2011-10-13

Diyalog Cedel

"Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş..."

Bu söz tencere için geçerli olabilir. Ya insan? İnsan yuvarlanmaya teslim edip kendisini, bırakırsa boşluğa, evet, kapaklanma diye bir akıbete ulaşabilir.

Oysa 'insan' yuvarlanarak var olan bir yaratık değildir. Ayakta durur. Aklını kullanır. Tercihleri vardır. Yerini belirler. Saf tutar. Hakkı tutar.

Hele ki, insanın hakikîsi, Hakka rağmen iş tutmanın ne denli tehlikeli olduğunu çok iyi bilir...

Şu halde, müeddep insan olmanın şartları arasında, rastgelelik, gelişigüzellik, rastlantıylalık gibi salimliği şüpheli lafların yeri yok.

Edebiyata gelelim.

- Edebiyat bir yer (kapak) bulma sanatı mıdır?

- Değildir, bir mevzî savaşı sanatıdır. Edebiyatta yeriniz yurdunuz bellidir. Oradan edebiyat yaparsınız.

- Hep mi böyledir bu, yani henüz yetişme çağındakiler için de...

- Geçerli değildir elbet, çocukluk (masal) çağından bahsetmiyoruz, belli bir yolu katetmiş şairler, yazarlar için diyoruz.

- Fakat yenilik, sürekli yenilik edebiyatın özünden değil midir?

- Köklere bağlı yenilik, evet; geleneksizleşme ise hayır tabii ki...

- Bir örnek verir misiniz?

- Sizin için tehlikeli olmaz mı?

- Niçin?

- Hücuma geçiriyorsunuz beni. Oysa "dostlarımız" (!) susturulmamı diliyor...

- Bir kere konu açıldı, dönmeyelim geri...

- Piyasaya sürdükleri her mevkutede bir yenilikten bahseden ekipler görüyoruz. Üç beş sayı görünüp kaybolan ekipler... Bir süre sonra tekrar görünüp tekrar kaybolan... Sanki kaybolmayı tekrarlayıp duruyorlar...

- Siz sanırım edebiyatta çeteleşmeden bahsediyorsunuz...

- Çeteleşmek mi diyorsunuz siz ona, yanlış kelime kullanıyorsunuz...

- Tashih edin öyleyse, bugün beni hep ters köşeye yatıracaksınız.

- Muteber bir adlandırma sayacaksan, neden tashih etmeyeyim?

- Size cevap verecek gücü bulamıyorum!

- İfratın itibarı olmaz, istikbarı olur!

- Yani kibirle mi ilgili her çıkışları bu kaybolmayı tekrarlayanların?

- Müstekbir kibirden gelir, ateşe gider!

- Sizi anlayamıyorum, mevzî sanatı dediniz, sözü nerelere getirdiniz...

- Ölüm ile dirim gibi iki zıtlığın farkını gösteriyorum; modanın demodeliğini işaret edip, seni salt şiircilikten men etmeye...

- Çalışıyorsunuz!.. Peki, nasıl yapacağım bunu, allak bullak oldu kafam...

- Önce git, biraz dinlen. Kendine gelince dediklerimi muhakeme et.

- Sonra?

- Kabul ediyorsan şunu yaparsın zaten: Müfretliğe terfi et! Hele hele, içinde kırk birinci kişinin barınamayacağı gayr-i edebî kümelenmelerle meşguliyetin varsa, tek taraflı olarak teşkilatı lağv et!

- Benim için zor olacak ama...

- Ya kırk katır ya kırk satır, dostum tercih senin...

"Çürümenin Kitabı"ndaki bir yazısında kimi şairler için, "şair bir tahrip etkenidir, bir virüstür, kılık değiştirmiş bir hastalıktır." diyor kafası karışıkgillerden Emil Michel Cioran. "Şairlerin Asalağı" bağlamında doğrudur bu. Fakat, tufeyli olmayı reddeden, parazitliğe set çeken, kısacası asâleti tercih edenler için, boşuna söylenmiş...

Zira asâlet, asıldan gelir, asilliğe gider. Arı duru bir soyluluk... Yabancı unsurlarla karışmamış...

Klâsik şairlerimiz, söze ve yazıya bayağı kelime ve deyimler katmamayı "asâlet" olarak tanımlamışlar.

Edebiyatı "yuvarlaklaştırıp" "yer bulma sanatı"na indirgemek nedir peki?

Mehmet Âkif böyle teşebbüs sahibi "şuarâ" için "İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh/ O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh./Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri.../ Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri." diyor ve onlar için şu nidâyı ediyor: "Vâ-esefâ"...


Cevat Akkanat



Millî Gazete
13 Ekim 2011

Hiç yorum yok:

E-POSTA GRUBU

Dergi~lik e-posta
dergilik@googlegroups.com