yüzakı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yüzakı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2013-10-30

Ensar olma vakti























Vatan gibisi var mı?
O mukaddes anneden ayrılmak zorunda kalanların mutlaka zarurî sebepleri var.
Dünya hayatı için emniyetlerini ve âhiret hayatları için îmanlarını koruyamadıkları için terk ettiler vatanlarını. Hicran içinde hicret ettiler. Fakat daima bir anne özlemiyle; yeniden sarılmak, yeniden o kucağa atılmak arzusuyla semâlardadır gözler. Onlara bir Medine meltemi sunabilmek en büyük ikram...
Hicret; hasretlerin, acıların girdaplarıyla dolu fırtınalı bir denize açılmak... O seferin bir limanı olmazsa öğütür savruluşlar. Akdeniz’de boğulan muhâcirin kolu, âhirette yakamıza yapışır. Hicret ne kadar mukaddes ise, bu sebeple hicretin limanı olan ensarlık da o kadar mühim...
Kardeşi, imtihanıyla baş başa bırakmamaktır ensar olmak. Acıyı bölüşmek, tatlıyı paylaşmaktır ensar olmak.
Bu gerçeği;
Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; “Hepimiz İçin İlâhî İmtihan, ENSAR OLMA VAKTİ” yaklaşımıyla ele aldı. Ağırlıklı olarak yakın komşumuz Suriye’den ülkemize misafir olan muhâcir kardeşlerimize vazifelerimizi hatırlatırken, İslâm tarihinden ve ilâhî beyanlardan örneklerle nasıl bir ensar olmamız gerektiğinin altını çizdi. Tarihî fotoğrafımızda maksadı vurguladı:
“Türkiye’miz, zarurî bir göç merkezi. Dağılan devâsâ Osmanlı mülkünden merkeze doğru iki yüz senedir devamlı bir hicret yaşanıyor. Çaresizliklerle dolu hicretler zinciri. Ecdâdımızın yetimlerinin hicreti. Hepsinin sebebi aynı:
Zulümler ve katliamlar.
Bu yüzden;
Memleket memleket, maddî bakımdan nice garipler kerem beklerken, Amerika’da, Avrupa’da, Afrika’da ve Asya’da mânevî fukarâ da ayrıca kerem bekliyor. Hidâyet fakirleri de, îman fakirleri de, ahlâk fakirleri de, insâniyet fakirleri de, ayrıca kendilerine yardım eli uzatacak rahmet dolu cömert gönüller bekliyor.
Vakit, ensar olma vakti...”
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; ensârıyla, muhâciriyle ashâb-ı kirâmı; «İlâhî Hoşnutluk ve Methe Nâil Olan Ashâb-ı Kirâmın Örnek Hasletleri»ni kaleme aldı.
Mevlânâ’dan Sır ve Hikmetler köşesinde ise, mahlûkātı tefekkür ve bundan insana çıkarılacak hikmet dolu dersler var.
Öyle ya;
Dallarına sığınan bülbülleri yılanlardan koruyan bir gül ağacı mı olmalı, yoksa susuz vaziyette suya yaklaşan ceylânları avlayan bir timsah mı?
Ensar olmak dosyamızda; vicdan muhasebesi var, içtimâî ve siyasî değerlendirmeler var ve tarihî mes‘ûliyetlerimiz var.
Yazarlarımız; Endülüs’ü hatırlattı, -Allah korusun- diyerek; Balkanları hatırlattı, ensar olmanın boynumuzun borcu olduğuna mâzîyi şahit tutarak; insan kaçakçılığını anlattı, batıdan bir şeyler beklemenin anlamsızlığını vurgulayarak; ümmet olduğumuzu hatırlattı, ensar olmanın bir mânâda da ötekileştirmemek demek olduğunu hissettirerek.
Tarih; duraklama sebeplerimiz arasında toplumlar arası kaynaşma zaafımıza işaret ederek, yine; «Ensar olmak lâzım!» diyor. Gönüller almaya gelen Yûnus Emre; «Ensar olmak lâzım!» diyor. Mahzun mahzun kanlı gözyaşlarıyla akan Drina; «Ensar olmak lâzım!» diyor.
Bu bizim imtihanımız. Hepimiz için ilâhî imtihan.
Kalemimiz, şiirimiz, gönlümüz, dilimiz bu imtihandan yüz akı ile çıkmaya davet hâlinde.

Yüzakıyla...

2012-11-17

Yüzakı dergisi, 93

   
Rahmet ve zulüm... Merhamet ve haksızlık...

Terazinin iki kefesi gibi, biri ne kadar ağırsa, diğeri o kadar boşlukta...

Rahmetten o kadar mahrum, merhamete o kadar muhtaç bir âlemden, haksız ve zalimce bir uğultu yükseliyor. Bazıları selâmetten korkuyorlar. İki dünya saâdetine çağıran minareleri görmek dahî istemiyorlar.
Kendilerine gül uzatana, diken yağdırıyorlar. Doktoruna tekme atan bir hasta hezeyanıyla ellerini mikroplu kalplerini korurcasına kapatmış; yegâne tabiplerine;

“Yaklaşma! Niye elinde neşter var?!. Niye ilâçların acı! Gelme!..” diye bağırıyorlar.
Oysa her insan, sağanak sağanak rahmete muhtaç... Allah O’nu âlemlere ancak rahmet olarak gönderdi. Merhametinden gönderdi. Zulmünden, haksızlığından, yalandan, ihânetten, nankörlükten kurtulması için insan, O’nun ahlâkına muhtaç... O’nun Kitâbına, Sünnetine aç... Biz, ümmet-i icâbe uyusak ve unutsak, o koğuştan yükselen bu feryatlarla uyandırılıyoruz.

Âlemlere ancak rahmet olarak gönderilmiş, bu sebeple ancak övgüye, ancak teşekküre, ancak minnete lâyık olan Peygamberimiz’in ahlâkını, bir de, o rahmetten nasipsizlere tanıtmak için yaşamalı... O’nu hâlimizle, kālimizle sergilemeliyiz.

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, Peygamber Efendimiz’in ancak rahmet olduğu hakikatini kaleme aldı. O’nu doğru tanıyanların ehl-i îman olmasalar bile O’nun hakkında söyleyebildiklerinin sadece rahmetten ibaret olduğunu dile getirdi. O’nun rahmet özellikleri ekseninde yaşamamızın hem vefâ, hem nice gönüllere şifâ olduğunun altını çizdi:

 “O’nu muhabbet ve aşk ile yaşayışımızla temsil edebildiğimizde en kurak ve çöl gibi kalplere bile rahmet yağmurları yağar.”

Bir kez daha vurguladı:

“Bugün Muhammed’e sevdâda imtihan günüdür!”

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «O’nu Allah, Sevdi; Âlemlere Rahmet Olarak Gönderdi...» diyerek, sordu:

 «O Hidâyet Güneşi’ni Balçıkla Sıvamak Ne Mümkün!»

İftiralar karşısında ümmet-i Muhammed’e düşen vazifenin ise, O’nu en güzel şekilde temsil ederek, O’nun hakkındaki hakikatleri cihana ilân etmek olduğunu ifade etti. Hakîkat-i Muhammediyye’nin yüceliği ve yüceliği görmekten mahrum olanların körlük sebepleri Hazret-i Mevlânâ’dan Sır ve Hikmetler bölümüne mevzu oldu.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; batı insanının Peygamber Efendimiz’e dil uzatma cür’etinin arkasında yatan; «Benlik ve Eğlence Sarhoşlukları» bölümünü yazdı.

Ayla AĞABEGÜM, tarihten misallerle verilebilecek devlet, hükûmet ve fert merkezli tepkileri kaleme aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ’ün konusu ise, Kureyş’in İslâmofobisinin sebepleri oldu. Hadi ÖNAL, sivrisineklerden ziyade bataklığa, Efendimiz’e hakaretleri piyasaya süren odaklara dikkat çekti.

İrfan ÖZTÜRK, Peygamberimiz’e hürmet ve muhabbetin Allah katındaki kıymetini işledi. Sami GÖKSÜN, O’nun ahlâkının ve şahsiyetinin yüceliğine dair doğulu ve batılı vicdanlardan yükselen itirafları aktardı. Âdem SARAÇ ise, Efendimiz’i temsil ve Kur’ân’ı tebliğ emânetini yüklenmek için gecelerin önemi mevzuuna devam etti.

Aynur TUTKUN, ego eğitimine teksif olurken; Fatih GARCAN, mâneviyattan uzaklaşan ve batılılaşan bir ailenin yaşadığı trajediyi hikâyeleştirdi.

Eğitim Notları’nda kaçışın iki şekli ve istikameti ele alındı. H. Kübra ERGİN, Kur’ân ve tecvid eğitiminin insan rûhuna ve hayatına kazandırdıklarına dikkat çekti. Ahmet ZİYLAN, her şeyde karar ve kıvam mevzuuna temas etti.

Ahmet MERAL, Kısa Dünya Tarihi’nde batılıların bugünkü küstahlıklarının sebebi olan sömürgecilik faaliyetlerinin temel niyetlerini ve neticelerini anlattı.

Can ALPGÜVENÇ, Abdülmecid Sivâsî’yi tanıtırken; Abdullah Mesud HIDIR; Hak dostlarından, Muhammed Bâkî Billâh ve Abdülhakim Arvâsî, tarihî şahsiyetlerden Sultan Ahmed’i ve edebî sîmâlardan Yahya Kemal’i nüktelerle gündemimize taşıdı.

İlyas KAYAOKAY, «Yâ Rasûlâllah!» redifiyle Efendiler Efendisi’ne seslenen şairlerden seçmelerle konuya edebî bakış açıları getirdi. Mizahta ise Hamza CAN, küfür ve hakaret hastalığına neşter çekti.

Ve şiirler...

İftiraya karşı en güzel cevap: O En Güzel’i övmek...

Yalana karşı en güzel cevap: Hakkı haykırmak...

Haksızlığın en güzel ilâcı: Rahmet ve merhamet...

Yüzakıyla...

2012-07-02

'Yüzakı' dergisi

Din, kitap, sünnet ve vatan sana emanet...

Kıymetli şeylerin tâlibi çok... Düşmanı çok... Göz dikeni çok...

Bundan dolayı; sahip çıkanı olmalı, koruyanı olmalı, muhafızı olmalı...

Mukaddesâtını koruması da insanın imtihan maddelerinden...

Din, kitap, sünnet ve vatan, insana emânet... Müslümana emânet... Sana emânet...

Bilhassa gücü, kuvveti, imkânı yerinde olan gence emânet... İmkân sahiplerine emânet... Fert fert herkese emânet...

Kur’ân, hâfıza emânet... Vatan, gaziye, şehîde, canını fedâ edecek yiğitlere emânet...

Allah nûrunu tamamlayacak... Fakat, verdiği emâneti yüklenen sâdık kullarıyla...
Onlardan olmak büyük meziyet... Olamamak büyük ihânet...

Muhafazakârlık çevresindeki tartışmalar, Temmuz ayında muhafaza etmemiz gereken değerler meselesini dosya konusu yapmaya sevk etti bizi...

Kürtaj konuşuldu geçtiğimiz günlerde. Masum yavruların hayat hakkının muhafaza edilmesi gayretlerine bozulanlar oldu...

Muhafazakâr sanat mevzuu konuşuldu... Birileri; «Sanatın dîni olmaz.» diyerek, tersini yani dîne karşı sanatı savunmayı sürdürdüler.

Muhafazakârlığı siyasî mânâsının dışında bir mukaddesat savunuculuğu olarak ele aldık.

Global dünyanın fırtınaları, şimşekleri, yıldırımları karşısında; gençlerimize, kendimize, insanımıza şu hatırlatmayı bir kez daha yaparak:Din, kitap, sünnet ve vatan sana emanet...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, insanın ezelden yüklendiği emânete ve onun ancak mes‘ûliyet duygusuyla insana kıymet vereceğini ifade etti. Vatan, bayrak gibi emânetlerin, Kur’ân ve Sünnet emânetine sahip çıkmakla muhafaza edilebileceğini vurguladı:“Her şey; sadece Hakk’a yaklaştıkça güzel. Hakk’ın hakikat ve ebedî sanatı dairesinde her şey mükemmel. O dairenin dışına düşen, uzaklaşan her şey mahrum.”

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, Gönlünü Dergâh Eyleyen Hak Dostları başlıklı makalelerinde, 16 Temmuz 1999 tarihinde vefât eden Hacı Musa TOPBAŞ Efendi ve diğer Hak dostlarının hâtıra ve sözlerinden hareketle, tasavvufu fert ve toplum huzuruna muazzam katkısıyla anlattı.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; sekülerizmin, aklı esas aldığı iddiasını çürüten bir misalle, aklın düşmanı alkol karşısında İslâm ve modernitenin duruşunu karşılaştırdı.

Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, modernleşme karşısında Tanzimat’tan beri süren tavırları itidal çizgisinde değerlendirdi. H. Kübra ERGİN; modernizmin de bir gelenek olduğunu, misal İslâm olduğunda geleneğin de tecdid ihtivâ ettiğini misallerle açıkladı. Aynur TUTKUN; muhafazakâr sanatın, ne kadar tabiî olduğunu, ironik bir dille anlattı. Fatih GARCAN, maddî değerleri koruma ihtirasının mânevî değerleri muhafazanın önüne geçişini hikâyeleştirdi.

İrfan ÖZTÜRK, kurban ve sadakanın belâyı defetmesine yaşanmış bir hâdiseyle misal verirken; Âdem SARAÇ, Efendimiz’in amcaları ve eşlerinin Varlık Nûru karşısındaki tutumlarını serdetti. Sami GÖKSÜN, Kur’ân emânetini muhafazaya talip olan hâfızların kıymetini ve bu kıymetin muhafazasını anlattı.

Kalbin Gözyaşları’nda Orhan; kardeşlik problemlerinden dolayı, şeytandan Allâh’a sığınmayı öğrendi. Eğitim Notları’nda hastalığın hikmetleri var...

Ahmet ZİYLAN; bütün yönleriyle siyaseti ele aldığı yazısında, yöneticilik ahlâkına dair hayattan birçok tecrübe ve not aktardı. Hilmi MUHTAR; aklı ve akıllı insanı, dînî-ahlâkî bir lisanla anlatırken; Burhan Cahit ÖZDEMİR de Halûk ile Âsım karşılaştırmasıyla, «Dindar Nesil» tartışmalarına atıfta bulundu.

Tarih köşemize; Hacı Bayrâm-ı Velî, Abdülkādir Geylânî, İmâm-ı Buhârî, Sokullu Mehmed Paşa ve Barbaros Hayreddin Paşa konuk oldu.

Hadi ÖNAL, 20. Uluslararası Hazar Şiir Akşamları’nı anlattı.

Mizah köşesinde ise; harâbât ehlini hor görüp, onlara gülüp geçmek yerine, dertlerine nasıl derman olmak vazifesinin de bize emânet olduğu hatırlatıldı.

Şiirler... Emânetin ağırlığını hisseden, hissettiren, mâneviyattan, mukaddesattan hisseli şiirler...

Dîni, kitabı, sünneti ve vatanı söz varlığıyla koruyan şiirler...

Özüyle de onların mânevî bekçisi mısralar...

Global fırtınalar karşısında, bu din ve bu vatan kimin ise ona emânet....

2012-06-05

'Yüzakı' dergisinin 88.sayısı

VUSLAT DİPLOMASI


Eğitim-öğretim mevsiminin sonundayız. Sekiz aylık gayretlerin neticesi, kâğıt üzerine yansıyor. Bazı öğrencilerimiz de son senelerindeler, yılların emeğinin karşılığını bir diploma sûretinde alacaklar.

Paranın-maddiyatın aşırı bir şekilde öne çıktığı çok dünyevîleşmiş bir devirdeyiz. Dolayısıyla bir para kazanma yolu hâlinde, meslek sahibi olmak da çok önemseniyor. İyi, yüksek gelir getiren bir meslek sahibi olmak için de tahsil şart...

Bu gaye için, daha ilköğretim sıralarında bir yarıştır başlıyor. İmtihanlar imtihanları kovalıyor. Her şey biraz daha müreffeh bir dünya hayatı, biraz daha rahat bir emeklilik için mi?

Ya edep tahsili? Ya insanlık tahsili? Ya kulluk tahsili?.. Ya ebedî hayat... Ya dünya hayatının ta kendisi olduğu imtihan dershânesi... «Oku!» emrinin muhtevâsı bu mu?
Hayat boyu eğitimin gerçek diploması, vuslat diploması...

Dünya, o imtihan için çekilen bir firkat âlemi...

Bir gurbet diyarı... O vuslat diplomasını almak için, kalb-i selîm götürmek şart... Bağdatlı Rûhî’nin dediği gibi:
Sanma ey hâce ki, senden zer u sîm isterler,
«Yevme lâ yenfau»da kalb-i selîm isterler!..
Her şeydeki ibreti görmek ve göstermek arzusuyla, örgün eğitimin tatile girdiği şu mevsimde, ölüm ve kıyâmetten başka hiçbir tatili olmayan ebedî tahsili, gerçek diplomayı aldık gündemimize;

Yerden alkış alacak diploma çoktur sende,
Gökten alkış alacak karnelerin var mı gönül?

suâliyle konuyu özetleyen Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; vuslat diplomasının, omuzlarda insanın bir ömür doldurduğu artı notlarla elde edilebileceğine dikkat çekti. İnsanın, ancak mânevî doğumunu gerçekleştirerek kemâle erebileceğini, bu doğumun da ancak İslâm’ın rahminde, Hazret-i Peygamber’in ellerinde mümkün olabileceğini vurguladı.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, İmâm-ı Rabbânî’nin bir düstûrundan hareketle, «Hayat Karnemizi Sağdan Almanın Çaresi»ni «FAYDALI İLİM, SÂLİH AMEL VE TAKVÂ...» olarak arz eden makalesinde, dünya imtihanının müfredatı sadedinde kuyumcu terazisi hassâsiyetinde bir kulluğu kaleme aldı.

Kalbin Gözyaşlarında Orhan, nikâhın kerâmetiyle tamamlanıp, Hâfız Orhan Hoca olurken; Eğitim Notlarında hakikîsi ve şeytan hilesi şeklindeki tehlikelisi ile teslîmiyet var.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; âhirette kimin kiminle beraber olacağını, beraberlik mefhumunun mânâ muhtevâsı içinde araştırmaya devam etti. Ayla AĞABEGÜM; “Ninelerimiz, hangi fakülteden diploma almıştı?” diye sorarak, batı tarzı meslek edindirici tahsile yüklenirken, edep, terbiye, âdâb-ı muâşeret eğitimini ihmal ettiğimizi hatırlattı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; dînî eğitimde üç tarzın mektep, medrese ve tekke usûllerinin, karşı karşıya değil bir arada göstereceği verimliliği ele aldı. Fatih GARCAN; hüzünle başlayan, sürurla nihayetlenen bir karne günü hikâyesi paylaştı.
H. Kübra ERGİN; 16 Haziran akşamı idrâk edeceğimiz Mîrac Kandili vesilesiyle, milletimizin bu mübârek hâtırayı değerlendirişindeki ufku ele aldı. İrfan ÖZTÜRK, günahkâra merhamet ve iyiliğin muhteşem gücünü; Âdem SARAÇ ilk müslümanlardan hakikatin peşinden koşan bir misali yazdı.

Sami GÖKSÜN; kitâb-ı âmâlin yani amel defterlerinin, kullara arz edilişine dair Allâh’ın kitabında yer alan dehşetli sahneleri aktararak düşünmeye davet etti. Hadi ÖNAL; öğrencilerimizin üniversite mezunu değil, adam olmalarında ferde, aileye ve devlete düşen vazifeleri hatırlattı.

Aynur TUTKUN; dindar gençlik tartışmalarına temas ederek, ahlâk eğitiminde dînî telkin ve öğütlerin, beyin programlama noktasındaki katkılarını serdetti. Ahmet ZİYLAN da; erdemli davranışın âhiret tarafının önemini, yapmacıklık ile samimiyetin derin farkını işledi.

Tarih köşemizde, Sokullu Mehmed Paşa ve Kıbrıs’ın fethi yanında, Sultan Abdülaziz, Fuat KÖPRÜLÜ gibi şahsiyetlerle buluşacaksınız. Yakın tarihimizden mühim bir öğretmen Mahir İZ ve devrimizin en mühim ilim adamlarından Fuat SEZGİN, muhtevâlı birer yazı ile dosyamızda...

Şiir... Hayat imtihanının ağır müfredâtında, rûha ferahlık veren en güzel okuma parçaları...

Amel defterlerini yüz akıyla alabilmek için, yüz akı bir kulluk gerek... Gurbeti hissettirip ağlatmak, vuslatı arzulatmak gerek... Bu hakikatleri bir de şiir diliyle söylemek ve dinlemek gerek...

Yoksa, ilmin, eğitimin, tahsilin bir kuru mesleğe giriş belgesine ircâ edilmesi gibi, şiir de nefsânî lâkırdıların oyuncağı olup gidiyor. Sözü, öze döndürmek de, imtihanımızın bir parçası...

2012-04-02

'Yüzakı' dergisi

Şiddete Çare: O’NUN REHBERLİĞİNDE BİR HAYAT

Herkes yollarda... Bu sonsuza doğru akışın mutlak hakikati yolculuk... Herkes yolcu... Fakat yollar karanlık... Bu sebeple, rehber şart... “Delilsiz gidilmez yollar yamandır.”

Herkes, bir ışığın peşinde yol almakta... Ateş de ışık verir, nurlu bir sabahın pırıl pırıl güneşi de...O hâlde, rehber çok mühim... Rehberin elindeki nur ve hidâyet çok mühim...Dünya hayatının karanlık dehlizlerinde, rahmete muhtacız. O rahmete çıkmayan her sokak, şiddetle dolu... Kabalıkla, kasvetle, zulümle, haksızlıkla dolu... Böyle yolların sonu ateş çukurlarıyla dolu...

Şiddetten bîzârız... Fert olarak, aile olarak, cemiyet olarak... Kadınıyla, erkeğiyle, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla...

Rahmete muhtacız... Fert olarak, aile olarak, cemiyet olarak... Kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla, genciyle, yaşlısıyla...

Bir bahar yağmuru gibi, Nisan’da teşrif eden Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- karanlık yollarımızın yegâne rehberi... O’nun nurlu ve yüce sünneti, câhiliyye şiddetinin yegâne çaresi...

O’na tâbî olmak, bizim için de bir nefhada kurtuluşun çaresi...

O’na sığınmak, şiddeti üreten zalimleri bir hamlede yere serme kudreti...

Yeter ki O’na medyun olduğumuz zarâfeti, merhameti, şefkati, inceliği, kısaca güzel ahlâkı yeniden kuşanalım...

Bu duygularla belirlediğimiz dosya konumuz:

Şiddete Çare: O’NUN REHBERLİĞİNDE BİR HAYAT...

Genel Yayın Yönetmenimiz, Kapitalist dünyanın ürettiği şiddeti gizli tahrik metodunu teşhis ederek, çareyi ortaya koyuyor: Kadın olsun, erkek olsun, bu fânî hayatı, içinden çıkılmaz bir hâle getirmemek için tek çare: O’nun rehberliği.

Doğru bir merhamet için bu şart. Şefkat için, adâlet için, bağışlamak ve bağışlanmak için; hayatımıza O’nun rehberliği gerek. Gerçek bir hak-hukuk için, O’nun nefesi gerek.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Câhiliyye Şiddetinin İlâcı: Kur’ân ve Sünnet’in Rahmet İklimi...» başlıklı makalelerinde, gündemimizi bir süredir meşgul eden, kadına şiddet mevzuuna mâneviyat penceresinden, gönül dünyamızdan bakarak, hâl çaresini kaleme aldı.

Kalbin Gözyaşlarında; Orhan Afrika’yı tanırken, Yûnus Dede’nin hasretinde «Yemen’deki Yanımda...» sırrına ermeye çalışıyor. Eğitim Notlarında ise Eğitim Bülbülü; Elma Ağacı temsiliyle, hizmet, kendini beğenme, vesile mevzuuna bakış ve şirk mevzularını şakıyor.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, başta Efendimiz olmak üzere, peygamberlerin eğitim hususundaki sünnetlerini tespit etmeyi sürdürdü. Ayla AĞABEGÜM, toplumu saran şiddetten kurtuluş için çıkış yolları teklif etti. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, Sünnetullah kavramına Kur’ânî bir tahlil ile yaklaştı. H. Kübra ERGİN, insanlık için peygamberlik müessesesinin ve peygamberlerin önemini hatırlattı. Dr. Naif ÖZKUL, batı ve doğu medeniyetlerini sistemli bir şekilde karşılaştırdı. B. Cahit ÖZDEMİR ve Aydın TALAY, Efendimiz ve Sünnet üzerine makaleleriyle dosyamızda...

Ahmet ZİYLAN, tevâzu ve cömertliği insana kazandıracak, iki adresi unutmama ihtarını kıssalarla anlatırken; Aynur TUTKUN, sinema sahasındaki derin boşluğa dikkatleri çekti.

İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, Avrupa seyahatinden; Turhan ATEŞCİ, umre seyahatinden notlar paylaştı. Âdem SARAÇ, Rahmet’e tuzak olan bedbahtlara inen «Kurusun!» hitabını ele alırken; Sami GÖKSÜN, sünnete sarılmanın, O’nun boyasıyla boyanmanın iki dünyadaki bereketini kaleme aldı. Hamza CAN bu sayıda, «Gönül Alma» sünnetinin misalleriyle yüzünüzü başka bir şekilde güldürmeyi seçti.

Ebussuud Efendi, Kemalpaşazâde, Turgut Reis, Ahmed Vefik Paşa tarih bölümümüzde sizi karşılayacak sîmâlar...

Şiirler... Taze Nisan yağmurları gibi, Efendimiz’in, âhiret yollarındaki yegâne rehberimizin nûrânî ışığını, rûhânî sadâsını gönüllerimize gösteren ve işittiren mısralar... O’nun bir nefhada gönüllerimizde, bir hamlede kâinatta başardığı felâh dile geliyor...

Şiddetten rahmete, cehennemden cennete... giden yolda tek çare O’nun sünneti, O’nun rehberliği...

2012-02-06

'Yüzakı' dergisinin 84.sayısı çıktı


Kâmil mü’minde; zarâfet,hassasiyet, ince bir ruh...

Azâzil, küçümseyerek baktı Âdem’e... Çamurdan, tozdan-topraktan, kesâfet âleminden bir varlıktı işte... Ne özelliği olabilirdi! Benzeri şekilde yaratılan hayvanâtın hâli ortadaydı.

Melekler de Hakk’ın halîfesi olma liyâkatini görememişlerdi... Ne melekler gibi nurdu o, ne cinler gibi ateş... Ayaklar altındaki topraktı...

Hikmet-i İlâhî, Âdem’e Rûh’undan üfürdü. Ona bütün esmâyı öğretti. Muhabbet ve mârifet güneşleriyle ısıttı. Vahiy yağmurlarıyla suladı. Peygamberler ve vârisleriyle de o toprağın ihlâs ve takvâ usulleriyle nasıl işleneceğinin yolunu öğretti.

Artık bu toprak, Hakk’ın inâyetiyle, rengârenk özellikler ve güzelliklerle donanabilirdi. Rengârenk, tertemiz çiçekler, müstesnâ ıtırlar, cıvıl cıvıl bahçelerle, cennete namzet, insan!..

İşlenmek, vasıflar kazanmak, rûhunu, rûhânî istîdatlarını inkişâf ettirmek şartıyla...

Aksi hâlde; kupkuru dikenlerden başka bir şeyin bitmediği bir taşlık, susuz bir çöl, mülevves bir bataklığa dönüvermek işten bile değil...

84. sayımızda, dosya konumuz olarak, kazanmamız gereken vasıflara, güzel özelliklere dikkat çekmeyi arzu ettik. Bilhassa özümüzdeki o büyük cevhere:
Kâmil Mü’minde; Zarafet, Hassâsiyet; İNCE BİR RUH...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, insanın kalınlaştığı yerden koptuğu tespitiyle başladığı, vasıflılık, ve hassâsiyetin üzerinde durduğu başyazıda; ayırt etme özelliğini de bir mihenk olarak gösterdi: “Ayırt ediş hâssası olmadıktan sonra, bin bir vasıf neye yarar? Çirkine ve kötülüğe güzel diyen bir göz, ne kadar gözdür? İsyanı seven bir kalp, ne kadar kalptir?”

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Hakkı Tebliğ İçin» makalelerinin ikinci bölümünde, kâmil bir mü’minin gönül toprağını tezyîn edeceği müsbet hasletleri ve fersah fersah uzak duracağı menfî vasıfları serdetti.

Vefatının sene-i devriyesinde bulunduğumuz «Ramazanoğlu Mahmud Sâmi Efendi Hazretleri»nden bir hâtıra... Hem de çok câlib-i dikkat bir mesaj...

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, «Lisan ve Beyan»a dair hasletlerin ince noktalarına Kur’ân’dan yansıyan ışıkları toplarken; Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, İslâmî ilimlerde «sıfat» konusunun tedâîlerini paylaştı. Ayla AĞABEGÜM, Yûnus Emre Hazretleri çerçevesinde gençliğe ölümsüz özelliklerimizi nakletmenin yollarını tarif etti.

H. Kübra ERGİN, «Gençlik ve Güzellik» üzerinde estirilen maddî revacın kapitalist ve karanlık yüzünü ifşâ etti. Aynur TUTKUN, artı meşgalelerle artı kazanımlara sahip olmanın önemini vurguladı.

Kalbin Gözyaşlarında erkek-kadın ihtilâtı ve tesettürün mânevî yönünün ihmali problemlerine; «Eğitim Notları»nda ise Kur’ân eğitiminde son zamanlarda karşılaşılan vahim bir hataya temas edildi.

İrfan ÖZTÜRK; hasletlerin ilki, olmazsa olmazı îman sahibi olmanın kıymetini kaleme aldı. Dr. Yakup ŞAFAK, insanın en mühim husûsiyetlerinden akıl ve en fârik vasıflarından ilim üzerine Hazret-i Mevlânâ’nın bakış açısını nakletti. Âdem SARAÇ; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in el-Emîn vasfıyla müsellem doğruluğuyla, kavmini ikaz ve irşada başlayışındaki huzur ve güvenini anlattı. Sami GÖKSÜN ise mes’ûliyet duygusunu Ömer bin Abdülaziz’den misallerle işledi.

M. Ali VAR, bir öğretmen olarak, milletçe dünkü kadar vasıflı insan yetiştiremeyişimizin sebep ve çarelerini hulâsa ederken; Ahmet ZİYLAN, iş ahlâkı ve kontrol prensibi etrafında kıssa ve hâtıralar nakletti. Turhan ATEŞCİ biri destan, biri dram olmak üzere «ailemiz»e dair iki fotoğrafı gözler önüne serdi. Hakkı ŞENER, bir şehid annesinin oğlunu karşılayışını yazdı.

Tarih köşemizde Molla Fenârî, Somuncu Baba, Barbaros Hayreddin, Cennetmekân Sultan II. Abdülhamid Han gibi muhteşem mâzîmizin vasıflı şahsiyetleri...

Dergimiz her Şubat olduğu gibi, bu yıl da mizanpaj tazeliği içerisinde... Mânâda olduğu gibi şekilde de, bâtında olduğu gibi zâhirde de en güzelin peşinde...
Şiirler...

Elvan elvan çiçekleri, ıtırları, desenleri, hasletleri terennüm eden, vasıflı şiirler...

Özümüzde çiçekler açtırmak, meyveler verdirmek için, bu toprağın bakımı şart...
Bakarsak bâğ olur, bakmazsak rûhumuzun ayağına dağlar gibi bir bağ...

Yüzakıyla...

2011-12-06

'Yüzakı' dergisinin 82.sayısı çıktı


Hakk’a ve Rasûlü’ne Hicrette

AŞKIN BAYRAMI: ŞEB-İ ARÛS...

Hazret-i Mevlânâ dendiğinde akla gelen ilk hususlardan biridir: Şeb-i Arûs...

17 Aralık 1273 tarihinde Hazret-i Mevlânâ Hakk’a yürümüştü.

O büyük ruh, bu geceye şeb-i arûs, yani düğün gecesi dedi. Bir başka ifadeyle:
AŞKIN BAYRAMI...

Vefatı esnasında son sözleri olarak «Yüce Dost’a» diyen Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, şeb-i arûs vasfında bir ölümün sırrını, hayatın içinde gösterdi:“Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz... Nasıl ölürseniz, öyle diriltilirsiniz...”

O hâlde, şeb-i arûsun, ebedî bir vasıf kazanabilmesi için; ömrün Hakk’a ve Rasûlü’ne hicret mâhiyetinde geçmesi zarurî...

O zorlu geçidi bir düğün gecesi huzuruyla idrak edebilmek için; bir ömür, ilâhî aşkın vuslat iştiyâkıyla yanmak, pişmek şart...

Aşkın bayramına ermek için, ömrü Ramazan kılmak; canı, teni, her şeyi Sevgili’nin yoluna kurban eylemek elzem...

Şeb-i arûs neşvesinin, hicreti gündemimize taşıyan Hicrî yılbaşı ve Muharrem ayına denk geldiği Aralık sayımızda dosya konumuz:
Hakk’a ve Rasûlü’ne Hicrette

AŞKIN BAYRAMI: ŞEB-İ ARÛS

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; “Güneş istiyorsan, kanatlarını yak!” diyen pervâneden ve göklere hicret ederek tertemiz olan sudan hareketle; hicret ve şeb-i arûsu, yanmak ve arınmayı kaleme aldı. Fuzûlî, Şeyh Gālib, Hazret-i Mevlânâ, M. Es‘ad Erbilî ve Yaman Dede’nin yanık mısralarıyla aşkın bayramını dile getirdi.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «Şeb-i Arûs» başlıklı makalelerinde; varlığın sırrı ve insanın imtihanı olan «muhabbet»i, kalbin en büyük sanatı olan fânî muhabbetleri, ilâhî aşka basamak eyleyebilme hasletini Sevbân -radıyallâhu anh-, Şâh-ı Nakşibend, Hazret-i Mevlânâ Hazerâtından misallerle kaleme aldı.

«Kalbin Gözyaşları»nda Orhan, ilmi irfana dönüştüren ihlâs sırrını idrak etti.
Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri yazı dizisinde; hicreti, eğitimde mekân değişikliği, hareket ve sükûn kaideleri açısından ele aldı.
Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, gurbetin tedâîlerini; Hakkı ŞENER farklı bir üslûpla hicretten bir sahneyi kâğıda döktü. Aydın TALAY, Siyer-i Nebî’den hicret ile ilgili safhaları takdim etti.

Ayla AĞABEGÜM, Van Depremi’nin karşımıza çıkardığı tablo üzerinde tefekkür ederken; Aynur TUTKUN, teknolojinin hayatımızdaki yerine temas etti. H. Kübra ERGİN; teknoloji denince akla gelen bir ismin, Steve JOBS’un ölümünün hatırlattıklarını kaleme aldı.

Ahmet ZİYLAN, öfke kontrolünü ve haccın bu terbiyedeki yerini hâtıralarla geniş bir şekilde işledi.

İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi; ömür, ölüm ve ötesini; Âdem SARAÇ; Efendimiz’in tebliğinde, akrabaları davet merhalesini; B. Cahit ÖZDEMİR, bir mü’minin tabiata bakışını yazdı.

Sami GÖKSÜN, hicretin, haram ve şüphelileri terk etmek mânâsını öne çıkardı.

Tarih köşemiz… Zembilli Ali Cemâlî Efendi’yi, Kanunî Sultan Süleyman’ı, Medine Müdâfii Fahreddin Paşa’yı; kültür-sanat bölümümüzde ise Yaşayan Çınarlar programından intibâları okuyabilirsiniz.

Şiirler... Şeb-i arûs iştiyâkıyla sadırlardan dillere, dillerden gönüllere fısıldanan mısralar...

Hakk’a ve Rasûlü’ne hicrette geçen bir ömrün ardından gelen mesut bir ölümün vedâ değil, Yâr’e merhaba olduğunu hatırlatan mısralar...
Yüzakıyla...

2011-10-22

'Yüzakı' gönül aydınlığı !

Kulaklarımızın duyması için bir alt ve üst sınır var. O eşiklerin altını da üstünü de işitmiyoruz. Bir an bu eşiklerin olmadığını düşünsek, yerin altında, üstünde ve göklerdeki muazzam sistemleri bir işitsek; buna tahammül edebilir miydik?..

Güneşteki ve güneş gibi milyonlarcasındaki dev reaktörler...

Binlerle galaksideki, katrilyonlarca araçlık trafik...

Mikro âlem farklı mı? Her hücrede, her atomda bir cevelân, bir hareket, bir çalışma...

Mahlûkata bakın; mevsim mevsim vazifesini yapan nebâtat, hayvanat, hattâ bulutlar, sular, rüzgârlar...

Hepsi, Yaratıcı’nın emrinde, vazifeleriyle meşgul...


O mahlûkat içinde biri var ki, gayreti ve gayretinin estetiği, Varlığın Nûru tarafından hâlis mü’mine benzetilmiş:

MÜ’MİN ARI GİBİDİR...

Vazifesini yapmak, insanlara faydalı olmak, gayretini en güzel, en zarif sûrette ortaya koymak... Kimseyi incitmemek, kul hakkına girmemek...

80. sayımıza ulaştığımız Ekim sayımızda dosya konumuz; çalışmak, alın teri ve emek...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, başyazıda; her şekle ve işleyişe müsait yaratılışta olan insanın, yabancı profilleri benimseme hatasına temas etti. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in mü’minlere gösterdiği en güzel modeli, bal arısı ve hâlis altın misallerini on beş maddeyle şerh etti. Eğitimde kovan sistemini ise şöyle tanıttı:

“Binlerce çiçekten toplanan malzemenin; olduğu gibi bırakılmayıp mutlaka neticeye bağlanması, daha doğrusu petek petek bala dönüştürülmesi.”

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Mü’min ve Dünya» başlıklı makalelerinin birincisinde, tevekkül, istiğnâ, yardımlaşma ve dünyaya kapılmama dengeleri içinde, bir mü’minin helâl rızık endişesini kaleme aldı.

Kalbin Gözyaşlarında; Turgut Bey, Yûnus Dede’den kul hakkı endişesini öğrendi.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, ahîlikten günümüze iş ve emek kesimlerinin dînî hassâsiyetlerine tesir eden âmilleri ele aldı. Ayla AĞABEGÜM, iş ahlâkı ve bunu düzeltmede halka ve münevverlere düşen vazifeleri hâtıra ve yorumlarla işledi. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, ilim tahsilinde başarıya ulaşmanın şartlarını İmam Şâfiî’den dört maddeyle serdetti. H. Kübra ERGİN; kapitalizmin, reklâmlar mârifetiyle mutluluğu maddiyatta arama hilesine dikkat çekti. B. Cahit ÖZDEMİR, «Emek» çerçevesinde medeniyet hâfızamızı tazeledi.

İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, gaflet dolu uykulardan uyanmaya davet ederken; Âdem SARAÇ ilk müslümanların sosyal yapısını ve fedâkâr gayretlerini anlattı.

Ahmet ZİYLAN; Hüdâyî Hazretleri’nin geçtiği mânâ yolundaki ciğer satma terbiyesini, tevâzu, medenî cesaret ve azimli çalışmanın bir modeli olarak iş hayatına adapte etti. Hakkı ŞENER, sıra dışı bir berberin, çok farklı bir düğün tebrikini kaleme aldı.

Sadettin KAPLAN’dan çocuk ve edebiyat irtibatına dair bir yaklaşım, Mehmet DERE’den bir söz edebi muhtevamız arasında yerini aldı.

Tarih köşemizde çalışkan bir âlimimiz Molla Gûrânî, sekiz yıla büyük başarılar sığdıran gayretkeş padişah Yavuz Sultan Selim ve renkli kişiliğiyle Yusuf Kâmil Paşa’nın da aralarında bulunduğu bir çok sîmâyı okuyacaksınız.

Ve elbette şiirler... Emek mahsulü mısralar, titiz söz ve mânâ, şekil ve ruh işçiliğinden geçmiş şiirler... Petek petek sözün balı, dilin kaymağı...

İnsanı vazifesine, arılar gibi faydalı olmaya, altın gibi kıymetini muhafaza etmeye davet eden...

Yüzakıyla...

2011-09-03

'Yüzakı' gönül temizliği


GÖNÜL TEMİZLİĞİ

Gönül bir beyaz sayfa...

Her birimiz bir ömür, o beyaz sayfayı dolduruyoruz. Sene sene... Gün gün... Dakika dakika...

Kimi hayatlar; karalamayla geçiyor, bir müsvedde kâğıdı gibi harcıyor gönülleri... Temize çekme şansı varmış gibi...

Kimi hayatlar ise hassas ve zarif cümlelerle dolduruyor, o beyaz sayfayı...
Çünkü gönül Cenâb-ı Hakk’ın nazargâhı... O’nun nazar edeceği bir arz-ı hâl...
O’nun okuyacağı bir mektup...

O’nun; kirli, özensiz, kaba, hantal bir kalbe tenezzül etmeyeceği âşikâr...
Gönlün o beyaz sayfası, aynı zamanda bir ayna mâhiyetinde...

Mâruz kaldığı, karşı karşıya geldiği her şeyi ister istemez üzerine yansıtan... Okuduğu, seyrettiği, baktığı, kısacası gönül aynasından gelip geçen her şeyi bir tarayıcı gibi, hâfızasına nakşediyor. Gönül sayfasını kirletiyor veya arındırıyor, karalıyor veya tezyin ediyor.

Bu sebeple, beşeriyetin eğiticileri olan peygamberlerin vazifeleri sıralanırken;
1. Âyetleri tilâvet... 2. Kitap ve hikmeti öğretmek ve 3. Gönülleri arındırmak, tezkiye etmek bir arada zikrediliyor. (el-Bakara, 129; Âl-i İmrân, 164; el-Cumua, 2)
Okulların açıldığı, eğitim-öğretim dünyasının tatlı bir telâş içinde olduğu Eylül ayında konumuzu, «Tahsil ve Okuma» ameliyesinin nihâî gayesine, «Kalp Sâfiyeti ve Gönül Temizliği»ne ayırdık.

Kalıbı cilâlayan, zihni keskinleştiren eğitim sistemi, basın-yayın dünyası, kalplere ne yapıyor, bunu sorguladık...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ;“Hayatın özü, kurtuluşun yegâne çaresi; tezkiye. Arınmak. Temizlenmek. Her türlü maddî ve mânevî kir ve pisliklerden içi dışı pâk etmek. Can sarayını padişahlar padişahının teşrif edeceği güzelliğe ve berraklığa kavuşturmak.” sözleriyle tezkiyeyi tarif etti ve tezkiyenin, gönül temizliğinin rehberi olarak Hazret-i Peygamber’i, en güzel nümûneleri olarak ashâb-ı kirâmı gösterdiği başyazıda; sözleri, sâlih amelleri, hâsılı bize Hakk’ın beyaz bir sayfa olarak lutfettiği gönlü, O’na lâyık bir temizlik ve sâfiyet içinde sunmanın ehemmiyetini anlattı.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; İdeal Bir Neslin Fârik Vasıfları başlıklı makalelerinin ikinci bölümünde, Fahr-i Kâinât Efendimiz, sahâbe-i kiram ve ecdaddan misallerle güzel ahlâk hasletlerini yazdı.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; «Okuma» fiilinin rengini, neyi, ne için ve nasıl sorularının doğru cevaplarıyla belirlemek gerektiğine dikkat çekti. H. Kübra ERGİN ve Ayla AĞABEGÜM; anne ve babasından, tahsil, öğretmenlik ve yayın hayatından hâtıralarla, ideal bir eğitimde yönlendirmelerin önemini belirtti. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, dünden yarına bilginin sıçrama zamanlarında müslümanların tavırlarını ele aldı. Sadettin KAPLAN, yazarlara verilen kıymet üzerine bir şikâyetnâme kaleme aldı. Hadi ÖNAL, M. Ali VAR ve Hayrettin DURMUŞ, okumanın gönül dünyasındaki tedâîlerini işlediler. B. Cahit ÖZDEMİR, gençliğin yetiştirilmesinin ehemmiyetini yazdı. Ahmet ZİYLAN ise okul ile iş hayatını, teoriyle pratiği birleştirmede tevâzu ve iletişimin önemini vurguladı.

Tarih köşemizde, II. Bâyezid devri Osmanlı’sından sahneler, kültür-sanat köşemizde Zeynep Sultan’ın hayır-hasenâtının âkıbeti alâkanızı çekecek yazılar...
Tarih şuuruna dikkatimizi çeken Zahit GENÇ, İmâm-ı Gazâlî’den bir temsil ile İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, Cenâb-ı Hakk’ın hidâyet nasip etmesi hususunda hiçbir zaman hiç kimse hakkında ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini anlatan Hüdâyî ÜSKÜDARLI sayfalarımızda...

Ve elbette şiirler... Temiz bir gönlün imbiğinden süzülmüş mısralar...
Arındıkça hassaslaşan duyguların tercümanı...

Okundukça bizim gönül değerlerimizi hatırlatan, gündemde tutan şiirler...
Yüzakıyla...

2011-08-10

Yüzakı dergisinde Ramazan bereketi


Gözler semâda…
Gözler hilâlde…

Bize Ramazân’ı, nurlu kandilleri, bayramları, güzel ve mühim başlangıçları anlatan hilâl; bayrağımızın da sembolü…

Hilâl, orijinalinde aynı harflerle yazıldığı Allah Teâlâ’nın bir âyeti, bir alâmeti…
Hilâl, millet olarak bayraklaştırdığımız ideallerimizin de sembolü…
Hilâl, bir değerler manzûmesi…

İlk gününden Ramazân-ı şerîfe refâkat eden Ağustos ayında, bu ibâdet ve merhamet mevsiminde; dosya konumuzu bayraklaştırdığımız ve bizi yücelten hasletlere, bilhassa oruç, namaz ve Kur’ân ikliminin kalplerimizi daha bir hassas ve rakik hâle getirdiği bu günlerde «oruç ve cömertlik» mevzuuna ayırdık.
Bu Mübârek Ayın Hilâli…

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; hilâlin temsil ettiği kıymetleri okuyabilmek için, eğriliklerden, eğri bakışlardan kurtulmamız gerektiği tespitiyle başladı, başyazıya… Zâhiren açlık olan orucun mânen ne büyük bir ziyafet olduğunu şu tasvirle anlattı:“O sofranın; zemzemi, «ihlâs ve samimiyet». Hurması, «iffet ve hayâ». Şerbeti, «nezâket ve nezâfet». Sütü «sadâkat». Çorbası, «muhasebe». Ana yemeği, «namaz ve zikir». Tuzu, «hiçlik ve tevâzu». Tatlısı, «sabır». Baklavası, «ahde vefâ». Meyvesi, «merhamet». Kaşığı, «fedâkârlık». Tabağı, «cömertlik». Bereketi, «zekât ve infak». Besmelesi, «Kur’ân’a sarılmak». Duâsı, «hamd ve şükür».

İşte oruçlu iken oturulan sofradaki latif ve kıymetli gıdalar. İnsanı ehl-i semâ yapan gıdalar.”

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; Kur’ân ve Sünnet ekseninde, Fahr-i Kâinât Efendimiz, ashâbı ve etbâı izinde «İdeal Bir Neslin Fârik Vasıfları»nı kaleme aldıkları makalenin, ilk bölümüyle bir mü’minin ahlâkî hasletlerini bir bir misallerle anlattı.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; cömertlik ve cimriliğin insan tabiatında ve toplumlardaki yansımalarının izini, dil ve tefsir açısından sürdü. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ ise ensarın îsârını öven âyet-i kerîme bağlamında, «şuhh» kavramını tahlil etti. H. Kübra ERGİN; ailede cömertlik ve diğer hasletlerin eğitiminin verilmesinin önemini, Hâşimoğulları misaliyle anlattı. Aynur TUTKUN, psikoloji ilminin son tespitleriyle cömertlik ve cimriliği teşrih etti. B. Cahit ÖZDEMİR, büyüklerden misallerle cömertlik tâcını tanıttı. Hadi ÖNAL, cömerlik ve israf dengesini işledi.

İrfan ÖZTÜRK Hocaefendi, Ramazân-ı şerîfin kıymetini; Muhsin DURAN durup dinlenmeksizin güzellikler peşinde ve iyiliklerin neşrinde gayreti anlattılar.
Prof. Dr. M. Nejat SEFERCİOĞLU güzel bir hikâye ile Sadettin KAPLAN ibretâmiz bir kıssa ile dergimizde. Kalbin Gözyaşları’nda ise bir tevâfukun tutuşturduğu hidâyet kandili ruhları aydınlatıyor…

Ahmet ZİYLAN; ahlâkın, dürüstlüğün, fedâkârlığın sınandığı zor zamanları kaleme aldı.
Tarih köşemizde Cerbe Deniz Zaferi, II. Bâyezid Han devri hâdiseleri ve Ebussuud Efendi, Keçecizâde İzzet Molla gibi şahsiyetlerle karşılaşacaksınız.
Şiirler…

Gönül zenginliği üzerine gönül dolusu mısralar…

Bayrağımızın tâc ettiğimiz, Ramazân-ı şerîfin muhtaç olduğumuz hilâlini mısra mısra anlatan şiirler…

Not: Yüzakı Kitaplığımıza bu ay Ahmet ZİYLAN’ın hayat notlarından, hâtıralarından ve altın değerinde tecrübelerinden oluşan yazılarını bir araya getirdiğimiz İki Çift Söz Yeter adlı kitabı da katıldı.

Muhteşem mâzîmizde, bizi yükselten bir hasletimiz de en asil şekliyle «okumak» idi…
İhtişamlı yarınlarda da en büyük ihtiyacımız o…

Yüzakıyla…

2011-06-30

Ey Yolcu Uyan! Yolculuk Nereye?

Haziran 2011


Nasreddin Hoca’ya sorulur:

“–İnsanlar niçin farklı farklı yönlere gidiyorlar?”

Hoca, kısa yoldan cevap verir:

“–Hepsi aynı yöne gitse, dünyanın dengesi bozulurdu.”

Herkes aynı yöne gitmiyor. Çünkü tutulan yolun, gidilen yolculuğun temelinde, gidilmek istenen adres olur. Yol, adrese göre belirlenir... Dünyevî yolculuklarda tabiî bir şekilde uyulan bu hakikate, uhrevî yolculukta maalesef riâyet eden pek az...

Dünya hayatı, kundaktan kefene, beşikten tabuta bir yolculuk... Bir namazsız ezan, bir ezansız namaz arası kısa bir yolculuk... Bu yolculuğun ahvâli de, Ömer bin Abdülaziz g’in îkaz ettiği gibi âhirette gidilmek istenen adrese göre olmalı...

Uhrevî adresler sadece iki, ya cennet ya cehennem...

Herkes cenneti istiyor da; gidişler, savruluşlar, yol ve yön tercihleri bu isteği yansıtmıyor.

Çünkü cennetin yolu, sırât-ı müstakîm... Onun dışında kalan bütün yollar, maâzallah ateşe çıkıyor.

Evliyâ Çelebi’nin doğumunun 400. Yıldönümünün UNESCO’nun anma programlarına dâhil edildiği, bu çerçevede çeşitli etkinliklerin düzenlendiği 2011’in, gerek tatil, gerek sıla-i rahim, gerekse eğitim için yollara düşüldüğü; üç ayların mânevî ikliminden geçen bu yaz aylarında, dünyevîsiyle uhrevîsiyle, dosya konumuz olarak seyahati seçtik.

O hâlde tekrar tekrar uyarmalı, tekrar tekrar sormalı:

Ey Yolcu Uyan! Yolculuk Nereye?

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, menzil-i maksûda erişmenin üç şartını ele aldı:

1. Nereye suâlinin cevabının bilinmesi ve görülmesi... 2. Yolda uyku ve gaflete düşmemek... 3. Milyonlarca şahsiyet içinde kaybolmamak için; Hazret-i Peygamber’in şahsiyetine gönüllü bir yolculuk, yani hicret...

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; dünya tarihinin gidişâtına insanlığın saâdeti adına gösterilen gayretler penceresinden bakarak; beşeriyetin yegâne saâdet yolunun, Kur’ân ve Sünnet Ekseninde Bir Hayat olduğunun altını çizdi.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; yollar içinde Yol’u, gurbetler içinde Gurbet’i kaleme aldı. Ayla AĞABEGÜM, Evliyâ Çelebi’den iktibaslar yaptığı yazısında, kendisinin İran seyahatinin notlarını aktardı. Yard. Doç Dr. Harun ÖĞMÜŞ; ömür yolculuğunun gayeliliği, anlamlılığı üzerine tefekkür etti. H. Kübra ERGİN, ömür kervanının menzillerini ve kışın çalışıp yazın tatil yapma fasit dairesini yazdı.

Aynur TUTKUN; seyahatlere yukarı doğru, semavî bir akış kazandırmak mevzuunu işlerken; Ahmet ZİYLAN, ticaret ve hizmet noktasında seyahatin ve risk almanın önemini belirtti. Zahit GENÇ ve Mahmut ALPİR, sahillere değil dağlara çağırdı, yaz seyyahlarını... Hayrettin DURMUŞ, Adana’yı anlatırken; Murat AKDAĞ, yolun tasavvufî tedâîlerini serdetti...

II. Bâyezid, Cem Sultan, Barbaros Hayreddin Paşa ve III. Selim devrinden sahneler, Üsküdar meydanındaki III. Ahmed Çeşmesi’ne dair ayrıntılar, tarih ve kültür-sanat sayfalarımızda...

Kalbin Gözyaşları’nda Orhan ve Şevket, Kur’ân ile yoğrulan bir eğitimin eşiğindeler. Kur’ân ekseninde bir eğitim konusunda, gözleri görmemesine rağmen hâfız olan ve emekliliğinden sonra da kendini Kur’ân eğitimine adayan Recep KATIRCI Hoca ile bir hasbihâlimiz var.

Hayat yolculuğunu müstesnâ bir sûrette yaşayan ve 12 yıl önce yine bir Temmuz ayında kendi tabirleriyle, «âhirete yüz akı ile göçebilme» saâdetiyle Hakk’a yürüyen ve bu tabiriyle dergimizin adının ilham kaynağı olan Muhterem Musa TOPBAŞ Hocaefendi’yi de rahmet ve minnetle anıyoruz. Sâhibü’l-Vefâ’ya vefâ hissiyâtı içinde şiir ve hâtıralar sayfalarımızda...

Ve şiirler... Yolu, gurbeti, yolcuyu anlatan hisli mısralar...

Ne mutlu âhirette seyahatnâmesini sağından alabilenlere..

Ne mutlu âhirete yüz akı ile göçebilenlere...

2011-05-09

'Yüzakı' der ki: "Bir Müjdeye Gönül Verince..."

Ebû Eyyûb el-Ensârî, seksen küsur yaşında Bizans üzerine gidecek sefere katılmıştı. O yaşta bir insana bu azmi veren güç ne olabilirdi?

Vasiyeti şuydu:

“Vefât edersem, beni ulaşabildiğiniz en ileri noktaya defnedin!”

Çünkü onun gönül verdiği müjdeler vardı:

Bizim onun sayesinde işittiğimiz müjdede Efendiler Efendisi buyuruyordu, müjdeliyordu:
“İstanbul elbette fetholunacaktır! Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan!.. Onu fetheden asker ne güzel asker!” (Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300)

Bir müjde daha vardı, kendisine daha yakın bulduğu:

“Efendimiz’den işittim:

«Konstantiniyye surunun dibine sâlih bir kişi defnedilecektir.» Umarım ki o kişi ben olayım.” (İbn-i Abd-i Rabbih, el-Ikdü’l Ferîd, II, 213)

İstanbul’a yakın bir noktada sâlih bir zâtın defnedileceğini işitmişti. O müjdeye de gönül vermişti. O, gönül verdiği müjdeye nâil oldu.

Fetih müjdesi ise asırlarca, kumandanların ve milletlerin liyâkat imtihanı oldu… O müjdeye gönül verenler, O en güzel Zât’ın «ne güzel!» diye taltif ettiği şahsiyet kıvamına da gönül verdiler. Zarafetin, nezaketin, merhametin, güzelliğin, çalışkanlığın, fedâkârlığın, yiğitliğin, şehâdetin de gönüllüsü oldular.

Böylece çağlar açıldı önlerinde… Hem kendileri zirveleşti, hem zirve hasletleri ufuklara, çağlara taşıdılar. Toplum da, önderleri de «ne güzel!» müjdesine nâil oldu.

Tarihimizin en mühim en büyük müjdeli haberleriden birine tevâfuk eden Mayıs ayında, İstanbul’un fethini; ÇAĞLAR AÇACAK BİR MÜJDEYE GÖNÜL VERİNCE KUMANDAN NE GÜZEL, ASKER NE GÜZEL!hatırlatmasıyla ve fethi seyreden, fatih ordularına otağlık eden, gönlü Harem’de, gözü İstanbul’da bir şehir olan Üsküdar’la ele aldık.

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, tarihimizin şan ve şeref tablolarının hep diri bir müjdeye gönül vermenin eseri olduğunu hatırlatarak, soruyor:

İç dünyamıza bir bakalım: Gönlümüzü âbide şahsiyetler misâli verdiğimiz, verebildiğimiz bir müjde var mı? Bir müjde! İnsanı eğiten ve canlı tutan bir müjde! Sevindiren; yüzünü, gözünü açan bir müjde! İnsanın bağrındaki aşkı ve sonsuz enerjiyi ortaya çıkaran bir müjde!

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; Fahr-i Kâinât Efendimiz’le iki cihanda beraberliğin şartını, nebevî muhabbetle kıvam bulmayı sahâbe-i kiram hazerâtından eşsiz misallerle kaleme aldı.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI, İstanbul’un yedi tepesini yedi medeniyet mührü olarak ele aldı. Medine eksenli medeniyetimizin, zalim ve vicdansız Roma eksenli batı uygarlığı karşısındaki üstünlüğünü işledi. Ayla AĞABEGÜM; eski Üsküdar’ın tabiî, mütevâzı, mütevekkil günlük hayatını, âdâb-ı muâşeret ile kaleme aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, Yahya Kemal’in Üsküdar’ını misallerle yazdı. Sadettin KAPLAN, hayali cihan değer bir geçmiş zaman Üsküdar nüktesini anlattı.

H. Kübra ERGİN, kimilerinin zâit gördüğü dînî eğitimin kimilerince maksadı dışına çıkarılışına, vefatının 900’üncü yılında olduğumuz İmâm-ı Gazâlî’nin hayatından pencerelerle temas etti.

Ömer OKUDAN, son muhâcir Zü’l-bicâdeyn’in yaralar içinde hicretini; Âdem SARAÇ, öz annesiyle îman-küfür mücadelesi içinde kalan Sa‘d bin Ebî Vakkās’ın çırpınışını anlattı. Ahmet MERAL’in kaleme aldığı Kısa Dünya Tarihi’nin bu ayki bölümünde, Fatih Sultan Mehmed döneminde dünya ve Fatih’in yönetim siyaseti ele alınırken; Can ALPGÜVENÇ, Hatice Turhan Sultan ve yaptırdığı Yeni Cami’nin hikâyesini anlattı.

Ve şiirler… Seyrî, fethe Bursa Ulu Cami’den bir pencere açtı. Niğbolu’nun muzaffer kumandanı Yıldırım’ın ulu hâtırasını 66 beyitle anlattı. Üsküdar, cemiyet hâfızasındaki hâtıraları ve şair muhayyilesine akisleriyle mısralara büründü.

Cebrâil’in teyit ettiği bir Hassân olmak… Gönül huzurunu erişerek, dünyaya zâhid olarak, lüzumsuz lokma ve lâkırdılardan ağzı koruyarak, bir yetimin mes’ûliyetini üstlenerek cennette Efendimiz’le beraber olmak… “Bu din, gecenin ve gündüzün ulaştığı yere ulaşacaktır. Allah, onun girmediği hiçbir ev bırakmayacaktır.” (Müsned) diyerek hâlâ gönül fatihlerini bekleyen ufukların yollarına baş koymak…

Olur mu? Olur! Bir şartla; Bir Müjdeye Gönül Verince…

Yüzakıyla…

2011-04-25

'Yüzakı' dergisi

Nisan 2011

O HEP «ÜMMETÎ!» DEDİ... YA BİZ?..

Gökten yere inen bereketli nisan yağmuru... Bu güzelliğin aksedeceği ayna da; yerden göğe yükselen dolgun başaklar... Rengârenk çiçekler... Meyveye duran ağaçlar...
Karanlık gecenin ardından ufuktan bütün ihtişamıyla yükselmeye başlayan güneşe bakamaz gözler; onu, yaydığı nur sayesinde görebildiğimiz güzelliklerde, yaydığı ısı ve hayatla canlanan âlemde temâşâ ederiz.
İki Cihan Güneşi Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in büyüklüğünü, yüceliğini, güzelliğini, şefkatini, muhabbetini; O’ndan asırlar sonra da seyredebildiğimiz ayna; O’nun ümmeti... Başta yıldızlar kadar parlak ve yüksek vasıflarda yetiştirdiği ashâbı... Sonra o yıldız yıldız ölçülerin izinde yürüyen Hak dostları, O’nun nurlu vârisleri...
Ya biz?.. O’na ümmet olmanın neresindeyiz?
O’nun ümmeti olmak, îmandan sonra en büyük saâdet...
O’nun ümmeti olmak, iki cihanda sürur...
O’nun ümmeti olmak, Hakk’ın şahidi olmak...
O’nun ümmeti olmak, «O Güneş’ten yana bir hilâl ol»mak...
Nimetin şânı böyle... Fakat şartları ve mes’ûliyetleri de var:
O’na ümmet olmak, O’nun gibi merhamet, şefkat ve muhabbet kahramanlığı istiyor...
O’na ümmet olmak, O’nunla beraber olmak, O’nunla her hâlükârda yakın olmaktan geçiyor.

O sebeple, bu nurlu, bereketli nisanda; bu kutlu doğum mevsiminde doğuşunu kutladığımız Güneş’in aydınlattığı zihinlere, nurlandırdığı kalplere, ısıttığı vicdanlara, canlandırdığı îmanlara, parlattığı lisanlara sahip miyiz, bunu sorduk O’nun ümmetine: O HEP «ÜMMETÎ!» DEDİ... YA BİZ?..


Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; başyazıda; Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi’nin velâdetlerinden âhiretlerine daima «Ümmetî!» derken; üstün şahsiyetiyle, müstesnâ ahlâkıyla, gönüllere ferahlık veren muâmelâtıyla, fevkalâde fedâkârlığıyla, yeis ve fütur bilmez gayretiyle o sözün içini doldurduğunu, Kur’ân ekseninde temellendirdi.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Kıymet ve Mes’ûliyetiyle O’na Ümmet Olmak» mevzuunu, O’na ümmet olmanın şuurunu en iyi anlayan sahâbeden misallerle anlattı.
Mustafa KÜÇÜKAŞCI, Fahr-i Âlem’in «Âlemlere Rahmet» vasfını şiir ve tefsirle işledi. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ; «ümmet» kavramına lisan ve tarih açısından yaklaşarak, ümmet şuurunu kazandığımız ve kaybettiğimiz devirlerin muhasebe ve mukayesesini yaptı. B. Cahit ÖZDEMİR, ümmetinin O’na medyûniyetini anlattı. H. Kübra ERGİN, Efendimiz’e muhabbet ve O’nu tanıma gayretlerinin ekseni üzerinde durdu. Ömer OKUDAN ise, Allah Rasûlü’nün son günlerini ve Allâh’ın Bahtiyar Kulları’ndan Abdullah İbn-i Zeyd’in; «O’nu görmeyecek göz neye yarar!» deyişini kaleme aldı.

Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ; «Yakın Dönem Hilyeleri»ni tanıttığı makalesinin ikinci bölümüne Hilye-i Fahr-i Âlem’den sonra, geçtiğimiz yıl abonelerimize de hediye ettiğimiz, Seyrî’nin Hilye-i Şerîfe’sinin incelenmesi ile devam etti.
Tarih, karakter, toplum bölümlerimiz de dopdolu...

Fatih Sultan Mehmed, Mihrimah Sultan, Mimar Sinan ve Gazi Osman Paşa’ya dair tarihten sayfalar...Ahmet ZİYLAN’den ümmetin de milletin de çekirdeği olan ailede birlik ve dayanışma üzerine hâtıralar...

Ve şiirler... Şiirin gayesi na‘tlar... O’nun ümmetine yakışır, pırlanta sözler, elmas ifadeler...İşte bu sayımızda yer alan şâirler: M. Ali EŞMELİ, Mahmut TOPBAŞLI, Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI,Halil GÖKKAYA, Bekir ÇİÇEK, M. Ali VAR, Zahit GENÇ, Rıfat ARAZ, Harun ÖĞMÜŞ, Recep YILDIZ,Servet YÜKSEL, Köksal CENGİZ, Memduh CUMHUR, Abdullah GÜLCEMAL, M. Faik GÜNGÖR,M. Nejat SEFERCİOĞLU, Osman ALTAŞ ve Hızır İrfan ÖNDER.


O hep «Ümmetî!» dedi, biz de hiç değilse her Nisan; O’nu gündemimizin baş tâcı ediyoruz...

İrtibat:
dergi@yuzaki.com
abone@yuzaki.com
www.yuzaki.com.tr

2011-02-07

'Yüzakı' dergisi

YÜZAKI DERGİSİNİN ŞUBAT 2011 SAYISI ÇIKTI. DUÂNIZ OLMASA...

Küçük bir çocuk; daraldığında, canı yandığında; «Anne!» diye basar feryadı… İnanç âlemi ne olursa olsun; her insan da, dara düşünce Yaratıcısını, Rızıklandırıcısını, Rabbini hatırlar;

«Allah!» der…

İş, bu;

«Aman yâ Rabbî» feryâdını, her zaman ve zemine yaymakta…

İşimiz daima duâya kalır, evet… Zaten her iş, her zaman duâya asılı. Gayeler; ancak fiilî ve kavlî olarak duâ etmekle, ilâhî yardımı çağırmakla başarılır. İnsanın korkuları aşması, duâ ile mümkün… Arzularını düzenlemesi ve elde etmesi de duâ ile… Her şeyden önce ve öte; insanın bir kıymet ifade etmesi, bir işe yaraması da ancak duâsı ile…

Âyet-i kerîmede buyurulur:

“(Rasûlüm!) De ki: Sizin kulluk, duâ ve yalvarmalarınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!?. (Hiçbir işe yaramazsınız!)” (el-Furkān, 77)

Bu ay dosya konumuz, insanın yaratılış hikmeti ve kıymet sebebi olan DUÂ…

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; duânın insanın isteme ve yönelme ihtiyacını düzenleyen, sabır, irade, samimiyet ve olgunluk eğitimi olduğunu dile getirdiği başyazıda; Varlık Nûru’nun lisânından misallerle, samimî duânın gücünü ve insan için ifade ettiği kıymeti kaleme aldı.

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI; duânın özünü ifade eden «mahviyet ve hiçlik» tezâhürlerini, duânın lisan, fiil ve bedenle îfâsını, münâcatlara dair bir edep ile işledi. Yard. Doç. Dr. ,Harun ÖĞMÜŞ Kur’ân-ı Kerim’de yer alan peygamber duâlarını kaleme aldı. B. Cahit ÖZDEMİR, duâyı ilâhî bir ikram olarak takdim etti. H. Kübra ERGİN, duânın hayatın her safhasına yayılmasının ecdat lisanındaki neticesi olan gündelik dile giren duâ muhtevalı sözlere dair tespitlerini yazdı. Aynur TUTKUN, duânın pozitif enerji boyutunu ve faydalarını ele aldı.

Ülke gündemini meşgul eden, tarihimizin mümtaz şahsiyetlerini ve muhteşem devirlerini; kendi hevâ ve heves çukurlarından, çamurlu gözlerle görmeleri bir yana, öyle göstermeye çalışan neşriyata, Yüzakı yazar ve şairleri hissiz kalmadılar. «Muhteşem Süleymâniye» şiirinin şairi Seyrî (M. Ali EŞMELİ) bu kez «Muhteşem Süleyman» şiiriyle, Kanunî Sultan Süleyman ve muhteşem asrının gerçeklerine ışık tuttu. Ayla AĞABEGÜM, bu gibi hakaretâmiz neşriyatın, geçmiş misallerini ve önleme yollarını anlattı. Daha birçok yazıda hâdiseye tepkiler yer aldı. Can ALPGÜVENÇ ise, Hürrem Sultan’ın bugüne ulaşan ve sâhibesinin iki cihan ufkunu nâdanlara bizzat anlatan eserini, Haseki Dâruşşifâsı’nı tanıttı.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi; «Hakikî ‘Bilenler’den Olmak İçin Duâ Hâlinde Bir Ömür» başlıklı makalelerinde, bilmenin hakikî veçhesini, faydalı bilginin insana kazandıracağı kıvamı ve duâ nefesiyle müzeyyen bir hayatın kıymetini ve müstecâb bir duânın ölçülerini kaleme aldı.

Sadettin KAPLAN, vefatının 2. yıl dönümünde Bahtiyar VAHAPZADE’nin ne kadar bizden biri olduğunu misallendiren bir anma yazısı kaleme aldı.

Ahmet ZİYLAN; fiilî duânın derin boyutunu, azim ve kararlılıkla, tekrar ve idmanın başarıya tesirini, ilginç bir hikâye ile anlattı.

Duâ sözlerin en yüce makama arz edileni… Bir de sözlerin, ifadelerin en damıtılmış hâli olan şiir diliyle söylenince; duâ ve niyazdaki, hazzı tarif mümkün değil… Şiirler; nazlı niyazları, hisli duâları terennüm ediyorlar. Sadece daralınca değil, her zaman; «Aman yâ Rabbî!» ilticâsı ve niyâzının misâli oluyorlar.

Zira, en bükülmez kudret; Hak karşısında hiçlik ile…

En muhteşem sultanlık, Cenâb-ı Hakk’a kulluk ile…

Yüzakıyla…


İrtibat:
dergi@yuzaki.com
abone@yuzaki.com

2010-12-12

'Yüzakı' dergisinde Ehl-i Beyt ve Aile

Ehl-i beyt... Ev halkı... Özel mânâsında ise «İnsanlığın en güzel ve en özel ailesi»ni işaret ediyor. Efendimiz’in şerefli ailesini, yakın akraba çevresini... Mübârek nesillerini sürdüren kızı Fâtıma, damadı Hazret-i Ali ve cennet kokulu torunları Hasan, Hüseyin Efendilerimiz ve kıyâmete kadar bizlere İslâm’ın güler yüzünü, sünnet-i seniyyeyi yaşayarak sergileyen seyyidler, şerifler, mübârek torunlar...

Onları bize; başlarına gelen, aslında ümmet olarak başımıza gelen tarihimizin belki en elem verici hâdisesi, Kerbelâ Katliamı hatırlatıyor. 10 Muharrem 61 / 10 Ekim 680 tarihinde meydana gelen bu elîm ve vahim hâdisenin hicrî yıldönümünü vesile edinerek, Aralık ayı dosya konumuzu «Ehl-i Beyt ve Aile» olarak belirledik.
Bugün müslüman Türk «aile»sinin başına gelenler, Kerbelâ Fâciası gibi... Hattâ ebedî neticesi göz önünde bulundurulduğunda daha vahim...

Aile, cemiyetin çekirdeği... En küçük birimi... Bir dokumanın en küçük halkası... Eğer her halka sağlam, düzgün ve güzel olursa; bu bütün halka yansıyacak...
Her şeyiyle bizlere üsve-i hasene / en güzel örnek olan Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi; ashâb-ı kiram ile en güzel toplumun, ehl-i beytiyle de bize en güzel ailenin nümûnesini verdi.

Milletimizi, halkımızı O’nun ev halkına benzetecek yegâne yol; dün de bugün de yarın da, ailemizi, aile hayatımızı, evimizi; O’nun şerefli ailesine, nezih aile hayatına ve mübârek hânelerine benzetebilmek...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; insanın aile ihtiyacı ve toplumların aile temelinde yükselip çöktüğü gerçeğinden hareketle, ailenin gaileye dönüşmemesi konusunda uyarıyor. Çare olarak cihanın en mesut ailesi olan ehl-i beyti ve onların vasıflarını gösteren başyazıda; ailede can bağının, kan bağından ileri konumunun da altı çiziliyor.

Mustafa KÜÇÜKAŞCI; aile gibi değişmez değerlerimizi, globalleşmenin, sekülerleşmenin, ferdîleşmenin tehlikelerinden nasıl koruyabileceğimiz üzerinde kafa yoruyor. Sadettin KAPLAN; âşûrâ ve aşure geleneğimiz üzerine, birlik ve dirliğin önemini işliyor. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, ehl-i beyt ve takipçilerinin medeniyetimizin inşasındaki katkılarına temas ediyor. Aynur TUTKUN, istatistiklerle ülkemizin «aile» karnesini ortaya koyuyor ve uyarıyor. H. Kübra ERGİN, ehl-i beyt ve ashâbın dînimizin sağlıklı bir şekilde bize taşınmasında üstlendikleri müstesnâ vazifeyi ele alıyor.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi ise; bu yıl Âşûrâ gününden bir gün sonraya tesadüf eden Şeb-i Arûs, yani Hazret-i Mevlânâ’nın Hakk’a yürüyüşü vesilesiyle, «Neseb ve Gönül Yoluyla Allah Rasûlü’nün Ehlinden Olmak» başlıklı bir makale kaleme aldı. Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-’ın muhabbet ve gayretiyle, Peygamberî müjdeyle ehl-i beytten addedildiğini hatırlatan müellif; «Ya biz?» sorusunu gönlümüze düşürüyor.

Kalbin Gözyaşlarında; Orhan’ın aldığı mesafeyle, gönlünden hidâyet taşırmaya başlayışını, hâl lisanıyla tebliğde bulunarak, yengesinin tevbe etmesine vesile oluşunu okuyacaksınız.

Eğitim Notları’nda; «O yapsın...» ihmalciliğinin zararları, bir organizede herkesin vazifesini yapmasının önemi anlatılıyor.

Ahmet ZİYLAN, itimat ve güven dengesi yanında, kolay ve hazır kazanç peşinde olmanın zararlarını hatıralarla dile getiriyor.
Ve şiirler...

Birlik ve beraberliği, ailevî değerleri, ahlâkı, mâneviyâtı hatırlatan, anlatan mısralar...

Yetmişinci sayımızla; yeni hicrî yılınızı (1432) tebrik eder, ailelerimizin; o, Cihanın En Mesut Ailesi’nin güzelliğinden hisse almasını niyaz ederiz.
Yüzakıyla...

İrtibat:
dergi@yuzaki.com

2010-11-08

'Yüzakı' dergisi

YÜZAKI DERGİSİ, KASIM 2010, SAYI:69

Aylık Edebiyat, Kültür-Sanat, Tarih ve Toplum dergisi YÜZAKI Kasım 2010 (69. Sayısı) yine dopdolu içeriğiyle çıktı. Her ay muntazaman okurun karşısına çıkan YÜZAKI dergisinin kadrosunda şu değerli isimler yer alıyor: Derginin sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Muhammed Ali EŞMELİ; Yazı İşleri Müdürü Mustafa KÜÇÜKAŞCI; Editörler: Ali Rıza BUL, M. Âkif GÜNAY; Yayın Kurulu: Halil GÖKKAYA, Yrd. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, İbrahim Hakkı UZUN, Muhammed YETİM, Ömer ATA, Fatih GARCAN, Ömer OKUDAN; Danışma Kurulu: Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Sadettin ÖKTEN, Prof. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER, Yrd. Doç. Dr. Emin IŞIK, Tülay ERSAN, Ali HÜSREVOĞLU, Ayla AĞABEGÜM, Yasemin TATAROĞLU, Âdem URFA Ahmet MERAL; Yayın Müdürü Ahmet Şükrü BAĞBAŞLIOĞLU; Halkla İlişkiler ve Reklâm Sorumlusu Ahmet Zakir GÜNGÖR. Okumak için her ay sabırsızlıkla beklediğim dergilerin başında yer alan YÜZAKI dergisinin böylesine popüler olmasını sağlayan bu değerli mensuplarını tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Şiirlerimle bu dergide yer almaktan da büyük şeref duyduğumu belirtmeliyim.

Yazılarıyla ve şiirleriyle M. Ali EŞMELİ, Mustafa KÜÇÜKAŞCI, Bestami YAZGAN, Halil GÖKKAYA, Ayla AĞABEGÜM, Mahmut TOPBAŞLI, Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, M. Nejat SEFERCİOĞLU, Memduh CUMHUR, Abdullah GÜLCEMAL, Recep YILDIZ, Sadettin KAPLAN, H. Kübra ERGİN, Osman Nûri TOPBAŞ, Hüdâyî ÜSKÜDARLI, Aziz Mahmud HÜDÂYÎ, Zahit GENÇ, Rıfat ARAZ, İrfan ÖZTÜRK, Âdem SARAÇ, Ömer OKUDAN, Ahmet ZİYLAN, Aynur TUTKUN, Köksal CENGİZ, Ahmet SÂDIK, B. Cahit ÖZDEMİR, Can ALPGÜVENÇ, Hakkı ŞENER, Bekir ÇİÇEK, Dursun GÜRLEK, M. Faik GÜNGÖR, Sami GÖKSÜN, Servet YÜKSEL, Hızır İrfan ÖNDER, Ahmet MERAL, Ahmet ARSLAN, Elif MENCET, Mehmet Ali VAR ve Handenur YÜKSEL derginin bu sayısında yer alan isimler.

Dergi 80 sayfadan oluşuyor. Kuşe kâğıda basılı. Yazılar ve şiirler temalarına göre görselliklerle bezeli olarak sunuluyor. Bu da dergiyi sevimli hâle getiriyor. Okuyucuyu sıkmıyor. Gözü, gönlü ve rûhu doyuruyor dergi. Bir dergiden daha ne beklenebilir ki…

Okuyun takdir edeceksiniz.

Hızır İrfan Önder



İrtibat:

dergi@yuzaki.com
abone@yuzaki.com

2010-10-02

'Yüzakı' dergisi soruyor: Gönlümüz hangi davette?


GÖNLÜMÜZ HANGİ DAVETTE?

Her şeyin bir daveti var.

Sesi-soluğu olmasa da her şeyin tedâîsiyle / çağrışımıyla bir daveti / çağrısı var. Güller, güzelliğe çağırıyor. Boynundaki diken, safâ için cefâ çekmeye sabra çağırıyor. Bülbüller, çileyerek çileye çağırıyor. Ney, içli-yanık sesiyle asıl vatanı anmaya ve ayrılık için yanmaya davet ediyor.

Hazan mevsiminin sararıp, dökülen yaprakları; hiçbir sese, harfe, söze ihtiyaç bırakmadan, kışa hazırlanmaya davet ediyor.

Müezzinler; namaza, felâha, tevhîde, îmâna çağırıyor. Müezzinler susunca; minareler, kubbeler davete devam ediyor.

Huzurlu mâzîmizin mimarları, şehrin her köşesine müsbet davet ve tedâîleri yerleştiriyordu. Bugünün mimarları da farkına olarak veya olmayarak davet ettiriyorlar eşyayı... Fakat davetler, dünyaya, tamaha, şehvete, kibre, gurura...
Allah; selâmet yurduna, cennete davet ediyor. Oraya nail olmak için, Allâh’ın davetçilerine, peygamber ve kitaplarına, onların izindeki mâbedlerin davetine icâbet şart... İnsanın ve Allâh’ın düşmanı şeytan ise, kendi yurdu olan ateşe çağırıyor. Fakat alev alev ışıltılarla süslüyor çağrısını... Nefse cazip gelen promosyonlarla, kampanyalarla çağırıyor.

Allah ve Habîbullâh’ın daveti, insana hayat veren esaslara; şeytan ve avenesinin çağrısı ise ölümün bile çare olamadığı felâketlere...

İlk haftası 1986’dan beri Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Camiler Haftası adıyla çeşitli faaliyetlerle değerlendirilen Ekim ayında dosya konumuzu belirlerken, camiyi merkez alan mimarîmizi, ezanla temsil edilen felâha daveti ve o yoldan çeviren her türlü daveti mevzubahis ederek sorduk: Gönlümüz Hangi Davette?

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, davet edilen ile davet arasındaki farka dikkat çekiyor; davet edileni hiç düşünmeden, davetin cazibesine kapılmamak konusunda uyarıyor; muhtevâya dikkate davet ediyor: “Kötülük muhtevâlı çirkin bir davet, ona icâbet eden insanı da eşyayı da abus hâle getirmekte. Fakat iyilik muhtevâlı güzel bir davet de, ona icâbet edenleri bahar çehreli bir hâle dönüştürmektedir.”

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «Kalbin Beş Hâli»ni kaleme aldıkları makalenin birinci bölümünde, Allâh ve Rasûlü ile kalbî beraberliğe davet etti.
Cami ve Mimarî dosyasında Mustafa KÜÇÜKAŞCI, gönlümüze ve ilgimize hitap konusunda cami ve çarşının ezelî rekabetini; Ayla AĞABEGÜM, şehirlerimizin son 60 yılda geçirdiği menfî değişimin sebep ve çarelerini; Sadettin KAPLAN batı mimarisindeki katılık ve kibir ile İslâm mimarîsindeki şefkat ve tevâzuu; Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, tarihî camilerimizin etkileyici atmosferinin sırlarını; Ahmet ZİYLAN, arkada eser bırakmanın önemini işlediler.

Tarih bölümümüzde, İstanbul’un îmarında büyük hizmetleri olan Bezm-i Âlem Valide Sultan ve Gurebâ Hastahânesi tanıtılırken, Ahmet MERAL’in kaleminden Kısa Dünya Tarihi Osmanlılar dönemine giriş yaptı.

Siz okuyucularımızdan büyük bir alâka gören Zulmetten Nûra / Kalbin Gözyaşları’nda bu ay; Orhan, mâbedlerimizin iki merhamet ve şefkat nişânesiyle, sadaka taşları ve kuş evleriyle tanıştı.

Dursun GÜRLEK ve B. Cahit ÖZDEMİR; davetin kâğıda dökülmüşünü, kitabı anlattı.
Aynur TUTKUN ve H. Kübra ERGİN de, eğitimde sevgi ve korkuyu farklı iki açıdan değerlendirdi.

Ve şiirler... Muhteşem mâbedlerimize, huzura davet eden mimarîmize ve dâhî mimarlarımıza haklı methiyeler... Şiirler de güzele, hayra, doğruya, iyiye davette... Gönlümüz Hangi Davette?

Yüzakıyla...

2010-09-05

'Yüzakı' dergisi

Bayram; sevincin, neşenin, huzurun kısacası güzelliklerin resmigeçit yaptığı özel günler…

Öyle ki «bayram etmek» sevinmek mânâsına da gelir olmuş.

Herkes ister sevinmeyi, hayatın yorucu temposundan bir mola fırsatı ile kaçmayı; hediye almayı, hediye vermeyi, kendine, yakınlarına yeni birer kıyafet almayı…

Bunda bir sıkıntı yok… Hele bir aylık nefis terbiyesi kampından, Ramazan mektebinden başarıyla mezun olanlar elbette, sevinmeye, ferahlamaya, dinlenmeye hak sahibi…

Fakat bir şartla…

O, îmânın kemâlini belirleyen ölçü:

“Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe îmân etmiş olmazsınız!”

O hâlde bayram sevincini yaşamak için şart;

Mahzun gönüllerin, muzdarip yüreklerin, çaresizlerin, kimsesizlerin, yalnızların da sizinle/bizimle bayram etmesi…

Çocuklarımızı sevindirirken, kendilerini sevindirecek bir anneden mahrum öksüzleri, bir babadan mahrum yetimleri hatırlamak şartı karşımıza dikilmeli…

Hangi birine yetişeceğim mazeretlerine aldırmadan, yetişebileceğinden mes’ul olduğunun şuurunda…

Ramazân-ı şerîfin cehennem azâbından âzad eden günleri, kadir gecesinin bir ömürlük feyizli nefesi ve bayramın, paylaşıldıkça çoğalan sevincine şahit olacağımız Eylül ayında dosya konumuz olarak, «Bayram ve Beşerî Münasebetlerimiz» mevzuunu seçtik.

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; dertsiz, çilesiz, ıstırapsız geçmesi mümkün olmayan dünya harmanında, gönüllere bir teneffüs, bir devâ olarak tarif ettiği bayramın, akla ilk önce mahzun gönülleri, muzdarip yürekleri, çaresizleri, kimsesizleri ve yalnızları getirmesi gerektiğini yazdı. Bu mahrumiyetlerin mânevî olanına da bilhassa dikkat çekilen yazıda, başlıkta çağrımız var:

«Mahzun Gönüller, Muzdarip Yürekler, Çaresizler, Kimsesizler, Yalnızlar…

SİZİNLE BAYRAM ETSİN»

Mustafa KÜÇÜKAŞCI; toplumun dokusunu oluşturan akrabalık, komşuluk, hemşehrilik, soy ve din birliğinin gördüğü tahribatı, son ayların terör gündemiyle ele aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, dînimizin içtimâî yapıya yaptığı vurguyu yazdı. Ayla AĞABEGÜM, Ramazan sofralarından hareket ederek bir muhasebeye çağırıyor bizi.

İrfan ÖZTÜRK, yetim sevindirmenin fazîletini ilgi çekici kıssalarla işledi. Sadettin KAPLAN ise her bayram Bayram’ını bekleyen bir «gelin»in hikâyesiyle dergimizde. H. Kübra ERGİN bayrama, müslüman takviminin bir hikmeti açısından yaklaşırken; Aynur TUTKUN, bayramların bencillikle tatile dönüştürülmesini tenkit eden bir yazı kaleme aldı.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «Tarihin Şahit Olduğu En İdeal Toplum Asr-ı Saâdet Huzur Toplumu» başlıklı makalede, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yetiştirdiği müstesnâ cemiyetin ölçülerini anlattı.

Abdullah İbn-i Revâha -radıyallâhu anh-, Sâbit bin Eslem el-Bünânî, Cengiz ve Hülâgû Han, Kösem Sultan dergimizde karşılaşacağınız sîmâlar…

Bayram sevinci var elbette şiirlerde de…

Bayramı bayram yapacak merhamet, şefkat ve muhabbeti, mısra mısra işleyen, dokunaklı şiirler… Muhabbetin, merhametin, şefkatin deli-dîvânesi olduğumuzda, toplumumuzda her gün bayram olmaz mı?

Muhabbetle…

Yüzakıyla…

2010-08-05

'Yüzakı' dergisinde Ramazan gülleri

Ağustos 2010, Sayı:66

Kur’ân’ın Feyz, Vecd ve Rûhâniyeti ile Mübârek Ayda;
HAMD VE ŞÜKÜR, SABIR VE ZİKİR, MERHAMET VE AF...
Kutlu bir misafirimiz var.
Ramazân-ı Şerif’in mübârek gölgesi üzerimizde...
Ramazan bize, hayatımıza neler getiriyor?
Muhammed İkbal’in hacdan dönenlere;
“Neler getirdiniz? Zemzemi, hurmayı, takkeyi sormuyorum; Hazret-i Ebûbekr’in sadâkatini, Ömerü’l-Fâruk’un adâletini, Osmân-ı Zi’n-Nûreyn’in hayâsını getirdiniz mi?” şeklindeki sorusu gibi soralım;
«Ramazan bize neler getiriyor?»
Davul, mâni, mahya, pide, güllâç, imsâkiye, çadırlar, eğlenceler...
Başka?
İftarlar, sahurlar, terâvihler, mukābeleler...
Daha başka?
Ramazân’ın gönül dünyamıza, ruh iklimimize getireceği, fakat buyur etmezsek tekrar alıp götüreceği asıl hediyeler, mânevî değerler değil midir?..
Kur’ân’ın Feyz, Vecd ve Rûhâniyeti ile Mübârek Ayda;
HAMD ve ŞÜKÜR, SABIR ve ZİKİR, MERHAMET ve AF maddeleri altında belirledik dosya konumuzu...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, şiirler ve Hazret-i Mevlânâ’dan iktibaslarla işlediği başyazısında; hamd ve şükür, sabır ve zikir, merhamet ve af hasletlerini, insanlık hususiyetleri olarak değerlendirdi: “Bu altı hasletin mevcut olmasıyla olmaması, hayatta o kadar şeyleri değiştirmektedir ki, özetle insanı değiştirmektedir. İnsan, o hasletler olmayınca yerlerin dibine düşmekte, o hasletler mevcut olunca da göklerin üstüne çıkmakta.”

Mustafa KÜÇÜKAŞCI, sabır ve şükrün farklı veçheleri üzerinde dururken; Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, Hamd ve Şükür arasındaki nüansları değerlendirdi. H. Kübra ERGİN, şükrün önündeki fizyolojik bir engeli, «ülfet»i ilmî açıdan ele aldı.
Sadettin KAPLAN, doyumsuz hırs belâsını ve devâsını bir hikâyeyle işledi. Ahmet ZİYLAN, bir hâtırasıyla şükürsüzlüğün acınası hâlini anlattı. B. Cahit ÖZDEMİR ve Ahmet ARSLAN, sabır ve şükür üzerine farklı açılardan ışık tuttular.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocamız, hikmetli sözleri ve ibretli hayat hikâyesiyle Dört Mezheb İmamı’nın dördüncüsünü, Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh-’i kaleme aldı.

Orhan’ın Doktor Selim Bey ile; Zulmetten Nûra, Kalbin Gözyaşlarıyla gerçekleştirdiği yolculuk, bu ay Süleymaniye Külliyesi’nde bir Tefekkür Ufku’nda...
Aynur TUTKUN empati konusunda yazılarını sürdürürken; Ayla AĞABEGÜM, sosyal buhranlara çözüm teklifleri arasında, «Dînî Edebiyat Antolojileri»ni gündeme getirdi. Ömer OKUDAN, «Allâh’ın Bahtiyar Kulları» başlıklı makale dizisinde, Abdullah isimli bir başka sahâbîyi; Abdullah İbn-i Ümm-i Mektûm’un hayat hikâyesini yazdı. Âdem SARAÇ, sabır kahramanları olan ilk müslümanlardan iki kardeş sahâbîyi tanıttı.

Tarih köşemiz, Cengiz Han’ın dehşetli akınları ve Vâlide Gülnûş Emetullah Sultan’ın hayırları, mübalâğa tekniğini kullanan üslûbuyla Evliyâ Çelebi’nin satırları ile geçmişten bugüne dersler taşıyor.

Şiirler...Sabrı ve hakkı tavsiye eden, şükrü ve zikri hatırlatan, af mevsiminde, merhamet iklimine davet eden mısralar...
Yüzakıyla...

2010-07-08

'Yüzakı' dergisi


YÜZAKI DERGİSİ MADDEDE, MÂNÂDA, HERŞEYDE ÖNCE TEMİZLİK DOSYA KONUSUYLA TEMMUZ 2010 (65.SAYISI) YAYIMLANDI.

Her şey bize âmâde...
Dünyanın onca nimeti...
Hava ve su...
Toprak ve onca meyvesi...
Ama istifade için, her anlamıyla sağlıklı bir şekilde yararlanabilmek için bir şart var:
Önce Temizlik...
Hava ciğerlerimizi, su her şeyimizi, eğer kendileri temizse temizliyor... Temiz olmayan en kıymetli ikram, zehir...
Her şeyi lutfeden irade temizliği bizden istiyor.
Madde plânında da böyle...
Mânâ plânında da...
Bize lutfedilen bedeni de, kalbi de, rûhu da, vicdanı da temiz tutmazsak, çürütürüz...
Kokuşmuş bir ruh, kararmış bir vicdan, lekeli bir kalp, kanlı bir el ile; insan mahlûkatın en kirlisi, en mülevvesi...
Bu sebeple;
İnsanlık için Önce Temizlik...
Müslümanlık için Önce Temizlik...
Arınma mevsimi üç aylarda, kandiller ikliminde yaşadığımız bu Temmuz sayımızda, dosya konumuzu; Maddede, Mânâda, Her Şeyde Önce Temizlik başlığı altında oluşturduk.

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, mânevî temizliğin önceliğini; «Elbiseni temiz tut!» emrini açarak şöyle ifade ediyor başyazıda:

“Bilmeli ki, vicdan da insan için olmazsa olmaz bir elbise; îman da, ahlâk da, ilim ve irfan da, şefkat ve merhamet de, hayır ve hasenat da, olgunluk ve liyakat de birer elbise. Üstelik bu elbiseler, mutlak lâzım elbiseler ve mutlaka temiz olmak mecburiyetindeler.”

Mustafa KÜÇÜKAŞCI, temizlik anlayışlarındaki daralmaya işaret ediyor. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, «Su ve Medeniyet» irtibatı üzerinde duruyor. H. Kübra ERGİN, temizliğin fıtrî bir ihtiyaç olduğunun altını çiziyor. Hayrettin DURMUŞ, temizliğin kültürümüzdeki izlerini dile getiriyor. B. Cahit ÖZDEMİR ise, dilde aşırı temizlikçiliğin getirdiği zaafı konu ediniyor.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, Tarihe Yön Veren Zirve Şahsiyetler; Gönüllere Taht Kuranlar başlıklı makale dizisinde, bu ay Hicret Yurdu’nun muhabbet ve hürmet remzi olan İmâm-ı Mâlik’i kaleme alıyor.

Eğitim, Yüzakı’nın daimî dosya konusu...

M. Ali EŞMELİ, ölümsüz teşhis ve intak sanatıyla eğitim problemlerinde teşhis ve tedavilerine pencereler açıyor. İrfan ÖZTÜRK, evlâtların eğitimini yönlendirirken sadece dünya puanlamalarına mı bakmalı sorusunu gönüllere düşürüyor. Aynur TUTKUN, batıda eğitim konusunda sistem arayışlarını işliyor. Ahmet ZİYLAN ve Asım UÇAROK; evlâtlarımıza değerlerimizi niçin öğretemediğimizi soruşturup, nasıl öğretebileceğimizi anlatıyor. Hüdâyi ÜSKÜDARLI ise Orhan’ın Zulmetten Hidâyete Kalbin Gözyaşlarıyla yürüyüşünü dile getiriyor.

Abdullah İbn-i Zübeyr, Abdullah İbn-i Mes‘ûd, Nurbânû Sultan dergimizde karşılaşacağınız şahsiyetler...

Ve şiirler... Sözün arı-durusunu, nezih bir edâ, temiz bir sadâ ile seslendiren mısralar...

"Bu sayımızda şiirleriyle: M. Ali EŞMELİ, Halil GÖKKAYA, Mustafa KÜÇÜKAŞÇI, Abdullah GÜLCEMAL, Zahit GENÇ, Recep YILDIZ, Harun ÖĞMÜŞ, Ahmet ARSLAN, Hızır İrfan ÖNDER, Rıfat ARAZ, Bestami YAZGAN, M. Faik GÜNGÖR, Köksal CENGİZ, Mahmut TOPBAŞLI, Hadi ÖNAL, sadettin KAPLAN, Hakkı ŞENER, Servet YÜKSEL, M. Nejat SEFERCİOĞLU, Mehmet Ali VAR Memduh CUMHUR yer alan şâirlerimiz."

Şiirin yegâne gayesi, kulakların ve gönlün pasını silmek, temizlemek değil de nedir?

Yüzakıyla...


İletişim:
www.yuzaki.com/
dergi@yuzaki.com