2008-11-22

"Edebiyat Ortamı" dergisi


(Kasım-Aralık 2008, 5. Sayı)

EDEBİYAT ORTAMI'NDAN

Bu sayımızda söyleşi yerine, Cahit Zarifoğlu’nun mektuplarına yer vermeyi seçtik.
Sıcak ve hâlâ tazeliğini koruyan mektuplar. Bir dergi editörünün, bir şairin, bir yazarın mektupları. 1980 yılının son ayları ile 1981 yılının ilk aylarında yazılmış. O yıllarda Almanya’da yüksek öğrenim gören bir öğrenciye gönderilmiş; Prof. Dr. Ali İbrahim Savaş’a. Bize, bu mektupları yayınlama imkânı verdiği için Savaş’a teşekkür ediyoruz.

Mektubun bir edebi tür olup olmadığı tartışma götürse de, sanatçıların kaleme aldığı bu tür metinlerin kendine özgü bir karşılığının olduğu, merak uyandırdığı, o sanatçının edebiyat dünyasındaki karşılığına katkılar sağladığı söylenebilir. Hayatın edebiyata dâhil olduğu gerçeğini inkâr etmek mümkün mü? Yazının hayatı, yazarın hayatıdır biraz da. Mektuplar, o mektubu yazan sanatçının yüzü gibidir. Mektuplarda yazarın mimiklerini buluruz. Mektupların böyle bir tarafı var. Sanatçının varoluşuna dayanak olan çevreyi ve zemini önümüze açarlar. Heyecanlarını, öfkelerini, ufuklarını, çabalarını ve arzularını bir safiyet içerisinde görmemize imkân tanırlar.

Cahit Zarifoğlu’nun çok sayıda kişiye mektup yazdığını biliyoruz. Yüzlerce, binlerce mektup. Bir kısmı daktiloyla bir kısmı el yazısı ile. Yazık ki çoğundan haberimiz yok. Belki de hiçbir zaman olmayacak. Bir kısmı kaybolmuştur. Bir kısmı yırtılmıştır. Enikonu bir mektup işte. Okunduktan sonra işinin bittiği düşünülmüştür. Olabilir yani. Olmuştur. Ya da bir kargaşa anında, bir taşınma gününde, bir kitaplık/dosya temizleme girişiminin sabırsızlığında kaybolup gitmişlerdir. Talihi yaver gidenler ise bir gün şu an bizim yaptığımız gibi bir derginin sayfaları arasında ya da bir kitap bütünlüğü içerisinde okurun önüne çıkacağı günü bekliyordur. Yıllar sonra ‘yeni bulunmuş mektuplar’ olarak edebiyat okurlarının merakına karşılık gelmek ve edebi dimağlarına bir tat vermek üzere. Ama biz, Edebiyat Ortamı dergisi olarak şöyle bir teklifte bulunuyoruz: Bu mektuplar kıyıda-köşede keşfedileceği günleri beklemesin; bize gönderilsin, biz de bir kitap bütünlüğüne kavuşturalım, Edebiyat Ortamı Yayınlarının ilk kitabı olarak yayınlayalım. Açık bir teklif bu. Sadece birazcık bir zahmetle kolayca ulaşılabilecek bir sonuç. Ellerinde Zarifoğlu mektupları bulunanların bu mektupları dergimizin adresine göndermelerini rica ediyoruz. İsteyen aslını kendinde saklayabilir. Bize fotokopisi yeter. Ya da taranmış bir nüshası. Böylece postaneye gitmeye de gerek kalmaz, dergimizin mail adresine bir ‘tık’ ile çarçabuk gönderilebilir.

Bu teklifimizin nasıl bir karşılık gördüğünü gelecek sayılarımızda okurlarımıza duyuracağız. Arzu edenlerin isimlerini de dergimizde yayınlayacağız.

Bu sayımızda yer verdiğimiz altı mektubunda Zarifoğlu’nun bıkmak bilmez çabasına tanık olacaksınız. Mavera dergisi için, insanlık için, edebiyat için ve ideali için çırpınışını göreceksiniz. Mektupların birinde şöyle diyor muhatabına: ‘Tabir caizse, yakanız elime geçti, bırakmak taraftarı değilim’. Hele Amerika’da öğrenim gören ve hiç görmediği, tanışmadığı bir öğrenciye bir tek yazı için nasıl defalarca mektup yazdığını, cevap gelmemesine rağmen ısrarla yazmaya devam ettiğini ifade edişi var ki insanın içini burkuyor. Bu kadar çabanın sonunda ise topu topu bir tek yazı elde edebilmiştir. Ve muhatabını nazikçe uyarıyor: “Umarım siz de yazılarınızla Maveraya katılmayı arzu etmediğiniz takdirde böyle bir yol seçmezsiniz.” Diğer bir mektupta ise, dünyanın en ücra köşesindeki insanları birazcık olsun duyarlı olmaya, yazmaya çağırırken gösterdiği onca çabanın yankısızlığını şöyle dile getiriyor: “Tabii bunu yapmadılar.”

Bu mektuplardan hiç birinin ‘mektup yazma tutku’sunun sonucu olarak ortaya çıktığı söylenemez. Hayır, o, bir tutkudan, bir ilginçlikten hareket etmiyor. Bir davası var, bir derdi var, bir sorunu çözme gayretinin dikkatli bakışı ve arayışı var. “Fakat bir batılının şiirini ya da hikâyesini yayınlamaktan yana değilim. Zira bu bol bol yapılıyor ve ancak kültür emperyalizmine hizmet etmiş oluyorlar. Aslolan inisiyatifin bizde olmasıdır. Bizim yorumumuzdur.” Ayrıca, hiçbir durumu ve tutumu kişiselleştirmiyor. Şahsi olanı perdeliyor, gerilere itiyor.

Zarifoğlu, bu mektupları yazarken, gerek dergi sayfalarında gerekse kitap bütünlüğü içerisinde bir gün edebiyat dünyasının ilgisine sunulacağını hesaba katmış mıdır? Mektupların içeriğine bakarak söylersek, hayır. Bu tür bir hesabı sezdirici hiçbir belirti, hiçbir ima yok. O günün şartları içerisinde yapılması gerekeni yapmayı hedeflediğini görüyoruz. Dikkati ve çabası tamamıyla hedefe odaklanmış durumda. Öte yandan, edebi bir kaygı da taşımıyor yazarken. Ama cümleler düzgün ve dolgun. Üslubu rahat. Sonra, psikolojik açıdan muhatabını ateşleyici bir dil kullanıyor. Doğrudan bilincini ve duyarlığını hedef alıyor onun. Kendinde mevcut diriliği karşıya aktarmaya çalışıyor.

Mavera’nın ‘Okuyucularla’ bölümünü de mektup olarak göremez miyiz? Açık mektup. Onlarca, yüzlerce, hatta binlerce insana yazılmış… Derginin bu bölümünde tatlı-sert diye tanımlayabileceğimiz bir üslupla gençlerin ürünlerini değerlendirirken aslında ‘kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ havası içinde geleceğin zihnine biçim vermeye çalışmıştır. O değerlendirmelerden kim ne kadar pay aldı, ürünü değerlendirilen gençlerden kaçı yolunu bulma uğraşına girdi bilmiyoruz ama birçok insanı yazının, şiirin ve öykünün ne olduğu noktasında kendine çeki düzen vermeye zorladığını tahmin etmek zor değil. Nisan 1978’den Aralık 1981’e kadar 43 ay düzenli bir şekilde sürdürdüğü bu değerlendirmeler, geniş bir heyecan dalgası yaratmış, dergiyi sondan başa doğru okutmuştur. Mustafa Şahin’in yaptığı şu değerlendirme ne kadar haklı, doğru ve yerinde: “Mavera’yı aldığımızda ilk okuduğumuz yer okuyucu mektupları oluyordu... Ona hayranlığı artıran şey gençlere verdiği değerdi... O mektuplar uzaklarda bizim başımızı okşuyordu.”

Bir gün, Cahit Zarifoğlu’nun mektupları ve ‘Okuyucularla’ bölümündeki değerlendirmeleri üzerinde geniş çaplı incelemeler yapılacağını ve bunun Türk edebiyatına ciddi kazanımlar sağlayacağını düşünüyoruz. Ne de olsa, mektubun tarihi bir tarafıyla insanın tarihidir. Ve bir yazarın/şairin psikolojisi mektuplardan yola çıkılarak da ortaya konulabilir. Hem de ne güzel olur.

Mektupların bir kısmına tarih yazılmamış. İçerikten yola çıkarak bir sıraya koyduk. Yazılış biçimini aynen koruduk. Yazım yanlışlarına dokunmadık. Olduğu gibi aktardık yani. Fakat sakıncalı olabileceğini düşündüğümüz için bir banka hesap numarasını ve bir ismi çıkardık. Sadece bu kadar.
İyi okumalar…

İrtibat:
http://edebiyatortami.blogspot.com/
0.312.229 82 44
edebiyatortami@gmail.com

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com