2008-10-20

"Kuşluk Vakti" dergisi

Kuşluk Vakti 6. sayısında yine dopdolu, yine sizlerle

Yayıncılık sektörü ile ilk tanıştığım günlerde, adını sıkça duyduğum ama ne iş yaptığını bir türlü kestiremediğim bir meslek kolu ile de tanışmış oldum: Editörlük!

Yayın dünyasına “iç”erden bir bakış kazandığım ilk yayınevinde, herkesin kapısında asılı olan “Editör” tabelası benim için gayet kışkırtıcı anlamlar taşısa da, bu işin ne’liği hakkında doğru dürüst bir bilgiye sahip değildim. Kimdi bu editörler ve ne iş yaparlardı? Görünüşe bakılırsa bir yayınevinde grafikerlerin dışında kalan herkes editör vasfını haizdi -nedense!- ve ah ne de cazip bir meslek icra ediyorlardı kitaplara müştak birisi için! İşin içeriği hakkında net bir bilgiye sahip olmasam da, bu büyülü isme sahip “havalı” mesleği icra edenleri o zamanlar pek şanslı buluyordum.

Aradan çok zaman geçti, körpünün altından çok sular aktı ve insanlar tıpkı benim zihnimde oluşan sorulara benzer sorular sormaya başladılar bana: “Kimdir şu editör, editör dedikleri ve ne iş yapar?…”

Bu sorunun cevabı Türkiye şartlarında şekillenen yayıncılık sektöründe “Ne iş olsa yapar.” olsa da hakikat halde öyle değildir. Bir editör, kitapsız yaşamayı aklından bile geçiremeyen, kitap (veya dergi) eksenli proje üretme kabiliyetine sahip ve masasına “dosya” olarak bırakılan yazılar demetini, maharetli dokunuşları ile kitaba yahut dergiye dönüştürebilen kişidir. Ayrıca bir yazarın içinde saklı kalan cevherleri çıkarabilmek de, “editör” denilen zevatın icra ettiği/etmesi gerektiği zenaatlerden sayılmalıdır.

Fakat iş dergi editörlüğüne, hatta taşra merkezli dergilerin editörlüğüne geldiğinde, durum biraz daha zorlaşmaktadır. Maddi imkânsızlıklarla çepeçevre kuşatılmış olan taşra dergisi editörü, başlarda kendisini hevesle destekleyen “yoldaş”larının yolculuğu yarım bırakmasıyla iyice yalnızlaşılar. Bir de bunların üzerine, böyle “küçük işleri” önemsemeyenlerin ezici tavırları eklenince, durum iyice içinden çıkılmaz bir hal alır… Kısacası bir taşra dergisi editörü, dünya yüzünde kaderine terk edilmiş çileli insan teklerinden biridir… Bu zorlu yolda yürürken kendisine eşlik eden dostları ise; postanedeki memurlar, kabarıp giden telefon faturaları, gece gündüz dolup boşalan çay bardakları ve her “alo” dediğinde koşup gelen birkaç vefalı yoldaştan ibarettir…

***

Sonbaharın kendisini iyiden iyiye hissettirdiği ekim ayında Kuşluk Vakti, yine birbirinden güzel yazılarla sizlere “merhaba” diyor. Yıldız Ramazanoğlu, yazma serüvenine ışık tutan yazısıyla “Yazıyorum, Çünkü…” köşemizin bu ayki konuğu… Melek Altun, Bosna izlenimlerine kaldığı yerden devam ediyor. Ayşe Şahinboy, yeni çıkan kitabı Aşk ile Hu bağlamında Münire Daniş ile söyleşiyor. Orta sayfada yer alan Portre köşesinde dostları, A. Turan Alkan Hoca için bir portre denemesine girişiyor. Yusuf Kaplan Hoca, geçen sayıda başladığı esaslı yazısı “Medeniyet, Şiir ve Modern Türk Şiiri”ne, bu sayıda da devam ediyor. Cengiz Aytmatov’un manevi kızı Güzel S. Şonbaeva, “Atake”sinden kendisine kalan “Asra Bedel Hatıraları” dillendiriyor. “Alvar İmamı”nın sadrından satırlarına akan hisler ise, Divançe’de yer buluyor.

Vakitlerin ve kalplerin sahibine emanet olun…

Kuşluk Vakti


İrtibat:

P.K. 106 MANİSA
kuslukvakti46@gmail.com
www.kuslukvakti.blogcu.com

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com