edebiyat da, zevk de, beğeni de dergilerde yeşerir, dergilerde boy atar. Dergiler, bir ülkenin düşünce, sanat ve edebiyat hayatının tohumlarını eker, geleceğinin ipuçlarını gösterir, iyi kötü.

Dergisiz bir dünya, dertsiz bir dünyadır: Gamsız, kedersiz, kaygısız. Kaygı, varoluşun olmazsa olmaz şartıdır: Kaygı yoksa, insan da yoktur, yok olmaya mahkûmdur. Kaygısız insan, ayakta durma zeminini çoktan yitirmiş bir makinadan, kolaylıkla oraya buraya sürüklenebilen bir robottan başka nedir ki!

Dergiler, bir ülkenin düşünce, sanat ve edebiyat hayatının hem yol fenerleri, hem de atardamarları gibidir: Atardamarları duran bir insan, ölüdür; yol fenerlerini yitiren insansa, yolunu da, yönünü de yitirmeye mahkûm."

Yusuf Kaplan


Yeni Şafak
28 Mayıs 2012

2012-05-25

'Semerkand' dergisi

Mayıs 2012, Sayı:161

Sabır ve şükür sık sık dilimizden dökülen, bazı zamanlarda kendimize telkin ettiğimiz iki kelime. İlahî kaderin karşımıza çıkardığı badirelere sabreder, nimetlere şükrederiz. Fakat nice derin sırlar da saklıdır bu iki kelimenin açtığı mana kapılarının ardında. Mesela ârifler bizim şikayet ettiğimiz, can yakıcı bulduğumuz durumlara da şükrederler. Cenab-ı Mevlâ’nın kendileriyle irtibatı olarak görürler, “şükür unutulmadık, kendimize bırakılmadık” derler. Derdi derman görürler. Sabır ise serapa teslimiyettir onlar için. Suskunluk değil, var oluş macerasının nereye varacağına dair merak ve her dem muhabbettir. Bu açıdan sabır ve şükür iç içe girer, birbirinin içinde erir. Bunun için demişlerdir “sabır mı öncedir şükür mü, bilemedik” diye.

Sabrın da şükrün de merak uyandıran, kalbe huzur tohumları düşüren tafsilatı var; çeşitleri, bölümleri var. Bunları okumadan “ibadet etmeye devam sabrı” nasıl aklımıza gelir? Ve yine ibadete şükretmeyi kaç ak bahtlımız kendi kendine bulabilir? Okudukça sabrın ve şükrün Halik-i Zülcelal ile derin ve yoğun bir irtibat hali olduğunu keşfediyoruz. Kolayca kendi zimmetimizde gördüğümüz mülkün ve dahi kendimizin sadece ve sadece O’na ait olduğunu idrak ediyoruz. Sabırla koruk helva oluyor. Yani zehir gibi taneler bal damlayan üzüme dönüşüyor. Şükürle nimet artıyor. Nimet arttıkça muhabbetimiz ve mahcubiyetimiz artıyor. Sabır ve şükürle hayat “Hayy” ism-i şerifinin tecelligâhı oluyor; büyüyor, sonsuzlaşıyor.

“Cennete Uçuran İki Kanat” umuyoruz ki sabır ve şükür neşvenizi arttıracak. Elinizdeki mütevazi derginin satırlarına emek verenler kendi sabır ve şükürlerinin sizinkiyle boyut kazandığını bilecek. İyi ki buradayız, sayfalara düşen aksimizle yüz yüze, karşı karşıyayız diyecekler. Buna şükredecekler, şükredecekler. Söz uzayıp gitmeden nokta diyelim, aradan çekilip sizi dergimizle baş başa bırakalım.

İrtibat:
Eyüpsultan Mah. Osmangazi Cad. Esma Sok. No:07/A Samandıra / İSTANBUL
0216 564 25 00
www.semerkanddergisi.com
semerkand@semerkanddergisi.com

'Yüce Devlet' dergisinin 11. sayısı

1 Haziran 2012 / 11 Receb 1433 tarihli Yüce Devlet dergisinin 11. sayısında bulunan yazılar, türleri ve yazarları:

BAYRAĞIMIZI NEDEN SEVERİZ?
(başyazı)
Öte Dünyaya İnanmak
(eylem yazısı)
YENİ ANAYASA HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİMİZ (2)
Senin Nefsin de Bir Ejderhadır
(tefsir) Sabahaddin KURTAY
“O, SENİ MUHAKKAK GÖRÜR”
(hadis şerhi) Dr. Muhammed AYHAN
Mu’cize-i Ahlâk-ı İslam
(sadeleştirme) EB-ÜŞ-ŞEFÎK HAMDÎ
ANADOLU’DA NAKŞİBENDÎLİK
(araştırma) Murad SIRRIOĞLU
Kimdir “Rakîb” ?
(öğüt yazısı) Mehmed YÖRÜK

DERİN ÖLÜM
(şiir) Bünyamin DOĞRUER
Yetim Necip Fazıl
(büyüklerimiz/üstadlarımız) E. Mahmud MANİSALI
YÜKSELENE ÖVGÜ (MİRÂCİYE)
(şiir) haydar murad
Dua Edin Ona ve Âline
(şiir tercümesi) Şeyh Sa’dî-i Şirazi’den
ÜÇ AYLAR TEBRİĞİ
Şeytansı Tertip
(hikâye) M. Umut ONAY
EN GÜZEL KISSA (mesnevi)
Dahhak-ı Zalim
(şerh-roman) H. HEPSEV
SAMİMİ OLGUN FEDAKÂR İNSANLAR
(şiir) haydar murad
Paslı Çivi / Yalnızlık Senfonisi
(şiir) Süleyman Dervişoğlu
AŞMA / İNSAN SAATİ / BEYAZ / ŞAFAK HAREKÂTI /
MUTLULUK PLANI / DEMİR ATMA
(şiir) Rasim DEMİRTAŞ
Çin’deki Müslümanlar
(kitap tanıtımı) Haz.: Hayreddin Meral
Okuyucularla Söyleşi

İrtibat:
Yüce Devlet Dergisi ve Yayınevi Ankara Cad. Vilayet Han 10/202 Fatih-Cağaloğlu / İSTANBUL
0505 2600491
yucedevlet@yucedevlet.com
haydarhepsev@gmail.com

2012-05-24

Maraş'ta Necip Fazıl Sempozyumu

Kahramanmaraş Belediyesi 26 Mayıs 2012'de Büyük Doğu'nun Mustarip Ruhu adıyla iki oturumluk bir sempozyum düzenliyor.

Şair, yazar Duran Boz’un üstün gayretleri ve öncülüğünde gerçekleşecek olan sempozyumun ilk oturumu saat 10.00'da başlayacak. Sempozyumun ikinci oturumu saat 14:30'da başlayacak. Oturum başkanlığını Lütfi Şahsuvaroğlu'nun yapacağı ilk oturumda sunulacak tebliğler şöyle:

Prof. Dr. Turan Karataş"Üstada Mektup"
Prof. Dr. Fazıl Gökçek "Bâb-I Âli Çevresi Ve Necip Fazıl"
Prof. Dr. Ramazan Gülendam "Büyük Doğu Ve Büyük Doğu Çevresi"
Prof.Dr. Yunus Balcı "Necip Fazıl'ın Şiirinde Sembolizm Ve Hecenin Krallığı"
Doç. Dr. Yılmaz Daşcıoğlu "Cumhuriyet Dönemi Türk Şiirinde Metafizik İlgiler Açısından Necip Fazıl'ın Şiiri ve Etkisi"
Yard. Doç. Dr. Zeynep Kevser Şerefoğlu "Bir Arayışın Adresi Olarak 'Tohum'a Gitmek"
Turan Karataş'ın yöneteceği ikinci oturumda sunulacak tebliğler ise şunlar:
Prof. Dr. Muhammed Fatih Andı "Necip Fazıl'da Korku Estetiği"
Prof. Dr. Hasan Akay "Necip Fazıl'ın Çile'si Çile'nin Necip Fazıl'ı"
Doç. Dr. Ertan Örgen "Modern Birey Şehir Ve Kaos-Mekânın Yeniden Kuruluşu"
Doç. Dr. Vefa Taşdelen "Batı Tefekkürü Ve İslam Tasavvufu'nda 'Çifte Kanat' Metaforu"
Asım Öz "Necip Fazıl'ın Çağdaş Müslüman Düşünce Hakkındaki Değerlendirmeleri"

Sempozyumun değerlendirme oturumundaki müzakereciler ise Prof. Dr. Himmet Uç, Doç. Dr. Mehmet Narlı, Yrd. Doç. Dr. M. Fetih Yanardağ.


Refik Erden

Yunus Emre'ye adanmış 'Bizim Külliye' dergisi

Sayı:52, Haziran-Temmuz-Ağustos 2012

Yunus Emre dosyasını hazırlamaya niyetlendiğimizde tekrara düşme endişesiyle tedirgindik. Fuat Köprülü’den bu yana defaten “Yunus Emre” özel sayıları, dosyaları, antolojileri hazırlanmış, söylenmesi gerekenler söylenmişti; söylenilenlere, yazılanlara ne ekleyebilirdik ki... Hem yıl içinde üç devasa dergi daha böyle bir dosyayla okur karşısına bizden evvel çıkacaktı. Şüphesiz kalem erbabından bazıları bizden önce yayınlanacak dergilere yönelebilir ve bize yazı kuraklığı da yaşatabilirlerdi.

Oysa hiç de öyle olmadı. Meğer endişe ve tedirginliğimiz, tıkanıklığımız Yunus’umuzu yeterince tanımayışımızdan, bilmeyişimizden imiş.

Eşiğine çömeldiğimiz Yunus, Bizim Külliye’ye de hemencecik kapısını açtı. Yıllardır beklediği muhiplerini görmüş gibi gülümsedi. “İşidün iy yârenler / Eve dervişler geldi / Cân şükrâne verelim / Eve dervişler geldi” deyişiyle sırtımızdaki yoksulluk, içimizdeki ürküntü daha ilk adımda yerini, yeri yurdu belli muhabbet zenginliğine bıraktı. Bizde bir sevinç bir ferahlık!

Konukları çoğaldıkça genişleyen ışıklı bir odadaydık.

Tabii ki bu hanede muhabbet bitmez. Kırk bin kez “özel”imiz, yüz bin “dosya”mız, bir o kadar antolojimiz olsa yine eksiğimizi tamamlayacak, gediğimizi sıvayacak yeni şeyler söyleyeceğimize inandık.

Bu sayı Yunusla yeniden tanışma zevkinin eseri.

Gelecek sayımızda buluşmak ümit ve dileğiyle Allah’a emanet olunuz.



İrtibat:
İzzetPaşa Cad. İzzetPaşa Vakfı
NO:16/2, ELAZIĞ
0(424) 233 55 13
bkulliye@yahoo.com

2012-05-23

'Muhafazakâr Düşünce’ dergisinde 'Aile' dosyası

Sayı:31, Ocak-Şubat-Mart 2012

“Aile beşerî toplumun ve yönetimin nihaî temeli, özgür bir toplumun hakikî dayanağı olan toplumsal bir kurumdur.” Thomas Fleming

Tarihsel bir sürekliliği olan aile günümüze kadar toplum içinde çeşitli görev-ler yüklenmiş en önemli toplumsal kurumdur. Aile kurumunun biyolojik, psiko-lojik, ekonomik, sosyolojik, dini ve eğitimsel işlevinin yanında değerlerin gele-cek kuşaklara aktarılmasını sağlayan işlevleri de mevcuttur. Son on yıllarda mo-dernizmin atomize bireyinin meydan okumalarına maruz kalan aile hala bireyin eksikliklerini telafi ettiği maddi ve manevî ihtiyaçlarını meşru bir şekilde karşı-ladığı, saygı, sevgi ve bağlılık hislerini geliştirdiği sağlıklı bir toplumun en temel kurumudur.

Toplumun temel kurumu olan aile aynı zamanda diğer sosyal ku-rumlar için de bir modeli ifade eder. Birey toplumsal eğitimin en eski ve en ba-şarılı okulu olan ailede kimlik kazanır. Bu kimlik ile birey toplumda sosyalleşir ve ailede edindiği değerler ile topluma katılır. Aile toplumsal hafızanın bireye aktarılmasını sağlayarak medeniyetin de taşıyıcısı olur.

Aile konusunda Batı’da ciddi anlamda araştırmalar yapılırken ülkemizde bu konuda fazla çalışmanın olmaması Aile özel dosya sayımızın bir süre ertelenme-sine de neden olmuştur. Özellikle sosyoloji bölümlerinde aile konusunda çok ciddi araştırmalarının olmaması eleştiri konusu yapılmalıdır. Bu konudaki aka-demik çalışmaların yetersizliği aynı zamanda diğer sosyal bilimlerin bu alanda yönelmesini de engelleyen bir faktör olarak belirmiştir. Buna rağmen Muhafaza-kâr Düşünce Dergisi bu alandaki tartışmalara ve çalışmalara katkı sağlamak amacıyla bu sayısında geleneğin taşıyıcısı ve medeniyetin temel kurumu olan “aile”yi tüm boyutları ile incelemiş ve literatüre katkı yapacak önemli makaleleri okuyucunun beğenisine sunmuştur.

Bu sayımızda Mahmut Akın “Türkiye’de Muhafazakârlığın Direnme Kuru-mu Olarak Aile” adlı makalesinde ailenin neden toplumun düzenini sağlayan en önemli kurum olduğuna cevap aramakla başlayıp “çocuk kimindir?” sorusu ile çocuğun geleceğini belirleme konusunda aile ile devlet arasındaki gerilimi orta-ya koymaktadır. Özellikle ulus devletin çocuğu ailesinden ayrı olarak kodlama isteği bu gerilimin ana nedeni olmaya devam etmektedir. Nitekim modernleşme sürecimiz ile birlikte Batı’daki kadar sert olmasa bile Türkiye’de de devlet ve aile karşı çocuğun alacağı eğitim konusunda yakın dönemde karşıya gelmiştir. F. Beylü Dikeçligil’in “Aileye Dair Kabullerin Ezber Bozumu” makalesi, bize aile konusundaki varsayımları tekrar sorgulatmaktadır. “Birer sosyolojik ‘genel kav-ram’ olan çekirdek ve geniş aile ideolojilerin veya dünya görüşlerinin çekişme nesnesi olmaktan nasıl kurtulabilir?” gibi çarpıcı soruların çözümüne ancak bü-tüncü paradigma ile ulaşılabileceğini dile getiren Dikeçligil’e göre birbiri içine yuvarlanmış olan olguların bilimsel bilgisine dikotomatik mantık ve neden-sonuç zinciri ile ulaşmak mümkün değildir. Gamze Akşan tarafından tercüme edilen Frank F. Furstanberg ve Sarah Kaplan’ın “Sosyal Sermaye ve Aile” maka-lesi ise aile, komşuluk, din gibi başat sosyal kurumların zayıflamasına dikkati çekmekte bunun da sosyal çözülme tehlikesini neden olacağı konusunda uyarı-larda bulunmaktadır.

Özelikle aile içindeki bağların zayıflaması ebeveynlerin toplumsal kurumlar ile daha az ilişki içinde bulunması yani aile temelli sosyal sermayenin günümüz çocukları için daha az kullanışlı hale gelmesi yazarların üzerinde durduğu temel sorunsaldır. Tercümesi Zehni Özmen tarafından yapı-lan Eugene Litwak’ın “Mesleki Hareketlilik ve Geniş Aile Birliği” makalesi ise Talcott Parsons tarafından ileri sürülen sanayileşmiş modern demokratik toplum ile geniş aile yapısının ilişkileri arasında temel uyumsuzluk tezini ele almış ve mesleki hareketlilik olgusu ile geniş aile ilişkileri arasındaki bağlantılar ampirik bir çalışma verileri çerçevesinde ortaya koymayı amaçlamıştır.

Berivan Vargün ve Üzeyir Tekin’in ülkemizin önemli sorunlarından birisi olan töre ve namus cinayetleri üzerine hazırladıkları “Aile Kurumu Çerçevesin-de Töre ve Namus Cinayetleri makalelerinde “aile kurumu” esasında ülkemizde bir şiddet türü olarak işlenen cinayetler incelenmiştir. Bu vakalara yönelik bakış açıların neler olduğu ve hangi sosyal dinamiklerin bu şiddet türünü tetiklediğini inceleyen çalışmaları ile akademiye yapmış oldukları katkı dikkat çekicidir. Ab-durrahman Kurt “Osmanlı Aile Yapısı” makalesi ile Osmanlı dönemi ailesini in-celeyerek akraba ilişkilerinin yoğunluğu taaddüd-i zevat, evlatlık, köle, cariyele-rin varlığı açısından geniş aile olmakla birlikte aynı çatı altında bulunan aile üyelerinin azlığı açısından Osmanlı ailesinin küçük hatta çekirdek aile olduğu iddiasında bulunmaktadır.

Edebiyatımızda aile konusu başlığı altında Ömer Torlak’ın “Modernleşme Kurgusu Olarak Ailenin Türk Romanına Yansıması”, Firdevs Canbaz Yumu-şak’ın “Osmanlıdan Cumhuriyete Türk Romanında Aile Kurumu ve Ütopik Romanlarımızda Aile” ve Ferda Atlı’nın “Aile Kavramının Ağaoğlu Romanla-rındaki Akisleri” makaleleri ise edebiyatımızda özellikle romanlarımızda ailenin ele alınış biçimi incelenmiştir. Bu sayımızın derkenar bölümündeki makale ise Fatih Ertugay ait. “Potestas ve Populus Arasındaki Mesafe Daralırken Auctori-tas’ı Yeniden Ele Almak” adlı makalesinde Ertugay populus(halk) ve potes-tas(iktidar) arasındaki ilişkilerin yeniden tanımlamaya ihtiyaç duyulduğunu, değişen bu ilişkilerin de auctoritas’ta anlam kaymasına sebep olduğunu iddia etmektedir.

Muhafazakâr Düşünce Dergisinin 31. sayısı olan “Aile” dosyası kıymetli akademisyenlerimizin değerli çalışmalarının tümünde özgün ve yeni tartışmala-rı içeren ufuk açıcı yaklaşımlara şahit olacaksınız.


İçindekiler:


Muhafazakâr Düşünce’den
Teorik Olarak Aile
Mahmut H. AKIN - Türkiye’de Muhafazakârlığın Direnme Odağı Olarak Aile
F. Beylü DİKEÇLİGİL - Aileye Dair Kabullerin Ezber Bozumu
Frank F. FURSTENBERG - Sarah KAPLAN - Sosyal Sermaye ve Aile
Eugene LITWAK - Mesleki Hareketlilik ve Geniş Aile Birliği
Türkiye’de Aile Pratiği
Berivan VARGÜN - Üzeyir TEKİN - Aile Kurumu Çerçevesinde Töre Ve Na-mus Cinayetleri
Osmanlı’da Aile
Abdurrahman KURT - Osmanlı Aile Yapısı
Edebiyatımızda Aile
Ömer TORLAK - Modernleşme Kurgusu Olarak Ailenin Türk Romanına Yan-sıması
Firdevs CANBAZ YUMUŞAK - Osmanlıdan Cumhuriyete Türk Romanında Aile Kurumu ve Ütopik Romanlarımızda Aile
Ferda ATLI - Aile Kavramının Ağaoğlu Romanlarındaki Akisleri
Derkenar
Fatih ERTUGAY - Potestas ve Populus Arasındaki Mesafe Daralırken Auctocritas’ı Yeniden Ele Almak



İrtibat:

Bayındır 1 Sok. No:15/19
Kızılay - Çankaya
Ankara
0 312 431 21 55
www.muhafazakar.com
dergi@muhafazakar.com

'Yolcu' dergisinin 68. yürüyüşü

YOLDAKİLER:
*ferhat kalender *yahya kurtkaya *ismail aykanat *ömer idris akdin *müştehir karakaya *e. erhun köse *ferhat dönmez *dursun ali sazkaya *mehmet kaya *mustafa atalay *bilal can *sulhi ceylan *abdussamet geçer *mehmet aycı *rıza kemal g. *faik öcal *hikmet kızıl *burak akarsu *eyyüp akyüz *ercan çiftçi *ahmet matar *habil yaşar *a. vahap dağkılıç *selçuk küpçük *adem dönmez *selami ay *banu özbek *ferhat özbadem *reyhan çarboğa *özgür puya *reşat beşar *semih bolat *baran aydın *feyzi baran *bünyamin doğruer *ömer çoban *hamza çelenk

MECMUANIN ORTA YERİ: AHMET USTA PROF. DR. NABİ AVCI’YI KONUŞTURDU:
“GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA OKULLAR, MİADINI DOLDURMUŞ KURUMLARDIR!”

“Fabrika düzeni sanayi devriminin getirdiği seri üretim, minimum maliyetle maximum ürün almayı amaçlayan fabrika mantığının eğitime uyarlanmasıdır. Ama artık biliyoruz ki dünya sanayi devrimi, fabrika düzeni yerini başka süreçlere bırakıyor. Yani artık sağıyla soluyla 19.yy. ortak zemini paylaştığı zemindir prodüktivizm, kalkınmacılık. Günümüzde artık yerini başka bakış açılarına başka dünyalara bırakmaya hazırlanıyor; ama yerleşik yapıları -öğretmenin kürsüsü gibi- aynı zamanda belli iktidar göstergelerini ima ediyorsa ve onları da içeriyorsa onlarla başa çıkmak ve onları çok kısa zamanda tasfiye etmek o kadar kolay değil.”

FERHAT KALENDER SEYİR DEFTERİ’NDE YAZDI:

“Ergenlik ve olgunluk dönemini Batı’da yaşayan modernite; teknolojisine dayanarak kullandığı askeri yöntemlerle, hızlı bir sömürgeleştirme düzeni oluşturmaya başladığı istila dönemlerinde karşılaştığı Müslüman dünyada da hayret ve şaşkınlık oluşturdu. Ardından gelen büyük yenilgiler ve yıkım sonrası teslim alınmışlık duygusu, geleneksel olarak sürdürülen değerler sistemini alt üst etti. Dünyayı ‘bir gölgelenme anı’ olarak bilen Müslüman muhayyilenin gelecek tasavvuru, ahiret yurdu ile kaimdi. Dünyası elinden alınan Müslümanlar ahiretlerini de unutur hale geldiler. Yaşam kodlarını sürekli şekilde canlı tutan hakikat arayışı, çarpıldıkları modern gerçeklik karşısında zihnen ve kalben tahribe uğradı. Kendilerini var eden değerlerin ilahi olandan arındırılması ile ortaya çıkan sonuç yani gerçeklik, iman boyutunda kutsandı. Modernitenin ilerlemeci mantığına ram olabilmek için kendini geri ve arkaik olarak gören Müslüman dünya, ne pahasına olursa olsun önüne konan aydınlık çağı yakalama gayreti içerisine düştü. Batı kendini küçümseyen, aşağılık kompleksi içerisinde yüzyıllardır süregelen birikimlerini yük görüp kucağına oturmak isteyen bu topluluğu yeni bir ideoloji ile kutsadı: Modernistler!”


İrtibat:

Kale mah. Kazımpaşa cad. Akman iş merkezi 18 / 2 Samsun
0362 431 14 44
yolcu@yolcudergisi.com
www.yolcudergisi.com

2012-05-22

'Nida' dergisinin 153. sayısı

Mayıs-Haziran 2012

Her din, ideoloji ve görüş için söz konusu olan yayılma ve kabul görme arzusunun ahlaki bir temeli var mıdır ve bu ahlaki temelin çerçevesi nedir? Tebliğ ile yayılmacılık arasında bir ilişki var mıdır? Fetih diye kavramsallaştırılan veya gaza ideolojisi olarak karşımıza çıkan şey, bir ‘İslâm’ ve ‘kültür’ taşıma mıdır yoksa ideolojik bir hedef midir? İslam adına hareket eden yapı veya organizasyonların faaliyetlerinin yayılma bağlamında tahlili nedir? Gözetilmesi gereken ahlaki ve ilkesel sınırlar nelerdir?

‘Ameli oluşturan, tüm eğilimlerimizi yönlendiren bilgi ve fikirdir. Gerek birey gerekse cemaat ve grupların eğilim ve yönelişlerindeki hata, zaaf ve eksikliklerin her birinin, bilgi, fikir ve tutturulan dil’den kaynaklanan bir hata kökü bulunmaktadır.’ önerme ve kabulümüzden hareketle, emek ve çabaların teksif edilmesi gereken yönün bilgi, iman ve bu çerçevede oluşan dünyaya bakış, perspektif olması gerektiğini ısrarla vurguluyoruz.

Dergimizde, klasik anlamdaki fetih ve gaza ideolojisini eleştirel bir dille ele alırken; meselemizin, tarihin bir sayfa ve karesini karalamak olmadığı, bilakis bugüne yön veren saikler olarak sağlam tahlil edilmesi ve bugüne yön vermeyen ya da vermemesi gereken yerlerde ise bir misyon yükleme eğilimine girmemek gerektiğinin analizini sunmak olduğu bilinmelidir.

Nida Dergisi’nin sayfaları arasında heyecan ve ilgi uyandıran yazılar ve yazarlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

Hudeybiye Seferi ve Fetih Sûresi
HİKMET ZEYVELİ

Osmanlı’nın Gaza Anlayışından Günümüze Kısa Bir Tahlil
NURETTİN ÖZCAN

Hakk’ı Yaymak Gerekir
M. KÜRŞAD ATALAR

Osmanlı Gaza İdeolojisi ve Günümüzün Fütuhatçı Zihniyeti
ÜMİT AKTAŞ

İslam “Savaşçı” Bir Stratejiyle mi Gelişti
MUSTAFA ARSLAN

İslâmi Yayılmacılık
ÖMER ŞEVKİ HOTAR

SORUŞTURMA; Âdem Apak, Mustafa Tekin, Cengiz Çağla
Hazırlayan: NİDA

Atasoy Müftüoğlu ile
Röportaj: Abdulkadir Satış

Ali Şeriati ve Kur'an-ı Kerim
MURAT KAYACAN

Rumuzlu Neşideler
MALİK BİN NEBİ

Kadim Bir Bilge: Dersu Uzala
SELMA ELMAS

Cemal Şakar İle Dil Bağlamında İmge ve Gerçeklik Üzerine
Söyleşi: Mücahid Sağman

İrtibat:
0 422 321 21 87
www.nidadergisi.com
nida_dergisi@hotmail.com

'Dergâh' dergisi 267. sayısında

Mayıs 2012

Yavuz Altınışık, Mehmet Narlı, Mehmet Baş, Fatma Şengil Süzer, Muhammed Mücahit Yılmaz, Ayşegül Genç, Serdar Arslan, Fatma Esti ve Duygu Küçüker bu sayının şairleri. Atakan Yavuz ve Zeynep Yörük ‘derkenar’ sütunlarında yazdı. Melek Paşalı ile Mustafa Başpınar hikâyeleriyle bu sayımıza katkıda bulundu. Ömer Yalçınova edebiyatın bugünü üzerine dikkate değer bir yazı yazdı. Bilal Kemikli Mevlana’nın oğlu Sultan Veled’in yetiştiği muhiti anlatıyor. Bu sayının ‘orta sayfa sohbeti’ni Yavuz Altınışık hazırladı. İlk romanını çıkaran Selman Bayer ile konuştu. Bayer bürokrasiyi merkeze alan bu ilk romanında belli bir olgunluğa ulaşmış. Ondan çok daha iyi eserler bekliyoruz. Hasan Öztürk Mehmet Rauf’un “Genç Kız Kalbi” adlı çok bilinmeyen bir romanını irdeliyor. İdiris Demirel “Türklük meseleleri” üzerine ilginç bir makale yazdı. Mustafa Kadir Atasoy’un yazısı “kültür-politik” konusunda.

2012-05-21

İNCE ELEYEN dergisinin 11.sayısı çıktı

Bu sayımızda da, sizleri yeni çıkan kitaplarla, tanıtım ve değerlendirme yazılarıyla baş başa bırakıyoruz. Ayrıca, bu kez önceki sayılarımızda olmayan bir şey yaptık: Bir ressamla söyleşi. Bundan böyle, her sayımızda farklı sanat alanlarından önemli isimlerle söyleşilere yer verecek; dergimizi sadece kitap tanıtım-değerlendirme ve eleştiri dergisi olmaktan çıkarıp sanatın değişik dallarıyla ilişkilendireceğiz.

İnceeleyen’in 11. sayısında, çoğunu önceki sayılarımızdan da bildiğiniz yazarlara ait olmak üzere, birçok yazarın kaleminden çıkmış ciddi yazılar bulacaksınız. Fahri Maden, Murat Soyak, A. Cüneyt Issı, Hatice Eğilmez Kaya, Sedat Sezgin, Nurşen Kaygısız, İlyas Yılmaz, Mehmet Baş ve Namık Açıkgöz, bu sayıda yazılarına yer verdiğimiz isimler. Yazar kadromuz her sayıda zenginleşiyor. Ayrıca, giderek, kitap tanıtım-eleştiri ve değerlendirmenin tek adresi bir dergi olmaya gidiyoruz. Bu, sizlerin teveccühleriyle oluyor.

Kitap dünyasına dair her şeyi bulabileceğiniz İnceeleyen Dergisi, bu sayıyla birlikte bir yeniliğe de imza atıyor. Bundan böyle, İnceeleyen’in her sayısı ayrıca ‘cep dergi’ olarak yayınlanacak. Cebinize sığabilecek bu dergi özellikle şehir içi ve/veya şehirlerarası yolculuklarınızda sizlere eşlik edecek.

Bir yandan da, www.inceeleyen.com adresli sitemizin hazırlıklarına hız verdik. Sitemizin iki dil olacak: Türkçe ve İngilizce. Türkiye kitap dünyasını Türkçe, dünya kitaplarını ise İngilizce olarak sizlere tanıtacağız. İnceeleyen, dünyanın kitaplığından sizleri haberdar etmek istiyor.

Yeni sayılarda yeni kitap ve konularla, söyleşilerle yeniden birlikte olmak dileğiyle,

İyi okumalar…

A. Cüneyt Issı


Dergi için irtibat:
bilgi@inceeleyen.com
www.inceeleyen.com

2012-05-20

Mardin'de Mavera saatleri

Diyarbakır Havalimanı'ndan hareket ettikten yaklaşık bir saat sonra, saat 12 sularında Mardin'deydik. Günlerden 11 Mayıs 2012, Cuma...

Harika bir Mardin güneşinin selamını aldık. Mardin, her zaman Mardin'dir. Sıcağıyla, çöl toprağından bozma yaylasıyla, insanın gözünü korkutan yamaçlarıyla...

Ama yeni Mardin'i arkada bırakıp bizim bildiğimiz baba ocağı Mardin'in yamaçlarını tırmanmaya başladığınızda sırtınızdan akan ter bile rahatsız etmekten çıkıp üzerinize garip bir ferahlık sunuyor.

İnsan hayret etmekten, hayran olmaktan kendini alamıyor. İnsanoğlunda meğer istediği takdirde ne gayret olurmuş! O sarp tepenin yamaçlarına inşa edilen sıradan evler bile harika birer sanat ürünü... Camilerin insanın yüzüne üflediği serinlikten yapılmış hayat iksiri... Kalın taş duvarların burada iki işlevi var, birisi o yamaçlarda bu binaları kavi tutturtmak ise, diğeri de binanın içini dışarının soğuğundan ve sıcağından sıyanet etmeye yönelik...

O gün akşama kadar Mardin'in daracık sokaklarında, bazı yerleri yaya olarak, bazı yerleri bize tahsis edilmiş otobüsle dolaştık. Her şey güzeldi, insanlar, evler, üst üste yığılmış taş binaların manzarası, Maraş'ın Düvenönü çarşısını andıran çarşısıyla her şey... Bunca güzellik arasında hüzün veren tek şey, o güzelim sokakların bakımsızlığı, uçuşan kâğıt parçacıkları, tozlardan oluşmuş uçuşan kümecikler...

Ertesi gün (Cumartesi, 12 Mayıs) ziyaretimizin asıl nedenine yönelik Türk Edebiyatında Mavera Hareketi başlıklı program gerçekleştirildi. Programdan önce Mardin Artuklu Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Bediî Omay ile kuliste bir çay içimlik sohbetimizde, onun 1980'li yıllarda henüz Ankara Fen Lisesi öğrencisiyken Mavera dergisine gidip geldiğini, orada bazı hizmetlerde bulunduğunu öğrendik. Daha sonra programın açılışındaki selamlama konuşmasında da dergiyle ilgili anılarını paylaştı. Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mustafa Oflaz da bir selamlama konuşması yaptı ve panele geçildi. Panel yöneticisi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Beyhan Kanter idi. İlk sözü bana verdi. Benim konuşma konum "Mavera Dergisini Doğuran Koşullar" idi. Daha sonra sırasıyla Mustafa Özçelik:"Bir Edebiyat Mektebi Olarak Mavera", Mehmet Atilla Maraş: "Şiir Sanatının Okumaya Çalıştığı Bir Alan: Mavera" ve Şaban Abak: "İslamın Savunma Kaleleri Olarak Dergilerimiz: Büyük Doğu'dan Mavera'ya" konulu konuşmalarını gerçekleştirdiler. Dinleyicilerin sorularının cevaplandırılmasıyla toplantı kapatıldı.

Salonda programı izleyenlerin ilgisi ve dikkati takdire değerdi.

Ayrıca bizlerden ilgisini esirgemeyen Mardin Artuklu Üniversitesi öğretim üyelerinin, öğrencilerin içten ilgisi hepimizin göğsünü kabarttı. Mardin'e geldiğimiz akşam Üniversitenin Şark Odası'ndaki sohbet havası orada buluşanların birbiriyle kaynaşmasını pekiştirdi. Mardin Valisinin müzikolog Alâeddin Yavaşça'yı da sohbete daveti gecenin sürprizi oldu.

Başta Panele katılmak istemelerine rağmen bilahare mazeretleri dolayısıyla katılamayan Prof. Fatih Andı ile Prof. Nazif Gürdoğan da orada olsaydılar kuşkusuz program daha da zenginleşmiş olacaktı.

Programın organizasyonunda saha hizmetlerini başarıyla üstlenip götüren Yrd. Doç. Dr. Adnan Oktay'ın emeği olmasaydı bu program kalitesinden çok şey kaybederdi. Elbette programın her safhasında desteği, katkısı ve teşviki ile Rektör Serdar Bediî Omay ile Dekan Mustafa Oflaz'ın ve Yrd. Doç. Dr. Beyhan Kanter'in katkısı her türlü takdirin üstündeydi. Bizlere gösterdikleri candan ve sıcak ilgi hafızalarımızda her zaman tazeliğini koruyacaktır. Hepsine Mavera ailesi olarak şükran borçluyuz.

Rasim Özdenören


Yeni Şafak
17 Mayıs 2012

'Dil ve Edebiyat' dergisinin 41.sayısı

Mayıs 2012

“Fetih Dili”ni kapak ve dosya konusu yaparak çıkan Dil ve Edebiyat dergisi...

Bugün sadece toplumumuzun duygu dünyasında geniş yer edinmekle kalmayıp dünya tarihi açısından da bir dönüm noktası olarak görülen İstanbul’un fethinin Osmanlı şiirinde yeterince işlenmemiş olmamasına dikkat çeken Şentürk, konuyu tarihî, edebî kaynakları çerçevesinde ele alıyor.

“İstanbul’un Türkler tarafından fethi, tarihin akışını değiştirecek derecede büyük bir hadise olup böyle bir değişimin özellikle fetihten sonra İstanbul’a akın eden ilim adamları ve şairler arasında heyecan oluşturmaması, kabul edilebilecek bir durum değildir.” diyen Şentürk, “Türk ve dünya tarihinin dönüm noktalarından biri sayılabilecek ‘Fetih’, o devir Osmanlı şiirinde âdeta yaşanmamış derecede suskun geçilmiştir.” tespitini yapıyor.

Şentürk makalesinde ayrıca şöyle diyor: “Daha sonraki dönemde şairlerin sıradan bir ada yahut hisarın fethini dahi en heyecanlı ve detaylı ifadelerle aktaran mısralarına karşılık geriye dönüp de İstanbul’un fethiyle ilgili manzum ve mensur eserlere göz gezdirildiğinde, böylesine parlak bir hadisenin izlerinin son derece sönük kaldığı görülür.”

Prof. Dr. Atilla Şentürk, sadece sorgulamakla yetinmiyor elbette, kaynaklar çerçevesinde durumun edebî, tarihî, sosyolojik nedenlerini masaya yatırıyor.

Dil ve Edebiyat dergisi, bu sayısında Fetih Dili başlıklı dosyaya hayli hacimli bir yer ayırıyor. Prof. Dr. Kemal Yavuz Fatih Devrinde Türk Edebiyatı’nı yazarken, Prof. Dr. Kazım Yetiş de İstanbul’un Fethi ve İstanbul ile İlgili Türk Şiirinde Bir Gezinti başlıklı makalesinde okuyucuyu nostaljik bir gezintiye çıkarıyor. Dosyada yazıları yer alan diğer isimler Önder Bayır, Nevzat Bayhan, Üzeyir İlbak ve Mustafa Özçelik... Bayır, fethin tarihî yönünü ele alırken Bayhan fethin bir gönül dili geliştirdiğini belirtiyor. İlbak ise, fethin İslam medeniyetinde ne anlama geldiğini sorgulayarak güncel tartışmaların ötesine geçmemiz gerektiğine işaret ediyor ve hadiseye medeniyet perspektifinden bakmayı öneriyor: “İstanbul’un fethi dünyayı ve dünya medeniyetini yeni bir aşamaya sevk etmiş; imparatorluklar başkentine yeni bir medeniyet aşısı yaparak evrensel bir ruhun dirilişine öncülük etmiştir. İçine geldiği ve getirdiği farklılıkları ötekileştirmeden bütünleştirmiştir”. Hacimli fetih dosyasının içinde dikkatleri çeken bir diğer eser de önemli bir şiir… Nâzım Hikmet’e ait ve “Sekiz Yüz Elli Yedi” başlığını taşıyan bu şiir, ideolojik kimliğiyle tartışılan bir şairin İstanbul’un fethine tarih düşürmesi açısından özel bir önem taşıyor.

Dil ve Edebiyat dergisi her geçen gün içeriğini zenginleştirmeyi ve yeni isimlerle gücüne güç katmayı sürdürüyor. Dergide dikkat çeken bu isimlerden biri Ömer Lekesiz… Lekesiz, Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat şiirinde imgelerin nasıl geliştirildiğine yoğunlaşıyor: Hızırla Kırk Saat Şiirinde Kültürel İmgelerin İhyası ve İmhası başlıklı yazısı orijinal yaklaşımıyla önem arz ediyor. Dil ve Edebiyat dergisinde yer alan edebiyatımızın önemli bir diğer ismi Adnan Özer… Özer, Gustavo Adolfo Becquer’in İspanyolca aslından bir şiir çevirisiyle dergide yer alıyor.

Dil ve Edebiyat dergisinin Mayıs sayısında yer alan yazı ve şiirler bunlarla sınırlı değil elbette… Ancak hepsi de dergiyle buluşanların sahip olabilecekleri zenginlik olarak kalsın diyelim ve okurları Dil ve Edebiyat’ın yenilenen tasarımı ve daha beğeniyle takip edecekleri içeriğine davet edelim.

2012-05-18

Diriliş düşüncesinin mimarı Sezai Karakoç'tan açıklamalar, tespitler ve çözüm önerileri

"Batı parçalayıcı, İslam birleştiricidir" diyen Sezai Karakoç'a göre, Kürtlerden bir grup aydın çıksa 'Diyarbakır sadece Türkün değildir, sadece Kürdün de değildir Arapların da değildir hepsinindir' deseydi, bugünkü durum olmayabilirdi.

Diriliş düşüncesinin mimarı Sezai Karakoç, batıcılık, milliyetçilik konusunda çarpıcı açıklamalar yaptı..'Batı parçalayıcı, İslam birleştiricidir' diyen Sezai Karakoç'a göre, Kürtlerden bir grup aydın çıksa "Diyarbakır sadece Türkün değildir, sadece Kürdün de değildir Arapların da değildir hepsinindir deseydi, bugünkü durum olmayabilirdi. Karakoç, "Aslında bu ses çıkabilirdi de Kürt aydınından, müsaitti" diye konuştu.

Sezai Karakoç, "Kürtler kilit taşı rolündedirler. Birleştirme misyonunu üstlenseler idi halk bugünün yüz katı arkalarında olurdu. İçlerinde bulundukları dört devleti birleştirebilirler. Dilleri de böyledir. Kürtler birleştirme misyonunu üstlenseler idi, bugünün on katı yüz katı halk arkalarında olurdu. Dört devletçiği birleştirmek işini en çok Kürtler ve Kürt aydınları yapabilirdi. Öncülük anlamında tabi, yoksa tek başına yapamazlar. Ancak bu fikirler doğmadı, bu da yine devletin suçudur. Devlet medrese sistemini resmen kapattı. Sonra en önemlisi hocaların, ağaların, şeyhlerin çocuklarını devlet, Halk Partisi aldı. Güya asimile etmek adına ulus devletçi yapmaya kalktı. Bir kısmını Batı’ya eğitime gönderdiler. Sonra demokratik düzene geçince, hepsi milliyetçi oldular. Zihniyetleri ise CHP ile aynıdır" ifadesini kullandı.

İşte Sezai Karakoç'un İstanbul'da Diriliş Partisi il merkezinde yaptığı konuşmadan satır başları...

Sorunların temeli Osmanlı sonrası kurulan devletlerin suniliği köksüzlüğü

Devletimiz olan Osmanlı devleti 1918 de resmen bitmiş oldu. Sonrasında devlet parçalandı ve bir takım devletler ortaya çıktı. Şu anda çektiğimiz bütün sıkıntıların temelinde bu devletlerin yada devletçiklerin kuruluşundaki sunilik ve köksüzlük yatıyor. 100 yıla yaklaşıyoruz 2018 . Bu işi çözemediğimiz bu eski devletinin halkının-tebaasının problemlerini çözemediğimiz taktirde bir asır dönmüş olacak. Ondan sonra aynı problemlere devam mı edeceğiz daha mı ciddi durumlar doğacak bunu göreceğiz.

İktidarın iddiası 2023’de güçlenmiş bir Türkiye. Ama düşünmüyor ki tek başına Türkiye’nin meselesi değil bu

Türkiye’ye bakalım diyorlar ki 2023 de cumhuriyetin 100. Yıl dönümü olacak işte yüzüncü yıldönümüne kuvvetlenmiş güçlenmiş bir Türkiye olarak çıkmaya çalışıyoruz. Şu andaki iktidarında iddiası bu. Ama düşünmüyor ki tek başına Türkiye’nin meselesi değil bu mesele. O 1918 deki duruma bağlı. Yalnız Türkiye’ninki değil şu an Suriye’de olan çatışmaların nedenini araştırırsak yine gidecek 1918’e varacak.

Devletlerin suniliği onları parçalanmaya götürüyor. Şimdi Irak, Suriye. Sırada İran, Türkiye

Irak üç parça olmuş can çekişiyor, artık bölünme aşamasında. Bölünmesin diye uğraşanlar var ama bir yandan şartlar ve diğer yandan kökteki sunilik (yapaylık) diyor ki parçalanacaksınız.

Şimdi aynı şey Suriye’ye de sirayet etti. O da parçalanayım mı parçalanmayayım mı kavgasını yaşayacak. Bu daha sonra İran’a intikal edecek. İran daha dayanıklıdır, çünkü din esası üzerinde duruyor. İran’ın şartları daha değişik, fakat buna rağmen bu parçalanma hadisesinin temelinde yatan faktör İran’da da ateşlenirse ki o faktör milliyetçiliktir, İran da bu parçalanmanın önünde duramaz. Arapların paramparça oluşu ortadadır. Körfezde beş altı tane ufacık devletçik var güya. Bunlar normalde ne kadar yaşayabilirler?

Meselenin kökü şudur; Osmanlı devleti parçalandığı zaman, ortaya çıkan bu oluşumlar nasıl oluştu ve bunların dayanıklılığı ne kadardır? Mesele budur.

Parçalanmanın temelinde yatan ana faktör: Milliyetçilik

Batılılar Osmanlı Devleti’ni oluşturan halkları sürekli olarak tahrik ettiler. Her yerde bağımsızlık ateşi yakıldı. Öncelikle gayrimüslimlere. Avrupa’daki gayrimüslimler milliyetçilikle kışkırtıldılar ve ayrıldılar. Rumlar, Sırplar, Romenler, Bulgarlar, hepsi.

Sonra bu ateş Müslüman kitlelere de aşılandı. İlk olarak Arnavutlara aşıladılar. Çünkü onlar Avrupa’da idi. Onlara sizin kökünüzde Latinlik vardır dediler düşününüz ki en meşhur Türkçe Lugatı hazırlamış olan Şemsettin Sami’yi dahi bu milliyetçilik hususunda kullanmak istediler.

Türkiye dâhil Osmanlı sonrası tüm devletler milliyetçilik temelli kuruldular

Daha sonra devlete açılan savaş sonucu devlet yıkılınca, bütün halkları kışkırtarak ayrılmaya teşvik ettiler. Bunlar da bu model üzerine sözde devletlerini kurdular. Irak, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan, Mısır, Cezayir, Tunus, Fas hep böyledir. Ancak sonunda bunların hepsini işgal ettiler.

Türkiye, Anadolu olarak Kurtuluş Savaşı’nı verdi ve kendisini kurtardı. Ama yeni devlet nasıl olacaktı?

Yine aynı hastalıkla hareket edildi. Madem bizden kopanlar milliyetçilik ile ayrıldılar, biz de milliyetçilik ile bu işe girişelim dediler. Ama bugün görüyoruz ki bu ayrılmalar ne Arnavutlara ne Araplara ne diğer kavimlere yaramamıştır. Gayrimüslimler bile azınlık olarak dağılıp Avrupa’nın içinde kayboldu.

Milliyetçilik Yunanlara Bulgarlara dahi yaramadı, Osmanlıda en azından özerktiler

Şimdi Yunanistan kaybolmak üzeredir. Bulgarlar defalarca efendi değiştirdiler. Alman istilası ile Rus istilası ile. Şimdi yine Almanların ekonomik hâkimiyeti altındadırlar. Osmanlı hakimiyeti altında en azından az çok özerktiler. Kendi hayatlarını yaşıyorlardı. Ancak Osmanlı sonrası defalarca esarete düştüler.

Müslüman olarak ayrılanlar da bugün binbir sıkıntı içindedir. Irak Arapçılık yapmaya kalkıştı. Halbuki Kuzeyinde Kürtler, güneyinde Şiiler var. Kerkük’te Türkler var. Buralarda milliyetçilikle bir devlet nasıl ayakta tutulabilir? Önce şerif ailesinden kral tayin edildi, sonra İngiliz idaresi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsız olunca da problemler ortaya çıktı. Şimdi ise Irak paramparçadır. Aynı durum Suriye’ye intikal ediyor. Hatta orada gayrimüslimler de var. Şimdi bu devletin milliyetçilik ile, ulus devlet fikri ile, Suriye devleti adı ile yaşaması mümkün değil. Bir de dışarıdan karıştırıldığına göre yaşayamayacaktır.

Arapların en büyüğü Mısırın geleceği dahi karanlıktır

Arapların en büyüğü Mısır’ın geleceği dahi karanlıktır. Yakın bir gelecekte orada büyük bir patlama olabilir. Asıl hedef Mısır’dır. Çünkü Arapları her şeye rağmen bir araya toplaması beklenen en büyük devlet orasıdır. Ama Mısır, belki en büyük patlamayı yaşayacak ve paramparça olacaktır. Temenni etmiyoruz, inşallah olmaz. Fakat tarihi sosyolojik yapı bunu gerektiriyor. Bütün Arap devletçikleri de aynı durumdadır.

Ulus devlet fikri ile kurulan devletlerin hepsi çürük

Ulus devlet fikri ile kurulduğu için ve geçmişteki yapıya hiç uymadığı için Batı’dan alınan fikirlerle kurulan devletlerin hepsi çürüktür. Milliyetçilik, nasyonalizm kavramı, bizim yapımıza, 1400 yıllık İslam halkları yapısına hiç uymayan teoride kalan soyut bir kavramdır. Osmanlılar genişleyip büyüyünce kavmiyet iddiasını bırakmış ve herkesi toplayan ana damara, İslam’a sarılmışlardır. Ve onun için uzun boylu yaşamışlardır. 1918’den sonra doğan parçacıklar, milliyetçiliğe sarıldılar ama hemen hepsi işgal edildiler. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsız oldular, ancak derhal birleşmeleri yeni bir proje gerçekleştirmeleri gerekirken bunu yapamadılar. Zaman kaybettiler. Bugün patlak veren Arap baharı ile bu coğrafya paramparça olmaya doğru gidiyor.

Cumhuriyetin kuruluşu da maalesef aynı modeldir. Mademki çoğunluk Türk’tür, buna Türkiye Cumhuriyeti diyelim. Batı’da ulus devletler, Almanya, Fransa var. Bizde niye Türkiye demeyelim dediler ve böyle kuruldu. Fakat bugün görülüyor ki bu şekilde yaşaması mümkün değildir. İşte güneydoğu sorunu, Kürt meselesi. Küçük bir mesele zannedildi baştan, ama büyük bir problem olarak duruyor ve çözülemedi. Ve çözülecek durumu da yok.

Kürtler iflas eden milliyetçilik teorisine sarıldılar, bir yere varmaları mümkün değil

Kürtlere gelince. Kürtler de aynı yola sarıldılar. Batı’da Londra Kürdoloji Ensitüsü’nde vb. yerlerde yetiştikleri için buna sarıldılar. Onlar da ırkçılık yolu ile gidiyorlar. İflas eden bir teori ile bir yere varmaları mümkün değildir. Kürtlerin şansı bunun tam tersinde idi. Tabii ki, elbette ki bu ulus devlet denilen nesnede, daha az olan halkların bir takım hakları çiğneniyor, onlar asimile edilmek isteniyor. Buna karşı çıkmaya elbette insanların hakkı var. Fakat bunun çözümü biz de ayrılalım değil. Tam tersine Kürtler hem kendileri için, hem bütün buradaki dört devlet için bir şans iken, bu şansı tam tersine kullandılar. Neydi bu şans; BİRLEŞTİRME!

Kürtlerin şansı ayırmak değil birleştirmek idi

Kürtler birleştirmeye çalışmalıydı. Ayırmak ve ayrılmak yerine. Neyi birleştirmeye, bu dört ülkeyi. Türkiye’yi, Suriye’yi, İran’ı ve Irak’ı. Aksine bu devletleri parçalayıp kendilerine bağımsızlık sağlamak yolunu seçtiler. Halbuki bu hem mümkün değil, hem bu hareketin bir sonucu yok. Kürtler ayırmaya değil, birleştirmeye çalışsalar idi daha muvaffak olurlardı.

Kürt aydını; Diyarbakır sadece Türkün değildir, sadece Kürdün de değildir Arapların da değildir hepsinindir diyebilirdi

Kürtlerden bir grup aydın çıksa idi ve dese idi ki; Hiçbir memleket hiçbir ırkın değildir. Diyarbakır Kürtlerin değildir, sadece Türklerin de değildir. Arapların da değildir. Hepsinindir.

Aslında bu ses çıkabilirdi Kürt aydınından. Aslında bu sesin çıkmasına müsaitti oralar çünkü medreseler vardı. Bu medreselerde saydığımız bütün ırkların sahip olduğu medeniyet okunuyordu, öğretiliyordu. Arapça, Farsça, Türkçe, Kürtçe o medreselerde yoğruluyordu. Bu medreseden çıkan insanlar ırkçı olmazdı.

Kürtler kilit taşı rolündedirler. Birleştirme misyonunu üstlenseler idi halk bugünün yüz katı arkalarında olurdu

Kürtler dört devletle de akrabadırlar. Kilit taşı rolündedirler. Bu dört devleti birleştirebilirler. Dilleri de böyledir. Kürtler birleştirme misyonunu üstlenseler idi, bugünün on katı yüz katı halk arkalarında olurdu. Dört devletçiği birleştirmek işini en çok Kürtler ve Kürt aydınları yapabilirdi. Öncülük anlamında tabi, yoksa tek başına yapamazlar. Ancak bu fikirler doğmadı, bu da yine devletin suçudur. Devlet medrese sistemini resmen kapattı. Sonra en önemlisi hocaların, ağaların, şeyhlerin çocuklarını devlet, Halk Partisi aldı. Güya asimile etmek adına ulus devletçi yapmaya kalktı. Bir kısmını Batı’ya eğitime gönderdiler. Sonra demokratik düzene geçince, hepsi milliyetçi oldular. Zihniyetleri ise CHP ile aynıdır.

Ulus devlet fikrini yumuşatsalar da 1950 sonrası tüm iktidarlar CHP içinden çıktılar temel ideolojileri aynıdır

Ülkemizde 50’den sonraki iktidarlar da bu meseleyi çözemediler. Çünkü CHP’nin içinden çıkmışlardır ve TEMEL İDEOLOJİLERİ AYNIDIR. Ulus devlet fikrini yumuşatsalar da devlet şemasını değiştirmediler. Fikri bakımdan da çok zayıftılar. Bu yüzden onlar da mevcudu devam ettirdiler.

Osmanlı ırk temelli bir yapıya iltifat etmedi

Türkiye ve İran’ın da akıbetleri Irak ve Suriye’nin peşindedir. İran’ı din ayakta tutuyor ama baskı çok büyüktür, bu baskı altında ayakta duramaz. Bir atılım yapması lazım. İran’da bir din devleti kuruldu ama bu devlet adeta milli bir din devletidir. Milliyetçiliğin ve maalesef Fransız İhtilali’nin etkisi var. Osmanlı ise ırk temelli bir yapıya hiçbir zaman iltifat etmedi. İran devrimini üç unsur oluşturuyor, üç temel üzerine kuruldu bu devrim. Bunlar, din, Fransız devriminin etkisinde bir cumhuriyetçilik ve İrancılık yani milliyetçilik.

1979 da devrim olunca gittim, Cağaloğlu’ndaki İran konsolosluğuna baktım. Yazıhaneye yakındır. Bayrağı değişmişti, yaklaşıp levhasına baktım, İran İslam Cumhuriyeti yazıyor. Madem İslam diyorsun, niye buna İran’ı da ilave ediyorsun? Madem İslam neden cumhuriyeti ekliyorsun? Rejim böyle yaparak kendi kendini sınırladı. İran’la sınırladı cumhuriyet ile sınırladı. Aynı Suudi Arabistan gibi. O da kendisini Hem Suudlukla, hem de Araplıkla sınırlıyor.

Yeni anayasa çözüm değil. Çözüm anayasaya Kürtleri koymak da değildir

Şimdi bütün sorunlarımızın temelinde bu anlayış yatıyor. Anayasa yapılsa ne olacak. Çözüm anayasaya Kürtleri koymak değildir.

Batıcılıkla milliyetçilikle ve demokrasi ile yüzleşmeli ve hesaplaşmalı kendi otantik ideolojimiz anayasaya konmalıdır

Bizim mutlaka şu 3 şeyle yüzleşmemiz ve hesaplaşmamız lazımdır; Batıcılık, Milliyetçilik ve daha sonra gelen demokrasi. Müslümanların bunlarla hesaplaşıp orijinal ve kendine has ideolojisini bulması lazımdır. Eğer bu ideoloji bulunamazsa bir çıkış yolu yoktur. Çünkü saydığımız bu üç şey tamamen Batı’dan alınmıştır. Yeni anayasa da kendi otantik ideolojimiz konmalıdır

Liberaller din konusunda ittihatçılar gibiler

Şimdi liberaller denen bir grup çıktı ortaya. Medyada bayağı etkililer. Anayasaya da etki yapmak istiyorlar ve ırkı, dini bir tarafa bırakalım diyorlar. Din konusunda tıpkı ittihatçılar ve gibi düşünüyorlar, bu noktada onlarla beraberler. Soyut bir devlet teorisidir önerileri. Anayasanın alt planında bu olsun istiyorlar. Halbuki böyle bir şey dünyanın hiçbir yanında yok.

Fransa’da devletin temelinde Fransızlık, milliyetçilik var. Daha başka düşünceler var, Fransız ihtilali var kökünde. İngiltere’de İngilizlik var, ABD’de Amerikancılık var kökünde. Hristyanlık var zaten hepsinde.

Liberaller köksüz soyut bir yapı istiyorlar. Geçmişi olmayan yapan yapının geleceği de olmaz

Şimdi siz burada bu liberallere bakıp da geçmişi olmayan, tarihsel bir yönü olmayan, tamamen soyut bir yapı kurarsanız, onun geleceği de olmaz. Geçmişi olmayan, bugünü olmayan şeyin geleceği de olmaz. Türkiye bu tehlike ile karşı karşıyadır.

Batıcılık asla çıkar yola götürmez

Irkçılığı, milliyetçiliği ne kadar yumuşatmaya çalışırsanız çalışın, istediğiniz kadar biz Türk derken ırkı kastetmiyoruz deyin, o da bir çare değildir. Batıcılık bizi her zaman taklide götüren ve asla bir çıkar yola götürmeyen bir eğilimdir. Bütün bunları Batılılar da gördüklerinden bizim için yeni bir kelime attılar ortaya; demokrasi.

Demokrasi başı sonu belirsiz bir ideoloji, her kapıyı açan maymuncuk gibi bize empoze edilmek isteniyor

Şimdi demokrasi her türlü eksikliğin çaresi gibi gösteriliyor. Bir nevi maymuncuk gibi her kapıyı açar. Veya aspirin gibi, her türlü hastalığa çaredir, her renge yorulabilir. Her yere çekilebilir. Ucu bucağı olmayan, başı sonu belirsiz bir ideoloji gibi bize empoze edilmek isteniyor.

Oysa bu faydaları da sakıncaları da olan bir yönetim şeklidir. Bir denemedir, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yayılmaya başlayan yeni bir rejim denemesidir. Bunun başarılı olacağına da inanmıyorum. Herkesin kendi özlemlerini yakıştırdığı, fakat aslında onun içinde bu özlemlerin bulunup bulunmadığı belli olmayan bir rejimdir.

Artık dünya uzmanlaşmaya gidiyor. Depreme karşı yapılacak şeyler meclisin işi değil, uzmanların işidir. İhtisaslar o kadar ilerliyor ki, meclise çok az iş kalıyor. Sadece bir onay alıyor. Bir takım insanlar meclisi bir meslek, bir zanaat haline getirmiştir. Onu çıkarları için kullanıyorlar. Yürümüyor aslında. O zaman siyaset için siyaset muhalefet için muhalefet yapılıyor.

Mevcut sistemler çağın gerisinde iflas etmiş durumda, alternatifi olmadığı için ayakta duruyorlar

Artık teknoloji çok ilerlediği için bir çok müessesenin hükmü kalmamıştır. İllere göre milletvekilliği de çağdışı. İllerin vekili hepimizin vekili ise o zaman yine hepimiz seçebiliriz bugün teknoloji buna müsait. Adaylar tüm Türkiye’nin adayı olsun. Bu sistem Holanda’da, Belçika’da var. 450 kişilik bir liste ortaya konsun, millet bu listelere oy versin. Çağın gerisinden kalmış iflas etmiş bir sistem var ortada.

Pekiyi, karşısına ne konacak? Bu rejim alternatifi olmadığı için ayaktadır.

ABD, İngiltere, gelenekçi olduğu için eski yapıyı muhafaza ediyor. Dünya da bunları taklit ederek devam ediyor. Bugünün teknolojisi önünde artık bu yapılar bu rejimler ayakta duracak vaziyetten uzaklaşmış durumda. Ama sönmüş bir yıldızın hala ışığının gelmesi gibi bunların da geçmişten gelen bir devam durumları var.

Geleceğimizi düşünmek hepimizin görevidir. Madem ki Türkiye Batıcılık, Milliyetçilik ve şimdi de demokrasi üçlüsü ile ayakta sallanıyorsa ve sağlam değilse, bunun bir sendromu varsa ki Kürt meselesi bu hastalığın sendromudur, çok ciddi olarak memleketin aydınlarının bu konuyu düşünmesi lazımdır. Türkiye’nin sorunu kendine has değil. Irak’ta da, Suriye’de de, İran’da da, Mısır’da da sorun aynıdır. Körfez ülkeleri de Suudi Arabistan da ayakta duramayacaktır. Çünkü bunların hepsi çürük bir esasa dayalıdır.

İslam coğrafyası aydınları bu çöken yapıların yerine sağlam kalıcı yapının projelerini üretmeleri lazımdır.

Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Demokrasi ve liberallik. Bu süreç bir projedir

Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet, Demokrasi ve liberallik, bu süreç bir projedir. İslam dünyası düşünürleri çıkmalı ve buna karşı yeni bir yapıyı konuşmalıdır. Projeler tartışılmalı ve kabul göreni hareket haline gelmelidir. Yeni bir yapının İslam dünyasına hakim olması ve mevcut yapıyı değiştirerek yeni bir yere çıkmamız lazımdır.

Görüşümüz garpçılık-batıcılık değildir. Batıcı görüşler parçalayıcı, İslam bütünleyicidir

Bu ırkçılık değildir. Garpçılık-Batıcılık değildir. Bu Liberalizm değildir. Bütün bu görüşler, parçalayıcıdır, bölücüdür. Bize bütünleyici görüş lazımdır. Bu da İslam’dır. Fetret dönemleri dışında bu bütünlük sağlanmıştır.

Emeviler, Hz. Hasan’ın fedakarlığının anlamına eremediler. Ömer bin Abdülaziz buna teşebbüs etti ancak yapamadı. Emevilik, ırkçılık-asillik iddiası onların sonunu getirdi.

Bu gün de fetret devirlerinin en korkunçlarından birini yaşıyoruz. Ve Batı’dan aldığımız çareler çözüm olmadı tam tersi fetreti büyüttü.

Diriliş hareketi bir projedir. Biz diyoruz ki Türkiye’yi, Türkiye olarak düşünmeyelim. İslam Âlemi’ni bütünlükle düşünelim. İslam milleti kavramını yine ön plana çıkaralım, geçmişte olduğu gibi. İslam medeniyeti kavramını yeniden ortaya koyalım. Ve İslam devletine doğru gidelim. İranlısı da geliyorsa gelsin, gelsin zaten. Araplar da gelsin. Hiç birinin olmasın o devlet, İslam devleti olsun. Millet de, dili, ırkı, adetleri ne olursa olsun – İslam’a aykırı olmamak kaydı ile – muhteremdir. Herkesin mezhebi, tarikatı, cemaati kendinedir. Çünkü bir tek mezhepte birleşmeyi gerçekleştirmek temenni edilse de, mümkün değildir.

Zulmü küçük devletler, çürük devletler daha çok yapar

Eski yapılar devam ettikçe maalesef halklar zulumlere maruz kalacaklar. Bu devletçikler, küçük ve güçsüz oldukları için herhangi bir muhalefet gördükleri zaman, korkudan zulme kaçarlar. Zannedilir ki devlet büyüdükçe zulüm artar. Hayır, devlet büyüdükçe zulüm azalır. Küçük devlet korkar. Alır, yargılar, muhakeme eder. Ama korktuğu için kalkar, protesto yapanı vurur öldürür. Zulüm yapar. Çünkü kendisi sağlam değildir, bilir çürük olduğunu. Bu bakımdan bizim görüşümüz bir projedir.

Liberallik batıcılığın kılık değiştirmiş halidir

Müslüman aydınların uyanıp, Batı’dan gelen üç cereyandan kendilerini kurtarmaları gerekmektedir. Eski Batıcılık kılık değiştirerek içimize girmiştir. Tanzimat adı altında geldi sonra o değişti meşrutiyet adını aldı, sonra cumhuriyet adını aldı, milliyetçilik adını aldı, şimdi de liberallik adını aldı. Bunların hepsi aynı şeydir. Temeli Batıcılıktır.

Avrupa insan hakları batı ideolojisidir.

Bu Batıcılık onlara göre insancılık, hümanizm, aydınlanmadır. Çünkü Avrupa’nın, Batı’nın ideolojisi, onlara göre insanlık ideolojisidir. Halbuki Avrupa İnsan Hakları, Batı ideolojisidir ve buna sahip çıkmak Batıcılıktır. Bir İslam ülkesi için bu bir zuldür. Kendi ideolojisi yokmuş gibi, geçmişteki insanlar boşuna yaşamış gibi, hiçbir görüşleri yokmuş, tamamen hüda-yı nabit yaşamışlar, sanki hiçbir şey üretmemişler, hiçbir fikirleri olmamış, hiçbir medeniyet kurmamışlar gibi şimdi Batı’dan insanlığı, medeniyeti, insan haklarını alacağız. Bu tabi Batılılar için söylüyorum, aynı karganın tavus kılığına girmesi gibidir.

Tanzimat, meşrutiyet, cumhuriyet sürecinin halkası olan demokrasi ve liberallik ki, bugün önümüzdeki en büyük fikri tehlikedir. Bu tehlike silahlı tehlikeden büyüktür.

İslam birliği istemek üçüncü dünyacılık değildir. Batı niçin birinci dünya olsun

Daha önce yaptığım açıklamalar üzerine hemen bu fikrin savunucusu bir gazetede benim karşıma birisi çıktı. Orada diyor ki, ben İslam Birliği’ni isteyince üçüncü dünyacı olmuşum. Batı birinci dünya oluyor, ikinci dünya da Rusya ve sosyalist grup. Bunun dışı ise üçüncü dünya. Biz İslam birliği diyorsak üçüncü dünyacı oluyormuşuz.

Neden biz birinci dünya olamayalım da onlar birinci ikinci, biz üçüncü olalım?

İslam’ın bir tek şartı var o da bütün Müslümanlar bir arada ve birliktedirler

Bir de üçüncü dünyalı olmak İslam’ın beş şartından biri midir diye alay ediyor. Bir de bunu karıştırıyor. Benim elimde gazete yok, kanal da yok. İslamcı geçinen bu kadar yazar var. Bir tanesi çıkıp da o terbiyesize bir cevap veremedi. Ben diyorum ki İslam’ın bir tek şartı var, o da bütün müslümanlar bir arada ve birliktedirler. Müslümanlar bir bütündür, ayrılmaz. Bu İslam’ın farzıdır, şartıdır, imanın da şartıdır. Eğer Müslümanlıktan anlamak istiyorsa, bunu öğrensin.

İmanımız, İslam’ımız bize emrediyor, bütün Müslümanlar birleşecekler kendi bağımsızlıklarını koruyacaklar, devletlerini koruyacaklar ve Batı’nın, Doğu’nun, şunun, bunun esiri kölesi ve oyuncağı olmayacaklar

Anlasın ve öğrensin ki İslam memleketinde, İslam ile alay eden bir gün mutlaka ve mutlaka Allah tarafından cezasını bulur. O benimle değil İslam ile alay ediyor. Elbette imanımız, İslamımız bize emrediyor, bütün Müslümanlar birleşecekler kendi bağımsızlıklarını koruyacaklar, devletlerini koruyacaklar ve Batı’nın, Doğu’nun, şunun, bunun esiri kölesi ve oyuncağı olmayacaklar.

Diriliş projesinin gelişmesi, büyümesi, aydınların buna sahip çıkması ile olur. İnşallah geliştirilir, tartışılır ve sonunda bütün İslam Âlemi’ne sunulur. İnşallah bu olacaktır ve Müslümanlar kendi memleketlerinde hür, bağımsız, güçlü olacaklardır. Ve bir takım batıcı tipler de gelip bizimle böyle alay edemeyeceklerdir. O günler de inşallah gelecektir.


Dünya Bülteni
18 Mayıs 2012

TYB Akademi dergisi, Ahmet Hamdi Tanpınar özel sayısı çıktı

Türkiye Yazarlar Birliği tarafından dört ayda bir yayınlanan hakemli, dil, edebiyat ve sosyal bilimler dergisi TYB Akademi’nin yeni sayısı yayınlandı. Daha önce Gazali, Evliya Çelebi, Said Halim Paşa veÇağdaş İslâm Düşüncesi sayıları yayınlanan TYB Akademi’nin Mayıs 2012 sayısı Türk edebiyat tarihinin önemli simalarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ın vefatının 50. sene-i devriyesinde merhum edibin hatırasına ithafen Ahmet Hamdi Tanpınar sayısı olarak çıktı.

TYB Akademi’nin sunuş yazısını kaleme alan D. Mehmet Doğan Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü gibi önemli edebî eserler vermiş; 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi gibi çok önemli bir başvuru kaynağını hazırlamış olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ölümünün 50.yılında hak ettiği gibi anılmadığına dikkat çekiyor. Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği’nin yoğun çabalarıyla geçtiğimiz yılın Mehmet Akif yılı olarak ilân edilmesinin sağlandığının ancak Kültür Bakanlığı’nın Mehmet Akif yılının içini dolduracak faaliyetler gerçekleştiremediğini gördükleri için Ahmet Hamdi Tanpınar yılı ilân edilmesi için girişimde bulunmadıklarının altını çiziyor. Doğan, Türkiye Yazarlar Birliği’nin Ahmet Hamdi Tanpınar’ın her yönüyle daha sağlıklı anlaşılabilmesi için çeşitli faaliyetler gerçekleştirdiğini de vurgulayarak TYB Akademi’nin Ahmet Hamdi Tanpınar sayısının da bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiği şeklindeki cümleleriyle yazısını bitiriyor.

TYB Akademi’nin Ahmet Hamdi Tanpınar Sayısı’na katkı sunan yazarlar ve makaleleri ise şu şekilde:

Ahmet Hamdi Tanpınar Biyografisi / M. Orhan Okay, Ölümünün 50. Yılında Ahmet Hamdi Tanpınar’ı Hatırlamak / Abdullah Uçman, Tanpınar ve Çocuklar / İnci Enginün, Ayrı Ufukların Rekabeti: İbnülemin M. Kemal İnal ve Ahmet Hamdi Tanpınar / Asım Öz, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Hikayelerinde Erkekler / Fatih Sakallı,Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Edebiyat Eleştirisi Anlayışı / Mustafa Atiker, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Dünyasında Mahpus / Âlim Kahraman, Tanpınar’ın Mektup ve Günlüklerinde Şiirler İlgili Düşünceleri / Baki Asiltürk, Hülyadan Hakikate Tanpınar’ın Paris’i / Mehmet Kurtoğlu

Tanpınar’ın Unutulan Metni

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın henüz Tanpınar soy ismini almadan önce Ahmet Cemil’le gerçekleştirdiği hayali mülakat daha önce Prof. Dr. Zeynep Kerman tarafından hazırlanan Edebiyat Üzerine Makaleler isimli eserde neşredilmişti. Titiz ve ilginç çalışmalarıyla tanınan Yrd. Doç. Dr. İbrahim Demirci bu mülakatın unutulan ikinci kısmını da TYB Akademi için yayına hazırladı.

M. Orhan Okay’la Mülakat

Araştırmacı / Yazar Dr. Âlim Kahraman TYB Akademi dergisi için Prof. Dr. M. Orhan Okay ile bir mülakat gerçekleştirdi. Tanpınar hakkında yazılmış en kapsamlı biyografik çalışma “Bir Hülya Adamın Romanı” kitabının yazarı M. Orhan Okay ile gerçekleştirilen mülakatta Okay çok ilginç bazı hususların üzerinde duruyor.

Kitabiyat / Tartışma

Derginin bu sayısındaki kitabiyat yazılarını D. Mehmet Doğan ve Ercan Yıldırım kaleme aldı. D. Mehmet Doğan M. Orhan Okay’ın “Bir Hülya Adamın Romanı” başlıklı çalışması üzerine düşüncelerini paylaşıyor. Ercan Yıldırım ise Tanpınar’ın Günlükleri’ni değerlendirdiği bir yazı kaleme aldı. Tanpınar’ın Günlüklerini edebiyatçının en büyük romanı olarak değerlendiren Yıldırım özellikle muhafazakâr çevrelerde Tanpınar kavrayışının değişmesine sebep olan bölümler üzerinde durup farklı bakış açıları geliştirmeye gayret ediyor.

Bu sayının tartışma / polemik yazısı ise Prof. Dr. Besim Dellaloğlu’na ait. Frankfurt Okulu ve Walter Benjamin üzerine nitelikli çalışmalarıyla tanınan Dellaloğlu’nun “Modernleşmenin Zihniyet Dünyası: Bir Tanpınar Fetişizmi” başlıklı çalışması Kapı Yayınları tarafından bu yıl içerisinde yayınlanmıştı. Tartışma yazısında Dellaloğlu, Tanpınar üzerine verimli bir polemik süreci yaratmaya gayret ediyor.

Sempozyum Notları

Sempozyum notları bölümünü ise Doç. Dr. Handan İnci ve Öner Buçukcu hazırladı. Doç. Dr. Handan İnci bir sempozyumda sunduğu bildirisini gözden geçirerek TYB Akademi’nin bu sayısına yetiştirdi. Öner Buçukcu ise Ocak 2012’de Keçiören’de düzenlenen Ahmet Hamdi Tanpınar Günleri programına ilişkin değerlendirmelerini yazdı.

TYB Akademi Dergisi Eylül 2012 sayısını Balkan Savaşları’nın 100. Yılına ayıracak. Büyük Felaketin 100.Yılında, Eylül ayında yayınlanacak olan “100. Yılında Balkan Savaşları ve Muhaceret Edebiyatı” sayısı için Makale son teslim tarihi 15 Temmuz 2012 olarak belirlendi.

2012-05-16

‘BİR NOKTA’ aylık edebiyat dergisi

Mayıs 2012, Sayı:124

Kan Şiirin Güzergâhı-Cumali Ünaldı Hasannebioğlu, Hz. Yunus-Süleyman Çelik, Çılgınlık Saatleri-Müştehir Karakaya, Beş Derste Hayat Bilgisi-Adem Turan, Dönmek-Bünyamin Durali, Yoldaki İşaretler-Nurettin Durman, Vuslat Atlası-Suavi Kemal Yazgıç, Aynı-Aliye Akan, Kızgın Adam- Cemal Kılınç, Adını Anmadan-Recep Şükrü Güngör, Hüzün: O Ateşin Yalımı-Resul Tamgüç, Otuz Bu Kadar Yıl- Sâre Çermik, Yanılsama-Davut Güner, İpek ve Kılıç, Kıvılcım- Murat Soyak, Ben Meseli-Özcan Ünlü, Sakalım Sarmaşık Olmadı Hiç-Abdurrahman Adıyan, Bu Hikâye Bilinmek Üzere Yazılmıştı-Esra Bulut, Foucault ve Tarih- Burkay Durak, Bir Yazarın İçsel Yolculuğu- Ezgi Fatma Açıkgöz, Yılmaz Yılmaz ile Söyleşi- Mustafa Oğuz, Almanya Mektupları-Özay Aslan, Şu Demek Oluyor Ki- Tahsin Hamdi Yılmaz, Münacaat-Hüseyin Avni Konuk, Kızıldeniz-Mürsel Sönmez

İletişim:
0216 324 36 05
www.istanbulbirnokta.com
istanbul-birnokta@hotmail.com

'Türk Dili' dergisi


Sayı: 723, Mart 2012


İçindekiler

İsmail Karakurt, Erguvan Köpüğü (Şiir)

Mehmet Aycı, Gökyüzü Daha Yeni (Şiir)

Hikmet Özdemir, Seni Tarife Utanırım (Şiir)

Dinçer Eşitgin, Gemileri Gözleyen Palamar (Şiir)

Prof. Dr. Samim Sakaoğlu, Aktarma ve Çeviri Eserlerin Çok Adlılığı

Nazlı Rânâ Gürel, Suya Ağıt (Şiir)

Bahanur Garan, Kundaktaki Boncuk (Şiir)

Prof. Dr. Hamza Zülfikar, Yapım Eki Gibi Kullanılan Bulunma Durumu Eki

Mustafa Bülbül, Suskun (Şiir)

Doç. Dr. Selim Çonoğlu, Ahmet Mithat'ın Letaif-i Rivayat Adlı Eserinde Kadın

Seher Keçe Türker, Harput'tan Haydarpaşa'ya Yıl 1969, Aylardan Haziran, Zil Ayrılık Çaldı

Yrd. Doç. Dr. Veysel Şahin, Necip Fazıl'ın Şiirlerinde "Ben ve Öteki-Yalnızlık" Trajedisi

Nail Tan, Çağdaş Azerbaycan Edebiyatının Kurucusu Mirza Fatali Ahundzade 200 Yaşında

Oyhan Hasan Bıldırkı, İkizler (Hikâye)

Güngör Özmen, Yağmur (Şiir)

Cem Karaer, Çocukluk Nerde Biter, Yaşlılık Nerde Başlar?

2012-05-15

'Berceste' dergisinde 'Türk Edebiyatında Poetika'

Mayıs 2012, Sayı:119

Berceste aylık kültür sanat edebiyat dergisinin “Türk Edebiyatında Poetika” konulu 119. özel sayısı çıktı. Yayın hayatının 10. yılında edebiyat dergilerinde işlenmemiş bir konuyu işlemesi sebebiyle bir ilke imza atan Berceste dergisinin bu özel sayısı 100 sayfa hacmiyle okuyucuya sunuldu.

Adem Çalışkan’ın “Türk Edebiyatında Poetika” başlıklı 2 bölümlük uzun soluklu yazısı ile önemli bir kaynak niteliğini taşıyor.

Vefa Taşdelen “Nesne Şiir Dolayımında Birkaç Değini” ile konuyu felsefi bakış açısıyla ele alıyor.

Prof. Dr. M. Fatih Köksal “Divan Şiiri ve Poetikaya Dair Bazı Düşünceler” ile Divan şiiri ve poetika kavramı ilişkisi üzerine bugüne değin birbirinden oldukça farklı görüşlere açıklık getiriyor.

Prof. Dr. Mahmut Kaplan “Şairlere Göre Gazel” ile Divan edebiyatında yazılan gazelleri çeşitli şairlerden örnekler göstererek açıklıyor.

A. Vahap Akbaş “Mehmed Akif’in Şiiri: Çağa Tutulmuş Ayna” ile Mehmet Akif’in şiir dünyasını okuyucuya açıyor.

Bekir Oğuzbaşaran “Necip Fazıl’ın Poetikası” ile üstadının sanatı, görüş ve düşüncelerini anlatıyor. İdeolocya Örgüsü’nün Şiir ve Sanat Bölümü” saydığı 14 bölümlük poetikasının edebiyatımızda bu isimle ilk örneği olduğunu vurguluyor.

Muhsin İlyas Subaşı “Poetikasız Şair Hedefsiz Koşuda mıdır?” sorusunun irdeliyor.

Hatice Eğilmez Kaya “Bir Garip'in Poetikası Üzerine Söylenceler” ile Orhan Veli’nin sanat dünyasında gördüğü incelikleri okuyucuya sunuyor.

İsa Yar “Bireyin Poetikası Türk Edebiyatında Yeni Dönem” ile Türk edebiyatı, sahip olduğu büyük birikimin ve yüksek edebî anlayışın imkânını kullanmaya devam ettiğinden dem vuruyor.

Prof. Dr. Selma Baş “Ayhan Kırdar’ın Poetikasına Bir Bakış: “Şiir Nedir?-Şair Kimdir?” ile Kırdar’ın hayatı, eserleri, sanat anlayışı ve ideal şiiri arama çalışmalarını örneklerle vurguluyor.

Filiz Kalyon “Türk Edebiyatında Poetika Şiirin Sırrı, Sırrın Şiiri” ile okuyucuyu Yunus Emre’den Yavuz Bülent Bakiler’e; Necip Fazıl’dan Erdem Beyazıt’a uzanan gizemli bir yolculuğa çıkarıyor.

Cansaran Kızıltaş “Poetika” ile poetikanın tarihsel gelişimi Türk Edebiyatındaki yeri ve temsilcilerini irdeliyor.

Ahmet Şahin “Türk Edebiyatında Edebî Tefekkür Anlayışı” ile İslâm öncesi ilk devir şiirlerinden günümüze kadar geniş bir yelpaze ile edebi düşünürleri ele alıyor.
Bir yazardan iki değerlendirme bölümünde Bekir Oğuzbaşaran’ın Poetika Rubâîleri ve İsa Yar’ın Hüzün Ve Sağanak isimli şiir kitaplarına yazdığım değerlendirme yazılarımı bulabilirsiniz.

Ayşe Parlakkılıç “Bir Şâirlik Macerası Özeti: “Fuzûlî’nin Poetikası” ile Klâsik Türk Edebiyatının zirve şahsiyetlerinden biri olan Fuzûlî’nin şâirlik macerasının özetliyor.

Vedat Ali Tok’un “Poetikoturum” yazısı oldukça ilginç bir yazı. Yazıda Vedat Ali Tok başkanlığında yapılan bir oturum kaleme alınmış. Konuşmacılar: Ahmet Sıvacı, Bekir Oğuzbaşaran, Muhsin İlyas Subaşı. Tebessümle okuyacağınızdan hiç şüphem yok.

Berceste Aylık Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’nin “Türk Edebiyatında Poetika” konulu 119. özel sayısının şair ve şiirleri şöyle: “Şair Nedir” ile Selim Tunçbilek, “Şiir” ile İsmail Âdil Şahin , “Şiirin Hası” ile Musa Tektaş, “Poetika Şiirleri” ile Bekir Oğuzbaşaran, Kurutulmuş Sevda Bahçeleri ile Ayhan Kırdar.

Sergül Vural




İletişim:
0352 332 2728
bercestedergisi@gmail.com
www.bercestedergisi.com

2012-05-14

2. Roza Edebiyat Ödülü Başvuruları Başladı

Saatler ve dakikalar bazen ağır aksak, bazen anlaşılmaz bir hızla geçip gidiyor. Akreple yelkovanın raksını izliyoruz sorgulayan gözlerle. Zamanın hükmü en çok bize... Atalarımızın, 'işte geldik gidiyoruz,' diye özetledikleri bir halin içindeyiz; bitimsiz bir akışın ortasında... Evren dengeli esrimelerle yanıyor, dönüyor ve sönüyor. Bu döngü ile bir karınca, bir kuş ya da bir balık ilgilenmiyor. Oysa biz insanlar müthiş devri daimin farkındayız. Çağlar boyunca sergilediğimiz sonraki nesillere bir şeyler bırakma çabamızda bu farkındalığın payı büyük. 'Her kim ki olursa bu sırra mazhar / Dünyaya bırakır ölmez bir eser,' diyor bir yanı pir olan Âşık Veysel bu yüzden.

Mağara duvarlarındaki resimler, uçsuz bucaksız çöllerin ortasındaki piramitler, kuşaktan kuşağa aktarılan dans figürleri, kalplerimizin çırpınışını özetleyen ezgiler, dış dünyayı anlamaya azmeden mitler... Aslında 'Ben insanım!' diye haykırma biçimimiz. Bizi bize anlatan öykülerimiz de birer haykırıştan ibaret. Yoksa, neden türlü türlü haller kurgulayalım, satır satır sözler dizelim?

Dünya üzerindeki serüvenimiz kimilerine göre sürgün, kimilerine göre hoş bir seyahat, kimilerine göre keyf ü sefa, kimilerine göre cevr ü cefa halidir. İnsan olma tarihimiz sayısız acı ve sevinçle kurulmuş; bazen kan ve gözyaşıyla, bazen rengârenk güzelliklerle donanmış bir panoroma izlenimi veriyor.

Varlık ağır, bir o kadar da tatlı bir yük. 'Yüküm cevherdir' desek yeridir bu konuda. Yükümüzü taşırken türlü türlü öyküler uydurduk. Kendi 'efkâr'ımızı, başkalarının 'efkâr'larını anlattık birbirimize. Yazan yazmaktan haz aldı, okuyan okumaktan. Hayalden bir havuza bakar gibi, orada kendimizi okur gibi, başkalarını bulur gibi okuduk cümle öyküyü.

Öykülerin kısa oluşlarına bakıp aldanmayalım. Uzun uzun konuşmasa da çok şeyler anlatır öyküler. Bizi buluruz onlarda, kendimize benzeyenleri, bizim gibi olmayanları... Yazan, öykü kurguladıkça sarar bir yumağı, biz okudukça çözeriz. Bu yumaktan yepyeni ve bambaşka kıyafetler örüp, giyeriz onları üstümüze. Isınmak, korunmak ya da örtünmek için.

Ufak tefek endamı var öykünün, çıtı pıtı bir güzelliği... Bu yüzden önemsiyoruz Roza Yayınevi olarak öyküyü. Birileri yazsın istiyoruz, birileri okusun farklı yazarlardan yeni öyküleri. Bu kadim, bir o kadar da yıpranmaz edebi türe iltifatımız bundan. Bu sene Roza Öykü Ödülü'nün 2.'sini düzenliyoruz. Maksadımız yeni yeteneklerin, farklı yüzlerin öykücülerimizin arasında saf tutmaları. Bilirsiniz 'marifet iltifata tabidir. Genç kalemlere iltifat edelim, onlara aramızda yer açalım ve daha bir güçlensin öyküdeki sesimiz.

Bir ülke edebiyatına, öyküleri en önemli desteklerden birini verir. Bu nedenle öyküsüzlük çok tehlikeli. Hep aynı kişiler kalem oynatmayacaklar ya bu alanda, aynı kafalar kurgulayıp, aynı kalpler duyumsamayacak ya! Yeni yeteneklere de öykücülüğümüzde yer açmak istiyoruz. Ayrımla değil, 'bir olarak' yalnızlıkla değil, 'biz olarak' yeni ufuklara varılır. Benim de söyleyecek sözüm var, benim de kalemimden dökülenleri devşirsin birileri diyen her öykücüye açık bu kapı... İyiden, güzelden ve doğrudan yana yenilikleri bulabilmek umuduyla...


ŞARTNAME:

1. Yarışmanın Adı: Roza Edebiyat Ödülü
2. Ödül Verilecek Tür: Öykü
3. Yarışmanın Konusu: Serbest

4. Yarışma Koşulları:
• Kitap olabilecek nitelikte en az üç öykünün yer alacağı bir dosya ile yarışmaya başvurulabilir.
• Dil, Türkçe olmalıdır.
• Eser, word A4 sayfasında, 12 punto, 1,0 aralık, Arial yazı fontunda yazılacak ve 64 sayfadan az, 100 sayfadan fazla olmayacaktır.
• Ölmüş kişilerin yapıtları aday gösterilemez. Başvuru yaptıktan sonra yaşamını yitiren adayın eseri değerlendirilir.
• Katılımcılarda yaş sınırı yaş sınırı aranmayacaktır.
• Yazarlar etkinliğe sadece bir eserle katılabilirler.
• Yarışmaya katılacak eserler, çeviri, uyarlama ve derleme olamaz. Böyle bir durum saptandığında, zamanına bakılmaksızın durum ilan edilerek ödül geri alınır. Eser kişisel yaratı olmalıdır.
• Yarışmaya katılan eserlerde çalıntı ya da benzeri bir durum tespit edilirse yarışmacı elenecektir.
• Eserlerin daha önce herhangi bir yarışmaya katılmamış ve herhangi bir yerde yayınlanmamış olması gerekmektedir.
• Yarışmaya gönderilen dosyalar iade edilmeyecektir.

5. Ödül
Birinci seçilen eser Roza Yayınevi tarafından kitap olarak basılacaktır. Birinci seçilen yazar, eserlerinin temsil, yurtiçi ve yurtdışı basımı ve dağıtımı yönünden Roza Yayınevi ile en az 5 (beş) yıl süreli telif sözleşmesi yapmayı kabul etmiş sayılır.

6. Jüri
Prof. Dr. Namık Açıkgöz, Doç. Dr. A. Cüneyt Issı, Sedat Sezgin, Murat Soyak, Hatice Eğilmez Kaya, Yılmaz Deniz.

8. Dosya Giriş Kısmına Eklenecek Bilgiler:
(Katılım formu başvuru dosyasının ilk sayfasına eklenecektir.)
Kısa özgeçmiş, eserin adı, telefon numarası, cep telefonu numarası, elektronik posta adresi ve açık adres.

7. Eser Gönderimi:
Katılım sadece aşağıdaki mail adresleriyle alınacaktır.
info@rozaedebiyatodulu.org ya da rozaedebiyatodulu@gmail.com

Son Katılım Tarihi:
24 Eylül 2012
Sonuç Bildirim Tarihi: 1 Ocak 2013

Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı Üzerine ya da Yıllıklar enaniyet ortamı mıdır?

Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı 2012’nin olumlu özelliklerinden bahsedelim ilk önce.

1-Çıkan şiir yıllıklarının anlam çerçevesi ve varlık gerekçesinin ayağa düştüğü bugünün edebi platformunda, Edebiyat Ortamı dergisinin kaptanı Mustafa Aydoğan’ın kişisel gayretlerini takdirle karşılıyor, saygı duyuyorum.

2-149 şairden 150 şiirin şiir yıllığında yer alışı, işbu çalışmaya zenginlik kattığı gibi bu çalışmayı, farklı şiir anlayışlarının-bütünsü anlamıyla olmasa da- çeşitliliğini göstermesi ve yansıtması bakımından önemli buluyorum.

3-Yıllık içinde ve süreçsel olarak 80 derginin taranması ve ayrı ayrı okunması da Türk Edebiyatına verilen emeğin belirgin bir göstergesidir.

4-Yıl içinde yayınlanan dergilerin değerlendirildiği bölümde Değirmen Edebiyat ve Düşünce dergisinin yer alması ayrı bir değer katıyor.

5-Yıllık içinde yer alan Poetik Alıntılar bölümünü, şiire dair tartışmaların nabzını duyurması bakımından gerekli buluyorum.

6-Yıllık bünyesinde hatırı sayılı derecede genç şairin ürününe yer veriliyor olması da artı bir değerdir, yıllık için. Bunu özellikle belirtelim.

7-Bir kısım şairleri hariçte tutarsak-ki neo epik şairlerin çoğulluğudur bu- Aydoğan’ın şiir meşrebi düşünüldüğünde geneli itibariyle şairin, burada şiir yıllıkçısının, şiir algısını yansıtıyor olmasını-lirik şiir algısıdır bu- doğal karşılıyoruz.

8-Sonuç olarak Aydoğan’ın umduğu şiir fotoğrafına ‘yaklaşıldığını’ ifade edebiliriz. Bu yıllık kanalıyla Türk Edebiyatına lirik şiirin ses, eda, yapı/biçim ve içerik özellikleri açısından bir ışık düşürülmüştür.

Olumsuz özellikleri, kişisellikten itinayla arındırarak- maddeler halinde yine şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Önce bir ilk isyan cümlesi..Türk Edebiyatında hep yapılageldiği için bendeniz tam aksi istikamette bir düşünüş biçimi geliştireceğim: Yıllıklardan ötede yıllık hazırlayanların tartışılması, sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Bu güne dek yapılmadı bu. Bir şiir ve hikâye yıllığı niçin hazırlanır? Çıkan bir yıllığın varlık gerekçesi nedir? Bir yıllık hazırlayıcısı neden ve niçin bu işe girişme ihtiyacı hisseder? Hangi saikler onu yıllık hazırlamaya yönlendirmiştir? Yıllık hazırlamaktan elde edilen amaç nedir? Türk şiirinin sıhhati adına nasıl bir verim elde edilme isteniyor? Bir yıllık hazırlayıcısı hangi vasıflarla mücehhez ki bir yıllık çıkarıyor? Türk şiir ve eleştiri müktesebatına katkısı ne ola ki dergilerdeki şiirleri bir araya getirip değerlendirme gereği duyuyor? Bu güne dek bu soruların sorulmadığını ve dolayısıyla yıllık hazırlayanların sorgulanmadığını düşünüyorum. Yıllıklar üzerinden tartışıldı ne tartışıldıysa, yıllıkçıların bir yıllığı hazırlama, derleyip toparlama gerekçeleri tartışılmadı.

2-Yıllıkta yer alan şiirlerin kısa da olsa yorumlarla ve değinilerle desteklenmemesi, Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı 2012’yi ‘derleme-toplama’ bir yıllık olmaktan kurtaramıyor. Buysa yıllık hazırlayıcısını haliyle bir kolaycılığa sevk ediyor, yönlendirici, ufuk açıcı, yol gösterici olmaktan uzak kılıyor.

3-Aydoğan’ın ‘bir sürpriz yoktu’ ifadesinin düpedüz bir körlüğün dışavurumu olduğunu düşünüyorum. Fayrap, bu gün itibariyle 50.sayısına ulaşmış bir edebiyat dergisidir. Fayrap bünyesindeki genç şairler tarafından kaleme alınan sıkı siyasi şiir örneklerini görmemek affedilemez bir aymazlık ve duyarsızlıktır. Körlüğün bir başka örneği de Kertenkele Edebiyat ve Düşünce dergisine karşı sergileniyor. Taranan dergiler arasında Kertenkele’nin yer alamayışı da ayrı bir körlüktür, çünkü çıkan her sayısı Edebiyat Ortamı dergisinin adresine gönderiliyor.

4-‘2011 Yılının Dergilerinde Şiir’ bölümünün, edebi platformdaki dergilerin çeşitliliğini ve sayısını düşündüğümüzde yeterince ve tam manasıyla kapsayıcı olduğunu söyleyemeyiz.

5-Geçen yıl yayınlanan yıllıktaki Şiir Kitapları değerlendirmelerinin bu yıl yıllıkta yer almayışı ayrı bir eksikliktir.

6-Bu yıl, Fayrap dergisinden sınırlı sayıda şiirin yer alıyor olması, kısmen olumlu karşılansa da, ‘gerçekçiliğin zaferi’ni itiraf etmek zorunda kalan Aydoğan için bir nesnellik ölçütü değildir. Nokta.

7-‘Önsöz’ün Aydoğan’ın Türk Şiir ortamına dair nabız vuruşlarını tüm şiddetiyle duyurmadığını, ‘sürpriz yoktu’ söylemiyle bir yüzeysellik örneği sergilediğini, söz konusu yazının edebi konjonktüre dair kuşatıcı ve derinlikle bir metin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

8-Genel olarak tüm bu olumlu-olumsuz özellikler birlikte düşünüldüğünde, Kertenkele’ye olan kindar tutumunu bir kenara koyarsak, yıllık hazırlayıcısının egosunu tatminden öteye gidememiş, Türk şiiri ve eleştirisi adına besleyici ve onarıcı nitelikler sergileyememiştir. Nokta.

Bir yıllık niçin çıkar? Egoları tatmin için. İstisnaları var elbette.

Mustafa Aydoğan’dan olgunluk bekliyoruz…



Mustafa Celep



www.poetikhaber.com
13 Mayıs 2012

2012-05-13

Ay Vakti ve Şeref Akbaba

Bu hafta epeyce bir zaman ihmal ettiğim bir dostu ve çalışmalarını konu edineceğim. 12 yıldır Ay Vakti adlı edebiyat dergisini çıkaran şair ve akademisyen dost Şeref Akbaba'nın yeni baskısı yapılan Ay Olun İnsanlar adlı şiir kitabı, bu ihmalin telafisine zemin hazırladığı için mutluyum. Çünkü ilahiyat tahsilinin özümsemesi olan İslâm dünya görüşünün için için tüttüğü bu kitabı ele almak, benim için bambaşka bir sevinç ve umut kaynağı oldu bunu da ayrıca anlatacağım.

Daha önce Ay Vakti dergisinin Medeniyet Özel Sayısı münasebetiyle benden de yazı istediği için ilişkimiz kurulan Şeref Akbaba'nın pek çok özelliği yanında, bir kısım insanda artık görülmeyen vefalı ve hak bilir tavırları da önemlidir. Ay Vakti adlı edebiyat dergisinin yanında Ay Vakti Kitapları da yayınlayan Şeref Akbaba'nın az bulunur bir yayıncı olduğunu da ifade etmeliyim. Bu arada şiirleri yanında kendi denemelerini bir araya getiren Kar Mumu adlı kitabıyla birlikte, derginin yazarlarından Necmettin Evci'nin Yaşamak Öldürür Beni adlı deneme kitabı, Naz Ferniba'nın Zemheri adlı hikâye kitabı ile Şiraze'nin Saklı Mektuplar'ını da yayınlamıştır. Kısacası, incelikli bir şair yayıncılığın gereğini de yapmıştır.

AY VAKTİ DERGİSİ

12 yıldan beri yayınlanan, bazı yaz aylarını iki sayı birlikte çıktığı için 144 veya daha fazla çıkması gerekirken 138. sayıya ulaşan Ay Vakti, bir düşünce, kültür ve edebiyat dergisi olmanın bütün gereklerini yerine getirmeye çalıştığını görüyoruz. Bu derginin bazen sadece şiir, hikâye ve deneme gibi saf edebiyat türlerindeki ürünlerle çıktığını görüyoruz, slogan ve propaganda gibi basit okuyucu avlama yollarına tenezzül etmediğini söyleyebiliriz.

Pek çok bakımdan temiz yüzlü bir dergi olan Ay Vakti'nin "entel modalar"a ihtiyaç duymadığı gibi, sanat ve edebiyat ürünlerini dinî, ideolojik veya politik söylemlerle sunmak kurnazlığına tenezzül etmeyişi de az bulunur bir yayıncı haysiyetini ifade eder.

Bütün bunlar Şeref Akbaba'nın başarısındaki faziletini ortaya koyar. O bakımdan dergisinde yazı yazan herkesin de az-çok bu tavra iştirak ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü bu dergide 10 yıldan beri yazıp da hiç de popüler olmak gibi kolay ve para kazandıran bir rezilliğe râzı olmamak aslında bilerek yapılmış bir seçimdir. Burada ortaya koyduğu eserlerle politik veya akademik bir kariyer peşinde olmamak, aslında bazı gençler için istikbal vaat etmese de gerçek bir aydın-sanatçı ve düşünce adamı olmanın ilk şartıdır. Şeref Akbaba'nın yanında bu dergiye hizmet eden, eser verenler bahtiyardır. O yüzden kendilerini kutlamak istiyorum.

Sadece son sayısındaki yazılarla yazarlarından söz etmek bile Ay Vakti'nin bizim için önemi, kimliği ve değeri hakkında bir fikir verebilir:

Şeref Akbaba'nın Kaf Dağı adlı denemesinden sonra A. Vahap Akbaş ve Nurettin Durman'ın şiirleriyle başlayan dergi sayfaları şu deneme ve incelemelerle devam ediyor:

Kitaplarla Baharı Yaşamak - I / Recep Garip, Hattat Ali Hüsrevoğlu ile Söyleşi / Asuman Güzelce, Sait Faik Sadece İstanbul'u Yazdı / Fahri Tuna, Fetih 2012 - Osmanlı Tarihinin Sinema İle İmtihanı / Abdullah Ömer Yavuz, Bir Yürüyüşü Taçlandıran Kitaplar / Necmettin Evci. İncelemeden başka çok sayıda deneme ve hikâye-öykü de dergide yer alıyor.

Bu isim ve metinlerin derginin yapısı ve muhtevası hakkında bir fikir vereceğini sanıyorum. Ayrıca dergilerle ilgilenen herkesin bu 12 yaşındaki dergi ile bir yerde karşılaşmış olması muhtemel... Yalnız okuyucu ve yayıncılarla yazarlar tarafından yeterince sahip çıkılmadığını sandığım Ay Vakti'nin sanat ve edebiyatla ilgilenenlerden daha çok ilgi görmesini ve çıkmadığı zaman gerçekten üzüleceğini ifade eden samimi desteklerini bekliyoruz...

Başlangıçta Alaeddin Özdenören, Nurettin Durman, Özcan Ünlü, Recep Garip, Nurullah Genç, Adem Özbay, Jan Devrim, Abdullah Yıldırım, Hakan Özbek, Ferman Karaçam, Arif Dülger gibi isimlerle yayına başlayan, sonra da Necmettin Evci, Naz Ferniba ve Şiraze gibi pek çok genç isme yer verdiği görülen derginin ekol olma çabası açıkça görülüyor.

Cemil Meriç'in sevilen ifadesiyle, "Hür tefekkürün kalesi" olmayı kendilerine şiar edinen Ay Vakti editörü Şeref Akbaba ile çalışma arkadaşlarını hep hayırla anacağız. Çünkü gerçekten hür tefekkür sahibi olmak amacındaki insanların entelektüel faaliyetleri ancak böyle hasbî güzelliklere meftun insanlar eliyle gün yüzüne çıkabilir. Bunun nasıl bir fedakârlık ve gayretle sürdürülebildiğini ancak bizim gibi bu tür işlere girişmiş olanlar bilebilir.

Bu işin bir tesellisi var, o da bu türden işlere önem verenlerin takdirleridir. Bir de şu atasözünü hatırlatalım: Akarsuyu Allah besler... Devam gönül dostları, Allah sizinle...

Güzel dualar, temennilerle Ay Vakti yaşatılabilir, ama bu iş desteksiz olmaz!

ŞEREF AKBABA'NIN ŞİİRLERİ

Öncelikle Şeref Akbaba'nın yalnızca bir şair olmadığını ifade edeyim. Bu yüzden onunla ilgili biyografik bilgilere ihtiyaç var:

1959 yılında, Erzurum'un Ilıca ilçesi Ömertepe köyünde doğan Şeref Akbaba, ilk ve orta öğrenimini Erzurum'da bitirdikten sonra A.Ü. İlahiyat okumuş... Adana ve İstanbul'da çeşitli okullarda öğretmenlik yaparken İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik Anabilim Dalı'nda doktora yaptı. Erzurum'da Genç Kuşak dergisini yayınladığı gibi 1990'da Yeni Sıla'yı çıkardı. Çeşitli gazetelerde ve dergilerde yazıları yayınlandı, şiirleriyle de tanındı.

Şeref Akbaba, Ay Olun İnsanlar adlı şiir kitabı yanında Kar Mumu adlı deneme kitabıyla da tanınmıştır. Bu arada Ay Vakti Konuşmaları adlı dergilerde yayınlanan söyleşileri kitaplaştırdığı gibi, Uluslararası İletişim adlı ortak kitap yayınladı ve henüz kitaplaşmamış bir doktora tezi de hazırladı: II. Meşrutiyet Dönemi Türk Basın Tarihinde Beyanül Hak Gazetesi.

Ben onun hocalığı kadar akademisyenliğinin de bir kültür ve edebiyat dergisi çıkarmasına ciddi bir katkıda bulunduğuna inanıyorum, ama bu faaliyetin temelinde incelikli şiirlerinin önemli bir etkisinin olduğunu sanıyorum. Çünkü daha çok dergilerdeki şiirleriyle tanımaya çalıştığım Şeref Akbaba, çağdaşları sayılabilecek 1980 sonrası şairlerinin pek çoğundan farklı bir yönü var; İkinci Yeni hastalığına itibar etmiyor. Bu tarafıyla kutluyorum... Ay Vakti dergisinde de bu türden hastalık yansıtan şiirlere pek rastlanmıyor; bu da güzel...

Şu gerçeği bu vesileyle ifade etmek istiyorum:

Sezai Karakoç'un İkinci Yeni öncüleriyle daha başlangıçta yolunu ayırdığı, Cahit Zarifoğlu'nun da 1965'ten sonra kurtulduğu İkinci Yeni hastalıklarından kurtulamayan ve bir çeşit ergenlik hastalığı gibi bu etkiyi sürdüren Milliyetçi ve Müslüman çevrelerde yetişen gençlerin bilmediği bir şey var, bunu onlara açıklamakta fayda görüyorum:

İkinci Yeni eski şiirimizde Sebk-i Hindu denilen bir şiir anlayışının Sürrealizme bulanmış kötü bir kopyasıdır ve bir şey kendi kültürünüzden gelmiyorsa yanlış adrese gitmişsiniz demektir. Nedim ile Şeyh Galib'i yeterince dikkatle okusanız böyle züppeliklere özenmenin bir anlamı olmadığını anlarsınız. Bunun ne türden bir ikinci elden kopya olduğunu Suut Kemal Yetkin'in 1960'lı yıllarda yayınladığı iki ciltlik Sürrealizm adlı kitabında okuyabilirsiniz. Sezai Karakoç'u Âkif, Yahya Kemal ve Necip Fazıl çizgisi dışında okuyunca da hiç anlayamazsınız. Cahit Zarifoğlu'nu anlamadan İsmet Özel'le ancak bu kadar olabilir bu iş...

Şiirden anlayan bu işin bir dil meselesi olduğunu bilir ve Türk şiirinin kendi mecrasında gelişmesini sürdürdüğünü görür. Bu mecra içinde kendi şiirini yazanlar elbette alkışlanır. Bir insanın kendi şiirini yakalaması kolay olmaz, bunun için yıllarca bekleyerek, gözleyip yaşadıklarını bir tür damıtma yoluyla ifade edebilmek için beklemeye râzı olması, az yazması gerekir. Okuduğundan ve yaşadığından çok yazanların dehası yoksa yandıklarının resmidir. Herkes Verlaine değil elbette ki denizi görmeden deniz şiiri yazabilsin...

Ay Olun İnsanlar adlı kitabının ismini sorana şöyle cevap veriyor Ş. Akbaba:

"Öze dönüş, ritmik yürüyüş ve hicret elifi... Gecenin ay'la bütünleşerek yüreğimize taşıdığımız, bizden olmasını istediği çok şey var. Tevbenin, değişkenliğin, yeni bir güne hazırlanmanın nöbetini tutar insan. Günah sendromu yumuşar. Kirlerinden arınmak isteyenler için eşref saatidir. Ve sükuneti gergef gibi işleyen gece, ay'ın eşliğinde ruh yüceliğine çağırır, olgunlaşmaya davet eder. Bu sese kulak veren ya da erişenler farklılıkları yakalarlar. Ay, tarih olmuş, dirilişin remzi olmuştur. Bu sebeple de insanları ay olmaya davet ettik."

Yeni baskısında üçte bir oranında ilave şiirler olan Ay Olun İnsanlar adlı kitabı benim gibi severek, tekrar tekrar okursunuz umarım. Bir Erzurumludan Kehribar şiirini, Kör Testere'yi, Ayazma'yı ve Tevbe Duvarına Asılmışsa Aşk'ı okumak elbette ayrı bir zevk...


Mustafa Miyasoğlu


Millî Gazete
13 Mayıs 2012

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com