2013-05-05

Türk Edebiyatı Dergisinde Necip Fazıl Dosyası


Türk şiirinin hiç şüphesiz en büyük isimlerinden biri olan Necip Fâzıl aramızdan ayrılalı tam otuz yıl oldu; fakat hatırası taptaze. Onun ismini çeşitli vesilelerle anmadığımız gün yok gibi. Ya şiirlerinden bir mısra dilimize takılır yahut esprilerinden birini anlatır, gülüp neşeleniriz. Necip Fâzıl olmasaydı, eminim, sadece edebiyatımız değil, hayatımız da yoksullaşırdı.
Başkasında bizi çok rahatsız edecek şişkin “ben” duygusu onun yaratılışının olmazsa olmazı gibiydi; rüzgârın önünde sürüklenen iradesiz ve tepkisiz kalabalıkların yitirdiği hayatiyetin tamamı onda toplanmıştı sanki. Kendisini kalabalıkların kaybedilmiş şuuru gibi hisseder, “Durun kalabalıklar!” diye haykırarak onların yerine de en yüksek perdeden haykırırdı.
Necip Fâzıl’ı sınırlı küçüklükler değil, sınırsız büyüklükler ilgilendiriyordu. Bunun için bütün meselelerimize “mutlak olan”ın adesesinden baktı. Beyni “zonk zonk sızlayan” bir mistikti; varlığı parçalayarak anlamaya çalışan bir filozof değil, yekpâre olarak kavramaya çalışan bir şair, bir vecd insanıydı. Gözlerini bir imparatorluk coğrafyasında açıp şuuru aydınlığa kavuştuğunda kendisini eskisine göre çok küçük bir ülkenin vatandaşı olarak bulan trajik bir neslin beyni yaralı bir ferdi olarak konuştu. Bir dünyanın, bir hayat tarzının, bir kültürün toptan inkâr edildiğini görmüş, kökten kopuşun, gitgide küçülüşün acılarını yaşamıştı. Olup bitenin farkına varabilen birkaç kişiden biriydi o, belki de tekti. Hiçbir zaman bir üçüncü dünyalı gibi “mazlum” edası takınmadı, büyük bir imparatorluğun ve büyük bir kültürün mirasçısı, daha da önemlisi, büyük bir dinin mensubu olduğunun şuurundaydı, bunun için mağrur ve kendinden emindi. Şiiri de, aynı şekilde, erkek sesli, yani yakınan değil, meydan okuyan bir şiirdi.
Bu sebeple büyük şairi, vefatının 30. yılında yeniden değerlendirmek istedik. Dosyamız, önemli bir röportajla başlıyor. Necip Fâzıl-Adnan Menderes İlişkisi adlı önemli bir kitabı bulunan Alâattin Karaca, Necip Fâzıl’ın şiirimizdeki yeri, getirdiği yeniliğin mahiyeti ve -en önemlisi- birkaç ay önce tartışmalara yol açan örtülü ödenek meselesiyle ilgili sorularımızı cevaplandırdı.
Ali Birinci ise, her zamanki titizliğiyle arşivleri didik didik ederek Necip Fâzıl’ın dedesi, babası, dayıları ve hayatının karanlıkta kalmış taraflarıyla ilgili yeni bilgilere, daha da önemlisi çocukluğunda yazdığı bilinmeyen iki şiirine ulaştı. Birinci üstadımızın bu çalışması sayesinde Necip Fâzıl biyografisi yazmak isteyenlerin yolları epeyi kısaldı diyebilirim. Abdullah Uçman da “Gaibden Gelen Ses” başlıklı yazısında, Necip Fâzıl’ın şiirinin nasıl oluştuğunu derinlikli bir biçimde ele aldı. Sezai Coşkun da modern dünya şiirinin kurucularından olan Rimbaud ile Necip Fâzıl arasındaki duyuş ortaklığından söz etti.
Ahmet Ağır’ın “Necip Fâzıl’ın Şiirinde Yabancılaşma veya Anlamsızlık” başlıklı yazısıyla katkıda bulunduğu dosyamız, Mehmet Narlı’nın Necip Fâzıl’ın hikâyelerini “akıl ve ruh bozuklukları açısından” ele aldığı yazısı takip ediyor. Bahtiyar Aslan da Necip Fâzıl’ın hikâye ve otobiyografi gibi iki farklı türde kaleme aldığı eserlerinde, büyükbabasının ölümünü anlatmasını, çocukken şahit olduğu bu gerçeğin yarattığı travmadan kurtulma çabasına bağlayarak dikkate değer bir yaklaşım getiriyor. Cafer Gariper, Necip Fâzıl’ın Bahriye Mektebi’nde hocası olan Yahya Kemal’e yönelttiği eleştiriler, Muzaffer Doğan da “Necip Fâzıl-Abdülhakim Arvasî Buluşması” hakkında yazdı. Adem Polat, Üstad’ın “Zindandan Mehmed’e Mektup” şiirini Foucault’nun “hapishane” hakkındaki yaklaşımından yola çıkarak yeniden okumayı denedi. Selçuk Karakılıç da, 1942 yılında, Necip Fâzıl’ın Para isimli piyesi etrafında cereyan eden, tanınmış birçok ismin karıştığı intihal tartışmasını enine boyuna irdeledi.
Elinizdeki sayının tek hikâyesinde, Recep Seyhan, Necip Fâzıl’ın Paris macerasını ve maceranın sonunda yaşadığı derin iç hesaplaşmasını hikâye diliyle anlatıyor.
Şiire maalesef yer veremediğimiz bu sayıda dosya dışında da iki yazımız var; Gürsel Aytaç hocamızın Selim İleri’nin son romanı Mel’un’u değerlendirdiği yazı ve Mehmet Nuri Yardım’ın geçen ay kaybettiğimiz büyük sanat tarihçisi Prof. Dr. Oktay Aslanapa hakkındaki yazısı…
Kırkambar’ımız her zaman olduğu gibi dopdolu…
Daha güzel ve daha zengin sayılarda buluşmayı ümit ediyorum.
Muhabbetle efendim.
 Beşir Ayvazoğlu

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com