2008-12-30

"Kurtuba" dergisi çıktı !..


Kurtuba Andlaşması

“Duyarlı her insanın zihninde mutlaka bir Endülüs metaforu vardır. Endülüs kimilerine göre: gemileri yakacak kadar idealize olmanın resmi.

Kimilerine göre: yakılan yüz binlerce kitap sonrası, koca bir medeniyetin hafızasının yok edilmesi, kimilerine göre: ittifak kurmuş bir haçlı zihniyetine karşı, parçalara bölünerek iç çatışmalar yaşayan bir toplumun, tecrübe edilmiş hazin sonu.

Kimilerine göre: Gerek ilmî, gerek kültürel ve gerek sanatsal anlamda insanlığa müthiş katkılarda bulunmuş anıtsal ve efsanevî bir abide.

Kimilerine göre: batılılar tarafından Müslüman oldukları gerekçesiyle katledilmemek için, hristiyan olduklarını söyleyen ve gizli Müslüman olarak hayatlarını idame ettirmek isterken, batılıların hışmından yine de kurtulamayan Moriskoların tarihe attıkları imza.

Kimilerine göre: Ebu Abdullah'ın annesi Valide Sultan Fatıma'nın, El Hamra Sarayı'nı bir daha dönmemek üzere terk ettikleri sırada, Gırnata'nın hakim tepesinde ağlayan Endülüs'ün son hükümdarı olan oğluna; “Bir yiğit gibi savunamadığın şey için şimdi bir kadın gibi ağla” ağıtını yaktığı tarihin en nedametli mekânı.

Fetih, hakimiyet, medeniyet, bölünme ve soykırım gibi beş farklı dönemi bir arada yaşayan Endülüs'ü ve dolayısıyla Endülüs'ün başkenti Kurtuba'yı bir metafor olarak anlamlı bulduğumuz için dergimizin adını “Kurtuba” koyduk. Çünkü yaşadığımız bu çağda, dünya coğrafyasının her bir karış toprağı bir kez daha Kurtuba tecrübesine şahitlik ediyor.

Özet olarak söylemek gerekirse; “Her yer Kurtuba ve yeryüzündeki bütün Müslümanlar bir yanıyla Kurtubalı”.

İslam dünyasının dirilişine tanıklık etmek için kurduğumuz dergimiz acı tazeleyen değil, ümit tazeleyen bir dergidir.

Kaygı üretenlere değil, proje üretenlere dikkat çeken bir dergidir. Kendisini mikro milliyetçiliğin sınırları içine hapsedip dünyaya kapılarını kapatan Müslümanlara, İslam olmanın alameti İttihad-ı İslam (yani bütün dünyada İslam birliği) idealini hatırlatan bir dergidir. Söz medeniyetinin varisleri olarak edebiyatı önceleyen bir dergidir.

Ruhu harekete geçirmeyen edebiyatı görmezden gelen bir dergidir. “Nihayet iktidar olduk, yakında muktedir de olacağız” diyenlere, özeleştiri olmadan özneleşemeyeceğimizi dikte eden bir dergidir. Kitle dergisi olmayıp özne dergisi olacağına söz veren bir dergidir. Esaslı bir duanın, yolu yarılamak anlamına geldiğinin farkında olan bir dergidir.

Yıkıcı değil kurucu bir dergidir. “Yeniden başlamak için güzel bir gün” sözünü sarfedenlere kapılarını ardında kadar açan bir dergidir. Doğulu olup batıyla arasındaki kapanmamış hesabın farkında olan bir dergidir. Çay demlemesini bilen muhabbet ehli adamlara selam duran bir dergidir. Ruhunda Kudüs kaynayan bir dergidir.

Ez cümle:

Bir dergi çıkarmak bir dua etmektir. Allah duamızı kabul buyursun.”

Kurtuba

Şu soğuk kış günlerinde içimizi ısıtan bir haber: KURTUBA dergisi çıktı !.. Hayırlı olsun dostlar, bereketli olsun. Nice güzelliklere, iyiliklere…Selâm ve muhabbet ile

İrtibat:
http://www.kurtubadergisi.com
kurtubadergi@gmail.com

2008-12-28

Bir Zamanlar "Pınar" Dergisi


Henüz tarihi yazılmamış, ama adından çok söz ettiren bir teşkilat olarak Yeniden Milli Mücadele hareketi karşımıza çıkmakta.

1968"lı yıllarda kurulan, “sokaklarda değil, koridorlarda” mücadele veren, dönemin önemli gençlik hareketlerinden biridir YMM hareketi.

Öyle ki İsmet İnönü"nün damadı Metin Toker tarafından bizzat TRT"de yayınlarla “Sağın Dev-Genci” olarak takdim edilmiş ve dönemin “tehdit” arzeden bir gençlik teşkilatı olarak sunulmuştur.

Bir döneme damgasını vurmuş bu hareketin ne olursa olsun eğrisi doğrusu ile tarihi yazılmalı.

Hareket, kendi yayın organı haftalık “Yeniden Milli Mücadele” mecmuası yanında önemli bir edebiyat dergisi de yayınlanmıştır. Esasen Çapa Yüksek Öğretmen Okulu tarafından yayınlanan dergi aslında hareketin edebiyat, kültür, sanat anlamında bir mektebi olmuştur. Sadece hareketin dergisi olmakla kalmamış, bir müddet sonra bir ekol olarak döneme damgasını vurmuştur.

Bugün “Pınar” ne acıdır ki bir geleneği olan dergiler arasında zikredilmemekte. Bizce “Pınar”ın yakın tarihte bir düşünceye, bir medeniyete yaslanan Diriliş, Büyük Doğu, Mavera, Hareket v.s. gibi dergiler zikredilirken anılmaması büyük bir eksikliktir.

Kimler geldi, kimler geçti Pınar"dan peki? Ahmet Taşgetiren, Mehmet Akif Ak, Ahmet Efe, Mehmet Taşdiken, Mehmet Ali Taşçı, Veli Şirin, Recep Kırış, Cevat Özkaya, Necati Aykan, Haşim Vatandaş, Hasan Karal, Gazi Altun, Sefa Kaplan, Mustafa Aydın, Hasan Erden ve ismini zikredemediğimiz yüzlerce isim…

Yazarı, çizeri ile Milli bir duruş sergileyen dergi, her meselede Milliliği esas almıştır. Milli Hikayeler, Milli Edebiyat, Milli Sanat… Rivayet olunur ki bu millilikten kasıt İslâmîlik"tir. Bu, zaten yazılarda yerli olan, İslâmi olan bakış açısından kendini göstermektedir.

Dergi kapağından başlayarak içerik, muhtevaya kadar tamamen bir estetiğin, estetik düşüncenin ürünü idi. Bu “sanat ideolojinin estetik hüviyet kazanmasıdır” şeklinde hareketin sanat anlayışında da dile getirilmiştir.

Dergi 70"lı yıllarda önemli bir çıkış yakalarken pek çok önemli ismi özel dosyalarında işlemiştir. Sezai Karakoç, Peyami Safa, Mehmet Akif, Yahya Kemal… Bunun dışında Cemil Meriç gibi son dönemin tefekkür ve düşünce tarihimizin önemli isimlerinden biri de bir süre dergide yazılar yazmıştır.

Dergide pek çok güzelliğin yanından Ahmet Taşgetiren gibi önemli bir büyüğümüzün de hemen hemen her sayıda şiirleriyle yer aldığını görüyoruz. Maraş"ın şiir ve şair anlamında bereketli bir memleket olduğunu biliyoruz ama Ahmet Taşgetiren isminin şiirleri bizim için de ayrı bir güzellik arzetmekte. Temennimiz yazılarının kitaplaştığı gibi şiirlerinin de kitaplaşması.

Dergi için yazılacak çok şey var. Pınar dergicilikten sonraki süreçte yayınevi olarak devam etti ve ediyor. Lakin siz Pınar"ın başına doğru adım atarsanız o size dönemin fikir, edebiyat ikliminden önemli şeyler bahşedecektir. Birileri derginin bibliyoğrafyasını çıkarmalı ki o zaman nelerin gözden kaçtığını görülsün. Öylese Pınar"ı kütüphanelerden veya yakınlarımızda bulunan Mücadeleci ağabeylerden ısrarla soralım.


Kâmil Büyüker



Kaynak:
www.dunyabizim.com

2008-12-27

Dergilerde yılın son sayıları

Putperestlik, özünde siyasi, iktisadi veya dinî fetişler üreten baskı ve sapmaların bir sonucudur. Bu ifadeyi kapaktan veren NİDA dergisi, konuyla ilgili olarak özel bir bölüm ayırmış. Bu bölümde “Putçuluğun Modern Tezahürleri”, “Evrensel Bir Sapma Olarak Put ve Putçuluk”, “Put Üreten Bir Varlık Olarak İnsanoğlu”, “Antik ve Modern Putçuluklar”, “Putlaştıran İnsan”, “Put, Putçuluk ve Putlar”, “Çok Şirindir Putlar”, “Çağdaş Putçuluk”, “Putlar, Putçuluk ve Gelenekçiler” başlıklı yazıları sırasıyla M. Kürşat Atalar, Celaleddin Vatandaş, Mehmet Yaşar Soyalan, İbrahim Sarmış, Vejdi Bilgin, Osman Eskicioğlu, Mehmed Durmuş, Adil Akkoyunlu, Nihal İlimen kaleme almışlar. Dosyayla ilgili olarak Ümit Aktaş’la yapılan mülakat da ayrı bir önem taşıyor.

Ümit Aktaş’ın verdiği cevaplardan bir iktibas: “Putperestlik bugün daha karmaşık ve soyut biçimlerde vücut buluyor. O nedenle de anlaşılması kadar, önlenmesi de daha güç. Sözgelimi Türkiye’deki bir yığın insan, hayatta olmalarını ve varlıklarını bir kurtarıcıya borçlu olduklarını düşünerek her fırsatta bu kurtarıcı önünde dinsel bir huşu ile tazimde bulunmaktadırlar. Pozitivist bir laikliğin maskesi altında, gerçekte dünyanın en zavallı zihniyetlerinden biri siyasi tahakkümünü sürdürmekte. Ama bu, elbetteki Müslüman halkın buna yatkın olmasıyla da alakalı bir tutumdur.” (Malatya’da yayınlanan Nida’ya şu yollarla ulaşmanız mümkün: 0422 321 21 87 / nida_dergisi@hotmail.com)

“Ülkemizin bütün çiçeklerine bir damla yağmur olmak için…” Hasan Ahmet Gökçe bu başlığı atmış. Zira YAĞMUR dergisinin 10. Yılı idrak ediliyor. Sayı: 40. Peki neler var 40. Sayıda? İşte birkaçı: “Peygamberimiz (S.A.S) ve Söz” başlıklı yazının ikinci bölümü, “Lebrîz… Ata Yâdigârı”, “Az Gittik Uz Gittik: Evliya Çelebi’nin Romanı”, “Necip Fazıl’ın Mistik Aynası: Visal”, “Aynaların Eşeğinde Bir Şair: Âsaf Hâlet Çelebi”, “Ali Şîr Nevâî’nin Dinî-Tasavvufî Eserleri” “Şahsiyetli Bir Entelektüel: Babanzâde Ahmet Naim”, “Ali Ünal ile Mülakat”…

Yağmur’da Mehmet Erdoğan, Mehmet Doğan, A. Bahşi, Fuzûlî, Ketencizâde Rüştü, Hasan Ejderha (Bu şairimizin “Hasta Anneler Ülkesi”ne özellikle dikkat!), Bestami Yazgan, Ömer Faruk Şehsuvar, Sümeyye Kocaman, Muhammed Adnan Kızıloğlu, Ali Osman Kurun, Hatice Eğilmez Kaya, Hasan Çağlayan şiirleriyle; Mustafa Oğuz, M. Said Türkoğlu, Gülbahar Reçber, Nihat Dağlı, Mehmet Ersoy, Sebahattin Yenilmez, Ahmet Erdem Sözeri, Selami Gün, Recep Şükrü Güngör, İrfan Oral farklı türdeki anlatılarıyla okunmayı bekliyorlar. Bu arada, dergiyle birlikte Yağmur’un ilk 37 sayısının bulunduğu bir CD de sunulmaktadır. (İletişim bilgileri: 0 216 444 0 361/ info@yagmurdergisi.com.tr)

“Siyah Yüze Beyaz Maske”… UMRAN dergisi 172. sayısının kapağına ABD Başkanlık seçimlerini çıkarmış ve bunu çeşitli yazılarla işlemiş: Murat Sofuoğlu’nun “Obama X”i bunlardan ilki. Bu uzun değerlendirmeyi Abdurrahman Babacan, Akif Emre ve Ferhat Kentel’in katılımıyla oluşturulmuş “Açık Oturum” izliyor. Fukuyama’dan yapılan “Amerika AŞ’nin Çöküşü mü?” başlıklı tercüme, bu bölümün son metni.

Umran’ın “Kültür Sanat” sayfaları da ilgi çekici çalışmaları taşıyor: Asım Öz imzalı “Dücane Cündioğlu’nun Atölyesi Ya da Âkif Hakkında Söylenemeyenler” ve “Yahya Kemal’in Vefatının 50. Yılında Beşir Ayvazoğlu ile Söyleşi”, Mustafa Miyasoğlu’nun “Mehmet Âkif ve Safahat’ı Okumak”… (Umran: 0212 640 01 22/ umran@umrandergisi.com)

AZ Edebiyat dergisi. 2. Sayısına Berat Demirci ile başlamış. “Ad Koymak Üzerine” iyi bir başlangıç. Sonrası da güzel: İsmail Karakurt “Şiirin Günlük Hayatı Evirmesi”ni yazmış ki, şiirin insanı dirilteceğine dair hoşça bir yazı. Ata Erad imzalı yazı da ilginç ve çekici: “Hafız Şirazi ve Aşk”. Az Edebiyat’ta böyle giderse her sayıda “büyük” bir “söyleşi” yayınlanacak. Elimizdeki bu sayıda Lale Müldür konuşuyor. Tabii sorular ve cevaplar arasında bazı tuhaf ve oldukça faydalı manzaralar çıkmıyor değil karşımıza. Mesela son soru ve cevap şöyle: “Dinler Arası diyalog konusunda düşünceleriniz nedir?” “Çok önem arz eden bir konu bu. Kesinlikle dinler arası diyalog çağımızın aradığı şey. Özellikle ben İslam ve Hıristiyanlık, hatta İslam ve Budizm, tasavvuf ve Budizm arasında benzerlikler, yakınlıklar üzerinde durulması gerektiğine inanıyorum. Ama o sonradan, bu önceden gibi veya o saptırılmış bu asıl gibi önyargılı yaklaşımlarla değil.” Bu, evet bu, bir grup şair yazar ile ilgili olarak yıllardır somut olarak izah etmek istediğim bir durumun dört dörtlük örneği, tam bu… (Az Edebiyat için: 0 506 582 95 94 / azedebiyat@gmail.com)

Şiirlerle başlıyor BİR NOKTA… Alpaslan Durmuş, Özcan Ünlü, Fatih Kınalı… Mustafa Özçelik’in “Taşra Notları” sonra. Bahattin Karakoç’u anlatmış, “İncelikler Şairi” diyerek. Bedran Yoldaş’ın “Çare dilenmek” hikayesini okuyor, inceliyorum; bir çıkmazlık içinde bitiyor hikaye… İbrahim Yarış’ın hikayesi de Bedran’ınkiyle konu bakımından benziyor: Hastalık ve hastane işleri…

Sayfalar arasında gezinirken Müştehir Karakaya’nın şiiriyle karşılaşıyorum: “bir kadın yol bilmiyorsa denizden başka/titrese cennet olur titremese cehennem”. Böyle başlayan şiir şöyle bitiyor: “titremeden verdiği ruhtan bedeni çıksa/cehennemimi versin, üstü kalsın cennetim”. Dergide Nurettin Durman’ın “Beylerbeyi’ne Uğrayan Şairler-Yazarlar” serisi sürüyor. (İşte Bir Nokta’nın iletişim kaynakları: 0 216 324 36 05 / arslanmurat@turk.net)

Başka dergiler de var elimde yazılacak… Kültür, İktibas gibi… Sonraki yazılarımda değinmeye çalışacağımı belirteyim…

Cevat Akkanat

Kaynak:
Millî Gazete
25.12.2008

2008-12-21

"Değirmen" dergisinde “Postmodernizm” dosyası


Hasbihal

Doping mi, bereket mi (ya da “Barack” mı deseydik boş ver bırak) yoksa neden olmasın mı? Postmodernizm tam bir yazı patlaması yarattı. Söyleyecek ne kadar da sözümüz varmış? Doğrusu sevindik. Her bir değerli yazıyı dikkatle okuduk. Seçim yapmak zor. Hepsi güzel. O yüzden kapak konusuna ağırlık vermek zorunda kaldık.

Evet, süreç böyle bir şeydir. Yani sizi zorlar. O yüzden inandım ki Postmodernite sadece bir söylem değildir. En azından uyandırdığı ilgilerden dolayı bunu söyleyebiliriz. Postmodernite acaba bu büyük ilgiyi neye borçludur? Bunun sebepleri saymakla bitmez. Ama bir faktör var ki patolojik derecede öne çıkıyor. Batıyı kendi kavramlarıyla vurmayı seviyoruz.

Entelektüelimiz batıya olan hıncını deşarzlamayı yeni bir dil üzerinden başarmayı bildi. Hangi dil mi? Batının daha yıllar önce cesaretle kendine saldırdığı dil üzerinden. O yüzden itiraf edeyim ki kabul etmek zor olsa da batı hala bizim çok ilerimizde. Çünkü muhalif bir dil bulamıyoruz. Batının virüsleri üzerinden sistemine olanca kudretimizle saldırıyoruz. Haklıyız belki. Canımız yanmıştır elbet. Ama bak sen de artık kendini beğenmiyorsun demek üzerinden bir meşruluk buluyoruz. Tabiî ki bu dili de küçümsediğim yok. Çünkü alternatiflerimiz maalesef bu dilin bile çok gerisinde. O zaman belki bu dili kendi kısırdöngülerimize de yönelterek yeniden nasıl derinlikli bir alternatif üreteceğiz sorusuna cevap bulmalıyız. Buna ihtiyaç var mı bilmem ama bu öfkenin sağduyulu bir zemini bulması bundan başkasıyla makulleşmez sanıyoruz. Yani bir iyi bir kötü haberden bahsettik. Kötü haberi iyi haberin harcı yapmak mümkün olduğu gibi iyi haberi kötü haberin mezesi yapmak da kendi elimizde. Değirmen sülalesi olarak keyifli okumalar diliyoruz.

Gelecek sayımız için değerli yazarlarımızın güzide yazılarını sabırsızlıkla bekliyoruz. Ancak makalelerde şekil kriterlerine uyulması uyarısını yapma ihtiyacı duymamayı umuyoruz. Bununla birlikte her bir yazının tahsisinin daha dikkatli yapıldıktan sonra bize ulaştırılmasını özellikle belirtmek istiyoruz. Ayrıca daha önce yayınlanmış eserlerinizi bize göndermemenizi önemli rica ediyoruz.

Rüstem Budak

Bu sayının kapak dosyasına;
Postmodernizmin Tarihsel Gelişimi Ya Da İşaret Taşları / Sıtkı Karadeniz,
Evvel Zaman İçinde / Sebahattin Karakoç,
Batı’nın Yeni Omurgasız İdeolojisi: Postmodernizm / Hasan Coşkun,
Post-Modernizm Eleştirisi / İlyas Sucu,
Postmodernizm / Haldun Günay,
‘Medeniyetsiz’m Ve Modernizm / Murat Demirci,
Modernitenin Şamanları Ya Da Antikitenin Ruhu / Eyüp Yıldırım,
Bir Modernizm Eleştirisi Olarak Postmodernite Ve Türkiye’ye Yansımaları / Yusuf Yavuzyılmaz,
Postmodernizm’e Yeni Bir Bakış / İsmail Avcı,
Michel Foucault’un İktidar Anlayışı / Zekeriya Menak,
Vezir Narin / Hüseyin Yılmaz,
Postmodern Aşk / Hamza Kaya,
Globalköy’de Postmodern Lagalugalar / Said Coşar
değerli çalışmaları ile katkıda bulundular.

Şiirleri İle
Beyanname / Mustafa Celep,
Kitab-ı Cem’in Şiironi Uyanışı / Mehmet Doğan,
-Gitmekle Düet- / Ömür Öter,
İki Dost / Özer Burgaz,
Seni Öldüm Durmadan / Kemalettin Bal,
Çiğit / Nef-İ Pedri,
Geyikli Çeşmeler / Mahmut Yavuz,
Utangaç / Yalçın Behçet Yeymek,
Cevahir Hsnky / Tufan Cumhur,
Sensizliğe Sitem(Dir) / Mukaddes Kılınç,
Yıldızlara Bakarken / Nida Merç,
Mihrican / Mehmet Özdemir
aramızdalar.

Bu Sayıda Makaleleri İle
Tasavvurun Ölümü / Rüstem Budak,
İmge Ve Yabancılaşma / Ali Öztürk,
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Çanakkale Zaferi Algısı Ve “Önsözü” Şiiri / Mustafa Duran,
İslam Mimarisi – 3 / Minare / İsa Cıda,
Bir Medeniyet Projesi Olarak Feta–5 / “Edeb”İn Neresindeyiz? / Menderes Daşkıran,
Şevki Işıklı’nın Ölecek Zaman Yok:21. Yüzyıl Sorunları Kitabı Üzerine / Halis Ekmekçi
Kimsecikler Aldırmıyor Ölüme / Selim Gündüzalp
“Harnâme’yi Eski Türk Edebiyatı’ndan Okumak / Aydın Kırman
araştırma- düşünce yazılarını sizlerin istifadesine sunuyorlar.

Tütüncü hikâyesiyle Murat Taş bizleri Anadolu’ya götürüyor.

Yeni açılımlarla yolumuza devam ediyoruz. Bu çerçevede kurduğumuz Değirmen Yayınları’nı kurduk. İlk eser olarak değerli felsefeci Prof. Dr. H. Mustafa Açıköz’ün yazmış olduğu “Felsefi Sadalar” eserini yayımlamış bulunuyoruz. Düşünce ufkumuza önemli katkılar sağlayacak eseri herkese tavsiye ediyoruz.

Yeni düşünce ufuklarını yol alacağınızı umduğumuz bir sayı hazırladık. 6. yılımıza girmek üzere olduğumuz bugünlerde bu serüvende, duygu, düşünce ve tecrübelerini bizlerle paylaşan dostlara teşekkür ediyoruz. Yeni yılda abone olan herkese Değirmen Yayınları’nın ilk eseri olan Prof. Dr. H. Mustafa Açıköz’ün yazdığı “Felsefi Sadalar” isimli eseri hediye edilecektir.


İrtibat:

0505 647 03 25
e- mail: degirmendergi@gmail.com
web: www.degirmendergi.com

"Yeni Dünya" dergisinde Mehmet Âkif



Yeni Dünya Dergisi son sayısını Mehmet Akif Ersoy'a ayırdı. Usta yazarların Akif'i anlattığı derginin Yayın yönetmeni Mahmut Bıyıklı'nın giriş yazısı şöyle:

Kasım 1873’te Fatih’te yaşadığı ülkenin manevi çehresini güzelleştirecek bir çocuk dünyaya geliyordu. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Tahir Efendi, annesi ise Emine Şerife Hanım. Emir Buhari Mahalle mektebi, Fatih idadisi, Fatih Merkez Rüştiyesi ve Baytar mektebi Âkif’in resmi eğitim çerçevesini teşkil ediyor. Ama bunun yanında ona rahatlıkla üzerindeki Rabbani istidatları keşfederek ve muhteşem rehberinden gözünü hiç ayırmayarak edeb, tazim ve azimetle “kendini yetiştiren adam” adam diyebiliriz.

Mehmet Âkif denilince belki en önce bahis konusu edilmesi gereken onun, Tanzimat sonrası gelişen yeni şiir anlayışının en büyük şairlerinden biri olduğunun neden üzeri örtüldüğü ve çarpıtıldığıdır. Mehmet Âkif, meşrutiyet döneminin en büyük şairlerinden biridir; hamasi, destanvârî şiirimizin zirvesidir. İslâm ve Batı hakkındaki derin bilgisi, kanaatleri, azmi, itidali ile her cenahtan ve her nesilden insanın muhabbet ve hayranlığını kazanmış; şiiri şahsiyetini şahsiyeti şiirini yansıtan ve tamamlayan bir müstesna isimdir.

Yeni yetişen bir neslin Mehmet Âkif’i hakiki hüviyetiyle tanıyamaması, onun sanat ve şahsiyetinin sağlam çizgilerini bilmemesi büyük bir eksikliktir. Türk şiirinin bu dâhiyane mert ve mümin sîmâsını hakkıyla tanımak, şiirimizin ve düşünce tarihimizin aydınlık ve ahlâkî geleceği açısından bir zaruret arzetmektedir.

Her büyük şahsiyetin çağına verdiği bir karşılık ve çağından aldığı bir aks-i sadâ vardır. Mehmet Âkif, çağında anlaşılmış, sevilmiş sayılmış ve takib olunmuş bir şairdir. Ne öncesinde ne sonrasında cemiyet meselelerini onun kadar tutarlı ve bütünlük içinde işleyebilen bir şaire rastlıyoruz. Üslûbundaki incelik ve o ferasetli sadelik, ancak, kalbinin dili olmadığı için bîzâr olan, şiiri hayatın kendisi olarak kavrayan, ihlâsın bu en muhkem kalesine nasib olmuştur.

Fakat Mehmet Âkif’in hayat safhalarındaki hüsran bundan sonraya rastlamaktadır. Millî mücadele sonrasında Cumhuriyetin ilanıyla birlikte şiirin siyasetle kol kola girdiği dönemdeki uzlaşmaz sükûtu, iki niyetli rejim muhiblerini ziyadesiyle ürkütmüştür. Bu ahlâk tanımayan marazî vehim, Millî Mücadeleye bil-fiil katılmış, hayatın hakikatini yüreğinin samimiyetiyle mezc ederek şiir hâlinde eritmiş bu yüce ruhlu insanı, Millî Mücadeleye katılmadığı gibi böyle bir mücadelenin imkân dâhilinde olabileceğine bile ihtimal vermemiş manda-himayeci çift yürekli bir avuç zevâtın hedef tahtası hâline getirmiştir. Ve nihayetinde Türk tarihini, Türk şiirini, 1923’ten başlatma sevdasında düşmüş, redd-i miras etmiş bir zihniyetin, tutarsız, bilgisiz ve haksız çığlıkları, bu gönlü hüzünler kulübesine dönen ince ruhlu asil adamı gönüllü bir sürgüne sevk etmiştir.

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;
Sessiz yaşadım; kim, beni, nereden bilecektir...

diyecek tevazuyu hayat edinmiş bir asil ruhun, mukaddes dinini örnek yaşayışıyla taçlandıran, Ahlak ve karakter abidesini imkanlarımız ölçüsünde sınırlı bir dosyayla anıyoruz. Rabbimiz milletimize nice Akif şahsiyetli nesiller nasib etsin efendim. Selam, saygı, muhabbetle…

İrtibat:
www.yenidunyadergisi.com

2008-12-20

Dergiler

Yeni yayınları her zaman izleme fırsatını bulabildiğimi söyleyemem. Benim, kendime göre bir okuma programım var. Bunun üstesinden gelmeye çaba gösteriyorum, fakat onu bile başarabildiğimi iddia edemem. Şu anda masamın üzerinde okunmak üzere bekleyen (okumaktan umudumu kesip rafa kaldırdıklarım dışında) 50 dolayında kitap beni bekliyor. Elimi uzattığım her kitabın da birincil öncelikte olduğunu görüyorum.

Bu kitapların, yayınların arasında özellikle önemsediklerim var. Bazılarının üstüne yazmak, görüşlerimi paylaşıma açmak istiyorum. Ancak bu hevesimi gerçekleştirmek hiç de kolay olmuyor.

Aylık siyaset, ekonomi, toplum dergisi Anlayış içinde bulunduğumuz Aralık ayı itibariyle 67. sayısını idrak etti. Mustafa Özel'in genel yayın yönetmenliğinde çıkan dergi her sayısında, güncel siyasanın arka planına nüfuz etmek isteyen, aydınlatıcı, fikri zenginleştirici bir yazı kadrosuyla yayınını sürdürüyor. Bu sayının kapağı "Cumhuriyet Halkı Paylaşamıyor" sloganına yer veriyor. Bu sloganın açılımı sadedinde Taha Akyol'la yapılmış bir söyleşi var. Mustafa Özel "Krize Karşı Kanaat Ekonomisi" başlıklı yazısında küresel krizi değerlendirirken: "İçinde şeytan olmayan bir iktisat kitabı, hatta herhangi bir 'hayat bilgisi' kitabı yazmak mümkün değil. Ona uyup yasak meyveyi tattığımız günden beri kıtlık paradigması ile yaşamaya mahkûmuz. Yani Allah bize ne kadar nimet bahşederse etsin, gözümüz doymaz! Ekonomi bu doymazlığın bilimsel ifadesidir." Diyor. Dergi ilgiyle okunabilecek başka yazılarla da zenginleştirilmiş. (Derginin irtibat telefonu: 0212 5207400).

Değinmek istediğim öteki dergi Rıhle… Üç aylık ilim, kültür, medeniyet dergisi… Dr. Ebubekir Sifil'in yönetiminde çıkıyor. İlk sayısında (Nisan-Haziran 2008) belirtilen: "Hiçbir basitliğe, seviyesizliğe prim vermeksizin, bize yakışan edep, vakar ve ciddiyet içinde marufun yanında yer alıp, münker kapsamındaki kavram ve tutumlarla ilmî/fikrî zeminde mücadele etmek en temel ilkemiz olacaktır." kararlılığı ile yola çıkıyor. Alanında temayüz etmiş imzalara yer veriyor. İlk sayısındaki soruşturmaya Prof. Dr. Orhan Çeker, Prof. Dr. Cevat Akşit, Selman en-Nedvî, Prof. Dr. Tahsin Görgün, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, İsmail Çetin'den cevaplar alınmış. Ebubekir Sifil'in İtikat Fıkıh ilişkisi başlığını taşıyan yazısı da keza bu ilk sayıda yer alıyor. Derginin Temmuz-Eylül 2008 tarihini taşıyan ikinci sayısında, sünneti dikkate almadan Kuran anlaşılıp hayata aktarılabilir mi konusu soruşturmaya açılıyor. Ebubekir Sifil bu sayıda "Modern Müslümanın Zihin Durumu Ve Sünnet Algısı"nı irdeliyor. Ekim-Aralık üçüncü sayının dosya konusu ise "bilincimize musallat olan çağdaş virüs modernizm" çeşitli veçheleriyle inceleniyor. (Derginin irtibat telefonu: 0212 5315030).

Bana gönderilen, izlediğim başka dergiler de var: Gerçek Hayat (haftalık), Genç Birikim, Umran, Yeni Dünya, Mostar, Altınoluk, Eski Yeni (üç aylık), Semerkand ve daha başkaları… Her biri kendi alanında üzerinde durmayı hak ediyor. Hepsi emek ürünü…

Burada andıklarımın tümü genel kültür, siyaset, fikir dergileri… Edebiyat dergilerini bunların arasında zikretmiyorum.

Edebiyat alanında olduğu gibi düşünsel alanda da Türkiye'de dergiler kılavuz olma işlevini görüyor. Dergiler, aktüel fikir ve siyasanın arka yapısını izlemek, ona nüfuz etmek isteyenlerin uğrak adreslerinden başlıcasını oluşturuyor.

Bu ülkede aylık okumaları verimlendirmenin bir yolu da dergi sayfalarından geçer…

Rasim Özdenören

Kaynak:
"Yeni Şafak" gazetesi
19 Aralık 2008

"Tasfiye" dergisi



Edebiyat Düşünce Dergisi Tasfiye’nin Aralık – Ocak 2008/09 tarihli 18. sayısı çıktı.

Tasfiye'nin bu sayısında Asım Öz, Guantanamo tutsaklarının yazdığı şiirler üzerinden "Bir Protesto Biçimi Olarak Şiir" başlıklı yazısında şiirin direnmenin dili oluşunu işliyor.

Emrah Tekin, "Başkan Bey Bir Daha Dönmeyecek" başlıklı hikâyesinde ideallerini siyaset sahnesine taşıyamayan yeni politikacıların trajedilerini anlatıyor.

Tasfiye'nin bu sayısı sinema yazıları bakımından oldukça zengin. Mustafa Kıyak "Filmlerde Taliban Gerçeği" başlıklı yazısında dört film üzerinden Taliban'a bakışı değerlendirirken Süleyman Ceran, "Spielberg'in 'Kartal Göz'ü" adlı yazısında teknolojiyle kuşatılıp gözlem altına alınan insanlığı irdeliyor.

Ahmet Örs, Ahmed Günbay Yıdız'ın son romanı "Kiralık Hayaller" üzerinden yazarı ve edebiyat anlayışını eleştirirken Enes Malikoğlu "Sağcı Bir Şiire Doğru (mu?)" başlıklı yazısında İslami çevrelerdeki şiirin rotasını sorguluyor.

Neşe Gürer'in "Çocukların Âhı", Emine Şimşek'in "Bahara Son Nüsha", Habil Sağlam'ın "Günlük" isimli anlatıları derginin diğer yazıları. Dergi sayfalarında bir de "Daimi Darbeci Erke Neo Kon" ile yapılmış röportaj var.

18. sayının şairleri ise "İsra" şiiriyle Sinan Ceran, "Baskın" şiiriyle Bünyamin Doğruer, ve "Korkak Matador" şiiriyle Habil Sağlam.

İrtibat:
www.tasfiyedergisi.com
tasfiyedergisi@gmail.com
0505 259 07 15

"Yankı" dergisi


-SON GELİNCE HER ŞEY GİDER-

Gecelerimizi verdik, yorulduk, uykusuz kaldık ama yılmadık ve candan sevdik. Hak verildi halimize, esirgenmedi yazmak yine ve yeniden. Doldurduk yine sayfalarımızı. İkinci sayımızda genç şairlerimizle şiirimizin nabzını tuttuk. Güzel şiirler düştü elimize. Verdikçe çoğalacağımızı bilerek sunduk sayfalara. Bu sayının son sözü diyerek açtığımız kapak ile şiirimiz hakkında kısa değinilerle okuyucuya sesleniyoruz. Üçüncü sayımızda şiir eleştirisi, dergi, kitap, film, şair tanıtımları yapılacaktır. Yayımlanmasını istediğiniz çalışmalarınızı mail adresimizden bize ulaştırabilirsiniz.

İçindekiler:
Abdulkadir AKDEMİR Vesaire
Rüstem BUDAK Okur Musunuz, Bakar Mısınız?
Öktem TEPE Suni Eklem
Serkan ALTUNTAŞ Kendini Saklamanın Psikolojisi
Halil İ. POLAT Gönülsüz Ölüm
Cüneyt EŞBERK Aşkın Örtündüğü Kıyamet
Abdulkadir AKDEMİR TROYA Aldanışı/Efsaneyi Yeniden Anlatmak
Özge UZUN Aşktan Özge
Ahmed Hamza Şahinbey Karar Duruşması
Adil MAVİŞ 4D Denklemi
Ahmed H. Şahinbey GEÇERKEN
Nurullah GENÇ GİDERİM
Maruf MİR Tek Adım

Bizi tanıyabileceğiniz, hakkımızda bilgi sahibi olabileceğiniz adreslerimiz:
yankiedebiyat@hotmail.com
a.k.kadir@hotmail.com
www.yazarlariz.com

Abdulkadir Akdemir

2008-12-12

Yazısız İkindiler


-"İkindiyazıları"nın Anısına

“Dünya güneşle aydınlattığı topraklarında her insana aynı türküyü fısıldar.

Aynı maviyi sunar, aynı kuşların kanatlarını, aynı masum çocukların bakışlarını.”

Eskiden İkindiyazıları vardı ve İkindiyazılarıyla ikindilerimiz yazıyla geçerdi. Her ayın ilk günlerinde sarı sayfalarda kalbimizi bulur ve sımsıkı sarılırdık ona. Nedim Ali bekaya uçmadan İkindiyazıları uçtu ne yazık ki! Oysa o şarkı öyle bitmemeliydi.

“Orda bir köy var uzakta
Gitmesek de görmesek de
O köy bizim köyümüzdür.”
türküsünü koro halinde söyleten bir dergiydi İkindiyazıları.

Birçok şair ve yazarı aynı yöne, Andırın"a baktıran ve oradan yükselen sesi dinlettiren bir dergiydi İkindiyazıları.

Bir yürek misafiriydi her ay masamıza konuveren. Dosttan dosta bir mektuptu. Şiirdi, denemeydi, öyküydü, gezi yazısıydı... Bir yürekti. Bence adam gibi dergiydi.

10 yılı aşkın bu türküyü söyledi durdu İkindiyazıları.

Bu türkü bilmem kim tarafından berbat bir sesle ve çok hazin bir şekilde bitirilmemeliydi; ama bitti. Nedim Ali (M. Ali Zengin) buna niye izin verdi diye ara sıra düşünürüm. “Bu türkü çok uzadı, bir yerde kopmalı” diye mi düşündü acaba?

Neticede İkindiyazıları bir miras gibi duruyor orada yığınla imzayı gün yüzüne çıkarmış bir dergi olarak.

Akademisyenlerimiz, İkindiyazılarını fark edip araştırma alan sahasına alırlar diye ümit ediyorum. Kim bilir belki başlamıştır da haberdar değilimdir diye ümidim bile var.

İkindiyazıları, nice yetkin sanat ürününe yer verdi sayfalarında. Bu ürünlerden birçoğu kitaplaştı daha sonra ama kitaplara girmeyen çalışmaların daha fazla olduğu düşüncesindeyim. İkindiyazıları şiirleri, İkindiyazıları öyküleri, İkindiyazıları denemeleri... gibi antoloji çalışmaları yapılmalı. İkindiyazılarını seven, okuyan, yeşerten, büyüten her sanatçının bir görevidir bu.

Bunları söylerken hemen akla Mavera, Edebiyat gibi dergiler gelebilir. Onlar için de aynı çalışmalar yapılsın.

Geçtiğimiz yıllarda İbrahim Tenekeci Dergâh yazılarıyla ilgili bu tür çalışmalara imza attı ve ortaya iki güzel kitap çıktı: Dergâh Şiirleri, Dergâh Yazıları.

Birçok şair ve yazarın gönül bağıyla bağlı olduğu İkindiyazılarının, orada ses verenler için ayrıcalıklı bir yerinin olduğunu düşünüyorum.

Bir yayınevimiz çıksın, bu işe talip olsun, hazırlayacak birileri elbette çıkacaktır.

Yanılıyor muyum sayın bayım Mevlana İdris Zengin ve H. Salih Zengin?


Mustafa Oğuz

Kaynak:
http://www.dunyabizim.com

2008-12-06

"Yolcu" dergisi


"YAKLAŞIYOR YAKLAŞMAKTA OLAN"

SÖZÜN EN GÜZELİYLE BAŞLAMAK

Bismillah her sözün başıdır. Biz dahi başlarken onunla başlarız. İnanırız ki kalemimizden damlayan her sözün/sözcüğün üzerimizde hakkı vardır. Akıp giden zaman, varolagelen tarih ve coğrafyalar üzerindeki tekmil toplumların devinimi “söz” le anlam kazandı. Duyuşlarımız ve düşünüşlerimiz kendini “söz”ün enlem ve boylamına göre yeniden biçimlendirdi. “Söz”ün dokunduğu her yeryüzü parçası bir medeniyet perspektifi kazanarak geleceğe miras kelimeler bıraktı. İnsanlar bu kelimelerle inşa ettikleri cümleleri kurgulayarak kendi tanımlarını ortaya koydular. Ve bu tanımlar medeniyetlerinin yapıtaşlarını oluşturdu.

“Söz” başlangıcından beri iki ana karakter taşıyordu; biri açık, berrak, devingen bir yürüyüşe sahipken diğeri fısıltılı ve renksiz halde ilerliyor, önce yüzleştiği şeylerin rengini alıyor daha sonra onlara kendi rengini katıyordu. Çoğu zaman albenili ve çekici olan bu ikincisi oldu. Çünkü birinci söz muhatabını kendi gerçekleriyle yüzleştirir ve doğru olana yönlendirirken diğeri bulanık, tanımsız ve ayartıcı bir nitelik taşır. Wittgenstein, “Söz” ün bir yaşama biçimine işaret ettiğini ve sözcüklerin yaşam ırmağında anlamlarının olduğunu, belirtir. Ve ekler, dil olguların ve bütün olarak da gerçeğin resmidir. Böyledir, kimin dilini kullanıyorsanız, onun bakış açılarıyla dünyayı anlıyorsunuz ve yaşama katılıyorsunuz demektir.

İnsan yaratıldığında meleklerin şaşkınlığını hatırlayın. “Ey yaratıcımız” diyorlardı, “Biz sana her dem şükür halindeyken, sen, duruşunda isyan bulunan bir varlık mı yarattın? Demişlerdi. Ve insana kelimeleri, kelimelerle hakikatin bilgisine ulaşmayı öğretti Yaratıcısı. İnsanın bütün varlıkların üzerinde bir konumda yükselişe geçmesi böyle başladı. İnsan “sözün tamamını dinleyip en güzeline uymayı” yaşamının merkezine koyduğunda yeryüzü dengesinin efendisi olarak; dahası ‘varlıkların en şereflisi’ olarak kabul gördü ve kendini yükseltti. Ama ne zaman ki ‘ kendine verilenlerin üstün bir güç tarafından değil de, kibrine evrilecek nefsinin süreği ’ olduğu vehmine kapıldı; ‘aşağılık bir nesne’ den başka bir şey kalmadı geriye.

İnsanın yeryüzündeki duruşundaki ahenk, yürüyüşünün başlangıcında ‘verilmiş bir söz’ üzere olmasıyla kaimdir. İnsanın ile Yaratıcısı arasında bu ahitleşme dünya serüvenin başlangıcıydı. İnsanı yok iken var, bilmez iken bilir, anlamsızken anlamlı kılan bir ‘söz’ üstünde kuruldu her şey. Oysa insan kendisine verilmiş söz ile, kelimelerle, bilgiyle kendini merkeze aldığında bir başka açıdan kendine tapmaya başladığında, diğer bir ifade ile kendini varoluşun merkezine koyduğunda özgürlüğünü kaybetti. Varlıkların efendisi konumuna Yaratıcısının tasdiki ile yükselirken, varlıkların en aşağılığı konumuna kendini ilah yerine koyarak, ilahlar üreterek, ilahlar alıp ilahlar satarak yuvarlandı. Ne kadar vehmi ve hırsı varsa o kadar ilahı piyasaya sürdü ve bu piyasa ilahlarına itibar edilmesi ve bu ilahların kutsaması için elinden gelen her türlü şeytani yöntemi denemeye başladı. Bugün yeryüzünün her tarafında olan bundan başka bir şey değil.

Bismillah her sözün başıdır. Ve dahi onunla devam ederiz. Cümlelerimiz ve kelimelerimiz anlam dünyamızın dışavurumlarıdır. Tanımlarımızı giydirdiğimiz zihinsel faaliyetler, bakış açılarımızın rengini ortaya koyar. Medeniyet perspektifimiz, geleceğe dönük kurgularımız ve duruşumuz ‘söz’ ün hayatta karşılık bulması, hayatla birlikte hareket etmesi ve hayata istikamet vermesi ile kaimdir. İnsana verilen emanet, yeryüzünde kurulması istenen dengenin doğru ve sürekli bir çaba ile sürdürülmesi gerektiğine işaret etmektedir. Bu da arındırılmış bilginin, diri tutulması gereken bilincin ve berrak bir eylemliliğin ifadesidir.

MEDENİYET EKSENİ

"Bütün medeniyetler çöktü. Sadece çöküşleri farklı şekillerde oldu; Doğu'nun çöküşü pasifken, Batı'nınki aktif oldu. Çöküş'te Doğu'nun hatası düşünmeyi terk etmesidir; Batı'nın hatası ise çok ve yanlış düşünmesidir. Doğu doğrular üzerinde uyuyor, Batı ise yanlışlar üzerinde yaşıyor." diyor Seyyit Hüseyin Nasr. Bir sömürgeci tasavvuru olarak ortaya çıkan oryantalizm'in belki de en önemli fonksiyonu doğu dünyasının düşünme alanlarındaki boşluğu kendi tanımlarıyla doldurmasıdır. Çünkü özellikle 17. yüzyılın sonundan itibaren hikmetin bilgisini ve arayışını terk etmesi, toplumsal dinamikleri sağlayacak kutsal referansları dondurması (içtihad kapısını kapatması gibi), yönetsel açıdan dönüştürülebilir egemenlik anlayışını yalnızca askeri alana sıkıştırması özellikle ait olduğumuz Müslüman dünyayı üzerine doğru gelen sömürgeci dalgasına karşı savunmasız bıraktı. 18.yüzyıldan itibaren gelişen yeni batılı bakış, doğuyu, kendisinin çoktan geçtiği emekleme döneminde sayar ve ötekileştirdiği bu dünyayı adam edilmesi, terbiye edilmesi ve yönlendirilmesi gereken bir unsur olarak görür. Batılıya göre henüz akılbaliğ olmamış doğu kendi başına bırakılamayacak kadar yavan bir konumdadır. Bu yüzden doğunun kullanacağı her türlü entrüman, doğuluların zihinsel seviyelerine göre yeniden tasarlanmalı ve kullanıma sunulmalıdır. Bugünün dünyasına söz söyleyebilecek ehliyette görülmeyen Müslüman dünya, batılı kafanın öznesi olduğu bir yaşam hattında karantinada tutulmalıdır. Ünlü oryantalist Bernard Lewis'in deyimiyle, "İslam dünyasının haşmetli günleri geride kalmış"tır ve artık biz doğuluların "medeniyet adına sunacakları bir şeyimiz yok" tur. Bu bakış açısıyla egzotik, romantik ve acınası halinin ötesinde başka bir işleve sahip olmayan bir Müslümanın her türlü gereksiminin karşılanmasında başvuracağı tek bir üst makam bulunmaktadır o da Batıdır. Bu ötekileştirme vurgusu, öteki kabul edilenin aşağılanması ve bu aşağılanışın medyatik unsurlarla dünyaya servis edilmesi, üstün bir uygarlık tarafından dizayn edilmeye çalışılan yeryüzü cennetine yönelebilecek tehdidin 'ipliğinin pazara çıkarılması'dır adeta. Dünya sömürge sistemini yeniden kurgulama yoluna giden Amerika Birleşik Devletleri'nin 'yeni dünya düzeni' ya da 'büyük Ortadoğu projesi' adı altında sürdürdüğü çalışmalar aynı zamanda rüştünü ispat edememiş gözüyle bakılan toplumların ıslah ve medenileştirme projesidir. Bu bağlamda modernizm oryantalist zihinde doğunun 'işaretlenme' aracıdır. Ekonomik sistem olarak kapitalizm, düşünsel açıdan liberalizm, yönetsel olarak da demokrasi insanlığın (elbetteki batının) geldiği son muhteşem noktadır ve bunun ilerisi yoktur. Bu sunulan çerçeveye uzaklık ya da yakınlık kadar diğer toplumsal yapılar ilgi görür ve muhatap alınır. Özellikle Müslüman dünya yukarıdaki sistematiğin henüz başlarında sayıldığı için her türlü 'ehlileştirme' operasyonuna muhatap olmak durumundadır. Üstünde yaşadığı, çevresinde bulunan zenginliklere sahip olduğu halde onları rantabl olarak kullanma derecesine gelemediği için istenilen düzeye gelene kadar bu zenginlikler batılı eller tarafından kontrol altında tutulmalıdır. Batının 'arındırılmış akıl uygarlığı' elbette ki söylemine uygun olarak bir yeryüzü cenneti yaratmanın ve bu cennetin efendisi olarak hüküm sürmenin peşindedir. Makinalaşmış bir öngörüyle eşyaya ve tabiata bakan bir zihnin matematiksel komutlarla yönlendirdiği devasa bir düzenden söz edilebilir.
Yukarıdaki vurguları neden yapma ya da hatırlatma gereği duyduk;
Ortadoğu tanımından başlayarak bu adlandırmaların batı zihninin bir ürünü olduğunu bilmek gerekiyor. Tarihi çeşitli bölümlemelere ayırarak, kendine göre bir çağ tasarımı ortaya koyan batı, bu çağları kendi tarihi serüvenine göre adlandırırken, tarih yapıcı olarak kendini tarihin merdivenlerini tırmanırken bastığı basamakları diğer milletler olarak görmektedir. (İşin hazin yanı ise içinde Türkiye'nin de bulunduğu bir çok ülkenin okullarındaki duvarları bu tür izahlar içeren tarih şeritleriyle kaplıdır). Bunu oryantalist uygulamaların öteki saydığı milletlerin içine düşürdüğü vehimler olarak da görebiliriz. Merkezinde aşağılık kompleksi olan vehimler. Batı, Müslüman toplumlara adam edilmesi gereken toplumlar nazarıyla bakarken, Müslümanların tarihlerine, medeniyetlerine ve duruşlarına olan ilgisizliği ve itibarsızlığı ihanet noktasındadır ne yazık ki. Kapımıza kadar dayanan sıcaklığın/ateşin Türk, Kürt, Arap, Şii ya da Sunni demeden hepimizi yakacağının farkına varamayacak kadar körleşmiş bir ihanet. Sömürgenlerin taktığı ayrıştırıcı/ etnik gözlüklerle birbirimize baktığımızda kaybettiğimiz kardeşlik, onur ve vefa olacaktır. Biz doğulular, biz aydınlığın çocukları, biz Müslümanlar çökmüş bir medeniyetin çocukları, bilmeliyiz ki çöken bir medeniyet doğrularıyla çökmüştür ve o doğrular her zaman elimizden, yüreğimizden tutmayı bekliyor. Ve dua edelim ki sapmış bir topluluk haline evrilmeyelim bu günkü batı gibi. Çünkü yoktur kurtuluşu sapmış bir zihnin kendi kaosunda boğulmaktan başka.

SÖZÜ YÜKSELTMENİN VAKTİ

Hangi zaman diliminde insanlık bu denli ve sürekli “kirlilik” ten bahis açtı? İnsan, “ egosu”nu merkeze aldığı ve bunu ideoloji haline getirdiğinden beri kendi cehennemini hazırladı. Dokunduğu her ne varsa kirlendi.. Bütün kavramlar “ kullanıma elverişli” ve “ sağmal” hale getirildi. İnsan türünün başına gelebilecek felaketlerden biri oldu modern travma. Tanrı’ yı göklere hapseden bir ilah anlayışı, yeryüzünde, çıkarın ve benciliğin şotalarını inşa etti. Ve “ beyaz adam” yani batılı kafa, kendi türü içerisinde eşitler arasında birinci tahtına oturdu. Dünya, onun yaşam standartlarına hizmet etmesi için yeniden dizayn edildi. Bütün dini, ahlaki ve vicdani değerler bu, “beyaz kafa”nın tanımladığı çerçevede kendine yaşam alanı bulabilirdi. Gücün ve servetin her türlü değerden üstün ya da insana ait tüm kutsal değerleri dönüştürebilecek yegane unsur olduğunu bu mantalitenin “ bilimsel ve çağcıl” çıkarımlarından öğrendik. Kendinde Tanrı’ nın işlevlerini yeryüzünde yürütebilecek dehada gören bir zihin, elbette dokunulmaz ve itaat edilmesi gereken bir makamı işaret ediyordu. Dünya denen eni sonu belli bir mekan, bu kibir ve gurur şövalyelerinin kanlı elleriyle yeniden biçimlendirildiğinde, önümüze kan ve kir yumağından oluşan ağır bir bedel bıraktı. “ Beyaz kafa” nın kendine cennet yaratma hazzını, ağızları sulanarak izleyen diğer halklar, kendileri için de bir oyun alanı ayrıldığını görünce batıya şükür secdelerinde bulundular. Artık onların da önlerine atılmış bir kemik parçası duruyordu; Modernleşme! Kim daha önce ve “esaslı” köleleşecek arzusuyla birbirlerini parçalamaya başladılar. Duruşlarını ve vakarlarını koruyan tüm değerlerden bir an önce sıyrılıp oyunun içine girebilmek için “ kişiliksizleşmelerine” çağcıl maskeler buldular. Şimdi Global köyün kavalcısı, müsvedde haline getirdiği “ ikinci sınıfları” ilahlığını onaylamaya çağırıyor. Dünün vahşi sömürgenleri, geliştirdikleri “milenyum çağına uygun” tezgahlarda “ az gelişmiş ya da gelişmekte olan” deneklerini test ediyor. Standartlara uygun olmayanlar veya bu gidişe itiraz edenlere karşı “ bozguncu- şer odağı” yaftasıyla “topyekün savaş” çığırtkanlığı yapılıyor.

Ülkemiz, yaşanan bilinç kırılmalarını hızlı ve iştahlı biçimde içselleştirilmesi bakımından tam bir labaratuar. Bulunduğu bölgede öncü. Diğer halklara örnek gösterilen ve kişiliksizleştirilmenin her tür ve yöntemini uygulama yönünde bir standart. Sıradan bir “dünya insanı” olma yolunda katledilen değerlerin başında haksızlığa karşı adaletten yana duruşumuzu törpülemek, başta gelen ödev. Bunun için içimizde biriken öfkeyi sahte “hümanizma” nın kollarında sterilize etmekle başladılar. Çevremizde olup bitenlere, yanı başımızdaki -ister bireysel ister toplumsal olsun- yıkımlara duyarsız birer menfaat düşkününden başka bir karakter bırakmamak önemli olan. Öfke ve adaletten yalıtılmış insan, kutsalını koruyacak, kutsalıyla yücelecek ya da kutsalını kuşanacak yapı taşlarını parçalamış insandır. Böylesine bir onursuzlaştırma ve “değerler”i yüzeyselleştirme operasyonu tarihin hiçbir diliminde bu kadar geniş uygulama alanı bulamadı.

Şimdi “söz”ü yükseltmenin zamanı. Beyaz kafanın etrafımıza ördüğü duvarlara karşı sözün muhkem kalesini inşa etmek vakti. “ İnsan kalmak” dahası varlıkların en şereflisi makamını korumak şimdi “söz” e düşüyor. Satılmış ya da kiralık kalemlerden dökülen albenili zehirlere bakmayın. Onlar sadece soysuzlaşmanın ehramına taş taşımaktan başka ne yapabilir ki? Yeryüzünde duyan, gören ve akleden ve mutlaka kalbiyle akleden herkes, bu insan soyuna karşı girişilmiş hain saldırıya karşı en kavi cümlelerine sarılmalı. Sözle gelen öfke, adaletin, özgürlüğün ve erdemli toplumun kapısını açacak mihenk taşıdır.

Ferhat Kalender


İrtibat:
http://www.yolcudergisi.com
0 362 432 50 61
yolcudergisi@gmail.com
yolcudergisi@hotmail.com
Hançerli Mahallesi Abbasağa Sokak NO: 13 İlkadım/ SAMSUN

"Kitap-lık" dergisi


Yaşar Kemal’de Ölüm
Sayı: 122
Aralık 2008


Geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü verilen Yaşar Kemal onuruna PEN Türkiye Merkezi de 14 Kasım akşamı bir “şükran buluşması” düzenledi. Bilindiği gibi, 12 Eylül döneminde kapanan PEN Türkiye Merkezi 1989’da Yaşar Kemal’in başkanlığında hayata döndürülmüştü... Şükran armağanını (çam yeşili bir tüy kalem) PEN Türkiye Başkanı Tarık Günersel ile Uluslararası PEN Genel Sekreteri Eugene Schoulgin birlikte sundular.
12 Kasım akşamı açılan ve 13 Aralık’a kadar sürecek olan “Gemi Elli Yıldır Sessiz” başlıklı Yahya Kemal sergisinin de bulunduğu Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu’ndaki toplantının açış konuşmasında Tarık Günersel, “Shakespeare için İngilizce, Yaşar Kemal için de Türkçe öğrenmeğe değer” dedi. Levent Yılmaz, Yaşar Kemal’in yapıtlarına bakılırsa özünde büyük bir şair olduğunun görüleceğini belirtti. Önceki PEN başkanlarından Alpay Kabacalı devletin Yaşar Kemal’e yaklaşımını dönem dönem değerlendirdi. Nedim Gürsel, yeni çıkan Yaşar Kemal kitabını sundu ve anılarını paylaştı. Güven Turan, Yaşar Kemal’in bir romancı olmanın ötesinde, çağımızın nadir mitos yaratıcılarından biri olduğunu söyledi. Clare Brandebur feminist tavrına dikkat çekti, en önemli sözleri kadınlara söylettiğini belirtti. Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü Barry Tharaud, ABD’de yirmi yıl boyunca öğrencilerinin en çok ilgi duyduğu yazarın Yaşar Kemal olduğunu açıkladı. Eugene Schoulgin ise dünyadaki 16.000 PEN üyesi adına tebrik ve teşekkürlerini sundu. Yaşar Kemal ise esprili konuşmasında yazmakta olduğu romana ara verdiğini çünkü acı duyarken insanlarda sevinç uyandıracak tarzda yazamayacağını söyledi.
Bu sayıda dosya yerine iki yazıyla Yaşar Kemal’i selamlıyoruz.
Geçen ay edebiyat yayıncılığına Yeditepe gibi bir markayı kazıyan Hüsamettin Bozok aramızdan ayrıldı. Yapı Kredi Sermet Çifter Kütüphanesi’ndeki Yeditepe Arşivi araştırmacılar için büyük bir hazineyi barındırıyor. Hüsamettin Bozok ve Yeditepe’sini, bu arşivi en iyi bilenlerden biri olan Sevengül Sönmez’in bir yazısıyla anıyoruz.
Yeni yıla girerken yeni dosya konularını da belirliyoruz.

Hepsini paylaşmak dileğiyle.

Murat Yalçın

İçindekiler:

RÜZGÂR GÜLÜ

Ahmet Tetik, Mehmet Can Doğan, Feyza Zaim, Turgut Yüksel, Sevengül Sönmez

ŞİİR

Nihat Ziyalan - Yakışıklıdır Babam

Güngör Tekçe - Sessizlik

Hulki Aktunç - Tanrı ile Tarih ya da Sönmemiş Dizeler

Sina Akyol - Telaş Şiiri

Oya Uysal - Ada

Necmi Zekâ - laubali sorgulama yüzde on civarı gerçeklerin

Ömer Aksay - Bozuk Aksanla Korkakça

Çiğdem Sezer - Kırılan Çiçek Dürbünü

Ali Ayçil - Dar Avlu

Arif Erguvan - Kelebekler Valley

ÖYKÜ

Adnan Binyazar - Sonsuzluk Tramvayı

Yiğit Bener - Sürgün Dönüşü

Ethem Baran - Bir Kuru Hayal

DENEME

Emin Özdemir - Yüzler ve Sözcükler

Mine Söğüt - Hikâye anlatıcılarına ne oldu?

Âlim Kahraman - Bizim Semtin Kargası

Hande Koçak - Karanlık Düş: Thomas

DOSYA
YAŞAR KEMAL’DE ÖLÜM

Müslüm Yücel - Yaşar Kemal’in Dünyasında Ölüm ve İntihar

Necmi Selamet - Yaşar Kemal ve Sözcükler

BABİL KULESİ

Hulki Aktunç - Bir İmge Büyücüsü: Gonca Özmen’den Belki Sessiz

Necip Tosun - Öyküde Ritmik Yapının Biçimlenişi

Mukadder Özgeç - Gecenin Öteki Yüzü’nde Küçük Kız ve Aynalar

F. Meltem Gürle - Ulysses’ten Tutunamayanlar’a Öznel Anlatının Snırları

Makbule Aras - Masumiyet Müzesi’ne Doğudan Bakmak

Melike Koçak - Son dönemlerin meşhur sorusu: Masumiyet Müzesi’ni kaç günde bitirdin?

Orhan Kahyaoğlu - Doğu’da Zuhur Eden Yeni Bir Modern Şiir

"Türk Edebiyatı" dergisi


HASBIHAL

Sevgili Türk Edebiyatı okuyucuları,
Yahya Kemal özel sayımız da öncekiler gibi büyük ilgi gördü. Bu sayımızda, Yahya Kemal hakkında geçen ay zamanında elimize ulaşmadığı için kullanamadığımız üç yazı daha bulacaksınız. Prof. Dr. Sema Uğurcan, şairimizin “Gece Bestesi” adlı şiirini “yapısalcı” eleştiri metoduyla tahlil etti. Bahtiyar Aslan ise, “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirini, Jan Asman’ın Kültürel Bellek adlı eserinden yola çıkarak yeniden okumayı denedi. Prof. Dr. Oktay Eser’in yazısını da ilgi çekici bulacağınızdan eminim. “Sessiz Gemi” şiirinin İngilizceye kendisi, Talat Sait Halman ve Behlül Toygar tarafından yapılmış üç tercümesinden yola çıkan Oktay Eser, tercüme problemleri üzerinde duruyor.

Elinizdeki sayı da bir röportajla başlıyor. Öteden beri İkinci Yeni şiiri üzerine çalışan ve bu konuda önemli bir de kitabı bulunan Doç. Dr. Alâattin Karaca, yazarımız Bahtiyar Aslan’ın sorularını cevaplandırdı. İkinci Yeni şiirinin belli başlı temsilcilerinin birer şiiriyle ve fotoğraflarla zenginleştirdiğimiz röportajı, ekim sonunda kaybettiğimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca hakkındaki yazılar takip ediyor. Zafer Acar, Dağlarca’yı, onun şiirinin önsözü saydığı Çocuk ve Allah adlı kitabından hareketle değerlendirdi. A. Cihat Beritli’nin “Bir Efsaneye Dokunmak: Dağlarca ve Şiirine Dair Muhalif Düşünceler” başlıklı yazısına dikkatinizi çekiyorum. İlyas Dirin ise Dağlarca imzasının göründüğü dergileri araştırınca karşısına uzun bir liste çıktı.

Peki, Mehmed Âkif’in eşi İsmet Hanım’ın ve kızlarının fotoğraflarını hiç görmüş müydünüz? “Mehmed Âkif’in Aile Fotoğrafları ve Torunu Ferda Hakkında Yazdığı Şiir” başlıklı özel bölümümüz, M. Selim Gökçe tarafından, yıllardır Âkif’le ilgili yayın, belge ve fotoğrafları toplayan Mehmet Rüyan Soydan’ın arşivi kullanılarak hazırlandı. Değerli dostumuz Soydan’a teşekkür borçluyuz. Bu bölümde İsmet Hanım’ın hem tek başına, hem de iki kızıyla çekilmiş fotoğrafları yer alıyor. Âkif’in oğulları Emin ve Tahir’le birlikte çektirdiği fotoğraf bilinmekle beraber, hep Midhat Cemal Kuntay’ın kitabından alınarak ve onun hatası tekrarlanarak kullanılmıştır. Orijinal karttan tarayarak kullandığımız bu fotoğraftaki çocuklar, Âkif’in torunları değil oğullarıdır. Bu bölümde, Âkif’i oğlu Emin’le birlikte gösteren fotoğrafın arkasında da torunu Ferda’ya yazdığı bir şiir vardır. İlk defa bizim yayımladığımız bu şiir, Âkif’in tek çocuk şiiridir.

Funda Özsoy Erdoğan’ın deneme-hikâye karışımı ilgi çekici metnini ve Kamil Yeşil’in “Avara Kasnak” hikâyesini beğeneceğinizi umuyoruz.

Ali Şükrü Çoruk, bu sayımıza “Memleketimizden Bayram Manzaraları” başlıklı yazısıyla katkıda bulundu. Kurban Bayramı’nı, Türk halkının bayram karşısındaki tutumunu tanınmış şairlerin değil, internet sitelerini kullanan ismi duyulmamış şairlerin şiirlerinden hareketle anlatan Çoruk’un yazısıyla karşılıyor, bu vesileyle bütün okuyucularımızın bayramını tebrik ediyoruz.

Bizi alıp Van Gogh’un büyülü dünyasına götüren Hülya Atakan’ın “Amsterdam ve İki Küçük Boş Oda” başlıklı denemesini Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’la Prof. Dr. İnci Enginün’ün kısa bir süre önce kaybettiğimiz Prof. Dr. Şükrü Elçin hakkındaki yazıları takip ediyor. Prof. Elçin, Türkiye’de halk edebiyatı araştırmalarının öncü isimlerinden biriydi. Hüseyin Bargan, yıllarca Sovyetler Birliği’nin demir yumruğu altında yaşamak zorunda kalan milletlerin her şeye rağmen direnen yazarları sayesinde nasıl ayakta kalabildiklerini anlatıyor. Coşkun Çokyiğit ise Kırgızistan izlenimlerini yazdı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü Başbakanlık Tanıtma Fonu, TÜRKSOY, TİKA, TRT ve Sinebir’in işbirliğiyle düzenlenen “Türkiye’den Film Var” programının Kırgızistan bölümünü gazeteci olarak izleyen yazarımızın ilgi çekici bir tespiti var: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Avrupa ve Amerika’da boş salonlarda yapılan Türk film haftaları için harcanan paranın dörtte birini Türkî cumhuriyetlerde yapılacak festival, film haftası gibi kültür faaliyetlerine ayırsa daha isabetli bir iş yapmış olur. Mustafa Ruhi Şirin de Türkiye’nin “onur konuğu” olarak katıldığı Frankfurt Kitap Fuarı’nı değerlendirdi.
Bu sayımızın şairlerine gelince: Mehmet Aycı, Kalender Yıldız, Ali Osman Dönmez ve Ömer Kazazoğlu.

Yine zengin bir Kırkambar’ımız var. Özellikle Asım Öz’ün Nazan Bekiroğlu’nun yeni romanı Lâ: Sonsuzluk Hecesi adlı romanı hakkındaki yazısına dikkatinizi çekmek isterim.

Yeni yılda, daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız.
Muhabbetle, efendim.

Beşir Ayvazoğlu

"İkindi Yağmuru" dergisi


16. sayının yayına çıkmış olmasının heyecanıyla, dağıtıma verir vermez, yeni sayının hazırlıklarına başlamıştık.Yeni yerimizde, yenilenmiş kadromuzla 17. sayısını hazırladığımız İkindi Yağmuru Dergisi ile sekiz yıllık kitapçılık deneyimi olan Zen Kitabevi birlik oldu bir oldu. Ümit ediyoruz ki, bu birlikteliğimizle gerek kitapçılık alanında, gerekse yayıncılık alanında daha büyük işler yapacağız.

Biraz daha güncel konuları yakalamaya çalışarak 17. sayımızı sizlerle buluşturmanın sevincini yaşıyoruz.

Daha önceden olduğu gibi bu sayıda da göreceğiniz üzere, işin erbaplarının yanında, edebiyata gönül vermiş yeni kalemlere, gün yüzüne çıkmaları için mümkün olduğu kadar yer vereceğiz. Bu konuda dergimizi takip eden genç arkadaşlara da görev düşüyor. Cesaretlerini toparlayıp, yaptıkları çalışmaları gözden geçirerek bize ulaştırmaları gerekiyor.

Ayrıca yayın dünyasını da yakından takip ederek, özellikle edebi eserlerin tanıtımına da fazlaca yer vereceğiz. Bu çalışmalarda yine özellikle genç şair / yazar arkadaşlara öncülük etmesi bakımından önemli olacaktır.Bir sohbetimizde hayatta olan önemli şairlerimizden Sedat Umran'ın; "genç şairler okumuyorlar"şikayeti aklımıza geldiğinde konunun önemi daha da ortaya çıkıyor. Okumadan yazma girişiminin imkansızlığını vurgularken, zihin kirliliğini önlemek için de seçkin eserlerin okunması gerekliliği üzerinde duracağız.

Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle…

İkindi Yağmuru'nun 17.sayısında yer alan yazı ve yazarlar:

Kapak
Türkçemizin Ses Bayrağı: Fazıl Hüsnü Dağlarca : Prof. Dr. Nurullah Çetin

Şiir
Esmerliğe Övgü/ Ünsal Ünlü
Aradaki Sızı/ Cafer Keklikçi
Anahtar Paspasın Altında/ Ali Çakır
Müzik / Mustafa Atiker
Yanıldığım Yüzler / İlker Gören
Elmas Beyazı Bursa / Rasim Demirtaş

Hikâye
Komplo / Remzi Şimşek

İnceleme
Bursa: Beyaz Perdedeki Kent / Tamer Uysal
Anlat-ı-da Anlat-ı-cı / Neslihan Tırlı

Deneme
Frankfurt'tan Görünmeyen Renklerimiz / Levent Kotan
Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa Ve Medine Müdafaası / Serkan Bilge

Kitap
Tanpınar'la Başbaşa / Ünsal Ünlü
Aşkın Nefesi, Aşkın Sesi: Ney / Kâmil Büküyer

Foto-Kompozisyon / Latif Dinçaslan


İrtibat:
İkindi Yağmuru Dergisi (Zen Kitabevi)
Selmanağa Mahallesi Şeyh Camii Sokak 38 /A Üsküdar / İstanbul
ikindiyagmuru@gmail.com
(216) 553 33 73

"3K" dergisi


Epeyi zaman oldu, okuşmayalı…

Dile kolay; mevsim geçti aradan, üç cemre düştü bizden sonra, onüçe katlandı hilalin muhteşem senfonisi… Ve biz bu arada, kulakları sağır edici sessizlik içinde ama sabır ve özlemle bekledik sizleri…

Kitapları fazla ciddi bulup gazeteleri aşırı sorumsuzlukla itham eden ünlü düşünür Cemil Meriç’in nevi şahsına münhasır ifadesiyle ‘hür tefekkür’ün kalesinde soluklandık bunca zamandır. Kimi zaman hasret ateşiyle yanıp tutuşurken, kimi zaman da soğuman rüzgarların uğultusuna tanık olduk…

Ve fakat hiç yılmadık…

Yine Üstad’ın kendine özgü üslubuyla ‘bizden sonraki jenerasyona vasiyet bırakmak’ta kararlı idik. Yengilerden çok yenilgilere sahne olan hezimetleri tatmamak adına, tadımsızlığı esrik halde içişip gönül dünyanıza konuk olmayı istedik habire…

Bir serüven belki bu, kimbilir belki de kültürel kimliklerin manifestosu… Öyle ya da böyle, ‘hür tefekkür kalesinin bayrağını göndere çekmek’ en başta Üstad’a karşı bir vefa borcumuz.

Eli kalem tutan, kah duygusal ve kah düşünsel atmosferlerde soluklanan, yazı’yla yazgı’lanan herkesi aramızda görmek istiyoruz…

Katılın bizlere, yalnız bırakmayın bizleri bu soylu yürüyüşümüzde...

Yol uzun mu uzun, engeller katbekat… El yordamıyla dalıyoruz tünelin karanlığına…

Aşkla, şevkle, heyecanla bir ışık sunun dostlar!

Zira insan denen problemi deşifre etmeyi kendine ilke edinmiş sanatsal mecramızın -ola ki bir gün- hüsrana ve dolayısıyla dergi çöplüğüne dönmesini hiç ama hiç arzu etmiyoruz…

O’nun adıyla başladık, O’nun aşkıyla ilerliyoruz, O’nun için yazacağız…
Ve edebiyat, ebediyettir… Bunun farkındayız…
Gerisi fasarya…

Bu sayımızda da yine her biri birbirinden ilginç “şiir, deneme, öykü, anlatı, değini, çeviri, inceleme ve kitap tanıtımlarına” yer verdik. Usta şair Nuretin Durman’la şiiri konuştuk uzun uzadıya. Orhan Pamuk üzerine geniş oylumlu bir makale ile bir beytin düşündürdükleri üzerine kapsamlı bir şerhi dikkatlerinize sunduk ayrıca. Beğeneceğinizi umarak, derginin muhtevasını engin hoşgörünüze ve sıcak, sımsıcak gönüllerinize sunduktan sonra sözü burada -şimdilik- noktalıyoruz…

Yeni bir sayıda yine, yeniden buluşabilmenin ümidiyle esen ve esin kalınız...

"Mostar" dergisinde Selçuklular


Yurt Kuran Devlet: Selçuklular

Türkiye’de popüler tarihin merakı neredeyse bütünüyle Osmanlı’ya yoğunlaşmıştır. Oysa Osmanlı Devleti birden bire ortaya çıkmış bir devlet değil. Onun tarihe çıkışını, belli bir medeniyet merkezinde yükselişini hazırlayan koşulları da hesaba katmamız, gerekiyor. Selçuklular bu açıdan önemli. Eğer Anadolu, Selçuklular tarafından vatan haline getirilmemiş, bu coğrafya onlar tarafından yeniden işlenmemiş olsaydı, bir Osmanlı tarihinden de bahsedilemeyecekti şüphesiz.

Mostar Dergisi 46. sayısında, bu önemli döneme ışık tutacak bir dosya konusu ile çıktı. Dosyada, Anadolu Selçuklularının tarihçesini, Selçuklular döneminde şekillenen düşünce, edebiyat ve mimarinin ana hatlarını ve Selçuklu medeniyetinin Osmanlı medeniyetine etkilerini konu alan yazılar yer alıyor. Dosya, Ali Ayçil, Fatih Güldal, Fahameddin Başar, Mustafa Kara, Önder Kaya, Sadi Kucur, Şeref Bilsel ve Uğur Tuztaşı’nın yazılarından oluşuyor.

Dosya çerçevesinde, Selçuklu tarihi profesörü Gülay Öğün Bezer’le bir de söyleşiye yer verilmiş. Selçuklular olmadan Osmanlıları anlamanın mümkün olamayacağını belirten Bezer şu noktaların altını çiziyor: “Selçuklu ile Osmanlı arasındaki ilişki, yüzeysel olarak bakıldığında bir öncelik sonralık ilişkisi olarak tanımlanabilir. Ancak Selçuklular Osmanlılara, onların ihtiyaçlar çerçevesinde geliştirip zenginleştirdikleri kurumlar ile birlikte emsalsiz bir miras bıraktılar. Bu miras onun ruhunu teşkil edecek olan bir ‘vatan’ ve gücünün yegane kaynağı olan bir ‘millet’tir.”

Mostar bu sayısında Rasim Özdenören ve Mustafa Şentop’un, Anayasa Mahkemesinin TBMM’de çıkan ve kamuoyuna Türban yasası olarak yansıyan yasa değişikliğini iptalinin gerekçeli kararı üzerine yaptıkları yorumlara yer veriyor. Her sayıya bir çevirisiyle dergiye katkıda bulnan Cemal Aydın, Amerika ve İngiliz imparatorluklarının karşılaştırıldığı bir çeviri-yazı ile derginin bu sayısında da yer alıyor. Ali Şükrü Çoruk, yakın tarihin sayfalarında gezintiye çıkıyor. Çoruk yazısında, iktidardan düşen İttihat ve Terakki Fırkasının nasıl karikatürlere konu edildiğini dönemin matbuatından örneklerle aktarıyor. Mutlu Özgen ise Osmanlı’da bayram kutlamalarını hatırlatana bir yazı ile yer alıyor dergide.

Önümüzdeki sayılarda buluşmak ümidiyle…

Dergileri İnceleme Rahlesi

1- Aşkın e-Hali Edebiyat Dergisi 12.Sayı Ekim-Kasım-Aralık 2008

Şiirin damar atışlarının,nabız vuruşlarının taşrada duyulduğunu söylemek durumundayız. Şiir bahsinde en temel tutumun samimiyet olduğu unutulmamalı. Taşrada çıkan dergilerde yayınlanan şiirler ,merkezde merkezi temsil eden dergilerde yayınlanan şiirlere nazaran daha sıcak daha içten olduğu hemen daha ilk mısrada kendini belli eder. Her şiir bir fetih hareketidir ve taşrada kendiliğini açığa çıkartan şairlerin ilk şiir manevraları,bu fetih duygusunun heyecanını taşır:kendini keşfetmenin heyecanını. Bu durum sadece şiir için söz konusu değildir,deneme ve diğer edebi türler için de geçerlidir. Devasa şehirlerde yaşanan insan ilişkilerindeki yapaylık,taşrada yazıya dayalı olarak kurulan dostluklar için bahis konusu edilemez. Bir anlamda taşrada Anadolu’ da daha kalıcı birliktelikler kuruluyor, yaşanıyor.

Taşrada çıkan her dergi yeni bir hamle hareketidir,dünyayı tanıyor olmanın atılımına sahiptir. Edebiyatta bir tazelik fikri,taşraya geniş bir hareket alanı sağlıyor. Kaygısı olmayanın ahlakı da yoktur. Dünyaya söyleyecek sözü olmayanın beyhude bir arayış içinde olduğunu söyleyebiliriz. Çorum’da 12. sayısına ulaşan Aşkın e- Hali dergisini okuyup bitirdikten sonra yukarıdaki fikirler hatırıma geliverdi,bu samimiyet ve çabaya kayıtsız kalamayacağımı düşündüm. Yazı ,söz ,samimiyet ve karşılık bulma noktasında dergi için yapılan Mehmet Okumuş söyleşisi,en fazla dikkatimi çeken,beni en çok etkileyen bir konuşmaydı. Edebiyatta sahicilik üzerine tekrar düşünmeme vesile oldu. Şöyle der Okumuş, söyleşinin bir kısmında:

‘‘Samimiyet aslında sözlerden yansır. Yazan sözü ne kadar sahiplenmişse söz de o kadar sahibini sahiplenir. Ve söz insanın yazdığında okunan bir karşılık bulmuşsa güzellik yahut çirkinlik adına orda bir samimiyet vardır. Çünkü sancısı kelimeye siner insanın. Hani deniliyor ya "her işin başı ahlaktır" diye. Bence sonraki aşama bu. Her şeyin başı kaygıdır aslında. Kaygısı olanın ahlakı olur. Buna bağlı olarak samimiyetiniz ortaya dökülür. Yani fazladan bir anlatıma gerek yoktur. Sözler , söze sadıksanız , "söz" lemek istediğiniz varsa okur sizi. Ve sonra da yazar. Burada ,ilham değil kastım; söyleyecek sözleriniz varsa, ilk mısralar tecelli olur,sonrakiler o tecelli dahilinde samimice dökülürler."

Dergide açık açık etkilendiğim yazılardan biri de Mustafa Uçurum’un "Herkes Gibi" adlı denemesi oldu. Bu denemeyi önemli kılan yazarın duyarlılığı ve uyarıcılığıdır . Uçurum bu yazısıyla sessiz sedasız denemeci kimliğini ispatlamıştır. Teknolojik bir buhrana doğru sürükleniyoruz der yazının bir kısmında. Yazının ana iletisi, temel fikri ‘kendi’ olmak,özgün bir kişiliğe sahip,olayların ve durumların farkında olmaktır. Dil ve üslup bakımından sade bir söyleyişe dayalı bir yazı yazmış Uçurum. Kendini okutabiliyor. Dileğimiz bu yazıların çoğalması ve daha geniş açılımlarla devam etmesidir.

Mustafa Özçelik ‘Gelenekten Geleceğe Şiirimiz’ adlı yazısında gelenek sorununu ele alır. Özçelik’ in vurgusu geleneğe yöneliktir daha çok. Şiirde yeniliğin gelenek birikimini esas alarak gerçekleşeceğine inanır. Özçelik’e göre gelenekten yararlanma meselesi bir yönüyle dine bir yönüyle çeviri kültürüne diğer yönüyle de medeniyet tercihine bakan bir meseledir. Bu bahiste Tanpınar gibi düşünür: ‘Devam ederek değişmek, değişerek devam etmek’ . Biz şiirde yenilik deyince özde yapılacak bir yeniliği anlıyoruz. Ve her yeniliğin yaşayan insan ve yaşanan hayatla bir bağının olması gerektiğini düşünüyoruz. Biçim denemeleri devrinin geçtiğine inanıyoruz,yapılacaksa eğer ruhta bir yenilik arayışına girmek gerekir. Yenilik bahsinde önümüzde tek örnek var:Sezai Karakoç şiiri.

Karakoç ,geleneksel biçimlere yeni bir öz yeni bir şahsiyet kazandırmıştır. Geleneği bir ihya hareketidir Karakoç’un şiiri. Onda her biçim yeni bir çehreye bürünmüştür. Canlı ve yaşayan organik biçimler toplamıdır gelenek. Çünkü zamanın duyarlığı esas alınarak yazılmışlardır.

Bizce dergide yayınlanan en iyi şiir ‘ ne olduysa aniden oldu’ şiiriyle Nurettin Durman’a ait olan şiirdir. Canlı ,konuşmaya dayalı,insani bir çehresi var bu şiirin. ‘‘ gene yüzüm olsun diye ikindi vakti orada/ evet tam ikindi vakti deniz kenarındaki/ hamid-i evvel camiinin kubbesiyle/ insanı kendine çeken serinliği arasında/ sessizce ama sessizce/ ne olursun tanrım/ kalbimi yumuşat dedim’’

Aşkın e-Hali edebiyat dergisinin günümüz şiirine dair eleştirel denemelere ağırlık vermesi durumunda bir hareketlilik kazanacağını söyleyebiliriz.


2.Kuşluk Vakti Aylık Edebiyat Seçkisi Kasım 2008 Sayı-7

Kuşluk Vakti yedinci sayısıyla yine dopdolu. Dergi her geçen gün büyüyor,bu gerçek. Bu gerçeğin açılımını sunan yazılarla karşılaşıyoruz dergide. Said Konar’ın kitap tanıtım yazısı, Nazife Şişman’ın yazma gerekçesini sunan metni , Kuşluk Vakti’ne düşünsel bir boyut katmış.Nazife Şişman’ın yazı etkinliğine dair metninin genç kadın yazarlar için öğretici bir yazı olduğunu söylemek mümkün. Sibel Eraslan ile yapılan söyleşi,yazarın Siret-i Meryem adlı kitabı için arka bahçe niteliğinde. Söyleşinin bir bölümünde ‘Yalnızlığı bilinçli tercihtir yazarlık. Cesaret ve bedel ister.’ der,Eraslan. Kimi yazarlar içinse yazarlık,yalnzlığın bilinçli çoğaltımıdır. Yazı yazmak , çoğalmayı,anlamla zenginleşmeyi temel alır. Yazı,varoluşsal bir etkinlik aynı zamanda. Dünyaya anlam verme, soruna kökensel bir bakış getirmedir. Yazar hemen her zaman en dipte olandır. Kavrayışta köklere inendir.

Kuşluk Vaktinde usta yazarımız Rasim Özdenören’e dair bir portre çalışması var. Bu yazıların tümüne olumlu bakıyoruz ancak bu kadarla kalınmamalıydı diyoruz. Daha çözümleyici çalışmalar da yer alabilirdi dergide. Dergideki yazarların Özdenören’e onun öykü ve fikir dünyasına,hayattaki duruşuna dair izlenimleri, bir öykü ve düşünce yazarı olarak Özdenörenin komplekssiz kişiliğini,mütevazi duruşunu yansıtıyor. Bu önemli. Öncelikle genç yazar ve edebiyatçılar için önemli. Ben eski kafalıyım bu anlamda. Günümüz edebiyatçılarında,günümüz şairlerinde gördüğüm kibri hiç hoş karşılamam. Yazdığımız her metin bizi daha bir mütavazi kılmalı diyorum. Mevlânâcıyım ben, dirilişçiyim bu anlamda. Başım göğe ermez usta işi bir şiir yazdığımda. Bu bağlamda İsmail Güleç’in Mesnevi Sadece Mesnevi Midir adlı yazısını kardeşim gibi gördüğümü söylemek isterim. Bu toprakların ruhundan sesleniyor çünkü.Değerlerimizden konuşuyor,bizi konuşuyor.

Kuşluk Vakti ,şiir konusunda bir yoğunluğa sahip değil henüz. Derginin şiddetle genç şiire, genç şaire ihtiyacı var. En büyük eksiği şimdilik bu. Bunun yanında Yusuf Kaplan örneğinde olduğu gibi iddialı, meselesi olan yazılar yer almalı dergide.

Yusuf Kaplan’ın yazısının tartışmalı tarafları var. Kaplan, eleştirisini günümüz şiirine getirseydi katılabilirdik. Günümüz şirinin istikamet fikrinden büyük atmosferden yoksun oluşunun köklerini İkinci Yenide arayabiliriz pekala. Öncelikle Yusuf Kaplan bir şair ve eleştirmen değil. Şiire dair eleştirel ölçütleri baz almalıydı. İkinci Yeniyi hapishane değil şiire getirilen bir özgürlük(özellike şiirde kelimenin yeri,dil-içi imkanlar bakımından)olduğunu söyleyeceğiz. İkinci Yeni Türk modernleşmesinin yüz ıdır. Yusuf Kaplan, modern insanın serüvenini hayata tutunma arayışını Turgut Uyar’ın şiirinden okuyabilirdi mesela. İnsanın yabancılaşma olgusunu Edip Cansever özelinde ele alabilirdi. Sezai karakoç şiirini yeni-gerçekçi açıdan işleyebilirdi.Hakeza Cemal Süreya,Ece Ayhan,Ülkü Tamer,İlhan Berk şiirlerini modernizm bağlamanında inceleyebilir,çözümleyebilirdi. İkinci Yeninin merkezinde duran adam Sezai Karakoç’tur. Şiirde medeniyet pespektifi Karakoç’la zirveye taşınır. Ama Karakoç’un şiirine sadece medeniyetçi bakış açısından yaklaşmak da bizi şiirden uzakaştırabilir. Şiirde hüküm cümleleri şiire dair yaklaşımlar kucaklayıcı olmalı. İkinci Yeni her anlamda bir imkandır,İkinci Yeniyi doğru okumak gerekiyor.Bu şiir hala bu imkanı bu vasfını koruyor.

Artık Kuşluk Vakti’nin düşünsel bir ağırlığı var ve öyle inanıyorum ki özellikle şiir üzerine düşünen genç şairlerin poetik metinlerine yer verdiğinde her sayısıyla ivme kazanan bir dergi olacaktır.


3.Edebiyat Ortamı Dergisi, Kasım – Aralık 2008 , Sayı:5

Ankara’da yayın hayatını sürdüren Edebiyat Ortamı Dergisi, sessiz ve derinden yürüyüşüne devam ediyor. Dergi önemli yazılara yer veriyor bünyesinde. Aslında hiç de sessiz bir yürüyüş değil bu. Edebiyat Ortamı, Cahit Zarifoğlu’ nun Mektuplarına yer vermekle okurlara taze bir heyecan , yeni bir renk kattı. Biz bunu derginin yeni bir atılımı olarak görüyoruz. Mektupların yayınlanması , aynı zamanda yeni bir hamledir kanaatimizce. Benim asıl üzerinde duracağım şey, Zarifoğlu’nun Mavera dergisinde , dergiye gelen ürünleri değerlendirdiği Okuyucularla köşesinde yazdığı yazılar. Mektupların kitap bütünlüğüne kavuşması tabii ki hepimizin arzusu. Üstelik şairin oradaki iradesi ve kararlılığı karşısında çoğumuzun öğreneceği bir şeyler mutlaka vardır. Bu çalışmanın dergi yöneticilerini ilgilendiren bir tarafı da var. Özellikle bir edebiyat dergisinin idaresi,devamlılığı, dağıtımı, yönlendiriciliği, özverisi ,teşvik edişi ,sevk edişi, gibi bir çok konularda öğretici yönleri var. Ancak Zarifoğlunu’ nun Okuyucularla köşesinde yazdığı yazıların kitap bütünlüğüne ulaşmasını , şairin şiire yaklaşım biçimini,önerilerini,tavsiyelerini,eleştirilerini,
kuşatıcılığını,kucaklayıcılığını, şiir görüşünü yansıtması bakımından daha çok istiyor,daha çok önemsiyorum. Bu , aynı zamanda genç şairler için de önemli. Sadece şiir gençleri için değil eleştirmenlere de seslenen bir tarafı o yazıların. Eleştirmenler de o yazılardan kendilerine düşen payları
alacaklar ,nasipleneceklerdir. Zarifoğlu’nun kendisine gönderilen şiirleri ele alış biçimi, yaklaşım tarzı her bakımdan öğretici olurdu doğrusu. Ben de Edebiyat Ortamına bu yazıların da bir kitap şekline dönüşmesi yönünde öneride bulunabilirim. Üstelik bu, şiirin gizli has okuyucuları için de beklenen bir şey. Harika olurdu, verimli olurdu, besleyici olurdu.

Edebiyat Ortamı, sessiz yürüyüşünü eleştirel çalışmalarla tetiklemeye devam ediyor. Edebiyat Ortamı , büyük işler yapıyor aslında. Dergide yayınlanma imkanı bulan şiir değerlendirme-eleştiri yazıları , Edebiyat Ortamı’na eleştirinin özellikle modern eleştirinin kalesi olma yönünde ivme kazandırıyor, güç veriyor. Dergide sözümüzü teyit eden yazılar da mevcut. Arif Ay’ın Şiir ve Tahkiye , A. Cüneyt Issı’nın İlhan Berk Şiiri Üzerine ,Arif Ay’ın ve Turan Karataş’ın düzenli olarak yazdığı Dergiler Arasında ve YazıSaati bölümleri Edebiyat Ortamı’na canlılık katan çalışmalar. Arif Ay’ın Sezai Karakoç şiiri üzerine yazdığı yazıya bir işaret koyalım. Zira Arif Ay’ın yazısını önemli kılan , yazının genelini kapsayan manifesto havası. Çağımıza ilişkin diri cümleler kuruyor Ay.

Dergiye şiirleriyle katkıda bulunan isimler şöyle: Osman Sarı, Emre Döğer, Gözde Burcu Narin, Mehmet Aycı, Fatih Yavuz Çiçek, Sedat Turan.

Edebiyat Ortamı’ında dikkatimi çeken,ilgi duyduğum,uğraş edindiğim alan itibariyle önemli bulduğum, aynı zamanda kim ne derse desin 2008’in en iyi,üzerinde düşünülmeğe değer poetik metinlerinden olan İsmail Karakurt imzalı Korkunun İpinde İçimizi Gören Jonglör adlı yazı oldu. Nefis bir yazı. Karakurt yazısında bakın ne diyor: ‘‘Ne zaman ki şiir , bir devingenlikle,bir hava ile şairin hayatını dört bir yandan kuşatır; işte böyle bir durumdayken şair, iyi bir şiirle insanların içini görür yahut da insanların içlerini görmesini sağlayabilir.’’ Karakurt , şiir-gerçeklik-okuyucu ilişkisini ele aldığı yazısında bizi bir kez daha dünya geçekliği ve imge-rüya konusunda düşünmeye çağırıyor. Edebiyat Ortamı’ında bu tarz yazılar çoğalmalı diyoruz. Bu yazılar aynı zamanda dergiye ağırlık veren düzey kazandıran yazılar.

Edebiyat Ortamı’nın bu derinlikli yürüyüşünü yürekten destekliyoruz.

Mustafa Celep

Kaynak:

http://mncelep.blogcu.com/

"Umran" dergisi



Siyah Yüze Beyaz Maske


Umran dergisi Aralık sayısında, “Amerikan rüyasının yeniden inşa aracı olarak “Obama”, Amerika imajı üzerine yeniden düşünmeyi gerekli kılıyor.” diyor ve hem Obama sonrası Amerikan uluslar arası siyasetinin geleceğini hem de Amerikan seçimleri üzerine gelişen tepkileri masaya yatırıyor.

Kan, vahşet, saldırganlık, istiğna ve istikbar ile oluşan ve Batı dışı dünyanın neredeyse tamamında “cellat”a dönüşen Amerikan imajının 11 Eylül’de yara alması üzerine insanların “sevinç”lerine dikkat çeken Umran aynı insanların Obama’nın Başkan olması üzerine de sevinmesinin bir cellâdına âşık olma sendromu olup olmadığını sorguluyor.

İmajların gerçek görüntülerden daha belirleyici olduğu bir çağda yaşadığımızı bir kere daha hatırlatan Umran, hem 11 Eylül’e hem de Obama’nın seçilmesine karşı insanların sevinmesinin en önemli nedeninin zihinlerdeki Amerika imajı olduğunun altını çizdikten sonra önsözünde şu ifadelere yer veriyor: “Amerika, içerde ‘Zenciler’, ‘Hispanikler’, ‘Kızılderililer’ ve dışarda da Afrika’dan İslam dünyasına(!) kadar ötekileştirdiği unsurları, Obama ile “yeni ötekiler”e karşı daha geniş bir cephede -aynı aşk hikâyesinde- buluşturmuş görünüyor.
Bununla birlikte aşk hikâyesinin bir de öte tarafı var: Obama’nın başkan seçilmesi ile oluşan “yeni Amerika imajı”na Amerika’yı iten nedenleri de gözden geçirmek gerekiyor.” Abdurrahman Babacan’ın yönettiği ve Ferhat Kentel ile birlikte açıkoturumumuza konuk olan Akif Emre, ABD’nin eski gücünü kaybettiğini ve stratejik öngörüyle tedbirlerini almaya çalıştığını söylüyor. Amerika’nın öncülüğünü yaptığı Batı medeniyetinin en ileri düzeye eriştiğini “Tarihin Sonu” teziyle iddia eden Fukuyama da -çark etmeye devam ediyor-, Umran için çevirdiğimiz ve bu sayımızda yayımlanan makalesinde: “ABD ekonomik modelinin bir “kovboy kapitalizmi” şeklinde tanımlanması, pekâlâ umursanmayabilirdi. Ancak mevcut durumda bu hala mümkün mü?” diye soruyor.

Obama, basit bir tercih olmanın ötesinde Amerika için bir zorunluluktu. Karanlık geçmişi onun geleceği aydınlatmasına izin vermiyordu. Kirli/ siyah WASP’lı (yani Beyaz, Anglo-Sakson ve Protestan) yüzüne; beyaz bir maske gerekmişti; Obama. Olanları küresel ekonomik çöküşle birlikte düşününce insan, bu aşk hikâyesinin sonunu daha bir merak ediyor. Çünkü insan, cellâdına ondan ayrılacağını hissettiği an âşık olurmuş.”

Umran’da dikkat çeken diğer başlıklar ise şöyle:

- AKP’nin Zor Kararı: Vesayete Evet mi, Hayır mı?/ Cevat Özkaya
- Egemenler İslam’dan Neden Hazzetmez/ Abdullah Yıldız
- Piyasa Tektanrıcılığı/ Roger Garaudy
- Beşir Ayvazoğlu ile Söyleşi

İrtibat:
http://www.umrandergisi.com

"Temrin" dergisinde Yahya Kemal

Aylık düşünce ve edebiyat dergisi Temrin, 2008 Aralık sayısını “Yahya Kemal Özel Sayısı” olarak yayımladı. Kısa bir süre önce yayın hayatına atılan Temrin dergisi, geçtiğimiz iki sayısında açtığı dosyalarla edebiyat dünyasının dikkatini çekmişti. 2008 yılının son sayısını Yahya Kemal’e ayıran dergi her ay düzenli olarak yayımlanıyor.Temrin dergisinin Yahya Kemal Özel Sayısında Prof. Dr. Bilal Kemikli ile yapılan röportaj dikkat çekiyor. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi olan Bilal Kemikli, Bektaşilik üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınıyor. Tasavvuf Edebiyatı Kürsüsü Başkanı olan Bilal Kemikli, Bektaşilik konusunu Yahya Kemal eksenli değerlendiriyor. “Yahya Kemal Bektaşi miydi? Hangi Bektaşi Tekkelerine devam etti? Şiirlerinde Bektaşiliğin izleri var mı? Şiirlerini hangi Bektaşi şeyhinin huzurunda okudu?” gibi soruların cevaplarının verildiği röportaj Yahya Kemal’i daha yakından tanımak isteyenlere ışık tutacak.

Derginin Yahya Kemal’e ayırdığı 8. Özel sayısında Kibar Ayaydın, Melek Altun, Mustafa Özçelik, Gülay Çil, Vedat Ali Tok, Hatice Eğilmez Kaya gibi isimler yer alıyor. Deneme, inceleme-araştırma yazılarıyla Aralık ayında okurun karşısına çıkan Temrin, bit yılını doldurmadan ilk özel sayısını yayımlamış oldu.

Yeni kalemleri edebiyatımıza kazandırmayı hedefleyerek yola çıkan dergide her ay yeni kalemlerin seviyeli yazılarını okumak mümkün. Ustalarla yeni kalemlerin bir arada yazı meşk ettiği dergi İstanbul merkezli ve ülke geneline dağılıyor.

İrtibat:
temrindergisi@gmail.com
www.temrindergisi.com

"Ay Vakti" dergisi


Ay Vakti 98–99. Sayı: “İnsan Mamur, İnsanlık İmar Eden Olmalı…”

Dünyanın her yerinde, hemen her sabah binlerce hikâye başlıyor. İnsanların oyunculuk eğitiminden geçmeden, karşılığında milyon dolarlara boğulmadan, belki farkında olmadan rol aldıkları filmlerle gişe rekorları kırılıyor. Kandan nehirlerde yıkanan eller, paletlerine kan devşiren müptezeller, siyah-beyaz şarkılar eşliğinde zulüm tabloları sergiliyor dünya üzerinde...

Sanki dünya iki renkten ibaret’mişçesine, gözleri siyahtan ya da beyazdan başkasını görmeyen insanlık, çocuklarına hiçbir zaman “Ay Yüzlü” bir gök veremeyecek! Ta ki birileri çıkıp onlara geceleyin ancak Ay eşliğinde yürünebileceğini anlatana dek... Şakaklarına ütopyalar dayanmış beyinler, boşluğun mengenesinde yitip gidecekler. Ölümsüzlüğü arzulayan bedenler, dirilişi tadamadan ateşten birer heykel olmadan, gelin ölmeden dirilemeyeceğimizi anlatalım onlara!

Ay Vakti 98–99. adımında, "insanlığı imar eden bir insan olmak!" konusuyla, medeniyet bayrağını yüreğimizde dalgalandırıyor.

Selami Şimşek, Sedat Umran, Ferman Karaçam, Fedai Günaydın, , İsa Karaaslan, Ayşe Akkoyunlu, Murat Saldamlı bu sayının şairleri.

Söylenmeden, konuşan sözleri olmalı insanın. Şeref Akbaba Bir Lokma, “Bir Hırka” kapısından içeri buyur ediyor bizleri, o halde "söylenmeden" girmeli.

Naz Ferniba, değişimin nefs-i muhasebe'den başladığını, insan değişmedikçe Dünya'nın yüzünün eskiyeceğini, ona en iyi geleceği toprakla terbiye edilmiş ellerin verebileceğini söylüyor. Konfüzyon yazının kilidini tutuyor.

Bu sayının incelemesi Mustafa Özçelik'in liyakati ile dem buluyor. Üsküp'te Ezan Sesleri ile taşınalım maneviyata...

Belirsiz kavis'lerle bir öyküden içeriye giriyoruz. Necmettin Evci, zamanın genç olduğu vakitlerde, sokakların, caddelerin, yüreklerin cevvalliğine getirip sözü, "üç zeytin üç ekmek üniversitelerde / su gibi kızlar çarpar önce, alkol vurur / öfkeli dolanır caddelerde / ve başkaldırırlar akılları suya erende" dizelerini de katık ediyor ve sahici adamların iç seslerinden demetler uzatıyor elimize.

Ayşegül Tulû, Anın Ruhuna Kaçış başlığını taşıyan öyküsünde, "yaşamak ve yaşamamak aynı şey değil mi?" sorusuna cevaplar arıyor... Arif Akpınar, Duran Çetin bu sayının diğer hikâyecileri…

Yeryüzündeki putları deviren İbrahim kadar, İsa'nın, Sokrates'in, Nietzsche'nin ve Musab Bin Umeyr'in de yüreklerdeki nice putu devirdiği gerçeği, bizlere kalbindeki dikili heykelleri yıkmayan insanın, hakikate eremeyeceğini gösterir. Hakikat Uygarlığının Anahtarı; "Keşf-i Kalp" Yunus Emre Tozal'ın Rabb'i anlamaktan geçen, analitik unsurlar içeren ufuk açıcı bir yazısı...

Kelimeler Ve Algı düzeyimize kendince bir bakış getiren Üzeyir Süğümlü, kelimelerin hayatın içindeki yerine, nerede kifayetsizleştiklerine değiniyor.

Kelimelerin âşık üzerinde bıraktığı derin izlerden, âşığın kelime üzerinde bıraktığı noktalara uzanan Yekta Haktan İnci, Geceye Kurşun Döken Âşıklarla tanıştırıyor bizi... Senem Gezeroğlu, “Dön Semazen” isimli nadide bir denemeye imza atmış.
Günümüzde Türkçe yaşayan insanların coğrafyasında insana, sanata, edebiyata ve kültüre neden hep şikâyet var? Sorularının cevabı Mehmet Gedizli'nin tuttuğu kalemin ahenginde...

Bir romanın zuhur ederken verdiği sancıyı, şiirin yürekten damlarken çıkardığı tınıyı, öykülerin nasıl da içimizden bir parça gibi koptuğunu kalemle büyük savaşlar verince anlarsınız ancak. İçinizde ihtilâller son bulmuyorsa, biliniz ki artık siz de kaleme mahkûmsunuz. Yazma Sancısı, Yusuf Aktaş'ın kaleminden.

Hayati Koca Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın konuk olduğu asırlar öncesinin şiir anlayışına değiniyor.

Derginin kitap kategorisi iki tanıtıma ev sahipliği yapıyor bu sayıda. Mehlika Toyga, öyküye değişik bir bakış açısı ve anlam kazandırmış ustalardan, Rasim Özdenören'in Hastalar ve Işıkları kitabını mercek altına almış... Yine öykünün vazgeçilmez isimlerinden biri olan Mustafa Kutlu'nun son kitabı Huzursuz Bacak da Gül Çiğdem tarafından konu ediliyor.

Şirâze, Saklı Mektupları’ndan XLV diziyi de bizlere açıyor... İyi okumalar...

İçindekiler
Deneme
Naz FERNİBA / Konfüzyon
Yunus Emre TOZAL / Hakikat Uygarlığının Kalbi: “Keşf-i Kalb”
Şeref AKBABA / BİR LOKMA, BİR HIRKA
Üzeyir SUĞÜMLÜ / Kelimeler ve Algı
Yekta Haktan İNCİ / Geceye Kurşun Döken Âşıklar 25
Senem GEZEROĞLU / Dön Semâzen
Mehmet GEDİZLİ / Eleştirmenin Eleştirisi
Yusuf AKTAŞ / Yazma Sancısı

İnceleme
Mustafa ÖZÇELİK / Üsküp’te Ezan Sesleri

Şiir
Selami ŞİMŞEK / Dünyanın Bir Ucunda Çocuk Ölse Ömer’lenir
Sedat UMRAN / Tokalaşmayan Güzel
Ferman KARAÇAM / Yarasından Yâr Damlayan Kalbime
Fedai GÜNAYDIN / Kalem, Çizgili Kâğıt ve Ben
İsa KARAASLAN / İz Kaybettirme Ritimleri
Ayşe AKKOYUNLU / Gidenler
Murat SALDAMLI / Bana Düşen Güz

BİYOGRAFİ
Hayati KOCA / Türk Şiiri Az mı, hayır “Dağlarca”

ÖYKÜ
Necmettin EVCİ / Belirsiz Kavis
Arif AKPINAR / Karanlık ve Nur
Duran ÇETİN / Beklenen
Ayşegül TULÛ / Anın Ruhuna Kaçış

KİTAP
Mehlika TOYGA / Anlamdan Ricat 42
Gül ÇİĞDEM / Huzursuz Bacak 44

MEKTUP
Şiraze / Saklı mektuplar - XLV

Yekta Haktan İnci

İrtibat:
www.ayvakti.net
ayvakti@gmail.com

"Aşkar" dergisi


Aşkar 6. Sayısıyla Karşımızda

Aşkar Dergisi altıncı sayısını yayımladı. Soluğu genç, kalbi hızlı çarpan bir edebiyat seçkisi..04 Aralık 2008 Perşembe 11:51
Aşkar Dergisi altıncı sayısını yayımladı. Soluğu genç, kalbi hızlı çarpan bir edebiyat seçkisi…

Ürünlerin hemen hemen hepsi gençlere ait… 45 günde bir çıkan Aşkar sağlam adımlarla ilerliyor.

İhsan Irmak, Mustafa Karasoy, Eyüp Salih, İlhan Kayhan, Aziz Mahmut Öncel, M. Melih Erdoğan, Kahraman Çayırlı şiirleriyle yer almış.

Nesirlerde ise İdris Ekinci, Seferberlik Destanı ve Neo-epik Üzerine Düşünceler başlıklı yazısıyla; Aziz Mahmut Öncel, Kalanlar başlığı altında şiir değerlendirmeleriyle; Mustafa Aburşu, Erman Yılmaz, Necati Demir, Mustafa Çiftçi öyküleriyle; Mehmet Raşit Okuma Notlar ile Naci Akay ise Yalnız"ın Raylarla Konuşmasıdır başlıklı denemesiyle dergiye renk katmış.


İhsan Irmak"a ait “İçinden Kız Geçen Şiir” bu sayının en güçlü şiiri.

Aziz Mahmut Öncel"in “Yaşanmamışlığın Tarihi” şiirinde geçen şu mısra çok hoşuma gitti: “bir yerleri sancıyor taş düşürüyor belki Amerika”

Erman Yılmaz"ın Mağara öyküsü ise dikkat çekici.

Aşkar"a edebiyat serüvenlerinde başarılar diliyorum. Gençler yaptıkları işlerde samimi olsunlar ve amatör ruhlarını hiç kaybetmesinler…

Kırk beş günde bir yayımlanan Aşkar"a askardergisi@gmail.com"dan ya da 0505 260 93 47numaralı telefondan ulaşılabilir…

Hüseyin Karacalar

2008-11-29

"Az Edebiyat" dergisi, yeniden !..


Yağmurla geldi "Az Edebiyat"ın 2. sayısı…

"Geç kalıyoruz…
Bilerek ve isteyerek tüm randevularımızı öteliyoruz.Yavaş adımla yürüyoruz.Vardığımızda bulduklarımız geç kalmışlığın ödülü oluyor.Beklemeyenlerse zaten hiç gelmemiş olanlardı"

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki kurulmuş saat gibi tik takları hesap ediyoruz.Bir dakikadan ötekine taşmayan şaşmazlığımızla koşuyoruz.Geçtiğimiz yolun farkında olmadığımız gibi vardığımızda bulacağımızın üzerine de hayaller kondurmuyoruz.Hayrete bile vaktimiz yok.Randevu defterimiz sayfa sayfa ayırıyor birini ötekinden. Giriş sözleriyle kaleme aldığı önsöz. Hem derginin gecikmesini açıklıyor; hem de çağın insan ritmine ters aceleciliğinin eleştirisini yapıyor.

Kimseye yetişecek hırslarımız yok.Hiç bir şeye acele etmedik.Hiç bir şeye davet edilmedik de.Hiç bir hesabın içinde düşünülmedik.Düşlerimizi çoğalttık.Hayat ve hayal arasında sözcüklerimizle ağır adımladık.
Biz geldik.Orda kimse var mı? Sözleriyle de derginin duruşunu ortaya koyuyor.

Şair ve yazar kadrosuna baktığımızda; farklı yerlerden hayata aynı soruları soran ve aynı sorunları kendine dert edinenlerden oluştuğunu görüyoruz.

Dergi Usta kalem Berat Demirci'nin "Ad Koymak Üzerine" isimli denemsi ile başlıyor. Berat Demirci o güzel üslubuyla; Dede Korkut'tan günümüze çocuklara isim verme geleneğinin yolculuğuna çıkarıyor bizi.

İsmail Karakurt; "Şiirin Günlük Hayatı Evirmesi" makalesinde; " …Oysa şiir insanı, oysa şiir ruhu diriltir… Yaşayarak ortaya konulan şiir, aynı zamanda dirimi, devingenliği, dünyada olmaklığı kendinde barındırır." Sözleriyle, Şiirle günlük hayat arasındaki bağı ortaya koyuyor.

Adem Turan; "Bir Romantiğin Boğaz Turu" denemesinin ikincisinde vapura davet ediyor hepimizi. İstanbul'u vapurda duyuyoruz.

Mithat Tanrıkulu; kendine has kalemiyle "uğurlanmak üzere olduğu babasının ardından gurbetini yazıyor." Gidelim oğlum" dedi" eve gidelim midem yine fenalaştı"

İranlı yazar Ata Erat; "Hafız Şirazi ve Aşk" konusunu işliyor.

Mustafa Uçurum;Dijital bir kuşatma altındayız. Sözleriyle başlayan denemesinde Günümüzün eleştirisini fotoğraf makinelerinin değişen yüzünde yapıyor.

Mevlüde Alparslan son günlerde yeninden önem kazanan mektup türünün güzel bir örneğini sunuyor." Hüsn-i Vefa" başlıklı mektubuyla Alparslan; mektubun yazılana değil aslında yazana gerekli olduğunu gösteriyor bize.

Fatıma Zehra Merinos Ölüm gelmeden ölüm meleğiyle konuşuyor "Ölümle Bayramlaşmak" denemsinde.

Son dönem fantezi romanın genç kalemlerinden olan Kadim Gültekin; Öykünün Belkemiği "Kurgu" yu yazıyor.

Ayfer Telli; hayata intihara bulaşmış tebessümle bakıyor. Ve "Bir Güzü Yaşar Gibi Güldü Haline" denemesinde, zulasında her zaman bir ölüm taşıyan insanın kaleminden kuruyor cümlelerini

Serhan Şimşek; "Bozuk Para" öyküsünde; şimdiye kadar insanın gözünden parayı yazanlara inat; Bozuk Paranın gözünden insanı yazıyor.

Ali Sözer; Çevirilerine bu sayıda da devam ediyor. Nizar Kabbani'nin Iraklı edebiyatçı Sâbir Abid'e gönderdiği iki mektubunu okuyucuyla buluşturuyor. Aynı zamanda bu mektuplar; Nizar Kabbani'nin " Deneme" türü ile ilgili görüşlerini ortaya koyması bakımından da oldukça önemli.

Hüseyin Kaya; Sadece Türk Dünyasının değil bütün dünyanın adı konmamış çocuklarının türküsünü söyleyen Cengiz aytmatov'a türkülerin penceresinden ve türkü tadında bakıyor."… Aytmatov'un eserlerini okumak da türküye ansızın tutulmak gibidir." derken alışılmış bakmanın ötesinde kalbimizin ritmine çekiyor Aytmatovu.

Kemalettin Bal " Şathiye" isimli yazısında hayattan kısa damlalar sıçratıyor üzerimize. Birbiriyle bağımsız gibi gözüken şeylerin aslında insan hesaba katıldığında hiç de ayrı olmadıklarını görüyoruz.

Dergi ilk sayıya oranla şiir sayısını azaltmış, bu sayının şairleri Hüseyin Cahit Kesre " ba'glaç", Mustafa Çelep "Büyük Bir Adam Toprağa Girince" Mustafa Karasoy "Şair" Mehmet Şamil Baş "Şairin Öldüğüdür" Yelda Karataş "Gül Yarası" Filiz Bedük "Ölmekse", Münire Danış "Lâl Olsun Dünya" Hüseyin Karacalar "Yanık Esvap" Kemalettin Bal "Kuyunun Kün'cesi Kadar Düştüm İçime"

Bu sayıda Mesut Duran; Lale Müldür'le şiir, şair ve hayat üzerine söyleşiyor.

"Az edebiyat dergisi" Boyutu, tasarımı ve kadrosuyla dergi dünyasında daha 2. sayısında yerini alıyor. Önsözünde editörün " biz geldik orda kimse var mı? sözünü " biz varız" la cevaplıyoruz…

İrtibat:
azedebiyat@gmail.com
kemalettin_bal@hotmail.com
Bozdoğan Anadolu Lisesi / AYDIN

Virgül'de bu ay neler var?


'Virgül' aylık kitap ve eleştiri dergisi
Sayı:124-125, Kasım-Aralık 2008


Virgül'ün bu sayısında, Roni Margulies, geçtiğimiz günlerde yayımlanan Yadigâr-ı Hürriyet: Orlando Carlo Calumeno Koleksiyonu'ndan Meşrutiyet Kartpostalları ve Madalyaları adlı albüm ve 21-31 Ekim 2008 tarihlerinde düzenlenen sergi vesilesiyle, II. Meşrutiyetin ilanının "halk arasındaki etkilerini"n izini Memduh Şevket Esendal'ın "Hürriyet Gelirken" adlı öyküsü ve Nahid Sırrı Örik'in Abdülhamit Düşerken adlı romanında sürüyor.

İrvin Cemil Schick, "Abdülhamid'in her şeyden önce cinsel bir kimlikle ortaya konulmasının ardındaki dinamikler"i ele aldığı yazısında "Abdülhamid'in bunca değişik boyutu varken, neden cinselleştirilmiş olsun?" sorusunu şöyle yanıtlıyor: "Bunun en az iki nedeni vardır kanımca. Biri, kökeni Aristoteles’e kadar giden, XVII. ve XVIII. yüzyıllarda da tekrar gündeme gelmiş olan “Şark Zorbalığı (despotizmi)” söylemi; diğeriyse, yükseliş döneminde burjuvazinin kendini gerek altındaki, gerekse üstündeki sınıflardan cinsellik yoluyla tefrik etme çabaları."

Oğuz Eren ise "Alaturka" Sherlock Holmes'leri büyüteç altına alıyor. 1912 tarihli ilk yerli Sherlock Holmes romanı, Yervant Odyan imzalı Abdülhamit ve Sherlock Holmes'den günümüze Holmes külliyatının serüvenini okuyoruz.

Heidegger'in Varlık ve Zaman adlı eseri ile, bu metnin çevirmeni Kaan H. Ökten'in "Varlık ve Zaman" Kılavuzu eşzamanlı olarak yayımlandı. Kaan Özkan, Varlık ve Zaman'ın çeviri süreci hakkında Kaan H. Ökten'le söyleşti. Mustafa Aldı, bu yıl "1968: 40 Yıl Önce, 40 Yıl Sonra" temasıyla 27'incisi düzenlenen TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı vesilesiyle, 68 ve sonrasında çocuk edebiyatı üzerine Necdet Neydim ile konuştu. Selda Uygur ise, Şiir Defteri 2008'in hazırlayıcıları Şeref Bilsel ve Cenk Gündoğdu ile görüştü.

Oğuz Arıcı, Kerem Karaboğa'nın geçtiğimiz aylarda yayımlanan Tragedya ile Sınırları Aşmak: Theodoros Terzopoulos’un Tiyatrosu adlı kitabını, "Günümüzde bir oyunculuk yönteminin varlığından söz edilebilir mi?" sorusu ekseninde inceliyor. Ardından ise, Virgül'ün Sahaf sayfasında, Metin And'ın Ekim 1979'da Hayat Tarih Mecmuası'nda yayımlanmış "Eski Istanbulda Yabancı Sirkler" başlıklı yazısı yer alıyor.


İrtibat:
Ömer Avni Mah. İnönü Cad. Dümen Sok.
No: 1/4 34427 Gümüşsuyu - Beyoğlu/İSTANBUL
virgul@virguldergisi.com
(0 212) 252 42 80
(0 212) 293 15 44
http://www.virguldergisi.com/

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com