2008-09-30

"Bizim Külliye" dergisi


AHMET KABAKLI ÖZEL SAYISI

Elazığ’da yayımlanan üç aylık sanat ve edebiyat dergisi "Bizim Külliye", 37.sayısını(Eylül-Ekim-Kasım 2008)merhum Ahmet Kabaklı’ya ayırdı. Derginin sunuş yazısı şöyle:

Merhaba Muhterem Okurlar,
Bu sayımızda iki güzel olguyu birden yaşıyoruz.
Birincisi: “Bizim Külliye” Elazığ’da yayınlanan en uzun ömürlü kültür sanat dergisi oldu. Fikret Memişoğlu’nun yayınladığı “Genç Fırat” 36 sayı çıkabilmişti ancak. “Genç Fırat” Elazığ folkloruna hizmeti ilke edinmiş bir dergiydi. Keşke 360’lara 3600’lere kadar gelebilseydi. Ama dergi çıkarmanın zorluğu her kalem erbabınca malum… Kim bilir, o 36’ya hangi zorluklara göğüs gererek, nasıl bir sabra yaslanarak ulaştı Memişoğlu.
İkincisi: Bu sayımızın “Ahmet Kabaklı” özel sayısı olması… Elazığ’ın yetiştirdiği ve Türk düşünce hayatına armağan ettiği Kabaklı Hoca’ya bu “özel”i ayırmakta geç kaldığımızı biliyoruz. Fakat bir başımıza olgunlaşmayı bekledik.
Bu sayımıza “özel”; 76’dan 96’ya çıktık. İstedik ki Hoca’mıza ait bir farklılık olsun.
Temmuz sıcağı kavurucu geçti; Türk Edebiyatı dallarına eserlerini bırakıp gidenler, kendilerini aratmayacak, mahcup etmeyecek gençlerin yetişmesini elbette bizlerden daha fazla arzulamışlardır. Umarız bu “mamureyi aziz kılan er”lerin arzuları gerçekleşir.
Cengiz Aytmatov’u konu edindiğimiz 34. Sayımızda “Aytmatov’un Nobel’e neden aday gösterilmediğini sormuştuk. Sorumuza cevap Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Kemal Tural Bey’den geldi. Sadık Kemal Tural Bey, “Aytmatov’u doğumunun 80’inci yılında Nobel’e aday göstermek için Türk Cumhuriyetleri bilim, sanat ve edebiyatçılarından oluşan bir komite kurulduğunu” duyurduğunda Manas alperenlerinden haber almışçasına sevinmiş idik.
Duyuru ufkumuzu açtı: Dileriz sayın başkanımız; Türk Cumhuriyetlerinin himayelerinde ve “Türk Cumhuriyetleri bilim, sanat ve edebiyatçılarından oluşacak komite” ile “Cengiz Aytmatov Edebiyat ödülleri”ni başlatırlar. Başkanımız Prof. Dr. Sadık Kemal Tural Bey’in “Cengiz Aytmatov Edebiyat Ödülleri”ni gerçekleştirip teşmil edeceğine inanıyoruz.
Gelecek sayımızın dosya konusu “Edebiyatımızda Türler”…
Hangi edebi tür daha kıymette, hangi edebi tür kendine çıkış arıyor?.. Ya kaybolmaya yüz tutan türlerimiz? Edebi türlerimizin geleceğini siz okur-yazarlarımızla tartışmak istiyoruz.
Tekrar buluşmak dileğiyle…

Nazım Payam

İçindekiler:


· Nazım PAYAM--Yunus'un Gülü
· M. Mehdi ERGÜZEL--Kabaklı Hoca'ya Hasret
· Süleyman DOĞAN--Ahmet KABAKLI
· İsmail ÇETİŞLİ--Bir Hatıranın Aydınlığında
· İsa KOCAKAPLAN--Bir Ayrılışın Hikayesi
· Yahya AKENGİN--Hem Şeytan Taşlamaya Hem de İbadete Vakit Bulan Yazar
· Kazım YETİŞ--Hoca Ahmet KABAKLI
· Hasan ÖZÇAM--Kabaklı Hoca'nın dergisi
· Şinasi GÜLAÇTI--Güler Yüzlü Yazılar
· Fırat KIZILTUĞ--Sanatçıların Manevi Atası Ahmet KABAKLI
· Kemal BATMAZ--Soruşturma
· Ziya ÇARSANCAKLI--Bir Harput Yıldızı
· Serhat KABAKLI--İki Hatıra
· BELKIS İBRAHİMHAKKIOĞLU--Alperenler
· Necati KANTER--Yitik Zaman (Hikaye)
· Mahir ADIBEŞ--İstanbul'daki Harputlu
· A. Vahap AKBAŞ--Kimin İçin Yazmalı
· Erol ÜLGEN--Ahmet Kabaklı'nın Yazılarında Mevlana
. Ahmet KABAKLI-- Yunus'un Gülleri
· Yusuf ÇEKER-- Düşlerden Sonrası
· M. Halistin KUKUL--Ağla Yüreğim Ağla
· İmdat AVŞAR--Cengiz Aytmatov'A Ağıt
· Yusuf DURSUN--Ay Canım
· Ömer KAZAZOĞLU--Tenha-Su
· Kalender YILDIZ--Şerh
· Seval KOÇOĞLU--Natürmort
· Ahmet Tevfik OZAN--Deli Divane
· Rıfat ARAZ--Bildim Seni
· Serdar ASLAN--Yenilgi
· Ahmet AYDOĞDU--Cinnet Harfleri
· Suat BULUT--Kırılma Anı
· Serap ÖZTUNCER--Mehmet Nuri Yardım(Röportaj)
· Ahmet ULUDAĞ--Cengiz Aytmatov'u Uğurlarken
· Nazım PAYAM--Şehrin Mabetleri Bir Bir Tükeniyor
· Ahmet Faruk GÜLER--Kitap Vitrin

İrtibat:
İZZETPAŞA CAD. İZZETPAŞA VAKFI
EK BİNA NO:16/2, ELAZIĞ
0(424) 233 55 13– 233 15 00 (114)
bilgi@bizimkulliye.com
http://www.bizimkulliye.com

2008-09-28

"Bir nokta" edebiyat dergisi


“Bir nokta” edebiyat dergisi 80.sayısında (Eylül 2008) Ramazan konulu şiirler ve yazılar ile çıkageldi. Bir ramazan okuması, ramazan bereketi… Özellikle şiirler odağında güzel bir çalışma olmuş. Dergide yer alan isimler ve yazı başlıkları:
Cahit Koytak- Yoksullar İçin İki Tez
Mahmut Avcı- Çağlayan Hali
Süleyman Çelik- Geceye Niyet
N. Halil Atlıhan- Dünyanın Ortasında
Alpaslan Durmuş- Fentasir
Adem Yazıcı- Ayaz
Resul Tamgüç- Hüzün Atlası Paramparça
Cahit Bahadır- Get My Hero
Mustafa Burak Sezer- Bir Avuç Deniz
Said Yavuz- Bu Gamze Başka Yerlerde de
Mesut Doğan- Masal
Yasin Şafak- Bir İhtimal
Şefik Memiş- Uğultulu Ova
Abdurrahman Karakaş- İğde Kokulu Mevsim
Davut Yücel- Koşuşmalar
Mürsel Sönmez- Çay Benim Çeşme Benim
Serkan Tarifçi- Son Dua
Adem Turan- Ey Oruç, Ey İkiz Kardeşi Ruhumun
Ali Ulvi Birkardeşler- Câm-ı Cem
İbrahim Yarış- Bir Mizah Nostaljisi Ya Da Yeni Ramazanname
Güven Akıncı- İsviçre’de Ramazan Ayı Notları
Mustafa Burak Sezer- Pakistan’a Uğrayan Ramazanlar
Meral Afacan Bayrak- Bir Ramazan Denemesi
Onat Bayındır- Peygamberler Tarihi İle Bir Şairin İmtihanı
Aliye Akan- Bırakma, Tut

Derginin sunuş yazısından bir iktibas: “ Günlerin “özel”leştikleri evreler de akışta eksik birşey bırakmaksızın ve güneşin şavkı ile parlayarak aksamaz sürekliliklerini sürdüyorlar. Gün kumaşının, zaman uzamının ve uzayının nakışlı evrelerinden Ramazan ayı da “kavisini” tamamlıyor. Yıl dediğimiz dilim içinde ve güvercince konup göçüyor oruç ayı. Hayat, zamanı duyumsaya duyumsaya kavrayışa dönüşüyor, beden ve ruh bu potada arı ve duruluğun hafifliğini yaşıyor. Edebiyat ise bu insanın en insan halinin sözüyle “kut”lanıyor. Bir nokta da zaman ırmağının üstünde ve onunla akıp giden bir yaprak gibi ilerliyor: Oraya.”

Dergide yazan şair ve yazarların eserleri bir bir kitaplaşıyor. Bu sayıda kitaplara dair bir de duyuru var: “Bir nokta kitaplığı daha önce çıkardığı altı kitabın yanına beş kitap daha ekleyerek genişliyor.” Bir nokta kitaplığının yeni eserleri şunlar: “Ah Teslimiyet”(şiir)- Süleyman Çelik, “Sanki Bahar” (şiir)- Arif Dülger, “Aşkın Çevirisi” (çeviri şiir)- Şefik Memiş, “Taş Bebek” (şiir)- Adem Yazıcı, “Düğüm Cambazı” (şiir)- Mahmut Avcı.

Uzun, ince yürüyüş devam ediyor. Daha nice güzelliklere...

İrtibat:
Örnek Mahallesi 35. Cad. No: 26 Üsküdar 81190 /İstanbul
0216 324 36 05
bilgi@istanbulbirnokta.com
http://www.istanbulbirnokta.com/

2008-09-27

"Yedi İklim" oruç özel sayısı


İnsan nefsi sadece beden ile ilgili değil. Ruh ile beden bir bütün. Biri diğerinden ayırt edilemez. Ruhsuz beden, adı üzerinde ruhsuz. Bedensiz ruh ise bir soyutluk.

İnsandan sadır olan her güzellik en kısıtlanmış, en tasarruf edilmiş olandan doğar. Yaratılmış olan her nesneye hikmet gözüyle bakmak, sunulan şeylerin insan eli ve ruhuyla işlenmesi ve bir nesneye dönüşmesi de bir hikmet. Hikmetin kendisi bunda gizli, insanın kendi canı üzerindeki tasarrufu, denetim de bir kutsalı. Oruç, insan tekini kendisiyle denetleyen bir özgünlük. Kendisine hakim olması. Helal olan şeyler bile yasaklanır, kullanım hakkı bir süreliğine elinden alınır. Daha dün yediği içtiğini yiyemez, içemez. Tam bir ay. Bu, az bir zaman değil. Bir zaman sonra onu daha tadında, daha güzel ve daha lezzet ile kullanması da gerçeği.

Sözden ve yazıdan söz ediyoruz. Söz ve yazı orucundan. Fazlalıklar insan hayatında bir özgünlük değil. Sözün kalabalığından sakınılması istenir. Bir yazarın, bir düşünürün en büyük eseri en öz olanıdır. Bütün yaşamım adadığı eserlerinin içinde bir şah eser ortaya çıkarır. Bütün eserlerini bundan çoğaltır. Söz ve düşünce orucunda, damıtmasında gerçekleşen eser.

Büyük şairlerin en büyük eserleri bir şiirde odak ve doruk olur. Şairler o eserleriyle anımsanır ve anılırlar. Sözü en iyi kullanma gücü o şiirlerde belirir.

Büyük medeniyetler büyük ve Özlü düşüncenin ürünüdür. Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet birer tanedir. Bir ikizi daha yok. "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" da öyle- Mesneviler çoktur, ama Mevlana hazretlerininki en başat olanı, Leyla ile Mecnun Fuzüli' de bulur kendini.

Yüzyılımız söz bulamacında, gürültüsünde, sıradanlığında. Sözü ayağa, bayağılığa düşürmeden dikkatli ve yerli yerinde tasarruf etmek. Tasarruf etmek de bunun karşılığı. Hayat, oruçta olduğu gibi fazlalık kaldırmaz. Hayatı damıtır, süzer ve ondan özgün bir ben çıkarır.

Söz ilahî olanı anmadıkça, ilahî olandan beslenmedikçe ve ilahî olana yönelmedikçe bu dünyada kalır. Onun ötesi yoktur, ötede yeri de yoktur. Yaratılan her nesneye ilahî bir göz aydınlığı ile bakılmadıkça onda derinlik olmaz. Büyük söz sahiplerinin sözleri bunun için hikmet yüklüdür.

Sözü dolandırmak neye yarar?

İnsanın bedenine ruhuna ve ondan sadır olana doğrudan hükmeden bir ibadettir oruç. Salt cinsel olana, mideye ait olana hükmetmek değil. Dile, göze, kalbe ve ruha da hitap eder. Söz örücünün anlamı budur.

Büyük veliler; büyük konuşma, yerli yerinde konuş, söz israfından kaçın uyansında bulunur. Onları büyük kılan da özlü ve yerli yerinde olan sözleridir.

Söz ayağa düşmeye görsün. Sahibini de ayağa düşürür. Söz yüceldikçe sözün sahibi de yücelir.

Söz de, yazı da terbiye gerektirir. Oruç terbiyesi ve disiplini. Bir cümle çok şeyi özetler. Atasözleri, deyimler, beyitler, özlü sözler gibi. Denizler; binlerce canlı cansız varlığı içinde barındırırlar. İnci de bu varlıklar içinde bir varlık. Ama o, incidir. Hakiki altın bir değerdir, anlamsız varlıklar içinde o değerini yitirmez, inci ve altın değerinde olan söz, yazı çağın bulamacında asla yitmez. Onlar hakiki yerlerini alırlar.

Kalıcı söz güzel ve Özlü olanıdır.

Ali Haydar Haksal

İçindekiler:

Yedi İklim-Söz Orucu

Hasan Aycın-Çizgi

Ali Haydar Haksal-Oruç Güzelliği

Osman Bayraktar-Oruç Eğitimi

Ali Günvar-"Onbir Ayın Sultanı"

İsmail Kıllıoğlu-Yücelten Oruç

Yasin Doğru-Hayatımızda Bir Konuk Olarak Ramazan

Osman Serhat -Yerlere ve Göklere Dair / Dokuzuncu Bitik

Halil Eser-Çizgi

Anonim -Fasl-I İftar

Mustafa Celep-Yeni Bir Dirim Habercisi: Oruç Ve Ramazan

Mustafa Uçurum-Oruç Devrimi

Anonim-Fasl-I Kız Kulesi

Muhammed Hamidullah-Oruç Üzerine - Türkçesi; Mete Can

Mustafa Oral-Bir İbrahim Tüten Söyleminden

Ali Uysal-Oruçla Yıkanmak

Anonim-Fasl-I Dolmabahçe Köşkü

Ali Haydar Haksal-Oruç Öyküleri; İlk Oruç / Baba Yıldız Göründü / Bir Yaz Günü Orucu

Cemal Sakar-Hikayat; Ahkaf / Yakin / Şek / Sayha

Cihangir Berk-Mehmed Akif'in Hayatında Ve Şiirinde Oruç

Anonim-Darb-ı Mesel

Yasin Doğru-Çocukluğumuzun Ramazanları

Mehmet Kurtoğlu-Oruçlu Şehir

Ali Sözer-Sehr--i Ramazanı Köyde Geçirmek

Cafer Keklikçi-Kocaman Oruç

M.Said Türkoğlu-"Açlık Allah Azığıdır"

Fatma Rana Çerçi-İstanbul'un Manevî Dünyasında Hafız Yusuf Çerçi Söyleşi

Mevlana-Dışda Olan Namaz, Oruç Ve Sair İbadetler, (İçteki Nura Tanıktırlar (Mesneviden) Türkçesi: Veled İzbudak

Taha Sadık-Ramazanda Kitaplarla

Keykavus-Hak Sübhanehu Taaladan Minnettar Olmak Beyan Eder Türkçesi: Mercimek Ahmet

Ebu'l Hasan El-Maverdi-Orucun Esrarı Hakkında Hakimane Fikirler Türkçesi: Bergamalı Cevdet Efendi

Mustafa Sadık El-Rafiî-Bayramı Bulmak Türkçesi: Nefise Zehra Küçükağa

Nefise Zehra Küçükağa-Mustafa Sadık El-Rafiî

Saliha Malhun-Sensiz Geçer Gemiler Limandan

Kamil Büyüker-Ramazanlık Gazetelerden Ramazanlık Promosyonlar

Anonim-Fasl-ı Bursa

Yedi İklim-21-22 Cilt İndeksi

İrtibat:
Tel: 0 216 399 19 14
Fax: 0 216 352 04 11
yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com
http://www.yediiklimdergisi.com

"Dergâh" dergisi


Mart 1990 yılından beri istikrarlı bir şekilde yayın hayatına devam eden Dergâh dergisi, Eylül sayısında da önemli metinlere ev sahipliği yapıyor.

Dergi Sedat Turanın Savaş Sözleri başlıklı şiiriyle başlıyor. Şiir, Ağustos ayı içinde hayatını kaybeden Filistinli şair Mahmut Dervişe ithaf edilmiş. Diğer şairler ise Nurettin Durman, Erkan Kara, Ümit Aktaş, Nadir Aşçı, Rıdvan Sözener, Ercan Yılmaz ve Nesrin Aydın.

Abdullah Harmancı ve Handan Yıldız Eylül ayının hikâyecileri…
Harmancının Kitaplar ve Çiçekler başlıklı hikâyesi, olgunluk dönemine giren bir edebiyatçıyı müjdeliyor.

Funda Özsoy Erdoğan, Mustafa Akar ve Zeynep Serhan Koşal derkenar sütunlarında yer alan isimler. Erdoğan, Sibel Eraslanın geçtiğimiz günlerde Dergâh Yayınlarından çıkan Parçası Benden isimli hikâye kitabına değiniyor. Akar ise Alaattin Karaca (İkinci Yeni Poetikası, Hece, 2005) ve Yakup Altıyaprakın (İkinci Yeni ve Türk Şiirinde Modernizm, Ebabil, 2008) İkinci Yeni hakkındaki kitaplarından yola çıkarak, bu hareketle ilgili görüşlerini ortaya koyuyor.

Hikâye sanatıyla ilgili yazılarına devam eden Kâmil Yıldız, bu sayıda öyküde muhayyile konusunu açıyor. Hemen peşinden de Furkan Çalışkanın Modern Şiirin Kodları üst başlıklı yazısı geliyor. Çalışkan, Edip Canseverin Meduza şiirinden yola çıkarak, modern şiirde özne meselesine eğiliyor.

Orta Sayfa Sohbetinin bu ayki konus u, Vakıfların ihya ettiği Osmanlı eserleri… Konuyla ilgili olarak, Vakıflar Genel Müdür Yardımcılığının yanı sıra İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü görevini de yürüten Sayın Ahmet Tanyolaç ile önemli bir söyleşi gerçekleştirilmiş. Ramazan ayına denk gelen bu söyleşi, Türkiyede güzel işlerin de yapıldığına işaret ediyor.

Prof. Dr. İsmail Kara, Dergâh Yayınlarından çıkan Cumhuriyet Türkiyesinde Bir Mesele Olarak İslâm adlı eseriyle dikkatleri üzerine çekti. Mehmet Zahit Tiryaki, bu kitabı ele alan derinlikli ve geniş oylumlu bir yazıyla, Dergâh dergisine katkı sağlayan isimlerden…

Arzu Güldöşüren ise dil çalışmaları ile tanınan Besim Atalayın hayat hikâyesini kendi ifadeleriyle aktarıyor. Her açıdan ibretle okunacak bu metin, dipnotlar ile zenginleştirmiş.

İrtibat:
Binbirdirek Mah. Klodfarer Cad. No: 3/20 Altan İş Merkezi
Sultanahmet - İSTANBUL
Telefon : (212) 518 95 78 (3 Hat)
Faks : (212) 518 95 81
E-posta : bilgi@dergahyayinlari.com
http://www.dergahyayinlari.com

Hüseyin Su ile "Hece" dergisi üzerine söyleşi


-Hece dergisi hangi kaygılarla yola çıkmıştı? Hangi zincirin halkası olarak kendini görüyor?

-Hece dergisi, üzerinde yaşadığımız coğrafyada, bu coğrafyanın toprağına, tarihine, maddi ve manevi iklimine yabancı olmayan, ters düşmeyen düşünce, kültür, sanat ve edebiyat geleneğini oluşturan zincirin halkalarından biri olmayı amaçlayan ve bu amacın gereği olan hassasiyetlerle tasarlanan ve yayımlanmaya devam eden bir yayın faaliyetinin adıdır. Takdir edersiniz ki, bu coğrafyada yaklaşık yüzyılı aşkın bir süreden beri uygarlık bağlamında bir düşünce ve inanç mücadelesi veriliyor; daha çok da bu mücadele yerli ve batılı kültür kotları üzerinden yapılıyor. Hece, işte bu bağlamda söz aldı ve onbir yıldır da konuşuyor. 1997 yılının ocak ayında yayıma başladı Hece dergisi. Dileğimiz, düşünce, sanat, edebiyat ve kültürel tasarımımızın sürmesidir.

- Eski edebiyat dergilerine baktığımızda bir ‘ocak’ vazifesini benimsediğini görüyoruz. Hatta sadece kalemin güçlenmesi değil kalbinde kuvvet bulması için terbiye metotlarını uyguladıklarını usta çırak ilişkilerini yaşattıklarını görüyoruz. Günümüz dergileri açısından baktığımızda bu hususiyeti kaybettiğimizi düşünüyor musunuz?

- Toplum olarak, büyük ve yaralayıcı bir değişim süreci yaşıyoruz. Bu süreç, belki insanımızın zihinsel ve kalbî olarak iğfal edilmesiyle başladı. İnsanın heva ve hevesleri tahrik edilerek ve iştihası azdırılarak sürdürüldü bu süreç. Ama sonunda köşe bucak bütünüyle hayatımızı kuşattı; sirayet etmediği alan kalmadı neredeyse. Değer yargılarımızın, ahlakî ölçülerimizin, inancımızın ve ilkelerimizin çizdiği sınırların yok sayıldığı özgürlükçü bir hayatın ardından ihtirasla, doludizgin koşmamıza ve bu arada kazancımızın, kaybımızın hesabını yapamayacak bir zihinsel yapıya sımsıkı sarılmamıza yol açtı. İşte bu karanlık ve izbe süreçte koşarken farkında olmadan kaybettiğimiz erdemlerimizden birisi de terbiye edilerek öğrenme sürecimizdir. Bizim geleneğimizde önemli kanallardan biri de edebiyatı, sanatı, kültürü ve düşünceyi bir terbiye süreci ve ahlak anlayışı içinde öğrenmektir. Edebiyatın da, kültürün de, sanatın da, düşüncenin de, yazının da... bir ahlakı, bir terbiye üslubunu içerdiği göz ardı edilemez. Sözünü ettiğiniz Mektep Dergiler/Ocak Dergiler böyle bir işlev görüyordu. Yazmayı öğrenirken bir inanç, düşünce ve ahlak paradigmasını; hatta bir hayatın bütün inceliklerini de o mektepte, o ocakta öğrenme imkânı buluyorduk. Yazının ve sözün sınırlarını, yazmanın, konuşmanın ve susmanın âdâbını da öğreniyorduk. Bunun bütünüyle ortadan kalktığını söylemek elbette yanlış olur. Ama kayıplarımızın çok büyük olduğunu da belirtmek gerekir. Modern hayatın altüst ettiği değerler karmaşasında bu tür hassasiyetlere rastladığımız dergilerimiz de var elbette. Önemli olan bunların sayısının çoğalarak bir çığır açmalarıdır. Hepimizin çalışmaları bu istikamette olursa sonuçta o ocak/mektep dergilerin küllenen ateşleri yeniden alevlenecektir kuşkusuz. Hece dergisinin iddiası da, çabası da, hassasiyeti de bunun içindir.

- Hecenin çıkışından bugüne kalite noktasında titiz davrandığını görüyoruz. Kriterleriniz neler?

- Hece’nin bir edebiyat dergisi oluşu, doğal olarak yayınladığımız ürünleri seçerken gözettiğimiz ölçülerin ilk önce bir edebiyat değeri ve düzeyi olmasını gerektiriyor. Bize ulaşan şiirin, öykünün, denemenin... Edebiyat ölçülerine vurulduğunda öncelikle ‘şiir, öykü, deneme...’ olması gerekiyor. Elbette bunlardan sonra da gözettiğimiz hassasiyetlerimiz oluyor. Çünkü biz, sizin de sözünü ettiğiniz mektep/ocak dergiler geleneğinden geliyoruz. Oralarda öğrendiğimiz ölçülerin, sınırların, hassasiyetlerin; yazı ahlakının korunması konusunda edebiyatçı duruşumuzu da bozmayacak titizliği gösteririz. Biliyoruz ki, hayatın bütünlüğü içinde hiçbir şey tek başına korunamaz; hepsi de çok ince, kılcal damarlarla birbirine bağlıdır.

- Sizce günümüzde edebiyat dergilerinin en temel problemleri nelerdir?

- İnsanlığın bugün gelip durduğu yerde yaşadığı hayatın temel ve tali problemleri neyse, edebiyatımızın ve edebiyat dergilerimizin temel ve tali problemleri de bunlardan ibarettir. Edebiyat diye adlandırdığımız emeğimiz, amellerimiz, bizim sağlıklı ya da yaralı kalplerimizden, kafalarımızdan; iç ve dış dünyamızdan; yani bütünüyle hayatımızdan sadır oluyor. Yazdığımız şiirler, öyküler, romanlar, denemeler... Bizim dışımızda değil, içimizde; o duygular, o düşünceler bizim duygularımız, bizim düşüncelerimiz; o eserlerdeki insanlar biziz; oralardaki hayatlar bizim hayatlarımız. Edebiyat ve edebiyat dergilerinin sorunlarına buradan bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Edebiyat dergilerinin sorunlarının en başında, düşünce ve inanç çözülmesinin doğurduğu yaralanmadan hasıl olan marazîliğin, ruhsal ve ahlakî travmanın geldiğini düşünüyorum. Edebiyat, işte bu nedenle değer olma özelliğini yitirdi; hem de yalnızca okurlar açısından değil, yazarlar açısından da böyle olduğunu düşünüyorum. Yazı, terbiye etme (öğretme değil, terbiye etme) gücünü ve işlevini yitirdi. Yazı ve söz, çok üzücü ama ne yazıkki böyle güçten düştü; Sözün Düşüşü dediklerinin de işte böyle bir durum olduğunu düşünüyorum; buradan hareket ederek bu anlamlandırmayı, Yazının ve Sözün Düşüşü diye de tanımlayabiliriz. Yazı ve söz; genel anlamda edebiyat, varlık nedenini yitirmeye başladığı gibi amacını da yitirdi. Yazı ve söz; kendi değerleriyle görünmeyi ve varolmayı başarmak yerine, imajinal değerlerle varolmaya ve medyatik başarıyı elde etmeye çalışıyor. Edebiyatın öncelikle sağaltılmayı bekleyen yaralarının buralarda olduğunu düşünüyorum.

-Hece’nin özgün yanlarından birisi de özel sayıları. Hece dergisinde özel sayı hazırlama geleneği nasıl oluştu?

- Hece, bütünlüklü bir düşünce, sanat, edebiyat ve kültür projesinin adı olarak doğdu. Bir dergi çıkaralım, adını da Hece koyalım ve yazdıklarımızı burada yayınlayalım, gibi bir saikle yola çıkmadık. Yaşadığımız coğrafyanın, sahip olduğumuz tarihin, günümüzün ve geleceğimizin bize yüklediği sorumluluğun bilinciyle yazınsal bir eyleme soyunmak demekti Hece bizim için. Gerek tek tek her sayımız, gerek Heceöykü dergisi, gerek Hece Yayınları ve gerekse Hece dergisinin özel sayıları, bu sorumluluğun ve bilincin projelendirilmesinden ibarettir. Bildiğiniz gibi Hece dergisinin özel sayıları iki çizgide yapılıp hazırlanıyor. Birisi, Türk edebiyatının ikibin yıllık birikiminin bilânçosunu çıkarmayı, önümüze koyup üzerinde yeniden düşünebilmeyi ve böylece farkına varacağımız birikimimize yaslanma imkânı bulabilmemizi sağlamayı amaçlıyor. İkincisi ise; edebiyat, sanat, kültür ve düşünce alanında, özellikle de Cumhuriyet döneminde, düşünceleri, kişilikleri, hayatları, eserleri, dergileri ve siyasal faliyetleriyle özgün, öncü, yolaçıcı, yönlendirici düşünür, şair, yazar ve eylem adamlarının emeklerini, birikimlerini topluca değerlendirerek hatırlatmak ve üzerinde yeniden düşünülmesini sağlamak amacıyla hazırlanan özel sayılarımızdır.

- Edebiyatımız ve düşünce serüvenimiz açısından Hece dergisinin ileriye yönelik hedefleri nelerdir?

- Hece dergisini vareden nedenler ve amaçlarımız doğrultusunda yolumuza devam etmek... Hece dergisinin, Heceöykü dergisinin, Hece Yayınları’nın, yukarıda sözünü ettiğimiz değerler bağlamında oluşturacağı birikimin, hemen her anlamda ülkemizin önünün açılmasına katkıda bulunacağını umarak çabamızı sürdürmek ve yolumuza devam etmek...

-Çok teşekkür ederiz.

-Ben teşekkür ederim.


Söyleşi:
Mahmut Bıyıklı
www.sanatalemi.net

"Akpınar" dergisi


“Akpınar” kültür,sanat, edebiyat dergisinin 16.sayısı (Temmuz-Ağustos 2008) yayımlandı. Derginin bu sayısında yer alan isimler ve yazı başlıkları:

“Evvel Giden Ahbaba Selam Olsun Erenler..” – İsmail Özmel
“Arkama Baktığımda”- Tuncer Gülensoy
“Son Bekleyiş”- Emin Ali Tanık
“Elazığ’ı Türk Halkının Manevi Azığı Görmek”- Bedrettin Keleştimur
“Tarla Kuşları”- Abdullah Satoğlu
“Eski ve Yeni Bayramlar ve Aydınlar Şehri Niğde”- İsmail Özmel


“Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” Romanına Tipolojik Bir Yaklaşım”- Kibar Ayaydın
“Tanımadığımız Meşhurlar”- Selçuk Karakılıç
“Sayın Nâzım Hikmet Polat’a”- İsmail Özmel
“Güllü Kız”- Dilaver Cebeci
“Ömür”- H.Rıdvan Çongur
“Giz”- A. Vehbi Ecer
“Ben Türkü Severim”- Mehmet Şükrü Baş
“Şimdi Sevda Yürüsün”- Sergül Vural
“Nasreddin Hoca”- Murat Soyak
“Kerem Gibi”- S. Burhanettin Akbaş
“Memleket Sevdası”- İsmail Sarıkaya
“İlköğretim Ders Kitapları ve Yardımcı Kaynaklarında Tümleçlerin Sınıflandırılması Konusundaki Karışıklıklar”- Yaşar Vural
“Ah Türkülerim”- Muhsin İlyas Subaşı
“Deniz Ve Irmak”- Osman Yazan
“Yozlaşan Kültürümüzün Etkisi Altındaki Türkçemiz”- Önder Saatçi

Niğde’de yayımlanan “Akpınar” dergisi yürüyüşünü sürdürüyor. Nice güzel sayılara…

İrtibat:
Yeni Çarşı İş Merkezi B Blok No:1/5 NİĞDE
0388 2131250
ismailozmel@hotmail.com
akpinardergisi@hotmail.com

21. "Tasavvur"

selâm-ı evvel ile;

tasvirlerden mürekkep 'tasavvur' dergimizin yirmibir'inci hâli, uzun bir yaz dinlencesinin ardından yine/yeniden sanal mekânında sunulmuştur.

tasavvur ekibi olarak, bizi bu vakte ve sayıya nasip eden allah'a hamd ederken, geçip giden her an'dan bize ilim/irfan/kalite miras bırakmasını ve daha güzel sayılara vâsıl eylemesini, ramazan vakti eşiğinde niyâz ediyoruz.

bu vesileyle, ramazan vaktinizin/bayramınızın hoş/hoşnut olmasını dileriz.

tasavvur yirmibir'in muhtevâsı şöyle:

fikir
- hacı kalfa: faydasız nasihatlar
- yasin çetin: güç ve kullanma şekilleri
- burak tabaş: karıncanın isyankâr hâlleri
- sacide ortaçay: 90 sonrası yaşanan toplumsal süreçte nuri bilge ceylan
sineması
- m. nihat malkoç: seherde içe dönüş!.
- can yılmaz: uyan

nefes
- hasan şen: anılarla son akşam yemeği
- h. sare özcan: bir râbıta eş(l)iğinde boyun büküş
- mirat bârân: cinnet
- burak tabaş: gidecektir elbet
- yahya kurtkaya: ses
- yasin çetin: gülümsemek
- abdulkadir akdemir: hasretinden eşkin verir sözlerim
- sümeyye betül: her dün kaza/ her gün kader
- elif zehra aydın: masrafsız
- h. kübra soyhan: sefer

dilmaç:
- aldous huxley: kedilerden öğütler (tercüme: bünyamin kasap)
- johann wolfgang goethe: annesine bir mektubu (tercüme: ayşe serra dilek)
- charles dickens: çocuğun hikâyesi (tercüme: yahya kurtkaya)
- halil cibran: güzellik (tercüme: mehmet kandemir)
- heinrich heine: ölüm soğuk bir gecedir (tercüme: mustafa sadık metin)
- cesar vallejo: kara haberciler (hüseyin kara)

kıraat:
- burak tabaş: avrupa mektupları
- ali çiçek: otuz neş'e
- yahya kurtkaya: hayatın kâsesine edebiyat doldurmak
- ayşe serra dilek: işaretler
- m. fatih kutan: şehir: içimde bir meleğin kıpırdayışı

- muhabbet: ihyanur bağce

ves'selâm...


İrtibat:
www.tasavvur.org
tasvirlerden mürekkep!
heybe@tasavvur.org

Dergilere dönüş...

Bir şeyi fark ettim, son zamanlarda dergilerle teması kesmişim. Oysa, kültür, sanat ve edebiyat hayatının dinamik lokomotifidir dergiler. Bu yüzden, okunmaları ve okutulmaları ihmal edilmeye gelmez. Şayet bu hataya düşüldüyse, tez elden toparlanmalı, gereken titizlik haline dönülmelidir.

Yazı yazmak samimiyeti kuşanmaktır. Öyleyse, açık yüreklilikle belirtmek bir borç oluyor: Benim dergilere olan kısa dönemli uzaklığım, kim bilir hangi affedilmez sebepten olacak, onları layıkıyla okumayışımdan kaynaklanmalı…

Oysa, kimisini gazete bayii veya kitapçılardan temin ediyor, kimisini de posta kutuma gönderilmiş muhabbet ülkesinin gönül bağları olarak alıyorum.

İyi ama, kısa bir gözden geçirmeyi takiben unutuşa terk etmek yakışıyor mu sana? Hele ki bunları okuyabilecek durumda olup da eline geçiremeyenleri bir düşünsen?!



Kendimle ilgili bu fark edişten sonra, masamda beni bekleyen dergileri alıyorum elime. Uzun bir gece beni bekliyor. Bu, kuşkusuz ayrıntılı bir çabaya girişmek için. Önce ilgi dünyama girecek metinleri tespit edip işaretlemeli, sonra da bunları okuma saatlerimin misafiri yapmalıyım.

Bugün, ilk aşamayla bağlantılı dokümanlar sunmayı deneyeceğim.



NİDA’nın 129. Sayısı:

İbrahim Sarmış: Hz. Muhammed’e Salât ve Selam, Fatih Bütün: İbadet’in Ritüeller’e Savruluşu, Abdülkerim Bekkar: Sorgulama Kültürü, Kadir Bal: Kitap’sız Bir Hayata ‘La’ Diyebilmek, Halise Ekemen: Akıl Yudumlatılmış Kalpler…

Nida’yla nida_dergisi@hotmail.com veya 0 422 321 21 87 şeklindeki iletişim noktalarından bağlantı kurmanız mümkün…

KÜLTÜR, 12. Sayısını Osmanlı’da çocuk özel sayısı yapmış:

Yusuf Çağlar: Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet: Çocukluğumuzun Kayıp Zamanları., Ş. Pınar Yavuztürk: Mahallede Bir Tören: Amin Alayı ve İlk Ders, Vahdettin Engin: Sultan II. Abdülhamid ve Çocuklar, Süleyman Faruk Göncüoğlu: İstanbul’da Çocuk Olmak, Lale Uçan: Çocuk Gülüşleri, Mustafa Özçelik: Ninnilerle Uyumak, Masallarla Büyümek…

Kültür’le irtibat için: kulturdergisi@yahoo.com.tr veya 0 212 527 45 97 .


UMRAN, “Vakit Ramazan arınma mevsimi” başlıklı bir dosyayla çıkmış son sayısını. Başta dosya yazıları olmak üzere, bu sayıda yer alan bazı yazılara hassasiyetle yönelmem gerek:

Murat Yılmaz: Ramazan’la Değerlerimizin Farkına Varmak, Murat Kayacan: Ramazan, Müslüman Davetçiye Açılan Pencere, Cevat Özkaya: Türk Vesayet Rejiminin Vasileri Üzerine, Mehmet Şahin: Defolu Kimliklerle Allah’ın Va’dine Layık Olmak, Naci Cepe: Postmodern Emperyalizmin Ayak Sesleri…

umran@umran.orgveya 0212 640 01 22 Umran’ın iletişim noktalarıdır.

ANADOLU ÇINAR’ın özel konusu da Ramazan. Kapakta “Değerleri yücelten ay” denilmiş. Dergide ilgimi çeken metinleri şöyle sıralayabilirim:

Osman Arslan: İslâm’ın Güncel Değerini Yükseltmek, Abdullah Yıldız: Ramazan ve Kesintisiz/Sürekli İbadet Bilinci, Hasan Erden: Duaları Kabul Olan Müslüman Olabilmek, Mustafa Karesili: Sümergeci Keşif Kollarının İslâm Araştırmaları…

Çınar’a ulaşım için: anadolucinardergisi@gmail.com veya 0 312 213 99 75 .

İKTİBAS dergisi Eylül sayısıyla 26. yayın yılına girmiş. Eşitlik kavramının tahliliyle sayfalarında gezinmeye başlayacağım dergide şu yazıların çağrısına da kulak vereceğim:

Atasoy Müftüoğlu: Ahlâki-Vicdani Tükeniş, Mehmed Durmuş: Kur’an Kalıcı Olanı ve Atıkları Açıklıyor, Arif Kaya: İran İzlenimleri, Sabri Aydın: … Moderniteyi Yenmenin Bir Metodu Olarak Düşüncenin Okullaşması,

İktibas’ın adresleri: iktibasd@yahoo.com veya 0 312 435 37 60 .

AŞKIN e-HALİ dergisi Çorum’da yayınlanan bir edebiyat dergisi. İki şair, Kenan Yaşar ile Metin Demirci’nin bizlere takdim ettiği derginin 11. sayısı beni bekliyor:

Metin Demirci: Her Yazara Lazım Bilgiler, Mehmet Aydınkal: Sapla Samanı Karıştırmadan Şiir Üzerine Eleştirel Düşünceler, Kenan Yaşar: Kayıp Öykü, Çelebi Öztürk: Şiir Tahlili, A. Vahap Akbaş: Şaire Görev Biçmek… Ve şiirlerin tamamı…

askinehalidergisi@hotmail.comveya 0 546 441 25 32 Aşkın e-Hali dergisi için ulaşım yollarıdır.

KUŞLUK VAKTİ ile BİR NOKTA dergilerine de değinmeliyim.

İlkinde Yusuf Kaplan’ın kaleme aldığı Medeniyet, Şiir ve Modern Türk Şiiri başlıklı yazının şimdiye kadar edebiyat ortamlarında tartışma çıkarmamış olması bu ortamlara nüfuz etmiş körlükten ötürüdür. Melek Altun’un Uzakta Yakın Bir Şehir: Saraybosna yazısı da cazip bir gezi yazısı niteliğinde. (kuslukvakti46@gmail.com)

Ramazan’a edebiyatına katkıların dikkat çektiği BİR NOKTA’da ayrıca şairane duyarlıklara kol kanat gerildiği gözleniyor. Bu yüzden, Cahit Koytak’ın Yoksullar İçin İki Tez’inden başlayarak bütün şiirleri okumalıyım diyorum. (02163243605)

Cevat Akkanat

Millî Gazete
25 Eylül 2008

"Hayat Ağacı" dergisi


Sivas'ta hep Selçuklu abidelerine yakın evlerde oturduk. İlkokul yıllarında okuluma giderken her gün önünden geçtiğim Gökmedrese, Sivas'ın hafızamdaki coğrafyasında çok belirgindir.

Kitaplarla tanışıp tarihe, edebiyata ve kültür meselelerine ilgi duymaya başladıktan sonra yaşadığım şehrin de azçok farkına varmış, o yıllarda Beş Şehir'ini okuduğum Tanpınar'ın üslûbunu taklit ederek bu abidelerden bazıları hakkında ufak tefek denemeler karalamıştım. Gökmedrese'yi de hayat ağacı motifinden hareketle yazmak istiyordum; bu motif hakkında yanlış hatırlamıyorsam Vakıflar Dergisi'nde rastladığım bir bilgiyi daktiloyla not etmiştim. Hayalimdeki yazıyı yazamadım, fakat o notu hep muhafaza ettim, arasam kitaplarımdan birinin arasında bulacağımdan eminim.

Hayat ağacı nedir mi? Bu kozmik ağacın Türklerin İslâm'dan önceki inanç sisteminde evrenin merkezini ve evrenle hayat arasındaki ilişkiyi belirlediği, sonsuzluğu, barışı, bereketi, bilgiyi, hikmeti ve devletin koruyucu kudretini temsil ettiği söylenir. Kutsal ağaç, devlet ağacı, altın ağaç gibi isimlerle de anılan hayat ağacı, İslâmî devirde cennet ağacına dönüşmüştü. Bu motife hemen bütün Selçuklu abidelerinde rastlanırsa da, Sivas'taki Gökmedrese'nin tackapısını iki taraflı süsleyen hayat ağaçları bir başkadır. Sanat tarihçileri Gökmedrese'dekilerin benzerleri gibi taşa değil mermere oyulduğu için özel bir önem taşıdığını söyler, geometrik düzenlemelerindeki tutarlılığa ve 'bezeme programı bakımından' gösterdikleri bütünlüğe dikkat çekerler.

Hayat ağaçları bir yana, Gökmedrese'nin kendisi, mermer işçiliğinin benzersiz bir örneği olan tackapısı, yivli minareleri, mavi ve turkuaz çinileriyle yekpare bir güzelliktir. Selçuklu veziri Sahib Ata Fahreddin'in mimar Kaluyan el-Konevî'ye yaptırdığı, 1271 yılında tamamlanan bu nefis eserin yakın zamanlara kadar harabe halinde olduğunu biliyor muydunuz? Restorasyon girişimlerinin hepsi sonuçsuz kaldığı için şehrin göbeğinde kendiliğinden çökeceği günü bekliyor, sadece Sivaslıların değil, tarih ve kültüre birazcık saygısı olan herkesin yüreğini sızlatıyordu. Bunları anlatırken geçmiş zaman sigasını kullanıyorum, çünkü Gökmedrese ikinci hayatını yaşamaya başlamış bulunuyor. Sivas'ın yetiştirdiği çok değerli bir sanat tarihçisi ve restoratör olan Burhan Bilget'in yönettiği 2006 yılından beri sürdürülen restorasyon çalışmaları sayesinde adeta yeniden doğan ve yakında Vakıf Eserleri Müzesi olarak hizmete açılacak olan Gökmedrese, artık utanç değil, bir iftihar vesilesidir (Burhan Bilget'in restorasyon sırasında yaptığı kazılarda sapasağlam bir hayat ağacı daha bulduğunu da kaydetmek isterim).

Okumakta olduğunuz yazıya aslında Hayat Ağacı dergisinden söz etmek niyetiyle başlamıştım. Gökmedrese Sivas'ın sembolü, tackapısındaki hayat ağacı ise Sivas Hizmet Vakfı'nın amblemidir. Bu vakıf, üç ayda bir, Hayat Ağacı adında, kapağı, iç düzeni, baskısı ve muhtevasıyla hemen dikkati çeken nefis bir dergi çıkarıyor. Türkiye'de onunla yarışabilecek tek şehir dergisinin Sultanşehir adıyla yine Sivas'ta çıktığını söylersem şaşırmayınız. İki şehir dergisini rahatlıkla yaşatabilecek zengin bir enteleküel birikime ve seçkin aydınlara sahip olan Sivas, üzerinde oturduğu zengin mirasın farkında ve bu mirası bütünüyle yok olmadan kayda geçirme gayretindedir.

Sivas'ın tarihi, kültürü, mimari mirası, beşerî dokusu, gelenekleri, görenekleri hakkında vukufla yazılmış yazılar, eski, nostaljik fotoğraflar ve profesyonelce çekilmiş yeni fotoğraflarla bezenerek büyük bir özenle hazırlanan Hayat Ağacı'nın yeni çıkan on birinci sayısını görünce, "Eyvah" dedim, "yazmayı hayal ettiğim konulardan birine daha el atmışlar!" Hayat ağacını, sekizinci sayıda, asıl mesleği eczacılık olmakla beraber, ömrünü Sivas kültürüne adamış bir araştırmacı olan Müjgan Üçer hanımefendi yazmıştı; yeni sayıdaki Kadı Burhaneddin yazılarından biri de onun imzasını taşıyor. Anadolu Selçuklu Devleti yıkıldıktan sonra kurulmuş beyliklerinden biri olan Eratna Beyliği'nde önemli görevlerde bulunan ve bu beyliğin zayıf düşmesi üzerine Sivas'ta kendi devletini kuran Kadı Burhaneddin -ki kabri Sivas'tadır- Türk edebiyatının yetiştirdiği en ince şairlerden biriydi. Belki bir gün başka bir vesileyle uzmanlar dışında kimsenin bilmediği bu lirik tuyuğ şairinden uzun uzadıya söz ederim. Tuyug, bilindiği gibi, aruz vezniyle aaxa düzeninde kafiyelenen ve bir yönüyle rubaiye, bir yönüyle maniye benzeyen, sadece Türk şiirine has bir nazım şeklidir ve muhtemelen Anadolu'da ilk defa Kadı Burhaneddin tarafından kullanılmıştır.

Gökmedrese hakkında hayat ağacı motifinden yola çıkarak bir deneme yazmayı düşündüğüm ilkgençlik zamanlarımda Kadı Burhaneddin'le de epeyi ilgilenmiş, tuyuğlarını ezberlemiştim; onu Gökmedrese'nin karşısında durup tackapısındaki tezyinatı uzun uzun seyrederek tuyuğlar devşirirken hayal ederdim.

Hayat Ağacı'nın her sayısı beni çocukluk ve ilk gençlik zamanlarıma götürüyor, hatıralarımı canlandırıp hayalimi kanatlandırıyor. Seviyorum Hayat Ağacı'nı.

Bütün Anadolu şehirlerinin bir Hayat Ağacı'na ihtiyacı var, diri kalmaları için.

Beşir Ayvazoğlu

"Zaman" gazetesi
25 Eylül 2008

2008-09-21

Edebiyatımızın "Hisar"ı


Son dönemlerinde de olsa, ‘mensubu bulunmakla gurur duyduğum’ Hisar dergisi, Türk edebiyatında özgün ve müstesna bir yere sahiptir. Aradan uzun yıllar geçmesine ve sözde teknolojinin insanlara bunca imkân sunmasına rağmen, Hisar’ın bir kır çiçeği kadar saf, duru ve nahif estetiğine; tavizsiz seçiciliğine, herkese açık tarafsızlığına hemen hiçbir dergi sahip olabilmiş değil. Günümüz dergilerinin büyük bir çoğunluğu ya siyasî, ya islâmî veya edebî bir cemaat/klik içinde hapsolmuş; edebiyattan, estetikten, sembolik söyleyişten nasipsiz; âdeta ‘yeteneksizler bülteni’/şiir ve yazılarını başka yerde yayınlatamayan ‘çapsız aykırılar seçkisi’ görüntüsü içindedir.

Hisar Dergisini, Türk edebiyatı ve Türk fikir hayatında önemli kılan başlıca unsurlar şöyle sıralanabilir:
Kültür ve medeniyet köklerine, yani geleneğe bağlılık/Fikrî, edebî ve estetik seçicilik. Bu konuda gösterdiği titizlik ve tavizsizlik. /Edebî-estetik zevk üstünlüğü-özgünlüğü./Uydurma dile tepki olarak, yaşayan güzel Türkçe taraftarlığı./Geleneği, geleceğe taşıma misyonu ve uzun solukluluğu ile, ‘Bir okul olma özelliğini’ taşıması. /Türk edebiyatının köklerinin ve ana kaynaklarının devamcısı ve savunucusu olması./Ahlâkî ve bediî endişeyle birlikte, aynı zamanda evrensel değerlere-çağdaş gelişmelere ve hür düşünceye açık olması./Cemil Meriç’in, ifadesiyle, ‘Tefekkürün kalesi!” olma fonksiyonunu hakkıyla yerine getirmiş bulunması. (Türk edebiyatının birçok özgün, seviyeli, millî ve mânevî değerlere bağlı ismi buran yetişmiştir.)/O bilinen, tavizsiz ‘edebî seçiciliğine’ paralel olarak, ümit vâdeden yeni ve orijinal yeteneklere imkân tanıması. Edebî bir cemaat bağnazlığına düşmemesi; sadece yeteneği, ibda gücünü, derinliği, yoğunluğu, söz söyleme ustalığını/yani sanatın ölçülerini, edebiyat disiplininin gereklerini şiâr edinip, ‘çirkine kapalı, güzele açık’ bir espri ile hareket etmesi./Türk kültürünü, Türk edebiyatını, Türk sanatını, uydurmacılara ve yozlaştırmacılara karşı koruma fonksiyonuyla, fikir hayatımızda gerçekten bir ‘Hisar’vazifesi görmesi...

HİSAR’LA İLGİNÇ TANIŞMA

Hisar dergisi ile ilginç bir tanışma hatıram var. Liseyi, kozmopolit yapıdaki “karaelmas şehri” Zonguldak’ın Fener Lisesinde okudum. Zaman, yetmişlerin ortası, ‘havada kurşunun kurşuna değdiği’, ‘kitabın ve kültürün ideolojik bir silah olarak kullanıldığı yıllar’ Öyle ki, bu şehirde muhafazakâr bir eser bulmak nerede ise imkânsızdı. Dergi bakımından da, durum aynıydı. Vitrinleri hep sol ve Marksist dergiler süslüyordu. Millî ve mânevî susamışlığımızı, sadece ‘Halka ve Olaylara Tercüman’ olan gazete sayesinde giderebiliyorduk. (Töre ve Türk Edebiyatı Dergisi ile tanışmamız için aradan iki-üç yıl daha geçmesi gerekiyordu.)

Tabii ki, yazma ve okuma merakıyla tutuşan ruhumu bir şekilde teskin etmem kaçınılmazdı. Bu yüzden, herkes gibi vitrindeki edebiyat, fikir dergilerini okumak zorundaydım. Bunlar Varlık’tı, Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi idi, Soyut’tu, Somut’tu falan. Onları okuyor ama, içimdeki edebî tecessüsü/büyük arzuyu/arayışı bir türlü kandıramıyor, mutmain olamıyordum. Adını ancak yıllar sonra koyabileceğim, Grek-Helen hayranlığı, jakobenlik hastalığı ve laik riyakârlıkla, sistemleştirilmiş gayrî ahlâkilik, mânâ düşmanlığı, metafizik yoksunluk kombinezonları ruhumu bunaltıyor; ideolojik çığırtkanlıklarla, bayağılaşan cinsel kışkırtıcılık beynimin zihnî fonksiyonlarını kesintiye uğratıyor, ufkumu daraltıyordu. Oysa içimde ‘bize ait büyük oluşları kavrama, tasavvur etme; sırra ve hikmete ulaşma özlemi günden güne büyüyordu.

KIŞ ORTASINDA BAHAR

Hisar, bu büyük âşkı karşılayan, edebî bir iklimdi işte. Kış ortasında bahara ermiş gibiydim. Böyle derunî/böyle mistik bir âşk vardı aramızda Hisar’la. Evet, itiraf etmeliyim ki, ruhsuz bilgi cürufundan Hisar dergisinin aşkın iklimi sayesinde arınıp, kurtulabildim.

Birçokları gibi ben de, bu toprağın, bu kültürün ve neticede mensubu bulunduğumuz bu âlî medeniyetin ‘cevherini’, İbn-i Sina’nın, ‘varlığın özü’, Alman filozoflarının ‘zamanın ruhu’ diye adlandırdıkları o ‘mücerret muhtevaya/mistik enerjiye’ Hisar dergisindeki yazı ve şiirlerin oluşturduğu atmosfer sayesinde kavuştum.

Serde vatan severlik, geleneğe/köklere bağlılık, ahlâki endişe ve ‘başka dünyalara duyulan hasret vardı.’ Oysa, yukarıda sözünü ettiğim sol eğilimli dergiler, bu değerlere düşmandı. Çünkü, ‘asâlete, kelimelerde bile tahammülü olmayan’; ‘dışı İdris, içi İblis’ kişilerin başını çektiği bir ideolojinin hükümran olduğu günlerde yaşıyorduk.

Ömür boyu bankalarla hiçbir işim olmadı. O güne kadar, hiçbir bankanın kapısından içeri girmemiştim. Ta ki, Almanya’dan gelen bir yakınımın döviz bozdurmak üzere Zonguldak Ziraat Bankasının Merkez Şubesine girmesine ve beni de beraberinde getirmesine kadar.

Yakınım olan kişi döviz bozduracaktı. Ben alışık olmadığım için, ürkerek girdim bankadan içeri. Tedirgin ve eğreti oturdum, siyah meşin koltuğa. Küçük sehpanın üzerinde bir fikir-edebiyat-sanat dergisi vardı. Adı, ‘Hisar.’ Çekingen bir edâ ile dergiyi elime aldım, büyük bir edebî özlemle sayfalarını çevirdim. Telaşla okuduğum yazı başlıkları ve belli bir estetik zevk süzgecinden geçmiş gelenek rayihalı şiirleri, ruhuma taze bir iklim gibi, bir ilkyaz cemresi gibi, kar içinde uç veren sıcak bir kardelen gibi, bir fikir ve diriliş nevruzu gibi tesir etmişti.

Öylesine mutlu olmuştum ki. Aradığım, hasretiyle yandığım fikrî, edebî ve estetik ırmak bu sayfalarda akıyordu. Duru, güzel ve berrak kelimelerle yazılmıştı bütün şiir ve yazılar. Aralara serpiştirilen desenler de Anadolu’yu, bizim çizgilerimizi, bizim motiflerimizi, bizim çehremizi, bizim renklerimizi yansıtıyordu. Kalbimiz, beynimiz ve gönlümüz bu sayfalara yansıyordu. Bir güldeste gibiydi. Cihanı gösteren berrak bir ayna gibiydi. Gönlümüzü sükûnete erdiren mânevî bir iklim gibiydi. Kırkikindi yağmurları gibi; ruh yangınımızı serinlendiriyordu ‘yayla çiçeği kokuşlu’ kutlu kelimeler.

Hemen kâğıt-kalem çıkardım ve derginin haberleşme adresini, ‘erişilmez sevgiliye yazılan ilk âşk mektubu heyecanıyla’ not ettim. Yetkililerden, örnek sayı istedim. Kısa zamanda gönderdiler. O büyük tutku, o büyük aşk ve o edebî sevda, işte böyle başladı.

İlk tanışıklığın ardından dergiye, ‘Anamın Elleri’ isimli şiirimi gönderdim. Yine heyecanlıydım. Acaba şiirim bu güzel dergide yer alacak mıydı? Kısa bir süre sonra şiirimi yayınlandı. Düşünün ki, daha lise öğrencisiyim. Oysa o gün ve bugün, edebiyatla iştigal eden birçok kişi, derginin mezkur edebî titizliği münasebetiyle, bu mutluluğu yaşayamamış; Hisar’da yazma icâzet ve onurunu elde edememiştir.

‘KLİŞELERİ YAKMAK’


Ardından, derginin 25. Yıl Kutlamaları ile devam eden edebî ve fikrî dostluğumuz, ta ki 80’li yıllara; ta ki, rahmetli Mehmet Çınarlı beyin, bizleri derinden sarsan “Klişeleri Yakmak!” yazısının yayınlanmasına, yani Hisar’ın son sayısına kadar devam etti. O elem verici yazıyla, Mehmet Çınarlı, klişeleri değil, aslında yüreğimizi yakmıştı. Böylece, kederli Hisar okuyucuları, o müstesna dergiyi, ‘dergiler mezarlığına’ değil, ebedî hatıralar ülkesinin kutsal toprağına gömdü.

Hemen her sayıda şiirlerime yer veriyorlardı. ‘Anamın Elleri’, ‘Bir Mavi Türküdür Deniz’ ve ‘Erdem Emekçileri’ hatırımda kalan şiir isimlerinden bazıları.
Özetle, ciddi mânâda edebiyat dünyasına ilk açılışım, edebî çevrelerde ilk tanınışım, kuruluşunun ardından 50 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, ‘her dem tazeliğini’ muhafaza eden, seçkin Hisar dergisi sayesinde olmuştur. Bu yüzden, muhterem ‘Hisarcılara’ müteşekkirim.

Zamanla, özellikle Mehmet Çınarlı ve İlhan Geçer beyefendilerle yazışmalarımız oldu. Yine Zonguldak’ta, sokak satıcısının kitap tezgâhında, ismine Hisar’dan âşina olduğum Gültekin beyin “Alacakaranlık” adlı şiir kitabına rastlamış ve okul harçlığımla onu almıştım. İlhan Geçer bey ise “Yeşil Çağ” isimli şiir kitabını imzalayıp göndermişti.

Daha sonra HİSAR’ın temel taşları olan Gültekin Sâmânoğlu, Mustafa Necati Karaer ve İlhan Geçer beylerle çok samimi dostluklarımız oldu.
Netice olarak, fikir, sanat, edebiyat, estetik ve dil şuuru bakımından Hisar, edebiyatımızda efsaneleşen ender dergilerden birdir.

Bence, edebî, estetik ve sembolik ustalığıyla Hisar şairleri arasında müstesna bir yere sahip olan, (Bu, Yazarlar Birliğindeki Hisar Dergisi toplantısında, Hisarın duayenlerinden ve lirik şairlerinden sayın İlhan Geçer beyefendi tarafından da, ifade edildi. Şiirini en sevdiğim şair Karaer’di dedi. Zaten, öteki kıymetli şairleri gücendirmemek için sıkça dillendirilmese de, Karaer şiirinin farklılığı hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu da onun titizliğinden, söze en derin mânâyı yükleme ustalığından kaynaklanıyordu.)

Merhum “Mustafa Necati Karaer Armağanı” kitabının hazırlanmasına katkıda bulunmak; daha sonra Mehmet Çınarlı vefat ettiğinde, çalıştığım gazetenin Kültür Sanat sayfasında kendisine uzunca bir yer ayırarak, “Hisar’dan bir taş daha düştü!” manşetini atmak, bendenize nasip olmuştu.

(Üzülerek belirteyim ki, Mart’ta Yazarlar Birliği’nin İstanbul Şubesinde yaptığımız Hisar’ı ve Hisarcıları Anma Gününde, Gültekin Sâmânoğlu’nun iyileşmesi için dua etmiştik. Yazı tamamlanmadan, Sâmânoğlu’nun hepimizi kederlendiren vefat haberi geldi. Bu kez ne diyeceğiz: ‘Hisar’dan bir taş daha düştü!’ demek artık yetmiyor!
‘İşte kasımpatılar, işte el titremesi/Artık kolay olmuyor, akşam olsun demesi!”
Sultanahmet meydanının bahara hazırlandığı güneşli bir Nisan gününde, zihnimde ondan kalan mısralar ve dilimde mahzun duâlarla, kıymetli ağabeyimizi ebedîyete uğurladık. Mekânı cennet olsun.)

Biz bugün yaşayan veya ebedîyete hicret eden birçok kaliteli isimle birlikte, Türk tefekkür hayatının mümtaz şahsiyeti Cemil Meriç ustayı da, Hisar’daki yazılarıyla tanıdık.

ONURLU BİR GÖREV

Hisar, edebî zevkin ve kültür geleneğinin intikali açısından, ülkemiz için çok mühim bir görevi başarıyla, onurla ifâ etmiş; yozlaştırmacı baskın kültür karşısında gerçekten koruyucu, muhafaza edici, diriltici ve yaşatıcı bir ‘hisar’ vazifesi görmüştür.

Yıllar sonra yine, gerek uzun süre çalıştığım Türkiye gazetesinde kültür röportajları yaptığım günlerde, gerekse Türk edebiyatına yeni bir tarz ve estetik seviye kazandırdığı otoriteler tarafından belirtilen Kültür Dünyası dergisini yönetmek görevi bana nasip olduğunda, o güzel insanlara olan vefâ borcumu kısmen de olsa ödeme imkânı bulduğum için çok bahtiyarım.

‘Sığmıyor başıboş gönlüm şu beton yığınlarına!” diyen Mehmet Çınarlı ağabeyimizi son kez ‘Ayın Şairi’ diye takdim ettiğimde; belli ki, bir unutuluş hüznüyle, ‘Ben ‘Ayın Şairi’ olacak yeni bir şey yapmadım ki?” diye samimi bir şaşkınlık belirterek; günümüzün şöhret budalası, sefil ve küstah popülistlerine tevazu dersi vermişti. Ayın Şairi serisine, İlhan Geçer ve Gültekin Sâmânoğlu ile devam etmiştik.

Yazarlar Birliği İstanbul Şubesindeki konuşmamda, Hisar’ın edebiyatımızda ve Türk fikir hayatındaki yerini, orijinalitesini ve önemini vurguladıktan sonra; bu müstesna derginin günün birinde yeniden filiz vereceğini ümit ettiğimi, yüreğimde böyle bir his taşıdığımı dile getirdim. İnşallah öyle olur. Çünkü, servetin ve şöhretin hükmü musallada bitiyor; oysa edebiyat, ebedîyettir!

Olcay Yazıcı

2008-09-20

"Karagöz" dergisi

Her hâli lâtif, elfâzı düzgün, etvârı zarif edebiyat dergisi Karagöz’ün Eylül sayısı çıktı.

Manifestosuz Şiirler

Her sayısında günümüz şiirinin temel sorunlarından birini enine boyuna işleyen Karagöz, 4. sayısında manifesto meselesini ele aldı. Hakan Şarkdemir’in şiirimize dair kışkırtıcı tespitlerin yer aldığı “Postmodern Türk Şiiri” başlıklı yazısını Osman Özbahçe’nin “Karşılıksız Çek” isimli yazısı takip ediyor. Yavuz Altınışık, “Bir Akımsızlık Cereyanı Olarak Türk Şiirinde Manifosta”ları, Enis Akın, yeniden yorumladığı kekeme kavramı üzerinden “Üzerinde Durulmaya Değer Bir Yöntemsizlik Önerisi Olarak Kekeme Büyük Türk Şiiri”ni yazıyor. Ercan Yıldırım ise, yenileşme çabaları üzerinden manifestoların tarihsel çerçevesini çiziyor: “Eksik Modernlikten Tam Türkiye Çıkar mı?” Hilmi Çakoğlu’nun “Kışkırtan Manifesto” başlıklı manifesto kavramına yoğunlaşan yazısını Serkan Işın’ın “Yanlış zaman ve/ya Yanlış Yerde Olmak” başlıklı yazısı izliyor. İlk sayısında ilân ettiği yayın programıyla günümüz şiirinin gündemini belirleyen Karagöz, manifesto konusunda Serkan Işın, Bülent Keçeli, Cem Kurtuluş, Utku Özmakas, Baki Ayhan T. ve Murat Üstübal’ın görüşlerine de başvurarak, manifesto meselesiyle okuyucusuna kalıcı bir dosya daha sunuyor.

Ara Fasıl Suvare ve Matine

Bu sayısında sinemaya ağırlık veren Karagöz’ün iki ara faslı var. Birinci ara fasılda Ali Görkem Userin, kıymetli yönetmenimiz Semih Kaplanoğlu’nun üçüncü uzun metrajlı filmi Yumurta’yı inceliyor. Yumurta’nın yanı sıra, son dönem sinemamızda en çok konuşulan filmlerden birisi de Zeki Demirkubuz’un Kader’i. İkinci ara fasıl Kader üzerine. Yavuz Altınışık yazdı.

Karagöz Şiir

Karagöz’ün bu sayısında Serkan Işın, Evren Kuçlu, Enes Özel, Berk İybar, Zeynep Arkan, Vural Kaya, Yavuz Altınışık, Oğuz Karakaş ve Hakan Şarkdemir’in birer şiiri yer alıyor.

Bu Sayının Temaşasından Görünüyor Kıraathane

Bu sayının temaşası Hande Koçak’ın “Impromtu” isimli hikâyesiyle başlıyor. Evren Kuçlu, Aslı Serin’in ilk kitabı bu benim.zip üzerine yazdı. Ercan Yıldırım, İsmet Özel’in bütün söyleşilerini bir araya getiren son kitabı Toparlanın Gitmiyoruz’u ele aldı. Serkan Işın, Can Bahadır Yüce’nin son kitabı "unuttum dünya"’sını değerlendirdi. Karagöz’de televizyon dizileriyle ilgili dizi yazıları yazmaya başlayan Samed Karagöz’ün bu sayıdaki dizisi Bleach. “Kıraathane”sinde birbirinden değerli kitaplar, haberler, kitap ve dizi yazılarıyla Karagöz sizleri bekliyor.

Bora Başkan, Mustafa Horasan ve Erman Akçay’ın usta çizgileriyle güç kattığı Karagöz yine dopdolu.

İrtibat:

www.karagozedebiyat.com

karagoz@ebabilyayinlari.com
hsarkdemir@ebabilyayinlari.com

Nobel Yayın Dağıtım

"Kültür" dergisi



Kültür Dergisi "Osmanlı'da Çocuk" Özel Sayısı

Hepimizin bildiği gibi günümüzde bazı çevreler Osmanlı Devleti’nin eğitim sisteminin geri kalmışlığını, çağı yakalayamadığını, genç neslin çokça ihmal edildiğini söylemekte ve sonu bir türlü gelmeyen bazı spekülatif tartışmalara neden olmaktadır. Özellikle elinde uzun sopasıyla karikatürize edilen sıbyan mektebi hocaları, falaka ve tabiî ki okuma yazma oranının az olmasındaki en önemli sebep olan Arap harfleri konunun vazgeçilmezleridir. Aynı adla TRT’ye dizi olarak da çekilen Çalıkuşu romanında mektep hocası rolünü canlandıran Tomris Oğuzalp’i ve “ca ceyli cala cula camburleyli capcup” şeklinde anlamsız bir ezberle ileri geri sallanan çocukların bulunduğu sınıf sahnesini herkes hatırlayacaktır. Cumhuriyet dönemi ile çizilen ve gerçeklerden genellikle uzak, bütünlükten yoksun bu değerlendirmeler Osmanlı Devleti’nde çocuk eğitiminin, çocuk edebiyatının daha doğrusu öznesi çocuk olan her şeyin yanlış ve eksik anlaşıldığını göstermektedir. Bugün çıkarılan çocuk dergilerinin sayısı ile Tanzimat döneminde çıkarılan çocuk dergilerinin sayıları karşılaştırıldığında geçmişin hep kötü ve eksik olduğu tespitinin nasıl da yanlış olduğu görülecektir. Günümüzde ilk eğitime başlama yaşının yedi Osmanlı döneminde ise dört olduğu düşünüldüğünde sık tekrarlanan bazı ezberlerin bozulacağı kesindir. Çocukları okula ısındırmak için yapılan “bed-i besmele” ya da “amin alayı” törenlerinin bile yıllardır uygulanan bir geleneğin penceresinden ailelerin çocuklarının eğitimine nasıl önem verdiklerinin müşahhas bir kanıtıdır.

Kültür dergisi mikro tarih araştırmalarının konusu içerisine giren ve hakkında yeterli çalışmaların yapılmadığı “Osmanlı’da çocuk” konulu bir özel sayı ile okuyucusuyla buluştu. Osmanlı’da çocuk eğitimi, çocuk edebiyatı ve çocukla ilgili birçok konuda birbirinden ilginç makalelerin yer aldığı dergide bu alanda uzman isimler yer alıyor. Prof.Dr. İsmail Kara’nın sıbyan mektepleri ile ilgili yazısı Osmanlı Devleti’nin çocuk eğitimine verdiği önemi, yakın tarihimize damgasını vuran birçok önemli ismin ilk eğitimlerini nasıl aldıklarını anlamak açısından kaçırılmaması gereken bir çalışma olarak gözüküyor. Yusuf Çağlar’ın “Çocukluğumuzun kayıp zamanları” adlı makalesinde Tanzimat, Islahat ve Cumhuriyet dönemi gibi tarihimizin önemli kırılma noktalarında siyasi iradenin çocuğa bakışını değerlendirmiş. Pınar Yavuztürk Osmanlı coğrafyasında güzel bir adet olarak yaşatılan ve dört yaş dört ay dört günü dolduran çocukların katıldığı ilk mektebe başlama törenlerini birbirinden ilginç enstantanelerle sunarken, Ayşe Kavak bugün bile çok da önemsenmeyen sağır ve dilsizlere yönelik Osmanlı maarifinin kurduğu mektepleri anlatmış. Araştırmacı M.Fatih Şeker Osmanlıdan günümüze çocuklara verilen din eğitimini karşılaştırmalı olarak verirken, Prof.Dr. Vahdettin Engin Sultan II. Abdülhamit’in çocuklara yönelik politikalarını değerlendirmiş. Doç.Dr. Cafer Çiftçi Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu yetim keselerini, tarihçi Abdülmecid Mutaf, Osmanlı şehir ekonomisinde çocuk faktörünü, Dr. Nurdan Şafak 23 Nisan Çocuk bayramının ilk olarak nasıl kutlandığını ve Osmanlıca basılmış çocuk dergilerinde bu törenlerin nasıl yer aldığını yazmış. Arşiv uzmanı Orhan Sakin, Osmanlı devletin de başka bir yerde görülmemiş bir uygulama olan ikiz yada üçüz doğuran kadınlara padişahın ömür boyu nasıl maaş bağladığını, Lale Uçan ise yine sosyal devlet anlayışı içerisinde değerlendirilebilecek bir uygulama olan kimsesiz ya da anne sütünden mahrum çocuklara hijyenik süt yardımı yapan “Çocuk Damlası” adlı kuruluşun faaliyetlerini anlatmış. Çocuk eğitimi uzmanı Elif Konar bugün dahi göremediğimiz ama Meşrutiyet döneminde yayınlanan ve çocuk haklarını savunan Musavver Hukuk-ı Etfal dergisini incelemiş. Alanının şüphesiz en önemli isimlerinden biri olan Tarihçi Necdet İşli, çocuk mezar taşlarını, Önder Kaya, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde tarih ders kitaplarında dikkat çeken Osmanlı ve Yunan imajını konu alan ayrıntılı bir makale yazmış. Sabiha Tak, şair Nabi’nin oğluna ithaf ettiği Hayriye adlı eserini, Osman Koca Osmanlı çocuk edebiyatına dair ilk çalışma olarak kabul edilebilecek olan İslami’nin mesnevisini irdelemiş.

Okuyucularını bir buçuk asır öncesine götürecek birbirinden güzel çocuk fotoğraf ve kartpostallarının da yer aldığı Kültür dergisinde ayrıca Süleyman Faruk Göncüoğlu, Prof.Dr. Nesimi Yazıcı ve alanında uzman birçok yazar da dikkat çekiyor.


İrtibat:

0 212 491 04 27
kulturdergisi@yahoo.com.tr

2008-09-17

"Kur'ani Hayat" dergisi


Bir Ramazan vaktinde insanı muhatap alarak vahyini inzâl eden Allah’a hamd,
Aldığı vahyi canı pahasına ve olağanüstü bir gayretle bize ulaştıran Efendimiz’e salât,Kur’an’la hayat bulup onunla inşa olmak isteyen mü’minlere selam olsun.

1429 yılının mübarek Recep ayında başlattığımız Kur’ani Hayat yolculuğumuzun Ramazan’la buluşan bu ikinci sayısında, yine Kur’an’a ve hayata dair birbirinden kıymetli yazılar bulacaksınız.

Kur’an’la Ramazan’ın ilişkisini ele alan başyazıyı, Cabiri’nin dergimiz için kaleme aldığı akıl ve imanla ilgili makalesi takip ediyor. Ardından, Ramazan ve oruç ayetlerinin manası, Ramazan’da Kur’an okuma geleneğinin zaafları, bilinç bölünmesinin doğurduğu sorunlar, Kur’an’ın şifreli bir kitap olmadığı, vahyin neyi hedeflediği, Kur’an’ın kıssalarla insanı nasıl terbiye ettiği, tefsir usulü alanında önerilebilecek yeni bir yöntem gibi konularda birbirinden kıymetli makaleler geliyor.

Kur’an’da kitap kavramı ve Kur’an’ın toplumu nasıl inşa ettiği ile ilgili iki makale, ilk sayının devamı olarak ikinci sayıda yerini aldı.

İkinci sayımızda iki mülakat yayınlıyoruz. İlki, Hayat Kitabı Kur’an: Gerekçeli Meal-Tefsir adlı kıymetli çalışması üzerine Mustafa İslamoğlu hoca ile yapılan mülakat. İkincisi, namazın sağlık açısından ehemmiyeti üzerine Prof.Dr. Nihat Bengisu hoca ile yapılan sohbet. Her ikisini de zevkle okuyacağınızı ümit ediyoruz.

Kur’ani Hayat Dergisi’nin son kısmında Kur’an Haberleri, Kur’an Kitaplığı ve Okuyucu Mektupları bölümlerini bulacaksınız. Aziz Kur’an’ın ana konularını şiir ve çizgi diliyle sunmaya da devam ediyoruz.

Kur’ani Hayat Dergisi’nin elinizde tuttuğunuz ikinci sayısını okuduktan sonra kanaatlerinizi bizimle paylaşmanızı bekliyoruz. Bu yolculuğu ancak sizlerle birlikte ve sizlerin aktif katkılarıyla yürütebiliriz.

29 Haziran 2008 tarihinde İstanbul Gösteri Merkezi’nde ‘Hitamu Misk’ adıyla gerçekleştirilen Nâs Sûresi tefsiri programında okuyucusuyla buluşan ilk sayımıza gösterdiğiniz sıcak alâkadan dolayı siz değerli okuyucularımıza kalbi şükranlarımızı arz ediyoruz. Tebrikleriniz bizleri yüreklendirdi, tenkitlerinizden istifade ettik.

İlk sayımızda “Niçin Kur’ani Hayat” başlıklı Başyazı’nın Arapça tercümesinin güzel basılamamış olmasından dolayı Mustafa İslamoğlu hocamızdan, “Allah, Kur’an’ı Anlamamızı ve Üzerinde Düşünmemizi İster” başlıklı makalesinin giriş sayfasında hatayla başka bir yazara ait spot kullanılmış olmasından dolayı da Prof.Dr. İbrahim Sarmış hocadan özür diliyoruz.

Ömrünüzün ramazan, âhiretinizin bayram olması niyazıyla…

İrtibat:
www.kuranihayat.net

"Kur'an Nesli" dergisi


Kur'an Nesli dergisi 10. sayısıyla okuyucularıyla buluşurken bugün anlamını yitirmiş Kur'an ayı ramazanı yeniden tartışmaya açıyor. Ramazan eylemlerimizi, ona yüklediğimiz anlamı ve Ramazanla özdeşleşen kavramları masaya yatıran dergide, aynı zamanda İHH Başkanı Bülent Yıldırım ile yapılan önemli röportaja da yer veriyor.

Ramazan'da Kur'ân'ın daha fazla gündemde tutulması gerektiği düşüncesinden hareketle bu sayısında Kur'ân'la ilgili yazılara daha fazla yer vermeye çalışan dergi, dosya içeriğini yoğunluklu olarak Kur'an çalışmalarına ayırmış. Dosyaya Ramazan'da hangi amelleri nasıl ifa etmemiz gerektiğini inceleyen bir grup çalışmasıyla: "Bilgi, İnanç ve Eylem Bütünlüğünde Ramazan" ile başlayan dergi, Dünyevileşmeyi ve buna karşı bir kalkan görevi gören orucu inceleyen Seray Kul'un "Dün Ya Da?" yazısını okuyucularıyla paylaşmış.

Muvaffak Çığ, rızk ve infak kavramlarını, bunlarla ilişkili çeşitli alt başlıklar eşliğinde ve güncelle irtibatını kurarak anlatan bir yazı kaleme alırken, İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım ile, dünyada Ramazan'ın nasıl kutlandığına, nasıl yardım yapılması gerektiğine dair bir söyleşi de okuyuculara sunuluyor.

Derginin yazarlarından Rıdvan Çeliköz ise, Kur'ân'ı doğru anlamak için "Kur'ân'ı Anlama Aşamaları"na yazısında yer vermiş. Bülent Şahin Erdeğer, Kur'ân'ı anlamak noktasında kilit öneme sahip bazı kavramları farklı bakış açılarına göre karşılaştırarak "Kur'ân Tasavvurlarımız" yazısını kaleme almış. Derginin bir diğer yazarı Halime Gerçek ise, gündemimizi Kur'ân'la nasıl inşa etmemiz gerektiğini anlatan çalışması "Kur'ânî Bir Gündeme Doğru"da, İslam'ın hayat veren mesajının nasıl olup da bizim yaşamlarımızda etkisiz kaldığını sorguluyor. Yüksel Arı, ilk mesajlar ile risaletin başlangıcını inceleyerek Kur'ân'ın güncelliğini anlatan yazısı "Kur'ân Bu Çağa Ne Söyler?"de önemli bir konuya temas ediyor, bir bakıma mü'minlerin kendileriyle hesaplaşmaları gerçeğine dikkat çekiyor. Semra Aydın ise dosyayı bir kitap tanıtımıyla; Mehmet Pamak'ın "Ramazan ve Kur'ân"ını anlatan çalışmasıyla tamamlıyor.

Ayrıca dosya dışında Hatice Kübra Eroğuz Müslümanların tüketimle imtihanını sorgulayan "Tüketimle Tükeniyor Ömrümüz" başlıklı bir deneme kaleme alırken Tuğba Bünül ise, "Helakımız Yakın Değil Mi?" isimli yazısında Hz. Lût'un karısı örneğinden zulme, ifsada sessiz kalmanın sonuçlarını inceliyor.

"Ramazan'da Kur'an'la yeniden hayat bulmak" spotuyla bu sayısını okuyucularının beğenisine sunan dergi hakkında daha fazla bilgiyi www.kuranneslidergisi.com internet adresinden ya da 0262 239 49 07 nolu telefonlardan edinebilirsiniz.

2008-09-14

'Yaralı bilinç'


Varlık dergisi, Yahya Kemal Yılı dolayısıyla, Ekim sayısında Yahya Kemal için ayırdığı bölümde, "Atik Valde'den İnen Sokakta" şiirini tartışmaya açmış.
Bu şiir etrafında Yücel Kayıran tarafından yapılan kapsamlı değerlendirmenin yanı sıra, Doğan Hızlan, Ataol Behramoğlu, Kemal Bek, Oğuz Demiralp, Şavkar Altınel, Adil İzci ve İrfan Yıldız'ın görüşlerine yer verilmiş. Benim de kısa bir yazıyla katkıda bulunduğum dosyada, dikkatimi çeken değerlendirmelerden biri Şavkar Altınel imzasını taşıyor. Ancak Altınel'in değerlendirmesine geçmeden önce, söz konusu şiirden kısaca söz etmeliyim:

Bir Ramazan günü iftar vaktine doğru, "öz varlık" dediği "manzara"yı daha derinden hissedebilmek için kalkıp çok sevdiği Atik Valide semtine giden Yahya Kemal, bu semtte yerli halkın iftar vaktini nasıl yaşadığından söz eder. Ramazan'ın yarattığı manevi hava sokakların her zamanki sükûnetini bir tatlı bekleyişe çevirmiştir. Süzülmüş benizleriyle çarşıdan birer birer dönen mahalleliler ve bakkalda bekleşen fukara kızcağızların telaşı iftar vaktinin yaklaştığını göstermektedir. Bir süre sonra bir top gürültüsüyle gün biter ve sokak büsbütün boşalır. Oruçlar açılmış ve şimdi kerpiç evleri derin bir neş'e kaplamıştır. Sokakta tek başına kalan Yahya Kemal, bu 'ferahlı', 'temiz' âlemden ve yurdun bu güzel iftarından uzak kaldığı için kendini adeta gurbette (yani yabancı, "köksüz" ve "öksüz") hissederek üzülür. Tek tesellisi, "çok şükür" böyle duygularının kalmış olmasıdır. "Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz" mısraının geçtiği "Atik Valde'den İnen Sokakta" şiiri, her şeye rağmen yitirilmeyen bu duygunun şiiridir.

"Bu sahne" diyor Şavkar Altınel, "V. S. Naipaul tarafından yazılmış olsaydı, yazarın köksüzlüğünün yanı sıra, baktığı insanların acısını da yansıtır, yoksulluğun ve ezilmenin çarpıttığı dünyalarını 'ferahlı ve temiz' değil, korkunç olarak görmemizi sağlardı. Yahya Kemal, her yazarın yapması gereken iki şeyden, yani kendi deneyimine sadık kalmakla dünyanın yaşayan gerçeğine sadık kalmaktan yalnızca birisini yapmış, kendisine sadık kalmış, ama dünyayı duygusal bir rüyaya dönüştürerek ona ihanet etmiştir!"

Altınel önemli bir tespitte bulunuyor; söz konusu şiire elbette bu açıdan bakmakta da fayda vardır. Ancak Yahya Kemal, yoksulluğa gerçekten kayıtsız mı kalmıştır? Yoksa halkın kendi yoksulluğunu yaşayış biçimine duyduğu saygıyı mı ifade ediyor? Yoksulluk her zaman 'korkunç' mudur? İnsan yoksulluğunun üzerine mutluluk inşa edemez mi? Yani insan, yoksulluğunu bir öfke ve isyan olarak değil, Fuzuli'nin ifadesiyle "fakîr-i pâdşeh-âsâ gedâ-yı muhteşem" olarak yaşayamaz mı?

V. S. Naipaul, bir iftar vaktini 1930'ların Atik Valde'sinde yaşasaydı, Yahya Kemal gibi mi düşünürdü, Şavkar Altınel gibi mi? Emin değilim. Bu tartışılabilir bir meseledir.

Yahya Kemal, söz konusu şiirin doğmasına yol açan ziyaretten dönerken, yıllar sonra Orhan Şaik Gökyay'a anlattığına göre, vapurda Mehmed Âkif'in dostlarından biriyle karşılaşmış ve sohbet sırasında söz şiire ve Âkif'e intikal edince şunları söylemiş: "Eğer Âkif benim duyduğum İslâm'ın şevkini, hüznünü duymuş olsaydı başka türlü olurdu. O İslâm'ın yükselişini, akaidini terennüm etti; şiir, Atik Valde'nin iftar saatidir. O zat teslim etti bunu. 'Evet, Âkif'in bu tarafı noksandır' dedi. O İslâm'ın sefaletini anlatmıştır, yani sosyaldir."

Meseleye Şavkar Altınel gibi bakılacak olursa, Âkif'in de, dünyanın yaşayan gerçeğine sadık kaldığını, sadece Müslüman halkın yoksulluğundan, içinde yüzdüğü sefaletten söz ederek kendi 'deneyim'ine ihanet ettiğini söylemek gerekecektir. İşin tuhafı, Âkif bu yüzden eleştirilmiş ve şiire ihanet etmekle suçlanmıştır.

Varlık dergisinin soruşturmasına verdiğim cevapta, Yahya Kemal'in dramını ben de Daryush Shayegan'ın "yaralı bilinç" kavramını kullanarak şöyle açıkladım:

"Bilindiği gibi, İranlı düşünür, köklü bir medeniyete sahip olmakla beraber modernitenin ani atakları karşısında şaşkınlığa uğramış, gelişmelere ayak uydurabilmek için acele ederken üstüste yanlışlar yapan toplumlarda özellikle aydınların yaşadığı 'kültürel şizofreni'yi tahlil etmektedir. Bu gibi toplumlarda, en moderninden en muhafazakârına kadar, bütün aydınların ayırıcı vasfı, duygu ve düşünce dünyalarında iki farklı kültürün sürekli itişip kakışmasından doğan zihin çarpıklıklarıdır. Bir yanda tarihin dışına düşme (anakronizm) kaygısı, diğer yanda "köksüzleşme" (yabancılaşma) korkusu...

Mehmed Âkif gibi aydınlar ise, Yahya Kemal'in oruçsuz olduğu için hüzünlendiği saatlerde iftar sofralarındadırlar; dolayısıyla onun hissettiklerini hissetmeleri mümkün değildir. Ne var ki onlar da tarihin dışına sürüklenmemek için moderniteyle başka türlü bir alışveriş içindedirler; kaçınılmaz bir realite olarak karşılarında buldukları 'garp' medeniyetini meşrulaştırmak için kendilerini ait hissettikleri medeniyetin depolarından gerekçeler devşirip dururlar. Onların 'bilinç'leri de yaralıdır."

Beşir Ayvazoğlu


"Zaman" gazetesi
11 Eylül 2008

2008-09-12

"Kuşluk Vakti" dergisi

RAMAZAN, EYLÜL VE KÜÇÜK ŞEYLER...

İçinden Ramazan geçen bir eylül idrak ediyoruz. Eylülün hüznü ile Ramazanın sevinci sarmaş dolaş olmuş, yüreklerimizi aşka getirmekte... Ve hüzün ile sevincin karıştığı vaktin aydınlığında durmaksızın ilerliyoruz yeni vakitlere doğru. İlerlerdiğimiz yolda bizi, davulcunun ahenkli manileri, eylül sarısı yapraklar, iftar çadırları, rüzgârla dans eden bir ağacın hışırtısı, elleri duada, gözleri semada nineler, dedeler ve daha nice küçük ama güzel şey karşılıyor. Yolda karşılaştığımız her küçük şeyle, kalbimize değen her bir sözle birlikte daha da çoğalıyor ve yaşamaya daha bir aşkla sarılıyoruz. Çünkü küçüğü seviyoruz, çünkü küçük şeylere tutkunuz... Büyük sözlerden ve büyüklenenlerden hoşlanmıyoruz. Asrın Bedî'i gibi aczimize ve fakrımıza tutunarak "Küçük Sözler" söyleyebilme gayreti ile yolumuzu O'nun yolu kılmaya çalışıyoruz.

Her ne kadar ârif kişi Kemal Ural, "Küçük Şey Yoktur" dese de, ene'sini büyütüp ondan başka her şeyi küçülten, küçük gören bir anlayışın hâkim olduğu bir çağda yaşıyoruz. Ve biz onların küçük görerek küçülttüklerini zannettikleri şeylere sahip çıkıyoruz. Yani ârif kişiye kulak veriyoruz, "küçük şey yoktur" diyoruz...

Söylediğimiz bu söz ve dahi diğerleri, yüreklerinizde karşılığını buluyor olmalı ki, Kuşluk Vakti sizi, Ramazanla eylülün kucaklaştığı bir ayda, ilk çıktığı günkü kadar büyük bir heyecanla selamlıyor. Öyle ki içimizde yankılanan bu heyecana, yazarlarımız ve dostlarımız da ortak oluyor. Mesela Nihat Dağlı size, "Sokakta İftarsız..." kalmanın hüznünü duyumsatıyor. Abdullah Harmancı, yeni açılan "Yazıyorum, Çünkü..." isimli köşemizde, yazma sebebini açık ediyor. Karikatürist ve Mizah Derneği başkanı Çağrı Cebeci, babası Dilaver Cebeci'yi anlatıyor. Ayla Ağabegüm, edebiyatın ruhuna dokunuyor. Yusuf Kaplan Hoca, Türk şiiri üzerine esaslı bir düşünce faaliyetine girişiyor. Hoca'nın ezber bozan yazısı zihnimizde demini alırken Melek Altun bizi alıp Bosna sokaklarına götürüyor. Gülnihal Ümit, gözümüze bir çiçek gözlüğü iliştiriyor. Bir diğer yeni köşemiz olan "Portre" köşemizde ise dostları, ince ve nazenin bir Ali Çolak portresi çiziyor. Biz bu vadilerden geçtikten sonra Mustafa Ökkeş Evren'in "Sofra"sına dahil oluyor, Musa Güner'in "Bir Düş Masalı"nı terennüm ederken Hüseyin K. Ece'nin şiirini yedeğimize alarak Zümrüt Sönmez'in işaret ettiği "İpek Yolundaki Karartma Akşamları"na konuk oluyoruz. Sümeyra Demir'in hikâyesini anlattığı aynalarda kendimizi kaybetmemek için, Divançe'de Kuddûsî'nin aşk ile söylediği duaya amin diyoruz.

Ve "Âmin"lerimizi bir teşekkürle çoğaltıyoruz: Şükürler olsun Rabbim, bize Ramazanı, eylülü ve küçük şeyleri sevdirdiğin için...

Bir Teşekkür

Kuşluk Vakti'nin Mayıs sayısı ve "Edebiyata Kadın Eli Değerse yahut Bir Kadın" isimli yazım dolayımında, bilhassa beyefendilerden gelen teveccüh ve destek dolu mailler için çok teşekkür ederim. Ümit ediyorum ki, destekleriniz ve paylaşımlarınızla hep birlikte bir güzelliği yaşamaya devam ederiz.

Fatma Zehra

İçindekiler:

Musa Güner / Bir Düş Masalı (şiir)

Mustafa Ökkeş Evren / Sofra (şiir)

Hüseyin K. Ece / Sensizlik Hazırlar Kefenimi (şiir)

Gülnihal Ümit / Çiçek Gözlüğü

Yazıyorum; Çünkü…” Abdullah Harmancı / Yazmasam Ölür Müyüm?

Çağrı Cebeci / Babam Dilaver Cebeci

Mustafa Uçurum / Lirik Yanılgı (şiir)

Fatma Zehra / Ayla Ağabegüm İle Zamanın Ve Edebiyatın Ruhu Üzerine

Yusuf Kaplan / Medeniyet, Şiir Ve Modern “Türk” Şiiri: (1)

Türk Şiirinin Modernlik / İkinci Yeni Hapishanesine Giriş/İ

Portre I / Ali Çolak (Can Bahadır Yüce, Mehmet Aycı, Salih Güzel, Mustafa Oğuz, Murat Tokay)

İmdat Akkoyun / Avuçlarımıza Düşen Cemre (şiir)

Kadir Erdal / Settar’ın Adıyla (şiir)

Melek Altun / Uzakta Yakın Bir Şehir: Saraybosna

Sümeyra Demir / Bir Hikâyesi Olmalı Aynaların...

Nihat Dağlı / Sokakta, İftarsız...

Zümrüt Sönmez / İpek Yolunda Karartma Akşamları

“Divançe”: Maraşîzâde Kuddûsî Ahmed Efendi

İrtibat:
Kuşluk Vakti
P.K. 106 Manisa
kuslukvakti46@gmail.com
www.kuslukvakti.blogcu.com

"Zemheri Edebiyat" dergisi


Zemheri Edebiyat 5. Sayısı Yayınlandı.

5.sayıda Zemheri Edebiyat okurları için; Yaşar Bedri, Beşir Ayvazoğlu, Yelda Karataş, Osman Hakan A., Adem Turan, Selçuk Küpçük, Mehmet Nuri Yardım, Ali Çolak, Kemal Sayar, Cevat Akkanat,Şaban Abak Suavi Kemal Yazgıç ile yapılmış "5 kitap" soruşturması yer alıyor.

Röportaj bölümünde ise; şair, yazar Ali Ayçil ile Türk Edebiyatı, editörlüğünü yaptığı Mostar dergisi, kitapları ve Celal Fedai'nin kendisine yönelttiği eleştiriler hakkında detaylı bir röportaja yer veriliyor

Dosya Olarak Rachel Corrie'yi işleyen Zemheri Edebiyat beşinci sayısı; sırasıyla Rachel'in tüm mektuplarını, kendisi hakkında Bob Dylan tarafından yapılmış bir şarkıyı, Ailesiyle Türkiye'de ilk kez yapılan röportajın İngilizce aslını, Rachel hakkında yeni yazılmış deneme şiir ve makaleleri yayınlıyor.

5.Sayının içeriği ise genel olarak şöyle;

Şiir:

Kayboldum Ortasında / Mustafa Uçurum

Keyif Süren Köpekler / Mehmet Şamil Baş

Terfi Ettim İnsanlıktan; Islık Çalan Bir Yağmurum Artık!/ Emine Şimşek

Buzul Çağ / Yahya Kurtkaya

Dudaklarının Saçağında Yıkanan Gün Işığı / Sefa BIYIK

Boynu Bükük Öldüler / Yücel Şenyer

Çingene / Ceyhun Köse

Mahşerin Beşinci Kızı / Murat Serkan Önder

Akşam Sularında Vitrin Önleri/ Mehmet Türkmen

Deneme:

Suç ve Şehir / Nergihan Yeşilyurt

Düş-ün-ce / Ömür Kurt

Mektup:

Sana Nazarım Değdi Henna' Gözlerini Okurken / Züleyha Çay

Öykü:

Evet, Ben Oyum… Yani Resimlerdeki / Asude Zeynep Toprak

Tefrika Öykü: Mihman, Bölüm-1 / Yahya Kurtkaya

Üzüm Bağları ve Mavi Dolunay / Leyla Marankoz

Yaka / Ersan ER

İnceleme:

Sevince ve Izdıraba Katlanma Sanatında Ustalaşmış Bir Kişilik Dostoyevski/ Öznur Tunç

Makale:

Hilmi Yavuz, Hakan Arslanbenzer, E-Şair, E-Dergi, E Yani?

Çizgi:

Yorumsuz-Ebrar Pınar Kara

Sinema:

Uçurtma Avcısı- Yılmaz Yılmaz

Tanıtım:

Seyyah-Murat Çelik

Posta Kodu Aşk- Mehmet Şamil Baş

Gözlerinden Aşk Soluyorum- Muhammed Faruk Arslan

Konuşan Fotoğraflar:

BÜYÜKHARF

Dergimize Gelen Kitaplar


İrtibat:
zemheridergi@hotmail.com
www.zemheriedebiyat.com

"Yasak Meyve" dergisi


Yasakmeyve 34 / Eylül-Ekim
İki Aylık Şiir Dergisi


Yasakmeyve’nin 34. Sayısı: Kıbrıslı Türk Şiiri

“Şair ve Okuru” sayfalarının bu sayıdaki konuğu Kıbrıslı şair Fikret Demirağ. Tamer Öncül ise yazısında Kıbrıslı Türk şiirini irdeliyor.
Dergiyle verilen armağan kitabı da Fikret Demirağ hazırladı: Günümüz Kıbrıslı Türk Şiirinden 20 Şair...

Veysel Çolak, Hüseyin Peker, Leyla Şahin ve Onur Behramoğlu yazılarıyla “Yalın Yürek Nihat Behram”ın şiirde 40. yılını kutluyor.

Rimbaud’nun yeni bulunan metnini Savaş Kılıç, Mehmet Akif’te “kafe” ile “kahve” farkını Selçuk Aylar, A. Rahim’in şiirini Yılmaz Arslan yorumladı. Selim Temo’nun Ziya Osman Saba’yla ilgili yazısının ikinci ve son bölümü de dergide okunacak yazılar arasında yer alıyor.

Şiirin Uzun Tarihi’nde ise, yakınlarda kaybettiğimiz Filistin’in ünlü şairi Mahmud Derviş’in son yazdığı şiiri, Gülseli İnal’ın uluslararası şiir festivallerine dair gözlemleri, Emel Güz’ün Didim’de yaptığı barışa dair konuşması, Oğuz Tansel’in yayımlanmamış bir şiiri buluşuyor okurla.

Bu ayın şairleri ise Fikret Demirağ, Sennur Sezer, İzzet Yasar, Enis Akın, Süreyyya Evren, Mehmet Hameş, Tezer Cem, Emel İrtem, Hüseyin Köse, Mete Özel, Altay Ömer Erdoğan ve Gonca Özmen...

İçindekiler:

Şair ve Okuru: Fikret Demirağ / Ayten Mutlu

Kimlik Arayışları ve Mitoloji: Tamer Öncül

Şiirin Uzun Tarihi: Mahmud Derviş / Metin Fındıkçı

Rimbaud’nun Yeni Bulunan Yazısı: Savaş Kılıç

Şiirler: Fikret Demirağ, Sennur Sezer, İzzet Yasar, Eniz Akın, Süreyya Evren, Mehmet Hameş, Tezer Cem, Emel İrtem, Hüseyin Köse, Mete Özel, Altay Ömer Erdoğan, Gonca Özmen

Dosya / Yalın Yürek Nihat Behram-Şiirde 40 Yıl: Veysel Çolak, Hüseyin Peker, Leyla Şahin, Onur Behramğlu

Şiirin Uzun Tarihi: Oğuz Tansel / Aysıt Tansel

Saba’nın Şiirinde Sevgili Anne-Anne Sevgili-2: Selim Temo

Buyrun İşte Bir Kahve!: Selçuk Aylar

Metropol Lirikleri: Türkân Yeşilyurt

Gülce Başer ile Söyleşi: Mahir Karayazı

Şiir Kitapları Sözlüğü-27: Tahir Abacı

A. Rahim ve “Cebimdeki Çakıl Taşları”…: Yılmaz Arslan

Şiirin Uzun Tarihi: TYS Şairleri Sivas’taydı

Şiirin Uzun Tarihi: Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü

Şiirin Uzun Tarihi: Didim Uluslararası 5. Sanat Edebiyat Günleri / Emel Güz

Şiirin Uzun Tarihi: Lazkiye’de Türk Gecesi

Şiirin Uzun Tarihi: Allegorein ve Akdeniz’in Sesi Şiir Festivalleri / Gülseli İnal

Vaat Edilmiş Sayfalar (Sina Akyol’un değerlendirmesiyle): Özgür Bal, Yaprak Ünvar, Şahin Taş, Elif Nuray, Elif Ağaçayak

Yeni Yayınlar

Şiyir Sevişgenleri: Metin Üstündağ


İrtibat:
Rasimpaşa Mah, Yeldeğirmeni Sk, Alibey Apt, No:21, Kat:1, Daire:4,
Kadıköy/İstanbul
0216 414 33 31
editor@yasakmeyve.com

"Tasfiye" dergisi


Edebiyat-Düşünce dergisi Tasfiye, 17. sayısıyla 5. yılına adım attı.

Bu sayıda, edebiyat mahallesindeki gettolaşmayı tahlil eden yazısıyla Emrah Tekin düşünce ve inanç evrenimize yakın durma iddiasındaki çevrelerin açmazlarını sorguluyor.

Asım Öz, iki önemli çalışmasıyla yer alıyor Tasfiye’de. Şair Sıddık Ertaş’ın “Şiirlerle Peygamberler Tarihi” adlı önemli çalışmasını değerlendiren yazısında şiirlerle peygamberleri anlatmanın güzelliği ile geleneksel kabullerdeki yanlışları sürdüren çizgiyi masaya yatırıyor. Geçtiğimiz günlerde vefat eden Filistinli şair Mahmud Derviş’in kafa karışıklıklarını tartıştığı yazısı ise İslam düşüncesi ile Filistin mücadelesinin farklı taraflarında yer alan isimlerin ilişkisi bakımından oldukça önemli.

Beytullah E. Önce, ulus devlet-modern eğitim ilişkisini amaç ve sonuçlarıyla irdeliyor ve özgür eğitim çalışmalarına mütevazı bir giriş yaparak meselenin ehemmiyetini Tasfiye okuyucularına hatırlatıyor.

Mustafa Kıyak, iki önemli filmi değerlendiriyor bu sayıda. Irak ve Filistin işgalleri çerçevesinde çekilen bu iki film üzerinden sinema dilinin doğruları üreten ya da çarpıtan taraflarını gözler önüne seriyor ve sinemanın yaşananları kuşatabilme yeteneğine sahip bütüncül diline vurgu yapıyor.

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Siyah ve Karanlık” şiirini tahlil eden Ahmet Örs, yakın dönem aydınlarının yaşadığı kimlik krizinin şiir diliyle ifadesini yorumluyor ve bu şiiri bir “itiraf” olarak kabul ediyor.

İki hikâye yer alıyor Tasfiye’nin bu sayısında. Hafsa Esen, ilk kez yer aldığı Tasfiye sayfalarında başörtüsü mücadelesi üzerinden idealleriyle arasında gelgitler yaşayan kahramanların dünyalarına uzanıyor. Diğer hikâye ise Serim Düğüm’e ait.

Şule Yüksel Gökyar, denemelerine hayatın kulluk bilinci çerçevesinde şekillenmesi gereğini öne çıkardığı yazısıyla devam ederken Mehmet Sacit anılarını dönem tahlili merkezinde sürdürüyor.

Sinan Ceran ve Banu Aksoy, Tasfiye’nin yeni şairleri olarak dikkat çekerken Habil Sağlam ve Ahmet Örs de bu sayının şiir söyleyenlerinden.


İrtibat:
Soğukpınar Mah. Behzat Bulvarı No: 220 Kat: 3 TOKAT
0505 259 07 15
www.tasfiyedergisi.com
tasfiyedergisi@gmail.com

"Ay Vakti" dergisi


Ay Vakti 96. Sayı: Medeniyetimizin Hilâli Bosna-Hersek

"Budur benim çabam, bu… Binlerce kök salarak, kavramak hayatı derinden ve ortasından geçerek acının, olgunlaşmak hayatın taa ötesinde, taa ötesinde zamanın!"

Yıllar önce Rilke'nin ağzından zamana dökülen bu deyiş, kuşkusuz İslam medeniyetinin temel aforizmasını da hatırlatıyor bize. Elest bezminde yüklendiğimiz aşk'ın, amellerimize bindirdiği göstergelerden biri de, bir ay boyunca dilimize ve nefsimize vurduğumuz kutlu prangalar… Oruç, bir mahya. Şeref Akbaba'nın da dediği gibi... Gönül dünyamıza yılda bir vuran, ama huzmelerini hayatımız boyu hissettiğimiz sükûtun, asırlık haykırışı.

Asırlardır davasına yürek koyduğumuz Şehr-i Ramazan, bu yıl rahmetini sonbaharın yaprakları arasına karıştırıyor. Yaklaşan zamanı haber veriyor Eylül! Bizler can çekişen baharın içinden yeni yeni hayatlar çıkarıyoruz Ay Vakti ile…

Ay Vakti Eylül sayısı ile dünyaya mal olmuş bir entelektüelin, hayatından biyografik kesitler sunuyor. Ve bizler bu sayıyı Aliya İzzetbegoviç'e ithaf ediyor, yaklaşan zamanın anahtarını O'ndan teslim alıyoruz.

İçimizde susmanın volkanları… İçimizde kendi inkılâbını bekleyen konuşmanın istirahatı… İçimize sahurla gelen bereket, iftarla soluğumuza yanaşan şükür gemisi ve içine doluşan iman ziyafeti ile metafizik bir yolculuk… Yükselen ay ışığı ile meşalemizi tutuşturuyor Şeref Akbaba.

Atilla İlhan bir Pia düşürüyor aklıma, aklım üşüyor Pia'da… Naz Ferniba, mor ve ötesi ile İlhan'ın şiir odasına bir yaprak düşürüyor. / sen şairsen, ben şiirinim desem… Duysan, duyduğunu anlasan, ben de anladığını bilsem /

Aynalar suya iner yağmurlardan gizli / bilmezler ki çoğalır yalnızlıklar aynaya bakınca / el salladıkça göçmen kuşlar / göğü yonttukça yıldızlar / satırları ile bu sayıda Selami Şimşek, bulutlara meydan okumuş gibi…

Mütekâsıl olmak yerine mütekâmil olmak… Ruhun açlığını, eprimişliğini, kalbin eskiyen elbisesini, tefekkür ile onore etmek. Soyutun ontolojik süreğenliğini somutla pekiştirmek. Hayatı kâsıl olmaktan berî tutarak, yaradılışın kemaline noktayı koymak. Olmak, yerine olmak, yerinde olmak! Başlığı ile Üzeyir Süğümlü bizlere enfes bir tefekkür dizisi sunmakta.

"Her insan içindeki dünya kadardır!" Yaşamın boşluğuna düşen bu söz, aslında bizim ne kadar bizim olduğumuz? Sorusunu da akla getiriyor. Sahip olduklarımızdan tutun da, aklımız ve kalbimiz dâhil, düşüncelerimize bile bizim hükmedemediğimiz bir gerçek. Damarlarımızda akmakta olan kan'ın tek bir söz ile işlevini sürdürüşü, nefeslerimize biçilen mühlet, hiç'liğimiz konusundaki gerçeği bir kez daha yüzümüze çarpıyor. "Her fark ediş, yeni bir uyanıştır!" Recep Garip, Hayat'tan söz açıyor…

Mehmet Atillâ Maraş, Mavi emzikli çocuk, Yavuz Ertürk, Yusuf'a düşen kuyu, Abdüssamed Bilgili, Savaş örgüsü, İsa Karaaslan, Kanla tutulmuş çetele, başlıkları ile şiirin safında yer alırken, Muhammed Çetinkaya, Bir adet şiir alayım, estetiği fazla olmasın başlıklı yazısı ile şiir-anlam, şiir-estetik, şiir-dokunuş kozalarından oluşan incelemeyi bizlerle buluşturuyor.

İffet Oral, Sevim kahramanına bitiştirdiği öyküsü ile inceden-dersler veriyor bize. Öyküyü de aşan üslûbu, sağ avucumuza bir tutam güneş, sol avucumuza aydan nağmeler bırakıyor…

Bazen nasıl olduğun değil, nasıl göründüğün önemli, nasıl göründüğün kadar nasıl olduğunda… Düşüncelerimizi tamamlayan fizikselimiz, vücud şekillerimizde tamama eriyor. Alnı açık olmak, yüzü kızarmak, burnu dik, darb-ı mesellerimiz, iç dünyamızın nasılda yüzümüzde farkındalaştığını göstermekte. Hasan Yitik, Omuz isimli denemesinde, "…bir meta gibi onur, şeref, izzet, haysiyet, alın, yüz, omuz satanlar. Koltuk sevdalıları… Ala-ı illin dururken, esfeli safilin müptelâları. Hamal kadar onurlu olmadıktan sonra, mevkilerinizin, servetlerinizin ne önemi var! Derken, imtihanı nereden 'omuz'ladığımıza dikkat çekmiş…

Hayat ve ölüm… iki ucu bekaya uzanan, imtihan ipinden kurulmuş salıncak. Her nereye savrulursak savrulalım ve ne kadar uzağa gidersek gidelim, yine başladığımız yerdeyiz. O arafta, toprağa matuf bir seferde. Toprağın henüz kucakladığı bir Üstad adına kalem oynatan Yekta Haktan İnci, Erdem Beyazıt'a ithafen, "Aşk'ın bir adı da yorulmamaktır" isimli yazısı ile anılar defterine bir ağıt daha düşürmüş…

İnsanı harflerle resmetmeye çalışan Mustafa Oğuz, Hayat resimleri'nde, yüksek muhasebeye dikkat buyuruyor. Aşk'ın felsefik akımlarından oluşan yazıda, başak özne; zaman…

"Eğer şimdi ben zulme karşı çıkmazsam, ileride doğruluk için kimse savaşamaz!" sözleriyle Mazlumdan Yana Kırılmalar adlı yazısında Gürcistan-Osetya hakkında ölümü özgür atlarla uzaklaşmasının hikmeti Ayşegül Genç'in kaleminden… Bu denemeyi Yusuf Bal'ın Siyah-Beyaz Davetlisiniz adlı şiiriyle birlikte okumalısınız.

Derginin genel konusunu oluşturan Aliya ve Bosna üzerine muhteşem bir yazı kaleme alan Yunus Emre Tozal, Aşk'ın, dahası imanın yeşerdiği topraklardan bize buram buram Osmanlı rayihaları getirmiş.

Vezirler şehri Travnik ve Osman Efendi Recoviç Medresesi'nden esintiler,

Saraybosna'dan medeniyet örnekleri,

Savaş zamanı kazılan o muhteşem Tünel'in ibretlik hikâyesi,

Yıkılışı ile dünyada yankılar uyandıran Mostar'ın yitik bırakılışını

l. Dünya Savaşı'nın başladığı nokta; Latin köprüsü,

Batıya insanlık dersi veren entelektüel lider Aliya İzzetbegoviç,

Aliya'nın hapishane arkadaşı, İsmet Kasiyoviç ve Aziyade hanım ile sohbet,

Bosnalı bir bilge ve şair Cemalettin Latiç'in ağzından Aliya,

Nejat Kurdoviç ile İHH Bosna teşkilatı: Diriliş derneği ile Bosna üzerine.

Ve son olarak, Bosna savaşını kazandıran Tünel'e yazılan mesaj…

Bosna'nın aslen İstanbul ile ne kadar özdeşleştiğinden bahseden Yunus Emre Tozal, Bosna kültüründen bariz örnekler sunarak, Türkiye'yi anavatanı sayan Boşnaklar ile Türklerin birbirlerini olarak bilmelerini, ensar-muhacir kardeşliği içerisinde birbirlerine kucak açması gerektiğinin altını çiziyor. Anlatılanların güzelliği, o havayı solumayan bizleri öyle kuşatıyor ki, yazı hiç bitmesin istiyoruz. Balkanların incisi medeniyetimizin hilâli Bosna-Hersek'te bir yolculuğa ne dersiniz.

Emperyalizmin Avrupa'nın ortasında estirdiği vahşet fenomeninden konuya giren Ayşenur Bulut, Aliya'nın hayatından köşe taşlarını taşıyor okuyucuya…

Umut ateşini özgürlük meşalesiyle tutuşturan bir hayatı konu alan Mehlika Toyga, zulmün angaryasında, mutazarrır bedenini görmezden gelip, yüreklere cesaret anıtı diken Bosna'yı anlatıyor. Dünyaya meydan okuyan haykırışın, ontolojik ve epistemolojik boyutlarından konuya yaklaşıp, Aliya'nın o müthiş aforizmalarıyla özgürlük meşalesini tutuşturuyor.

Emine Batar, Ebrulî vakitler başlıklı denemesi ile dergideki yerini alırken, Ayşegül Tulû, İstanbul'da halk-aydın ilişkisini inceliyor. Okuyucuyu Osmanlıda yangınların olduğu zaman dilimine götüren Ayşegül Tulû, modernleşmenin temeline iniyor.

Derginin kitap sayfasında Hayati Koca'nın kaleminden Kandillerin aydınlattığı romancılardan biri olan Mustafa Miyasoğlu'ndan deyişler, Türk romanından kesitler… Ve Şiraze -XLIII- sayılı mektubuyla yüreğe sesleniyor…

Yekta Haktan İnci



İrtibat:
www.ayvakti.net
ayvakti@gmail.com

2008-09-06

Yeni dergi: "Yedi Kıta"


Eylül 2008

Çamlıca yayınevi YEDİKITA isimli bir tarih dergisi çıkardı. Dergi ilk sayısında büyük ilgi gördü.Sahip olduğumuz muhteşem târihî geçmiş ve onun bize hediyesi olan târihimizin aynaları olan çok zengin matbu-yazma nâdir eserle milyonlarca arşiv vesîkası, bunların yanında harita, fotoğraf, gazete, mecmua gibi muazzam miras, bizlere geçmişimize dâir araştırma, inceleme ve tahliller yapmayı, bunlardan istifâde ile bugüne ve geleceğe ışık tutmak îcâp ettiğini hatırlattı.

Mühim bir ihtiyaca cevap vereceğini düşündüğümüz YEDİKITA Dergisi, içtimâî ilimler merkezli bir yayın çizgisi takip etmeyi hedefliyor. İçtimâî ilimler içerisinde ise târih ilminin husûsî bir yeri bulunmaktadır. Zîrâ, ecdâdımız târih disiplinini târif ederlerken onun için “Ümmü'l-ulûm” yani "ilimlerin anası" demişlerdir. Büyük İslâm târihçisi ve muhaddis İbnü'l-Esir meşhûr "El-Kâmil Fi't-Târih" isimli eserinin mukaddimesinde târih ilminin mânevî ve dünyevî birçok faydaları olduğunu şu cümleleriyle ifâde etmektedir:

"Târih öğrenmek ile her hâdisenin başından sonunu kestirmek melekesi (kâbiliyeti) kazanılır. Zîrâ hiçbir iş yoktur ki onun benzeri evvelden vukû bulmuş olmasın. Allâhü Teâlâ'nın, insana verdiği akıl, tecrübe ile gelişir ve artar. İnsan târih bilgisi ile meclislerde itibâr bulur, bulunduğu toplulukta bir mesele mevzû olduğunda kulaklar ve kalpler onun söyleyeceği şeyi bekler ve ona yönelir. Târih bilmek, güzel ahlâktan olan sabır ile ahlâklanmaya vesîle olur. İnsan bütün peygamberlerin ve fazîletli insanların imtihân edildiklerini görür, başına gelen şeyin onlara daha şiddetlisi ile ulaştığını bilir de kendisine erişen belâya sabreder ve onların musîbet esnâsında tuttuğu yolu tâkib eder. Kur'ân-ı Kerîm'de bu hikmeti bildiren misaller vardır. Meâlen: 'Şüphesiz ki bunda (o eski kavimlerin hâllerine dâir haberlerde) kalbi (duyacak vicdanı) olan yâhud şâhid olarak kulak verenler için elbette bir öğüt vardır.' (Kâf Sûresi, âyet 37) buyurulmuştur."

YEDİKITA Dergisi olarak, târihin, kuru bir bilgi yığını, yahut ideolojik bir âlet değil; ibret alınacak ve geleceğimizi şekillendirecek bir vâsıta olduğunu belirterek, târih sevgisini ve şuurunu kazandırabilmeyi hedefliyoruz. Bunun için, gerçeklerin tesbiti yolunda saptırmalardan, menfî tahlillerden ve abartılı ifâdelerden uzak durulacak, millî-mânevî, örfî-ahlâkî sınırlar gözetilmeye çalışılacaktır.

Dergimiz, dünya coğrafyasında medeniyetimizi, sanatımızı, müesseselerimizi geniş bir zaman perspektifi içinde ele alacaktır. Geçmişimizin renkli, birbirinden farklı ama bir o kadar da ibret alınması gereken hâdiselerini sizlere nakledecektir. Edebiyatımıza ayrı bir ehemmiyet verilecek, buna mâtuf olarak lisânımızın korunması da hedeflerimizden olacaktır.

Dergimiz her ay yeni bir sayı ve zengin bir muhtevâ ile daha iyiye ve daha güzele ulaşmaya çalışacaktır. Bu münâsebetle her yaştan ve her seviyeden okuyucularımızın tenkîd, teklîf ve tebrikleri bizi yüreklendirecek ve yeni sayılarımız için bize güç ve hız verecektir.

Bu ilk sayımızda birbirinden mühim mevzularla okurlarımızın karşısına çıkıyoruz. Zaman zaman bu sayıdaki gibi çeşitli hediyelerimiz de olacaktır. İlk hediye olarak sizlere "Sultan İkinci Abdülhamîd Han'ın Asırlık Projesi" ismiyle bu büyük pâdişâhın Hamîdiye köprüleri projesi posterini veriyoruz.

Yayın hayatına YEDİKITA’dan merhaba... Saygılarımızla...

İrtibat:
www.yedikita.com.tr

2008-09-05

İkinci Yılında Kurtuba Dergisi


Bir dergi çıkarmak bir dua etmektir. Hayata kayıtsız kalmak yerine hayata müdahil olmaktır. Varlığı sorgulamaktır. Ruhun dışa vurumu olan insan faktörüne yönelmektir. Muştulanmış bir dirilişin ardından yürümektir. Allah ile dost olabilmek için atılan bir adımdır. Kalp atışlarını kontrol altına almaktır. Öğrenmektir. Savaşmaktır. Ayakta kalmaktır. Dik durmaktır. Tarihe tanıklık etmektir. Alınıp verilen her soluğa bir şerh düşmektir. Yerdeki bir taşı kaldırıp kenara koymaktır. Sezai Karakoç’un işaret ettiği, “İnsanlık, tekrar bu medeniyetin muhasebesini yapmak ve peygamberlerin yolu olan hakikat medeniyetine dönerek yenilenmek, tazelenmek, yeni bir ruh ve hayat kazanmak, dirilmek zorundadır; insanlığın ruhu bu yeniden doğuşa gebedir” hakikatine can-ı gönülden bağlı olmaktır. Umudunu yitirmemektir. Umut aşılamaktır. Karamsar düşünceleri yok etmektir. Akideyi öncelemektir. Her ne şartta olursa olsun arkaya dönüp bakmamaktır.

Urvetu’l-Vuska, Mihrap, Sırat-ı Mustakim, Menar, Sebilu’r-Reşad, Darü’l-Fünun, Tercümanu’l-Kur’an, Diriliş, Hareket, Büyük Doğu gibi yolumuzu aydınlatan dergileri kendimize örnek alıyoruz. Onların açtığı ayak izlerine basarak yürüyoruz. Hikmetin kutlu ışığını gözlüyoruz. Yaptığımız edebiyatın vahiyden ilham alan bir istikameti olmasını ilke ediniyoruz.

Yola çıkarken şunu söylemiştik: “Bizim bir dergimiz var demeyeceğiz, bizim söyleyecek bir sözümüz var diyeceğiz.” Allah’a şükürler olsun ki, geride bıraktığımız bir yılda sizden aldığımız tepkiler bize doğru yolda olduğumuzu gösterdi. Bir taraftan edebiyatın nirengi noktaları üzerinde hareket etmeye gayret gösterirken, diğer taraftan dünyanın farklı bölgelerinde cereyan eden olaylara kayıtsız kalmadık. Ki nasıl kayıtsız kalabilirdik ki! Filistin, Lübnan, Kosova, Somali, Pakistan, Almanya, Bosna ve diğer bütün İslam coğrafyaları bizim büyük ülkemizin birer parçasıdır. Biz onlara kayıtsız kalırsak, tarih de elbet bize kayıtsız kalacaktır. Biz onları yok sayarsak, tarih de elbet bizi yok sayacaktır. Biz iman ediyoruz ve diyoruz ki: “Var olmak istiyorsak, elbet var edeceğiz.”

Yeni yayın dönemimizin bu ilk sayısında Yıldız Ramazanoğlu Kurtuba’yı yazdı ve bu yitik medeniyetimize dair şu çarpıcı tespitlerde bulundu: “Bize düşen iç çekmek değil, bu muhteşem birikimle yükselmek, yürekten, derinden ilgilenip gereken çıkarımlarda bulunmak ve şimdimizin kutlu toplumunu, her şeyden önce bir insan olarak varoluşumuzun sırlarını keşfederek, ilahi rızaya uygun olarak en parlak şekilde inşa etmenin yollarını aramaktır.”

Bu sayıda tarafımdan hazırlanan, “Varlık Noktasındaki Hareket” başlıklı dosya ile hareket olgusunun merkezinde yer alan ruh realitesine atıfta bulunarak, temelleri sağlam bir dirilişin ipuçlarını aramaya çalıştık

Bünyamin Karabaş, toplumsal bir vakıa olarak sıla fenomenini, “İstanbulcular Gelmiş” başlıklı denemesiyle gözler önüne serdi. Hikâye tadındaki bu çalışmasıyla gurbeti analitik bir şekilde inceledi.

Dergimiz kadrosuna yeni yayın döneminde dahil olan Yavuz Akengin, “Delinin Düşleri Kanlı Olur” isimli öyküsüyle ve Ceyhun Emre Teoman, “Makamdan Makama Evla, Demden Deme Alâdır” başlıklı denemesiyle okurların karşısına çıktı. Son olarak Sümeyye Ş. Akkök’ün, “Nâr-ı Beyza” ve Leyla Karaca’nın “Hezâr veya Andelîb” isimli şiirleri yeni sayımızın ürünleri arasında yer aldı.

Bir diriliş provası olarak gördüğümüz Ramazan ayımızın hayırlar getirmesini dileriz.

Yeni sayılarda görüşmek ümidiyle.

Saygılarımızla.

Selman Maltaş

İrtibat:
http://www.kurtubadergisi.com
kurtubadergi@gmail.com
selmanmaltas@gmail.com

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com