2010-11-12

Akpınar'ın 29.sayısı çıktı

Söze, yakın zamanda Tarsus’u gördünüz mü? sorusunu sorarak başlamak istiyorum. Milyonluk gelişmiş bir şehirde kültür, tarih ve turistik yöreler olarak ne aramışsanız hepsinin Tarsus’ta dikkatle ve estetik imkânlardan yararlanarak yapıldığını görmek bizi hakikaten mutlu etti. Caddelerin vasıtalara ve yayalara ayrılan kısımlarının düzgün ve güzel yapılması yanında, müzeler, mesela Osmanlı müzesi, tarihi eserler mesela Nusret Mayın gemisi, ziyaret yerleri Ashab-ı Kehf ne kadar güzel ve asaletine uygun bir çevre ile süslenmiş, görmeye değer. Şehre emeği geçen, edebiyatımıza ve kültürümüze, sanatımıza emek vermiş insanların büstleri ve hatıra abideler halinde şehre serpiştirilmiş olması Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz’ın, 4 dönemdir Tarsus’a Belediye Başkanı olarak neden seçildiğini de izah ediyor.

İşte bu kadar gelişmiş ve güzelleşmiş Tarsus’ta 21-24 Eylül 2010 günlerinde 9. Uluslararası Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları gerçekleştirildi. Şairler şiirlerini okudular, âşıklar, ozanlar sazları ve sözleriyle güzellikler yarattılar.

9. kutlanan şiir akşamlarının bir gönüllü gayretlisi var, Tarsus Belediyesi Kültür Sanat danışmanı emekli Edebiyat öğretmeni Kudret Ünal, Yurt içinden ve yurt dışından 17 ülkeden gelen şair ve yazar dostların karşılanması, onların ikametleri ve yiyecek vesair ihtiyaçları, gezi programları ve her akşam sanat ve edebiyatla süslü gösterilerin düzenleyicisi ve yöneticisi. Elinde not defteri, kalem ve telefon. Hiçbir şey aksamıyor, saati saatine, ahenkli bir akış.

Âşıkların başında bir usta var, yıllardır birikimlerini saz ve söz âşıklarına ve onların gelişmesine ve tanıtılmasına adayan Şeref Taşlıova. Sazlar coştuğunda, seyirci sıralarında adeta nefes kesiliyor, kulaklar nağmelerde, türkülerimizde, gözler bu ahenkli çalışta. İkinci akşam şairler şiirlerini okudular, üçüncü akşam atışmalar, toplu çalışlar ve yakalanan ahenk tıpkı Türk şiirinin gönül atışlarını simgeleyen ritim gibi, Anadolu ikliminin ruhlara yansıması idi. Üçüncü akşam kalan şairler şiirlerini sundular. Yakınımızdaki Tarsus Şelalesinin sesi bizi Boğaz içinde rüzgârın ve vapur çarklarının unufak ettiği deniz suyunun sesine götürdü. İlginç bir ruhi ortam sevgiler ve hayranlıklar bu seste bir yürek atışı gibi birleşti. Ben “Çağır Da Geleyim Güzel İstanbul” şiirimi okudum. Bir daha anladım ki yurdun neresinde bir güzellik varsa, onun en olgun seviyesi olan İstanbul güzellikleriyle birleşiyor ve birbirlerini tamamlıyorlardı.

Dostlarla buluşmak, kalem ve mızrap dostlarıyla bir arada olmak ne kadar güzeldir. Nail Tan, Prof. Dr. Nazım Hikmet Polat, Hayrettin İvgin, Prof. Dr. Ali Berat Alptekin ve Prof. Dr. İsmail Görkem, Nazım Payam, Ahmet Özdemir, Prof. Dr. İbrahim Agâh Çubukçu, Turan Oflazoğlu ve yurt içinden ve yurt dışından gelen Türkçenin sevdalıları ve Türkiye’nin dostları.

Birçok ilimizin hasretini çektiği fevkalade güzel bir tiyatroyu Tarsus’ta bulmak bizi ayrıca mutlu etti. Tarsus tiyatrosu bina ve mekân olarak tek kelime ile mükemmel ve oynadıkları Karacaoğlan piyesi ile gösterdikleri başarı, gözlerimizi ve gönüllerimizi doyurdu.

Bu arada dergimiz Akpınar’ın sahibi olarak bizi de ödüle layık görmüşler. Bu özel ödülü Akpınar’ın yazarlarına ve okuyucularına verilmiş kabul ediyor, takdir edenlere teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu arada diğer Karacaoğlan ödülleri Prof. Dr. İbrahim Ağâh Çubukçu, Karacaoğlan araştırmaları sebebiyle Prof. Dr. İsmail Görkem, Turan Oflazoğlu, Ressam Ertan Aykın, Tarsus Sanat Musikisi Derneği Başkanı Sinan Durusu’ya verildi.

Tarsus 9. Uluslararası Karacaoğlan Şelale Şiir Akşamları, unutulmaz güzelliklerin tanıtıldığı ve yaşatıldığı güzel günlerdir. Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz ve Kültür Danışmanı Kudret Ünal’ı kutluyoruz.

Bu sayımız yine dopdolu. Taha Akyol, İdealist Arkeolog başlıklı yazısı ile dergimizin misafiri. Yaşar Çağbayır, Ahmet Vehbi Ecer, Vedat Ali Tok, İsmail Özmel, Ahmet Sıvacı, İsmail Sarıkaya, Murat Soyak, Doç. Dr.Asif Rüstemli’nin yazılarını ile Özer Meral, İbrahim Ağâh Çubukçu, Sergül Vural, Abdülkadir Güler ve Osman Aytekin’in şiirlerini zevkle okuyacağınıza inanıyorum.

Daha güzel ve daha zengin sayılarda buluşmak dileği ile hoşça kalın, sağlıcakla kalın.


İsmail Özmel


İrtibat:

Yeni Çarşı İş Merkezi B Blok No:1/5 NİĞDE
ismailozmel@hotmail.com
ismailozmel1@gmail.com
0388 2131250

'Mostar' rüya projeyi gündeme getiriyor

Derginin Kasım sayısında asırlık Hicaz Demiryolu Projesi tarihsel önemiyle, dün ve bugünüyle ele alınıyor.

Mostar, 2010 Kasım tarihli 69. sayısında dosya konusunu Hicaz Demiryolu Projesi oluşturuyor. 20. yüzyılın başlarında yapımıyla birlikte İstanbul-Medine arasında yapılacak seyahatleri asgari süreye indirgemekle birlikte, Batılı devletlerin Ortadoğu halklarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmaları sonucu çıkacak isyanları da kısa sürede bastırmayı hedefleyen proje, büyük bir kampanya eşliğinde az bir sürede tamamlanıp hizmete girmişti. Projenin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasıyla önemini kaybeden Hicaz Demiryolu Projesi, bugün Türkiye’nin bölge ülkeleriyle geliştirdiği iyi ilişkiler nedeniyle yeniden gündemde. Bu projenin yeniden diriltilmesi, sadece Türkiye için değil bütün bir İslam coğrafyası için de çok şey ifade edecek. Buradan hareketle Ufuk Gülsoy, “Bir rüya proje: Hicaz Demiryolu” başlıklı yazısında meseleyi her yönden kuşatan bir çerçeveyle projenin tarihini; İbrahim Baran, “Sultan Abdülhamit’i anlamak” başlıklı yazısıyla imparatorluğun dağılmasını engellemesi için stratejik bir öneme sahip projenin gerçekleşmesini en çok isteyen Sultan 2. Abdülhamit’i; Hayrettin Turan, “Hicaz Demiryolu yeniden” başlıklı yazısıyla projenin yeniden hayata geçirilmesi için atılan adımları ele alıyor. Dosyanın söyleşi konuğu ise “Hicaz Demiryolu Projesi bir dönüşümün başlangıcı olacak” diyen Prof. Dr. Vahdettin Ergin.

Mostar’ın gündem dosyasının konusu 12 Eylül referandumu öncesi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dile getirmesiyle yeniden ülke gündemine oturan “başörtüsü sorunu”. Türkiye’nin çözüm bekleyen öncelikli sorunlarından biri olan sorunu M. Mücahit Küçükyılmaz, “Siz hâlâ annemizin başörtüsünü mü kullanıyorsunuz?” başlıklı yazısıyla dinî ya da siyasal kimliğin kamusal alanda simgelerle açığa vurmasının doğallığı bağlamında ele alırken; Hilal Kaplan “Başörtüsü yasağı çözülmeye mahkûmdur” görüşüyle çözümün neden gerekli olduğuna dair fikir egzersizleri sunuyor. Samet Günek ise “Yükseköğretimin değişen yüzü ve başörtüsüne özgürlük sorunu” başlıklı yazısıyla konuyu insan hakları ve özgürlükler yönüyle ele alıyor.

Mostar’ın diğer sayfaları bu ay da okura oldukça zengin bir içerik sunuyor. Gündemden, Görsel Hafıza, Çizi-Yorum gibi klasik sayfaların yanı sıra, Dünya bölümünde “Irak’ta hükümet kurma çalışmaları ve ülkenin geleceği” başlıklı yazısıyla Irak’taki son gelişmeleri yorumlayan Mesut Özcan; Toplum köşesinde “Kutsalın akademik bilgisi”ne değinen Naci Bostancı ve “Mesut Özil ve futbolun gerçekleri” başlıklı yazısıyla son dönemin popüler tartışma konularından birini ele alan Alper Çeker; Medya bölümünde “Türk basınında mahalle baskısı”nı irdeleyen Hakan Çopur; Edebiyat Gündemi’nde “Okuma alışkanlığı ve roman” üzerine bir değerlendirme sunan Celil Civan; Teknoloji sayfasında ise “İran’ın siber kâbusu”nu konu edinen Hakan Hastaoğlu, yazılarıyla içeriği zenginleştiren yazarlardan bazıları…

Mostar’ın Tarih sayfaları da bu ay ayrıca önemli. Salih Demirhan’ın keyifli bir söyleşi gerçekleştirdiği Süleyman Gündüz, “Kafkas İslam Ordusu”na dair az bilinen ve önemli gerçeklere değiniyor. Ali Şükrü Çoruk’un “Eski İstanbul’da Kurban Bayramları”; Yakup Öztürk’ün “Evliya Çelebi’nin İzinde: Sütlüce’den Kasımpaşa’ya Haliç kıyıları”; Sinan Ceco’nun “Seyyahların Gözünden İstanbul: Kentin Azapkapı’dan görünümü” başlıklı yazıları özellikle ilgi çekiyor.

'Güncel Sanat' dergisi çıktı

Sayı:9, Kasım-Aralık 2010

Antalya’da Arslan Bayır yönetiminde iki ayda bir yayımlanmakta olan Güncel Sanat Dergisinin Kasım/Aralık 2010 sayısı yayımlandı. Dokuzuncu sayısı yayımlanan derginin sürekli gelişim içinde olduğunu söyleyebilirim. Mükemmeli yakalama çabalarını açıkça görebiliyorsunuz. Çünkü dergi her sayısında daha iyiye, daha güzele doğru mesafe katediyor. Okunası yazı ve şiirlerle dopdolu geniş içerikli bir dergi oldu. Emeği geçenleri kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.


'Güncel Sanat' dergisinin bu sayısında yer alanlar:

Makale: Arslan Bayır, Fatoş Kayalıbay, Ayşe Akdoğan, Şükran Aydoğan, H. Senday Özdamar, Mustafa Kademoğlu, Başar Yurtçu, Ömer Kemiksiz, Elif Emeksiz,

Şiir: Ahmet Çelik, Ahmet Önen, Hülya Doğrusözlü, Hilal Erboyacı, Rıfat Kaya, Hüseyin Yüksel, Nurcan Göksel, Filiz Altıok Durak, Rıza Altınbaş, Kazım Güzel, Abdülkerim Acar, Abdülkadir Güler, Süleyman Pancaroğlu, Rıza Şen, Mevlüt Kaplan, Rahim Gür, İrfan Yıldız, Mustafa Aslan, Ertan Şahin, Buket Yiğit, İshak Pekgöz, Hızır İrfan Önder, Fikret Yılmaz Çavdar, Hatice Sarıaltın, Rahmi Ali (Batı Trakya), Babahan Muhammed Şerif (Özbekistan), Serkan İnce, İsmail Yıldız, Serpil Kaya, Numan Uslu, Cumhur Akbaş, M. Kemal Yılmaz, Şerafettin Ünalan, Şaziye Çelikler, Fatma Altuntaş, Yılmaz Uysal,

Araştırma: Çelebi Öztürk, Sakine Gaybaliyeva(Azerbaycan) Oleg Volkov(Litvanya), Koray Sarıdoğan,

Çeviri: Baki Yiğit, Edit Tasnadi, Dursun Ayan,

Bilimsel yazılar: Shiora Doniyorova(Özbekistan), Umarova Mahliyo( Özbekistan), Abdulcabbarova Feruze (Özbekistan), Alisiir, Ubaydullayev,

İnceleme-tanıtım: Mehmet Genç,Ali Sayar Hasan Akarsu, Volkan Gemili,Selçuk Oğuz,

Öykü: Ali İrşi, Ergül İlter, Mehmet Birtan Sürmeli, Zekine Dündar, Mehmet Önder,

Deneme: Suna Büyükgül,

Bilgiloji: Önder Güney

Anı: Behçet Yani.


Hızır İrfan Önder

2010-11-09

Cevat Akkanat LİKÂ dergisini anlatıyor

Cevat Akkanat'a Likâ dergisini sorduk. Nasıl çıktı, neler oldu, nasıl bitti diye. O da anlattı... Türkiye coğrafyasının taşrasındaydı Likâ. Fakat edebiyat coğrafyasının merkezindeydi. Edebiyat tarihçileri, dergi araştırmacıları bir gün muvaffakiyet gösterir de Likâ'yı inceleme şerefine erişirlerse, bu cümlemizi spota çıkaracaklardır. Öyle ya, edebiyat dergiciliğine şirketlerin, holdinglerin, hatta kartellerin el attığı bir dönemde Likâ, temiz ilişkilerin edebî muharrik noktası olmuştur. Bu nokta ayrıca iyi edebiyatın, has şiirin zemini olarak kayda geçmiştir.

Kelimenin tam anlamıyla, ilginç bir dergiydi Likâ. Mesela, künyesinde şu ifade yer alıyordu: "hazırlayanlar mı merak ediliyor? işte onlar: solda sıfır olanlar, yani, etsiz butsuz insanlar: halil ibrahim gümüş, ali ışıklarlarlı..." Görülmemiş bir şey. Böyle birileri yok.



Cevat Akkanat anlatıyor: Tek kişinin sırtında aslında her şey. Üstelik 657 mensubuyum. Uzun bir süre böyle, etsiz butsuz iki dinamik ismin diriltici ruhları gölgesinde çıktı Likâ. Bu arada, başına neler mi gelmedi? Şehrin mülki ve idari amirleri özel ilgilerini esirgemedi. Likâ'nın yeraltı yolculuğunu deşifre etmek için sağa sola haber saldılar, adamlar gönderdiler. Kimi yaftalamalarla Likâ'da tesadüfen yer almış lüzumsuz isimleri tespit edip, onlar vasıtasıyla Likâ'ya korku salmaya yeltendiler. En sonunda adresimizi tespit etme başarısı gösterdiler ve gelip bizi dairemizde buldular. Onlara edebiyat yaptığımızı söyledik. Hatırlıyorum, bir kez bir cezaevi müdür muavininden de ikaz almıştık. Tabii bu güya dostane bir ikazdı! Likâ'yı kendi cezaevlerinde ömürlük bir mahkûmiyete tabi tutulmuş olan yazarımıza göndermemeliydik. Göndermeye devam ettik.

Yaşasın fotokopi!

Likâ'nın yeraltı dergisi olduğu ana fikrini başka yönleriyle de açıklamamız mümkün. Sözgelimi dizgi, baskı, matbaa, dağıtım, abonelik gibi işlerini bizzat bendeniz, künyede görülen iki ismin hatırına yapıyordum. Dergiye gelen metinleri, evimde A4 sayfası ebatlarındaki Word yahut Quark sayfalarına dizer, çıktı alır, bu çıktıları bantla birbirine tutturarak A3 ebatı haline getirir, bu şekilde bir fotokopiciye gider, kimi zaman peşin, çoğu kez borçlanarak çoğaltır, sonra ikiye katlayıp 4 sayfalık bir yayın görünümüne getirirdim. Bunu, bir fırsat bulup postaya verme süreci izlerdi. Postalama işi de bir serüvendi. Kimi PTT memurları inzibat memuru kılığına bürünür, derginin yasal bir matbuat olup olmadığını araştırmaya girişir, bizim indirimli gönderme talebimizi asık suratlarıyla geri çevirirlerdi.

"Telif ücreti öder..."

Likâ'nın posta koyduğu bir başka husus, şair ve yazarların emeğine saygı göstermeyen büyük yayın kuruluşlarının tavrıydı. "Likâ telif ücreti öder" ifadesiyle Türkiye'de bir edebiyat mevkutesinde 'telif'ten bahsedildiği sanırım ilk kez Likâ'yla olmuştur. Belli bir sayıdan sonra, sanırım 18. sayıydı, her ne kadar yeryüzüne çıkmış olsa da, Likâ, eyvallah etmeyen tarzını son sayısına kadar sürdürdü. Bu arada, hicret kültürüne bağlı bir tavrı sergilemiş olması da onun ruhundan bir görüntüdür. Likâ, bir dirilişin ve direnişin temsilcisi olarak hayata Kırıkkale'de başlamış, bir takım sıkıntıları ekarte etmek için önce Ankara'ya, sonra Bursa'ya hicret etmiştir.

28 Şubat dönemi: Nisan bir!

İlk sayımızın tarihidir: "nisan bir, bin dokuz yüz doksan sekiz." Yani dönem 28 Şubat sürecidir. Gün geçmesin ki Müslümanlar bir zanla mahkûm edilmesin. Edebiyat âleminde bu aksi istikamete tavır sergileyecek nitelikteki yayın organları farklı hesapların peşine düşmüştür. Meselâ, aynı tarihte (1 Nisan 1998) yayınlanmaya başlayan Ankara merkezli büyük bir dergi vardı, hâlâ çıkıyor, onu bir gözden geçirin. Sonra, dediğim gibi, diğer büyük dergileri... Bizimse, yazı göndererek bunlara eyvallah diyecek bir halimiz olamazdı. Böylece, cicili bicili, şirketlerce çıkarılan büyük görünümlü dergilerin yanında fotokopiyle, cebimizdeki paraya göre 100 ilâ 250 arasında değişen tirajlar (!) halinde keyif çıkarıyorduk. Bu halimize gıptayla bakanlar oldu. Hatta Likâ'ya hasetçi gözlerle bakan bir zümre türedi. Umursamadık bunları. Yolumuza devam ettik. Nihayetinde görünürde küçük, gerçekte büyük bir anlayışın okulu oldu Likâ...

Düşen Tarih: Darbeciliğe karşı...

"Düşen Tarih" başlıklı metinler 12. sayıdan itibaren yer aldı Likâ'da. Bunlar küçük manzum metinlerdi. Mısra, beyit, dörtlük gibi... Epey etkili oldu bu metinler. Fakat bence Likâ'nın militarizme, darbeciliğe karşı duruşunu ilk sayısından başlayarak yansıtan metinler "Nasılsınız?" başlıklı önsöz mahiyetindeki yazılarımızdı. Ele avuca sığmayan, dilin bütün imkânlarından faydalanılarak oluşturulan bu önsözleri yazı hayatımın en önemli metinleri olarak görüyorum. Arşivden bakılırsa yahut bir gün bu metinler kitaplaşırsa sahici okur ve araştırmacılar haklarını teslim edecektir.

Kırıkkale: Kırık ve kale...

O dönemde Kırıkkale'de Türk edebiyatını şair, yazar ve araştırmacı olarak temsil eden çok değerli kalemler vardı. Arif Ay, Mehmet Kahraman, Nazir Akalın, Cahit Yeşilyurt, Cevat Özyurt, Said Okumuş, Mustafa Balcı ve başka isimler... Likâ'yı çıkarmadan önce başka bir dergi çıkarmak için Nazir Akalın ile birkaç görüş alışverişi yaptık. Fakat aramızda bulunan lüzumsuz bir kişiden ötürü bu görüşmelerden bir sonuç alamadık. Bundan sonra yapılacak bir iş kalıyordu. Eğer bu şehirde bir edebiyat dergisi çıkacak idiyse, buna hemen girişmeliydim. Bu cümleden olarak, Likâ başlangıçta tek başına girişilmiş bir hamlenin adıydı. Zaman içinde Kırıkkale'de yaşayan Ali Candan, Abdulbaki Akgün, Hüseyin Güç, Nurettin Dülger, Faruk Sevindim, Mehmet Kara, Berdal Aral, Mustafa Orhan, İlyas Kolukısa, Musa Demir, Ahmet Sabit Aşk, Tahir Ayata gibi arkadaşlar edebî eser desteğini verdiler. Bulunduğumuz şehrin dışından da destekçilerimiz hızla çoğaldı. Bize kalemleriyle katkıda bulunanlardan bazılarını burada anmak istiyorum: Murat Soyak (Ayrıca maddi olarak da desteklerini esirgememiştir.), Murat Küçük (Cezaevinden yazıyordu.), Mehmet Aycı, İbrahim Yolalan, Himmet Karataş, Selçuk Küpçük, Muammer Yavaş, Muammer Eroğlu, Özcan Ünlü, Zekeriya Mercan, Ahmet Doğru, Cengiz Coşkun, İsmail Bingöl, Metin Demirci, Gökhan Akçiçek, Mustafa Uçurum, Mustafa Akar, Ahmet Doğru, Ali Kozan, Serhat Oğuz, Yasin Mortaş, Mehmet Çağan Azizoğlu, Hasan Akçay, Mahmut Yavuz, Hüseyin Kaya, Bedran Yoldaş, Durdu Şahin, Hüseyin Akın, Ahmet Yalçınkaya, Müştehir Karakaya, Tayyib Atmaca, Ogün Kaymak, Nurettin Durman, Arif Ay, Nurullah Genç, Mustafa Özçelik, Metin Önal Mengüşoğlu, Bahattin Karakoç, vb...

"Kalktı göç eyledi..."

Likâ, zorlu bir Anadolu coğrafyasında açtı gözlerini. Kırıkkale gibi her yönüyle "kırık" ve "kurak" bir Cumhuriyet kentinde... Gerçekten de, sosyal ilişkilerin sıkıntılı olduğu, plansız, programsız, yığma, toplama, yerlisi olmamış bir son dönem kentidir Kırıkkale. Yeni zamanların bu "çağdaş" kasabasından "estetize edilmiş" cümlelerle söz etmek isterdim. Maalesef! Bütün bunları bir tarafa bırakalım, yukarıda da bir miktar temas etmiştim, "şehrin hâkimi" konumundaki kişilerin, çıkardığımız "mevkute"ye kuşkuyla bakıyor oluşları... Sonuçta, teslim bayrağını çekmek ile göç etmek arasında bir tercih yapmanız gerekecekti...

Biz ikincisine hüküm giymiş olduk. Ankara'ya gitmek zorunda kaldık. Bir başka Anadolu şehri, fakat burası başkent ve bu başkentin ne kadar Anadolu olduğu tartışılır. Üstelik buradaki olumsuzluklar daha acıtıcı. Likâ'nın buradaki tek avantajı, bir "kütle kent"te bulunmuş olmasıydı. Yani yer altına mensup olmak açısından daha uygun bir zeminde bulunuyordu. Bu avantajı kullandık. Türkiye coğrafyasının taşrasındaydı Likâ. Fakat edebiyat coğrafyasının merkezindeydi. Edebiyat tarihçileri, dergi araştırmacıları bir gün muvaffakiyet gösterir de Likâ'yı inceleme şerefine erişirlerse, bu cümlemizi spota çıkaracaklardır. Öyle ya, edebiyat dergiciliğine şirketlerin, holdinglerin, hatta kartellerin el attığı bir dönemde Likâ, temiz ilişkilerin edebî muharrik noktası olmuştur. Bu nokta ayrıca iyi edebiyatın, has şiirin zemini olarak kayda geçmiştir.

Likâ'nın özel sayıları...

Ben 46 sayılık Likâ külliyatının tamamını aynı ciddiyetle önemsiyor, sanki bir evlat gibi bağrıma basıyorum. Ama dergimizin kimi özel sayıları da oldu. Birileri de bunları önemseyebilir. Bu yüzden söz konusu özel sayıları burada hatırlatmak isterim: Likâ'nın 21. (Aralık 1999) sayısı "Osmanlı Şiiri Özel Sayısı", 31. (Eylül 2001) sayısı "En Yeni Şiirleri Özel Sayısı", 35. (Haziran 2002) "Panik ve Edebiyat Özel Sayısı", 37. (Aralık 2002) "Şiddet ve Şiir Özel Sayısı", 38. (Şubat 2003) "Nazir Akalın Özel Sayısı" olarak yayınlanmıştır.

Niyet hayr, akıbet hayr...

Likâ'nın son sayısı 46. sayıdır. Bu sayının tarihi: 1 Nisan 2004'tür. Fakat, derginin kapanış sebebi 26 Haziran 2004 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe giren 5187 sayılı 'Basın Yasası'dır. Dergimiz, gecikmeli olarak, 47. sayı hazırlıkları aşamasındayken söz konusu yasa yürürlüğe girmiş, fakat yasanın yürürlüğe girişi kamuoyuna yeterince duyurulmadığı için, pek çok dergi ile birlikte Likâ da cezalı duruma düşmemek (500 YTL ödememek) için kapanmak zorunda kalmıştır. Fakat yaptığı öncülükle hâlâ yaşamaktadır ve hep yaşayacaktır.

Likâ isteyenlere müjde...

Likâ'yı bulup okumak isteyenler ne yapabilir? Ankara'ya, Milli Kütüphane'ye gitseler bulabilirler mi? Sanmam. Fakat şu günlerde onlar için bir çare düşünmüş durumdayız. Bize müracaat edenlere, küçük bir bedel karşılığında kendileri için tıpkıbasım tam takım bir Likâ cildi gönderebiliriz. Adresimiz şöyledir: cevatakkanat@gmail.com






















Asım Gültekin sordu; Cevat Akkanat anlattı

Kaynak:
www.dunyabizim.com

'Yedi İklim' dergisinde bu ay

YEDİ İKLİM, KASIM 2010, SAYI: 248

Yedi İklim dergisi edebî yolculuğunu Kasım–2010 tarihli 248. sayısıyla sürdürüyor.

Dergi, kapağına beş yazın adamının fotoğrafını taşımış: Aldous Huxley, Cemal Şakar, Edip Cansever, e.e.cummings ve Arif Damar.

Öz ve Biçim başlıklı başyazıyla sayfalarını açıyor okuyucuya Yedi İklim. “Özünde hakikati barındırmayan biçimlerse, bir süre insanları oyalasalar bile, bu sadece bir yanılsamadır. Yunus Emre, meramımızı ne güzel anlatmış: Her dem yeniden doğarız bizden kim usanası” ifadeleriyle sona eriyor yazı.

Derginin bu sayısında yer alan şairler: Kâmil Eşfak Berki, Osman Serhat, Nurettin Durman, Aykut Nasip Kelebek, Ahmet Tokiş, Ali Karan, Hüseyin Karacalar, Ümit Zeynep Kayabaş, Mustafa Burak Sezer, Süleyman Unutmaz, Ahmet Cora, Leyla Marankoz, Duygu Küçüker, Onur Bayrak ve Silvan Alpoğuz.

Ali Haydar Haksal öykü dünyasını ele verecek ipuçları bulabileceğiniz bir öyküyle çıkıyor okuyucunun karşısına: Rüyam ve Öyküm. Kadir Tanır, Zencilerin Evcilleştirilmesinin Öyküsü’nün ikinci, Hüseyin Arslan ise Hikâyeler Çölü üst başlıklı Beyaz Ay öyküsünün dördüncü bölümüyle dergide yer alıyor. Karatepe, uzun zaman sonra yeniden bir öykü yayınlıyor Yedi İklim’de. Mükerrem Mete’nin ise bu ikinci öyküsü, devamını bekliyoruz. İngilizceden yaptığı öykü çevirilerinden tanıdığımız Ebru Ak’tan da bir öykü var bu sayıda. Banu Kaba’nın nehir öyküsünün ilk bölümünü yayınlıyoruz. Arapçadan yaptığı çeviriler ve şiirleriyle tanıdığımız Ali Sözer de bir öyküyle katılıyor bu sayıya. Bu sayının diğer öykücüleri ise, Mustafa Oral, Emine Batar, Veysel Altuntaş ve Emine Dündar.

Osman Bayraktar, bu yılın Nisan ayında gerçekleştirdiği umre ziyaretinden devşirdiği duygu, düşünce ve izlenimlerini Yaşantılar başlığı altında yazıya dökmeye devam ediyor. Bu ay, Ravza-ı Mutahhara’yı ve Mescid-i Nebi’yi yazdı.

İki de söyleşi yer alıyor bu sayıda. Eylül ayından devam eden Zafer Acar söyleşisi bu ay sona eriyor. Yedi İklim, Eylül ayında Zafer Acar’a bir dosya ayırmış, dosya içinde Aykut Nasip Kelebek de Acar’la söyleşmişti. İşte o uzun söyleşinin üçüncü ve son bölümü yer alıyor bu sayıda. İkinci söyleşiyi Asım Öz, Cemal Şakar’la yaptı. Şakar bu yıla iki kitap sığdırdı. Biri inceleme, diğeri Hikayat başlıklı hikâyeler. Öz, Şakar’la Yazının Gizledikleri bağlamında sanat ve edebiyat dünyasını çerçeveleyen bir söyleşi gerçekleştirdi. İki söyleşinin de dikkatle okunacağını ve üzerinde durulacağını belirtelim.

Her ay olduğu gibi bu ay da çeviriye sayfa ayırıyor Yedi İklim. Bu ay iki çeviri var, ikisi de şiir. Çevirilerden ilki, Habil Tecimen’in Türkçesiyle Petrus Borel’den, ikincisi ise e.e. cummunigs’den Mustafa Burak Sezer Türkçesiyle.

Ali Haydar Haksal son kitabı “Doğu Büyüsü: Ah Kudüs” kitabında yer alan makalelere eklenebilecek, aynı bağlamda değerlendirilebilecek bir yazı kaleme aldı. Haksal bu sefer Aldous Huxley’in Ada romanını inceledi. Mustafa Uçurum, Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiirini konu edindi yazısında.

Mete Çamdereli’nin Eski Yazı Okumaları, Mustafa Cemil Efe’nin hat çalışmaları, hat-hattatlar üzerine yazdığı yazılar ve Hasan Aycın’ın İslam tarihinin altın sayfalarını tahkiye yoluyla aktarması Yedi İklim’in medeniyet vurgusunu dillendiriyor. Eski Yazı Okumaları’nın konusu Vezaifu’l-İnas devam ediyor. Hasan Aycın bu sayıya da bir çizgi ve bir hikâye ile katılıyor. Mustafa Cemil Efe ise “Efe” imzasını attığı hat örnekleri ile süslediği yazısında hat sanatı ile ilgili bir yazı kaleme aldı.

Değiniler-Yeni Okumalar bölümü yine dopdolu. Cihangir Berk geçtiğimiz ay ölen Arif Damar’ı anarken, Habil Tecimen Edebiyat Gidiyor diyor; Süleyman Unutmaz kendindeki Gogol’u anlatırken, Burcu akkanlı ise Osmanlı Gazelinde Duygunun Sesi’ni yazıyor.

Önümüzdeki kutlu günlerin bereketinden istifade edebilmemiz dileğiyle, kurban bayramınız mübarek olsun.

Hayırlı okumalar…


İrtibat:
0 216 399 19 14
0 216 352 49 77
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com

'Dil ve Edebiyat' dergisi

Derginin editörü Mehmet Kamil Berse, Neyzen Tevfik’in, mısralarıyla söze başlıyor: “Istırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer / Ömr-i fâni gibidir, gün de geçer, dem de geçer / Gam karar eyleyemez hânde-i hurrem de geçer / Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer / Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer.”

Ardından, “Çalışmayı ibadet olarak gören bir toplumuz. Yaradılış ruhuna uygun olan “Yarın ölecekmiş gibi ahiret, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmak” düsturu, insanın ruhsal dengesini de sağlar. Çalışma ritmini yakaladığınız zaman, saatin tiktaklarını kalbin içinde nağme ahengine çeviren bir neysiniz. Lübnan dâhisi Halil Cibran, bu konuda Hak Erenler kitabında şöyle söylüyor: “Çalıştığınız zaman arzın en uzak rüyasından, doğduğu gün size nasip olan hisseyi gerçekleştirmiş oluyorsunuz. Ve siz kendinize iş vermekle, hayata karşı olan sevginizi belirtiyorsunuz. Hayatı iş yaparak ve başararak sevmek, hayatın en gizli sırlarına aşina olmak demektir.” Çalışmayı, çok çalışmayı şiar edinen bir millet olmalıyız; tembel olmak yeryüzüne yabancı kalmak demektir, hayatı ıskalamak demektir. Çalışma hırsı ve azmi, çocuk yaşta kazandırılmalıdır. İnsanımızın gelecek nesillere iyi bir dünya, iyi bir kültür bırakabilmesi, bu azmin hızlandırılmasına bağlıdır” diyerek çalışmanın önemine dikkat çekiyor.

Prof. Dr. Şükrü Halûk Akalın, “Bilişim Çağı ve Türkçenin Sorunları”, Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya, “Eski Türkler Okur Yazar mıydı?” ve Yrd. Doç. Dr. Bedri Aydoğan “Özentinin Türkçemize Armağanı: Trend” başlıklı yazılarıyla, dil konusunda bilgi dağarcığımızı zenginleştiriyorlar.

Derginin “Ayın Dosyası” başlıklı bölümünde bu ay, Fârâbî tanıtılıyor. Prof. Dr. Mahmut Kaya’nın kaleme aldığı “Erdemli Devletin Çatısını Kurdu” başlıklı dosyayı ilgiyle okuyacaksınız.

Derginin bu sayısına Prof. Dr. Hikmet Özdemir “Kurban ve Kurban Bayramı” ve Recep Garip, “Geçen Zaman” adlı makaleleriyle katkıda bulunuyorlar. Deneyimli eğitimci Dr. Sakin Öner Öğretmenler Günü nedeniyle kaleme aldığı “Öğretmenler Günü ve 21. Yüzyılın Öğretmeni” başlıklı yazısıyla dergiye konuk oluyor.

Mehmet Kamil Berse, gezi yazısında Karaman’ı tanıtıyor. Berse, “4500 yıllık Medeniyet Türküsü” adını verdiği yazısında, şehrin tarihine doğru bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

Yine bu sayıda, kültür ve edebiyat hayatımıza renkli kişilikleri ve eserleriyle derin izler bırakmış olan Faruk Nafiz Çamlıbel ve Hasan Nail Canat birer yazıyla yâd ediliyorlar. Sadettin Kaplan, “Çocuk ve Edebiyat Üzerine” adlı denemesi, Mustafa Miyasoğlu, “Türkçe Sözlük ve Büyük bir Ansiklopedi” başlıklı tahlili; Sinan Yıldız, “Bisiklet Sevdası” adlı hikâyesiyle derginin kasım sayısına konuk oluyorlar.

Kâmil Uğurlu, Mustafa Nejat Sefercioğlu, Mahmut Kaya ve Sadettin Kaplan, birer şiirle dergiye katkıda bulunuyorlar. Murat Oktay, bu ay altı kitabın tanıtımıyla kitapseverlere seçenekler oluşturuyor. “Ayın Faaliyetleri”nde, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Recep Garip ve Resul Tosun’un konuk olarak yer aldığı Dil ve Edebiyat Derneği’nin Cumartesi Toplantıları anlatılıyor.

Çıktığından itibaren artarak zenginleşen muhtevasından, kâğıt ve baskı kalitesinden ödün vermeyen Dil ve Edebiyat dergisinin 23. sayısı, bayilere ve abonelere dağıtıldı.

Nice güzel sayılara…

İletişim:
www.ded.org.tr

2010-11-08

'Berceste' 100. Sayıda

Malum, Kayseri Türkiye’ye hatta dünyaya ticarî zekâsıyla nam salmış bir şehirdir. Her ne kadar geçmişinde makarr-ı ulema sıfatıyla anılmışsa da günümüzde daha çok ticaretiyle, sanayisiyle, mobilyasıyla, pastırmasıyla, sucuğuyla tanınıyor.

Berceste, Kayseri’nin umumi zihniyetine aykırı bir dergi… Bekir Oğuzbaşaran’ın ifadesiyle tam bir imalat hatası. Çünkü derginin sahibi İbrahim Şahin dergi çıkarma işinden kâr edemediği gibi her ay maddî bakımdan zarar ediyor. Dergi ile yakından ilgilenenlerden Bekir Oğuzbaşaran, üniversitede öğretim görevlisi. Bilgisi, kültürü, hafızası, tecrübesi ile herkesi kendine hayran bırakıyor. 40 küsur yıldan beri edebiyatın içinde olan ve edebiyatı bir yaşama biçimi hâline getiren bu aksakalımızın çocuklarına bırakacağı kitaplarından şeref ve haysiyetinden başka bir şeyi yok. Herhalde bu kadar yıl yan uğraş olarak bir ticaretle iştigal etseydi bu zekâ ile maddî anlamda hatırı sayılır bir mevkie çoktan gelirdi. Merhum Ümit Abi’de aslında birazcık Kayserili zekâsı vardı, ama o da edebiyat çevresiyle tanışmak suretiyle şansını kaybedenlerden olmuş.

Kayseri’de bir dergi çıkardığımızı duyan bazı tanıdıklarım önce Berceste kelimesinin ne anlama geldiğini soruyorlar. İkinci soru ise hiç değişmiyor. Pekiyi, bu dergiden ayda ne kadar kazanabiliyorsunuz? Ben de “hiç” dediğim zaman bazıları inanmıyor, bazıları da Kayserili zekâsına uygun olarak, acıyıp, akıl vermeye çalışıyor.

Her zaman söylemişimdir, edebiyatla, sanatla uğraşanların para kazanması da çok tabii karşılanmalıdır; ancak maddiyatı ilk plana alan, ne yazar ne de sanatkâr olabilir.

Berceste, Kayseri’de kendi kısıtlı imkânlarıyla çıkmaya devam ediyor. Kendi yağıyla kavrulmaya çalışarak bir büyük mücadele veriyor. Şerefi, haysiyeti, dik duruşu ile 100. sayısına ulaştı. Eğer bu derginin içinde, arkasında holdingler, patronlar olsaydı bırakın 100. sayıya ulaşmasını, daha ilk iki üç sayıda işi biterdi.

Bana göre Berceste’nin Kayseri’de, Erciyes dergisinden sonra en uzun ömürlü dergi unvanını kazanması, her ay hiç aksamadan, zamanında çıkmasının sebebi, Berceste’ye gönül veren insanların hesapsız, çıkarsız olmaları. Hiçbirimizin Berceste üzerinden menfaat sağlama gayreti olmadı. İbrahim Şahin patronluk yapma sevdasında olmadı. Hatta dergi dışından bir yazar, şair gibi her yazısını şiirini “Uygun bulursanız hocam…” diyerek verdi. (Bu fakirin ise ona yaptığı zalimlik pek az kimseye nasip olmuştur.) Hiçbirimiz kalemimizi bir çıkar için, bir menfaat için oynatmadık. Bir zümreye yaranma, bir kuruma yaslanma, bir partiye bağlanma yoluna gitmedik. Böyle şeyleri hiç düşünmedik. İnandıklarımızı, doğru bildiklerimizi yazdık. Kaygılarımız, herbirimizin kısıtlı imkânlarına rağmen edebiyata, sanata, kültüre dair oldu. Bu yolda ne kadar başarılı olabildik diye bir muhasebe yaptığımız zaman da henüz yolun başında olduğumuza kanaat getirdik. Allah ömür ve izin verirse, Berceste ileride ilim ve irfan hayatımıza daha güzel, daha faydalı hizmetler verme çabası ve gayreti içinde olacaktır.

Bazı yazıları, şiirleri dergimizde değerlendiremediğimiz için küsenler, kırılanlar oldu. İstedik ki bize gelen yazılar millî ve manevî değerlerimizi zedelemesin, belirli bir seviyede olsun. İlk yazdığı şiiri/yazıyı, bırakın Berceste’yi, hiçbir dergiye, gazeteye göndermeyin diye âcizane tavsiyelerde de bulunduk. Sanata, edebiyata karşı geçici bir hevesle yaklaşıyorsanız kendinize başka sevdalar bulun dediklerimiz oldu. Bazen sözle, bazen sükûtla ifade ettik bunları. Bir defa adım dergide çıksın yeter, düşüncesiyle yazar, şair, sanatkâr, kültür adamı olunmaz demeye çalıştık. Sadece meşhur olma sevdasıyla Berceste’yi kullanmaya çalışanlara, dergiyi bir basamak gibi görenlere karşı tedbirli olmaya devam ediyoruz.

Bazı kıymetli yazıları, şiirleri yayınlamadığımız oldu, çünkü e-posta ile gelen yazının gönderildiği adres kısmında onlarca dergi, site vs. adı var. Yani aynı yazıyı onlarca dergiye birden gönderenler oluyor. Her derginin farklı okuyucusu bulunmakla birlikte bir yazının aynı anda servis edilmesini de doğru bulmuyoruz. Nihayetinde sanat eseri bir haber değildir. Her yazar kendine yakın bulduğu ya da yazısının uygun olduğu dergiye göndermeli. Galiba sözü çok uzattık, ama Berceste bizim hassas noktamız…

100. sayımızı çıkarmanın sevincini yaşarken sevgili yazarlarımıza, şairlerimize çok şey borçlu olduğumuzun bilinmesi gerekir. Onlar bizi hiç yalnız bırakmadı. Biz istedik, onlar beyinlerini, yüreklerini yordular, cömertçe verdiler. Bize ve okuyucularımıza gönüllerini serdiler. Hepsine müteşekkiriz.

Vedat Ali Tok

'Haksöz' dergisi, 235

Referandum sonuçlarını kapağa taşıyan Haksöz, “Statüko Kalesinde Referandum Depremi” manşetiyle statükonun çatırdadığına dikkat çekiyor. Dergide Kürt sorunuyla ilgili İslami kimlikli inisiyatif arayışları da ağırlıklı yer alıyor.

"Kur'an'ın aydınlığına doğru" şiarıyla aylık yayınını sürdüren Haksöz, 235. sayısında (Ekim 2010) referandum sonuçlarını manşete taşımış. Referandum sonuçlarının çeşitli açılardan değerlendirildiği Gündem yazısında korku siyasetinin çözüldüğüne dikkat çekiliyor. İyimser bir süreçle birlikte hayalciliğe kapılınmaması gerektiğini de ifade eden Haksöz, Kemalist boyunduruktan kurtulmayı mücadele etmeye bağlıyor. Resmi ideoloji ve militarizmin referandum duvarına tosladığını belirten Kenan Alpay da bu noktada sorumluluklara dikkat çekiyor.

Referandum öncesi İslami kesimdeki tartışmaları değerlendiren Hamza Türkmen, tartışmanın taraflarının iddialarını ele aldığı yazısında bilgi ve üslup sorunlarından nasıl bir dile ihtiyaç duyulduğuna ilişkin tespitler yapıyor ve metot algısı ile ilgili yenilenme ihtiyacına dikkat çekiyor. Rıdvan Kaya ise BDP'nin 'boykot' tutumunu ve boykotun sonuçlarını analiz ediyor.

Diyarbakır'da Özgür-Der'in ev sahipliğinde bölgedeki İslami kuruluşların toplandığı Kürt Çalıştayı da dergide değerlendiriliyor. Murat Koç Kürt sorununda İslamcı inisiyatifin kurumsallaşmasında önemli bir adım olarak nitelendirdiği Kürt Çalıştayının arka planını ve yansımalarını değerlendiriyor; çalıştayda oluşturulan Kardeşlik İçin Adalet Platformu'nun hedefleri ve sorumluluklarını yorumluyor. Konuyla ilgili Serdar Bülent Yılmaz ile yapılan röportajda da Yılmaz, ağırlıkla sorunla ilgili İslami dil kullanmanın zorunluluğuna işaret ediyor ve aynı zamanda bölgedeki İslami kuruluşların Kürt sorununa yaklaşımını değerlendiriyor. PKK'nın eylemsizlik kararı, provokatif eylemler ve Hükümet-İmralı yakınlaşması ise dergide Haşim Ay tarafından analiz ediliyor.

Batı'daki İslamofobiayı konu edinen Hasan Soylu bu çerçevede Kur'an yakma çılgınlıklarına yaklaşım biçimini ve tavır geliştirirken önceliğin ne olması gerektiğini tartışıyor. Yılmaz Çakır, referandumda ülkenin kıyı şeridinde çıkan sonuç, Atatürkçü Feyziefe sitesi ve Tophane'de yaşanan içki kavgası meselelerini bir arada ironik bir dille ele alırken Güney Uzun kentsel dönüşüm projeleri ve Tophane olayı ile Mardin'deki defile tartışmaları üzerinden "yozlaş(tır)ma" furyasını ele alıyor. Murat Özer de okullarda "Andımız" ve "Milli Güvenlik Bilgisi" dersinin kaldırılmasını talep eden Özgür-Der'in kullandığı dile ilişkin Yeni Şafak yazarı Kürşat Bumin'in eleştirilerini yorumluyor.

Murat Yürükoğulları'nın çevirdiği yazıda İkbal Sıddıki, Pakistan devletinin kuruluşu ile ilgili değinilerde bulunuyor ve dönemin M. Ali Cinnah, Mevdudi, Ebu'l Kelam Azad gibi öne çıkan isimlerin yaklaşımlarını sorguluyor. Esra Saraç'ın çevirdiği röportajda ise İslami Cihad liderlerinden Ebu Ubeyde Şakir, İslami Cihad'ın misyonu, Hamas'ın hükümet olmasından sonra askerî operasyonlara yaklaşımları, Türkiye-İsrail ilişkileri, İslami devrim ve sosyal adalet gerçeği vb. birçok konu hakkındaki kanaatlerini paylaşıyor.

Bu sayıda Fevzi Zülaloğlu'nun iki Kur'an çalışmasına yer veriliyor. Kur'an'da gençlerle ilgili ayetleri ele alan Zülaloğlu, Hz. Peygamber'in etrafındaki gençlerden de örnek vererek kapitalizmin en çok kuşattığı bugünün gençliğinin karşılaştığı şeytanî tehlikeyi ele alıyor. Diğer yazısında ise Allah'ın isimlerinin hayattaki karşılığı üzerinden Esmaü'l Hüsna ile nasıl dua edilmesi gerektiğini örnekliyor. Cengiz Duman ise Hz. Eyyub kıssasına devam ederek Eyyub (a)'ın karşılaştığı musibetlere sabrını, yemininin kefaretini ve şeytanın vesvesesinden Allah'a sığınmasını anlatıyor.

Edebiyat bölümünde Hatice Kübra Baytap ve Bünyamin Doğruer'in birer şiirinin yer aldığı dergide Sezai Arcıoğlu'nun da bir yıl önce Lice'de katledilen Ceylan Önkol ile ilgili denemesini okuyabilirsiniz.

Derginin arka kapağında da 9 kişinin öldüğü Hakkâri'deki mayınlı saldırıyla ilgili bir çalışmaya yer veriliyor.



İrtibat:
0212 524 10 28

'Yağmur' dergisinde buluşmak

Sonsuzun, kelime ve harfler dünyasında parıldayan ışığı olan "Kur'ân" hakkında neşrettiğimiz iki bölümlük başyazımızın ardından Yağmur, sayfalarını yine Kur'ân-ı Kerîm'le açmaya devam ediyor. Her yeninin eskiyip partallaştığı, her tazenin sararıp renk attığı şu fânî dünyada her zaman rengârenk ve taptaze kalabilen tek şeyin Kur'ân olduğunun altını çizen başyazımız, mümin bir kimsenin hep Kur'ân'ın haritalandırdığı çerçeve içinde gezinip, hayatını sürekli maiyyet televvünlü yaşayacağı tespitiyle bitiyor.

Başyazımızı takip eden sayfalar, müdakkik tenkitleriyle tanıdığımız Nuh Utku'ya ait. Utku bu kez Yağmur okurlarına bir başka pencereden sesleniyor ve okurunu kendi okuma serüvenine misafir ediyor.

Bu sayımız, Türk-İslâm sanatlarından ikisine ev sahipliği yapıyor: Cilt ve Hat. Yeter Sevim Çağlar ve İlhan Özkeçeci imzalarını taşıyan bu yazılar, ilgililerini el yazması eserlerin büyülü dünyasına davet ediyor.

Devam eden üç seri yazı dizimiz var. Sekizinci bölümüyle Hocaefendi'nin Edebiyata Dair Fikirlerini Anlama Yolculuğu; onuncu bölümüyle Hikâye Mektupları ve üçüncü bölümüyle Icapa Gezileri. Her üç yazımız da şimdiden ciddi bir okur kitlesi oluşturmuş durumda. Uzun süredir yayımadığımız ilk iki yazıyı şimdilik bir kenara bırakıp, Icapa Gezileri'nde Cihan Hocamızın safariye katıldığını, fillerle, kaplanlarla, aslanlarla haşır neşir olduğunu fısıldamakla yetinelim.

Birkaç sayıdır yazılarından mahrum kaldığımız Betül Coşkun, 'aydınlık kapının eşiğindeki bir şair'le, Halide Nusret Zorlutuna'yla tekrar aramızda. Coşkun, Halide Nusret'in beslenme kaynakları eşliğinde şiirlerinin dinî-tasavvufî alt yapısını değerlendiriyor...

Zekeriyya Kantaş, Yağmur sayfalarındaki yerini geç almış bir imza. Kendisine hoş geldiniz derken, bundan sonra, beğenerek okuyacağımız hikâyelerini bizimle paylaşmak konusunda daha istekli, daha gayretli, daha cömert olmasını diliyoruz.

Mizahı, mesajla ustaca yoğuran Emrah Bilge Merdivan'ın kitaba doğru yürüyüşü Takunya'yla devam ediyor. Okurlarının "Emrah Bilge hikâyelerini ne zaman iki kapak arasında göreceğiz?" sorularına cevap verme vakti geldi sanırım: Yakında!

Hasbihâlimizi, kitaplaşacak çalışmaların Emrah Bey'le sınırlı olmadığını müjdeleyerek bitirelim. Şemsettin Yapar, Ali Osman Kurun, Ali Osman Dönmez, Hasan Çağlayan ve Yaşar Beçene de yakında yeni kitaplarıyla Yağmur okurlarının karşısına çıkacaklar arasında.

Şimdilik bu kadar. Daha dolu, daha bereketli sayılarda buluşmak ümidiyle.

(Sayı:51,Kasım-Aralık 2010)


İletişim:
Bulgurlu Mh. Bağcılar Cd. No: 1 P.K. 72 Üsküdar-İSTANBUL
Tel: 0216 522 11 44 / Fax: 0216 522 11 45
info@yagmurdergisi.com.tr
www.yagmurdergisi.com.tr

'Kitap-lık' dergisinde Albert Camus dosyası

kitap-lık’ı öbür dergilerden ayıran özelliği kapsamlı dosyaları; o nedenle, iki üç sayıda bir böylesi dosyalara yer veriyoruz.

Son yıllarda çoğunlukla yabancı yazarlar boy gösterdi kitap-lık’ta. Elinizdeki sayıdan 2008 Martına doğru gidersek, Albert Camus, Robert Walser, Henri Michaux, Rainer Maria Rilke, André Gide, Italo Calvino, J. L. Borges, René Char, Roland Barthes, Marcel Proust isimlerine rastlıyoruz. 2011 dosya tasarılarımız arasında ise Antonin Artaud, J. M. Coetzee var.

İş yerli yazarlara gelince, böyle kapsamlı, profil veren dosyalar yapmakta güçlükler çıkıyor. Birçok nedeni var bunun. Ama en önemlisi, aynı yetkinlikte, derinlikli, nitelikli, yeni yorumlar içeren metinler bulma sıkıntısı. Kimi yazarlar akademisyenlerin malı olmuş; yazı ısmarlandığında, gele gele birbirinin silik kopyaları geliyor. Üstelik “akademik makale formatı” aylık edebiyat dergisine hiç uymazken... Akademisyenler, araştırmacılar olmadan da Türk yazınının belli başlı imzaları üstüne dosya hazırlamak gerçekten güç. Kimi yazınsallıktan uzak, kimi eleştirellikten yoksun, kimi de düpedüz “yazılamamış” yazılara yer vermeyi kendimize yakıştıramıyoruz. Kısacası, çıtayı biraz yükseltince foyalarımız orta çıkıyor.

O nedenle, dinamik, irdeleyici, günümüz okuruna sahici yorumlar yapan, dört başı mamur, bütünlüklü dosyalar yapmak için kitap-lık okurunun tanıdığı, yazın-yayın gündemindeki yerini koruyan yabancı yazarlara sıklıkla gitmekte bir sakınca görmüyoruz. Yazarın ölü ya da diri olması değil, etkinliği, bize seslenmeyi sürdürmesi önemli. Yaşayan nice yazar yüzyıllar önce tüketilmiş yollarda emeklerken yaşamayan onca yazar, yepyeni ufuklar göstermeyi sürdürüyor. Onların izini sürmek, onların sesini açmak daha anlamlı.

Mehmet Rifat Proust, Barthes, Gide, Camus dosyalarıyla büyük katkı verdi son iki yılda. Gözde Fransızca çevirmenlerimiz Elif Gökteke ile Orçun Türkay’ın emeklerini de anmalı: Onların Tükçesi yakışıyor kitap-lık’a.

1 Aralık’ta, Refik Halid Karay dosyasında, buluşmak üzere.

Murat Yalçın

'Türk Edebiyatı' dergisinde babalar ve oğullar

Edebiyat tarihimizde baba-oğul ilişkisini ele aldığımız özel sayımız tahminimizin de ötesinde ilgi gördü.

Hatırlayacağınız üzere, Hasbıhal’de bu konuyla ilgili yazıların tamamını kullanamadığımızı, bir kısmını gelecek sayıya aktardığımızı ifade etmiştim. Sözünü ettiğim yazıları bu sayıda okuyacaksınız.

İlk yazı, Yayın Kurulu üyelerimizden İlyas Dirin’in imzasını taşıyor: “Babasını Edebiyattan Tasfiye Etmek İsteyen Oğul: Gavsi Ozansoy” başlığını taşıyan bu ilgi çekici araştırmada, 1940 yılında basını günlerce meşgul eden ve çok sayıda karikatüre konu olan bir edebî tartışmanın heyecanlı hikâyesini okuyacaksınız.

Dr. Sezai Coşkun da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanının belkemiğini teşkil eden “Baba Kompleksi” meselesini ele aldı. “Baba Kompleksi”, Almanya’da tahsil ettiği psikanalizi bütün meselelerimizin tek çözüm yolu gibi gören Dr. Ramiz’in Hayri İrdal’da teşhis ettiği hastalıktır. Tanpınar bu kavram etrafında, özelde Türk aydınının, genelde Türk toplumunun kimlik problemini teşrih masasına yatırır. Mehmet Samsakçı’nın yazısı ise “Babasının Gölgesinde Bir Trajik: Behçet Bey” başlığını taşıyor. Behçet Bey, Tanpınar’ın baba-oğul meselesini derinlikli biçimde ele aldığı Mahur Beste romanının kahramanıdır. Babasını beğenmeyen ve onun yerine başka babalar ikame eden Hayri İrdal’dan çok farklı bir karakter olan Behçet Bey, tam aksine, karizmatik bir şahsiyet olan babası İsmail Molla’nın ağırlığı altında ezilir ve ciltlenecek kitaplarla tamir edilecek saatlere sığınarak var olmaya çalışır. Behçet Bey’in trajedisi, aslında güçlü babaya sahip birçok oğulun yaşadığı trajedidir.

Dosyamızda ayrıca Fethi Demir’in “Orhan Pamuk’un Romanlarında Babaya İade-i İtibar” başlıklı yazısı yer alıyor. Baba-oğul ilişkisi, Orhan Pamuk’un doğu-batı, ikizleşme, kimlik, İstanbul, gelenek-modernlik, tasavvuf, hurufilik, resim vb. gibi ana temalarından biridir. Fethi Demir, Pamuk’un romanlarında baba-oğul ilişkilerinin genellikle problemli olduğunu, ancak son romanı olan Masumiyet Müzesi’nde bu ilişkinin farklı bir boyut kazandığını, gergin, baba-oğul ilişkilerinin yerini, babayı anlayan, olduğu gibi kabul eden bir evlatla, ona sırlarını ifşa eden baba hikâyesinin aldığını söylüyor.

Emre Ayvaz’ın Vladimir Nabokov’un oğlu Dmitri tarafından yayımlanan tamamlanmamış son romanı hakkındaki yazısı da herhâlde ilginizi çekecektir. Nabokov’un bitiremeden ölürse yakılmasını vasiyet ettiği bu romanın oğlu tarafından yayımlanmış olmasının ne kadar doğru olduğuna siz karar verin. Emre Ayvaz’ın kanaati, Dmitri’nin romana yazdığı önsözde pek ikna edici olmadığı yolundadır.

Dergimizde birkaç şiirini okuduğunuz Sümeyye Sakarya da Asaf Hâlet Çelebi’nin “Nûrusiyâh” adlı şiirini yeniden okumayı denedi.

Bu sayımızda ayrıca geçen aylarda kaybettiğimiz üç değerli şahsiyet hakkında yazılar var: Prof. Uğur Derman, fotoğraf sanatçısı ve şair Hasan Âli Göksoy’u; Prof. Dr. Abdullah Uçman, tarihçi Ziya Nur’u; İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Şefi Fatih Salgar da bestekâr ve müzikolog İsmail Hakkı Özkan’ı anlattı. Ayşe Göktürk Tunceroğlu ise “Arzın Merkezine Seyahat” başlıklı yazısında, Ekvador’a yaptığı geziden söz ediyor.

“Resimli Türk Edebiyatı” sayfasında, 1950’lerin A. Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin, Halide Edip Adıvar, Adnan Adıvar, Ahmet Ateş, Reşit Rahmeti Arat gibi bazı önemli isimleri, Tıp Tarihi Enstitüsü önünde çekilmiş bir fotoğrafta bir arada göreceksiniz. “Dünya Şiirinden” sayfamızda da Oktay Eser’in İngiliz kadın şairi Christina Georgina Rossetti’den çevirdiği “Sen Yaşat Beni” adlı şiir yer alıyor.
Elinizdeki sayı, şiir ve hikâye bakımından bir hayli zengin: Şairlerimiz Mustafa Ruhi Şirin, A. Yağmur Tunalı, İbrahim Tenekeci, Cafer Keklikçi, Mehmet Aycı, Kalender Yıldız, İsmail Aykanat, Abdurrahman Hancıoğlu, Adil Vakar, Filiz Bezirgân; hikâyecilerimiz ise Funda Özsoy Erdoğan, Güzide Ertürk, V. Hüseyin Kaya ve Azerbaycanlı bir yazar olan Saide Zünnunova.

Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu.

Daha güzel sayılarda buluşmak üzere hoşça kalınız diyor, bu vesileyle Kurban Bayramınızı tebrik ediyorum.

Muhabbetle, efendim.

Beşir Ayvazoğlu

'Yüzakı' dergisi

YÜZAKI DERGİSİ, KASIM 2010, SAYI:69

Aylık Edebiyat, Kültür-Sanat, Tarih ve Toplum dergisi YÜZAKI Kasım 2010 (69. Sayısı) yine dopdolu içeriğiyle çıktı. Her ay muntazaman okurun karşısına çıkan YÜZAKI dergisinin kadrosunda şu değerli isimler yer alıyor: Derginin sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Muhammed Ali EŞMELİ; Yazı İşleri Müdürü Mustafa KÜÇÜKAŞCI; Editörler: Ali Rıza BUL, M. Âkif GÜNAY; Yayın Kurulu: Halil GÖKKAYA, Yrd. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, İbrahim Hakkı UZUN, Muhammed YETİM, Ömer ATA, Fatih GARCAN, Ömer OKUDAN; Danışma Kurulu: Prof. Dr. Kemal YAVUZ, Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK, Prof. Dr. Sadettin ÖKTEN, Prof. Dr. Mustafa ÇİÇEKLER, Yrd. Doç. Dr. Emin IŞIK, Tülay ERSAN, Ali HÜSREVOĞLU, Ayla AĞABEGÜM, Yasemin TATAROĞLU, Âdem URFA Ahmet MERAL; Yayın Müdürü Ahmet Şükrü BAĞBAŞLIOĞLU; Halkla İlişkiler ve Reklâm Sorumlusu Ahmet Zakir GÜNGÖR. Okumak için her ay sabırsızlıkla beklediğim dergilerin başında yer alan YÜZAKI dergisinin böylesine popüler olmasını sağlayan bu değerli mensuplarını tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Şiirlerimle bu dergide yer almaktan da büyük şeref duyduğumu belirtmeliyim.

Yazılarıyla ve şiirleriyle M. Ali EŞMELİ, Mustafa KÜÇÜKAŞCI, Bestami YAZGAN, Halil GÖKKAYA, Ayla AĞABEGÜM, Mahmut TOPBAŞLI, Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, M. Nejat SEFERCİOĞLU, Memduh CUMHUR, Abdullah GÜLCEMAL, Recep YILDIZ, Sadettin KAPLAN, H. Kübra ERGİN, Osman Nûri TOPBAŞ, Hüdâyî ÜSKÜDARLI, Aziz Mahmud HÜDÂYÎ, Zahit GENÇ, Rıfat ARAZ, İrfan ÖZTÜRK, Âdem SARAÇ, Ömer OKUDAN, Ahmet ZİYLAN, Aynur TUTKUN, Köksal CENGİZ, Ahmet SÂDIK, B. Cahit ÖZDEMİR, Can ALPGÜVENÇ, Hakkı ŞENER, Bekir ÇİÇEK, Dursun GÜRLEK, M. Faik GÜNGÖR, Sami GÖKSÜN, Servet YÜKSEL, Hızır İrfan ÖNDER, Ahmet MERAL, Ahmet ARSLAN, Elif MENCET, Mehmet Ali VAR ve Handenur YÜKSEL derginin bu sayısında yer alan isimler.

Dergi 80 sayfadan oluşuyor. Kuşe kâğıda basılı. Yazılar ve şiirler temalarına göre görselliklerle bezeli olarak sunuluyor. Bu da dergiyi sevimli hâle getiriyor. Okuyucuyu sıkmıyor. Gözü, gönlü ve rûhu doyuruyor dergi. Bir dergiden daha ne beklenebilir ki…

Okuyun takdir edeceksiniz.

Hızır İrfan Önder



İrtibat:

dergi@yuzaki.com
abone@yuzaki.com

Edebiyat, kültür, sanat vadisinde uzun, ince bir yürüyüş: 'Berceste'

Kayseri’de yayımlanmakta olan “Berceste” dergisinin 101. sayısı yayımlandı. Anadolu dergiciliği için büyük bir başarı. Yine Kayseri’de yayımlanmakta olan “Erciyes” dergisinden sonra en uzun soluklu dergi oldu. Adı gibi “Berceste”. Şiirlerle ve yazılarla dopdolu olarak her ay aksatmadan zamanında çıkmayı başarabilen derginin sahibini, yöneticilerini ve mensuplarını tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum. Daha nice sayılar çıkması temennisiyle tüm edebiyat severlere dergiyi okumalarını tavsiye ediyorum.

Derginin bu sayısında yer alan şairler ve yazarlar:

Hüzeyme Yeşim Koçak, Bekir Oğuzbaşaran, Rıdvan Canım, Özgür Sefer, Hakan Güzeldere, Mustafa S. Kaçalin, Oyhan Hasan Bıldırki, Hikmet Uslu, Duran Çetin, Emrullah Can, Rasim Demirtaş, Yusuf Akyüz, Filiz Kalyon, Hatice Eğilmez Kaya, Ahmet Şahin, İbrahim Şahin, Lütfü Şimşek, M. Nihat Malkoç, Senem Gezeroğlu, Seyit Kılıç, Züleyha Özbay Bilgiç, Mustafa Özçelik, İbrahim Türkhan, Abdullah Satoğlu, İbrahim Sağır, Halil Gürkan, Leyla Gül Varoğlu ve Hızır İrfan Önder.

Hızır İrfan Önder

İrtibat :
bercestedergisi@gmail.com

2010-11-03

'Ay Vakti'ni okuyunca

Geçtiğimiz haftanın en estetik ve dinamik etkinliklerinden biri olan dergi fuarından sonra, dergi üzerine söz söylemek daha bir anlamlı duruyor. Bilinçli bilinçsiz birçok okuru elzem bir kültüre çeken fuarda, yoğun ilgi gören dergilerden biri de Ay Vakti idi.

Çizgisinde istikrarla, ısrarla, sabırla yürüme profilini kaybetmeyen bir dergiden söz ediyoruz, son sayısıyla göz ve gönül dolduran bir dergiden... Naif kapak tasarımları, ekol halini almış Şiraze’si, son sayılarda oldukça dikkat çeken inceleme ve sinema yazıları ile bu sayıda da ince elenip sık dokunmuş bir çalışmanın ürünü Ay Vakti.

Tarık Buğra ve Atasoy Müftüoğlu incelemesi

Kapaktan içeriye doğru uzandığımızda gözümüze takılan önemli yazılardan ilki, Tarık Buğra Romanlarında Unvan ve Lakaplar başlığı ile Dr. Nuran Özlük’ün incelemesi. Lakapların kültürümüzde kapladığı yeri ve önemi kitaplarında en iyi şekilde temsil eden Buğra’nın, Firavun İmanı ve Küçük Ağa kitaplarından kesitler içeriyor yazı. Sonrasında Türkiye Sinemasında Estetik Söylemin İmkânı’nı, Abdullah Ömer Yavuz’un kaleminden nazarımıza sunulmuş.

Kitap kategorisinde bir önemli ayrıntı daha işlenmiş; Atasoy Müftüoğlu’nun “Yeni Bir Zamanı Başlatmak” isimli kitabı Fatih Pala tarafından tahlil edilirken, Türk Sinemasında İdeoloji’yi Uğur Mantu’dan okuyoruz.

Gidenlerin ardından…

Ağustos ayında vefat eden değerli şairlerimizden Olcay Yazıcı’nın da unutulmamış olması bizleri sevindiriyor, Mehmet Nuri Yardım tarafından kaleme alınan yazı, elzem hatırlar içeriyor.

Sesine biraz daha eko veren Ay Vakti başlarken; içimize dönelim diyor. Giden, ilk adımı atan kazanır, bir adım atalım, bir adım! Gecikmiş iç muhasebelerimizin hesabını gecikmiş zamanlara bırakmayalım, diyerek çağrısını yineleyen dergide, ısrarla nefis muhasebesi üzerinde durulduğunu görüyoruz. İçimizde gerçekleşmesi gereken eylemin gecikmemesine katkıda bulunuyor. Suçlu aramak yerine, nefsimize bir taş atmaya, neden demeye, hakikat olmayanı devre dışı bırakmaya çağırıyor. Ağdalı anlatımdan uzak durarak sade ve naif anlam çizgisinde sessiz devrimini gerçekleştiriyor.


Yazılar, öyküler ve şiirler

Tenha Gurur başlıklı yazısı ile Şeref Akbaba, Masal Olan Döner Bir Gün Asl Olana-Ayşe Nüzhet Arslan, Tevâzuya Dair- Yılmaz Kısa, Dağ-Berrin Sönmez, Yeni İklimler-Ayşe Karanfil, Engeller Var Önümüzde-Ömer Eski okunmayı bekliyor.

Dergide bu ay okuyacağımız şiirler ise; Mustafa Özçelik- Güvercin Ağı, Alâaddin Soykan-Can Şor Etmek, Rasim Demirtaş-Öğretmen, Yavuz Ertürk-Ahde, Mahmut Yavuz-Annelerin Güzel Düşleri, Mehmet Baş-Kıyametler Sürülür.

Kaliteli öykü yazarlarını kadrosundan eksik etmeyen Ay Vakti’nde bu ay, Üzeyir Durmuş, içimizi dinleyen, dinlemekle kalmayıp duyulanın verdiği sarsıntıyı realist ve nefis üslupla nazar-ı intibamıza sunan “Bir Ses…” isimli öyküsü ile bizlerle. Uzun süredir merakla okuduğumuz öykü serisi Cezada Elif Kararı, Naz Ferniba ile devam ediyor. Ve Fatih Külahçı’dan Kilimanjaro Kokan Tabutlar da okunası.

Bu sayıda Ay Vakti kendini aşmış bir içerikle gerçekten okunası duruyor. Ay Vakti okuyarak sessiz çığırlar açmaya devam!



Mehlika Toyga

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com