2010-09-26

Dergâh, 247

DERGÂH DERGİSİ
Aylık edebiyat, sanat, kültür dergisi
SAYI: 247 Eylül 2010


Mustafa Kutlu yönetiminde yayın hayatına istikrarlı bir şekilde devam eden Dergâh dergisi, 247. sayısında da nitelikli çalışmalara ev sahipliği yapıyor.

Alper Gencer, Gökhan Akçiçek, Hilal Batur, Onur Bayrak ve Halil İbrahim Polat bu sayının şairleri.

Osman Toprak ile Hasan Öztürk ‘derkenar’ sütunlarında yazdı.

Mustafa Başpınar ve Mustafa Çiftçi hikâyeleri ile bu sayımıza katkıda bulundu.
Şeniz Yıldırımer TV dizisi olarak gösterildiğinde büyük ilgi toplayan “Aşk-ı Memnu”yu iki ayrı hikâye ile tahlil ediyor.

Hüseyin Akın, Prof. Dr. Orhan Okay’ın “Bir Hülya Adamının Romanı: Ahmet Hamdi Tanpınar” kitabından hareketle Tanpınar’ın iç dünyasına eğiliyor.

Bu sayının ‘orta sayfa sohbeti’ni şair Ahmet Murat ile yaptık. Son yılların en önemli şairlerinden biri olduğu halde, gölgede kalmayı seçen Ahmet Murat’ın şiirle ilgili görüşleri bu konuşmayla aydınlanıyor.

İsmail Kara, Prof. Dr. Mustafa Tahralı ile olan hatıralarını, Tahralı’nın mizaç ve meziyetlerini de belirterek kadirşinas bir yazıya dönüştürdü.

Mustafa Kök geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yayımlanın “Nurettin Topçu” kitabını hem tanıtıyor, hem muhtevasına ilavelerde bulunuyor.

Nihat Dağlı “Kendi Cemil Meriç”ini kaleme aldı.

Muhammed Mücahit Yılmaz, Ahmet Edip Başaran’ın yakınlarda yayınlanan “Oyunbozan” adlı şiir kitabını tanıtıyor.

Son sayfamızda Mustafa Kutlu’nun bir denemesini bulacaksınız.

Daha güzel sayılarda buluşmak umuduyla.

2010-09-23

Türk edebiyatında dergiler

19′UNCU YÜZYIL:
SERVET-İ FÜNUN 27 Mart 1891-25 Mayıs 1944 2461 sayı
MÜTAREKE YILLARI:
EDEBİYAT-I UMUMİYE MECMUASI 1916 4 Kasım-1919 8 Mart 110 sayı, Celal Nuri İleri
NEDİM 1918
ŞAİR 1919
BÜYÜK MECMUA 1919
DERGAH 16 Nisan 1921′den başlayarak 15 günde bir 42 sayı
CUMHURİYET SONRASI:
GÜNEŞ 1927 15 günlük 17 sayı Orhan Seyfi Orhon
MEŞALE 1928 8 sayı Kenan Hulusi Koray
1930-1940
AĞAÇ 1936 17 sayı Necip Fazıl Kısakürek
ANAYURT 1933 8 sayı Faruk Nafiz Çamlıbel
ARAMAK 1939 Nisan-1940 Eylül 16 sayı Cahit Tanyol
ATSIZ MECMUA 1931 15 Mayıs-1932 25 Eylül 17 sayı Hüseyin Nihal Atsız
AYDABİR 1935-1937 Orhan Seyfi Orhon
ÇIĞIR 1933-1948 193 sayı H. Oğuz Bekata
KÜLTÜR HAFTASI 1936 15 Ocak-30 Haziran Peyami Safa
ORHUN 1933 Kasım-1934 Temmuz 9 sayı Hüseyin Nihal Atsız
EDEBİYAT GAZETESİ 1932 haftalık 9 sayı Orhan Seyfi Orhon
FİKİR HAREKETLERİ 1933-1940 364 sayı Hüseyin Cahit Yalçın
GÖRÜŞ 1930-1932 4 sayı Ahmet Kutsi Tecer
KALEM 1938-1939 13 sayı Mustafa Nihat Özön
VARLIK 1933′ten itibaren Yaşar Nabi Nayır
ÜLKÜ 1933-1949 Ankara Halkevi Dergisi
YÜCEL 1935 Ağustos-1956 163 sayı Orhan Burlan
YENİ ADAM 1934 1 Ocak-1978 Mayıs İsmail Hakkı Baltacıoğlu
GÜNDÜZ 1936-1938 24 sayı Ali Kamil Akyüz
1940-1950
ADIMLAR Behice Boran
ANT 1945 15 Mart-1945 Ağustos 10 sayı Hakkı Bilgeç
AİLE 1947 Nisan-1952 Kasım 22 sayı Vedat Nedim Tör
BÜYÜK DOĞU 1943 17 Eylül sonrası sürekli ve aralıklı olarak Necip Fazıl Kısakürek
ÇINARALTI 1941-1944 146 sayı Orhan Seyfi Orhon
DEĞİRMEN 1941 Ekim-1944 Nisan 12 sayı Cavit Orhan Tütengil
EDEBİYAT DÜNYASI 1948 15 Ocak-15 Şubat 1950 26 sayı Sabahattin Hüsnü
FİKİRLER 1947 Temmuz-1950 Haziran 36 sayı Vedide Baha Pars
KOVAN 1943-1946 34 sayı İzmir Besim Akımsar
MEYDAN 1948 15 Mayıs 1 sayı Mehmed Kemal
SANAT VE EDEBİYAT GAZETESİ 1947 50 sayı Ankara Selahattin Batu
ŞADIRVAN 1949 Nisan-Kasım 35 sayı Behçet kemal Çağlar
YAPRAK 1949 1 Ocak-1950 15 Haziran 28 sayı Orhan Veli Kanık
YENİ EDEBİYAT 1940 Ekim-1941 Kasım 26 sayı Suat Derviş
YENİLİKLER 1946 Şubat-Ağustos 6 sayı Salâh Birsel
İNSAN 1938 15 Nisan-1943 Ağustos 25 sayı Hilmi Ziya Ülken
YİRMİNCİ ASIR 1847 Aralık-1953 Mart 15 sayı İskender F. Akdora
YURT VE DÜNYA 1941 Ocak-1944 Mart 42 sayı Pertev Naili Boratav
YÜRÜYÜŞ 1942 Eylül-1943 Temmuz Ömer Faruk Toprak
YEDİTEPE 1950 1 Nisan’dan sonra Hüsamettin Bozok
İSTANBUL 1943-1949 75 sayı Neşet Halil Atay
1950-1960 A 1956 15 Ocak-1960 Haziran 29 sayı Kemal Özer
AÇIK OTURUM 1955 Mayıs 1 sayı Muzaffer Erdost
BERABER 1952-1953 9 sayı Metin Özek
BEŞ SANAT 1950 Nisan-1953 Mart 28 sayı Kemal Çilingiroğlu
ÇAĞRI 1957 Ekim’den itibaren Konya Feyzi Halıcı
DOĞU VE BATI 1953-1955 Celal Sılay
DOST 1957 Ekim’den sonra Ankara Salim Şengil
KAYNAK 1948-1956 113 sayı Avni Dökmeci
KERVAN 1951 Cengiz Tuncer
MAYA 1960 Ocak-Mayıs 5 sayı Saadet Timur
NOKTA 1951 15 Kasım-15 Ocak 8 sayı Edip Cansever
ORHUN 1952 66 sayı Hüseyin Nihal Atsız
SEÇİLMİŞ HİKAYELER 1947-1957 66 sayı Salim Şengil (Dost dergisinin elk biçimi)
MAVİ 1952-1956 33 sayı, Teoman Civelek, 25′inci sayıdan sonra Özdemir Nutku
ŞAİRLER YAPRAĞI 1954-1957 34 sayı Nedret Gürcan
ŞİİR SANATI 1955 Ankara 2 sayı Sezai Karakoç
ŞİMDİLİK 1955 Ocak-Haziran 6 sayı Tevfik Akdağ
TÜRK DÜŞÜNCESİ 1953 Aralık-1960 Nisan 63 sayı Peyami Safa
YELKEN 1957-1969 Rüknettin Resuloğlu
YENİLİK 1952-1957 62 sayı Nim Tirali
YERYÜZÜ 1951 Abidin Özkan
UFUKLAR 1952 Şubat’tan sonra 17 sayı Vedat günyol (YENİ UFUKLAR adıyla)
TÜRK DİLİ 1951 Ekim’den bugüne kadar Türk Dil Kurumu Organı Ankara
İSTANBUL 1953-1957 37 sayı Turgut Atasoy
MAY 1967-1970 31 sayı Mehmet Ali Yalçın
1960-1970
ALAN 4 sayı Refik Durbaş
ATAÇ 1962 15 Mayıs-1964 Ekim 30 sayı Şükran Kurdakul
ÇAĞDAŞ 1961 Ekim-1965 Nisan Şahinkaya Dil
DEĞİŞİM 1961 Kasım-1962 Ekim 12 sayı Özdemir Nutku
DEVİNİM 1965 Şubat-1966 Ocak 12 sayı Haluk Aker
DİRİLİŞ 1966 Mart-1967 Mart 12 sayı Sezai Karakoç
DÖNEM 1963 Ekim-1965 Nisan 19 sayı Hüseyin Contürk
EVRİM 1962 Aralık-1965 Ekim 22 sayı Refik Durbaş
EYLEM 1964 Mart-1966 Mayıs 34 sayı Şükran Kurdakul
HİSAR 1964 Ocak’tan beri Munis Faik Ozansoy
ILGAZ 1961 Eylül’den sonra İsmail Karaahmetoğlu
KİTAP BELLETEN 1960-1965 43 sayı Arslan Kaynardağ
OTAĞ 1963 Ocak-1964 Mart 15 sayı Mübeccel İzmirli
PAPİRÜS 1960-1961 4 sayı-1966 Haziran-1970 Haziran 46 sayı Cemal Süreya
SOYUT 1965 Mayıs’tan sonra Halil İbrahim Bahar
SU 1961 Şubat’tan sonra Sivas Hazım Zeyrek
ŞİİR SANATI 1965-1967 20 sayı Kemal Özer
TARLA 1965′ten sonra Tahir Kutsi Makal
TÜRKÇE 1960 Ocak-1964 Temmuz 43 sayı Fazıl Hüsnü Dağlarca
YENİ DERGİ 1964 Ekim-1975 Mayıs Mehmet Fuat
YENİ GERÇEK 1967 Ekim Aydın Hatipoğlu
YENİ İNSAN 1963 Ocak’tan sonra Celal Sılay
YORDAM 1966 Ocak 3 aylık Hüseyin Contürk
TÜRK KÜLTÜRÜ 1969 Şubat’tan sonra Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını
CEP DERGİSİ 1966 Kasım-1969 Yaşar Nabi Nayır
1970-1980
HALKIN DOSTLARI 1970 Mart-1971 Temmuz İsmet Özel
MİLLİYET SANAT DERGİSİ 1972 29 Eylül’den beri Oğuz Akkan-Akal Atilla
YENİ A 1972 Nisan-1974 Haziran Ferit Öngören, aylık
YANSIMA 1972 Ocak-1975 Eylül 45 sayı Tekin Sönmez
TÜRKİYE DEFTERİ 1971 Nisan-1975 Haziran 20 sayı, Hulki Aktunç-Taylan Altuğ-Naci Çelik Berksoy
TÜRK EDEBİYATI 1972 Ocak- Türk Edebiyatı Cemiyeti adına Ahmet Kabaklı
KUBBEALTI AKADEMİ MECMUASI 1971′den bu yana 227 sayı
HÜRRİYET GÖSTERİ 1982 Mart’tan sonra 235 sayı Doğan Hızlan

Dergiler, dergiler "hür tefekkürün kalesi"
Bu şarkı burada bitmez ki...

2010-09-22

'Yolcu' dergisi


YOLCU DERGİSİ 60. YÜRÜYÜŞÜ

“KİMİN CENNETİNDE GİZLİ BENİM CEHENNEMİM”

Bu Sayıda:
I ferhat kalender I müştehir karakaya I ömer idris akdin I muhammed emre I mustafa köneçoğlu I filiz çapar I dursun ali sazkaya I cevat akkanat I tarık ruşen I bülent sönmez I rabia bulut I ibrahim tökel I I mehmet aycı I mustafa uçurum I abdulvahap dağkılıç I ayşe eyyüpkoca atila I memduh atalay I ismail aykanat I sümeyye şeker I recep yazgan I faik öcal I suavi kemal yazgıç I sıddık akbayır I cihat albayrak I mehmet çelik I kamil yeşil Imuhammed erkam bülbül I ayşegül ağcalar I bünyamin doğruer I ümran yaka I bilal can I

Mecmuanın Orta Yeri- Ahmet Usta, Yusuf Kaplan'ı konuşturdu: “Modernliğin temel sorunu, insanın Yaratıcı’yla irtibatını zihnen ve fiilen koparmış, hatta bitirmiş olmasıdır. İnsanın tanrılaştırılmasıdır.”

Seyir Defteri – Ferhat Kalender yazdı: “Kartal yavrularına yerde sürünme dersi vermek istiyorlar. Böyle diyor Muhammed İkbal. İyi adamların ve iyi kadınların kavlidir ümmet. Kutlu gelenek Allah, Muhammed ve Ümmet diye tarif ediyor yeryüzündeki duruşumuzu. Budur ve böyledir, bir kelimedir bizi yollara düşüren. Hayatın ve zamanın ruhuyla bilenmişliğimizle bütün kadim öyküleri demleyen bir kelime. Yüreklerimize her dem uçsuz bucaksız bir gökyüzü esenliği veren. Yürürken de onurlu, düşürken de erdemli ve ayaklanırken de duruşumuza direngenlik katan bir kelime bu; ümmet oluşumuzun, yeryüzünde ‘insan’ı tarif edişin çok boyutlu imgesi: Lailaheillallah! Muhammed’imizin ‘Bu bir dağdır lakin biz onu severiz, o da bizi sever’ dediği Uhud gibi gönlümüzde taşıdığımız derinlik. Ki emanetine sadık kalmışlığımızla ölçülecek özgürlüğümüz. Herkesin birbirine benzeşmeye başladığı, sıradanlaştığı ve varoluşumuzu sağlayan değerlerin buharlaştığı bir zamanda içimize doğru bir yolculuğa çıkmanın işaret taşlarını dikmek. Kayıtsız ve kalıpsız sürgitliğin vicdanları çürümeye terk eden boşvermişliğin önünde yükselen yücelik meşalesini yeniden yakmak. Bu bilinç aşka dönüştüğünde, aşkın buyruğunda yenilendiğinde ve arındığında soylu bir başkaldırı bizi çağırıyor demektir.”

İrtibat:
www.yolcudergisi.com

225 liralık maaşı 25 liraya indirilen şair

Belediye Kütüphanesi'nde bir görevin kendisini daha az rencide edeceğini düşünmüş olmalı ki ayrıldığı ku­rumda 225 lira maaş aldığı hâlde burada 25 liraya razı olmuştur....

Akşam gazetesinin 19 Ekim 1953 tarihli nüshasında imzasız yayımlanan röportajda, Asaf Halet Çelebi, "Sizce şair için en iyi yardımcı iş nedir?" sorusuna "Herhalde memuriyet değildir. Mesela ben memurum. Şefim benden on yaş küçük olduğu hâlde bir şaire gösterilmesi gereken saygıyı göstermiyor. bana. Yanında sigara içmemi bile aykırı buluyor. Her şair memura öteki memurlardan daha çok saygı gösterilsin demiyorum. Ama yazılariyle, kitaplarıyla memleket sanatında gerçek değeri tanınmış bir sanatkâra sıra memuru muamelesi yapmak ayıptır. Bir memleket sanata, sanatkâra gösterdiği saygı ölçüsünde yükselir" serzenişinde bulunuyor.

Peki ne kadar haklıdır ünlü şair bu serzenişinde. Özlük dosyaları bize bu konuda yeterli ipuçlarını veriyor.

Beşir Ayvazoğlu, Türk Edebiyatı Dergisinin Eylül 2010 tarihli 443. sayısında 'Büyük Bir Şairin Küçük Memur Olarak Portresi'ni çiziyor. Tahsil durumu nedeniyle ömrünün sonuna kadar küçük memur olarak çalışmak zorunda kalmış Şair Asaf Halet Çelebi'nin, özlük belgeleri, çalıştığı bütün kurumlarda, tanınmış şair ve entelektüel olarak sıradan işleri ken­disine yakıştıramadığı için yöneticilerle ve diğer memurlarla ciddi anlaşmazlıklar ve çatışmalar ya­şadığını gözler önüne seriyor.

1907 yılında İstanbul'da doğan Asaf Hâlet Çelebi, şiirlerinde soyut dünyadan seslense de bir fânî olarak geçimini temin etmek zorundaydı. Bu maksatla Üsküdar Adliyesi'nde zabıt kâtipliği yaptı. Osmanlı Bankası'nda, Devlet Deniz Yolları İşletmesi'nde çalıştı. Beşir Ayvazoğlu, 1953 tarihli Akşam Gazetesi'nde yayımlanan röportajdan yaptığı alıntıyla, Çelebi'nin bu durumdan pek de memnun olmadığını gösteriyor. "Sizce şair için en iyi yardımcı iş nedir?" sorusuna Çelebi, şu cevabı veriyor: "Herhâlde memuriyet değildir. Meselâ ben memurum. Şefim benden on yaş küçük olduğu hâlde bir şaire gösterilmesi gereken saygıyı göstermiyor bana. Yanında sigara içmemi bile aykırı buluyor. Her şair memura öteki memurlardan daha çok saygı gösterilsin demiyorum. Ama yazılariyle, kitaplariyle memleket sanatında gerçek değeri tanınmış bir sanatkâra sıra memuru muamelesi yapmak ayıptır. Bir memleket sanatkâra gösterdiği saygı ölçüsünde yükselir."

Asaf Hâlet Çelebi, röportajı verdiğinde İstanbul Belediye Kütüphanesi'nde memur olarak çalışmaktadır. Türk Tarih Kurumu'na intikal eden özlük dosyasındaki bilgiler de 'eğitimiyle ilgili problemler yüzünden geçimini ömrünün sonuna kadar küçük memur olarak sağlayan Çelebi'nin, çalıştığı bütün kurumlarda, tanınmış bir şair ve bir entelektüel olarak sıradan işleri kendisine yakıştıramadığı için yöneticilerle ve diğer memurlarla ciddi anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşadığını' ortaya koyuyor.

MAAŞI 225 LİRADAN 25 LİRAYA DÜŞÜRÜLMÜŞ!

Belediye Kütüphanesi'nde bir görevin kendisini daha az rencide edeceğini düşünmüş olmalı ki, ayrıldığı ku­rumda 225 lira maaş aldığı hâlde burada 25 liraya razı olmuştur. Yine de maaşındaki bu büyük düşü­şe razı olması tuhaftır.

Daha sonra ciddi bir sürtüş­me yaşadığı Belediye Kütüphanesi Müdürü M. Or­han Durusoy tarafından Belediye Müfettişi Musta­fa Demirkök'ün 2 Aralık 1953 tarihli yazısına veri­len cevaptaki "Deniz Yolları'ndan ayrılmak mecbu­riyetinde bırakıldıktan sonra dairemiz kütüphane memurluğuna 20. 7. 950 tayin edilmiş olan" ifade­si, Asaf Hâlet'in yüksek maaşlı bir memuriyeti ni­çin bırakmak zorunda kaldığını açıklıyor. Şair, De­niz Yolları'ndan kendisi ayrılmamış, muhtemelen sıradışılığı ve uyumsuzluğu yüzünden ayrılmak zo­runda bırakılmıştır.

AMİRİ VERİLEN İŞLERİ YAPMADIĞINI RAPOR ETMİŞ

Belediye Kütüphanesi'nin o dönemdeki müdürü, muhtelif kereler verdiği şikâyet dilekçelerinde Çelebi'nin kütüphanenin işleyiş düzenini bozduğundan, 'memur olmadığını, memlekette tanınan bir şair olduğunu' söyleyerek verilen işleri yapmadığından, (Bu haliyle Hermann Melville'in, her fırsatta patronuna 'Yapmamayı tercih ederim' diyen o efsanevi kahramanı Kâtip Bartleby'sine ne kadar benziyor!) idarecilerine saygı göstermediğinden, odasında misafirlerini ağırlamakla meşgul olduğundan bahsediyor.

Söz konusu şikâyetlerin tamamı, Asaf Hâlet'in tavırlarından mı kaynaklanıyor, yoksa bunda etrafındakilerin çekememesinin payı da var mı? Evraklar üzerinden buna cevap vermek mümkün değil.

Türk Edebiyatı dergisinde şairle ilgili tarihi evraklar ve resimlere ulaşmak mümkün...

2010-09-20

'İslamî Yorum' dergisi, Sonbahar 2010 sayısı çıktı

'İslami Yorum' dergisi,Sonbahar 2010

Sonbahar–2010 sayımızda “din-devlet” ilişkisini “İslamofobi” üzerinden tartışmaya devam ediyoruz.

Komünizm’in ortadan kalkmasıyla, varlığını ötekinin varlığıyla anlamlandırabilen Batı dünyası (özelde ABD) kendisine yeni bir düşman yaratabilmek için “İslamofobiyi” körükleyen “anti-İslamist” söylemler geliştirmeye başladı. 11 Eylül olayları Müslümanların insanlık skalasının en altına yerleştirilmesinin ve terörle özdeşleştirilmesinin zirve noktasını oluşturuyordu. Avrupa’da tarih boyunca Hıristiyanlığın ve haçlı zihniyetinin tesiriyle hep var olan bu korku, zirve yaptığı bu anda ABD’nin küresel hegemonyasını ve yeni planladığı işgallerini meşrulaştırıcı bir işlev görmeye başladı. 11 Eylül ve benzeri olayların İslamofobiyi körüklemek için maksatlı olarak kullanıldığı ve hatta ispat edilememiş olsa da belli odaklarca planlanmış olabileceğini düşünmemek için bir neden yoktur.

Bu böyle olmakla birlikte İslam korkusunun oluşmasında sadece komplo odaklarının sorumlu olduğunu düşünmek için de bir neden yoktur. Yani İslamofobinin oluşmasının tek suçlusu sadece şer odakları değildir. Bunda Müslümanların din ve devlet algılarının ve öteki olarak tanımlanan dünya ile kurulacak ilişkiye bakış açılarının da önemli bir fonksiyonu vardır. İşte biz bu sayıda, bunu masaya yatırmaya çalıştık.

İslamofobi tartışmalarında her şeyin sadece bir komplodan ibaret olduğunu söyleyebilir miyiz? Müslümanların haklarında fobik kanaatler oluşması için karşı tarafa hiç prim vermedikleri söylenebilir mi? Müslümanların yaptıkları her şeyi eşyanın, toplumsal ilişkilerin ve insanın doğasına uygun yaptıkları iddia edilebilir mi? İslamofobinin oluşmasında bizim ne rolümüz vardır? Hangi davranışımız, anlayışımız ve düşüncemiz korku kaynağı olmaktadır?

Müslümanlar kendi bildiklerini ve kendi tecrübelerini, hakikatin yegâne temsilcisi olarak görüp başkalarına karşı gösterdikleri tahammülsüz yaklaşımlarda haklı mıdırlar?

İslam tarihinde, İslam toplumlarında Müslüman olmayanlara gösterilen hoş görüyü, bazen Müslümanların mezhep taassubu ve dine bakış açılarından dolayı birbirlerine göstermemelerinin bugüne tesirleri nelerdir? Müslüman olmasına rağmen dini vecibelerini yerine getirmeyenlere otoritenin baskı yapma hakkı var mıdır?

Tarihte ortaya çıkan yönetimlerde gücü ve otoriteyi övüp yücelten totaliter yapıların; muhalefeti, çok sesliliği, fikir özgürlüğünü ve düşüncelerin açıkça ilan edilmesini yasaklayan ve bunları yok edilmesi gereken birer fitne unsuru kabul eden zihniyetlerinin bu korkuların oluşmasında payı olmamış mıdır?

Adaletin yerine gelmesini katı şeriat kurallarının uygulanmasına indirgeyen, İslam devletinin görevinin halkı zorla İslam’a göre yaşatmak olduğunu düşünen anlayışlar açık birer korku kaynağı değil midir?

İslam devleti denilince dünyayı “darü-l harp, darü-l İslam” gibi işlerliği kalmamış Orta Çağ kavramlarıyla açıklayan bir mantığı dayatan ve vatandaşlarını zimmi oluşlarına veya dinlerine göre birinci sınıf veya ikinci sınıf vatandaş olarak ayırmayı kafasına koymuş algıların karşısında yer alanların, bu tür korkulara kapılması körüklenmiş olmuyor mu?

Müslüman dünyaya tahakküm eden tiranlar; başkalarını, kabul edilemez yaşam tarzlarına uydurmaya çalışan Müslüman “fanatiklerin” insanlar üzerinde oluşturduğu korku ve tedirginlikle varlıklarını meşrulaştırmıyorlar mı?

İslam tarihinin sadece bir işgaller/fetihler ve despot saltanatlar tarihi olarak anlatılması ve Müslümanların gücü tekrar ele geçirdiklerinde geçmişte fethedip de bugün kaybettikleri toprakları tekrar ele geçirme arzularını her fırsatta dile getirmeleri ve şanlı fetihlerine sürekli övgüler düzmeleri, acaba İslamofobinin oluşmasına katkı sağlamamakta mıdır?

İslam’a, Müslümanların değer verdiği şahsiyetlere ve kutsal sayılan her şeye dönük öne sürülen maksatlı ya da maksatsız eleştiri, alay ve düşüncelere tam bir olgunluk içinde, fikre fikirle karşılık verme yöntemi yerine şiddetle ve haddi aşan gösterilerle cevap vermek İslamofobiyi daha da kabartmış olmuyor mu?
Kadının konumu ve kadının İslam toplumlarındaki sosyal statüsü hala bir problem olarak durmuyor mu?

Bu ve benzeri pek çok soru ve sorun çerçevesinde yazar arkadaşlarımız konuyu yazılarında tartışmaya çalıştılar.

Oluşturduğumuz dosyada yakın zamanlarda kaybettiğimiz Muhammed Abid el-Cabiri’nin konuyla ilgili bir yazısına ve Kur’an’daki anahtar siyasi kavramların ortaya konulduğu Manzuriddin Ahmet’e ait bir yazıya yer verdik. Abdulvahhab el-Efendi’nin “İslam devleti” kavramını eleştirmek için yazdığı ve Türkçeye “Nasıl Bir Devlet” adıyla çevrilen kitabının ikinci baskısının önsözünü de tercüme ederek dosyamızda yer verdik. Kitabı tercüme edip ikinci baskısını da yayınlayan İlke Yayıncılık, bizce meçhul bir nedenle bu önsöze kitapta yer vermemiştir. Ancak biz el-Efendi’nin önsözde ortaya koyduğu değerlendirmeleri önemli bulduğumuz için bunu tercüme edip yayınlamayı gerekli gördük.

Tarık Ramazan’la “Pew Forum on Religion & Public Life (Din ve Kamu Hayatı Forumu)” isimli ABD merkezli bir think-tank kuruluşunun düzenlediği bir toplantıda gazetecilerin sorduğu sorulara verdiği cevaplardan oluşan bir söyleşinin tercümesine de sayfalarımızda yer verdik. Ramazan’ın verdiği cevaplar kadar sorulan sorular da, Batılı psikolojiyi ortaya çıkartması bakımından önem taşıyor.

Araştırma-inceleme ve gündem yazılarının yanı sıra konumuzla ilgisi bakımından mutlaka okunması gereken iki kitabın (İslam’da İktidarın Temelleri/Ali Abdurrazık ve Nasıl Bir Devlet/Abdulvahhab el-Efendi) değerlendirmesine ilişkin yazılara da derginin bu sayısında yer verdik.

Aynı sayının devamı niteliğindeki “İktidara gelme yöntemi olarak devrim” konusunu ele alacağımız yeni sayımızda buluşmak ümidiyle muhabbetle kalın.


İrtibat:
www.islamiyorum.com

'Üslup' dergisinin 11.sayısı çıktı

EYLÜL-EKİM 2010, SAYI:11


“Hayat nedir?” sorusuna cevap veremiyorsanız okuduğunuz okulların, aldığınız diplomaların anlamı yok!

Genel kültürünüzün süper olması da kuru kalabalıktan ibaret.
Katlarla, yatlarla dünyanızı kurtarırsınız, fakat ahirete ne kadar faydası olur, bilinmez.

Hasat zamanı gelince elde avuçta bir şeyler kalmazsa ya da unuttuğunuz bazı önemli ayrıntılarla emekleriniz boşa çıkarsa kaybedilen yalnızca ömür olmaz. Ebedi bir hayatın kayıp gitmesi… İşte bizi ciddi bir muhasebeye sevk etmesi gereken bu olmalı.

Dergimiz farklı olmaya devam ediyor. Okuma rahatlığı ve sayfa ferahlığının yanında ilginç konularla sizlere faydalı olmaya çalışıyoruz.

Uzun yaz sıcağına rağmen gayretlerimize ara vermedik.Ağustos ayına rast gelen mübarek günlerde, hayat imtihanında sabır sorularıyla gerçekten zor günler yaşadık.

Hasadın verimli olması, her türlü şartlara uyum sağlamakla mümkün… İnanıyorsak, hasenatı bol ve hamiyetli insanlar olmalıyız.

Geç kalmadan ve inancın ince eleklerini kullanmayı unutmadan, ebedi yarınlar için yaratılışın ne anlama geldiğini bilmek ve öğrenmekle başlayalım ilk derse…
Vira Bismillah… Selam ve dua ile…

İÇİNDEKİLER:

Yılmaz ERDOĞAN: Hasat, Hasenat ve Hamiyet
Ömer Faruk KÖSE: Bir Ömrün Hâsılası
Merve KOÇAK KURT: Zamanıdır Eylül Söz Hasadının
Zehra YÜCEL: Hasat
Osman YILMAZ: Sabırla Çalışmak
Şamil İMAMOĞLU: Harman
Nihat KAÇOĞLU: Şâirler Ağlarsa
Dr. Erol YILMAZ: Bayram ve Değişim
Mustafa ATİŞ: Olur mu?
Enver TURAN: Bende
Ömer GÖK: Sana Geldim
Dr. Mustafa TATCI: Bir Beyit Bir Şerh
Abdurrahman DİKEN: Hakikat
Dr. Erdinç DOĞRU: Nuh (A.S)
Ömer Faruk KÖSE: Furkan
Mehmet Enes BEŞER: Hüzün İnkılâbımız
Hızır İrfan ÖNDER: Bırakma Beni
Meryem KURTMAN: Kader mi Şanssızlık mı?
Abdullah TULUNAY: Mâzi
Nazım’Er TUĞRUL: Film Eleştirisi: “İki Dil Bir Bavul”
Sefa DİKEN: Hayat Hasbihâli
Mahmut HÜNKAROĞLU: Şekeriye Teyze
Abdulkadir SEFİ: Sana
Betül ÖZYURT: Gözün Bende Kalsın
Mücahit AYGÖREN: Lâkin
Burhan KINIK: Bolu’da Yaz Kampı
Emir Can DEMİR: Saatler
Mahir DUMAN: Harman Yeri
Nazım’Er TUĞRUL: Edebiyat Dünyasından
Havva GÜNDAĞ: Kitap Tanıtımları
Yılmaz ERDOĞAN: Konuşan Fotoğraflar

İrtibat:
uslupdergisi@windowslive.com
www.uslup.info

2010-09-14

'Dört Mevsim Niğde' dergisinin 3. sayısı çıktı

Niğde Belediyesi’nin şehrin sosyal, kültür, sanat ve edebiyat dokusuna katkı sağlamak için hazırladığı ‘Dört Mevsim Niğde’ adlı derginin (Yaz 2010)3.sayısı çıktı.

Niğde Belediyesi’nin şehrin sosyal, kültür, sanat ve edebiyat dokusuna katkı sağlamak için hazırladığı ‘Dört Mevsim Niğde’ adlı derginin Yaz sayısı çıktı.
Niğde’nin tarihi ve turistik değerlerinden, türküleri ve şivesi gibi folklorik öğelerine; tarihe mal olmuş ünlü portrelerin hayat hikayelerinden Niğdeli şair ve yazarların şiir, yorum, araştırma ve inceleme gibi edebi eserlerini içeren Dört Mevsim Niğde üç ayda bir yayınlanmaya devam ediyor.

Dört Mevsim Niğde 64 sayfadan oluşuyor. Niğde’nin kültür, tarih, turizm ve edebiyat değerlerini içeren 37 sayfadan sonraki 27 sayfalık bölümde Niğde Belediyesinin hizmetleri yer alıyor.

“Dört Mevsim Niğde” dergisinin dağıtımını Türkiye geneline yapıyor. Niğde’nin daha fazla tanınmasını; kültürel, sosyal, tarihi ve folklorik olarak sahip olduklarının Türkiye genelinde daha fazla bilinmesini hedefleyen Belediyesi “Dört Mevsim Niğde” dergisinin 81 ilin kurum ve bürokratlarına dağıtımını posta yoluyla yapıyor.

Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa, bakanlıklara, valiliklere, üniversitelere, kültür müdürlüklerine, belediyelere, milli eğitim müdürlüklerine ve sivil toplum kuruluşlarına, ulusal basın ve yayın kuruluşlarına, seyahat ve turizm acentelerine dağıtılan “Dört Mevsim Niğde” internet üzerinden de ulaşılabiliniyor.

Belediye Başkanı Akdoğan’ın Niğde’nin “Ufuk Projesi 2023” sunumunun yanı sıra, Muharrem Çiftçibaşı’nın araştırma yazısı “Niğdeli Dondurmacılar”, İsmail Özmel’den Nostaji “Nerde O Eski Düğünler”, Halil İbrahim Tongur’un yorumuyla “Niğde’de Yapılacak 40 Şey”, Muharrem Çiftçibaşı’nın hatıralarından “Sarı Sıcakta Ekin Tarlasında Orak Sallamak”, Osman Aytekin’in araştırması “Gerçek Bir Niğdeli'yi Nasıl Tanırsınız?”, Murat Soyak’ın araştırma yazısı “Ahmet Haşim Niğde’den Bildiriyor”, Halil İbrahim Tongur’un yorumuyla “Niğde Elmasından Başka Elma Yemem”, Fatma Çınar’dan geçmişe yolculuk “Niğde’ye Yolu Düşenler” Murat Akalın’ın kaleminden “Alaaddin Camii Konuştu”, Uğur Arıbaş’ın “Şenlikte Buluşalım” yazısı yer alıyor.

Gökhan Demircioğlu


İrtibat:
www.nigde.bel.tr/

'Tasfiye' 26


Tasfiye 26 | Eylül-Ekim 2010

Şiir
Mahmut Yavuz, “Girdapta Boğulan Çocuk”, 2
Kerim Yusuf “Rejim Tehlikede”, 36
Hermann Krückberg “Okul İçin Üç Şiir”, 58
Serdar Bülent Yılmaz, “Sıkılmış Bir Yumruğun Harmonisi”, 73
Mansur & Assy Rahbâni, “Şehirlerin Çiçeği”, çev: Bülent Şahin Erdeğer, 74
Ahmet Çarpar, “Nokta”, 89
Şahin Gürçay, “Kaybolan Şehir”, 91
Ergün Munduz, “Kaç Kere”, 94

Öykü
Mustafa Başpınar, “Şapka”, 4
Ahmet Örs, “Okul Hikâyeleri”, 8
Caner Arslan, “Vicdan Yahut Vicdan”, 13
Sabiha Çimen, “Sınav Kağıdı İptal”, 14

Söyleşi
Serdar Kaya ile Eğitim Üzerine

Deneme, Eleştiri, Makele, Anı
Beytullah Emrah Önce, “Türkiye’de İktidar, Eğitim ve Resmi İdeolojisi İlişkisi”, 18
Alaattin Uras, “Eğitimi Kurtarmak ya da Okula ‘Lâ’ Demek”, 24
Ahmet Örs, “Ali Emre’nin ‘Nuh’un Dağa Çıkan Oğlu İçin Takdir Belgesi’ Şiiri”, 29
Habil Sağlam, “Sömürgeci/Öğretmen Beyaz Adam: Robinson Crusoe”, 31
Kevser Çakır, “Eğitim Şart Öyle mi?”, 34
Büşra Bulut, “Sistem İçi Eğitimde Zihni Öğütüm ve Alternatif Arayışları”, 37
Rüştü Hacıoğlu, “Endoktrinasyon ve Türkiye’de Toplum Mühendisliği”, 40
Enes Kuşçu, “Sırada Ters Duran Haylaz: Holden Caulfield”, 50
Mehmet Sacit, “12 Eylül Kıskacında Edebiyat Eğitimi”, 53
Emre Karaca, “Dilin Toplumsallığı Üzerine”, 56
Ayşegül Çimen, “Seni Seviyorum ve Yitirilecek Bir Şeyimiz Yok”, 59
Mürşide Gökgöz, “Köy Enstitüleri ve Köy Edebiyatı”, 62
Şehmuz Kurt, “Yaşasın 23 Nisan Direnişimiz”, 65
Taha Yasin Sarı, “Eğitim ve İdeoloji İlişkisi”, 67
Birsen Korkmaz, “Bunun Türkçesi Nedir”, 69
Sacide Uras, “Hayatı Alttan Alan Çocuklar”, 70
Habil Sağlam, “Yol Yapım Çalışmaları”, 75
Ömer Faruk Karagüzel, “Modern Bir Düşünce Olarak Muhafazakârlık-II”, 77
Ahmet Örs, “Saat Tamirhanesinden Yakın Tarih Tanıklığı: Saatçi Musa”, 87
Çetin Yıldırım, “Başka Bir Halkı Ezen Özgür Olamaz”, 90
Mustafa Kıyak, “Bütün Dünya Bilmeli”, 92
Sevgi Engin, “Bir Küçük Kilise Mumu”, 95

'Ayraç' dergisi Türk Romanı ve Modernite dosyasıyla çıktı

Son zamanlarda Ayraç’la ilgili en sık duyduğumuz kelime şu: Ağır. Bunu yer yer bir eleştiri olarak alıyoruz; bazen de bir övgüye dönüşüyor. Herkese hitap eden bir eleştiri dergisinin bu kadar ‘ağır’ olmaması gerektiğini söyleyenler kadar, henüz bir yılını doldurmuş bir derginin böyle ciddi konularda ‘ağır’ dosya konuları kotarabilmesine sevinenler de var. Farklı bir ‘eleştiri dergisi’ çıkarmayı hedeflediğimizi, yeni bir eleştiri tahayyülünü kurmaya çalıştığımızı, eleştirinin sınırlarını genişletmek gibi amaçlarımız olduğunu daha önce de söylemiştik. Bu hususta, mümkün olduğunca seçici olmaya çalışıyoruz. Ancak şunu ifade etmek mümkün: Gelen yazıları iki kritere göre değerlendiriyoruz. Birincisi, Ayraç’ın bir “tahlil ve inceleme” boyutu var. Bunu karşılayacak denli özenli, ele alınan konulara yaklaşımı adına yeni ve farklı yazılar üretmeye çalışıyoruz. İkincisi de, gözden kaçmaması için uğraştığımız bazı kitaplara dikkati çekecek şekilde yazılmış yazıları dergide yayınlayabilmek. Gerek ‘Vitrin’ köşemizde, gerekse bir iki sayfalık kitap tanıtımlarından oluşan yazılarımızda bunu sağlamaya çalışıyoruz. Her iki tarzda yazılara da Ayraç’ın sayfaları açık yani…

Peki, nedir bu ‘ağır’ kelimesinin karşılığı? Türkiye’de kitabı merkeze alan yayıncılık dendiğinde akla gelen ilk örnek, gazetelerin kitap ekleri. Radikal Kitap, Cumhuriyet Kitap, Kitap Zamanı ve daha birçok örnek, güncel kitaplarla ilgili ihtiyacı karşılıyor. Yeni çıkan kitapları takip eden meraklı okurlar, onları da mutlaka takip ediyordur. Ancak iş derinlikli analize ve kitap okumaktan ötede, kitaplar üzerinden tefekkür etmeye yönelenlere yardımcı olmaya geldiğinde, Ayraç gibi yayınlara da ihtiyaç var. İlk sayıdan itibaren akademisyenlerin yer aldığı bir yazar kadrosu var Ayraç’ın. Her biri kendi alanlarıyla ilgili yeni ve farklı ürünleri paylaşıyor okuyucuyla. Felsefe ve edebiyatın derinliklerinde yol almak isteyen okurlarımızdan olumlu tepkiler de alıyoruz. Derginin ‘ağır’lığı da burada yoğunlaşıyor zaten. Birbiriyle ilişkili kitapları merkeze alan, bazen bir ya da birkaç yazarın izinden giden bu tarz tahlil yazıları, en başından beri kurmayı hayal ettiğimiz eleştiri tarzını belirliyor. İki sayı önceki ‘Edebiyatta Suç’ dosyası ve geçen sayıdaki ‘Postmodern Portreler’ bir bakıma bunun işaretleriydi. Ayraç, önümüzdeki sayılarda yine ‘ağır’ dosya konularıyla yola devam edecek.

Kitapların dünyasının yekpare bir karşılığı olmadığını düşünüyoruz. Akademik makalelere sıkışmış bazı fikirlerin, felsefî düşüncenin dar dairesine mahkûm edilmiş bazı kavramların ve edebiyatın pek de konuşulmayan bazı meselelerinin Ayraç’ta yer bulmasını istiyoruz. Bu sayımızdaki dosya yazıları da, bu arzumuzun tezahürü olarak sizleri bekliyor. “Türk Romanı ve Modernite” başlığıyla tasarladığımız dosyada, modern romanın ilki kabul ettiğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar’ı İsa Karaaslan, onu sonralayan isim olarak Yusuf Atılgan’ı Necati Bulut, modern romanın kelime ve kavram dağarcığını zenginleştiren Oğuz Atay’ı Ahmet Bozkurt ve İbrahim Tüzer; modern romana büyülü bir tat katan Hasan Ali Toptaş’ı Günay Güner; Türk romanını ayrıntıya koşturan İhsan Oktay Anar’ı Mehmet Sarı yazdı. Modern romanın sınırlarını, dosyada değindiğimiz yazarların bu sınırlarla ilişkisini ve son olarak modern romanın en güncel temsilcisi olan Orhan Pamuk’u da Enis Batur ile konuştuk. Uzun bir söyleşi olsa da keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

Dergide ilginizi çekeceğini düşündüğümüz diğer yazılar da şöyle: Mukadder Erkan James Joyce’un Ulysses’ini, Enver Gülşen Shakespeare’in Hamlet’ini inceledi. Ahmet Sarı’nın “Kafka’nın Gizli Odaları” başlıklı yazısı, İbrahim Tenekeci’nin “Müslüman Bir Çığlık: Ali Emre ve Şiiri” isimli yazısı ve Ali Görkem Userin’in Mustafa Kutlu’nun son kitabı Zafer Yahut Hiç’e dair yazdığı inceleme, bu sayının yine öne çıkan yazılarından. Yunus Emre Tozal ve Mehmet E. Şimşek “entelektüel” üzerine, Rabia Öter Bernard Shaw’ın Pygmalion isimli eserinden yola çıkarak sosyalizm ve kadın üzerine ve Abdullah Yavuz Altun Bukowski’nin Kasabanın En Güzel Kızı üzerine birer tahlil yazdılar.

Nurullah Turan, Türkiye’de Otantik Felsefe İmkânı’nı, Emre Demir Carriére ve Umberto Eco’nun birlikte yazdığı Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın kitabını, İhsan Tevfik Gazanfer İban’ın Karamanlılar ve Yunan Harfli Türkçe kitabını tahlil etti. Gülşah Elikbank, Fantastik Kitaplar köşesinde J.R.R Tolkien’in Hobbit ve Ursula K.Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü kitaplarını kaleme aldı.

Ayraç İnceleme dosyamızda Funda Edeş’in darbe döneminde toplatılan kitaplarla ilgili “12 Eylül’ün Kelepçeli Kitapları” yazısını ve H. Ömer Özden’in Ramazan Kitapları incelemesini özellikle okumanızı tavsiye ederiz. Ayrıca Suavi Kemal Yazgıç da Mustafa Armağan’ın Türkçe Ezan ve Menderes kitabını yazdı.

Gelecek sayılarımızda görüşmek dileklerimizle,

İyi okumalar…

2010-09-10

Ramazan Bayramı Kutlaması, Referandum ve Dolayısıyla


İstanbul, 8 Eylül 2010

İslâm Milleti, bir ramazan ayını, inancının zirvesinde yaşayarak, kimliğini bir kez daha sağlamlaştırdı, pekiştirdi. Kişi olarak, toplum olarak, millet olarak gerçek din müslümanlığın doğruluğunu, iyiliğini ve güzelliğini ciğerlerimizin bütün gücüyle doya doya solukladık. İslâm, dünya ölçüsünde, somut olarak, yani gözle görülür ve elle tutulur şekilde görüldü, duyuldu ve anlaşıldı. Âdeta, fizik olarak dahi, o, herkese dokundu ve ona da herkes dokundu. Allah’a hamdler olsun.

Ancak, tattığımız bu yüksek ve ulvi duygunun yanında, milletimizin dağınıklığının, İslâm Ülkesi’nin sahipsizliğinin acısını da en yoğun şekilde yüreğimizde hissettik. Bu dağınıklık ve sahipsizlik yüzünden, sel felâketine uğrayan pâkistanlı kardeşlerimize gereken yardım elinin yeterince uzanmaması bizi üzdü ve üzmekte de devam ediyor. Zaten, İslâm Milleti ve Ülkesinin bütün problemleri, aydınlarının derlenip toparlanamaması ve bu sebeple de bir dirilişi gerçekleştirememesi yüzünden çözülemeden sürüp gidiyor.

İslâm Dünyasının yöneticileri ise, gerçek gündemi bir yana bırakıp sun’i gündemle uğraşıyor ve halkı onunla uğraştırıyorlar. İslâm Milleti kendisini bulmasın diye dış güçler tarafından doğrudan ya da dolaylı yoldan telkin edilen gündemlere kapılıp takılıp kalan yönetimler, siyasî partiler ve medya, gerçek diriliş yönünü tıkayan, zaman kaybından başka bir sonuç doğurmayan meşgalelere çaba sarf edip güçlerini ve halkın dayanma gücünü tüketiyorlar.

Memleketimizde de, iki üç aya yakın bir zamandır, Anayasa’da yapılacak değişikliğin halkoyuna sunulması, iktidar ve Meclis’te üyesi bulunan iki parti tarafından, seçim öncesi kıran kırana bir şova dönüştürüldü. Referandumun seçimden farkı unutuldu. Sun’i bir gerginlik doğurularak, her zaman olduğu gibi partileri lehine seçime yönelik bir kazanç sağlamak peşindeler. “Evet” veya “hayır” demeyi neredeyse vatan hainliğine eş bir duruma getirdiler.

İktidar, onu, genel seçim, cumhurbaşkanlığı seçimi ve dolaylı yoldan AB’ye giriş için bir ön onay gibi kullanırken, iktidarların gafleti sebebiyle hiç de hakları olmadığı halde ana muhalefet tahtının demirbaş sahibi haline getirilen parti ve onun destekçisi öbür muhalefet partileri, iktidarı devirmeye bir başlangıç, bir vesile olarak düşündüler.

Amaçları, halkın fikrini almak değil, halka kendi fikir ve emellerini empoze etmektir. Bu sebeple, deveyi pire, pireyi deve yapmaktadırlar. Gerçek gündem, milletin gerçek dertleri unutulmuş, halkın, gece gündüz bu boş laflarla kafası doldurulmuştur.

Bizim bu konuda söyleyeceğimiz şudur: halkımız ve insanlarımız, hür ve serbesttir. Hiç bir partinin, kurumun ve kişinin etkisinde kalmadan, kendi bağımsız iradesiyle kendi tercihini yapacaktır ve zaten yapar. Halkımız, bugüne kadar, politikacılardan, politikayı bir zanaat, bir geçim vasıtası haline getirmiş olanlardan her bakımdan çok ilerde olduğunua bütün seçimlerde isabetli tercihleriyle ispat etmiştir. Halkımız, hep “ehven-i şer”ri tercih etmiştir. Gönül isterdi ki, ehven-i şerri değil, iyinin iyisini tercih etsin. Kuşkusuz, halkımız onu da yapar. Ama, ne yazık ki, o yol kapalıdır. Siyasete, yönetime ve milletin geleceğine gerçek açılımları getirecek gerçek yol kapalıdır. İyiliğin azamisine yol kapalıdır. Halkımıza ancak şerler arasında bir tercih imkânı verilmektedir. O da, bu dar çerçevede gerekeni yapmaktadır.

Referandumu kafanızda büyütmeyiniz. Tercihiniz ne olursa olsun, bir ölçüde o tercih değerlidir ve sonucunu getirecektir. İçerikdeki olumlu noktalar, ne yazık ki, uzun vâdede, AB’ye girme uğruna verilecek tâvizlerin gölgesinde kalmaya mahkûmdur. Denize düşenin yılana sarılması cinsinden bir fikirle, yine Batıcılığın mahsulü olan askerî-bürokratik vesayetten kurtulmak için, kendi sağduyu ve deneyimine güvenmek yerine, AB’ye girmekten başka çare olmadığı iddiası, aklın kabul edeceği bir şey olamaz. Bir ülke, problemlerini kendi zihin, yerli kültür, düşünce ve gelenek imkânlarıyla çözmeli ve aşmalıdır. Batının kendi sorunları için bulduğu çözümlerden yararlanılabilir; ama onlar olduğu gibi alınamaz. Yanlış ilâç, şifa vermez, zehirler. Referandumda karşı karşıya gelmiş, “evet”çi ve “hayır”cı geçinen partilerin hepsi Batıcı partilerdir. Kavgaları, en azından siyasî çıkar kavgasıdır. Son tahlilde hepsi AB cidir.

Kırk yıldır, iktidara gelen bütün partiler ülkeyi AB’ye sokmak için çalışıyorlar. Ama bunu yaparken, halka AB’ye girmek isteyip istemediğini sormayı akıl edememişlerdir. Daha doğrusu akıl etmişlerdir, ama, cesaret edememişlerdir. Halka sorarlarsa, halkın buna “evet” demeyeceğini biliyorlar. Asıl referandum, bu olurdu. Şimdiki referandum nedir ki, bu asıl yapılması gereken referandumun yanında! Ancak, AB ile ilişkileri geri dönülemez noktalara getirdikten, medya ve diğer vasıtalarla halkı iyice hazırladıktan sonra bu referanduma gitme cesaretini gösterecekleri anlaşılıyor.

Osmanlı Devletinde, 1876 yılına kadar, yazılı bir anayasa mevcut değildi. Kişi, toplum ve devlet hayatını Kur’an düzenliyordu. O yıl yapılan Meşrutiyet anayasası da zaten uygulaaz. Böyle bir yama tutmaz. Eskimiş, yıpranmış kumaş yeni yamayı taşıyamaz. Yırtık daha çok büyür. Bir süre sonra, Anayasa’nın toptan yenilenmesi söz konusu olacaktır. Zaten daha önce, bu, söz konusuydu. Yeni anayasa yapılamayınca, küçük çapta böyle bir operasyona girişildi. Ancak bu da derde deva olamayacaktır.

Yeni bir anayasa yapmaya gelince, bu da hemen hemen mümkün değildir. Devreye sokulmayan kendi ruh, düşünce ve mantığımız olmadan, sadece Batı ruhu, kafası ve mantığıyla yapılan anayasalar, milletimizin ihtiyacı olan düzeni sağlayamayacak, bu türlü yeni anayasa yapma girişimleri toplumdaki gerginlikleri arttırmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Ve bir gün anlaşılacaktır ki, yapılacak bütün anayasalar kâğıt üstünde kalmaya mahkûmdur. Önemli olan, zihniyet ve uygulamadır; önemli olan, aydın kadronun, kendi ruhumuz, kendi kültür ve medeniyetimiz, kendi mantığımız, kendi kafamız, kendi zihniyetimiz, kendi ahlâkımız ve kendi felsefemiz ışığında yeni bir düzen kurması için mevcut yasakların kalkması gereğini idrâk etmek ve ona göre hareket etmektir.

Sonuç olarak, halkımızın referandum için sandık başına gitmesi, istediği şekilde ve yönde tercih yapması uygun olur. Ve halkımız bunu yapacak olgunluktadır. Bunun ötesi, abartıdır. Medya ve partizan abartmalarının her türlüsüne kulak asılmamalıdır.

Tüm İslâm Milletinin Ramazan Bayramını kutlar, Pakistan halkına ve diğer zorda kalan kardeşlerimize Allah’tan yardım niyaz eder ve bu vesileyle bütün insanlığa da hakikate kavuşma nasibi, barış ve mutluluklar dileriz.

YÜCE DİRİLİŞ PARTİSİ

GENEL BAŞKANI

A. Sezai KARAKOÇ

Kaynak:
http://yucedirilis.org.tr/

2010-09-08

'Değirmen' dergisi, barış kültürü dosyası çıktı

“Biz insanlar birbirimiz içiniz, birbirimize aitiz. Artık sulh için bir kararda ittifak etmemizin zamanı gelmiştir; artık kümesi iyi tanıyor diye tilki kümese bekçi
yapılmayacaktır. Çektiğimiz bütün cefalardan sonra sulhu konuşmanın,
bir büyük erdeme tekabül ettiğinin gururuyla işe başlayabiliriz. Kavga için her gün yeni fikirler ve yeni zikirler irat edenlerin sulh için neler yaptığına bakmayı unutmamalıyız.

Bunu hakkıyla bir yapalım; bakalım yaş mı kuru mu, bakalım bulanık mı duru
mu? Başımıza geleceğin ne olduğunu Seyrani demiş:
”Ehl-i kemal ile cefa çekmesi
Yeğdir cahil ile safa sürmeden”

Değirmen Dergisi dünyanın her yanında yükselen barış taleplerinin gerçekleşebilmesinin şartlarını- sorunlarını- tehditlerini sorguladığı Barış Kültürü sayısı çıktı.

DEĞİRMEN 22
İçinin İncileri Kırılmış / Mehmet DOĞAN
Bir Ülkede Sosyal Barış Nasıl Temin
Edilir? / Prof. Dr. Ali SEYYAR
BARIŞ - Ütopyadan İdeolojiye Hayalden Gerçeğe / Murat DEMİRCİ
Barış ve Barış Kültürü Üzerine H. Mustafa Açıköz ile Röportaj…
Kim İçin… / Sebahattin KARAKOÇ
Protestan Modernite Çağında Sosyal Barışın Mümkünlüğüne Dair / Ali ÖZTÜRK
Barış Kültürü ve Türk Toplum Sözleşmesi / Yusuf YAVUZYILMAZ
İnsan Kendini Varlıkta Tanır / İsmail SÜPHANDAĞI
Uçurtmanı Al Da Gel! / Murat TAŞ
‘Savaş’ Ve ‘Barış’ın Etimolojisine Dair / Said COŞAR
İmajolojist / Mehmet DOĞAN
Dut / Mehmet AYCI
Akşam Doluyor Gözlerime / Selçuk BEKÂR
Doğunun Şairleri / Mehmet ÖZDEMİR
Aç Kalbini / Evliya ÇELİK
Allı Turnam Var Göç Eyle / Osman ÖCAL
Güneye Doğru / Atıf Emre ÖZDEMİR
Bilginin Kutsalla Barışı / Şeniz YILDIRIMER
Toplumsal ve Uluslararası Barış İçin Adalet / Murat SEZİK
Küresel Barış Kültürü ve İslam / Hasan COŞKUN
Alevîlik-Sünnîlik Bağlamında Toplumsal Barış / İhsan ÜNLÜ
Bir Barış Köprüsü Olarak “Futbol” / Ömer KEMİKSİZ
Türkiye’nin Büyük Barışı - Tehditler- İmkânlar / Rüstem BUDAK
Bir Avuç Güneş / Recep Şükrü GÜNGÖR
Savaştan Dönüyorum; Oğlumun Adı Barış! / Zekeriya MENAK
Barışın Bedeli / Abdurrahim TUFANTOZ
Kardeşlik Bildirisi / Menderes DAŞKIRAN
Kaşgarlı / Özer BURGAZ
İçimdeki Yunus Emre / Osman TUĞLU
İstanbul Rubaileri 1- 2 / Tacettin ŞİMŞEK
Meğer Eriklerin Baharıymışım / İsmail KARAKURT
Gölge / Ali Oğuz İYİDİKER
Sarmaşık / Mehmet BİNBOĞA
Sütre ve İnşirah / Şükrü ÖZMEN
Sevgiye Uçsun / İbrahim AÇILAN
Türkiye’de Sınıfsal Geçişte Eğitimin Rolü / Rüstem BUDAK
Sümmani ve Âşık Edebiyatında Bade / Mehmet ÖZDEMİR
Değirmenden Mektuplar / Mehmet DOĞAN

İletişim:
Tığcılar Mah. Dönergeçit Sok. Altun İş Merkezi No:4 Daire:3 Adapazarı / Sakarya
0505 647 03 25
degirmendergi@gmail.com
www.degirmendergi.com

2010-09-07

'Mostar’dan tüketim kültürüne eleştirel bir bakış

Derginin Eylül sayısında tüketim kültürü masaya yatırılıyor; bu kültürün insanlığı sürüklediği çıkmazlara dair önemli ayrıntılara dikkat çekiliyor.

Mostar, 2010 Eylül tarihli 67. sayısında ana dosya konusunu günümüzün oldukça tartışmalı konularından birisi olan tüketim kültürüne ayırıyor. Eleştirel bir bakışın hâkim olduğu dosyada, tüketim kültürünün nitelikleri ortaya konarak, bu kültürün insanlığı sürüklediği çıkmazlara dair önemli ayrıntılara dikkat çekiliyor. “Kırılamayan kuşatma: Tüketim kültürü” başlığına sahip olan dosyada, “Tüketim kültüründen kanaat kültürüne” başlıklı yazısıyla yer alan Olgun Gündüz, tükettikçe yeniden üretilen kültür olarak tanımladığı tüketim kültürünün, kanaat, muhafaza etmek ve emanete dayalı geleneksel kültürün değerlerinde oluşturduğu tahribata dikkat çekiyor. “Kadim bir sınavın çağdaş adı: Tüketim Kültürü” başlıklı yazısı ile Nazife Şişman, ülkemizde dindarların kendilerine dayatılan aşağı statülerden kurtulmak adına teslim olmaya zorlandıkları tüketim kültürünün zorlamalarını deşifre ediyor. Köksal Alver, içinde bulunduğumuz tüketim çağı ve bu çağın hallerini gösteren bir sembol mekân olarak tanımladığı Alışveriş Merkezleri (AVM)’nden yola çıkarak, bu kültürün getirisi olan mêkan-insan arasındaki karmaşık ilişkiyi sorguluyor. Yine bir başka dosya yazarı olan Hakan Çopur, “Tüketim kültür ve medya” başlıklı yazısında, tüketim kültürünü zihinlerimize görsel ve yazılı bombardımanlarla her an işleyen medyanın, bu kültürün yerleşmesine yaptığı katkıyı irdelerken, “Aşk düşmanı olarak imaj” başlıklı yazısıyla Alper Çeker de tüketimin günümüzde kullanım değeri yerine “imaj”lar üzerinden yürüdüğüne dair önemli bir okuma sunuyor. Dergide dosya konusuyla ilgili olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Arus Yumul ile gerçekleştirilen önemli bir söyleşiye de yer veriliyor. Yumul’a göre “kapitalist sistemin devamı için tüketiyoruz”.

Mostar’ın diğer sayfaları bu ay da oldukça dikkat çekici. M. Mücahit Küçükyılmaz, “Referanduma giderken 12 Eylül’ün hatırlattıkları” başlıklı yazısıyla, son dönemde ülke gündeminin en tartışmalı konusu olan anayasa değişikliği referandumuna dair değerlendirmeler sunarken, Mesut Özcan, “Mavi Marmara’da ikinci raund” başlıklı yazısıyla İsrail’in Mavi Marmara gemisine saldırması sonrası Türkiye’nin ısrarıyla Birleşmiş Milletler’de oluşturulan komisyonun yapacağı çalışmalara değiniyor.

Toplum bölümünde “Gözyaşı ne işe yarar?” başlıklı yazısıyla yer alan Naci Bostancı, ekranlara politikacının aracı olarak yansıyan gözyaşının, rakiplerin polemikçi dilinde nasıl bir manipülasyon aracına dönüştürüldüğünü konu ediniyor. Derginin tarih sayfaları ise Ali Şükrü Çoruk’un “Osmanlı sarayında bayram”, Önder Kaya’nın “İstanbul’dan Venedik’e Hipodrom’un Atları”, Sinan Ceco’nun “170 yıllık gravürdeki sır” ve Yakup Öztürk’ün “Evliya Çelebi’nin izinde: Rumelihisarı’ndan Rumelifeneri’ne” başlıklı yazılarıyla zengin bir tarih okuması sunuyor.

Bunların dışında “Muhafazakâr best-seller” isimli yazısıyla Edebiyat Gündemi’ne ışık tutan Celil Civan ve “Mustafa Kutlu’nun yeni paltosu” başlıklı yazısıyla Said Yavuz derginin Kitap bölümüne katkıda bulunuyorlar.

Dergi, yer verdiği diğer yazı ve yorumlarıyla da okura zengin bir okuma imkânı sunuyor.

2010-09-06

165. 'Hece'

EDEBİYAT GÜNDEMİ

Süleyman Ceran/Zincirleme İletişimKazası: Babil 3

Âtıf Bedir/Şehri Bekleyen Şair; Ömer Erinç'le Söyleşi:... 6



TAKİP MESAFESİ

Hayriye Ünal/Don Juan'dan Şair 13

Yazıyla Bir Şair/Hüseyin Atlansoy/Dili Tuz Bir Şair: Biricik E. Doğan 15

Sayıyla 1 Dergi/Sonat Dergisi Dolayısıyla Majör Şiire Karşı 16

Geçmişten Geçmemişten 18



Hasan Aycın/Çizgi 19

Hüseyin Atlansoy/Arjantin 20

Hüseyin Atlansoy/Diyaloglar 21

Ömer Aksay/Yuhalanan Takımdaki Yahuda İçin... 22

Mustafa Köneçoğlu/Rövanş 26

İdris Ekinci/Contre-Pied 27

Hasan Yurtoğlu/Taziye 29

Cafer Keklikçi/Hazır Revizyon 31

Gökhan Arslan/Büyük Yenilgi 32

Mustafa Celep/Yunus Emre Şiiri 33

Şenol Korkut /Mavi Marmara 37

Ercan Y. Yılmaz/Mutlu Ölmek 38

Mehmet Akdağ/Kaşık 39

Sümeyye Betül Karakaya/Son Yirmilik 41

Adonis/Kudüs Konçertosu-1 43

Yunus Develi/Firenk Havası-XIV Bir Paris Macerası 48

Hilmi Uçan/Diplomatik Söylemler/Diplomatik Eşler ve Bir Değişim... 51

Muharrem Sevil/Ay-Rı 56

Ayşe Şener /Dağ Rüzgârları Vicdanın Sesi 59

Lütfi Bergen/Batı Edebiyatında "Dönüşüm" 63



DOSYA

LİSÂN-I ERÂZİL: ARGO-1

Kenan Çağan/Konvansiyonel Bir Dil Olarak Argo: Bir İmkân mı, Tehdit mi? 72

Mustafa Zeki Çıraklı/Çoksesli Söylemin İnşası ve İfşası: Mikhail
Bakhtin ve Argo 79

Ali Emre/Argo ve Hiciv 85

Ali K. Metin/Argonun Şiiri veya Basitliğin Ötesi 95

Cihat Duman/Bozuk Ağzın Şiiri ya da Şiirin Vesikalı Baldızı: Argo 99

Necati Mert/Sansür ve Dil yahut Dili Sahibinden Esirgemek 108

Michael Adams/Öne Çıkanlar 112



T. S. Eliot/Şiirin Üç Sesi1- I 120

Mustafa Şerif Onaran/O Gizli Gömü 128

Hatice Bildirici/Tene Yazılan Ayetler 132

Asım Öz/Şeyda Başlı ile Osmanlı Romanı Üzerine Söyleşi 137



KİTAPLIK

Âtıf Bedir/Tahammül Şeridi 152

Ayşe Değerli/ Ya da Pişman Değilim 153

Âtıf Bedir/Bütün Cemreler Düştü mü Çocuklar? 155

Emre Er/Arifler ve Olağanüstü Hadiselerin Sırları 156

Yusuf Turan Günaydın/Şiirler I-IV 156

2010-09-05

'Yüzakı' dergisi

Bayram; sevincin, neşenin, huzurun kısacası güzelliklerin resmigeçit yaptığı özel günler…

Öyle ki «bayram etmek» sevinmek mânâsına da gelir olmuş.

Herkes ister sevinmeyi, hayatın yorucu temposundan bir mola fırsatı ile kaçmayı; hediye almayı, hediye vermeyi, kendine, yakınlarına yeni birer kıyafet almayı…

Bunda bir sıkıntı yok… Hele bir aylık nefis terbiyesi kampından, Ramazan mektebinden başarıyla mezun olanlar elbette, sevinmeye, ferahlamaya, dinlenmeye hak sahibi…

Fakat bir şartla…

O, îmânın kemâlini belirleyen ölçü:

“Kendiniz için istediğinizi kardeşiniz için de istemedikçe îmân etmiş olmazsınız!”

O hâlde bayram sevincini yaşamak için şart;

Mahzun gönüllerin, muzdarip yüreklerin, çaresizlerin, kimsesizlerin, yalnızların da sizinle/bizimle bayram etmesi…

Çocuklarımızı sevindirirken, kendilerini sevindirecek bir anneden mahrum öksüzleri, bir babadan mahrum yetimleri hatırlamak şartı karşımıza dikilmeli…

Hangi birine yetişeceğim mazeretlerine aldırmadan, yetişebileceğinden mes’ul olduğunun şuurunda…

Ramazân-ı şerîfin cehennem azâbından âzad eden günleri, kadir gecesinin bir ömürlük feyizli nefesi ve bayramın, paylaşıldıkça çoğalan sevincine şahit olacağımız Eylül ayında dosya konumuz olarak, «Bayram ve Beşerî Münasebetlerimiz» mevzuunu seçtik.

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ; dertsiz, çilesiz, ıstırapsız geçmesi mümkün olmayan dünya harmanında, gönüllere bir teneffüs, bir devâ olarak tarif ettiği bayramın, akla ilk önce mahzun gönülleri, muzdarip yürekleri, çaresizleri, kimsesizleri ve yalnızları getirmesi gerektiğini yazdı. Bu mahrumiyetlerin mânevî olanına da bilhassa dikkat çekilen yazıda, başlıkta çağrımız var:

«Mahzun Gönüller, Muzdarip Yürekler, Çaresizler, Kimsesizler, Yalnızlar…

SİZİNLE BAYRAM ETSİN»

Mustafa KÜÇÜKAŞCI; toplumun dokusunu oluşturan akrabalık, komşuluk, hemşehrilik, soy ve din birliğinin gördüğü tahribatı, son ayların terör gündemiyle ele aldı. Yard. Doç. Dr. Harun ÖĞMÜŞ, dînimizin içtimâî yapıya yaptığı vurguyu yazdı. Ayla AĞABEGÜM, Ramazan sofralarından hareket ederek bir muhasebeye çağırıyor bizi.

İrfan ÖZTÜRK, yetim sevindirmenin fazîletini ilgi çekici kıssalarla işledi. Sadettin KAPLAN ise her bayram Bayram’ını bekleyen bir «gelin»in hikâyesiyle dergimizde. H. Kübra ERGİN bayrama, müslüman takviminin bir hikmeti açısından yaklaşırken; Aynur TUTKUN, bayramların bencillikle tatile dönüştürülmesini tenkit eden bir yazı kaleme aldı.

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, «Tarihin Şahit Olduğu En İdeal Toplum Asr-ı Saâdet Huzur Toplumu» başlıklı makalede, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yetiştirdiği müstesnâ cemiyetin ölçülerini anlattı.

Abdullah İbn-i Revâha -radıyallâhu anh-, Sâbit bin Eslem el-Bünânî, Cengiz ve Hülâgû Han, Kösem Sultan dergimizde karşılaşacağınız sîmâlar…

Bayram sevinci var elbette şiirlerde de…

Bayramı bayram yapacak merhamet, şefkat ve muhabbeti, mısra mısra işleyen, dokunaklı şiirler… Muhabbetin, merhametin, şefkatin deli-dîvânesi olduğumuzda, toplumumuzda her gün bayram olmaz mı?

Muhabbetle…

Yüzakıyla…

'Bizim Külliye' dergisinin 45.sayısı çıktı

Muhterem Okurlar,
Bu sayımızın belirlenmiş bir konusu yok. İstedik ki yazarlarımız, şairlerimiz; köyünde, yaylasında, sahil kenarlarında tatlı esintilerle baş başa kalsınlar. Onları herhangi bir konuya yönlendirip can sıkıntısı peydahlamayalım. Biz de merceğimizi artık birçok ilimizde gerçekleştirilen şiir şölenlerine tutalım. Türkçe şenliği olarak algıladığımız Elazığ’da Hazar Şiir Akşamları’na, Sakarya’da Sapanca Şiir Akşamları’na, Bayburt’ta Dede Korkut Kültür ve Sanat Şöleni’ne bu niyetle katıldık. Oralarda gördüklerimizi, hissettiklerimizi yazdık..

Şiir Akşamları olacak da “Miskin kul Hoca Ahmet, yedi atana rahmet,/ Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi” diyen inancımızın ve Türkçemizin kıymetlisi Hoca Ahmet Yesevi, hatırlanmayacak! Olur mu? Dört yazarımız –Alimbay Botakaraev, Necdet Tosun, Hayati Bice, Necati Kanter- Yesevi’yi ve Yesevi’nin hoşgörüsünü anlattılar.

Şiirimizin ve zihin dünyamızın mihenk taşlarından Hilmi Yavuz ile “Edebiyat”, Alman Prof. Dr. Armin Burckhardt ile “Dil” üzerine, küçük bir söyleşi yaptık.

Evet, bu sayımızda belirlenmiş bir konu yok, ama konularımız arasında kopukluk da yok. İnancımızın, kültürümüzün mevzularını ince bir damarla elden ele, dilden dile aktarmaya çalıştık. Bütünlük kendiliğinden oluştu: Nazım Payam; Ses ve Yaz, Fırat Kızıltuğ; Kopuz Coğrafyası ve Musikimiz, Mustafa Miyasoğlu; Mimar Sinan’ın Dünyası, Mahir Adıbeş; Ayakları Mühürlü Atlar, Ünal Taşkın; Argamak, İhsan Yaşa; Türkülerde Sağlık Temaları, Ömer Kemiksiz; Ramazanda Çocuk Olmak üzerine düşüncelerini belirttiler.

Ayrıca yazarlarımızın, şairlerimizin yeni çıkan kitaplarına dair okuma notları, incelemeler…

Hikâyesiz, şiirsiz edebiyat dergisi olur mu? Ümit Fehmi Sorgunlu ve İmdat Avşar’ın hikâyelerini, Nurettin Durman, Abdullah Satoğlu, Yusuf Dursun, Süleyman Daşdağ, Gökşad Özkaynar ve Ömer Demirbağ’ın şiirlerini zevkle okuyacağınıza inanıyoruz.
Gelecek sayımızın dosya konusu: Edebiyat ve felsefe ilişkisi.

Nice bayramlarda buluşmak dileğiyle hoşça kalınız.

Nazım Payam

'Dil ve Edebiyat' dergisinin 21. sayısı çıktı

“Gül alırlar, gül satarlar/ Gülden terazi tutarlar/ Gülü gül ile tartarlar/ Çarşı pazar güldür, Gül…” Dil ve Edebiyat dergisinin editörü Mehmet Kamil Berse, bu şiirden yola çıkarak içinde bulunduğumuz ramazan ayını Gülistan Bağı'na (Bagh-e Gulistan) benzetiyor. Kur’an-ı Kerim’in ilk ayetinin, “Oku” emri ile başladığını ancak günümüz Müslüman’ının bu emre yeteri kadar uymadığını belirterek; bayram günlerinde uyguladığımız, çocuklara bahşiş geleneğimizi, bayram bahşişi ile beraber şeker tadında bayram hediyesi kitaplar vermemizi öneriyor. Çocuklara verilecek en güzel hediyenin kitap olduğunu, bugünün güzel çocuklarının böylece geleceğin güzel insanları olacağını vurguluyor, okuyucuların bayramlarını kutluyor.

Aynı yönde bir önermeyi de “Şeker tadında kitaplar” başlığı ile Recep Garip’in makalesinde görüyoruz.

Dergide ayın dosyası, “Söz Meydanının Usta Binicisi; Nef’î “ başlığı ile Prof.Dr.Muhsin Macit tarafından kaleme alınmış.

Derginin editörü ve seyyahı Mehmet Kamil Berse, bu sayıda Kuzey Kıbrıs’ı ilginç yönleriyle tanıtıyor.

Derginin Türk dili konusundaki önemli yazarlarından biri Prof. Dr. Hamza Zülfikar'ın bu sayıdaki makalesi, ”Türkçeye ilişkin neler söylendi neler yazıldı” başlığında veriliyor. Prof. Dr. Nevzat Gözaydın, ” İlköğretimde Soyut ve Somut Kavramların Öğretilmesi”ni kaleme almış . Prof. Dr Hikmet Özdemir, “Ramazannameler” başlığı ile Ramazan-ı şerif edebiyatından örnekler veriyor. ”Yayın Dilinde Ölçünlülük”, Şener Mete’nin meslek bazında kaleme aldığı ilginç makalesi. Oğuz Çetinoğlu ve M.Şadi Polat istikrarlı bir şekilde eski dergilerimizi tanıtmaya devam ediyor, bu sayıda Ma’lumat Mecmuası tanıtılmış. Vefat ettikleri ayda anılmak üzere; Ali Nihat Tarlan’ı Prof Dr Azmi Bilgin, Şinasi’yi Yrd. Doç. Dr. Şecaattin Tural, Ahmet Rasim’i Zerrin Özalp, Mustafa Esat Düzgünman’ı Mehmet Nuri Yardım kaleme almış. Doç. Dr. Okan Bölükbaşı, “Ribot kanunu” adlı yazısı ile tıp doktorlarının her lisandan bir şeyler bilmeleri konusunda örneklemeler yapıyor. Recep Garip, Kâmil Uğurlu, Prof. Dr. Mahmut Kaya, Sadettin Kaplan, Cafer Petek ve Semra Bilgin şiirleri; Sinan Yıldız, Sadettin Kaplan , Cüneyt Gündoğdu ve Zehra Beyhan hikâye ve denemeleri ile Murat Oktay’ın Yayın Dünyasından tanıtımları, Uğur Aydın'dan sergi tanıtımı, derginin eylül sayısında renkli ve dolu bir şekilde verilmiş.

Ğ dergisi, bir edebiyat eylemi

Ğ dergisi, dört aylık bir aradan sonra okuruyla yeniden buluşmanın heyecanını yaşıyor. Alışılmış tasarımındaki değişiklikle yepyeni bir çehre kazanan Ğ dergisinde başka güzel değişiklikler de göze çarpıyor. Yedi sayı boyunca kapaklarında ustaların sözlerine yer veren, iç sayfalarda ise kapağa taşınan kişi ve eserleri hakkında yazılar yayımlayan Ğ ekibi, 8. Sayının kapağına aynı zamanda derginin çizeri de olan genç bir şairin, Kadir Yanaç’ın bir dizesini taşımış. İki şiir ve kendisiyle yapılmış bir söyleşiyle Kadir Yanaç, söylediklerine göre hemen her sayıda verecekleri “kurbanların” yalnızca ilki. Genç şairin sözüne kulak verin.

Eylül Ekim (8. sayı) sayısında “Edebi Cemaatler” başlıklı bir soruşturma yapılarak; Abdulbaki Akpınar,A.Adnan Dizer, Ali Celep, Ayşegül Tözeren, Celal Fedai, Gökhan Arslan, Hakan Arslanbenzer, Murat Üstübal, Osman Konuk ve Selman Bayer’in görüşlerine başvurulmuş.

Her sayısında ilk sayısını yayımlayan bir dergiyle söyleşi yaparak yeni bir derginin tanıtımına ve dergiyi tanımaya çalışan Ğ’nin bu sayıdaki konuğu İskele dergisi. Söyleşiyi yapan her zamanki gibi M.Fatih Kutan.

Avusturya’lı şair Hugo Von Hofmannsthal’ın şiir ve nesirlerinden yapılan çevirilere bu sayıda da devam edilmiş. Dağ Köyü isimli anlatıyı Mehmet Kandemir, Sergüzeşt(Erlebnis) isimli şiiri ise Elif Zehra Kandemir çevirmiş.

ŞİİRLER:

Çarpılmış Bir Kitaptan Çöküntüler – Cihat Duman

Küçük Küçük İtirazlar – Enes Malikoğlu

İvedi Secde – Elif Zehra Kandemir

Hatalı Sevişme – Kadir Yanaç

Kahkaha Efekti – Kadir Yanaç

Ben ve Şehir – Murat Ekinci

Dil – Oğuzhan Demir

Kof Aklın Eleştirisi – Selman Bayer

Divana Giriş – Yavuz Türk

NESİRLER:

Ruzname – Abdullah Faruk Gönüllü

Serçeler Diyorum – Ahmet Büke

Örtü – Akif Hasan Kaya

Keyfe Kader Kahvesi – Aykut Ertuğrul

Akvaryumda Bir Ebleh – Banu Kaba

Kısmet Kıraathanesi’nden Go§ip Kafe’ye Bir Başarı Öyküsü – Mustafa Çevikdoğan

Birinci Mektup – Yahya Kurtkaya

Ğ dergisi verilen iki aylık arayı “Ğ Tatilde” diye duyurmuştu. Anlaşılan tatilde iyi dinlenmiş, iyi çalışmışlar, kaçırılmayacak bir sayı huzurlarınızda. Ğ’ye hoş gelişler, okurlarına hayırlar olsun.

'Yedi İklim' 246


Yedi İklim 246, Eylül 2010

Yedi İklim, içinde bulunduğumuz mübarek günleri taçlandıran bayramı konu edinen bir başyazı ile merhaba diyor okuyucusuna.

Yedi İklim dergisi, bu sayısında 2000 kuşağının önde gelen genç şairi Zafer Acar’a Hamse dolayısıyla bir dosya hazırlamış. Dosya Aykut Nasip Kelebek’in, şairle gerçekleştirdiği bir söyleşiyle açılıyor. Söyleşinin devam edeceği bildirilmiş. Dosyada Mehmet Özger’in, Yunus Emre Özsaray’ın, Yeprem Türk’ün ve Aykut Nasip Kelebek’in birer yazısı bulunuyor. Özellikle Özsaray’ın ve Özger’in yazıları şairin şiirine yeni açılımlar getiren emek ürünü yazılar. Şairin kitabından kimi mısralarda Mustafa Cemil Efe tarafından seperatör haline getirilmiş.

Geçen sayıda olduğu gibi bu sayıda da şiir yoğunluğu göze çarpıyor. Bu ayın şairleri Kâmil Eşfak Berki, Osman Serhat, Nurettin Durman, Mehmet Özger, Habil Tecimen, Mustafa Uçurum, Hüseyin Karacalar, Fatih Demirel, Hacer Akıcı, Mehmet Sarı, Bilal Yavuz, Ayhan Emir Yolcu, Halil Güler, Mehmet Arıcı ve Talha Aydın. Talha Aydın’ın ilköğretim 5. sınıf öğrencisi olduğunu belirtelim.

Çizgi ustası Hasan Aycın bir çizgi ile Mustafa Cemil Efe de bir hat ile katkıda bulunmuşlar bu sayıya. Diğer taraftan, Hasan Aycın İslam tarihinden kimi sayfaları hikâyeleştirmeye devam ediyor. Bu metinlerin bir kitap olmasını temenni ediyoruz. Mustafa Cemil Efe ise, bu sayıda İsmail Hakkı Altunbezer’i tanıtmış okuyucuya. Bu yazıların da bir kitap olmasını diliyoruz.

Osman Bayraktar, Yaşantılar’ını yazmaya devam ediyor. Son üç sayıdır, Kâbe, hac ve umre üzerine yazıyor Bayraktar. Kutlu Ev’e yaptığı yolculuktan esinlenerek. Edebiyatımızda bu tarz metinlerin artarak devam etmesini arzu ediyoruz.

Bu sayının öykücüleri ise Ali Haydar Haksal, Cemal Şakar, Kadir Tanır, Meral Afacan Bayrak ve İsmail Demirel.

Uzun zamandır dergide adına rastlayamadığımız Fatma Rânâ Çerçi iki yazıyla katılmış bu sayıya. Yazıların ilki, Erzurum’un eskimeyen ramazanlarına dair, ikincisi ise Kayıp Gül romanı üzerine bir değini. Değinilerin bir diğer ismi ise Mustafa Uçurum. Uçurum, Mehmet Aycı şiirini değerlendirmiş son kitapları üzerinden.

Yedi İklim’in devam ede gelen dosyası, eski yazı okumaları bu sayı da devam ediyor: Vezaifü’l-İnas.

Bu sayı ile dergi bir yıllık dönemini tamamlıyor ve yeni bir cilde başlıyor. Bu münasebetle bir yılın indeksi hazırlanmış Yasir Vurgun tarafından.

Hayırlı Ramazanlar
Hayırlı okumalar.
Hayırlı bayramlar…




Dergi iletişim:

0 216 399 19 14
0 216 352 49 77

yediiklim@yahoo.com
yediiklimeditor@yahoo.com

2010-09-03

'Temrin' dergisinin 29.sayısı

Eylül 2010, Sayı:29

Temrin, yeni yayın dönemine yenilenen güçlü kadrosu ve yazarlarıyla giriyor. İlk kez kendi hacmimizi aşan özel sayımız, yaza girerken oldukça dikkat çekti ve ilgi gördü. Derginin kadrosundaki değişiklikleri jenerik kısmında görebilirsiniz. Yeni görev alan arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz. Yazıları ve şiirleri bundan böyle daha ince elekten geçirerek dergiye koyacağız. Daha önce söylediğimiz teşvik amaçlı bir iki yazı ve şiir yine olacak. Çünkü Temrin, okul kimliğiyle tanındı. Ülke genelinden çalışma gönderen onlarca kişinin, gönderdikleri çalışmalara cevap beklemelerini görmezden gelemeyiz. Her yıl yetiştirdiği kalemlerden kendi kadrosuna yenilerini ekleyen Temrin, bu görevini yeni yılda da devam ettirecek. Ne var ki bundan böyle artık yeni kalemler değil ustalar ağırlıkta olacak. Böylece Temrin, isminin içini doldurmuş olacak. Bu sayımızdaki şiirler, yeni yıla girerken çıtayı yükselttiğimizin en açık işaretidir. Bu sayıda birbirinden güzel şiirler okuyacaksınız. Arzu Eşbah, Fatih Yavuz Çiçek, Ebru M. Kayır ve Sümeyye Şeker dergide ilk kez şiirleri yayınlanan arkadaşlarımız. Bundan böyle onlardan daha güzel şiirler okuyacaksınız. Kadir Korkut, artık Temrin okurlarının tanıdığı bir isim. Yeni şiirini okurlarıyla buluşturuyoruz. Murat Çelik gelecek vaad eden genç bir arkadaşımız. Daha önce öyküsüyle okurların karşısına çıkmıştı, bu kez de bir şiiriyle okura sesleniyor. İbrahim Türkhan, Kırgız şairlerinden yaptığı çeviri şiirlerle Temrin okurunun aşina olduğu bir isim. Şeref Yılmaz da, alışılmışın dışında bir şiirini okurla buluşturuyor. Bu sayının yazarları şöyle: Mehmet Öztunç, daha önce okurun aşina olduğu bir isim. Bu sayıda Cengiz Aytmatov hakkında önemli bir değerlendirmesiyle okurun karşısına çıkıyor. Harun Atak, 2009 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü almıştı. Nerval hakkında önemli bir yazısını ilk kez Temrin okuruyla buluşturuyoruz. Dergimizin kadrosundan olan Tülay Berberoğlu mütevazı ama içten bir yazıyla bu sayıda yer aldı. Yıldız Ramazanoğlu, yaza girmeden ilk yazısını Temrin okurlarıyla buluşturmuştu. Yaz arkasından bir öyküyle Temrin okuruna karşı vefasını göstermiş oldu. Ramazanoğlu’nun yazıları devam edecek. Yazya Ektiren, bir yıldır emek verdiğimiz bir kalem. Toprak altında uzun süre bekleyen Çin bambuları gibi bir yıldır yazdıklarını silmekle, düzeltmekle, yırtmakla meşguldü. İlk kez bir öyküsüyle görücüye çıkıyor. Öykünün iyi bir yerde durduğunu okuyunca siz de göreceksiniz. Hüseyin Kaya, ilk kez bir denemesini okurla buluşturmuş oldu. Bu Hüseyin Kaya’yı, derginin yeni yılda yayın yönetmenliğini üstlenen V. Hüseyin Kaya ile karıştırmamak gerekir. Hüseyin Kaya daha önce Sivas’ta Sühan dergisini çıkarmıştı. Denemesini keyifle okuyacaksınız. Cansaran Kızıltaş, dergimizin kadrosunda bulunan bir isim. Yeni bir yazısını okurla buluşturuyor. Eylül Başak, daha önce birkaç kere öykü ile okurun karşısına çıktı, bu kez bir değerlendirme yazısı ile okura sesleniyor. Bilal Can da İsmet Özel’e dair bir tanıtım yazısı ile ilk kez okurun karşısına çıkıyor. Tahsin Yıldırım, araştırmacı kimliğiyle sağlam yerde duran bir kalem. Tevfik Fikret’te Ezan temalı önemli bir yazısını okurla buluşturuyoruz. Kazan Tatarlarından profesör doktor Hatip Minnigulov, Kazan Tatarlarında İstanbul sevgisine dair bu önemli yazıyı, İstanbul’un da kültür başkenti olması dolayısıyla, Temrin okurları için kaleme aldı. Nihan Işıker, yeni yayın yılında editörlük görevini üstlendi. Geçtiğimiz yıl Genel Koordinatörlük görevini başarıyla yerine getiren Işıker, bu sene görevi gereği yazının daha çok içinde olacak. Aynı zamanda Temrin’in kapak resimlerini yapan Nihan Işıker, bu sayıda önemli bir isimle röportaj yaptı. Hırvatistan/Zagreb’de Türkoloji Bölümü’nün kurucusu olan ve babası sayılan değerli Türkolog Ekrem Çavuşeviç ile yapılan röportajı dikkatle okumanızı öneriyoruz. Sıddık Akbayır, Temrin okurunun artık yakından tanıdığı bir isim. Onun portre yazıları Temrin okurları tarafından dikkatle takip ediliyor. Bu sayıda Mustafa Kutlu’yu ele alan yeni bir yazısını okuyacaksınız. Ayşenur Sır, ilk kez “Toprak Özel Sayısı”ndaki yazısıyla Temrin okuruna seslendi. Aynı özel sayıda hem röportaj yaptı hem yazı yazdı. Uşak Üniversitesi’nde yardımcı doçent doktor olan Ayşenur Sır, bundan sonra da yazılarıyla Temrin okuruna seslenmeye devam edecek. Daha önce Nasreddin Hoca ve Toprak özel sayılarımıza yazılarıyla katkıda bulunan Zülfikâr Bayraktar, bu sayımızda da önemli bir konu ile okura sesleniyor. Türk edebiyatında pek ele alınmayan “Levantenler” konusunu işleyen bu yazıyı dikkatle okumanızı öneriyoruz. Son olarak “devran” köşemizi de bundan böyle Seda Ülke hazırlayacak. Temrin, dolu değil dopdolu bir sayı ile sizlerin karşısına çıktı. Yeni yayın döneminin iyilikler getirmesini diliyoruz.

2010-09-02

Yücel Çakmaklı’ya yakıştı

Yücel Çakmaklı Sanat Merkezi, eğitim anlayışı ve 2 aylık dergisiyle kültür sanat dünyasına taze kan getireceğinin işaretlerini veriyor…

İstanbul’da, Bayrampaşa Belediyesi bir kültür merkezine onun ismini vermişti. Şimdi de Ankara’da bir sanat merkezi, Yücel Çakmaklı ismini taşıyor.

Yücel Çakmaklı Sanat Merkezi, adını taşıdığı büyük ustanın insanın tabii bünyesindeki sanat tarafını yücelten hasbî emeklerinin güzel bir yansıması. Sanat Merkezi, eğitim faaliyetlerini desteklemek ve sinema sektörüne yeni senaristler kazandırmak amacıyla bir de Yazı Atölyesi adını verdiği 2 ayda bir çıkacak bir dergiyle çalışmalarını renklendirmeyi düşünmüş.

Baskı tarihini Çakmaklı’nın vefat günü olan 23 Ağustos’a denk düşüren derginin ilk sayısı usta yönetmenin sanat anlayışı, sinema felsefesi ve Milli Sinema akımıyla ilgili görüş ve düşüncelerine ayrılmış. Talip Işık’ın yayın yönetmenliğinde hazırlanan derginin ilk sayısında yazı, şiir, öykü, roman ve röportajlarıyla farklı simalar gözlenirken Fatih Bayhan, Kamil Yeşil, Yaşar iliksiz, Cevat Akkanat gibi medya dünyasından tanıdığımız isimler de köşelerini almış.

Dergi, Ankara Dikmen Vadisi-2 Kompleks Kültür Merkezi’nde yer alan Yücel Çakmaklı Sanat Merkezi Çankaya-Ankara adresinden ücretsiz temin edilebiliyor. Kısa bir süre sonra ycsm@mynet.com internet adresinden de bu güzel amaçlı umut veren sanat merkeziyle ilgili haberlere ulaşılabilecek.

ÇSM'ye ve Yazı Atölyesi'ne emeği geçenleri kutluyor, değişen dünyada yeniden kendisi gibi kalarak bir yer edinmeye çalışan Türkiye profiline orijinal çizgiler katmasını diliyoruz.

Merkez'in, İstanbul'da Yenilmez Sanat Merkezi'ne de selam çakacak şekilde bir şubesi; hoş olmaz mı?


A.Kerim Sencer


www.haberkultur.net

2010-09-01

'Kitap-lık' dergisi

Sayı: 141 / Eylül 2010

“Eğer Walser dünyayı yönetenler arasında yer alsaydı, artık savaş çıkmaz, onu yüz bir kişi okusa, dünya daha yaşanası bir yer olurdu.”
(Hermann Hesse)
“Peri masallarının bittiği yerde, Walser başlar.” “O, Franz Kafka’nın en sevdiği yazarlardan biridir.” (Walter Benjamin)
“Walser’in sanatının ahlaki temelinde güce ve hakimiyete karşı gelme yatıyor. Gerçekten muhteşem ve yürek paralayan bir yazar.”
(Susan Sontag)
“Walser kadar özgün bir karakteri hiçbir edebiyatçı yaratamazdı.”
(Elias Canetti)

Türkçede 2007 yılında yayımlanan Jakob von Gunten adlı romanıyla bilinen, henüz başka kitabı çevrilmeyen, İsviçre doğumlu Robert Walser (1878-1956), iktidarın bütün kurumlarıyla şaha kalktığı modern zamanların egemenliği karşısında, aklını yırtarak özgürlük bayrağını çeken belki de en sert yazarlardandı.

Oğuz Demiralp’in gönderdiği yazı, bu özgün yazarı geniş çerçeveli bir dosyayla anma isteği uyandırdı. Münir Göle’nin seçtiği yazıların çevrilmesiyle hem Babil Kulesi’ni yedeğe çekmemiz, hem de sayfa sayısını artırmamız gerekti...
Albert Camus, Refik Halid Karay 2010’un son dosya konuları.

İki ay önce, Füsun Akatlı’yı yitirdik. Akatlı, yazınımızın son kırk yılında varlığını hep duyurdu. Yazın üstüne yorum üreten, yazar-metin-okur eşkenar üçgenini eleştirel yazılarının ekseninde ustalıkla gezdiren, yazınsal dille düşünsel dil arasındaki serbest bölgede sözünü gövertendi. Öykü odağında yazına ince ayar verebilen; hızla yozlaşan, çoraklaşan yazın evreninde direnme kültürü yaratan, sayısı azaldıkça azalan has yazarlardandı – Türkçenin gücünü, derinliğini, sıcaklığını, tınısını, tadını duyurma uğraşı da cabası.

Füsun Akatlı deyince kuşkusuz Bilge Karasu akla geliyor: Metis Yayınları, Süha Oğuzertem yönetiminde “Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Dizisi” başlattı. Dizinin ilk iki kitabı Reyhan Tutumlu’nun Yaşamasız Yazabilmek: Vüs’at O. Bener’in Yapıtlarına Anlatıbilimsel Bir Yaklaşım ile Jale Özata Dirlikyapan’ın Kabuğunu Kıran Hikâye: Türk Öykücülüğünde 1950 Kuşağı adlı çalışmaları oldu.

Kitap yapraklarının gölgesinde kalınız.

Murat Yalçın

İçindekiler

ŞİİR
Güngör Tekçe - Bir Karınca Hızında
Nihat Ziyalan - Sydney’de
Mehmet Mümtaz Tuzcu - Ada
Mehmet Müfit - Kelebek Tanrılarının Ölüm Oyunları, Genç Kız
Metin Cengiz - Aşk ki Kendini Ele Vermek İster
Fergun Özelli - şimdi uzaklardasın, gecede, davet
İhsan Deniz - “Kaptan-ı Deryâ”dan, Sessiz Saat
Mustafa Ziyalan – Şiir, im, iz, Tavşan, Sesin
Ali Asker Barut - Ay İçinde
C. Hakan Arslan - “Olumsallıklar”dan, 1. İmlemsiz, 4. Amaçsızlık, 7. Dönüş/türüm
Çiğdem Sezer - Muamma
Bünyamin K. - Gül, Nar
Mehmet Öztek - ayrıca
Fahri Güllüoğlu – İlişkilişkil, ilkilk, iki başına, Mutluluğun anahatarları, Tilkinin dediği, Sensür
Aslı Serin - baba ben şair oldum
Ali Özgür Özkarcı - Politik doğruculuk için aerobik
İpek Seyalıoğlu - Öl İo’yu!


ÖYKÜ
Adnan Binyazar - Bozkır Aydınlığında Aşk
Ethem Alpaydın - Televizyon
Melida Tüzünoğlu - Cüretkâr Bakteri’ye Ağıt
Deniz Kıral - Bir Kahve İçimi
Serhat Çelikel - Uyku


DENEME
Emin Özdemir - Anna’nın Çılgınlığı
Gürgenç Korkmazel - Evlilik Üzerine Ucu Açık Bir Deneme
İlyaz Bingül - Türk Düğümü


GÜNLÜK
Uğur Kökden - Ön Yıllar II
İzzet Göldeli - Kule Günlüğü


DOSYA: ROBERT WALSER
Oğuz Demiralp - İsviçreli Aylak
J. M. Coetzee - Robert Walser
Gül Gürtunca - Benjamenta Enstitüsü ve Genç Jacob’un Anıları
Claudio Magris - Aşağılarda
Peter Utz - Mikrogramların Gizemi ve Benzersiz Mutluluğu
Carl Seelig - Wanderungen Mit, Robert Walser’den
Jochen Greven - Robert Walser
Robert Walser - Öyküler

'Kardeş Kalemler' dergisi

Kardeş Kalemler
Aylık Avrasya Edebiyat Dergisi
44. Sayı
Ağustos – 2010


Bu yıl, rahmet ve bereket ayı olan Ramazan, zafer ayımız olan ağustosa rastladı. İnşallah Türk ve İslam dünyasına barış, huzur ve mutluluk getirir. Gönül darlığımıza, anlamsız didişmelere, kardeş kavgasına deva olur. Zîra Ortadoğu coğrafyası işgâllerle, anarşiyle, fukaralıkla boğuşuyor. Tabî bu geriliğin temelinde irfan ve tefekkür fukaralığı var; mirasyedi rehaveti var.

Kardeş Kalemler olarak bizim cehtimiz, paylaştığımız bu coğrafyada halkların sözcüsü durumunda olan kalem ve kelâm ehlini birbiriyle tanıştırıp yardımlaşmalarında bir köprü olmak. Hiçbir politik kaygı gözetmeden yapılan bu mütevazı çalışmaların er geç düşünce çilesi çeken gönül ehli nezdinde makes bulacağına inanıyoruz.

Kıymetli düşünür Ferit Muhiç’in deyimiyle “estetik bir norma bürünmeyen düşüncenin ruhu kirleteceği”ne inandığımız için de bu dostluk köprüsünü sanat ve edebiyat ürünleriyle kurmaya çalışıyoruz.

Kardeş Kalemler’in bu sayısı yine dost ve kardeş ülkelerden gelen hikâye, şiir ve makâlelerle selamlıyor sizleri. Azerbaycan’dan Azer Abdulla’nın Sakarya Savaşı’mız için yazdığı şiiri okuyunca niçin bizim Karabağ derdiyle dertlendiğimizi ve dünyada yalnız olmadığımızı görerek duygulanacaksınız.

Yine Azerbaycan’dan genç bir üniversite öğrencisi olan Keramet Büyükçöl’den bir demet şiir sunuyoruz sizlere. Yaşının üstünde bir seviye tutturan şairin yarın daha büyük eserlere imza atacağına inanıyoruz.

Bunlardan ilki Türkiye’den Güzin Güven’in “Depremde Ölen Kazak Kızı” adlı hikâyesi, konusunu gerçek bir olaydan almış. Yurdumuzda öğrenim gören Kazak Altınay’ın “17 Ağustos Depremi” olarak bilinen kara günde hayatını kaybetmesi ve o büyük felaket işleniyor.

Çok uzak diyarlardan, ta Tuva’dan Vasili Monguş’un yazdığı “Karantina” adlı bu hikâyeyi kıymetli ilim adamlarımızdan Ekrem Arıkoğlu sizler için çevirdi. Tuva toprağı coğrafya olarak egzotik bir zevk taşısa da insanın her yerde aynı insan olduğunu göreceksiniz.

Bulgaristan’ın önemli yazarlarından Atanas Radoynov’dan alegorik bir eser de bu sayımızda. Yazar, “Değişmeyen Takvim” adlı hikâyesinde hayvanların dünyasından hareketle hayatın acımasız kanunlarını anlatıyor.

Çağatayca’nın devamı olan Çağdaş Özbek Edebiyatı’ndan Şadman Atabek’in “Gaz Lambası” adlı eseri yer alıyor bu sayımızda. Yazar burada mezun olduğu okulu ziyarete gelen bir gencin anılarını tazelemesi ve maziye dönüşünü işlerken ortak anıları olan herkesi duygulandıracağa benziyor.

Kırgızistan’dan akademisyen Muhammed Mıtıyev ise “Kırgız Müzik ve Dram Stüdyosu, Millî Tiyatro Sanatı’nın Kadro Yuvası” başlıklı makalesinde Kırgız tiyatrosunun oluşması ve ilk oynanan piyesler hakkında çok önemli bilgiler veriyor. Tiyatro bir milletin gelişmesi için önemli eğitim vasıtalarından biri. Bu makalenin meraklıları tarafından zevkle okunacağını düşünüyoruz.

Yeni bir sayıda buluşmak üzere Ramazanınızı tebrik ediyorum.

Ali Akbaş


İÇİNDEKİLER
Ali Akbaş
Şaşırmayın
Güllü Karanfil
Şiir
Tömönbay Bayzakov
Sorsalar
Azer Abdulla
Ölmez Ruh
İbrahim Türkhan
Kırık Aynalar Ülkesinin Esirleriyiz
Keramet Böyükçöl
Park
Osman Çeviksoy
Muhsin Emmi
Fatma Yekta Ürkmez
Kaçıncı Şahsın Öyküsü
Hacı Ismayılov
Akıllı
Şadman Atabek
Gaz Lambası
Atanas Radoynov
Değişmeyen Takvim
Güzin Güven
Depremde Ölen Kazak Kız
Elçin Hüseyinbeyli
Dedem Ninem ve Komünizm
Georgi İngılızov
Zor Söken Şafak
Abdurrahman Deveci
Altmış Yıllık Bekleyiş
Sultanmahmut Torayğırulı
Feryadım
Vasiiliy Monguş
Karantina
Ebubekir Sıddık Soysal
Kazan-ı Tataristan'ın En Güzel Kadını
Mehmet Özcan
Bir Umre'den Unutulmaz Anılar
Hacer Öztürk
Split
Canıl Mirza Bapaeva
Anadolu Türkleri, Kırgız Türkleri ve Rus Folklorunda Hızır
Ramiz Asker - Ebülfez Guliyev
Türkolojiyi Geliştiren Türkmen
Muhammed Mıtıyev
Kırgız Müzik ve Dram Stüdyosu, Milli Tiyatro Sanatının Kadro Yuvası

Ayraç

Türkiye'de eleştiri geleneği olmadığından yakınır dururuz da neden eleştiri geleneği olmadığını bir türlü konuşamayız hakkıyla.

Türkiye'de eleştiri geleneğinin varolamamasının nedeni, eleştirecek, eleştirmeye, tartışmaya, açımlamaya, eleştirilen şeyi negatif veya pozitif şekillerde çoğaltmaya ve azaltmaya değebilecek çapta, nitelikte, derinlikte ve en önemlisi de samimiyette bir kültürün, bir sanat, edebiyat ve fikir dünyasının var olmamasıdır.

Ortada ciddiye alınacak bir şey olsa, o şey, kendisini konuşturtur zaten. Çığır açacak, dalga kıracak ve dalga kuracak ölçekte ciddiye alınacak bir şey ortaya koyabildiğimizi söyleyebilir miyiz herhangi bir alanda? Fikir alanında, edebiyat, müzik veya sinemada, sözgelişi...

Dünyaya herhangi alanda -meselâ, "şiir yazmayı Türklerden öğrenmeliyiz" dedirtebilecek- canlı, yaşayan bir geleneğimiz var mı? Yunus, Mevlânâ, Fuzûlî, Şeyh Galip gibi kurucu dehâlarımızın dışında bizim dünya şiirinin gökkubbesinin oluşmasında, dünyaya şiirin ruh gramerini, ses düzenini, algı dünyasını, estetik beğenisini bir şekilde yeniden belirlediğimiz, tanımladığımız bir şiir geleneğinin canlı, övünülesi, eli öpülesi çocuklarıyız, diyebilecek bir yerde mi duruyoruz dünya şiir haritasında?

Sadece şiirden bu kadarcık bir örnekle yetiniyorum. Fikir'e, sanat'a, sanatın, edebiyatın diğer türlerine girmenin anlamı yok burada.

Ortada dişe dokunur bir birikim olsa, elbette güçlü bir eleştiri dili, yöntemleri, birikimi vesaire de gelişir/di kendiliğinden...

Böyle bir ortamda bir eleştiri dergisinden, kitap eleştirisi dergisinden sözetmek nasıl bir şey veya ne tür şeyler çağrıştırır size, bilemem; ama ortada iyi niyetle kotarılan, içtenlikle, heyecanla, coşkuyla çıkarılan ve şimdiye kadar yayımlanan kitap eleştirisi dergilerinin en iyilerinden biri olarak görülmesi gereken bir dergi varsa, ben orada bu heyecanı paylaşmadan duramam sessizce ve bön bön oturamam açıkçası...

Ayraç dergisinden sözediyorum, tahmin edebileceğiniz gibi.

Şahsen benim kitap eleştiri dergisi algım, New York'ta iki haftada bir yayımlanan New York Review of Books, haftalık olarak Londra'da yayımlanan TLS ve yine Londra'da aylık olarak yayımlanan London Review of Books dergileri tarafından şekillendirildi belirgin olarak: Bu üç dergi de tabloid olarak yayımlanıyor ve ben bildiğimiz dergi formatında kitap dergisi yayımlanabileceğini düşünemiyorum. En çok okuduğum ve aksatmadan hâlâ takip ettiğim dergiler arasında yer aldığı için bu kitap dergileri, Türkiye'de sözünü ettiğim ilk iki derginin "konsept" olarak harmanlanması gibi gözüken o güzelim Virgül dergisi bile tam olarak sarmamıştı beni.

Ayraç, ilk bakışta, formatı ve zaman zaman içeriğinden ötürü biraz Virgül'den esintiler taşıyor; ama yine de Ayraç'ı daha samimi, daha sevimli buluyorum ben. Ayraç'ın her sayısının kan ter içinde, büyük heyecanla, zevkle ve her bir sayfaya sindiğini hissettiğim her türlü saygısı hak eden bir emekle hazırlandığı gibi bir izlenime sahibim.

Bunda Ayraç'ı, maddî, manevî ve münhasıran da tasarım katkısıyla yayımlayan sevgili Sezer Erdoğan kardeşimi ve yılmak, yorulmak, bıkmak nedir bilmeden çalışan, koşuşturan, sabahlara kadar okuyup-yazan Yunus Emre Tozal kardeşimi ve çalışmalarını biraz yakından tanıyor olmamın da payı var elbette.

Ayraç, kitap eleştirisi alanında şimdiden bir yer edinmeyi ve adıyla müsemma bir şekilde bir ayraç olmayı başardı: Zaman zaman zayıf yazılara ve dosyalara rastlasam da, genelde dolu, heyecan verici makaleler dikkat çekiyor; böyle giderse, yeni sayıyı iple çektirten bir tiryakilik oluşturabilecek gibi okuyucuda.

Bunun temel iki nedeni var kanımca: Birincisi, emek mahsulü ve özgün yazıların her zaman dikkat çekiyor olması. İkincisi de yazar profilinin sürekli değişiyor, gelişiyor, zenginleşiyor olması.

Son sayısı postmodern düşüncenin kurucu-babalarının kitaplarının ve fikirlerinin işlendiği hacimli bir dosya yayımlanmış. Dosyada Derrida, Foucault, Deleuze üzerine yazılar var. Enver Gülşen'in Deleuze metni nefis. Wittgenstein niye var da, Nietzsche neden yok dosyada, doğrusu pek anlayamadım.

Ayraç'ı çıkaran genç arkadaşları tebrik ederken, Türkiye'de de eleştirilmeyi, tartışılmayı hak edecek yeni Yunus'lar, Sinan'lar, Itrî'ler, Levnî'ler, Şeyh Galipler çıkarmamızı mümkün kılacak öncü fikir, sanat, edebiyat atılımları gerçekleştirebileceğimiz günlerin hayalini kurmakla yetiniyorum şimdilik.


Yusuf Kaplan

Yeni Şafak
23.08.2010

Yedikıta dergisi

Bir milletin tarihi, o millet hakkında bilinmesi gerekenleri ortaya koyar, tarihteki yerine vurgu yapar. Söz konusu olan Türk milleti ise tarihin söyleyecek çok sözü var demektir. Tarih boyunca büyük medeniyetler kurmuş ve dünyaya hükmetmiş olan Türk milletinin tarihini ortaya koymak ciddi bir iştir. Bunun için bilgi ve birikimin yanında bir iddia sahibi olmak gerekiyor. Millet olarak geçmişi iyi bilip hafızamızı canlı tutarsak, geleceği inşa etme noktasında sıkıntıya düşmeyiz. Bu açıdan tarihten bihaber yaşayan insanların sağlıklı bir gelecekten bahsetmeleri mümkün değil. Tarihe her zaman yön vermiş bir milletin bireyleri olarak bugün bulunduğumuz durumun sebeplerini irdelemek ve gerekli dersleri çıkarmak zorundayız. Tarih aynı zamanda geçmişten bir ders çıkarma sanatıdır.

Elimde ikinci yılını geride bırakıp yirmi beşinci sayısına ulaşan bir tarih dergisi var. "Geçmişe dair hiçbir güzellik gözden kaçmasın, asırları kat eden geçmiş sizden uzak kalmasın" anlayışıyla yola çıktığını söyleyen tarih, ilim ve kültür dergisi Yedikıta, bugüne kadar ihmal edilen tarih alanı üzerinde bir yayıncılık yapıyor. Bu takdir edilecek bir durum olduğu kadar, bir kadirşinaslık örneğidir de... Yeni nesillere bir tarih bilinci oluşturmak konusunda Yedikıta gibi dergilerin ne denli bir işlev üstlendikleri, nasıl bir boşluğu doldurduğu gün gibi aşikâr.

Altı asırlık Osmanlı tarihinin perde arkasını, yaşanan olayların arka planını irdelemek bir sorumluluk gerektiren bir durumdur. Yedikıta dergisi kanımca Osmanlı'yı tüm yönleriyle ortaya koymayı kendine bir görev olarak addetmiş. Her sayıda ortaya koydukları kapsamlı metinlerle bu işi ne kadar ciddiye aldıklarını gösteriyorlar. Bir Osmanlı bakiyesi olarak üzerinde yaşadığımız Türkiye topraklarında millet olarak öncelikli görevimiz geçmişimizi bilmek olmalıdır. Her şeyden önce bu tarihe karşı bir görevimizdir. Cumhuriyetle birlikte oluşan tarih algısı sadece Osmanlı'nın yıkım döneminin gündemde tutulması olarak görülmüştür. Bu anlayış Osmanlı Devleti'ne karşı bir önyargının oluşmasına zemin hazırladı. Bu tarihin akışını değiştirmiş Osmanlı'ya karşı yapılmış çok büyük bir haksızlıktır. Ayrıca altı asırlık bir devletin sadece son bir asrını gündemde tutmak ve bir Osmanlı düşmanlığı tahsis etmek iyi niyetli bir çaba olarak görülemez. Görülüyor ki, Yedikıta dergisi bu önyargıyı yıkacak bir çabanın içinde. Bunu da Osmanlı tarihini bütün yönleriyle ortaya koyarak ispat ediyor.

Yedikıta dergisi 25. sayısında önemli kapak dosyalarına yer ayırmış. Osman Doğan, "Ertuğrul Firkateyni'nin Hazin Hikâyesi" başlıklı yazıda İkinci Abdülhamit tarafından Osmanlı Devleti ile Japonya arasındaki ilişkileri geliştirmek için bu ülkeye gönderilen Ertuğrul Firkateyni'nin dönüş yolunda Pasifik Okyanusu'nda fırtınaya tutularak batmasının hazin öyküsünü bütün ayrıntılarıyla anlatmış. "Bir Zamanlar Böyleydik!" başlıklı yazıda ise ABD'nin Erzurum'da konsolosluk açma isteği ve Osmanlı'nın ABD'ye verdiği cevap anlatılmış. Yazıyı ise Ömer Faruk Yılmaz kaleme almış. "Osmanlıların Büyük Ataları Burada" adlı yazıda Yavuz Selim Bozoğlu, Türk milleti için önemli yere sahip olan Ahlat ilçesini Evliya Çelebi'den aktardığı yazıyla gündeme getirmiş. Ayrıca Ahmet Uçar, "Fatih'e Hakaret Operası, Avrupa'da Yazıldı İstanbul'da Sahnelendi"; Süleyman Gündar, "Sonradan Değil, Temelden Eğri: Eğri Minare"; Ahmet Köselerli, "Cerre Çıkmak"; Selman Aygün, "Bir Ok Kaç Asker Eder?"; Mehmet Öncel Koç, "Tarihin Harmanladığı Şehir: Niğde"; Ebul Faruk Önal, "Ferman ve Beratlarda Gizlenen Estetik: Lale" başlıklı yazılar derginin sayfalarını süslemiş.

Tarih dergiciliğinde önemli bir boşluğu dolduran ve ciddi bir karşılığı olan Yedikıta dergisini öncelikle kutlamak gerekir. Çamlıca Yayınları tarafından çıkarılan Yedikıta dergisinin Genel Yayın Koordinatörlüğünü Ömer Faruk Yılmaz, Yayın Editörlüğünü ise Selman Kılınç üstlenmiş. Tarihin derinliklerine doğru uzun soluklu bir yürüyüş başlatan Yedikıta dergisine bu yolda başarılar diliyoruz. Dergiye 0212 657 77 35 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz.


Müslim Coşkun


Millî Gazete
02.09.2010