2010-08-27

'Bir nokta' edebiyat dergisi

Bir keman derin inleyişlerle geçiyor, zamanın tülünün açıldığı, ruhun epridiği bir anın içinden. Bir el masaya can eriği, kayısı ve kiraz koyuyor. Bir el bir başka ele karşılık veriyor Rumelikavağı'ndan Anadolukavağı'na, sonra mesafeleri aşarak Cinnah Caddesi'nden dönüp o sokağa bir demet gül bırakıyor. Takvimde l8 Mayıs için “Gül Mevsimi” notu var ya, o da, ille de gül demeti sunacak oraya. “Keman kemaniyi çalıyordu maun bir gök altında”.

İkinci yüz sayının ilk sayısı elinizdeki sayı. İkinci yüz. Kim bilir? Yüzüncü sayımızı kutlayanlara “yegan yegan” teşekkür ediyoruz. Yolculuk sürüyor. İnsandan insana, ağaca, kuşa, toprağa ve göğe doğru. İyilik ve sevgi tohumu sözcükleri zaman tarlasına eke eke yürümek çabasıyla. Emeği, alınterini, insanı, aşkı biteviye kollayıp savunarak.

Yüzüncü sayı için arkadaşlarımız hayli emek verdiler. Titizlenmelerimize karşın eksiklerimiz oldu. Geç yetişen, vaktinde geldiği halde karmaşada dergiye giremeyen yazılar oldu. Mesela Mehmet Kurtoğlu'nun ve Mustafa Yıldız'ın yazıları. Bir de geç kalanlar var. Telafi ediyoruz bu sayıda.

Cümleye noktayı koyduğumda içeri girdi Rufi Abi. İki kolu da yok. Bir hastalık tehlikesinden kurtulmuş, tahliller iyi çıkmış. Mahallenin yaşlılarından artık. Çocukluğumdan beri, yani kırk yıla yakındır tanırım onu. İki kolunun olmayışından dolayı hep ezilmişimdir. Az önce konuşup halleşirken de kavuşturduğum kollarımı arkama sakladığımı fark ettim. “Allah'a çok şükür” diyor Rufi Abi. Çok şükür.
Esenlikle kalınız efendim. M.S

İrtibat:
Örnek Mahallesi 35. Cad. No: 26 Üsküdar 81190 /İstanbul
0216 324 36 05
bilgi@istanbulbirnokta.com

Türk Edebiyatı'nda İstanbul ve Ramazan

Bu sayımıza arkadaşımız A. Cihat Beritli’nin Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay’la gerçekleştirdiği röportajla başlıyoruz. Süleyman Hayri Hoca, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde, hocası Hilmi Ziya Ülken’in yönetiminde bitirme tezi olarak hazırladığı, bugün bile tazeliğini koruyan Türkiye’de Ruhçu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi adlı ünlü eserinin yazılış ve yayımlanış hikâyesini anlattı. O günden bugüne Türk düşünce tarihi üzerinde çalışan ve çok sayıda esere imza atan hocamız, Türkiye’de düşünce tarihçiliğinin meselelerine de girdi.

Röportajı takip eden yazılar kendiliğinden mini bir İstanbul dosyasına dönüştü. Ben, Fransız şairleri Gérard de Nerval ile Théophile Gautier’nin yazdıklarından hareketle eski İstanbul’da Ramazan gecelerinin nasıl yaşandığını anlatmaya çalıştım. Eski hayatımızda ezanî saatle 12.00’de, yani akşam ezanı okunurken el ayak çekilir, şehirler derin bir sessizliğe ve karanlığa gömülürdü. Bu sebeple on bir ay boyunca Ramazanlar çok özlenirdi, çünkü özellikle İstanbul Ramazanları kandilleri, mahyaları, özel olarak aydınlatılan sokaklarıyla aynı zamanda şenlik ayı gibi yaşanır, geceler gündüze, gündüzler geceye dönerdi. Eski Ramazanların hafızalarda derin izler bırakmasının sebeplerinden biri de budur.

“Meşrutiyet’te ve Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Ramazan’a ve Bayramlara Bakışlar” başlığını taşıyan özel bölümümüzde ise 28 Şaban 1331 (2 Ağustos 1913) tarihli Karagöz mecmuasında imzasız yayımlanan “Ramazan”, Nisan 1926’da Aylık Mecmua’da yayımlanan “İnkılâpta Ramazan, Ramazan’da İnkılâp” (Server Bedi), 6 Ocak 1935’te Cumhuriyet’te yayımlanan “Bayram” (Ercümend Ekrem Talu) ve 8 Ocak 1935’te Haber’de yayımlanan “Din Bayramı ve Ulus Bayramı” (Va-Nu) başlıklı yazıların ilginizi ve dikkatinizi çekeceğini tahmin ediyorum.

Hülya Atakan’ın “Bir Çay Bahçesinden İstanbul” başlıklı lezzetli denemesini beğeneceğinizden eminim. Deniz Özbeyli de bir İstanbul yazısıyla bu sayımıza katkıda bulundu. Funda Özsoy Erdoğan ise Sevinç Çokum’un hikâyelerinde İstanbul temasını ele aldı.

Prof. Dr. Nevzat Özkan, merhum Cemil Meriç’in bir “Kültür Adamı” olarak portresini çizdi. Doç. Dr. Kenan Erdoğan ise bu yıl katıldığı bazı sempozyumlardan, özellikle 20-22 Mayıs tarihlerinde Sivas’ta gerçekleştirilen Uluslararası Kerbelâ Sempozyumu’ndan söz ediyor. Hümeyra Yuva, “Kendi Gök Kubbemiz’in Aynaları” başlıklı yazısında Yahya Kemal’in şiirlerindeki “ayna” metaforunu incelerken, Ayşegül Ayık, şiir tahlili üzerine yazılmış iki önemli kitabı, Mutlu Kaplan ise Zafer Acar’ın Hamse adlı yeni şiir kitabını değerlendiriyor.

Altan Deliorman’ın Mayıs ve Haziran sayılarımızda yayımlanan “Uzun Bir Ömrün Kısa Bir Özeti” başlıklı yazısındaki bazı tespitlere Reha Oğuz Türkkan’ın oğlu Tuğrul Türkan geçen sayımızda itiraz etmişti. Bu sayımızda da Altan Bey, “Bir Açıklamanın Açıklaması” başlıklı yazısında Tuğrul Bey’in itirazlarına cevap veriyor.
“Resimli Türk Edebiyatı” sayfasında, Nâmık Kemal’in belki de hiç görmediğiniz fotoğraflarıyla karşılaşacaksınız. Bazı yayınlarda karşımıza çıkan bu fotoğraflardaki şahıs gerçekten Nâmık Kemal ise, “vatan şairi”, meşhur resimlerindeki gibi gür saçlı değil, saçları genç yaşta dökülmüş bir adamdı ve Jön Türkler tarafından daha etkileyici bir idol hâline getirilmek için başına gür ve dalgalı saçlar eklenmişti. Ama nasıl? Nâmık Kemal uzmanlarından bu sorunun cevabını bekliyoruz. Hemen şunu eklemekte fayda görüyorum: Nâmık Kemal’in gür saçlarının olmaması, büyük şairliğine ve fikir adamlığına halel getirmez.

Bu sayının şairleri Mustafa Ruhi Şirin, Hüseyin Konak, Cafer Keklikçi, Ercan Yılmaz, Ahmet Cora, Ali Osman Dönmez, İrfan Yılmaz, Bahanur Garan, Mustafa Alagöz ve Kosova’dan Taner Güçlütürk, hikâyecileri ise Bahtiyar Aslan, Sevgül Yılmaz, Nihan Kaya ve Recep Şükrü Güngör... Kısacası elinizdeki sayı, şiir ve hikâye bakımından epeyi zengin...

Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu. Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız diyor, bu vesileyle hayırlı bir Ramazan diliyorum. Muhabbetle,efendim.

Beşir Ayvazoğlu

'Hür Beyan' Yayın Hayatına Başladı

Bitlis’te faaliyet gösteren Hür Akademya Derneği Temmuz 2010 tarihinden itibaren üç ayda bir yayınlanacak Hür Beyan Dergisi’ni neşretmeye başladı.

Derginin sunuş yazısında şu ifadeler öne çıkıyor: "Hedefimiz, gücümüzün yettiği, dilimizin döndüğü kadarıyla, türlü türlü batıl inançlara bulandırılmış zihinleri vahyin hakikatleriyle buluşturmak; türlü vesvese ve fitnelerle karartılmış kalpleri Kur'an'ın nurlarıyla nurlandırmak ve fıtratından, dininden, kitabından, milletinden, medeniyetinden uzaklaştırılıp köreltilen yığınları hayırlarla dolu tarihine, mübarek köklerine kavuşturmaktır."

Hür Beyan'ın ilk yazısı M. Sani Özdemir'in "İlimde ve Zihniyette Toptancılık" başlıklı yazısı. Özdemir'in yazısı Kur'an-ı Kerim ve siyer bilgileri ışığında İslam toplumunu oluşturan şahsiyetlerin tarihî süreç içerisinde ortaya çıkan ve maalesef yaygınlaşan perspektif-mantık yanlışlarına dikkat çekiyor. Mezhebin, meşrebin, ulemanın dokunulmazlık zırhına büründürülmesi ile beraber ortaya çıkan sapmalara Allah'ın rızası doğrultusunda, Allah'ın Kitabı ve Rasulü'nde tebarüz eden ilkelerle müdahale edilmesi gerektiği örnekler üzerinden okuyucuyla paylaşılmış.

"Müslüman ve İtaatsizlik" başlıklı yazıda Mahir Gül yanlış itaat anlayışlarına ve yol açtığı sorunlara karşın İslam'ın öngördüğü muhalefet ve itaatsizlik anlayışının gereğini ve getirilerini tartışıyor. M. Besim İlarslan'ın ilk bölümünü okuyucu ile paylaştığı "Kur'an ve Onun Pratiğe Geçirilmiş Şekli Olan Sünnet" başlıklı yazı İslam toplumunun ifrat ve tefrit olarak nitelenebilecek yanlış sünnet algısına dikkat çekerek olması gerekenin kitabi temellerine dair usulü ve bilgileri öne çıkarıyor. İlarslan'ın sünnete dair yazısından şu vurguyu paylaşabiliriz: "İslam toplumlarının büyük bir kesiminde İslam'ın 'tevhid' ilkesine aykırı ve şirk olduğu bile söylenebilecek pek çok inanç, düşünce ve davranış ile sayısız hurafeler hüküm sürmeye devam ederken, toplumsal hayatın hemen her alanında Müslümanlar, Kur'an ve sünnet öğretilerinden uzak bir hayat tarzı sergilerken; İslam toplumlarının kültürel, fikri, ekonomik, siyasi vb alanlarda asli kimliğine kavuşması, içinde bulunduğu acınacak durumdan kurtulabilmesi için 'Sünnet'in bize nasıl yol gösterebileceği üzerinde durulacağı yerde sadece birtakım teferruat meselelerde Hz. Peygamber'e uymaya, daha doğrusu onu taklit etmeye çalışmak açıkça özü, temel ve asıl olanı bırakmak anlamına gelir."

Hür Beyan'da dikkat çekici bir diğer yazı da Mahfuz Açıkgöz'ün "İstanbul'un Fethi Bağlamında Hadislere Yapılan Keyfi Yorumlar" başlıklı yazısı. Mahfuz Açıkgöz "İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur." şeklinde Allah Rasulü Muhammed (s)'e nispet edilen rivayeti konu bütünlüğü, sıhhat durumu, işaret ettiği iddia edilen kişi ve Hz. Peygamber'in gaybı bilip bilmemesi açısından kritik ediyor. Öyle ki yazı hem rivayetlerde ortaya çıkan çelişkileri hem de bu rivayetlere dayanarak yapılan keyfi yorumları milliyetçiliğe, devletçiliğe ve sapmış geleneğe nasıl dayanak kılındığına dikkat çekiyor. Risale-i Nur'dan Diyanet'in Aylık dergilerine, dolayısıyla hutbelere kadar uzanan ve muhafazakârlığa, mukaddesatçılığa zemin teşkil eden bilgi silsilesi bir hadisin usulen kritik edilmesi ile sıhhat açısından net olarak açığa çıkarılabiliniyor.

"İslami Sorumluluklarımız Bağlamında Şahitliği Anlamak", "Zamana Uyma Kolaycılığı ve Arayış Felsefesi", "Bilinç Ufukları" gibi yazıların da yer aldığı Hür Beyan dergisi İslam'ı doğru anlama, ümmeti Kur'an ahlakı çerçevesinde yeniden ihya etmek üzere marufu emretmeyi, münkerden alıkoymayı hayat tarzı olarak benimsemiş Bitlis'teki muvahhid kardeşlerimizin hayırlı bir ürünü. Allahu Teâlâ Bitlis'teki kardeşlerimizin amellerini katından bereketlendirsin.

Hür Beyan Dergisi Adresi:

Merkez Şerefiye Camii Karşısı, Hür Akademya Derneği/Bitlis

0537 631 37 47

2010-08-23

Heves'in Vedası !

Ali Özgür Özkarcı, Mehmet Öztek ve Ömer Şişman’ın hazırladığı, bir neslin beraber büyüdüğü heves Şiir-Eleştiri dergisi 26. sayısıyla yayın hayatına veda ediyor.
Kasım 2003’ten bu yana yayımlanan heves’te, 26 sayıya ulaşan toplamda 552 yerli, 36 çeviri şiir; 87 yerli, 17 çeviri yazı; 16 söyleşi, 1 oturum, 96’sı Osman Konuk’un olmak üzere 107 Küllük/Pano maddesi, 4 mektup, 1 hipermetin, 3 sunuş yazısı yayımlandı.

2000’lerin ilk on yılı üzerine düşünmek isteyen fikri hür, vicdanı hür herkesin bu tabloyu tahlil etmesi gerektiği aşikâr. Bir neslin beraber büyüdüğü çok fazla dergi yok tarihimizde. Heves sadece kendi nesline değil sonraki nesillere de bakan, sonraki nesillerle kol kola yürüyebilen dergilerden oldu üstelik. Kasım 2003’te, “Bu seriyle, bazı yayınevlerinin, dergilerin ve merci konumundaki şair ve yazarların poetik ve/ya politik kıskacı altındaki genç şiire, rahat bir nefes aldıracağımızı umuyoruz.” sözleriyle yola çıkan dergi, yayın hayatı boyunca bu anlayışa sadık kaldı.

Özetle, Türk şiirine gereken cüret Heves’te yuvasını buldu. Heves bu yüzden sadece bir dergi değil, aynı zamanda bir yuva oldu şairleri için.

Heves’in son sayısı ise görkemli bir veda öpücüğü gibi. 200 sayfalık veda sayısında yer alan yazılar: Erhan Altan, “Şehir Hatları”: Şehirleşme tarihi ile şiir tarihini yan yana okuma denemesi.

Utku Özmakas, “Kültürel Pozculuk: Garanti Karantina”: Murat Menteş’in yeni şiir kitabı üzerine bir çözümleme.

Efe Murad, “İkinci Yeni’yi Aşmak”: İkinci Yeni’ye 2000’lerden bakış.
Ali Özgür Özkarcı, “Şiir Alçaktan Uçar”: Mehmet Erte’nin yeni şiir kitabı Alçalma üzerine bir çözümleme.

Küllük / Pano: Osman Çakmakçı’nın Bejan Matur hakkında değinisi; Aslı Serin’in Emel Güz’ün “Şairler de artık herkes gibi” yazısına cevabı; Efe Murad’ın mazmun üzerine değinisi, Neo-Epik hakkında yorumu, Utku Özmakas’ın madde şiirle ilgili sorusuna cevabı; Utku Özmakas’ın hümanizm hakkında değinisi.

Genç şairler Barış Çetinkol, Denge Esentürk, Aras Keser, Liman Mehmetcihat ve Münir Yenigül’ün katıldığı oturum ise 38 sayfalık hacmiyle bir yandan okurun gençlerin rahatsızlık ve beklentilerini daha iyi anlamasını, yorumlamasını sağlarken, öte yandan günümüz şiiri ve geleceğin şiiri hakkında düşündürüyor.

Heves 26’nın sürprizi ise Deniz Tortum’un Varlık’ın Yeni Şiirler 1954 cildinden bulup çıkardığı Turgut Uyar şiiri. Şiir, Uyar’ın hiçbir kitabında (hatta Mehmet Can Doğan’ın yayıma hazırladığı Kitaplarına Girmemiş Şiirler kitabında da!) bulunmuyor.

Heves’in son sayısında, okurun günümüzün önemli şairlerini birçok şiirle tanımasına, izlenimlerini belirginleştirmesine fırsat sağlayan Bellek köşesinin iki konuğu var: Ergun Tavlan ve Nazmi Cihan Beken. Her iki şaire ayrılan 10’ar sayfada birden fazla şiirlerini incelemek mümkün.

Heves 26’nın merakla okunacak söyleşisi ise Aslı Serin ile Didem Madak’ın msn üzerinden gerçekleştirdikleri, farklı, içten ve dobra söyleşi.

Son sayıda şiirleri yer alan şairler şöyle: Aslı Serin, Mehmet Davut Özdal, Ahmet Güler, Mehmet Öztek, Ergun Tavlan, Özgür Ballı, Fahri Güllüoğlu, Olcay Özmen, Cihan Oğuz, Servet Turan, Kerim Akbaş, Kazım Cihan Can, Efe Murad, Barış Çetinkol, Liman Mehmetcihat, Denge Esentürk, Aras Keser, Münir Yenigül, Uğur Eymirli, Nazmi Cihan Beken, Ali Akan, Mehmet Sait Aydın, Ahmet Güntan, Burak Acar, Ömer Aygün, Ömer Şişman, Osman Konuk.

Heves’in son sayısında Ömer Aygün çevirisiyle Ghérasim Luca’nın “Kültür Metafizik Saati” şiirini, Ergun Tavlan’ın çevirisiyle Dick Higgins’in “Senaryo” şiirini ve Efe Murad’ın çevirisiyle Ezra Pound’un “Kantolar”ından birincisini okuyabilirsiniz, ki söz konusu kantoyla yan yana yayımlanan, karşılaştırma olanağı bulabileceğiniz Ömer Aygün’ün “Ala Ala Anda İnüben Gemiye” şiiri de Ezra Pound’un bu önemli kantosu üzerine bir çeşitleme.

Heves’in sonunda Utku Özmakas ve Ömer Şişman’ın beraber hazırladığı, okurlara heves’in yayın serüvenini kağıt üzerinde katetme imkânı veren “Heves 01-26 Dizin” yer alıyor. Son sayfa ise Pan / heves Kitaplığı’ndan yayımlanmış ve yıl sonuna kadar yayımlanacak şiir ve eleştiri kitaplarının listesine ayrılmış. Yıl sonuna kadar, Elif Sofya’nın Düzensiz, Nazmi Cihan Beken’in Ci, Mehmet Davut Özdal’ın Mehmet Molla adlı şiir kitaplarının ve Akif Kurtuluş’un seçme yazılarının yayımlanacağını öğreniyoruz listeden. Nelson Goodman’in önemli eleştiri yapıtı Dünyalar Nasıl Yapılır? ise Akın Terzi’nin çevirisiyle kitapçılardaki yerini yeni almış.

'Berceste' dergisi

Berceste Dergisi Ağustos (98. sayı ) sayısını hikâyeci Ümit Fehmi Sorgunlu’ya ayırdık. 26 Haziran 2010 tarihinde vefat eden Berceste Dergisi genel yayın yönetmeni Sorgunlu için yazar ve şair dostları onunla ilgili düşüncelerini yansıttı. Ümit Fehmi Sorgunlu’nun hikâyeleri üzerine incelemelerin de yer aldığı dergide çok sayıda isme yer verdik.

Derginin Ağustos sayısında Zeki Ordu, Bekir Oğuzbaşaran, Musa Tektaş, Ahmet Tevfik Ozan, Yusuf Akyüz şiirleriyle Sorgunlu’yu yad ettiler.

Berceste’nin bu ayki yazarları ise şunlar: İbrahim Şahin, Bekir Oğuzbaşaran, Muhsin İlyas Subaşı, Ünal Tayfur, Süleyman Kocabaş, Aykut Avni Sorgunlu, İsa Kocakaplan, İsmail Özmel, Nevzat Özkan, Senem Gezeroğlu, Hüzeyme Yeşim Koçak, Özcan Ünlü, Mehmet Nuri Yardım, Nurkal Kumsuz, İsa Yar, Mahir Adıbeş, Bahar Can, Nevzat Türkten, Şeref Yılmaz, Oyhan Hasan Bıldırki, Vedat Ali Tok, Sergül Vural, Hüseyin Say, Osman Baş, Ahmet Şahin, Ahmet Vehbi Ecer, Hatice Eğilmez Kaya, M.Nihat Malkoç, Duran Çetin.

İletişim:
vedatalitok@gmail.com
0352 332 27 28

2010-08-19

Yazmak eylemi ve 'Edep' dergisi

Arif Ay yönetiminde yayımlanan “Edep” aylık edebiyat dergisinin (Ağustos 2010) 6. sayısı çıktı. Arif Ay’ın kaleme aldığı “Sezai Karakoç Şiirinin Kültürel Dokusu” başlıklı araştırma-inceleme yazısı devam ediyor. Sezai Karakoç’un bir ömür emek, sabır, dua ve gayret ile inşâ ettiği diriliş düşüncesinin kültür kaynakları üzerine önemli bir çalışma bu yazı.

Murat Soyak “Kır Çiçeği” ve “Acı Anı” isimli şiirleri ile, Cevat Akkanat “Alay Köşkü” ve “Pilav Günü Kantosu” isimli şiirleri ile, Âdem Turan “Festival Şairlerini Bekler İken” isimli şiiri ile, Mediha İstanbullu “Koşarak Geçiyor Gün Işığı Penceremden” ve “Gökyüzünü İzleme Evleri” isimli şiirleri ile, Vehbi Başer “Bir Mesih Anlar, Bir Belki Sen…” isimli şiiri ile ve Arif Ay “Gölgelikler” isimli şiiri ile "Edep” dergisinin bu sayısında yer alıyorlar.

Fatih Budak, “Sevgi Neydi?” başlıklı yazısı ile sevginin günümüzdeki hallerini anlatmış. Okuyuculara yitip giden güzellikleri hatırlatma çabası ile sormuş: “…Her gün bir parçamızı daha tüketen teknoloji çağında sevgiye en son ne zaman yürekten bir merhaba demiştik, hatırlayanınız var mı? Hatırlıyor musunuz sevgi neydi?”

Halis Emre “Dumanı Üstünde” isimli yazısı ile yeni çıkan kitapları tanıtıp değerlendirmiş. Okunacak kitaplar noktasında bir işaret, bir belirleme.

“Değinmeler” bölümünde Edep dergisi hakkındaki güzel gelişmeler yansıtılmış. “Altı Çizili Satırlar”da geçmiş güzel günleri duyuran, iyilikleri vurgulayan bir iktibas yapılmış.

“Edep” dergisi hakikat ışığında hayata ve insana doğru güzel yürüyüşünü sürdürüyor. Edebiyat, düşünce, sanat ikliminde diriliş ve direniş ruhu yeniden sayfalara yansıyor. “Edep” dergisi umudu, sevgiyi, hakikati duyuruyor.

İbrahim T. Çağlayan


İrtibat:
P.K. 391
Yenişehir/Ankara
edepdergisi@gmail.com

2010-08-12

Ramazan Kutlaması ve Dolayısıyla

İstanbul, 10 Ağustos 2010

Allah’ın, müslümanlara, sonsuz lütuf ve kereminden bahşettiği manevî nimetler ayı Ramazan’ın 1430. sunu idrâk etmiş bulunuyoruz. Ne mutlu bize. Hamd ve şükürler olsun.

Mensubu olduğumuz İSLÂM MİLLETİ’nin, ramazanını can ve gönülden tebrik eder, bu kutlu ayı, her açıdan dolu dolu, en yüksek seviyede, en ulvi anlamda geçirmesini diler, onu, Hakikat Medeniyeti olan ve insanlığın biricik gerçek güven ve hayat kaynağı bulunan İSLÂM MEDENİYETİ’ni geçmişteki parlaklığıyla yeniden diriltmesi için, her yönden ve her boyutta İSLÂMIN DİRİLİŞİ için bir vesile yaparak harekete geçmesini, cehalet, zulüm ve vahşet karanlığına gömülmüş dünyayı mucizevî meşalesiyle aydınlatmayı vazgeçilmez bir görev olarak bilmesini, bu yönde bilinçlenmesini arzular, Cenabıhakkın günahlarımızı af ve merhametiyle bağışlamasını ve İSLÂM ÜLKESİ’nin, yeniden, eski zamanlarda olduğu gibi, bütünleşmiş, güçlü, hür ve bağımsız, huzur içinde, medeniyetin zirvesinde yüceliğe kavuşmasını dualarla temenni ederiz.

İzin ver, ramazanlar uyandırsın bizi Allahım! Uyandırsın, bilinçlendirsin ve diriltsin, Allahım!

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

GENEL BAŞKANI

A. Sezai KARAKOÇ


Kaynak:
www.yucedirilis.org.tr

2010-08-07

'Yedi İklim' dergisi 245


Yedi İklim dergisi 245. sayısıyla okuyucuya yeniden selam ediyor, merhaba diyor.

Derginin bu sayısında şiirlerin ağırlıklı yer tuttuğunu söyleyelim. Kâmil Eşfak Berki yeni bir şiiriyle katkıda bulunuyor bu ayki sayıya. Diğer şairler ise Nurettin Durman, Fatma Şengil Süzer, Aykut Nasip Kelebek, Hüseyin Alemdar, Şahin Taş, Koray Feyiz, Ahmet Tokiş, Fatih Demirel, Ali Karan, Burcu Akkanlı,Taner Sabancı, Duygu Küçüker, Ümit Zeynep Kayabaş, Emre Şimşek, Süleyman Unutmaz ve Pali Canon.

Derginin bu sayısında yer alan öykücüler ise, Hasan Aycın, Ali Haydar Haksal, Yunus Emre Özsaray, Bülent Gündoğan, Ebru Ak, Mustafa Oral, Mükerrem Mete ve Veysel Altuntaş. Haksal uzun zamandır ilk kez bir öykü yayınlarken, Mükerrem Mete ise ilk kez bir öykü yayınlıyor.

Derginin bu sayısında iki çeviri var. Çeviri metinlerin ilki Habil Tecimen Türkçesiyle Victor Hugo'ya, ikincisi ise Mustafa Burak Sezer Türkçesiyle James Merril'e ait. Tecimen ve Sezer dünya şiirinden yaptıkları çevirileri Yedi İklim'de değerlendirmeye devam edecekler inşallah.

Artık derginin klasiği olan bölümde, hattat Mustafa Cemil Efe, hat üstadlarını tanıtmaya devam ediyor. Efe'nin bu ayki misafiri Mustafa Halim Özyazıcı, bilinen adıyla Halim Efendi. Efe, bu ay "Hiç" demiş.

Derginin bir diğer klasiği de Hasan Aycın çizgileri... Yayınlanmaya devam ediyor.

Derginin bu ayki sürprizi değerli akademisyen Yakup Şafak Hoca'nın "Ahmet Remzi Dede'nin Matbû Divanınında Bulunmayan Bazı Şiirler" adını taşıyan yazısı. İlgilisi için altın değeri taşıdığını ifade edelim bu makalenin.

Bu sayının söyleşisi Vural Kaya ile yapılmış. İsmail Demirel tarafından gerçekleştirilen söyleşi, şairin, Zarifoğlu'nun çocuk kitapları üzerine hazırladığı tez üzerine yoğunlaşmış.

Son bir kaç aydır dergiye gerek çeviri gerek telif ciddi katkılarda bulunan Habil Tecimen yine Fransız edebiyatı üzerinden bir yazı kotarmış: "Çirkin Fransa Âşık Fransız".

Hümeyra Yuva, Ahmed Muhip Dıranas'ın şiirlerindeki ayna imgesini incelerken, İsmail Demirel de Sezai Karakoç'un Çağ ve İlham III -Yazgı Seçişi- kitabını inceliyor.

Osman Bayraktar, artık kitaplaşmasını beklediğimiz gezi-inceleme yazılarına, "Yaşantılar"a devam ediyor. Bayraktar, hac ile ilgili geçen sayı başlayan yazısına devam ediyor. Mustafa Uçurum oruçla ilgili güzel bir deneme kaleme almış.

Hayırlı okumalar.


İrtibat:

0 216 399 19 14
0 216 352 49 77
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com

2010-08-05

'Dergâh' dergisi

Ağustos 2010, Sayı:246

Mustafa Kutlu yönetiminde yayın hayatına istikrarlı bir şekilde devam eden Dergâh dergisi, 246. sayısında da nitelikli çalışmalara ev sahipliği yapıyor.

Hasan Ediboğlu, Abdullah Güner, Selman Bayer, Fatih Yavuz Çiçek, Muhammed Mücahit Yılmaz, Mehmet Tepe ve Rıdvan Sözener bu sayının şairleri.

Ali Görkem Userin ile Furkan Çalışkan 'derkenar' sütunlarında yazdı.
Bu sayı iki iyi hikâye var. Biri Mukadder Gemici'nin, öteki Özlem Gürhan'ın.
Kâmil Yıldız hikâyenin hülya-rüya ve ses unsurlarına nasıl yaklaştığını irdeliyor.
İdiris Demirel "Heidegger" okumalarını yazıya dökmeye başladı.

Bu sayının 'orta sayfa sohbeti'ni Şükran Çiftçi hazırlardı. Prof. Dr. Orhan Okay ile Prof. Dr. Abdullah Uçman, Orhan Hoca'nın son eseri "Bir hülya adamının romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar" üzerine konuştular.

Tanpınar konusunda şimdiye kadar yapılan çalışmaların en genişi ve mükemmeli olan kitap, bu konuşmayla daha da ilginç hale geliyor.

Mustafa Kara son devir Bursa meşâyihinden Mehmet Şemseddin Ulusoy'un hayatından sahneler, şiirlerinden örnekler veriyor. Kara'nın yazısı bir şeyhin Cumhuriyet devrinde nasıl bir hayata "evet" dediğini göstermesi bakımından dikkate değer.

Daha güzel sayılarda buluşmak umuduyla.

'Fayrap' 30

Ağustos 2010, Sayı:30

Fayrap Ağustos ayı ile birlikte 5. yılında 30. sayısıyla okuyucusunun karşısına çıkıyor. Bu ayın başyazısı yine Hakan Arslanbenzer’in. “Halkçı edebiyatın halka faydası var mı?” başlıklı yazıda Arslanbenzer, bir yandan “halk okumuyor” gibi klişelerin geçerliliğini sorgularken, diğer yandan popüler kültürün erimeye aşınmaya mahkum olduğunu, halkın karakterinin ise dünden bugüne aşınmamış eserlerde bizzat görülebildiğini söylüyor ve ekliyor: “Halka ulaşmak gerçeğe ulaşmak anlamındadır ve eğer çok istiyorsan halkın zevkine katkı yaparsın, o zevke ulaştığın zaman.”

Derginin bu sayısına beş şair katılıyor. Güz aylarında ilk şiir kitabını yayımlayacağı duyurulan Melek Arslanbenzer “Koşmak” başlıklı şiiri ile karşımızda. Bu sayının dikkat çekici şairi Elyesa Koytak ise beş şiiri ile Fayrap’ta. 1989 doğumlu Koytak’ın şiirlerinin olgunluğu gözden kaçmıyor. Derginin istikrarlı şairlerinden Mehmet Aycı “Türk Şiiri 2010”, Hüseyin Avni Cinozoğlu ise “Caddebostan marina” şiirleriyle dergide yer alıyor.

Fayrap bu sayısında yine hikayeden yana zengin. Önceki sayısında ilk bölümünü yayımladıkları Lesli Marmon Silko’nun “Öykücü” başlıklı hikayesinin bu sefer ikinci bölümü karşımızda. Daha önceden de Bulgar edebiyatından hikayelere rastladığımız dergide bu sefer Kolyo Georgiyev’in “Doğmuş olmam ne güzel” başlıklı hikayesini görüyoruz. Bu sayının son hikayesi “Bakugan Savaş!” ise Esra Türkan’a ait.

Fayrap’ın bu ayki dosyası şair-yazar Ümit Aktaş’a doğum günü armağanı olarak hazırlanmış. Dört yazılık dosyada Esma Güneş Aktaş hakkında kapsamlı bir biyografi hazırlamış. Hakan Arslanbenzer, Aktaş’ın şiirlerini doğa, varoluş ve anarşi; Fazıl Baş ise romanlarını akıl, aşk ve insan üzerinden değerlendiriyor. Ümit Aktaş’ın siyasi yazılarını ise Yunus Bilge Özdemir kaleme almış.

Derginin bu ayki söyleşisi Yılmaz Yılmaz tarafından Türk hikayesi ve romanı üzerine incelemelerin sahibi akademisyen Alpay Doğan Yıldız ile yapılmış. Hikayemizin bugünkü durumunun, Yıldız’ın kitaplarının, hikayenin akademik ortamlardaki yerinin konuşulduğu söyleşide Yıldız, “Olay olmadan hikaye olur mu?” diye soruyor.

Esin Pervane, Ayfer Tunç’u sevmemesinin nedenlerini on maddede açıklıyor. Muhammed Sarı ise “1960’lar” atölyesi çerçevesinde yazdığı yazıda 1960’lı yılların düşünce ortamını bugüne yansımaları ile birlikte değerlendirmeye çalışırken, “Türk düşüncesi” yerine “Türklerin düşünüşü” demeyi öneriyor. Bu sayının son yazısı ise Abdullah Şevki’ye ait. “Türkiye’de yazar örgütleri ne işe yarar? başlıklı yazısında Şevki, bu tarz örgütlerin bunlara üye olan yazarlar için bir tür tatmin olmanın ötesine geçmediklerini söylüyor bize.

İrtibat:
fayrapper@gmail.com

'Yüzakı' dergisinde Ramazan gülleri

Ağustos 2010, Sayı:66

Kur’ân’ın Feyz, Vecd ve Rûhâniyeti ile Mübârek Ayda;
HAMD VE ŞÜKÜR, SABIR VE ZİKİR, MERHAMET VE AF...
Kutlu bir misafirimiz var.
Ramazân-ı Şerif’in mübârek gölgesi üzerimizde...
Ramazan bize, hayatımıza neler getiriyor?
Muhammed İkbal’in hacdan dönenlere;
“Neler getirdiniz? Zemzemi, hurmayı, takkeyi sormuyorum; Hazret-i Ebûbekr’in sadâkatini, Ömerü’l-Fâruk’un adâletini, Osmân-ı Zi’n-Nûreyn’in hayâsını getirdiniz mi?” şeklindeki sorusu gibi soralım;
«Ramazan bize neler getiriyor?»
Davul, mâni, mahya, pide, güllâç, imsâkiye, çadırlar, eğlenceler...
Başka?
İftarlar, sahurlar, terâvihler, mukābeleler...
Daha başka?
Ramazân’ın gönül dünyamıza, ruh iklimimize getireceği, fakat buyur etmezsek tekrar alıp götüreceği asıl hediyeler, mânevî değerler değil midir?..
Kur’ân’ın Feyz, Vecd ve Rûhâniyeti ile Mübârek Ayda;
HAMD ve ŞÜKÜR, SABIR ve ZİKİR, MERHAMET ve AF maddeleri altında belirledik dosya konumuzu...

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, şiirler ve Hazret-i Mevlânâ’dan iktibaslarla işlediği başyazısında; hamd ve şükür, sabır ve zikir, merhamet ve af hasletlerini, insanlık hususiyetleri olarak değerlendirdi: “Bu altı hasletin mevcut olmasıyla olmaması, hayatta o kadar şeyleri değiştirmektedir ki, özetle insanı değiştirmektedir. İnsan, o hasletler olmayınca yerlerin dibine düşmekte, o hasletler mevcut olunca da göklerin üstüne çıkmakta.”

Mustafa KÜÇÜKAŞCI, sabır ve şükrün farklı veçheleri üzerinde dururken; Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, Hamd ve Şükür arasındaki nüansları değerlendirdi. H. Kübra ERGİN, şükrün önündeki fizyolojik bir engeli, «ülfet»i ilmî açıdan ele aldı.
Sadettin KAPLAN, doyumsuz hırs belâsını ve devâsını bir hikâyeyle işledi. Ahmet ZİYLAN, bir hâtırasıyla şükürsüzlüğün acınası hâlini anlattı. B. Cahit ÖZDEMİR ve Ahmet ARSLAN, sabır ve şükür üzerine farklı açılardan ışık tuttular.
Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocamız, hikmetli sözleri ve ibretli hayat hikâyesiyle Dört Mezheb İmamı’nın dördüncüsünü, Ahmed bin Hanbel -rahmetullâhi aleyh-’i kaleme aldı.

Orhan’ın Doktor Selim Bey ile; Zulmetten Nûra, Kalbin Gözyaşlarıyla gerçekleştirdiği yolculuk, bu ay Süleymaniye Külliyesi’nde bir Tefekkür Ufku’nda...
Aynur TUTKUN empati konusunda yazılarını sürdürürken; Ayla AĞABEGÜM, sosyal buhranlara çözüm teklifleri arasında, «Dînî Edebiyat Antolojileri»ni gündeme getirdi. Ömer OKUDAN, «Allâh’ın Bahtiyar Kulları» başlıklı makale dizisinde, Abdullah isimli bir başka sahâbîyi; Abdullah İbn-i Ümm-i Mektûm’un hayat hikâyesini yazdı. Âdem SARAÇ, sabır kahramanları olan ilk müslümanlardan iki kardeş sahâbîyi tanıttı.

Tarih köşemiz, Cengiz Han’ın dehşetli akınları ve Vâlide Gülnûş Emetullah Sultan’ın hayırları, mübalâğa tekniğini kullanan üslûbuyla Evliyâ Çelebi’nin satırları ile geçmişten bugüne dersler taşıyor.

Şiirler...Sabrı ve hakkı tavsiye eden, şükrü ve zikri hatırlatan, af mevsiminde, merhamet iklimine davet eden mısralar...
Yüzakıyla...

2010-08-03

Öykümüzde taşra, taşrada öykü

Bugüne kadar sayısız yazıya konu olan taşra-merkez ilişkisi, Hece Öykü dergisininin son sayısında bu kez edebiyatla kendini gösteriyor. 'Taşranın Öyküsü Öykünün Taşrası' adlı kapak dosyası, farklı yazarların değerlendirmeleriyle Türk aydının taşrayla ilişkisi, öykücülerimizin taşraya bakışı, taşranın edebiyata yansıyan halleri gibi konuları değişik yönleriyle ele alıyor.

Edebiyat dünyasında taşra, merkezin tezlerini öne sürmek için kullandığı bir malzeme olmak ile kendini merkeze kabul ettirmek arasında savrulan bir çıkış noktası gibidir. Birbirine uzak görünen bu iki ucun bir tarafında taşraya merkezden bakanlar varsa diğerinde de taşradan merkeze seslenenler yer alır. Özellikle Avrupa ve Amerikan edebiyatı göz önüne alındığında Türk edebiyatındaki gibi keskin ve olumsuz bir 'merkez-taşra ayrımı' olmadığı söylenebilir. Türkiye'nin yaşadığı sosyal, siyasi ve kültürel değişimler edebiyattaki merkez-taşra ilişkisini ister istemez keskinleştiriyor. Taşranın tüm olumsuzluğu, 'sıkıcılık' ve 'boğuculuk' kelimelerinin sırtına yüklenirken "Işık merkezden yükselir, taşrayı aydınlatır" yaklaşımının 'piyasa' ile içli dışı olan günümüz edebiyatında hâlâ hâkim olduğu görülüyor. Edebiyat haricinde diğer sanat dallarında da bunun izlerine rastlamak mümkün. Örneğin sinemamız son yıllarda taşrayı bu malum iki kelimeden yola çıkarak anlatmayı tercih ediyor. Nuri Bilge Ceylan'ı ustalığa götüren adımların taşra üzerinden ilerlediğini söyleyebiliriz.

Edebiyatta taşranın yeri

Kolay hükümler vermeye çok müsait bir zemine sahip merkez-taşra ilişkisinin, bolca su isteyen hamur cinslerinden olduğu açık. Hece Öykü dergisi, 40. sayısında bu ilişkiyi öykünün alanından değerlendiren bir kapak dosyasıyla ele alıyor. Altı yazından oluşan 'Taşranın Öyküsü Öykünün Taşrası' adlı dosya, Türk aydının, taşrayla olan ilişkisi, öykücülerimizin taşraya bakışı, taşranın edebiyata yansıyan halleri, mekânın öyküdeki taşraya etkisi gibi konuları eşeliyor. H. Sevgi Zengin'in makale kıvamındaki bol kaynakçalı yazısı, taşra-edebiyat ilişkisini inceliyor. Avrupa edebiyatındaki 'taşrasızlık' durumunu anlatan Zengin, Osmanlı'dan sonra Cumhuriyet'te de farklı bir yüzle kendini gösteren edebiyatımızdaki taşra olgusuna odaklanıyor. Merkezden taşraya bakmanın arızi hallerinden bahseden Zengin, yazarların taşra tahayyüllerindeki ideolojik ve zihinsel imgelere dikkat çekiyor. Yazının içindeki kaydadeğer tespitlerden biri de şöyle: "Taşra kültürünün eserleri, geleneği yansıtması bakımından değerli olmakla birlikte, 'coğrafyaya tabi bir üsluptan' öteye geçemez. Tam da bu yüzden, yani coğrafyaya bağlı mahalli vasfı nedeniyle taşra ve halk kültürü, bütüncül ve hegemonik kültürün tali bir bileşeni olmaya mahkûm görünmektedir."

'Taşraya bakmak, kendine bakmaktır'

Kendisi de taşradan taşra öyküleri yazan Necati Mert, Ahmet Mithat'tan günümüze 'Öykücülüğümüzde Taşra'yı anlatıyor. Dolayısıyla da Refik Halit'ten Ömer Seyfettin'e ,Yaşar Kemal'den Kemal Tahir'e, Kemal Bilbaşar'dan Tarık Dursun K.'ya ve Rasim Özdenören'den Mustafa Kutlu'ya uzanan 'taşrayı yazanlar'a mercek tutuyor. Necip Tosun, öyküyü bütünüyle değiştirebilen mekân'ın taşradaki hallerini ele alıyor. Bir ara James Joyce'un Ulysses'inin ana karakterlerinden saydığı Dublin kentine de pencere açan Tosun, Mustafa Kutlu, Cemil Kavukçu, Yusuf Atılgan, Tahsin Yücel ve Ethem Baran'ın öykülerindeki mekânın öyküdeki rolüne örneklerle birlikte dikkat çekiyor. Ömer Solak, diğerlerine nispeten kısa yazısında dünya edebiyatının taşrası ile Türk aydının taşra sorunsalına değiniyor. Dosyanın en dikkat çeken metni, Ethem Baran'ın deneme üslubundaki yazısı. 'Taşraya bakmak, insanın kendi içine bakmasıdır' diyen Baran, taşranın nerede başlayıp merkezin nerede bittiğini sorguluyor: "Taşranın, dışarıyı, dışarıda olanı, bir anlamda uzağı gösterdiğini kabul edecek olursak, ona ne kadar yakından bakarsak bakalım, o uzak kalacaktır yine de." Usta öykücü, "Taşrayı yazdığımı bilmeden taşrayı yazmışım; tıpkı taşrayı okuduğumu bilmeden okuyuşum gibi." diyerek zihin dünyasından bir perdeyi aralıyor. En önemli paylaşımı ise şu cümlede saklı: "İşin aslı, orada doğup büyümüş yazarlar için çocukluktur taşra; yoksulluktur, uzakta olmaktır; azınlık olma, kıyıda kalma, kenara itilme durumudur."

Bugüne kadar sayısız yazıya konu olan 'taşra' meselesi, bundan sonra da tartışılmaya davam edecek. Fakat şunu söylemek mümkün: Artık, teknoloji sayesinde o bildik duvarlar aşıldı ve taşra-merkez sınırı en azından fiziki olarak ortadan kalktı. Tabii olayın bir de zihinsel tarafı var. Son yıllarda taşradan bu sorunu da aşan çok sayıda nitelikli şair ve yazarın çıktığını sevinerek görüyoruz. Bunu görmek için İstanbul dışında çıkan nitelikli edebiyat dergilerini takip etmek yeterlidir sanırım. (0312 419 69 13)


Ali Koca


Zaman
3 Ağustos 2010

2010-08-02

Kitaplar için 'Ayraç' 10

Postmodern felsefeye yas tutma eylemi

Jacques Derrida, 1981 yılında dostu Roland Barthes’ın ölümüyle birlikte, ölüp giden dostları anısına yazdıklarını toplamaya başladı. 2004 yılında ölen Derrida’nın arkasında, Yas Tutma İşi (The Work of Mourning) ismiyle kitaplaştırılmış ve on dört makaleden oluşan bir seri kalmıştı. Derrida, yazdığı makalelerde onlara şükranlarını sunuyor, onların gündeme taşıdığı bazı kavramlarla düşünmenin kendisine katkılarını anlatıyor, yirminci yüzyılın bu büyük isimlerine bir ağıt yakma girişiminde bulunuyordu. Kaleminde ağır aksak bir hüzünle, her şeyin metin olarak imlendiği bir dünyada, ölüp gidenleri kendince bir metinde anıtlaştırıyor ve o anıtın önünde durup yas tutuyordu. Roland Barthes olmasa mesela, metinlerin şifrelerini çözmekte zorlanacağını, semboller dünyasının yeni kurgularını keşfetmekte aheste kalınacağını duyuruyordu. Michel Foucault’yla arasında oluşan ve bir daha da pek tamir edilemeyen alınganlığı anlatmıyordu belki ama, onun felsefeye katkılarını hayırla yâd ediyordu. Louis Althusser’in cenazesinde okuduğu bir metnin yanında, Gilles Deleuze’ün arkasında nasıl yalnız başına gezindiğini aktaran bir başka makaleyi ekliyordu. İki dostun birbirini uzaktan izlerken, eninde sonunda birinin öleceğini eşzamanlı düşünmelerindeki iç burkan tarafı, nihayet birisi ölünce gözyaşına dönüşmüş olarak bulacağını söylüyordu. Derrida’nın bu acayip yazılarının arkasında, sonsuza kadar düşünülebilecek bir fânilik hissinin yattığını bilmek de şaşırtıcı değildi. Bir dostun, bir diğerine bakışına dair yakaladığı o ‘an’ sonsuza kadar sürebilirdi, bunu en iyi Derrida bilecekti.

Postmodernizm, ya da Derrida’nın dilinde yapısökümcülüğü (deconstruction) de içeren bu süreç, çoğunluğu Fransızlardan oluşan bir felsefe okulu kurmuştu. Modernitenin ürettiği bütün kavramlar acımasızca eleştiriliyor, Aydınlanma felsefesine dair süregiden tartışmalara yeni boyutlar ekleniyordu. Son demlerinde iyice olgunlaştırdığı yapısökümcülük, kimilerinin nihilizm suçlamasına yol açsa da, bu postmodern güruhun ortaya koyduğu ‘yenilik’ gündelik hayattan politikaya, edebiyattan felsefeye ve sanata pek çok alanda coşkuyla karşılanacaktı. Yeniydi, çünkü eskinin ne olduğunu kavrayan bir yeniliğe kapı aralamışlardı. On dokuzuncu yüzyılı belirleyen sosyal ve ekonomik koşulların sonuçları, yirminci yüzyılda yepyeni kültürel etkiler doğurmuştu. ‘Yeryüzünde şairâne oturan’ kimseler için, bu yeni etkileri keşfetmek ve Batı felsefesinin sınırlarını zorlamak çok cazip hâle gelmişti. İlk bakışta birbirinden çok farklı gibi duran disiplinleri bir araya getirmişler, ele aldıkları her disiplini yeniden kurgulamışlar ve en çok da metodoloji üzerine yaptıkları yeniden düşünme egzersizleriyle Batı’nın düşünme alışkanlıklarına etki etmişlerdi. Makro boyutta devrimlerin yaşandığı yirminci yüzyılın ortasında durup mikro boyutta kırılmaları analiz etme gayreti kısa zamanda meyvelerini verecekti. Mikro-politik algı, Avrupa’nın çehresini değiştirdi. Devlet ve birey neredeyse yeniden tanımlandı. İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden yeni bir anlayış doğdu belki de. Gene de, bugün pörsüyen, umutları yerle bir olan, bir bakıma nihilizm suçlamalarını haklı çıkaracak derecede uykuya yatan ne varsa, onlardan sorumlu tutulacaklardır. Derrida’yı nihilist olmakla suçlayanlar, Foucault’yu aşırı karamsar olmakla mimleyecekti.

Bütün bu tartışmaların ortasında, Ayraç’ta bu ay okuyacağınız yazılar, postmoderniteye bir giriş mahiyetindeler. Yapısökümcülerin açtığı yoldan giderek, bir çatı kurmamayı, kuramsal olarak bir izlek tayin etmemeyi daha uygun gördük haliyle. Yalnızca, Derrida’nın yaptığı gibi belki, bize yeni şeyler düşünme imkânı tanıyan bazı kimselerden bahsederek, düşünme alışkanlıklarımızı gözden geçirme imkânını sorguladık. Türkiye için gerçekten ‘yeni’ olan bazı kavramları, birinci elden işlemeye çalıştık. Bu minvalde Derrida’yı Ali Utku ve Mukadder Erkan, Michel Foucault’u Abdullah Yavuz Altun, Gilles Deleuze’ü Enver Gülşen inceledi. İlk söyleşimizi de dosya konusu üzerinden sosyolog mütercim Hüsamettin Arslan ile yaptık. Yunus Emre Tozal Ali Şeriati ve Julien Benda’nın “aydın” kavramlarını karşılaştırırken, Cemil Üzen ve Mehmet Ulukütük Wittgenstein üzerine yayınlanan iki önemli kitabı tahlil etti. Ahmet Bozkurt’un “Gülmenin Halleri” başlıklı yazısı, İbrahim Tenekeci’nin “Şiirde Kelime Seçimi” başlıklı yazısı, Mustafa Yalçınkaya’nın “Thomas Hobbes’un Leviathan’ına Karşılaştırmalı Bir Bakış” başlıklı yazısı ve Ahmet Sarı’nın “Thomas Bernhard Sözlüğü” incelemesi bu sayının dikkat çeken yazıları.

Bu sayıda ikinci söyleşimizi ilk şiir kitabı yayınlanan Ahmet Edip Başaran ile yaptık, keyifle okuyacağınızı umuyoruz. Nurullah Turan ‘Kilişenin Yapısökmü’nü, H. Ömer Özden Erzurum’un Cinis köyü üzerine yazdı. Ramazanın gelişiyle birlikte açılan Dini Yayınlar Fuarı üzerine Funda Edes, e-kitap üzerine Furkan Arık Ayraç Haber bölümündeler.

Bir sonraki sayıda görüşmek üzere,
İyi okumalar…

Cogito’da futbol

Dosya: Dünya Gözüyle Futbol

Sayı: 63 / Yaz 2010

İlker Aktükün - Futbolun Siyasi Tarihine Kenar Notları
Kıvanç Koçak - Milliyetçiliğin Bir Av Sahası: Futbol
David Inglis ve John Hughson - Güzel Oyun ve Gündeliğin Proto-Estetiği
Tanıl Bora - Yeşil-Kırmızi, Şark’ın Yıldizi “Boş Kale, Qibrak!”
Selçuk Candansayar - Futbol, Delinin Aşkı
Nelson Rodrigues - Futbolda Freud
Emre Sarıkuş - Futbolun Psikopatolojisi
Ulaş Başar Gezgin - Futbol Neden En Yaygın Spordur? Resim Sergilerine Gidenlerin Sayısı Neden Az? Ve Dahası...
Bartosz Weiss - Günümüzde Medeniyetler Çatışması Olarak Futbol: Rakip Tarafların İmgelerinin Yaratılışı
Allan C. Hutchinson - Derrida Futbol Oynamış Olsaydı
Osvaldo Soriano - Gallardo Pérez, Hakem
Hande Birkalan-Gedik - Futbolun Cinsiyeti, Futbolun Cinselliği: Feminist Bir İmkân ve İmkânsızlık Olarak Futbol
Tunca Arslan - Yeni bir futbol kültürü için... Ofsaytta yaşayanlar paslaşıyor
Antonio Negri - Milan, Kesinlikle!
Tan Morgül & Turgut Yüksel - Futbol ‘ilahi’ bir tombaladır
Özgür Dirim Özkan - Futbol Kime Ait? Futbolun Popülerliği ve Dünya Kupası
Doruk Yurdesin - 18. Yüzyıldaki Arsa İşgallerinden 21. Yüzyıldaki Evsizleştirme Hareketine Değişen Çağ, Değişen Yöntemler ve Futbol
Barış Karacasu - Futbol Şarkılarının Dünü ve Müzikli, Resmi, Kısa Dünya Kupası Tarihi
Cevat Çapan - Abidin Dino Mutluluğun Filmini Çekiyor
Vishanthie Sewpaul - Ulusal Kimlik, Milliyetçilik ve Futbol 2010: Sosyal Hizmetler Endişelenmeli mi?
Yavuz Yıldırım - Başka Bir Dünya Kupası: Mondiali Antirazzisti
Gülengül Altınsay - Afrika Zamanı, Seksist Olmadan Futbolu Sevme Zamanı

'Payîz' kültür, edebiyat, düşünce

Payîz her ne kadar Türkçe’de sonbaharın karşılığı olsa da, aslında dökülmeyi değil, yeşermeyi insanlık duvarına bir taş koymayı hedefliyor. Payîz, önce emekleyen bir çocuktu, sonra ayakları üstünde durmayı öğrendi derken, güçsüz bacaklarıyla yürümeyi başladı. Şimdi ise edebiyat dünyasına çıktığı yolculuğuna emin adımlarla yoluna devam ediyor.

Edebiyat dergisi olmasına rağmen tarihsel, aktüel ve sosyal içerikli yazı, şiir, öykü ve denemelerle hayattan kopuk olmadığını, hayatın içinde olduğunu kanıtlar niteliktedir. Böylesine kirletilmiş bir dünyada, her önüne gelenin dergi adına gerçeklerden kopuk bir şeyler karaladığı bir dönemde, Payîz’in üstlendiği toplumcu ve gerçekçi misyonu, onu hak ettiği yere ulaştıracaktır. Bir avuç genç arkadaşın bu gayreti takdire şayandır. Başta maddi imkânsızlıklar ve diğer zorluklara rağmen, inadına çıktıkları yolda yürümeleri insanda bir sempati uyandırıyor.

Payîz tarihin kirli sayfaları arasında kaybedilmiş, insanlık tarihinin utanç sayfalarını gün yüzüne çıkarıyor. Bu sayıda Şeyh Said kıyamında yaşanan barbarlığı, vahşeti ve zulmü Kürtçe bir şiir ve Türkçe bir denemeyle okuyucuya yansıtıyor. Ayrıca Kürt coğrafyasında ve Filistin de yaşanan acılar, bir bütün olarak dünyada yaşanan acılar yazı ve şiirlerle çığlığa dönüşüyor. Bu arada heybelerinde umut taşıyan Mavi Marmara yolcuları da bir kez daha hatırlanıyor ve hatırlatılıyor okuyuculara.

Yıldız Ramazanoğlu ile hem hal… başlığı altında yazmak ve öykücülük üzerine kısa bir söyleşi yapılmış. Yıldız Ramazanoğlu yazmayla ilgili düşüncelerini şöyle dile getiriyor: ‘’yazmak yola çıkmaktır. Ana yola çıkma çabası. Tabii ki dikenlerin, kanın, revanın içinden…’’ Kürt sorunu ve hak ihlalleri üzerine sorulan başka bir soruda da, düşüncelerini şöyle dile getiriyor: ‘’Çok çetin çatışmaların, çelişkilerin içinden geçiyoruz. Bunlar yazıya girecek elbet, hatta edebiyata da girecek, ayıklamanın manası yok ya da bundan kaçınmanın…’’ Yıldızoğlu son olarak gençlere tavsiyelerde bulunarak söyleşiye son veriyor.

Muhammed Fadlallah’ın Şii-Sunni Ayırımı Haram Kılınmalı! Yazısına yer verilmiş. Fadlallah burada İslam birliğinden ve mezhepler arası çatışmaların yasaklanmasından söz ediyor. Fadlallah düşüncelerini kısaca şöyle dile getiriyor: ‘’… Arap ve İslam medyasındaki birçok çevrenin mezhep savaşına girmesi üzücü. Bu mezhep savaşı düşmanın çıkarına hizmet edecek, her şeyi yakacak ve nihayetinde düşmanlarının lehine, Araplarla Müslümanların aleyhine olacak fitneyi tesis edecek…’’

Bu arada bir uçak kazasında hayatını kaybeden Bahattin Yıldız da unutulmadı. Bunun gibi Payîz’in bu son sayısında birçok güzel konu işlenmiş. Şiirler, denemeler, öyküler, yazılar hepsi birbirinden güzel. Payîz’in yolculuğuna çıktığı bu zorlu yolda, çıtayı daha da yükselteceğine inanıyoruz. Ve genç arkadaşlara başarılar dilerken, yüreğimiz sizinle diyoruz. Dergiye payizdergisi@hotmail.com ve www.payizdergisi.com adresinden ulaşabilirler.

'Dil ve Edebiyat' dergisi

Derginin editörü Mehmet Kamil Berse, Niyazi Mısrî’nin, mısralarıyla söze başlıyor: “Hamr-ı rûy-ı yâr ile sekrân olan anlar bizi / Katresin bahr eyleyüp umman olan anlar bizi / Cahil anlamaz zev’il–irfân olan anlar bizi / Vâkıf-ı esrâr olup hayrân olan anlar bizi / Anlamaz hayvan olan, hayran olan anlar bizi / Halkın artık eksiğini gördüğümüz yoktur bizim / Kimseye tan etmeğe hiç dilimiz yoktur bizim / Lâ-mekândan gelmişiz biz ilimiz yoktur bizim / Bu fena gül-zâra asla meylimiz yoktur bizim / Her seher bülbül gibi nalân olan anlar bizi.” Ardından, “İnsan ruhunu ve zihnini geliştirmenin yolu kitap okumaktır, hem de çok okumaktır. Bizler, geçmişten gelen birikimleri, yeni nesillere aktarmak gibi bir sorumluluk içindeyiz. Aktarılmayan her bilgi, her düşünce yeni nesillere karşı yapılan suçtur. Okunası kitaplara yüz çevrilen günümüzde, ne yazık ki bir kitap baskısı, ortalama iki bin civarındadır. Bizlere görmediklerimizi gösterip duymadıklarımızı duyurduğu, bizden önce gelmiş geçmiş milyonların -dönmemize imkân olmayan- dünyalarına götürdüğü için, kitabı, çağlar arasında bir köprü, her derde deva ve faniliğe meydan okuyan bir ölümsüz sayıyorum.” diyerek, okumanın önemine dikkat çekiyor…

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, “Bir Sözün Serüveni”, Prof. Dr. Hamza Zülfikar “Dili Yabancılaştıranlar Kimlerdir” ve Prof. Dr. Muhsin Macit “Gülşenîlerde Türkçe Sevgisi” başlıklı yazılarıyla, dil konusunda bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyorlar.

Derginin “Ayın Dosyası” başlıklı bölümünde bu ay, Hacı Bektaş-ı Veli işleniyor. Prof. Dr. Hikmet Özdemir’in kaleme aldığı dosyayı ilgiyle okuyacaksınız.

Derginin bu sayısına Recep Garip, “Okumanın Kutsallığı”, Üzeyir İlbak “Dil-Anlam ve İletişim-Uzlaşma” adlı makaleleriyle katkıda bulunuyorlar.

Mehmet Kamil Berse, gezi yazısında Şili’yi tanıtıyor. Berse, “Orada, Bir Ülke Var Uzakta” adını verdiği yazısında, bu defa Güney Amerika’da bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

Yine bu sayıda, kültür ve edebiyat hayatımıza renkli kişilikleri ve eserleriyle derin izler bırakmış olan Münevver Ayaşlı, Orhan Seyfi Orhon ile Nezihe Meriç birer yazıyla yâd ediliyorlar. Sadettin Kaplan, “Şişesiz Lambalar” adlı denemesi; Sinan Yıldız, “Sevda” ve Ayşe Canbaz, “Gecenin Kâbusu” adlı hikâyeleriyle derginin ağustos sayısına konuk oluyorlar.

Recep Garip, Olcay Yazıcı, Kâmil Uğurlu, Nevzat Akyar, Abdullah Çelebi ve Niyazi Karabulut birer şiirle dergiye katkıda bulunuyorlar. Murat Oktay, bu ay altı kitabın tanıtımıyla kitapseverlere seçenekler oluşturuyor. “Ayın Faaliyetleri”nde, derginin ve derneğin ay içindeki aktivitelerini öğreniyoruz.

Çıktığından itibaren artarak zenginleşen muhtevasından, kâğıt ve baskı kalitesinden ödün vermeyen Dil ve Edebiyat dergisinin 20. sayısı, bayilere ve abonelere dağıtıldı. Nice güzel sayılara…

'Notos' e-kitabı irdeledi

E-Kitap Hayatımızda

* Oruç Aruoba: “Gürültü içinde sessiz, kalabalık içinde yalnız.”
* Enis Batur: “Merak Cemiyeti”
* Hüseyin Cevahir: “Çocuk ve Allah’ta Simgeler, Görüntüler, Çelişmeler”

Edebiyatımızın önde gelen dergilerinden Notos, Ağustos-Eylül, 23. sayısında kapak konusunu E-kitap’a ayırdı. E-kitabın hayatımıza girişiyle birlikte ve zamanla basılı kitapların ortadan kalkacağı endişesi yerinde mi? Uzun yıllardan bu yana, çeşitli yeniliklerin ardından sık sık romanın ya da kitabın öleceği tartışmaları yapılmasına karşın, ne roman, ne de kitap hayatımızdan çekildi. Basılı kitap, açıkça söylenebilir ki, varlığı sona erdirilmesi olanaksız bir nesne olarak yaşamayı kesintisiz sürdürecek. E-kitap ise, yayıncılık dünyasının yeni teknolojiyle arasını düzeltecek, yeni bir kapı açacak. Notos’ta e-kitap konusu, bütün bu yanlarıyla birlikte ele alınırken, okurlar için bir “e-kitap kılavuzu” yerine geçecek bilgiler veriliyor.

Derginin bu sayısında, felsefeci Oruç Aruoba ve Fransız yazar Olivier Rolin ile yapılmış iki söyleşi var.

Notos, 68 Kuşağı’nın önde gelen kişiliklerinden olan Hüseyin Cevahir’in edebiyat yazılarını yeniden yayımlamayı da sürdürüyor. Hüseyin Cevahir’in, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şiiri üstüne, Çocuk ve Allah kitabından çıkarak yazdığı eleştiri yazısının da dönemin edebiyat kültürüne önemli bir katkı olduğu görülüyor.

'Lacivert' öykü ve şiir dergisi


Merhaba,

Uzun bir yaz. Bahçede vişne, tencerede kaynayan reçel, sokaktan gelen top sesleri… Küçük bir erkek çocuğu bisikletinin üstünde ha bire tekerleklere yükleniyor, yalpalıyor ve yerde. Bir anne, uçuşan etekler… Yaşanası bir dünyanın bu sesleri, sanmayın ki kayboldu. Korkunç müteahhitlerin diktiği cam kafeslerin arasında varlar. Yeter ki kulak verin. “Vadim hala yeşil.” Bahçelerde, cama betona boğulan yüksek evlerde, şehrin saklı mahallelerinde, insan sesleri arasında Lacivert de yaşayıp gidiyor.

Melike ve Şafak bizim yeni sakinlerimiz. Derginin çıkması için ta Diyarbakır’dan omuz veren Faruk ile birlikte, hepsi bu işi yarınlara taşıyabileceğimizin umudu. Onlara aramıza hoş geldiniz diyoruz.

Bu sayıda 2008 Yunus Nadi Öykü ödülünü alan değerli yazarımız Alper Akçam ile sanat anlayışı, eserleri, Türkiye’nin siyasi tarihi, aydınlanma süreci üzerine uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirdik. Ülkemizin son yüzyılının serüvenine sanat cephesinden bakmaya çalıştık. Bilgi kirliliğinin yaşandığı bu dönemde, Sayın Akçam’ın değerlendirmelerinin ufkumuzu açacağını umuyoruz.

Mektup; unutulmaya yüz tutan bir yazın türü. Şimdilerde postacılar sadece fatura taşımakta. Bu bağlamda, yazarların edebiyat anlayışlarını dile getirdikleri, edebiyat ortamını tartıştıkları edebi mektuplarını konu edinen bir dosya hazırladık. Belki geçmişe bir yolculuk, belki yeni bir bakış açısı… Severek okuyacağınızı umuyoruz.

Dünya edebiyatından Romain Gary’i sayfalarımıza taşıdık. Yazdıkları ve farklı kişiliği ile ilginizi çekeceğini düşünüyoruz.

2 Temmuz!.. İçimizi yakan gün. Bir daha yaşanmasın!..

İyi okumalar.

'Semerkand' dergisinde 'Hatıralar ve Dini Hayat'

Semerkand dergisi Ağustos sayısı, alışılagelmiş dosyalarından farklı bir konu ve dosya ile okurun karşısına çıkıyor. Birden çok yazarın yazısından meydana gelen dosyanın başlığı “Hatıralar ve Dini Hayat”.

Dergi yazarlarından Ali Yurtgezen, Ali Uysal, Taha Yıldız, Hasan Akçay, Ahmet Miroğlu ve Ali Sözer dosyaya yazılarıyla katkı yaparken, çocuk edebiyatına dair eserleriyle tanınan Yaşar Koca çocukluğundan bir anekdotla dosyada yer alıyor. Ayrıca İttihat ve Terakki döneminde hapse atılan gazetecilerden Süleyman Sırrı’nın zindanda geçirdiği ramazan günlerinden bir emet ve Uzun Çarşının Uluları adlı kitabın yazarı merhum Mitat Enç’ten de bir iktibas dosyada yer alan diğer yazılar.

Ramazana ve oruca dair hatıralarla başlayan dosya, zekât ve namazla ilgili anekdotlarla devam ediyor. Ali Uysal ve Ali Yurtgezen dinî hayata dair latifelerle dosyaya renk katıyorlar. Hasan Akçay ve Hüseyin Kaya çocukluk ve ilk gençlik yıllarından birer hatıra ile dosyayı zenginleştiriyorlar. Ahmet Miroğlu’nun yıllar içinde karşılaştığı portreler de dosyaya çok farklı bir hava katıyor. Dosyanın takdim edildiği yazıda ise, konuyla ilgili şunlar söyleniyor: “Ramazan ayı, yanlış giden hayatı düzeltmek, ibadete, Allaha kulluğa başlamak için başlı başına fırsattır. (…) Gününde orucu, gecesinde teravihi, mukabelesi, ziyaretleriyle gönül enginlere kanat açar. Ve mümine hiç eskimeyen hatıralar kalır. Dilden dile, nesilden nesle anlatılır bu hatıralar. İlk günkü sıcaklığıyla her dinleyende iz bırakır. Müslüman nasıl yaşar, Rabbiyle irtibatından ne hoşluklar devşirir, neler hisseder, bunları öğretir. Bunlar çok saf, çok berrak, tertemiz insanî hikâyelerdir. Semerkand’da bu ay, böyle ibadet anlarının izlerini, mesajlarını taşıyan hatıralardan bir demet yer alıyor. Kimi yazarlarımızdan, kimi artık hayatta olmayan yazarların kitaplarından… Kendi hatıralarımızla da bir araya geldiğinde ne kadar aynı olduğumuzu, aynı kulluk atmosferinde yaşadığımızı gösteren, birbirinden ilginç, güzel hatıralar…”

Semerkand’ın bu sayısında Halil Akgün, geçen ayki yazısının devamı niteliğinde “İslâm’da Din-Bilim İlişkileri” adlı yazı ile İslâm bilim tarihine değiniyor. Kürşad Salih Yaman, “Nimet ve Şükür” adlı yazısında bir Müslüman’da olması gereken nimet algısı ve şükür halini anlatıyor. Dergiye bu ay katılan Mustafa Irmak, “Unutulmaya yüz Tutmuş Büyük Bir Sünnet: İtikâf” adlı yazısıyla yer alıyor. Hüseyin Kaya, “Ayrılığın Resmi” adlı akıcı denemesinde ayrılık üzerine konuşuyor. Mükerrem Mete ise, “Kuldan Allah’a Giden Yol” adlı yazısıyla hizmet olgusuna değiniyor.

Semerkand dergisi bu ay da birbirinden ilginç yazılarla birlikte özenle hazırlanmış çocuk ekiyle okuyucusuyla buluşuyor.

'Altınoluk' dergisi

Ağustos ayına geldik, Ramazan hilali görünmek üzere…

Rabbimiz, bu kutlu ayı, orucuyla, beş vakit namazıyla, teravihleriyle, Kur’an tilavetleriyle, tefekkürleriyle, infakıyla, Kadir gecesi ihyası ile, umreleriyle ve bayramıyla gereği gibi değerlendirebilmeyi ve nihayetinde gönüllerimizde cennet iklimi yaşamayı cümlemize nasib eylesin.

Diyanet İşleri Bakanlığı, bu yılı, nüzulünün 1400’üncü yılı olması sebebiyle “Kur’an Yılı” ilan etti.

Kur’an, bizim hayat pınarımız ve biz, Altınoluk olarak, her sayımızı o pınardan beslenerek hazırlamaktayız. Yani hiçbir ayımız, hiçbir sayımız, hiçbir sayfamız, o pınardan su içmeksizin hazırlanmıyor.

Ama, dedik ki, “Kapağımıza Kur’an-ı Kerim’i taşıyacağımız bir sayımız olsun”, ve dedik ki, “Bu sayı Kur’an ayı olan Ramazan’da çıksın!” İşte elinizdeki sayı böyle doğdu.

Bir dergi Kur’an’dan mesaj alarak kapak dosyası yapmak istediğinde, öylesine zengin bir kaynağa başvurmuş olur ki, tarifi imkânsızdır; çünkü Kur’an’ın her ayetinde insanoğluna bir Rabbani hitap vardır. Bizim de böyle pek çok sayımız oldu.
Bu sayımız, biraz daha farklı.

Bu sayımızda, Müslüman ile Kur’an arasındaki münasebeti daha bütüncül ele alalım istedik. Aslında daha önce bunu da yaptık. Bir sayımızın kapağında “Kur’an’la hukukumuz”u ele aldık ve “Okumak, anlamak, yaşamak”dedik.

Bu sayımızda, bu hukukun bir başka yönünü, “ihmal ve ihlal edilme” durumunu değerlendireceğiz.

Kur’an’la ilişkimiz, Kur’an’ın bizden beklediği kalitede değilse ne olur? Ne olmuş olur? Buna Kur’an ne der, Kur’an’ı bize taşıyan Allah Rasulü ne der ve Kur’an’ın asıl sahibi ne der?

Kapağımıza “Kur’an yakamıza yapışırsa…” gibi bör söz koyduk. Ürkütücü bir şeyden söz ettiğimiz açık.

Ama böyle bir ihtimali, “Sadık Haberci” olarak Rasulullah Efendimiz’in bildirmesi ile öğreniyoruz bizler…

Kim ister böyle bir şeyle karşılaşmayı? Ama Rasulullah Efendimiz’in ikazı bunu ihtar ediyor: Kur’an’la hukuku sağlıklı yürümeyen kişi, Kur’an’ın yakasına yapışmasına hazır olmalı, ya da, Mahşer ortamında Kur’an’ın yakasına yapışmasını istemeyen kişi, bu alemde Kur’an hukukuna riayet etmeli…

Bu sayımızda, bu çerçevede çok güzel yazılar, mülakatlar var. Erzurum’dan iki tefsir hocamız, muhterem Prof.Dr. Sadık Kılıç ve muhterem Prof. Dr. Lütfullah Cebeci, yapılan mülakatlarda, çok güzel değerlendirmeleri ile yer aldılar bu sayımızda. Sadık Kılıç Hoca’nın, daha önce “Vakti gelmedi mi?”kapak sözünün yer aldığı sayımızdaki yazısını unutmamışsınızdır. Onun kadar coşkulu ve yürekten bir mülakat aldık ondan. Benzeri bir mülakatı Lütfullah cebeci Hoca verdi, kısa ama her cümlesi derin tefekkür ürünü bir mülakat oldu onunki de…

Bu sayımızda, aynı eksende daha bir çok yazı var. Dileriz ki Ramazan’a doyun, Kur’an’a doyun, ibadete doyun. Dileriz ki, Ramazan’dan çıkarken, tüm bu güzellikler içinde yoğrulmuş yepyeni bir toplum oluşsun.

Rabbimizden yardım niyaz edelim, gayret edelim, neden olmasın! Sizleri Altınoluk’la, Şebnem’le, Altınçocuk’la başbaşa bırakıyor, şimdiden Ramazanınızı, Kadir gecenizi ve bayramınızı tebrik ediyoruz. Allah’a emanet olunuz…

'Sincan İstasyonu' dergisi

Ağustos 2010, Sayı: 36

Ayşe Sarısayın * Mehmet Mümtaz Tuzcu * Turan Karataş * Süreyya Evren *
Tuncer Uçarol * İbrahim Baştuğ * Şahin Taş * Cihat Duman * Mehmet Aycı *
Emel Güz * Korkut Kabapalamut * Vasiliki Papageorgiou * Ayhan Gülsoy *
Osman Namdar * Ercan Y. Yılmaz * Hasan Efe * Hüseyin Şahin * Solan Betük *
Mesut Adnan * Bünyamin Durali * Ramazan Teknikel * Bekir Doğanay * Abdülkadir Budak


“Böyle bir dünyada şiir ne işe yarar?” * Sincan İstasyonu haddini mi bilsin? *
İnternette ah şiir, vah şiir * (Ana)dil(i) bağlamında Dasein veya Das Mann olmak *
“Öykü Zamanı” * Sessiz çığlık * Günsüz günlükler * Bir şiirgezerin notları * Mehmet H. Doğan’ın kitaplarından… * Cemil Kavukçu’nun “Düşkaçıran”ı Çanakkalede mi, Mersin’de mi?

Hüseyin Siret Ahmet Haşim’i etkiledi mi? * Neyi, kimden öğrenmiş? * Hüseyin Şahin’e sorduk * Delik Torba * Bir hatırlatma * Bir mektup * Tekzip yerine * Füsun Akatlı’yı kaybettik *

Dengeci şiir ortamı * Denektaşı * Tebessüm * Edebiyat dünyasında ne var, ne yok.


İletişim:

www.sincanistasyonu.com
sincanistasyonu@mynet.com

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com