edebiyat ortamı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
edebiyat ortamı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2013-10-22

Küfre Tav mı Oluyorlar Tuş mu?



Bir müteşairin bazı dergilere yaptığı mı diyelim, yoksa bazı dergilerin bir müteşair elinde perişan bir vaziyete düşüşü mü?

Nasıl bir şeydir bu? İşte peşinen yazıyorum, yüz kızartıcı bir şeydir!

İşte Edebiyat Ortamı dergisi. Kıyısından köşesinden kendimizi de ait hissettiğimiz bir süreli yayın. Az da olsa, sayfalarında görünme imkânı bulduğumuz edebiyat mevkutesi…

Edebiyat Ortamı, Ankara’da çıkıyor, Server Eğitim Vakfı’nın yayımladığı bir dergi.
Server Eğitim Vakfı deyince aklıma ilk gelen, 28 Şubat’lı yıllarda şimdiki Edebiyat Ortamı’nın ilk örneklerini yayımlaması akla gelir. 12 sayı sürmüştü, hatırladığım. Günnük Güllük başlığı altında günlükler yazmıştım. Ali K. Metin yönetiyordu dergiyi. Fakat adı geçen vakıfta katıldığım bir kültür programı daha derin hatıralar bıraktı bende. TC’nin 75. Yılı kutlamalarının yapıldığı gece Kızılay Meydanı’nda sürü sürü kitleler tepinip dururken, biz 7-8 kişi Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun mesnevisinin roman olarak okunup okunmayacağını müzakere ediyorduk. Meydanı dolduranlar perişan vaziyette dağıldı, biz ayaktayız!
Edebiyat Ortamı 6 yıldır yeniden yayın hayatında. Şair Mustafa Aydoğan var başında. Künyesinde kerli ferli başka üstatların isimleri de kayıtlı. Geçelim.
Edebiyat Ortamı’nın nazarımızda yüzünü kızartan hususa gelelim:
“Hem Al Hem Âh Bir Cemal Süreya” başlıklı bir yazı var derginin son (34.) sayısında. Solcu müteşair Hüseyin Alemdar’ın yazdığı bir metin bu. Takdir Hüda’nındır, önümüze çıkardı, bu yazının daha önce birkaç küçük değişiklikle “Şiirin Erzingân Gülü: Cem’âh Süreya!” başlığıyla yayınlandığını gördük. Kültür Bakanlığı’nın Cemal Süreya adıyla 2011’de yayımlanan prestij kitabın ekonomik baskısının 249-259. sayfalarında! Oraya da Hece dergisinden alınmış olabilir: Hayriye Ünal’a yapılmış yüksek atıflar var zira yazıda. Ama ihtiyatı da elden bırakmayalım, Hece’yi inceleyip araştırmamız lazım!
Edebiyat Ortamı’ndaki bu durumu Dil ve Edebiyat dergisinin Ekim sayısında kaleme aldım. Orada bahsettiğim şeyleri bir daha tekrarlamaktansa, değinme fırsatı bulamadığım şeyleri yazmalıyım.
Hüseyin Alemdar’ın söz konusu metninde erotik göndermeler, kimi sapkın söylemler, dahası İslamî hassasiyetlere yapılmış taarruzlar var. Bunları örneklendirmek istiyorum:
Yazının “Gözleri Öğle Üstü” başlıklı kısmında Cemal Süreya’nın Terazi Türküsü adlı metninden alıntı yapmış Alemdar ve yorumlamış: “… ‘Sigara içenlere ateş etmeyiniz/Evli bir kadınla rakı içerken’ lütfunda aşkı ters sadakat gibi kuşanan pırlanta tabancalı…” Cemal Süreya’nın metninde evli bir kadınla girişilen gayri meşru bir ilişkiden övgüyle bahsedilirken, Hüseyin Alemdar bunu daha da ileri götürüp lütuf ve ‘ters sadakat’ olarak alkışlıyor. Yazının “Aşk Erk Sevişmek ergenlik/ti!” başlıklı bölümü aynı zihniyetin bir başka tezahürüdür ki Cemal Süreya’nın “Beni Öp Sonra Doğur Beni” adlı şiirinin yorumu üzerinedir, şöyle biter: “Aşk erkse, sevişmek ergenliktir dercesine göz ve tenden ibaret bir dünyaya ibadet etmenin Türkçesi.” Göze ve tenden ibaret bir ibadet! Hazzın dinî bir ritüel olarak yeniden tasarımı! Yahut ‘ibadet’in sapkınlık bağlamında tahrifatı!
Alemdar’ın yazısının 6. Bölümüne Cemal Süreya’ya yönelik şu övgü cümlesiyle girilir: “Masumiyet ve hüznüniyetin şiiri olduğu kadar aşk ve erotizmin de şiiridir Cemal Süreya’nın şiiri. Velev ki, Tercan ve Bordeaux susması hüznü ve aşkı içselleştirmenin…” Aşk ve erotizim; devamından Tercan (peynir) ve Bordeaux (şarap) isimleriyle kodlanan bir meyhane masası. Yazarın müskirat masası övgüsünden hemen sonra, Cemal Süreya’nın Kısa Türkiye Tarihi adlı şiirinden ilham alarak Kemalist bir sürecin bugüne gelemeyişine içlenişini, hayıflanışını okuruz: “… Ötetürkiye! Öyle bir ötelenmiştir ki, 1930’lardan 80’lere ve 2000’lere bugüne gelememiştir”.
Yazının “Keşke!” başlıklı bölümünün ilk cümlesi de taksirlidir kanaatimizce: “Vaktiyle Cemal Süreya ‘İnsan süsüdür günah’ demiştir ya; sahiden demişse, tanrı küçkü bir kızçocuğu  olabilir!” Bu cümlenin taksiratı bir sonraki bölümde net bir şekilde şöyle beliriyor: “Değil mi ki, şiir ve tanrı Kadıköy iskelesinden uzak gözlerle dünyaya bakan küçük bir kızçocuğu! Yiten zaman değilse mitos mudur?!/ Gömülmeden önce biraz gezdirilmiş midir bari!” İzah: Tanrı küçük bir kız çocuğudur, o mitolojik bir kahramandır, yitmiş, kaybolmuştur; gömülmüştür. Yani, ‘Tanrı öldü’!
Allah’a sataşma cümleleri bunlarla sınırlı değil: Yazıya konulan üç dipnottan ikisi haddi aşmanın aleni görünümüdür. İlkinde “Ah, hâlâ iki din var: Siyah ve beyaz…” İkincisinde ise “… Cemal Süreya’nın Allah ve dünya inancı, ince sızıda yırtılmış bir kırmızı kadın ve erotizm inancı kadardı. Bundan olsa gerek, şiir kıblesi hep doğru gösterdi!”
Hüseyin Alemdar yazısında Cemal Süreya’nın 555 K şiiri bağlamında 27 Mayıs darbesi taraftarlığına atıflar yapıyor. Bu atıflar bir taraftan da Gezi Olayları’na yapılmış göndermelerle geliştirilir, darbecilik güncellenir! Yazarın işbu yazının sonuna koyduğu “Mayıs, Haziran 2013” yazısı da bu güncellemeyle ilgilidir!
Edebiyat Ortamı’nda yer alan ve portre olarak sunulan metnin, yukarıda bahsettiğimiz prestij kitap nüshasından farkı son bölümde net olarak gözükür. Her ne kadar her ikisinde de manzum metinler kullanılsa da bu metinler birbirinden farklıdır. İlki hakkında bir şey söylemeyeceğim fakat bu ikincisi bizim yazımız için oldukça fazla muhteva unsuru sunuyor: “boktan”, “ibneler”, “kat kat kerhâne”, “kasığımın piçi”... Bunlar nasıl yer bulabiliyor Edebiyat Ortamı’nda? Yazık!
İkinci dergiye geldi sıra…
Cevat Akkanat


Millî Gazete

05.10.2013 

2012-11-05

Edebiyat Ortamı, 29


Türkiye’nin geleceği için açılacak alanın, göğe çakılacak çivinin, iklimi getirecek hareketin henüz uykuda olduğunu söylemek lazım. Bugün, kültürel anlamda,  toplumun ve siyasetin yaratmayı arzuladığı sinerji ile tarihin bizden beklediği sinerji arasında bir paralellik görünmüyor. Siyasetin ve siyasetçinin ne yapmakta olduğunun ve hangi yolu gözüne kestirdiğinin belirlenmesi ve bilinmesi önemli. Bizim gibi toplumlarda siyaset ile hayat eşgüdümlü hareket eder. Birlikte bozulur ya da birlikte dinginleşirler. Belki de her toplum için böyledir, bilemiyoruz.

Soru şu: Bugünkü siyasetçinin düşünce, edebiyat, kültür ve sanatla; şairle, ilim adamı ile, deha parıltıları ile kurduğu ilişkinin mahiyeti nedir ya da bu yönde bir ilişkinin varlığından bahsedebilir miyiz? Bu soru birkaç açıdan önemli. Birincisi, kudretli parmağın işaret ettiği ya da iltifat ettiği değerler toplumsal bilincin oluşmasına etki ederler. İkincisi, iltifat edilen değere sahip olanlar moral değerler açısından her zaman daha üstün olurlar. Üçüncüsü, değer ortaya koymasına rağmen iltifat görmeyenler hem moral çöküntüye uğrarlar hem de hızlarını kaybedebilirler.

Siyasetin ve siyasetçinin belki de en önemli görevi ve sorumluluğu nasıl bir toplum hayal ediyorsa o yönde bir iklim ve hava oluşturmaktır. Asıl olan, zihin açıcı iklimin oluşturulmasıdır. Siyasetçi eninde sonunda bir hava oluşturur ama bu havanın hangi dimağlara yaradığına bakmak lazım.


Bugünün Türkiye’sinin bir kültürel harmoni içinde soluklandığını söylemek güç. Hatta imkânsız. Bugün göğüslerde dolaşan kan, rengini ve hızını bilginin, düşüncenin, şiirin duruluğuna ve diriliğine borçlu hissetmiyor kendini. Ekonomik ve politik güce sırtını dayamış görünüyor. Göğsümüzdeki ritmi kime ya da neye borçluysak oraya doğru gideriz. Oysaki siyasetçinin bütün yapıp etmelerine “yer çekimi” olacak gerçek atılım kültürel ve düşünsel atılımdır. Aksi takdirde uzay boşluğuna bırakılmış eşyalar gibi kendine mekân, zemin ve simetri bulamaz.
*
İyi okumalar...

2012-09-03

'Edebiyat Ortamı' dergisi 28.sayısında...


İslam milleti, birbirini tanımayan, birbirinin farkında olmayan uluslardan oluşan bir millet desek yeridir. Ne yazık ki yüzyıldır böyle. Yirminci yüzyılın başından beri aramıza çekilen sınırlar adeta gözlere ve kulaklara da sınır oldu. Birbirimizi neredeyse unutmuştuk. Acılarla dolu “Arap Baharı” süreci başladı da birazcık birbirimizi fark eder, ilgilenir olduk. Kardeşin kardeşi görme ve duyma biçiminin en tuhafı bu olsa gerek. Ancak cenaze merasimlerinde görüşebilen küskün kardeşler gibi. Diriliş ve can veriş arasındaki tuhaf ve kritik çizgiden, sadece buradan bakarak görebiliyoruz demek ki birbirimizi! Küçümseme.

Umursamazlık.

Yok sayma.

İlişki biçimlerimizi bunlar belirlemişti hep.

Hepimizin yüzü ayrı ayrı ve birbirinden bağımsız bir şekilde Batı’ya dönük. Üstelik Batı’ya bile Batı çubuğu üzerinden bakarak ve her şey Batı’dan ibaretmiş gibi algılayarak... Batı ilgilerimiz üzerinden bile birbirimizle ilişki kurabilseydik durum belki de bugünkünden daha iyi olurdu. Bu bile olmadı. Bu kadarı bile olamadı.
Siyasetin, edebiyatın, sanatın, şiirin bir bilgi sorunu olmaktan çok kendi öz sesini duyuş ve ona inanış olduğunu; bunun da, daha çok, birbirimizin yüzüne bakarak ve birbirimizin sıcaklığını hissederek gerçekleşeceğini fark edeceğimiz zamanlar umarız fazla uzak değildir. Ve umarız bize acı bedeller ödetmeden gerçekleşir!

*

Enes Talha Tüfekçi, 1991 doğumlu. Enes Talha’nın beş şiirine yer verdik. Bir tür huzur’a çıkarma. Edebiyat Ortamı okurlarının ilk defa şiirlerini okuyacağı arkadaşımız gelecek sayılarımızda şiirlerinin yanında yazılarıyla da yer alacak.

D. Mehmet Doğan’la 23. baskısı yapılan Büyük Türkçe Sözlük üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Bir anlamda “sözlük bilinci”ni yeniden gündeme getiren bu söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz.

Vasfettin Yağız, üniversite öğrencilerinin “internet-şiir” ilgisi üzerine ilginç diyebileceğimiz bir araştırma yaptı.

Şair Hüseyin Alemdar, kısa süre önce vefat eden yönetmen Metin Erksan’ı ve onun sinema anlayışını yazdı. Bir dosttan bir dosta mektup gibi. “İçerden” ve sıcak bir yazı.

Niyazî Mısrî’nin Eşrat-ı Saat adlı risalesi özel okurlarını heyecanlandıracak bir metin. Bir büyük velînin “fark ediş” anlarından bir damla. Zengin İslam geleneğinin bu tür özel metinlerini zaman zaman okurlarımızla paylaşıyoruz.

Ne Olmuş Ne Bitmiş bölümü ise bu sayımızda daha canlı ve hareketli oldu.

Diğer şiir ve yazılarımız da sıcaklığı ile okuru yakalayacak diye düşünüyoruz.

*

İyi okumalar.

Mustafa Aydoğan

2012-07-01

'Edebiyat Ortamı' dergisinin 27. sayısı

Temmuz-Ağustos 2012

Türkiye, yeni bir gelecek inşası içinde görünüyor. Dünya yeni bir şekil alıyor çünkü. Türkiye’nin de bundan payını alması kaçınılmaz görünüyor.

Ortadoğu, dünyanın şekil vericisi olma rolünü yeniden üstlenmiş durumda. Asıl rolünü. Ortadoğu, kaderler ağının merkezi, subaşı. Pınara hasret duyan insanlık, suyun gerçek sesini ve muhteşem berraklığını yeniden keşfetmenin eşiğinde. Ortadoğu’nun sesine kulak kesilmiş bekliyor.

Bir peygamberin diğer peygamberi işaret ettiği ama aynı zamanda eşi görülmemiş trajedilerin yaşandığı bu topraklar yeni buluşmalara ve yeni doğumlara doğru ilerliyor. İnsanlık bir seçim arifesinde olduğunun bilincinde olur ve bu seçimde doğru ışığa giderse bir çıkış yolu bulma ihtimali var. Aksi takdirde karanlık herkesi boğabilir.

Ortadoğu, yeni doğumların sadece bir ayağı. Diğer ayak ve denge unsuru ise Afrika kıtası. Gözyaşının en çok nerelerde aktığına bakmak lazım. Açlığın ve sefaletin, trajedinin ve ıstırabın bu topraklara –Ortadoğu’ya ve Afrika’ya- merhamet yağdırdığını hatırlamakta fayda var. İnsanın ve insanlığın hesabı, bütün hesapların asıl sahibi tarafından yeniden düzenleniyor ve düzenlenecek. Körleşen gözlerin, katılaşan kalplerin, haddini aşan hırsların, unutan bilinçlerin hesabının görüleceğinden umut kesmemek gerekiyor. Yeter ki biz, kendi tanımlarımızı yerli yerine oturtalım.

Herkes yeni yerini kabullenecek. Oraya doğru gidiyoruz. Bu yeni yerde bizi bekleyen şey, bizim umduklarımız olmayabilir. Bu yeni yerdeki varlığımız, yaratıcının merhametini ne kadar celp edebilmişsek o merhametin çizdiği portremiz kadar olacak. Yani neyi istediğimizden çok nasıl istediğimizin ve bu diriliş sürecine gönül kapılarımızı ne kadar açtığımızın hesabı ve ödülüyle karşılaşacağız. Çünkü Allah hiç kimseye özel muamele yapmaz. Sadece gayrete, samimiyete ve kendine yakınlığa bakar.

*

Elimizdeki ip
Boynumuza takalım diye değil,
Safları kaybetmeyelim diyedir.

Pencereyi aç.
Yorgunluğu üzerinden at.
Gayretin ve samimiyetin sesinin seni kuşatmasına izin ver.
Gönül ışığını yak.
Güneşin ayak izlerini takip et.

*
İyi okumalar.

M.A.

Edebiyat Ortamı Öykü Yıllığı 2012 , dergimizin 27. sayısının eki olarak 1 Temmuz'da okurlarıyla buluşacak.

2012-05-14

Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı Üzerine ya da Yıllıklar enaniyet ortamı mıdır?

Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı 2012’nin olumlu özelliklerinden bahsedelim ilk önce.

1-Çıkan şiir yıllıklarının anlam çerçevesi ve varlık gerekçesinin ayağa düştüğü bugünün edebi platformunda, Edebiyat Ortamı dergisinin kaptanı Mustafa Aydoğan’ın kişisel gayretlerini takdirle karşılıyor, saygı duyuyorum.

2-149 şairden 150 şiirin şiir yıllığında yer alışı, işbu çalışmaya zenginlik kattığı gibi bu çalışmayı, farklı şiir anlayışlarının-bütünsü anlamıyla olmasa da- çeşitliliğini göstermesi ve yansıtması bakımından önemli buluyorum.

3-Yıllık içinde ve süreçsel olarak 80 derginin taranması ve ayrı ayrı okunması da Türk Edebiyatına verilen emeğin belirgin bir göstergesidir.

4-Yıl içinde yayınlanan dergilerin değerlendirildiği bölümde Değirmen Edebiyat ve Düşünce dergisinin yer alması ayrı bir değer katıyor.

5-Yıllık içinde yer alan Poetik Alıntılar bölümünü, şiire dair tartışmaların nabzını duyurması bakımından gerekli buluyorum.

6-Yıllık bünyesinde hatırı sayılı derecede genç şairin ürününe yer veriliyor olması da artı bir değerdir, yıllık için. Bunu özellikle belirtelim.

7-Bir kısım şairleri hariçte tutarsak-ki neo epik şairlerin çoğulluğudur bu- Aydoğan’ın şiir meşrebi düşünüldüğünde geneli itibariyle şairin, burada şiir yıllıkçısının, şiir algısını yansıtıyor olmasını-lirik şiir algısıdır bu- doğal karşılıyoruz.

8-Sonuç olarak Aydoğan’ın umduğu şiir fotoğrafına ‘yaklaşıldığını’ ifade edebiliriz. Bu yıllık kanalıyla Türk Edebiyatına lirik şiirin ses, eda, yapı/biçim ve içerik özellikleri açısından bir ışık düşürülmüştür.

Olumsuz özellikleri, kişisellikten itinayla arındırarak- maddeler halinde yine şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Önce bir ilk isyan cümlesi..Türk Edebiyatında hep yapılageldiği için bendeniz tam aksi istikamette bir düşünüş biçimi geliştireceğim: Yıllıklardan ötede yıllık hazırlayanların tartışılması, sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Bu güne dek yapılmadı bu. Bir şiir ve hikâye yıllığı niçin hazırlanır? Çıkan bir yıllığın varlık gerekçesi nedir? Bir yıllık hazırlayıcısı neden ve niçin bu işe girişme ihtiyacı hisseder? Hangi saikler onu yıllık hazırlamaya yönlendirmiştir? Yıllık hazırlamaktan elde edilen amaç nedir? Türk şiirinin sıhhati adına nasıl bir verim elde edilme isteniyor? Bir yıllık hazırlayıcısı hangi vasıflarla mücehhez ki bir yıllık çıkarıyor? Türk şiir ve eleştiri müktesebatına katkısı ne ola ki dergilerdeki şiirleri bir araya getirip değerlendirme gereği duyuyor? Bu güne dek bu soruların sorulmadığını ve dolayısıyla yıllık hazırlayanların sorgulanmadığını düşünüyorum. Yıllıklar üzerinden tartışıldı ne tartışıldıysa, yıllıkçıların bir yıllığı hazırlama, derleyip toparlama gerekçeleri tartışılmadı.

2-Yıllıkta yer alan şiirlerin kısa da olsa yorumlarla ve değinilerle desteklenmemesi, Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı 2012’yi ‘derleme-toplama’ bir yıllık olmaktan kurtaramıyor. Buysa yıllık hazırlayıcısını haliyle bir kolaycılığa sevk ediyor, yönlendirici, ufuk açıcı, yol gösterici olmaktan uzak kılıyor.

3-Aydoğan’ın ‘bir sürpriz yoktu’ ifadesinin düpedüz bir körlüğün dışavurumu olduğunu düşünüyorum. Fayrap, bu gün itibariyle 50.sayısına ulaşmış bir edebiyat dergisidir. Fayrap bünyesindeki genç şairler tarafından kaleme alınan sıkı siyasi şiir örneklerini görmemek affedilemez bir aymazlık ve duyarsızlıktır. Körlüğün bir başka örneği de Kertenkele Edebiyat ve Düşünce dergisine karşı sergileniyor. Taranan dergiler arasında Kertenkele’nin yer alamayışı da ayrı bir körlüktür, çünkü çıkan her sayısı Edebiyat Ortamı dergisinin adresine gönderiliyor.

4-‘2011 Yılının Dergilerinde Şiir’ bölümünün, edebi platformdaki dergilerin çeşitliliğini ve sayısını düşündüğümüzde yeterince ve tam manasıyla kapsayıcı olduğunu söyleyemeyiz.

5-Geçen yıl yayınlanan yıllıktaki Şiir Kitapları değerlendirmelerinin bu yıl yıllıkta yer almayışı ayrı bir eksikliktir.

6-Bu yıl, Fayrap dergisinden sınırlı sayıda şiirin yer alıyor olması, kısmen olumlu karşılansa da, ‘gerçekçiliğin zaferi’ni itiraf etmek zorunda kalan Aydoğan için bir nesnellik ölçütü değildir. Nokta.

7-‘Önsöz’ün Aydoğan’ın Türk Şiir ortamına dair nabız vuruşlarını tüm şiddetiyle duyurmadığını, ‘sürpriz yoktu’ söylemiyle bir yüzeysellik örneği sergilediğini, söz konusu yazının edebi konjonktüre dair kuşatıcı ve derinlikle bir metin olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

8-Genel olarak tüm bu olumlu-olumsuz özellikler birlikte düşünüldüğünde, Kertenkele’ye olan kindar tutumunu bir kenara koyarsak, yıllık hazırlayıcısının egosunu tatminden öteye gidememiş, Türk şiiri ve eleştirisi adına besleyici ve onarıcı nitelikler sergileyememiştir. Nokta.

Bir yıllık niçin çıkar? Egoları tatmin için. İstisnaları var elbette.

Mustafa Aydoğan’dan olgunluk bekliyoruz…



Mustafa Celep



www.poetikhaber.com
13 Mayıs 2012

2012-03-09

Şiir yıllığı hediyeli 'Edebiyat Ortamı'


Bu sayımızı diğer sayılarımızdan ayıran iki farklılık var. Birincisi, derginin eki olarak 2012 Şiir Yıllığı’nın üçüncüsünü veriyoruz. İkinci farklılık ise, iç tasarım. Derginin iç tasarımını yeniledik. Umarız okurlarımızın da beğenisini kazanır

Diğer bir husus ise, dergimizin yayınındaki süreklilik. Bu sayıyla birlikte 5. yıla girmiş oluyoruz. Çok bir süre değil belki ama az da değil. Üstelik sadece dergi yayımlamakla da kalmadık. Geçen 4 yıllık süreçte Türk edebiyatına kendimizce katkılar sağlamaya çalıştık. Nelerdi bunlar:
- 24 sayılık dergi yayını, bir gün bile aksatılmadan yürütüldü.
- Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı hayata geçirildi ve her yılın 1 Mart'ında derginin okurlarına ek olarak verildi.
- Türk edebiyat tarihinde bir ilk olan Edebiyat Ortamı Öykü Yıllığı hazırlandı ve derginin eki olarak verildi.
- Şiir Ödülü tesis edildi ve üç yıldır aksatılmadan sürdürüldü. Genç yetenekler edebiyat dünyasına takdim edildi.

Şimdi de yayıncılığa başlıyoruz.

2012 yılında Edebiyat Ortamı Yayınları olarak her iki ayda bir, bir kitap yayınlamayı hedefliyoruz. İlk iki kitap yayın aşamasında. Mustafa Aydoğan'ın ilk üç şiir kitabının bir arada yer aldığı "Az Önce" ve son şiirlerinin yer aldığı "Bugün Konuştuklarımız".

Bütün bunların dört yıllık bir süreye sığdırılmış olması ciddi bir emek gerektiriyor. Sadece emek de değil, ciddi bir düşünce yapısı da gerektiriyor. Üstelik, bütün bu çabalar genellikle sessizlikle karşılanıyor. Bizim ortamlarda bir şeyin yokluğundan bahsedilir ve şikayetten geçilmez ama o şey gerçekleştirildiğinde genellikle ya sessizlikle karşılanır ya da orasından burasından çekiştirilerek hesaplaşılır. Küçük küçük intikamlar alınır. Bu biraz şuna benziyor: Kudüs için ağlar sızlar ama bir kere bile Kudüs’e gitme gereği duymaz ve yanındaki Kudüs dolu kalpleri kırmaktan, onunla cedelleşmekten zevk alan bir anlayışı vardır. Türkiye’de ilk defa bir öykü yıllığı yayımlanır ama öykü dergilerinin bundan haberi olmaz. Öykü dergilerini inceleyen herkes görür bunu. Şimdi bu tavrı neresinden eleştireceksiniz? Şiir yıllığı çıkmıştır, şiir dergilerinin bundan haberi olmaz. Şiir dergilerini inceleyen herkes görebilir bunu. Velhasıl, garip, tuhaf bir Türkiye. Ama şu soru cevapsız kalır: Sizin ‘gündem’ dediğiniz şey nedir peki? Olan bitene sessiz kalmak mı?

Türkiye’de edebiyat “klan” duygusuyla hareket ediyor, eder, etmiştir. Seksen yıldır değişen bir şey yok.

*

Ortadoğu kan gölü. Önce devrim sonra didişme. Allah insanlığa merhamet etsin.

*

İyi okumalar.

M.A.

2012-01-13

Edebiyat Ortamı, 24

Gelecek sayımızın ekinde Şiir Yıllığı olacak. 2012 Şiir Yıllığı. Derginin beşinci, Şiir Yıllığının üçüncü yılı.

Bu yıl bir yayınevi kurmayı düşünüyoruz. Edebiyat Ortamı Yayınları adıyla. Öncelikle kendi kitaplarımızı yayınlamayı hedefliyoruz. Şimdilik hedefimiz bu. Zaman ne gösterir bilemeyiz. Edebiyat Ortamı’nın bir kadrosu oluştu. Çoğu genç. Derginin sürekliliği biraz da kitap yayınının gerçekleşmesiyle mümkün. Her metin bir gün kitaplaşmayı arzular. Edebiyat Ortamı’nda yazan, sadece bu dergi içerisinde yer almış olan şair ve yazarların her birinin ürünleri kitaplaşacak bir toplam oluşturmaya başladı neredeyse. Birer birer kitaba dönüşecek bu ürünler. Dağıtım meselesi büyük dert. Umarız, süreç bizi bu derde düşürmez.

*

Edebiyat dergilerinde göze çarpan ilk ürünler şiirler oluyor. Doğaldır bu. Böyle olması da gerekir.

İyi şiir yayınlamak yetmez, yayınlanan ürünlerin bütünlük içerisinde bir yerinin olması da gerekir. Bir dergi için herhalde en büyük açmazlardan biri, kendi bütünlüğünü korumakta göstereceği gevşekliktir. Edebiyat, yazının dışına taşan, yazıyı da çevreleyen, bir tutum, bir titizlik, bir ilkelilik bütünüdür. Bu bütünlük duygusu ve tutumu, edebiyat eserini de edebiyat adamını da kendi efsanesini kurmaya davet eder. Edebiyat, efsanesiyle vardır çünkü. Büyüdür biraz. Yankıdır. Yanlışların ve doğruların ötesinde ve öncesinde bir üsluptur, bir varoluş biçimidir. Nasıl yazdığınız kadar nasıl duruş sergilediğinizle de ilgilidir. Yazarın hayatının yazıya dahil olması böyle bir şey olsa gerek. Dergi için de geçerli bu. Her sayı, bir üründür. Her dergi, bir yaşam ilkesidir.

Bir dergi için sanırım en kritik soru şudur: Geriye kaç şair, kaç yazar bırakabilecek? İddialı bir soru ama bir dergi için soruyu böyle sormaktan başka şans yok. Mecburi bir sorudur bu. Dergi, şair için, yazar için vardır çünkü. Bir amaç olmaktan çok bir araçtır. Dergiyi zamana yayacak olan, onu geleceğe açıklayacak olan, onun efsanesini kuracak olan asıl gerçek, yayımladığı metinlerden çok kaç kişinin efsanesine yol arkadaşlığı yaptığı, kaç efsanenin kurulmasına katkı sağladığı gerçeğidir. Hayır, pohpohlamadan, öne sürmekten bahsetmiyoruz. Efsane başka bir şey. O, şiirin ve şairin, yazının ve yazarın ikisinden birden ve kendiliğinden neşet eder. İç dinginliktir, yeteneğin ve emeğin parlayışıdır.

Bir dergiyi okurun elinde tutacak olan, bu parlayışa muhatap oluşudur. Bu parlayışın verdiği heyecandır.

Bir dergi için, “bir dergi” olmak yeter. İlkeli, bütünlüklü, kendine özgü ve titiz. Edebiyat Ortamı, bunu amaçladı, amaçlıyor. Günümüzde derginin ve dergiciliğin üzerine atılmış olan toprağı temizleyecek ve onu parlatacak başka bir çare de görünmüyor.


Mustafa Aydoğan

2011-07-01

'Edebiyat Ortamı' dergisi

Temmuz-Ağustos 2011

Bu sene de yaz geldi. Ama nedense kış gitmiyor bir türlü. Temmuz’a girdik hâlâ soğuk var, yağmur var, seller var. Zamanla zemin çelişiyor. Tıpkı Türkiye gibi.

Her şey anayasa’ya bağlandı. Olur. O da yapılır. Lâkin kış gitmiyor bir türlü.

Huzuru hak etmek gerekiyor galiba. Ne ki bu, ekonomiden ve turizmden fazla dayanaklara ihtiyaç duyuyor. Bu iki kelime siyasetin bumerangı. Ekonomi düzelirse, turizm açılırsa yerimiz genişleyecek sanılıyor. Yanlış değil ama doğru da değil.
Bir kültür politikamız yok.

*

Bu sayımızın şairleri Mustafa Aydoğan, İrfan Çevik, Cevdet Karal, İbrahim Tenekeci, Yunus Melih Özdağ, Muhammet Safa, Suavi Kemal Yazgıç, Ali Karan, Atalay Işık ve Alper Özdemir.

Turan Karataş, Cahit Zarifoğlu’nun “Okuyucularla” isimli kitabından yola çıkarak şairin ve şiirin mecraını, kaygısını ve yerini sorguladı.

Hasan Hüseyin Çağıran, genç bir isim. Şiirimizin ustaları üzerine okumalar yapmaya başladı. Bunun ilk adımı olarak, yakın zamanda “Sesli Harfler”i yayımlanan Ebubekir Eroğlu şiirini irdeledi. Devamının geleceğini sanıyoruz.

İrfan Çevik, ‘0rtaçağ’ kavramının yüklendiği yanlış anlamlar üzerinde durdu. Türkiye’deki bir zihni yanılgının ipuçlarını yazdı. Derinlikli bir deneme. Diğer önemli bir deneme de, Reşit Güngör Kalkan’ın “Erkeğin Perde İle İmtihanı’ başlıklı yazısı. Kalkan’ın bu denemeleri sürecek. Okurlarımızın ilgiyle okuyacağını umuyoruz. Mustafa Karadavut’un denemeleri ise sürüyor.

Bu sayımızın söyleşisini ressam Peyami Gürel ile yaptık. Söyleşiyi arkadaşımız Erdal Çakır gerçekleştirdi, ses kayıt cihazından çözümünü ise Emre Döğer yaptı. Gürel, resim sanatına bakışının temelleri üzerinde durdu. Tasavvuf, sanat ve varoluş hakkında esaslı bir söyleşi oldu.

Kâmil Aydoğan’ın akıcı bir üslupla yazdığı günlüklerinin bir bölümünü daha yayımlıyoruz.

A.Barış Ağır, İngiliz şair Wilfred Owen’ın Dulce et Decorum Est şiirini irdeledi.

Yaz sayılarımızda öykülere daha fazla yer ayırıyoruz. Bu sayıda da öyle oldu. Sadık Yalsızuçanlar, Yunus Nadir Eraslan, Mehmet M. Atik ve Tarık Ruşen öyküleriyle yer aldılar.

*

Son olarak; Sadık Yalsızuçanlar öncülüğünde yürütülecek olan Server Vakfı Yazar Okulu 15 Eylül 2011 tarihinde faaliyetine başlıyor. Katılmak isteyenler 0.312.229 82 44 no.lu telefondan veya dergimizin internet adresinden katılma şartlarını öğrenebilirler.

İyi okumalar.

M.A.

2011-02-28

'Edebiyat Ortamı' dergisi


SAYI:19 (MART- NİSAN 2011)

Şiir yıllığının ikincisini bu sayıyla birlikte okurlarımıza sunuyoruz. Geçen yıl hazırladığımız yıllık geniş bir ilgi uyandırmıştı. Bu yıllığın da ilgi uyandıracağını umuyoruz.

Ayrıca, okurlarımız, gelecek sayımızın ekinde yeni bir yıllık bulacaklar: EDEBİYAT ORTAMI ÖYKÜ YILLIĞI. Yıllığı Sadık Yalsızuçanlar hazırlıyor. Öykü yıllığı, öyle sanıyoruz ki Türk öykücülüğüne bir hareketlilik getirecek ve kendi alanında belki de bir ilk olarak Türk öykü tarihinde mütevazı bir yer edinecektir.

*

Biz yıllıkları hazırlarken dünya da değişime hazırlanıyordu. İslam ülkelerinde öteden beri süregelen siyasal mantığın değişmeye başladığına şahit olduk/oluyoruz. Ortadoğu ve Afrika kıtasındaki İslam ülkelerinde halkın sesi meydanlara taştı. Sancılı süreçler yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor. Umarız bu ses, kendi kadim geleneğinin yankısına dönüşerek geleceğe bir manifesto olur.

*

Bu sayımızın şairleri İrfan Çevik, Cevdet Karal, Emre Döğer, Yunus Melih Özdağ, A. Barış Ağır, Muhammet Safa, Tamer Sağır ve Kübra Bilgin.

Edebiyat Ortamı 2010 Şiir Ödülünü alan şairlerimizle söyleşiler yaptık. Cihat Duman, Vural Uzundağ ve Abdussamed Bilgili ile yaptığımız bu söyleşileri ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Ayrıca Turan Karataş ile yeni çıkan kitabı Şiirin Ardında’yı ve günümüz şiirini konuştuk.

İrfan Çevik başkasının evinde ziyafet verilmeyeceğini izah ederken, Gökhan Özcan geçen aylarda çok konuşulan bir konuyu yorumladı: Tv dizileri ve tarih anlayışı.
Biri çeviri olmak üzere üç güzel öyküye yer verdik. Öyküleri severek okuyacağınızı düşünüyoruz. Özellikle Mustafa Başpınar’ın öyküsüne dikkatlerinizi çekmek isteriz.
Yılmaz Yılmaz, öykü ve öykücüler üzerine kısa kısa notlar düştü.

Hasan Hüseyin Torun, Varlık dergisinin şubat sayısında yer alan bir soruşturmayı eleştirel bir bakışla okudu ve yorumladı.

Erol Yılmaz, hep tekrar edilen bir konuyu yeniden yazdı. Televizyon izlemenin kötülüğü ve kitap okuma ‘alışkanlığı’ üzerinde durdu.

Okuma Salonu bölümünde, iyi kitaplar üzerine yazılmış iyi yazılar bulacaksınız.
Son sayfalarımızda ise Mustafa Aydoğan’ın üç şiirine yer verdik. İyi okumalar.

Mustafa Aydoğan

2011-01-14

Edebiyat Ortamı

Ocak-Şubat 2011,Sayı:18

Edebiyat Ortamı bu sayıyla üçüncü yılını tamamlıyor. Bu üç yılda çok şey oldu dünyada. Edebiyat Ortamı bütün bu olanlara şahit oldu. Afganistan’da, Irak’ta, Filistin’de ve dünyanın birçok yerinde Müslüman avı yaşandı. Yaşanıyor. Gözlerden ırak. İnsanlığın dramı bitecek gibi görünmüyor. Ama bizim şahit oluşumuz kendi başına bir anlam ifade ediyor. Edecek. İnsanlığın ürpertisi Ankara’dan hissediliyor. Küçücük odamızdan. Bizim şahit oluşumuzdan çekinmesi gerekenler var. Bizim, insanımızın, ülkemizin…

*

Şairler… İrfan Çevik, Esver Ölüç, Yunus Melih Özdağ, Muhammet Safa, Suavi Kemal Yazgıç, Gülden Aşçıoğlu, Hasan Hüseyin Çağıran ve Atalay Işık.

Rasim Özdenören bu sayımıza bir öyküyle katıldı. Usta öykücümüzün bu öyküsünü zevkle okuyacağınızı umuyoruz. Osman Koca’nın “Kısa Günce”si de beğeneceğiniz bir öykü.
Mustafa Karadavut ve İrfan Çevik birer denemeyle katıldılar bu sayımıza.

Söyleşi konuğumuz Gökhan Özcan. Yirmi yıl aradan sonra yayınladığı ikinci öykü kitabı Serçe Parmağı’nı ve öykü serüvenini anlatıyor. Söyleşiyi Asım Gültekin yaptı. Gültekin’e teşekkür ediyoruz. Bu ses getiren kitap hakkında iki de yazı yer alıyor. Yazılar, Yılmaz Yılmaz’a ve Mustafa Karadavut’a ait.

Friedrich Rückert, Alman bir şair, bir düşünür. Almanların bile gözünden kaçmış önemli bir şair. Lirik şiirin ustalarından. Şair arkadaşımız Yahya Kurtkaya büyük bir gayretle dergimiz okurları için Rückert hakkında mütevazı bir dosya hazırladı. Bu dosyanın Alman edebiyatının tanınmasına bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz. Sadece bu da değil. Batı’lı şairlerin Doğu’ya ve İslam’a olan derin ilgileri de görülecektir.

İki hatıra yazısından biri Faruk Uysal’a diğeri Kâmil Aydoğan’a ait. Hatıra okumayı sevenler için iki güzel metin.

Yunus Melih Özdağ sinema üzerine düşünmeye devam ediyor. Bu defa İran sineması hakkında yazdı.

Mustafa Aydoğan’ın Güncelin Tarihi Üzerine Kısa Notları’nın ilginizi çekeceğini umuyoruz.

Değerli şair Arif Ay’ın geçen aylarda bir üniversitede öğrencilerle yaptığı konuşmayı arkadaşımız İdris Nebi Uysal bir metin haline getirdi. Bir tür haber-yazı.

Gelecek sayımızın önemli bir eki olacak: 2011 Şiir Yıllığı. Şimdiden haber verelim.
İyi okumalar.

Mustafa Aydoğan

2009-05-03

"Edebiyat Ortamı" dergisi

"Edebiyat Ortamı"
(Mayıs-Haziran 2009, 8. Sayı)


Geçen ayımız yoğun geçti. Düzenlediğimiz şiir yarışmasına epey bir katılım oldu. 495 aday katıldı. Bunlar arasından seçim yapmak kolay olmadı. Özellikle son 71 aday bizi epey terletti. Hele son oniki aday arasından seçim yapmak iyice yordu. Dereceye girenleri belirledikten sonra kalan altı adayı da bir şekilde ödüllendirmek durumunda hissettik kendimizi. İyi şiirlerdi. Server Vakfı Başkanı ve jüri üyesi Mehmet Ali Bulut’un önerisiyle onlara da jüri özel ödülü verdik. Yarışmada yer almayan bir ödüldü bu. Başlangıçta düşünmemiştik. Ama iyi şiir, her zaman iyi ödüllere layıktır.

Ödüllere zaman zaman ağır eleştiriler yapılır. Yapıldı. Yapılsın! Bu eleştirilerin kendince haklı tarafları vardı. Ödül kurumları ve jürileri ciddiyetlerinden taviz vermedikçe bu eleştiriler boşluğa çıkacaktır. Önemli olan ciddiyettir. Samimiyettir. Şairin şiirle ilişkisinde ödülün aracılığına ihtiyacı yoktur. Bunu herkes bilir. Kabul eder. Şiir, şairin doğal refleksidir. Varoluş üslubudur. Hiçbir ödül bir insanı şair yapmaz. Ama marifetin iltifata tabi olması hoştur, güzeldir. Sevinç vericidir.

Ödül, önermektir.
Ödül, yüreklendirmektir.
Ödül, birlikte sevinmektir.
Şiir, birlikte sevinilecek bir şeydir.
İnsanın etik ve estetik kaygılarla, çabalarla, amaçlarla ortaya koyacağı her sanat ürünü saygıya değerdir. Ödül, bir saygı duyma biçimidir. Bunun bir ifadesidir. Gösterme biçimidir. Bunun yerilesi bir tarafı olduğunu kim söyleyebilir ki!
Bugünkü dünya düzenine itiraz etmenin, zulme, haksız yere öldürmelere karşı koymanın, masumiyeti ve saf kalışı savunmanın araçlarından birinin ödül mekanizmasının işlerlik kazanması olduğunu söylemek pek yersiz olmasa gerek. Nobel ödüllerinin dünyanın biçimlenişine katkıda bulunduğunu kim inkâr edebilir ki! Mesela bir Ortadoğu Edebiyat Ödülü konsa güzel olmaz mı! Ya da İslam Ülkeleri Edebiyat Ödülü. Ya da Dünya Edebiyat Ödülü vs. Çünkü ödül veren, öneriyordur. Kendi üslubuna alan açıyordur. Üslup, hayattır.

Ödül kazanan adayları dergimizin arka kapağında görebilirsiniz.

*

Bu sayımızda yer alan deneme, şiir ve eleştirileri severek okuyacağınızı umuyoruz. Usta kalemlerin ‘tükenmez’ kalemleriyle yazıldı bunlar. Açıcı, açıklayıcı ve belirleyici metinler… Sonsuza bir nebze sevinçle bakabilmek için.

İyi okumalar.

M.A.

İrtibat:
edebiyatortami@gmail.com
http://edebiyatortami.blogspot.com/

2009-03-07

"Edebiyat Ortamı" dergisi


EDEBİYAT ORTAMI'NDAN (7. sayı, MART-NİSAN 2009)

Zaman geçer, şekil başkalaşır, düşünce kendine yeni ifadeler bulur. Ne var ki insan, sonsuzdan ilham almış bir ânı yakalamak muradındadır. Hayatın bir akış olduğunu söyleyenler yanılıyor olsa gerek. Ressamın tek bir fırça darbesindeki gerilimi, fışkırışı, ödevli oluşu hangi süreç, hangi akış karşılayabilir ki! Dingin bir ‘duruştan’ başka. Hayatı bir akış şeklinde görmenin sürükleniyor oluşla bir ilgisi yok mu acaba? Bu sürüklenişi durdurmaya çalışanın bir ânlık düşünüşü, bütün zamanların kalbine imge olur. A. Kadir Geylâni’nin dediği gibi: insanın bütün ömrünce kahraman diye anılması göstermiş olduğu bir ânlık cesaretten ibarettir. Sanat ânın ürünüdür. Bütün birikim bir âna damga vurmak içindir. Kavgasız, gürültüsüz ama içten ve derinden.

Bu sayı, ikinci yılımızın ilk sayısı. Geçen neydi, olan nasıl bir şeydi? Zihinlerde bir ânlık bir parlayış oluşturmak için onlarca kalp düşündü, onlarca kalem yazdı. Her şey kelimenin ışığıyla parlasın diye. Şiir parlayan bir şeydir. Deneme de öyle. Öykü de öyle. Yaralı gönülleri zahmetli vakitlerinde yoklar. Durdurur. Susturur. Aydınlığa çıkarır. Susan anlar. Konuşan yara alır. Sanat, rahmettir. Sırdır.

*

Mimar Turgut Cansever öldü. Şair Bahtiyar Vahapzade öldü. Şair Levent Sunal öldü. Geçen ay ne çok ölüm vardı. Hepsine rahmet diliyoruz.

*

Bu sayımızın söyleşisini geçen yıl Fransa’nın "Théophile Gautier Şiir Ödülü"’nü kazanan şair Şeyhmus Dağtekin’le yaptık. Kısa ama güzel bir söyleşi oldu. Söyleşiyi Şaban Abak gerçekleştirdi. Çok teşekkürler.

Bir şiir yıllığı hazırlığında olduğumuzu geçen sayımızda belirmiştik. Bu sayımızda, şair ve yazarlarımıza mevcut yıllıklarla ilgili ne düşündüklerini sorduk. İlginç cevaplar verdiler. Beğeneceğinizi umuyoruz. Bu soruşturmanın gerçekleşmesindeki çabalarından dolayı Turan Karataş’a teşekkür ediyoruz.

Gökhan Özcan, ‘edebiyatın alanı neden dar?’ başlıklı yazısında edebiyatın daralmasındaki nedenler üzerinde duruyor. İrfan Çevik’in ‘Duvara Karşı’ yazısı ise başta Gazze olmak üzere dünyadaki kıyımlara ilginç bir bakış açısıyla yaklaşıyor.
Sayfalarımızda yer alan diğer şiir, öykü, deneme ve eleştirileri zevkle okuyacağınızı umuyoruz. Özellikle Kübra Bilgin’in şiirlerine dikkatinizi çekmek istiyoruz. Yeni bir isim. Hep yeni kalabilir mi? Kim bilir?

İyi okumalar…

M.A.


İrtibat:
Server Vakfı GMK Bulvarı No:24/8 Kızılay/ANKARA
edebiyatortami@gmail.com
0.312.229 82 44

2009-02-01

Edebiyat Ortamı


Ankara’da öteden beri edebiyat dergileri yayımlanır. Üstelik sıradan dergiler değildir bu dergiler. Edebiyat, Mavera, Aylık Dergi ve başka dergiler, Ankara’da ve Türkiye’de önemli işlevler üstlendiler bir dönem. Kimi tek adam dergisi olan, kimi de işleri şûra ile yürütülen bu dergilerin ortak bir özelliği vardı. Kendi çapında bir okuldu bu dergilerin her biri.

O dönemde Ankara, belirleyici bir rol de oynuyordu edebiyat ortamı açısından.

Daha sonra ne olduysa oldu, bir fetret dönemine girildi. Heves ürünü olmaktan öte gitmeyen kimi dergileri saymazsak uzun süre dergisiz kaldı Ankara’nın edebiyat dünyası.

Son zamanlarda ise yeniden bir canlanma yaşıyor edebiyat dünyası, özellikle de Ankara. “Son zamanlarda” tabiri aslında uzunca bir zaman dilimini kapsıyor. Bu zaman dilimini Hece dergisiyle başlatmak gerekiyor. Özel sayılar dergisi unvanını verebileceğimiz Hece on üç yaşında olduğuna göre uzun bir zamanı kapsıyor bu “son zamanlarda” tabiri.

Hece çok önemli işlevler üstlendi bu zaman içerisinde. Fakat artık “okul dergi” diyebileceğimiz dergiler dönemi kapandı mı, sorusunu sorduran bir yapısı da var Hece’nin. Okul-dergiler, amatör ruhun ürünüydü elbette. Amatör ruh bir yere kadar iyidir, ama bazı sıkıntıları da bünyesinde barındırır. Bunun örnekleri çoktur. Bu yazıda bunlara girmeyeceğim, ama ilerde ihtiyaç olursa bu konuyu başka ortamlarda tartışabiliriz.

Biz tam okul-dergiler dönemi kapandı mı diye sorarken, yeni bir dergi çıktı sahneye yine Ankara’da. Edebiyat Ortamı.
Edebiyat Ortamı, aslında çok zaman önce sahneye çıkmıştı. Server Vakfı bünyesinde, vakfın yönetim kurulu başkanı Sayın Mehmet Ali Bulut’un fikrinin sonucu olarak, Ali K. Metin yönetiminde 1997 yılı boyunca her ay yayımlanmıştı Edebiyat Ortamı.

O zaman benim de kıyısından köşesinden dâhil olduğum bu dergi tecrübesi pek başarılı bir tecrübe sayılmaz elbette. Bu nispeten başarısız tecrübeden sonra yine Server Vakfı ve yine Mehmet Ali Bulut, sanırım yükümlülük duygusuyla yeniden harekete geçti ve ikinci Edebiyat Ortamı dönemi başladı 2008’de.

Dergi bu kez iki ayda bir yayımlanıyor şair Mustafa Aydoğan’ın yönetmenliğinde. Kapağından sayfa düzenine, ekibinden yazı kadrosuna varıncaya dek daha umut verici bir hali var yeni derginin. Hatta denilebilir ki adı dışında eski dönemle bir alâkası yok.

Bütün bunlar sevindirici ve güzel de, Edebiyat Ortamı dergisinin, “Okul-dergiler dönemi kapandı mı” sorusunu geri almamıza yol açacak nesi var da ben umutlandım? Dergi çıkmaya başlayalı tam bir yıl oldu. Gözlemlediğim şu: Bu dergi, bir dergi, yani edebî ürünleri deren, bir araya getiren bir süreli yayın olmaktan ziyade, edebî bakış ve duruş sergilemeye çalışan bir düzlem, bir ortam olmaya çalışıyor yayımladığı ürünlerle.

Dergi yönetimi, geleceğe yönelik kaygılar taşıdığını hissettiriyor sayılarıyla. Ayrıca İslam dünyasının kültür bunalımı üzerine kafa yoran bir ekip izlenimi veriyor dergi ekibi.

**

Nicedir dünyanın kalbi İslam dünyasında atıyor ve son zamanlarda bu kalp atışı, kalp çarpıntısına dönüştü. Müslüman toplumların ve özelde bizim toplumun durumu hiç de iç açıcı değil bu çarpıntı karşısında.

Çözüm üretmek için yeterli donanıma sahip değiliz. Bu donanımları kazanmada kültür ehline, ediplere ve aydınlara büyük sorumluluklar düşüyor.

İflas ile karşı karşıya kalan tüccarlar eski defterleri karıştırırlarmış. Bizim de pek çok açıdan iflasa sürüklenmekte olduğumuzu kim inkâr edebilir? Bu iflas tehlikesi karşısında toplumun yazarları, aydınları ve düşünenleri de eski defterleri karıştırmalı değiller mi?

Demem o ki eskiden söylenmiş sözleri yeniden düşünmeli ve bunlardan yola çıkarak yeni sözler, yeni düşünceler üretmeliyiz. Büyük mesneviler, kasideler, gazeller, bize yeni şiirler, öyküler, romanlar ve sinema eserleri olarak geri dönmeli.

İşte Edebiyat Ortamı bu kaygıyı taşıyor gibi geliyor bana; bu kaygıyla atılmış küçük, fakat değerli bir adım.
Büyük ârif Ebu Said Ebu’l-Hayr’ın dediği gibi: “Kalkıp bir adım atandan Allah razı olsun.”

Hicabi Kırlangıç

Kaynak:
www.tyb.org.tr
30.01.2009

2009-01-24

Edebiyat Ortamı’ndan Beyaz Haberler !


Ankara’da yayınlanan kaliteli dergilerimizden Edebiyat Ortamı, 2. yılında 6. sayısını çıkardı. Sayılar içinde bir’in hatırı vardır diyen Edebiyat Ortamı’nın ömrü uzun olacak, durum onu gösteriyor. Dergi yeni yıla yeni projelerle girdi, gerçekten heyecan ve umut verici bir çaba! Takdirle karşılamak gerekiyor Edebiyat Ortamı’nı.

Peki durum nedir? Bizi bu kadar heyecana sevkeden ne ola ki!

Şiir ortamımızdaki genel görüntü, bizim çeteleşme dediğimiz, her kesimin kendi adamını savunduğu, kendi şairinin sırtını sıvazladığı öbek öbek kalınlaşan bir oluşum, bir yapı arz ediyor.

Her yapı her oluşum kendi şairini seviyor.

Buralardan çıkan şiir yıllıkları da nesnel bir tutum içeriyor görünse de aslında esasında kişisel bir beğeninin ötesine geçmiyor.

Öne sürülen ölçütler, kullanılan kriterler kötü şairi bile iyi ve nitelikli bir şair katına çıkarabiliyor.

Bu ya bir adam kayırmacılıkla ya da adam toplamayla alakalı bir husus.

Yıllıklarda niteliksiz şiirlerin oluşu da cabası.

Edebiyat Ortamı, yıllık noktasında şiire yönelik bu duruma donuklaştırıcı bir müdahale diyor.

Katılmamak elde değil.

2010 yılında Edebiyat Ortamı dergisi EDEBİYAT ORTAMI ŞİİR YILLIĞI adında bir yıllık yayınlayacak.

İkinci beyaz haber ise SERVER VAKFI EDEBİYAT ORTAMI 2009 ŞİİR ÖDÜLÜ'nün olması.

2009 Edebiyat Ortamı’nın yılı olacak bizce.

Ayrıca şiir ödülünün yanında gelecek yılda yarışmanın diğer dallarda da yapılacak olması, genç yazarlara yönelik umut verici bir gelişmedir .

Edebiyat Ortamı , yayınlayacağı yıllığı, yukarıda ifade ettiğimiz problemlerin ışığında/parelelinde, bu sorunları göz önünde bulundurarak yayınlamalı.

Mevcut yıllıklardan farkı ancak bu şekilde belirginleşecektir.

Şiir yıllığına kitap ve dergi göndermek isteyenler için adres:

Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı, GMK Bulvarı 24 / 8 Kızılay-Ankara

Sonraki yıllarda ÖYKÜ YILLIĞI nın da yayınlanacağını bildirmiş olalım.

Mustafa Celep

2009-01-10

"Edebiyat Ortamı" dergisi


EDEBİYAT ORTAMI'NDAN (OCAK - ŞUBAT 2009, 6. SAYI)

Sayılar içinde bir’in hatırı vardır. Hatta El-Kindî bu hatır meselesini öyle bir noktaya taşır ki sayıların iki’den başladığını söyler. Bir’i ayrıştırır, seçkinleştirir. Onun anlamını yüksek bir yere çıkararak ruhun nefesiyle yıkar, arıtır.

Biz de bir’in hatırını kırmadık.

Bu sayımızla birlikte bir’inci yılımızı tamamlamış olduk. Mutluluk ve tehlike arasında koşup durduk. Bir bir saydık. Az az biriktirdik. Çoğun yankısını duyduk. Her az çokluğun yanında kendini imha eder. Su görününce teyemmüm bozulurmuş. Ama bu durum az’ın değerini düşürmez. ‘Az olmak’ başka bir şey, ‘azalmak’ başka bir şey. Biz ‘azımızın çoğa sayıldığını’ umuyoruz.

*

Gelecek yıllara ilişkin iki projemiz var.

Birincisi, Server Vakfı ile birlikte düzenlediğimiz ve ilkini bu yıl şiir dalında vereceğimiz ödülü gelecek yıldan itibaren birkaç dalda birden vermeyi amaçlıyoruz.

İkincisi, gelecek yıldan itibaren şiir yıllığı düzenlemeyi planlıyoruz. İlki 2010 yılının Şubat veya Mart ayında dergimizle birlikte okura sunulacak. Yıllığın adı EDEBİYAT ORTAMI ŞİİR YILLIĞI olacak. Mümkün olursa bir de öykü yıllığı düzenlemeyi düşünüyoruz. Şiir yıllığına kitap ve dergi göndermek isteyenler için adresimiz şöyle: Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı, GMK Bulvarı 24/8 Kızılay- Ankara.

Bunların, mevcut yıllıklardan ne tür bir farkı olacağını hep birlikte göreceğiz.
Yıllık mevzuu bugüne değin ‘tek elden’ yürütüldü. Tek tük çıkışlar haricinde genel olarak böyle oldu. Bunun ne tür yanlışlar doğurduğunu burada sayacak değiliz. Mesele sadece şu ismi alıp bu ismi almamada kalsaydı geçip gidilebilirdi belki. Ama bu kadarla kalınmadı. Zülf-ü yâre dokunuldu. Şiirin canlı doğasına müdahale edildi. Donuklaştırıcı bir müdahaleydi bu.

Öte yandan, çoğu yıllık bir ‘seçki’ olmanın ötesine geçemedi. Yorumların katkısına pek itibar edilmedi. Şairler ve şiirler hakkında söz söylemekten kaçınıldı.

*

Bu sayımızın söyleşi konuğu çağdaş Amerikan şiirinin öncü şairlerinden Robert Bly. Söyleşi, iki farklı söyleşiden yapılan çevirilerin bir araya getirilmesi şeklinde oldu. Bütünlüğü bozmamaya özen gösterdik. Bu bölümün oluşmasına önerileriyle katkıda bulunan Sadık Yalsızuçanlar’a, çevirileriyle katkıda bulunan Naim Öztürk’e, Fatma Zehra’ya ve özellikle İrfan Çevik’e teşekkür ediyoruz.

Bly, ülkemizde pek tanınan bir isim değil. Çok fazla çeviri yapılmış olduğunu söyleyemeyiz. Oysa Amerikan şiirinin ilginç ve öncü şairlerinden biri olarak biliniyor ve birçok yabancı dile çevrilmiş kitapların sahibi. Sevgili dostumuz Sadık Yalsızuçanlar’ın esprili ifadesiyle ‘Amerika’nın Sezai Karakoç’u’. Söyleşiyi zevkle okuyacağınızı umuyoruz.

Ali Çolak, ‘Namahrem Ağaçlar’ adlı güzel bir denemeyle bu sayımıza katkıda bulundu. Çolak’ın katkıları diğer sayılarımızda da devam edecek.

Turan Karataş’ın, Orhan Pamuk’un son romanı Masumiyet Müzesi hakkındaki yazısını ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Karataş, hem Orhan Pamuk’a hem de Masumiyet Müzesi’ne farklı bir bakış açısıyla eğiliyor.

FotoğraflıYORUM bölümümüzün bu sayıdaki konuğu usta öykücümüz Mustafa Kutlu. İçinizi ısıtacak bir metin. Tam bir Mustafa Kutlu öyküsü. Tatlı ve derinlikli.

Okuyacağınız iki öykünün biri Gökhan Özcan’a diğeri Kahraman Çayırlı’ya ait. Çayırlı’yı önceki sayılarımızda yer alan şiirlerinden hatırlayacaksınız. Bu defa bir öyküyle yer alıyor dergimizde. Genç bir yazar için iyi haberler veren bir öykü.

Yusuf Turan Günaydın, kitap-kitabevi-okur ilişkileri bağlamındaki yazılarına devam ediyor. ‘Üzüm Kitap Bağ Yazar’ başlıklı yazısında kitap jenerikleri üzerinde duruyor. Bu yazılar sürecek.

Bu sayımızda dört şiir yer alıyor. Şiirler Arif Ay’a, Mustafa Aydoğan’a, İbrahim Eryiğit’e ve M.Bilge Biltekin’e ait.

Yazısaati ve Okuma Salonu bölümlerimizde yer alan değini ve eleştirileri de severek okuyacağınızı umuyoruz.

Bu sayımızın sayfa sayısı biraz kabarık oldu: seksen sayfa. Bu, hiçbir şeye işaret değildir. Bazen böyle olacak. Ama, genel olarak sayfa sayımızı altmış dörtte tutmaya çalışacağız.

Son bir not: Bu sayıyla birlikte abonelik süreleri dolan okurlarımızın aboneliklerini yenilemelerini istiyoruz. Dergimize olan ilgi, sevgi ve katkılarını aynen sürdürmelerini diliyoruz.

İyi okumalar…

İrtibat:
Server Vakfı GMK Bulvarı No:24/8 Kızılay/ANKARA
edebiyatortami@gmail.com
0.312.229 82 44

2008-12-06

Dergileri İnceleme Rahlesi

1- Aşkın e-Hali Edebiyat Dergisi 12.Sayı Ekim-Kasım-Aralık 2008

Şiirin damar atışlarının,nabız vuruşlarının taşrada duyulduğunu söylemek durumundayız. Şiir bahsinde en temel tutumun samimiyet olduğu unutulmamalı. Taşrada çıkan dergilerde yayınlanan şiirler ,merkezde merkezi temsil eden dergilerde yayınlanan şiirlere nazaran daha sıcak daha içten olduğu hemen daha ilk mısrada kendini belli eder. Her şiir bir fetih hareketidir ve taşrada kendiliğini açığa çıkartan şairlerin ilk şiir manevraları,bu fetih duygusunun heyecanını taşır:kendini keşfetmenin heyecanını. Bu durum sadece şiir için söz konusu değildir,deneme ve diğer edebi türler için de geçerlidir. Devasa şehirlerde yaşanan insan ilişkilerindeki yapaylık,taşrada yazıya dayalı olarak kurulan dostluklar için bahis konusu edilemez. Bir anlamda taşrada Anadolu’ da daha kalıcı birliktelikler kuruluyor, yaşanıyor.

Taşrada çıkan her dergi yeni bir hamle hareketidir,dünyayı tanıyor olmanın atılımına sahiptir. Edebiyatta bir tazelik fikri,taşraya geniş bir hareket alanı sağlıyor. Kaygısı olmayanın ahlakı da yoktur. Dünyaya söyleyecek sözü olmayanın beyhude bir arayış içinde olduğunu söyleyebiliriz. Çorum’da 12. sayısına ulaşan Aşkın e- Hali dergisini okuyup bitirdikten sonra yukarıdaki fikirler hatırıma geliverdi,bu samimiyet ve çabaya kayıtsız kalamayacağımı düşündüm. Yazı ,söz ,samimiyet ve karşılık bulma noktasında dergi için yapılan Mehmet Okumuş söyleşisi,en fazla dikkatimi çeken,beni en çok etkileyen bir konuşmaydı. Edebiyatta sahicilik üzerine tekrar düşünmeme vesile oldu. Şöyle der Okumuş, söyleşinin bir kısmında:

‘‘Samimiyet aslında sözlerden yansır. Yazan sözü ne kadar sahiplenmişse söz de o kadar sahibini sahiplenir. Ve söz insanın yazdığında okunan bir karşılık bulmuşsa güzellik yahut çirkinlik adına orda bir samimiyet vardır. Çünkü sancısı kelimeye siner insanın. Hani deniliyor ya "her işin başı ahlaktır" diye. Bence sonraki aşama bu. Her şeyin başı kaygıdır aslında. Kaygısı olanın ahlakı olur. Buna bağlı olarak samimiyetiniz ortaya dökülür. Yani fazladan bir anlatıma gerek yoktur. Sözler , söze sadıksanız , "söz" lemek istediğiniz varsa okur sizi. Ve sonra da yazar. Burada ,ilham değil kastım; söyleyecek sözleriniz varsa, ilk mısralar tecelli olur,sonrakiler o tecelli dahilinde samimice dökülürler."

Dergide açık açık etkilendiğim yazılardan biri de Mustafa Uçurum’un "Herkes Gibi" adlı denemesi oldu. Bu denemeyi önemli kılan yazarın duyarlılığı ve uyarıcılığıdır . Uçurum bu yazısıyla sessiz sedasız denemeci kimliğini ispatlamıştır. Teknolojik bir buhrana doğru sürükleniyoruz der yazının bir kısmında. Yazının ana iletisi, temel fikri ‘kendi’ olmak,özgün bir kişiliğe sahip,olayların ve durumların farkında olmaktır. Dil ve üslup bakımından sade bir söyleyişe dayalı bir yazı yazmış Uçurum. Kendini okutabiliyor. Dileğimiz bu yazıların çoğalması ve daha geniş açılımlarla devam etmesidir.

Mustafa Özçelik ‘Gelenekten Geleceğe Şiirimiz’ adlı yazısında gelenek sorununu ele alır. Özçelik’ in vurgusu geleneğe yöneliktir daha çok. Şiirde yeniliğin gelenek birikimini esas alarak gerçekleşeceğine inanır. Özçelik’e göre gelenekten yararlanma meselesi bir yönüyle dine bir yönüyle çeviri kültürüne diğer yönüyle de medeniyet tercihine bakan bir meseledir. Bu bahiste Tanpınar gibi düşünür: ‘Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek’ . Biz şiirde yenilik deyince özde yapılacak bir yeniliği anlıyoruz. Ve her yeniliğin yaşayan insan ve yaşanan hayatla bir bağının olması gerektiğini düşünüyoruz. Biçim denemeleri devrinin geçtiğine inanıyoruz,yapılacaksa eğer ruhta bir yenilik arayışına girmek gerekir. Yenilik bahsinde önümüzde tek örnek var:Sezai Karakoç şiiri.

Karakoç ,geleneksel biçimlere yeni bir öz yeni bir şahsiyet kazandırmıştır. Geleneği bir ihya hareketidir Karakoç’un şiiri. Onda her biçim yeni bir çehreye bürünmüştür. Canlı ve yaşayan organik biçimler toplamıdır gelenek. Çünkü zamanın duyarlığı esas alınarak yazılmışlardır.

Bizce dergide yayınlanan en iyi şiir ‘ ne olduysa aniden oldu’ şiiriyle Nurettin Durman’a ait olan şiirdir. Canlı ,konuşmaya dayalı,insani bir çehresi var bu şiirin. ‘‘ gene yüzüm olsun diye ikindi vakti orada/ evet tam ikindi vakti deniz kenarındaki/ hamid-i evvel camiinin kubbesiyle/ insanı kendine çeken serinliği arasında/ sessizce ama sessizce/ ne olursun tanrım/ kalbimi yumuşat dedim’’

Aşkın e-Hali edebiyat dergisinin günümüz şiirine dair eleştirel denemelere ağırlık vermesi durumunda bir hareketlilik kazanacağını söyleyebiliriz.


2.Kuşluk Vakti Aylık Edebiyat Seçkisi Kasım 2008 Sayı-7

Kuşluk Vakti yedinci sayısıyla yine dopdolu. Dergi her geçen gün büyüyor,bu gerçek. Bu gerçeğin açılımını sunan yazılarla karşılaşıyoruz dergide. Said Konar’ın kitap tanıtım yazısı, Nazife Şişman’ın yazma gerekçesini sunan metni , Kuşluk Vakti’ne düşünsel bir boyut katmış.Nazife Şişman’ın yazı etkinliğine dair metninin genç kadın yazarlar için öğretici bir yazı olduğunu söylemek mümkün. Sibel Eraslan ile yapılan söyleşi,yazarın Siret-i Meryem adlı kitabı için arka bahçe niteliğinde. Söyleşinin bir bölümünde ‘Yalnızlığı bilinçli tercihtir yazarlık. Cesaret ve bedel ister.’ der,Eraslan. Kimi yazarlar içinse yazarlık,yalnzlığın bilinçli çoğaltımıdır. Yazı yazmak , çoğalmayı,anlamla zenginleşmeyi temel alır. Yazı,varoluşsal bir etkinlik aynı zamanda. Dünyaya anlam verme, soruna kökensel bir bakış getirmedir. Yazar hemen her zaman en dipte olandır. Kavrayışta köklere inendir.

Kuşluk Vaktinde usta yazarımız Rasim Özdenören’e dair bir portre çalışması var. Bu yazıların tümüne olumlu bakıyoruz ancak bu kadarla kalınmamalıydı diyoruz. Daha çözümleyici çalışmalar da yer alabilirdi dergide. Dergideki yazarların Özdenören’e onun öykü ve fikir dünyasına,hayattaki duruşuna dair izlenimleri, bir öykü ve düşünce yazarı olarak Özdenörenin komplekssiz kişiliğini,mütevazi duruşunu yansıtıyor. Bu önemli. Öncelikle genç yazar ve edebiyatçılar için önemli. Ben eski kafalıyım bu anlamda. Günümüz edebiyatçılarında,günümüz şairlerinde gördüğüm kibri hiç hoş karşılamam. Yazdığımız her metin bizi daha bir mütavazi kılmalı diyorum. Mevlânâcıyım ben, dirilişçiyim bu anlamda. Başım göğe ermez usta işi bir şiir yazdığımda. Bu bağlamda İsmail Güleç’in Mesnevi Sadece Mesnevi Midir adlı yazısını kardeşim gibi gördüğümü söylemek isterim. Bu toprakların ruhundan sesleniyor çünkü.Değerlerimizden konuşuyor,bizi konuşuyor.

Kuşluk Vakti ,şiir konusunda bir yoğunluğa sahip değil henüz. Derginin şiddetle genç şiire, genç şaire ihtiyacı var. En büyük eksiği şimdilik bu. Bunun yanında Yusuf Kaplan örneğinde olduğu gibi iddialı, meselesi olan yazılar yer almalı dergide.

Yusuf Kaplan’ın yazısının tartışmalı tarafları var. Kaplan, eleştirisini günümüz şiirine getirseydi katılabilirdik. Günümüz şirinin istikamet fikrinden büyük atmosferden yoksun oluşunun köklerini İkinci Yenide arayabiliriz pekala. Öncelikle Yusuf Kaplan bir şair ve eleştirmen değil. Şiire dair eleştirel ölçütleri baz almalıydı. İkinci Yeniyi hapishane değil şiire getirilen bir özgürlük(özellike şiirde kelimenin yeri,dil-içi imkanlar bakımından)olduğunu söyleyeceğiz. İkinci Yeni Türk modernleşmesinin yüz ıdır. Yusuf Kaplan, modern insanın serüvenini hayata tutunma arayışını Turgut Uyar’ın şiirinden okuyabilirdi mesela. İnsanın yabancılaşma olgusunu Edip Cansever özelinde ele alabilirdi. Sezai karakoç şiirini yeni-gerçekçi açıdan işleyebilirdi.Hakeza Cemal Süreya,Ece Ayhan,Ülkü Tamer,İlhan Berk şiirlerini modernizm bağlamanında inceleyebilir,çözümleyebilirdi. İkinci Yeninin merkezinde duran adam Sezai Karakoç’tur. Şiirde medeniyet pespektifi Karakoç’la zirveye taşınır. Ama Karakoç’un şiirine sadece medeniyetçi bakış açısından yaklaşmak da bizi şiirden uzakaştırabilir. Şiirde hüküm cümleleri şiire dair yaklaşımlar kucaklayıcı olmalı. İkinci Yeni her anlamda bir imkandır,İkinci Yeniyi doğru okumak gerekiyor.Bu şiir hala bu imkanı bu vasfını koruyor.

Artık Kuşluk Vakti’nin düşünsel bir ağırlığı var ve öyle inanıyorum ki özellikle şiir üzerine düşünen genç şairlerin poetik metinlerine yer verdiğinde her sayısıyla ivme kazanan bir dergi olacaktır.


3.Edebiyat Ortamı Dergisi, Kasım – Aralık 2008 , Sayı:5

Ankara’da yayın hayatını sürdüren Edebiyat Ortamı Dergisi, sessiz ve derinden yürüyüşüne devam ediyor. Dergi önemli yazılara yer veriyor bünyesinde. Aslında hiç de sessiz bir yürüyüş değil bu. Edebiyat Ortamı, Cahit Zarifoğlu’ nun Mektuplarına yer vermekle okurlara taze bir heyecan , yeni bir renk kattı. Biz bunu derginin yeni bir atılımı olarak görüyoruz. Mektupların yayınlanması , aynı zamanda yeni bir hamledir kanaatimizce. Benim asıl üzerinde duracağım şey, Zarifoğlu’nun Mavera dergisinde , dergiye gelen ürünleri değerlendirdiği Okuyucularla köşesinde yazdığı yazılar. Mektupların kitap bütünlüğüne kavuşması tabii ki hepimizin arzusu. Üstelik şairin oradaki iradesi ve kararlılığı karşısında çoğumuzun öğreneceği bir şeyler mutlaka vardır. Bu çalışmanın dergi yöneticilerini ilgilendiren bir tarafı da var. Özellikle bir edebiyat dergisinin idaresi,devamlılığı, dağıtımı, yönlendiriciliği, özverisi ,teşvik edişi ,sevk edişi, gibi bir çok konularda öğretici yönleri var. Ancak Zarifoğlunu’ nun Okuyucularla köşesinde yazdığı yazıların kitap bütünlüğüne ulaşmasını , şairin şiire yaklaşım biçimini,önerilerini,tavsiyelerini,eleştirilerini,
kuşatıcılığını,kucaklayıcılığını, şiir görüşünü yansıtması bakımından daha çok istiyor,daha çok önemsiyorum. Bu , aynı zamanda genç şairler için de önemli. Sadece şiir gençleri için değil eleştirmenlere de seslenen bir tarafı o yazıların. Eleştirmenler de o yazılardan kendilerine düşen payları
alacaklar ,nasipleneceklerdir. Zarifoğlu’nun kendisine gönderilen şiirleri ele alış biçimi, yaklaşım tarzı her bakımdan öğretici olurdu doğrusu. Ben de Edebiyat Ortamına bu yazıların da bir kitap şekline dönüşmesi yönünde öneride bulunabilirim. Üstelik bu, şiirin gizli has okuyucuları için de beklenen bir şey. Harika olurdu, verimli olurdu, besleyici olurdu.

Edebiyat Ortamı, sessiz yürüyüşünü eleştirel çalışmalarla tetiklemeye devam ediyor. Edebiyat Ortamı , büyük işler yapıyor aslında. Dergide yayınlanma imkanı bulan şiir değerlendirme-eleştiri yazıları , Edebiyat Ortamı’na eleştirinin özellikle modern eleştirinin kalesi olma yönünde ivme kazandırıyor, güç veriyor. Dergide sözümüzü teyit eden yazılar da mevcut. Arif Ay’ın Şiir ve Tahkiye , A. Cüneyt Issı’nın İlhan Berk Şiiri Üzerine ,Arif Ay’ın ve Turan Karataş’ın düzenli olarak yazdığı Dergiler Arasında ve YazıSaati bölümleri Edebiyat Ortamı’na canlılık katan çalışmalar. Arif Ay’ın Sezai Karakoç şiiri üzerine yazdığı yazıya bir işaret koyalım. Zira Arif Ay’ın yazısını önemli kılan , yazının genelini kapsayan manifesto havası. Çağımıza ilişkin diri cümleler kuruyor Ay.

Dergiye şiirleriyle katkıda bulunan isimler şöyle: Osman Sarı, Emre Döğer, Gözde Burcu Narin, Mehmet Aycı, Fatih Yavuz Çiçek, Sedat Turan.

Edebiyat Ortamı’ında dikkatimi çeken,ilgi duyduğum,uğraş edindiğim alan itibariyle önemli bulduğum, aynı zamanda kim ne derse desin 2008’in en iyi,üzerinde düşünülmeğe değer poetik metinlerinden olan İsmail Karakurt imzalı Korkunun İpinde İçimizi Gören Jonglör adlı yazı oldu. Nefis bir yazı. Karakurt yazısında bakın ne diyor: ‘‘Ne zaman ki şiir , bir devingenlikle,bir hava ile şairin hayatını dört bir yandan kuşatır; işte böyle bir durumdayken şair, iyi bir şiirle insanların içini görür yahut da insanların içlerini görmesini sağlayabilir.’’ Karakurt , şiir-gerçeklik-okuyucu ilişkisini ele aldığı yazısında bizi bir kez daha dünya geçekliği ve imge-rüya konusunda düşünmeye çağırıyor. Edebiyat Ortamı’ında bu tarz yazılar çoğalmalı diyoruz. Bu yazılar aynı zamanda dergiye ağırlık veren düzey kazandıran yazılar.

Edebiyat Ortamı’nın bu derinlikli yürüyüşünü yürekten destekliyoruz.

Mustafa Celep

Kaynak:

http://mncelep.blogcu.com/

2008-11-22

"Edebiyat Ortamı" dergisi


(Kasım-Aralık 2008, 5. Sayı)

EDEBİYAT ORTAMI'NDAN

Bu sayımızda söyleşi yerine, Cahit Zarifoğlu’nun mektuplarına yer vermeyi seçtik.
Sıcak ve hâlâ tazeliğini koruyan mektuplar. Bir dergi editörünün, bir şairin, bir yazarın mektupları. 1980 yılının son ayları ile 1981 yılının ilk aylarında yazılmış. O yıllarda Almanya’da yüksek öğrenim gören bir öğrenciye gönderilmiş; Prof. Dr. Ali İbrahim Savaş’a. Bize, bu mektupları yayınlama imkânı verdiği için Savaş’a teşekkür ediyoruz.

Mektubun bir edebi tür olup olmadığı tartışma götürse de, sanatçıların kaleme aldığı bu tür metinlerin kendine özgü bir karşılığının olduğu, merak uyandırdığı, o sanatçının edebiyat dünyasındaki karşılığına katkılar sağladığı söylenebilir. Hayatın edebiyata dâhil olduğu gerçeğini inkâr etmek mümkün mü? Yazının hayatı, yazarın hayatıdır biraz da. Mektuplar, o mektubu yazan sanatçının yüzü gibidir. Mektuplarda yazarın mimiklerini buluruz. Mektupların böyle bir tarafı var. Sanatçının varoluşuna dayanak olan çevreyi ve zemini önümüze açarlar. Heyecanlarını, öfkelerini, ufuklarını, çabalarını ve arzularını bir safiyet içerisinde görmemize imkân tanırlar.

Cahit Zarifoğlu’nun çok sayıda kişiye mektup yazdığını biliyoruz. Yüzlerce, binlerce mektup. Bir kısmı daktiloyla bir kısmı el yazısı ile. Yazık ki çoğundan haberimiz yok. Belki de hiçbir zaman olmayacak. Bir kısmı kaybolmuştur. Bir kısmı yırtılmıştır. Enikonu bir mektup işte. Okunduktan sonra işinin bittiği düşünülmüştür. Olabilir yani. Olmuştur. Ya da bir kargaşa anında, bir taşınma gününde, bir kitaplık/dosya temizleme girişiminin sabırsızlığında kaybolup gitmişlerdir. Talihi yaver gidenler ise bir gün şu an bizim yaptığımız gibi bir derginin sayfaları arasında ya da bir kitap bütünlüğü içerisinde okurun önüne çıkacağı günü bekliyordur. Yıllar sonra ‘yeni bulunmuş mektuplar’ olarak edebiyat okurlarının merakına karşılık gelmek ve edebi dimağlarına bir tat vermek üzere. Ama biz, Edebiyat Ortamı dergisi olarak şöyle bir teklifte bulunuyoruz: Bu mektuplar kıyıda-köşede keşfedileceği günleri beklemesin; bize gönderilsin, biz de bir kitap bütünlüğüne kavuşturalım, Edebiyat Ortamı Yayınlarının ilk kitabı olarak yayınlayalım. Açık bir teklif bu. Sadece birazcık bir zahmetle kolayca ulaşılabilecek bir sonuç. Ellerinde Zarifoğlu mektupları bulunanların bu mektupları dergimizin adresine göndermelerini rica ediyoruz. İsteyen aslını kendinde saklayabilir. Bize fotokopisi yeter. Ya da taranmış bir nüshası. Böylece postaneye gitmeye de gerek kalmaz, dergimizin mail adresine bir ‘tık’ ile çarçabuk gönderilebilir.

Bu teklifimizin nasıl bir karşılık gördüğünü gelecek sayılarımızda okurlarımıza duyuracağız. Arzu edenlerin isimlerini de dergimizde yayınlayacağız.

Bu sayımızda yer verdiğimiz altı mektubunda Zarifoğlu’nun bıkmak bilmez çabasına tanık olacaksınız. Mavera dergisi için, insanlık için, edebiyat için ve ideali için çırpınışını göreceksiniz. Mektupların birinde şöyle diyor muhatabına: ‘Tabir caizse, yakanız elime geçti, bırakmak taraftarı değilim’. Hele Amerika’da öğrenim gören ve hiç görmediği, tanışmadığı bir öğrenciye bir tek yazı için nasıl defalarca mektup yazdığını, cevap gelmemesine rağmen ısrarla yazmaya devam ettiğini ifade edişi var ki insanın içini burkuyor. Bu kadar çabanın sonunda ise topu topu bir tek yazı elde edebilmiştir. Ve muhatabını nazikçe uyarıyor: “Umarım siz de yazılarınızla Maveraya katılmayı arzu etmediğiniz takdirde böyle bir yol seçmezsiniz.” Diğer bir mektupta ise, dünyanın en ücra köşesindeki insanları birazcık olsun duyarlı olmaya, yazmaya çağırırken gösterdiği onca çabanın yankısızlığını şöyle dile getiriyor: “Tabii bunu yapmadılar.”

Bu mektuplardan hiç birinin ‘mektup yazma tutku’sunun sonucu olarak ortaya çıktığı söylenemez. Hayır, o, bir tutkudan, bir ilginçlikten hareket etmiyor. Bir davası var, bir derdi var, bir sorunu çözme gayretinin dikkatli bakışı ve arayışı var. “Fakat bir batılının şiirini ya da hikâyesini yayınlamaktan yana değilim. Zira bu bol bol yapılıyor ve ancak kültür emperyalizmine hizmet etmiş oluyorlar. Aslolan inisiyatifin bizde olmasıdır. Bizim yorumumuzdur.” Ayrıca, hiçbir durumu ve tutumu kişiselleştirmiyor. Şahsi olanı perdeliyor, gerilere itiyor.

Zarifoğlu, bu mektupları yazarken, gerek dergi sayfalarında gerekse kitap bütünlüğü içerisinde bir gün edebiyat dünyasının ilgisine sunulacağını hesaba katmış mıdır? Mektupların içeriğine bakarak söylersek, hayır. Bu tür bir hesabı sezdirici hiçbir belirti, hiçbir ima yok. O günün şartları içerisinde yapılması gerekeni yapmayı hedeflediğini görüyoruz. Dikkati ve çabası tamamıyla hedefe odaklanmış durumda. Öte yandan, edebi bir kaygı da taşımıyor yazarken. Ama cümleler düzgün ve dolgun. Üslubu rahat. Sonra, psikolojik açıdan muhatabını ateşleyici bir dil kullanıyor. Doğrudan bilincini ve duyarlığını hedef alıyor onun. Kendinde mevcut diriliği karşıya aktarmaya çalışıyor.

Mavera’nın ‘Okuyucularla’ bölümünü de mektup olarak göremez miyiz? Açık mektup. Onlarca, yüzlerce, hatta binlerce insana yazılmış… Derginin bu bölümünde tatlı-sert diye tanımlayabileceğimiz bir üslupla gençlerin ürünlerini değerlendirirken aslında ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ havası içinde geleceğin zihnine biçim vermeye çalışmıştır. O değerlendirmelerden kim ne kadar pay aldı, ürünü değerlendirilen gençlerden kaçı yolunu bulma uğraşına girdi bilmiyoruz ama birçok insanı yazının, şiirin ve öykünün ne olduğu noktasında kendine çeki düzen vermeye zorladığını tahmin etmek zor değil. Nisan 1978’den Aralık 1981’e kadar 43 ay düzenli bir şekilde sürdürdüğü bu değerlendirmeler, geniş bir heyecan dalgası yaratmış, dergiyi sondan başa doğru okutmuştur. Mustafa Şahin’in yaptığı şu değerlendirme ne kadar haklı, doğru ve yerinde: “Mavera’yı aldığımızda ilk okuduğumuz yer okuyucu mektupları oluyordu... Ona hayranlığı artıran şey gençlere verdiği değerdi... O mektuplar uzaklarda bizim başımızı okşuyordu.”

Bir gün, Cahit Zarifoğlu’nun mektupları ve ‘Okuyucularla’ bölümündeki değerlendirmeleri üzerinde geniş çaplı incelemeler yapılacağını ve bunun Türk edebiyatına ciddi kazanımlar sağlayacağını düşünüyoruz. Ne de olsa, mektubun tarihi bir tarafıyla insanın tarihidir. Ve bir yazarın/şairin psikolojisi mektuplardan yola çıkılarak da ortaya konulabilir. Hem de ne güzel olur.

Mektupların bir kısmına tarih yazılmamış. İçerikten yola çıkarak bir sıraya koyduk. Yazılış biçimini aynen koruduk. Yazım yanlışlarına dokunmadık. Olduğu gibi aktardık yani. Fakat sakıncalı olabileceğini düşündüğümüz için bir banka hesap numarasını ve bir ismi çıkardık. Sadece bu kadar.
İyi okumalar…

İrtibat:
http://edebiyatortami.blogspot.com/
0.312.229 82 44
edebiyatortami@gmail.com

2008-09-01

"Edebiyat Ortamı" dergisi


EDEBİYAT ORTAMI'NDAN

Önceki ay Erdem Bayazıt öldü, geçen ay da Mahmut Derviş. Filistin’in bağımsızlık bayrağı Mahmut Derviş’in ellerinde sallanıyordu. Erdem Bayazıt ise Türkiye’nin makus talihine bir diriliş damgası vurmaya çalışmıştı. Ama, ölümün atı hızlıdır. İnsanın yıllarca koşarak kat ettiği mesafeyi o bir anda kat eder ve ansızın şah damardan yakalayıverir.
Şairlerin ölümü herkesi ilgilendirir. İlgilendirmelidir. Ne keder, ne de acı! Sadece ve sadece, bıraktıkları aydınlığın önünü birazcık olsun açma çabası ve özgürlüğü; onların rüzgârına onurlu bir şekilde sırtını dayayabilme güveni ve iradesi; mısra mısra kurdukları geleceğe diri bir atılışla koşabilme tutkusu ve arzusu: Bizden istenenin hepsi bu. İnsanlık güneşi, şairlerin nefesinde bir mahya gibi açılır kapanır. Evren, bir öz halinde şiirin bünyesinde simgeleşir. Kaybedilmiş olanı hücre hücre yeniden oluşturur ve insana elinin erişebileceğinden fazlasını armağan eder.
Kutsal bir şeyden bahsetmiyoruz. Bahsetmeye çalıştığımız şey, bizde mevcut olanı yeniden ve yeniden arayıp bulma çabası ve neşesinden ibaret.
Geçen aylarda iki şair öldü. İki acun devrildi.

***
Ramazan geldi.
Her yer oruçlanacak.
Afganistan’a da gelecek ramazan, Paris’e de.
Şair de oruç tutacak, öykücü de, eleştirmen de.
Ramazan, ayların en şairidir. Dingin, hareketli, canlı ve cennet suyundan şırıltılar taşıyan… Çocukların devleşip aramızda dolaştığı, gençlerin yekinip ayağa kalktığı, büyüklerin sükûnetinin altın bir ödüle dönüştüğü, şehirlerin kutlu bir gelecekle müjdelendiği zamanüstü bir zaman.
Orucun ruhumuza taşıdığı özgürlük ateşi, duyarlığımıza senkronik bir ritim katacak ve yapıp etmelerimizi temizleyip arı bir hâle getirecek. Geleceğin öyküsünü anlatacak bize, geçmişin çilesinden bahsedecek. Acımasızların, gözünü kırpmadan suçsuzların boğazında bıçağını bileyenlerin gerçekte neyi kaybettiklerini fısıldayacak kulağımıza.

***
Edebiyat Ortamı, her sayısında yeni imzalara yer vermeye devam ediyor. Bu çabamızın, o ‘büyük çaba’ içinde anlamlı ve gerekli yeri bulacağını umuyoruz.
Kahraman Çayırlı, çalışkan ve yetenekli. Rahat, dingin ve umut vaat eden şiirler yazıyor. Ayrıca başarılı öykülere imza atıyor. Gelecek sayıdan itibaren öykülerine de yer vereceğiz.
Habil Sağlam, her yeni şiirinde yeni bir mesafe kat ediyor.
Ömer Salih, çevreden merkeze doğru kontrollü bir atılımla ilerliyor.

Dergimize ürün gönderen genç arkadaşlara birkaç öneride bulunmak istiyoruz; özellikle şiir gönderen genç imzaların tek şiir değil de birkaç şiir göndermelerini istiyoruz. Tek şiirin yanıltıcı bir tarafı var. Şairi hakkında yeterince kanaate ulaşabilmemiz için en az üç şiir göndermelerinde fayda var.
Yazı ve öykü gönderen yazarların da yazı ve öykülerini mail sayfasına ekleyerek değil de ‘attach’ yaparak göndermelerini rica ediyoruz. Bunun bizim işimizi biraz daha kolaylaştıracağını bilmelerini istiyoruz.
Diğer bir konu da, değerlendirme talepleri. Yazı ve şiir gönderen bazı arkadaşlarımız, yayımlanmasa bile ürünleri hakkında en azından bir değerlendirme yapmamızı talep ediyorlar. Bu taleplere zaman zaman cevap veriyoruz ancak bu her zaman mümkün olmuyor. Eğer imkânlar elverirse ilerde bu tür değerlendirmeleri dergimiz sayfalarında yapmak istiyoruz. Nasip…

***

Bu sayımızın şairleri Esver Ölüç, İbrahim Tenekeci, Selim Erdoğan, Kahraman Çayırlı, Habil Sağlam, Ömer Salih, Nadir Aşçı ve M. Ökkeş Evren.
Bu sayımızda şiir ve şairler üzerine yazılmış metinlere ağırlık verdik.
Turan Karataş’ın ‘Niçin Şiir Okuyorum’ başlıklı yazısı, şiirle okur arasında olması gereken dingin bağı gündeme getiriyor.
İki şair üzerine iki ayrı inceleme yer alıyor. Arif Ay, Alaeddin Özdenören’in şiirini, Mustafa Aydoğan ise Erdem Bayazıt’ın şiirini inceliyor.
Ali Yıldızhan’ın yazısı, bazı poetik metinlerin ve manifestoların sıkıntılı tarafları üzerinde duruyor ve bu metinlerin okur nezdindeki yerini sorguluyor.
Füruğ Ferruhzad’a ait ‘Şiire Dair’ başlıklı çeviri, şiirin ve şairin durumları ve varoluş gerekçeleri üzerinde duran dikkat çekici bir yazı. Hicabi Kırlangıç’ın fars edebiyatından yaptığı çeviriler dergimize ayrı bir renk katıyor.
İki usta öykücümüzden iki güzel öykü sunuyoruz. Öyküler Gökhan Özcan’a ve Sadık Yalsızuçanlar’a ait.
Bu sayının söyleşi konuğu Ali Çolak. Çolak’la son yıllarda gazetelerin kültür sayfası düzenlemekten bütünüyle vazgeçişlerindeki nedenler üzerine konuştuk. Gazete, edebiyat ve kültür ilişkisindeki ‘çıkmaz sokağı’ gezdik. Beğeniyle okuyacağınızı umuyoruz.
FotoğraflıYORUM’un bu sayıdaki yazısı Suavi Kemal Yazgıç’a ait.
Arif Ay ‘Dergiler Arasında’ başlıklı yazılarını sürdürüyor.
Yazısaati bölümümüzde Turan Karataş’ın kitap değinileri, İrfan Çevik’in bir tiyatro oyunundan çıkarak düşünsel bazı yanlışlıklara dikkat çektiği yazısı ve İbrahim Eryiğit’in şairlerin yeteneklerinin ‘doğuştanlığı’ meselesini tartıştığı yazısı yer alıyor.
Okuma Salonu bölümümüzde ise iki kitap eleştirisine yer verdik.
Gelecek sayımızda buluşmak üzere…

İrtibat:
edebiyatortami@gmail.com
http://edebiyatortami.blogspot.com/

2008-08-21

Mustafa Aydoğan’la “Edebiyat Ortamı” Üzerine...


Edebiyat Ortamı'na bir kez de bizden merhaba. Dergiler edebiyatın soluk aldığı alanlardır. Bir sanat-edebiyat dergisi yalnızca bir dergi değildir. Aynı zamanda oluşturduğu ortamla sanata süreklilik kazandırır. Bu düşünce çerçevesinde üçüncü sayısı yayımlanan Edebiyat Ortamı dergisinin yayın yönetmeni Mustafa Aydoğan'la edebiyat ortamını ve Edebiyat Ortamı'nı konuştuk.

Bugünkü Edebiyat Ortamı dergisiyle 1990'ların sonundaki Edebiyat Ortamı dergisi arasında farklar var mı?

Elbette var. Edebiyat Ortamı'nı 1997 yılının başlarında çıkarmaya başladığımızda şartlar başkaydı, şimdi başka. Her şeyden önce, kadro tamamen farklı. O zaman ki arkadaşlardan benim dışımda hiç kimse yok bu yeni dönemde. Herkes farklı mecralarda aktı, farklı yollara gitti. Bu yeni bileşim yeni bir akış biçimi getiriyor.

Aslında, yeni dönemle eski dönemi birbirinden tamamen ayırmak lazım. Aynı ismin kullanılmaya devam edilmesi, önceki dönemin bir devamı şeklinde algılanmamalı. Edebiyat Ortamı adını yeniden kullanmamızın kendine özgü bir öyküsü var:

Arif Ay'la birlikte uzun süredir yeni bir dergi çıkarmayı planlıyorduk. Günlerce konuştuk, tartıştık. Server Vakfı'nın, bize, dergi çıkarmamız yönündeki teklifi ve gerekli şartları sağlayacaklarına ilişkin sözleri üzerine dergi çıkarma planımız daha bir netlik kazandı. Diğer arkadaşların da katıldığı birkaç toplantı sonunda dergi çıkarmaya karar verdik. Dergi adının da YAZISAATİ olmasını kararlaştırdık. Fakat, Vakıf başkanı Mehmet Ali Bulut'un Edebiyat Ortamı adını kullanmamız yönündeki teklifi işin rengini değiştirdi. Yeni bir dergi isminin yeni yasal zorluklar çıkaracağı ve Edebiyat Ortamı adının henüz vakfın uhdesinde olduğu ve derginin yasal olarak kapatılmamış olduğu ifade edilince biz de bu teklife sıcak baktık. Zaten bu ad bizim bulduğumuz bir addı, bu adı biz koymuştuk. Biz de 'tamam' dedik, ve böylece Edebiyat Ortamı 'yeniden' yayınlanmaya başlamış oldu. Yazısaati'ni de dergimize bir bölüm adı yaptık.

Türkiye'de ve dünyada nasıl bir edebiyat ortamı var?

Açıkçası, diğer ülkelerdeki edebiyat ortamından pek haberim olduğunu söyleyemem. Yabancı yayınlara zaman zaman göz atıyorum. Yeterli bir fikrim olduğunu söyleyemem gene de.

Edebiyat, özel bir duyarlık çatısıdır. Bu çatı, zamanın geniş bir kesiminin üzerinde kuruludur. Bugünden yarına bir şey söylemek zor. Ama, yazılar, dergiler, şiirler kendilerine hayat bulduğu müddetçe, var olduğu müddetçe edebiyat ortamı da diriliğini koruyor demektir. Kavgaların, kişisel hırsların, gündelik olayların biraz üzerine çıkıp baktığımızda bir edebiyat ortamının var olduğunu görürüz. Ümitsizlik noktasından hareket etmemek lazım. Niteliksiz olanın egemenliği, örtücülüğü geçicidir. Kalabalık olandan yola çıkarak değil, nitelikli olandan yola çıkarak baktığımızda edebiyatın kendine özgü bir ortamının olduğunu ve Türkiye'nin damarlarına buralardan kan pompalandığını görebiliriz.

İşin aslı şu ki, edebiyat ortamının temel özelliği 'yetim bir çocuk gibi' oluşudur. Zayıftır, narindir, gerilerdedir ama etkin olmadığını söyleyemeyiz. Yazı, şiir, düşünce her zaman gerilerden (derinlerden) gelir ve nihayetinde en öne geçer. Aceleci olmamak lazım.

Edebiyat Ortamı, edebiyata nasıl bir bakış açısı getirecek, alıştığımız dergilerin dışında ne gibi kazanımlarla bizi zenginleştirecek? Edebiyat Ortamı'ndan nasıl bir işlev beklenmeli? Edebiyat Ortamı okurlarına nasıl bir edebiyat ortamı sunuyor?

Açıkçası, size garip gelecek ama, bu soruların cevabını ben de merak ediyorum. İsterseniz, birlikte bekleyelim ve sonucun ne olacağını görelim.

Şöyle ya da böyle büyük laflar etmek kolaydır. Şimdi burada birçok şey söyleyebilirim. Ama bunların bir önemi yok. Yazıyorsanız, bir iddianız var demektir. Dergi bir sonuçtur. Kendine özgü şartları ve var oluş biçimleri vardır.

İddiasız yola çıkılmaz ama samimiyetsiz iddia çürüktür. Biz, bir dergi çıkardık. İçine de türlü türlü metinler koyduk. Sırrımız onların içinde saklı. Bu saklı şeyi hemeninden söylemek kolay değil. Bütün yapıp etmelerimiz ve iddialarımız o metinlerin içinde mevcut. Görenler görecektir. Mücevheri bulmak isteyen denizin dibine inmek zorunda.

Edebiyat Ortamı, niçin yaşıyorsak onun için çıkıyor.

Tavır dergiciliği, varoluş dergiciliği, can sıkıntısı dergiciliği, kurum dergiciliği ifadelerinden hangisi/hangileri Edebiyat Ortamı'nı ifade edecek nitelemelerdir?

Sözü iddiaya boğmak doğru olmaz. Belki hepsidir. Belki de hiç biri. Bir tavrımız da var, var olmak sancısı da çekiyoruz, canımız da sıkılıyor, kurumsal bir tarafımız da var. Hangisine meyletsem diğerinin hakkı kalacak. Kısacası, bir şeye ad koymuşsanız, bütün koşullara yeni bir düzen vermişsiniz demektir. Ad koyduğunuz şey, hayatiyet kazanır, can bulur, canı olan herkesi bulur. Biz bir dergi çıkardık ve ona bir ad koyduk. Artık herkes onunla birlikte yaşadığının farkında olacak.

Dergicinin tanımını yapmak ve ruh hallerini belirlemek gerekse...

'Dergici' nasıl biridir, inan ki hiç bilmiyorum. Ömrümde tek bir dergi çıkardım. O da, Edebiyat Ortamı. Ben sadece şunları biliyorum: dergi çıkaran insanlar var, o dergilerde yazanlar var, şairler var, bir de okurlar var. Dergi çıkarmak her yazar, her şair için bir tutkudur. İnançtır. Derginin bizzat kendisi bir üründür. Dergi, edebiyatın bir parçasıdır. Çünkü hayatın bir parçasıdır.

Edebiyatta işlevi olan bir dergiyi yönetenlerin kendilerini önemsemesini, edebiyata yön verdiklerine inanmalarını doğal mı karşılamalı?

Edebiyatta 'işlevi' olan bir dergiyi yöneten insanın kendini önemsemesini neden doğal karşılamayalım ki! 'İşlevi' olmak kendi başına önemli bir şeydir zaten. İşlev varsa, yön verme de vardır. Ama, bu 'işlev'den ne anladığımızı açıklamamız gerekir. Kendini önemsemeyen insan var mıdır, bilmiyorum. Hele önemli işler yapıyorsa, yaptığı işin bir 'işlevi' varsa o, bizzat önemli bir kişidir zaten. Kendini önemsemelidir.

Edebiyata yön vermek, kolay bir iş değil. Önce kendi yolunuzu bulmuş olmanız gerekir. O yolda usanmadan, yorulmadan, çizginizden şüphe etmeden gidebiliyorsanız sonuçta bir menzile ulaşırsınız. Tercihler, yapıp-etmeler büyükse, yeniyse, yürekleri ve bakışları olanlar, dikkatleri zekanın ateşiyle uyarılmış olanlar size gelecek ve sizinle birlikte yeni ve farklı bir başlangıca adım atacaklardır. İlla böyle bir sonucu hedeflemiş olmanız gerekmez; işinizi yapmanız yeter.

Türkiye özelinde ve zamandizinsel olarak ele alındığında Edebiyat Ortamı'nın kendini konumlandırdığı düşünsel, kültürel ve toplumsal gelenek desek neler söylersiniz?

Bu derginin kadrosunda yer alanlar, edebiyat dünyasının yabancısı olduğu insanlar değil. Her birinin neler yaptığını ve nereden geldiğini herkes biliyor, daha neler yapabileceklerini de tahmin edebilmeliler.

Arif Ay, Turan Karataş, Gökhan Özcan, Erdal Çakır ve… Bu isimlerin hepsi birer gelenek zaten. Ve diğer arkadaşlar… Türkiye'nin aydınlık yüzleri… Hakikatli olmayı var olmanın temel şartı olarak görüyor onlar. Bu toprakların sahibi olduklarını enine boyuna biliyorlar.

Dergi çıkarmak giderek zorlaşan bir uğraş halini almaya başladı. Öte yandan dergi sayılarında ciddi artış var. Dergi sahiplerinin, derginin nitelikli olmasına, edebiyatta saygın bir yer edinmesine pek aldırmayıp, yalnızca derginin kendini kurtarmasını değil, kazanç sağlanmasını da istemesinin dergilerdeki nitelik kaybı üzerindeki etsi nedir?

Edebiyat dergisi çıkaranların bu işten bir kazanç sağlayamayacaklarını (parasal anlamda) baştan bildiklerini sanıyorum. Para kazanmak için bir edebiyat dergisi çıkarmaya kalkan kişi zaten Türkiye'de yaşadığının farkında değil demektir. Keşke kazansalar. Edebiyatla geçimlerini sağlayabilseler. Hiç fena olmaz.

Edebiyat Ortamı'nın yayın serüveninde bir okul işlevi de gördüğünü/göreceğini de kabul edilir miyiz? Hem ilk sayısında yer alan, "Geleceğin mimarlarının ilk mektebi" vurgusundan hem de dergide yer alan "yazarlığın eteklerinde" isimler bakımından "Edebiyat Ortamı Okulu' tanımı, derginin işlevlerinden birini işaret ediyor sanırım.

Okul' olma iddiası çok büyük bir iddiadır. Bugünden bir şey söylemek zor. Gelecek ne gösterecek bilmiyorum ama genç arkadaşların dergide yer almasına özen gösteriyoruz. Bugüne değin çıkardığımız üç sayıda bir çok yeni isme yer verdik, ilk ürünleri bizim dergimizde yayınlandı. Gençlerin dergimizde yer almak istediklerini biliyoruz, görüyoruz, hissediyoruz. Birçok şiir ve yazı geliyor. Çoğu, genç arkadaşlardan. 25 yaş civarındalar. Onlarla yazışıyoruz, ürünleri üzerinde kanaatlerimizi belirtiyoruz. Sadece yazı/şiir gönderen kişiler olmalarının ötesinde bir ailenin parçası olduklarını hissetsinler istiyoruz. Bir çok arkadaşa, ürün gönderen bir çok arkadaşa neden dergimizde yer almak istediklerini sordum. Bu önemli çünkü. Ve çok olumlu cevaplar aldım. Her dergi, kendi yetiştirdiği yazarla, şairle vardır biraz da. Eğer Ankara'da iseler derginin bürosuna uğramalarını istiyoruz. Görüşmek, tanışmak, muhabbet etmek için. Dergi, sadece yazıdan ibaret bir şey değil ki! Onun içine biraz da muhabbet ateşi katmak lazım. Çocuğu sevgi büyütür derler ya, aslında her şeyi sevgi büyütüyor.

Size edebiyatı sevdiren etkenler, kişiler kimlerdi? Yetişme ortamınızda tarihsel, toplumsal, kültürel ortam nasıldı?

'Edebiyat' dergisi. Nuri Pakdil'in çıkardığı dergi. Lise yıllarında, bir gencin kendini kendince tanımlamaya başladığı yıllardır liseli yıllar, kendimi Edebiyat dergisinde yazan kuşağın arasında buldum. Ankara'dan gelip gidiyorlardı ve çoğu benim okumakta olduğum liseden mezundu. Biliyorsunuz Maraş'lıyım. Bu şehrin doğal iklimidir zaten edebiyat. Gerçekten, bu doğallığı en fazla hisseden kişilerden biri oldum. Denebilir ki, o iklim içinde edebiyatla ilgilenmekten ve hayata edebiyat penceresinden bakmaktan başka şans kalmıyordu. En azından bizim için öyleydi. Bütün arkadaşlarım yazıyor, okuyor, yani bir şekilde edebiyatla ilgileniyordu. Bazen Maraş'ın daracık bulvarlarında sabahlara kadar dolaşıyorduk. Konuştuğumuz iki temel konu vardı: edebiyat ve aşk. Hepimiz aşıktık çünkü, her genç gibi. Edebiyat dergisi, beni ve benim kuşağımı derinden etkilemiştir.

Ama, Sezai Karakoç ve Cahit Zarifoğlu okumamış olsaydım, yine de bir yerlerde kesintiye uğrayabilirdi edebiyatla ilişkim. Zarifoğlu, ilk okuduğum günden bugüne benim için bir muamma olmuştur.1982 yılında da böyleydi hâlâ da böyledir. İlk zamanlar anlamadığım için bir muammaydı, sonraları anladığım için bir muamma oldu. Zarifoğlu, bir deniz gibidir. Sonsuzluk hissi verir insana. Karakoç ise, dehâsının gölgesinde küçücük nefesimle yaşamaktan mutlu olduğum bir bilgeydi.

Arif Ay'ın edebiyat dergilerini değerlendirme düşüncesi nasıl oluştu?

Arif Ay, usta bir şair. Öteden beri bu tür bir düşüncesi vardı zaten. Edebiyat Ortamı ona bu düşüncesini gerçekleştirme fırsatı vermiş oldu. Gerçi daha önce Kayıtlar dergisinde de benzeri bir uğraş içine girmişti. Orada yaptığı değerlendirmeler yankı uyandırmıştı. Ne var ki pek uzun ömürlü olmamıştı.

Usta bir şairin dergilerdeki ürünler hakkında düşüncelerini belirtmesi bir ihtiyaç olarak hissediliyordu zaten. Her yazar, her şair yazdığının karşılığını görmek, onunla ilgili bir şeyler duymak ister. Eğer bu, yetkinliği konusunda kuşku duymadığı bir imzadan gelirse ona kulak kesilir. Bu tür değerlendirmeler, verilen çabalara bir yankı oluşturur. Her zaman geçerliliği vardır. "Dergiler Arasında" başlığıyla dergimizde yer alan bu değerlendirmelerin ilgiyle okunduğunu biliyoruz, duyuyoruz.

Üç adımlık koşu çerçevesinde kimler gelip kimler geçti Edebiyat Ortamı'ndan, kimler gelecek?


Bekleyelim, görelim. Her insan gibi, her derginin de bir kaderi vardır. Geçmiş, geçmiştir; geleceği de bilemeyiz. Bize düşen çalışmak, gayret etmek ve dua etmektir.

Türkiye'de çıkan edebiyat dergileri arasında nitelikli dergilerin yayımını sürdürmesinin pek kolay olmadığı görüşüne katılır mısınız? Edebiyat Ortamı dergisi, kısırdöngüyü bozabilecek mi?

Türkiye'de bir edebiyat dergisi çıkarıyor olmak bir çok zorluğa aday olmak demektir. Dergi çıkaran herkes bana hak verecektir. Mesele, nitelikli olup olmamayı da aşıyor. Dünyanın en nitelikli dergisini de çıkarsanız iyi bir dağıtım yapamadığınız sürece verdiğiniz emeğin karşılığını almış olmazsınız. Bugün dergilerin önündeki en büyük sorunlardan biri dağıtım. Son derece pahalı bir şey. Oysa bir derginin hangi masraflarla çıktığını herkes bilir. Çok satmazsanız ayakta kalamazsınız, seviyeyi yükseltirseniz çok satamazsanız, dağıtım yapamazsanız çok satamazsınız. Ama bir şekilde kendi kendinize yetmeniz gerekiyor gene de. Yazmak isteyen herkesin yolu bir şekilde dergilerden geçer. Yazının gereğine inanıyorsanız yazmak zorundasınız, yazıyorsanız dergi çıkarmanız gerekir. Ve bu derginin ayakta kalması için elinizden gelen bütün çabayı göstermeniz gerekiyor. Nitelikten ödün vermeden.

Nitelikli dergilerin yayımını sürdürmesinin zor olduğunu düşünmüyorum. Yani, eğer bir zorluk varsa bu nitelikten dolayı değildir. Başka etkenler vardır. Yıllardır çıkmakta olan nitelikli dergiler var ve bunlar hâlâ çıkmaya devam ediyorlar.

Edebiyat Ortamı, kendi iklimi içerisinde yayımını sürdürmeye çalışacak. Kendi şartlarını ve kendi havasını koruyarak. Bana göre dergicilikte temel olgu, kendi mizacını belirginleştirmesidir. Dergi, her şeyden önce mizaçtır. Onun bir huyu vardır, suyunun kendine özgü bir akışı vardır. Bu özgülüğü yakalayan ve yaşatan her dergi, kendini var kılar ve bir hayatiyet kazanır. Nitelik dediğimiz şey, biraz böyle bir şeydir. Ama, o mizaç okurda saygı uyandırmalıdır. Bir çok dergi bu noktadan kaybediyor. Dergiler zaman zaman da olsa nitelikli ürünler yayınlar ama çoğu dergi sağlam bir mizaç oluşturamadığı için okurda bir karşılık bulamaz. Dergi, sadece ürün değildir. Birçok dengenin bir araya gelişidir. Bu noktadan baktığımızda Edebiyat Ortamı'nın kendine saygın bir yer edineceğini umuyoruz. Takdir Allah'ındır elbette.

Kimi dergiler edebiyatın her alanına yetişmekte yetersiz kaldıkları için edebiyatın belli bir alanına yöneliyorlar, özellikle şiire yönelen dergilerin çoğunlukta olduğu görülüyor. Öte yandan öykü dergileri de çıkmakta. Edebiyat Ortamı ise edebiyatı bütün olarak ele alma eğiliminde. Sanat-edebiyat dergilerinin edebiyatın dar bir alanında derinleşerek ayrıntıları işlemesini doğal sayıyor musunuz?


Onu 'dar alan' olarak değerlendirmekten çok, 'bir alana yoğunlaşma' olarak değerlendirmenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Bugün, alan dergiciliği belirli bir ivme kazandı ve bunun devam edeceği de muhakkak. Burada bir yanlışlık ya da eksiklik olduğunu düşünmüyorum. Aksine, iyi tarafları olduğu bile söylenebilir. Ama biz Edebiyat Ortamı olarak alan dergiciliğinden yana değiliz. Dedik ya, dergicilik bir mizaç meselesidir. İşte, bizim mizacımız, alan dergiciliğine pek meyletmedi. Bu, neye nasıl baktığınızla ilgili bir durumdur.

Söyleşi için teşekkür ederim.

Ben de teşekkür ederim.


Röportaj: ASIM ÖZ

Kaynak:
Haksöz-Haber
http://www.haksozhaber.net